
20. Bölüm: Tehlikeli Yağmurlar.
*Biz beraberken kaybetmemiz imkânsız.*
Her hatırladığımda içimde duvara kafa atma isteği uyandıracak bir şey yaşamıştım. Rüveyda Hanım bizi görmüştü. Rüzgar’ın kollarının arasındaki çıkmaya çalıştım fakat O buna izin vermedi. Belimde olan ellerinden birini çektiğin de Rüzgar’dan ayrılmak yerine tam yanın da yerimi aldım. Rüveyda hanımın ise gözlerinde bir sürü duygu yatıyordu. Ben ise en çok görüneni okuyabiliyordum. Öfkeyi. Rüzgar’dan ya da benden cevap gelmeyeceğini fark eden Rüveyda Hanım Rüzgar’a döndü. “Ben sana o kızdan uzak dur dediğim halde o kıza yakınlaşmaya mı çalıştın? Sana inanamıyorum!”
Rüzgar boğazını temizleyip annesine cevap verdi. Sanki normal bir ortam da konuşuyor gibi sakindi. Oysa yağmurun altındaydık, ıslanıyorduk ve Rüveyda Hanım oldukça sinirliydi. “Sana bunu daha kaç defa söylemem gerekiyor anne? Kendi hayatımı yaşıyorum ve sen dedin diye Aden’den uzak duracak değilim. Kusura bakma.”
Rüveyda Hanımın gözleri sinirle daha da açılırken Rüzgar’ın kollarının arasındaki çıkıp bir adım da tam karşısına dikildim. Beni sevmiyor olabilirdi ama bu kadarı fazlaydı. Hemen arkam da Rüzgar’ın varlığını hissediyordum. Garip. Bu konu hakkın da bir cümle kurmasa bile bana destek olduğunu, olacağını hissediyordum. “Neden benden nefret ediyorsunuz Rüveyda Hanım? Ne yaptım ben size?”
Bağırıp çağırmamı bekliyor olacak ki bir anlığına afallasa da kendini hemen toparladı. “Oğlumun başını sürekli belaya sokuyorsun Aden Demir. Oğlum, senin yanın da güven de değil.”
Güldüm. İnsanlar bencildi. Belki de ben bencildim. Bilmiyordum “Hiç birimiz güven de değiliz. Sadece benim ve etrafımdaki güvensizlik ortada. Sizinkiler gizli. Kim bilir, belki de sizin güvensizliğiniz bende önce zarar verecek size. Bilemeyiz.”
Derin bir nefes alıp duruşunu dikleştirdi. “Her şeyden haberim var Aden. Anneannenin cinayetinden, Selime hanımın öldürülmesinden, her şeyden.” Diyeceği şey de kararsız gibiydi. Sessiz kalıp konuşmasını bekledim. Bir kaç saniye sonra tekrar konuştu. “Madem açık konuşuyoruz, pekâlâ. Bir annenin tek isteği yuvasının güven de olmasıdır. Benim iki oğlum var. İkisi de senin çevrende. Ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da öyle. Ve ben oğullarımı kaybedemem. Sen de beni anla.”
Bu sefer gerçekten de küçük bir kahkaha attım. Haklıydı belki de. Beynim bu ihtimali düşünürken kalbim onu çoktan sessize almıştı. Kalbim şu an onun bencillik yaptığını fısıldıyordu. “Haklısınız.” Dedim sert cümlelerimi yutarken. Rüveyda Hanım benden nefret ederken ben neden sert cümlelerimi yutuyordum? Çok saçmaydı ama engel de olamıyordum. İçimden bir ses, Rüzgar’ın üzülme ihtimalini ortadan kaldırmak için olduğunu söylüyordu fakat o sese inanmak istemedim. “Bu konu hakkın da ne yapmamı önerirsiniz? Peşim de olan şeylere laf geçiremem, insanlardan kendimi soyutlamalı mıyım? Annem, Anneannem öldü. Babam ise çok uzaklarda. Bir tek dostlarım kaldı.” Gözlerim yanım da yer alan Rüzgar’a kaydı. “Bir tek sevdiklerim kaldı.” Tekrar Rüveyda Hanıma döndüm. İlk haline göre daha sakindi. “Siz de beni anlayın. Bencillik ediyorum farkındayım fakat ben de sevdiklerimden vazgeçemem. Ama şunu bilin ki eğer Rüzgar’a, ya da diğer dostlarıma bir mermi sıkılacak olsa, o mermi daha silahtan çıkmadan onların önlerine kendimi siper etmiş olurum.” Bir cevap bekledim. Gelmedi. Yağmurun sesi dışın da bir ses çıkmayınca devam ettim. “Evrenin bana ördüğü bu hayat yüzünden nefretinizi hak ediyor muyum gerçekten?” Amacım kendimi acındırmak değildi. Bir şeyleri görmesini sağlamaya çalışıyordum. Bu hayatı ben istememiştim, ama madem yaşıyordum, en azından mutlu olmayı deneyecektim. Yağmurun altın da gözlerimi kısarak bir süre yüzüme baktı. Gözleri, gözlerimle bağlantı kurmuş, içimdeki acıyı izliyor gibiydi.
Derin bir nefes alıp bir adım atarak aramızdaki son boşluğu kapattı. İnce kollarını kaldırarak bana doladı. Hatırlayamayacağım kadar eskiydi içimdeki bu duygu. Adını koyamadığı tozlanmış o duygu parladı, üzerindeki tozu tek hamlede sildi attı. Rüveyda Hanım bana sarıldı.
Anne şefkatiyle sarılıyordu. Kollarımı yavaşça kaldırıp ona doladığım da dudaklarımın arasından hıçkırık kaçmaması için dişlerimi birbirine bastırdım. “Sana güvenmeyi seçiyorum Aden Demir. Beni buna pişman etme.” Cevap vermek yerine görmeyeceğini bile bile burukça gülümsedim. Saçlarımda bir el hissettim. Saçlarımı okşuyordu. Bu bir rüya olmalıydı. “Sana kurduğum tüm kötü kelimeler için özür dilerim.” Eli saçlarım da hava da kaldı. Bir iki saniyenin ardından okşamaya devam etti. “Benim de annem ben çok gençken öldü. Bir bahane değil biliyorum fakat kendini hayata hazırla istedim. Kanasın, kanasın ama sonun da kurusun. Bir daha da kanamasın istedim. Özür dilerim.” Sıkıca sarıldım Rüveyda Hanıma. Bir anneye nasıl sarılır bilmiyorum ama benim için anneme sarılır gibi sarıldım.
Çiselemeye dönüşen yağmura rağmen gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Elleri omuzlarımdaydı, kısa bir süre bana bakarak gülümsedi. Geri çekilirken gözleri Rüzgar’a kaydı. Kaşları ile eş zamanlı gözlerini de kıstı. “Bu arada genç adam ben salak değilim. Uzun bir süredir Poyraz’da kalma bahanesini yemedim. İlk başta inanmıştım ama abinin de arkadaşım da kalıyorum diyerek gitmesi, beş dakika araba ile mahalle turu yaptıktan sonra diğer taraftan Aden’in evine girdiğinizi görmüyorum sanmayın.” Gözleri bir anlığına bana kaydı. “Ne yaptığınızı çözmeye çalışmıştım. Bir kaç komşu ile aramı iyi yapınca tüm dedikoduları, olan biten, yalan yanlış her şeyi anlattılar.” Gözleri tekrar yanımdaki gri gözlerin sahibine kaydı. “Kendinize çok dikkat edin.”
Gülümseyerek yavaşça başımı sallarken iyi geceler dileyerek uzaklaştı. Evinin kapısına geldiğin de dönüp bize kısa bir bakış atıp evine girdi. Dönüp Rüzgar ile birbirimize baktık. Kısa bir bakışmanın ardından ikimiz de gülmeye başladık. “Ne oldu az önce öyle?” Diyen Rüzgar hala şaşkınlığını atamamıştı.
Dudak büküp omuzlarımı kaldırıp indirirken ellerimi de avuç içlerim gökyüzüne dönük olacak şekilde kaldırdım. “Bilmiyorum.” Yağmur tekrar hızını arttırırken Rüzgar’ın “Hasta olacaksın,” diye ısrar etmesiyle eve girdik. Salonunun ışığı yanıyordu fakat herkes odasına çekilmişti. İçeri girip kapıyı sessizce kapattığımız da nedendir bilmem kıkırdayıp duruyorduk. Derin bir nefes alıp etrafa bakındım. Gözlerimin önün de canlandı o görüntü tekrardan. Rüzgar’ın bana baktığı o halini gördüm. Gözlerindeki ifadeyi daha önce hiç görmemiştim. Gri gözleri değil, bakışı büyülemişti beni. Rüveyda Hanım gelmeseydi beni belki de öpecekti. Rüzgar’a baktığımda beni izlediğini gördüm. Göz göze geldiğimizde gülümsedi. “Ne oldu?”
Ufak bir kahkaha attığında istemsizce bende gülümsedim. “Neye gülüyorsun?”
“Sana.”
“Neden?” Belimden tutup kendine çekti. “Annemi gördüğündeki yüz ifaden çok tatlıydı.”
Kaşlarımı çattım. “Nasıldı?”
“Bak göstereyim.” Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Önce böyle yakınlaştık.” Anlını anlıma yasladığında burunlarımız birbirine değiyordu. “Sonra gözlerinin içine baktım.” Gözlerimiz tekrar bağımlılıklarını ilan ederken merdivenlerden sert inme sesleri ile beraber bağırma sesini duyduk.
“Lan!” Başımızı çevirip Ozan’a baktık. Merdivenlerin başın da dehşet dolu gözlerle bize bakıyordu. Üçer beşer atladı merdivenleri. Arkasından ise Ömer ve Bade iniyordu. “Sizin o yakınlaşan burunlarınızı kopartır Voldemort yaparım! Delirtmeyin beni!” İkimizi tek hamlede birbirimizden uzaklaştırıp aramıza girdi. Derin bir nefes alıp elini anlına koydu. Bayılacak olan teyzeler gibiydi. “Neyse ki durdurdum. Başardım!” Gözleri Bade’ye kaydı. “Durdurmasaydım ne haltlar yiyeceklerdi Zümrüt gözlüm! Bir tebriki hak ettim, ne dersin?”
Bade burun kemerini sıktı. “Birazdan onları ayırmak için koşarak gittiğin bacaklarını kırdığım da sende yedi cücelerden biri olacaksın. O zaman da ben bir tebriki hak edeceğim.”
Ozan elini kalbine koydu. “Ah, kalbim!”
Ömer is bize gülerek, “her şeyi gördüm Havva.” Bakışı atarak bizi izliyordu.
Ozan gözlerini kıstı. “Sen neden uyanıksın be? Ya da neden buradasın? Senin düşmanca planlar yapman gerekmiyor mu? Bak yağmur yağıyor, sen seversin Yağmur’u, tam kötücül kahkaha atma vakti.”
Ömer yüzünü buruşturdu. “Ben senin bildiğin düşmanlardan değilim. Çok klişe onlar. Ayrıca yağmuru sevmem. Ben daha farklı şeyler yapıyorum.” Diyerek göz kırptı. Dalga geçtiği her halinden belliydi fakat Ozan’ın korktuğuna emindim. Boğazındaki âdemelmasının hareket ettiğini, yutkunduğunu görünce düşündüklerimde haklı çıktığımı anladım.
Ozan ise hemen konuyu değiştirmeye çalıştı. “Neyse ne. Daha da önemlisi bu ikisini durdurabilmiş olmam. Teşekküre gerek yok.” Ozan bilmiş gözlerle bir bana, bir de Rüzgar’a baktı. Rüzgar bana çapkın bir gülüş attığın da Ozan’ın gözleri kocamana açıldı. Öyle bir şey olmamıştı ama hep Ozan bizimle uğraşacak değildi. Bir adım geriye gitti. “Lan...” dönüp bana baktığın da güldüğümü gördü. Gözleri mümkünmüş gibi daha da açıldı. “Abi hayır...” Gözleri ikimiz arasın da mekik dokuyordu. “Yoksa...”
“Senin neden beynin arada çalışıyor?” Dudakları bir sineği geç, yüzlerce sineği alabilecek kadar aralanırken ellerini yanaklarına koydu. “Hayır... Olamaz... Yoksa Mert seni...” Yutkundu. “Seni...”
“Ay sanki ne yaptı!” Diye bağırdı Bade. Dirseği ile Ömer’i kolundan dürtüp kaşları ile Ozan’ı işaret etiğin de Ömer gözlerini kırpıştırıp Ozan’a döndü.
“Ozan biliyor musun? Ben çok kötü bir düşman planı yaptım.” Ozan şaşkınlığını atamasa da hiç istifini bozmadan Ömer’e baktı. “Gelmeden önce odanın tam ortasına büyük bir böcek koydum. Eğer hemen gidip o böceği almazsan ya kıyafetlerine, ya yatağına, ya da uyurken üzerine gelir.”
Ozan başını iki yana salladı. “Ya-yalan söylüyorsun.” Ozan özellikle böceklerden korkmazdı fakat küçükken uyandığın da burnunun ucunda bulduğu örümcek yüzünden tekrar aynısını yaşamaktan fena halde korkuyordu.
Ömer keyifle ellerini ceplerine sokup omuz silkti. “İster inan, ister inanma. Biliyorsun ki düşmanlar her şeyi yapabilir...”
“İşte bu yüzden düşmanlarımla bir geçmiş istemiyorum, hain köpek!” Ozan Amerikan mutfağın dolaplarının birinden aldığı satır ile üst kata doğru koşmaya başladığın da arkasından gülmek dışın da bir şey yapmadım.
Ozan ortadan kaybolunca Ömer hepimize tek tek baktı. “Ben kaçırıyorum. Hepinize iyi geceler.”
“İyi geceler.”
Bade’nin gözleri hızlıca beni bulduğun da esniyor gibi yaptım. “Benden kaçışın yok Aden Demir.” Bade ile uzun zamandır kız kıza konuşmuyorduk fakat yalandan esnesem de gerçekten yorulmuş, daha da önemlisi üşümüştüm-üşümüştük. Bade beni, ardından da Rüzgar’ı baştan aşağıya süzdü. “E iyi tamam. Şimdilik azat edildin. Ama bu demek değildirler ki seni bir ara sıkıştırmayacağım.”
Yüzümde oluşan geniş gülümseye baktım Bade’ye. “İyi geceler aşkım.”
“İyi geceler.” Rüzgar’a baktı. “İyi geceler enişte.” Bade son dediği şey ile gülerek uzaklaşırken Rüzgar’da Bade’nin dediği şeyi sevmiş gibi gülüyordu. Üstüne üstlük hiç gizleme gereği duymadan bana bakıyordu.
Kaşlarım çatıldı. “Ne bakıyorsun ya?”
“Yanına domates koysam hanginiz daha kırmızı olur onu düşünüyordum.”
“Ha ha. Çok komik. Ben yatmaya gidiyorum. İyi geceler.” Hızlı adımlarla merdivenleri çıkarken son basamakta tekrar sesini duydum.
“Kırmızı sana çok yakışıyor. İyi geceler Küçük Kelebek.” Kalbim söyledikleri ile mümkünmüş gibi daha da voltajını arttırırken hızlıca odama girip kapıyı kapattım. Sırtımı ve başımı kapıya yaslayıp tavana ve kelebeklere baktım. Bir kaç Kelebek kalmıştı. Açtığım her kağıdı dolabımın içindeki kutuya koyuyordum. Dudaklarımdan eksik olmayan tebessümüm ile bir beyaz kelebeğin kanatlarının üstündeki notu aldım. Yatağımın üzerine otururken dörde katlanmış olan siyah notu açtım.
“Yüzyüzeyken konuşuruz- Dinle beni bi’
Rüzgar’ın hiç bir zaman sönmeyecek. İstediğin sürece yanın da olacak.”
Şarkıyı açmama gerek yoktu. Orada yazına cümleyi zaten ezbere biliyordum.
“Rüzgarım söndü.
Dindi ateşim.
Ah bebeğim,
Ben hala deliyim.” Yazıyordu.
Hep yaptığım gibi notu tekrar tekrar ve tekrar okudum. Hafızama kazındığına emin olduktan sonda dolabımı açıp kutuya çıkarttım. İçin de anısı kalan birkaç eşya ve notlar vardı. Kağıdın arkasına bu günün tarihini atıp altına bir not düştüm.
“5 Kasım. Rüzgar her anımda.”
Notu kutunun içine yerleştirip tekrar dolabımın en ücra köşesine gizleyip ayağa kalktım. Üstümü değiştirmeyi unutmuştum. Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp lacivert pijama takımımı giyip kendimi yatağa attım. Yorganın altına girdiğim de içimde amansız bir heyecan vardı. O an bundan emin değildim fakat daha sonrasın da anlamıştım. İçimdeki o his heyecan değil, aşktı.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
“Kalk lan Ayı!” Huzursuzca döndüm arkamı. Üzerimden yorganım çekildiğinde ise sinir kat sayım ikiye çıktı. “Kızım sana diyorum. Kalksana! Kış ayına daha bir kaç hafta var. Uyan!”
Kulağımın dibinde bağıran şahıs beni zorla kendine çevirdiğinde uyku sersemi ve sinir ile bağırmaya başladım. “Ozan defol git başımdan! Çok uykum var.”
“Hiii.” Diye bir ses duydum ilk önce. “Terbiyesiz!” Ardından da boynumda hissettiğim soğuk bir el ile yattığım yerden sıçradım. Sinirle Ozan’a döndüğüm de soğuk elini uyanmam için boynuma koyduğunu fark ettim ve bu yöntemi maalesef ki işe yaramıştı. Ozan’ı baştan aşağıya süzdüğüm. Altına kot pantolonu varken üzerinde tişört değil de pembe hellokityli bir önlük vardı. Anne gibi ellerini beline koymuş benim kalkmamı bekliyordu.
Kaşlarım çatıldı. “Ne bu halin?”
Ozan anlamamış gibi üzerine bakıp tekrar bana baktı. “Ne varmış halimde?”
“Fazlalık yok eksik var kardeşim. Ne bu pembe önlük?”
Ozan’ın kaşları çatılırken bana burun kıvırdı. “Bu kadar vizyonsuz olacağın tahmin etmeliydim cahil. Has erkekler pembe giyer!” Ona cevap vermediğimi fark edince devam etti. “Hadi yemek hazırladık Zümrüt gözlüm ile. Kalk gel. Günlük kaos tozumuzu alırken güçlü olmamız gerek.”
Dediklerini umursamadan aklımdaki soruyu sordum. “Seni birine benzetiyorum ama kim...”
Ozan olmayan uzun saçlarını savurdu. “Herkes beni birine benzetir ama kimse benim gibi olamaz. Kalk hadi yemeğe.” Oflayarak yataktan kalkıp Ozan’ın peşinden odamdan çıktım. Ozan alt kata inerken ben banyoya girdim. Beş dakika sonra banyoda işlerimi bitirmiş alt katın merdivenlerinden aşağıya iniyordum. Son basamağa geldiğimde herkesin masa kurmaya yardım ettiğini gördüm. Etrafta cıvıl cıvıl bir hava vardı. Bade çayları koyarken birine cevap veriyor. Ozan ve Rüzgar sofralara yiyecekleri yerleştiriyor, Ömer ise salatalık kesiyordu. Ömer bile gülümsüyordu. O derece güzel bir hava vardı burada.
Moralmanlarım anın da yükselişe geçmişti. “Günaydın gençler.”
Rüzgar hariç hepsi işinden başını kaldırmadan günaydın derken Rüzgar durup bana döndü ve gülümsedi. “Günaydın Küçük Kelebek.”
Masaya göz gezdirirken Ozan masaya bir tabak dolusu donat bıraktı. Merakla baktım Ozan’a. “Sabah sabah bunu mu yiyeceğiz?”
“Evet!” Diye bağırdı Ozan heyecanla. “Tatlılar kahvaltıya çok yakışır.” Elleriyle masayı gösterdi. “Nasıl olmuş? Masayı Donattım!”
Yüzümü buruşturdum. “Umarım bu gerçekten çok yemek koymak anlamındadır yoksa çok kötüydü.”
Ozan cıklayarak başını iki yana salladı. “Vizyonsuz.”
Cevap vermeme fırsat kalmadan Bade elindeki çay bardaklarının olduğu tepsi ile masaya doğru yaklaştı. “Hadi gençler, sofraya.” Ozan yanıma, Bade ve Rüzgar ‘da karşımıza oturdu. Rüzgar tam karşıma otururken Ömer Ozan’ın yanındaki baş köşeye oturmuştu. Başımı aşağı yukarı sallayıp tabağıma patates kızartması koymaya başladım. Ozan ilk defa yiyormuş gibi Donat yiyordu. Yarı yıl tatilin de bir yerlere gitmeyi düşünüyorduk fakat neresi olduğuna bir türlü karar veremiyorduk. Yemeğimizin ortasında telefonum çalmaya başladı. Cebimden çıkarttığım telefona baktığım da gözlerim kocaman açıldı. Babam arıyordu. Ozan’la yemek yememize pek kızmazdı fakat burada Rüzgar ve Ömer de vardı. Ayrıca babam Ozan’ı görürse beni darlamaya başlayacağına kalıbımı basabilirdim. Bu yüzden zar zor yutabildiğim lokmam ile el hareketleri ile yanımdan Ozan’ı gönderip Bade’nin gelmesini sağlamıştım. Telefonu açıp gülümseyerek baktım babama. “Günaydın Baba.”
“Günaydın kızım. Nasılsın?”
“İyiyim. Sen?”
“Bende iyiyim. Sınavlara girdin mi?” Heyecanlı görünüyordu.
Başımı olumlu anlam da salladım. “Girdim girdim. Güzel geçti.” Ekran da az görünen Bade’yi tamamen gösterdim. “Bade ile kahvaltı yapıyoruz.”
“Afiyet olsun size. Ben de yeni toplantıdan çıktım. Merak ettim seni.” Kaşları çatıldı. “O Ozan denen hıyar gelmiyor mu? Benim yokluğumu duyduğu an da eve yerleşir sanıyordum.”
Göz ucuyla Ozan’a baktığım da yalandan gözyaşını siliyor gibi yaptığını görüp tekrar babama döndüm. “Yok Baba. Sen kızıyorsun diye pek gelmiyor.”
Babamın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. “Şaşırdım doğrusu.”
Bir ses yankılandı odanın için de.
“Niloya, Niloya. Niloya derler bana.
Niloya, Niloya. Fırçamla rengarenk boya.
Niloya, Niloya. Torpil sevimle kaplumbağa.
Niloya, Niloya. Oynayalım doya doya.”
Göz ucu ile masaya baktığım da Ozan’ın telefonunu cebinden çıkartmaya çalıştığını gördüm. Burun kemerimi sıktım. “Geri zekâlı.”
Babamın da kaşları çatılmıştı. “O ses ne öyle?” Bade ekrandan kendini çekti ve telefon müziği kapandığın da elinde telefonu ile ekrana tekrar girdi. Telefonunu salladı. “Benim telefonum çalıyordu Ali abi.”
“Tuhaf müzik zevkleriniz var.” Başını iki yana salladı. “Her neyse. Şimdi bir kaç evrak imzalamaya gidiyorum. Sonra tekrar konuşuruz kızım. Görüşürüz.”
“Görüşürüz Baba.” Telefonu kapattığım da derin bir nefes verip kendimi sandalyeye bıraktım. “Hiçte tuhaf değil bir kere müzik zevkim tamam mı? Ali AMCA yaşlı olduğu için ona tuhaf geliyor.”
Sinirle döndüm Ozan’a. “Senin şu telefonun neden her babamla konuştuğumuz da çalıyor?”
Omuz silkti. “Ne bileyim be. Şans!”
Sinirle telefonu masaya bırakırken istem dışı gözüm Rüzgar’a kaydı. Gülerek bana bakıyordu. “Tamam reis. Sakin ol.” Gülümsediğim sırada göz kırpıp önüne döndüğün de bende çay bardağımı dudaklarıma götürdüm.
Ömer önündeki domatesi keserken alayla konuştu. “Leyla da bu sene dershaneye gidiyor. Baya hırslı hazırlanıyor.” Söylediği Yaprak Dökümü cümlesi ile çay birden boğazıma kaçmıştı. Öksürmeye başladığım da Ozan hiç üşenmeden oturduğu yerden kalkıp sırtıma sertçe vurmaya başladı. “Helal kardeşim. HELAL.”
“Ozan gel birde öldür!” Öksürmem geçince Ozan’a dönüp homurdandığım da o sanki hiç bir şey olmamış gibi tekrar sırtıma sertçe vurdu.
“Onu da yaparız kardeşim. Hele o çocuğu öptüğünü göreyim. Onu da yaparım.”
“Sen git önce odandaki örümcekleri öldür. Sonra bana bakarız.”
Ozan tam yerine oturduğu sırada kurmuştum bu cümleyi. Kalçası ile sandalyesinin birleşmesine bir kaç santim kala duraksamıştı. “Benim odamda örümcek falan yok.” Ömer’e bakmadı fakat ses tonundan Ömer’e ithaf ettiğini anladım. “Dün akşam da yoktu zaten örümcek odamda.”
“Belki de uyurken yutmuşsundur. İnsanların uyurken otuzdan fazla sinek ve böceğin ağzına girdiğini duymuştum. Düşünsene, ağzına doğru kara örümcekler ilerliyor, küçük tüylü bacakları dudaklarına sürtünerek dişlerini geçip om koca örümcek ağzının içine girip boğazına doğru o küçük kıllı bacakları ile ilerliyor…”
Ozan’ın eli korkuyla midesine gitti. “Hayır... Yalan söylüyorsun...” Korkuyla Ömer’e bakan Ozan. Ozan’ı asla umursamayıp alaya alan bir Ömer vardı karşımda. Çok ciddi duruyordu fakat şaka yaptığını anlayabilmiştim. “Ben sadece duyduğumu söylüyorum.”
Ozan ve Ömer atışmaya devam ederken üst kattan bir telefon zil sesi geldi. Karayip Korsanları’nın giriş müziğini duyduğum da telefonun Rüzgar’a ait olduğunu anladım. Masadan yavaşça kalkıp üst katın merdivenlerine doğru ilerledi. Acaba kim arıyordu?
Rüzgar gözden kaybolunca tekrar Ozan’a döndüm. Yaşlı teyzeler gibi kendini sandalyede geriye atmış, yüzüne bir şişe su döküyordu. Üstündeki pembe önlük sırılsıklam olmuştu. Bade ise bileklerine kolonya döküyordu. Kaşlarım çatıldı. “Ne oldu onsa iki dakika da?”
Bade bıkkın bir nefes verdi. “Ozan bey midesindeki örümceği öldürmek için kolonya içmeye kalkıştı. Bende bilekten kolonya daha iyi gidiyor dedim. Şimdi bana kolonya sürdürüyor...” Yüzünü işaret ettim gözlerimle. “Üstü başı neden ıslak?” Ozan kendinden geçmiş gibi davranıyor arada saçma sapan cümleler kuruyordu. “Ay başım... Ay ölüyorum ben... Ay o örümcek bir tarafına girsin düşman Ömer... Götün de bir koloni kurar inşallah düşman Ömer...”
“İçindeki böceği suda boğmayı düşündü. Şişeyi elinden almaya çalışırken üstüne döktü.”
“Bunların hepsi iki dakika içerisin de mi oldu? Ve ben nasıl fark etmedim?”
Bade göz devirdi. “Bahsettiğimiz kişi Ozan. Telefonunda Niloya şarkısı çalan Ozan.”
Ömer lafın devamını devir aldı. “Ayrıca fark etmemiş olman normal. Mert’e bakarken tabağına ağzının suyunu akıttın.”
O an da Ozan’ı izlerken anlamıştım onu kime benzettiğimi. Heyecanla bağırdım. “Biscolata erkeklerine benziyorsun Ozan! Hatırladım!”
Herkes durup biri anlığına bana baktı. Ozan bile feryat etmeyi bir an durdurup bana bakmıştı. “Onlar benim kadar yakışıklı, espritüel, zeki değiller. Benim Çin versiyonum gibiler.” Ozan’ın uzaya ulaşan egosuna karşı yüzümü buruşturdum.
“Aden!” Birden duyduğum gergin ses oturduğum yerden sıçramama neden olmuştu. Ses Rüzgar’a aitti fakat neden gergindi? Merdivenleri sert adımla inerken hepimiz masadan kalkıp merakla baktık Rüzgara. Tam karşıma gelip elindekini gösterdi bana. “Bu ne!?é
Bir fotoğraftı elindeki. Bizim dün akşam yakalanmadan hemen önce çekilmiş bir fotoğrafımız. Altında ise büyük harflerle “İHANET!” Yazıyordu. Katil... Yine oradaydı. Yine her anımızdaydı. Beni öptüğünü sanmıştı. Yağmurdan göz gözü görmediği için bunu sanması çok normaldi. Yine onu fark edemiyorduk. Bu iş iyice canımı sıkmaya başlamıştı. “Ben...”
Rüzgar sinirle evin içinde volta atarken diğerleri -Ozan bile- sessiz kalıyordu. “İki hafta!” Diye bağırdı Rüzgar. Şu an karşımdaki çocuğu tanıyamıyordum. Rüzgar gitmiş, yerine sinirli biri gelmişti. “İki haftadır kaçıyorsun benden! Anlat dediğimde ikide bir erteliyorsun. Konusunun yanından dahi geçtiğimizde sinirleniyorsun.” Sert adımları tam önümde durdu. Gözleri gözlerime bakarken bir an yumuşaklığını gördüm fakat yumuşaklığının önünde tekrar öfke perdesi çekildi. “Bana onunlayken fotoğraf geldi Küçük Kelebek. O an neler düşündüm bilemezsin. Kafayı yiyordum lan kafayı! Sana dokunma ihtimali beni delirtiyordu lan! Seni bulduğum da kusuyordun! Bunun cevabını bile vermedin bana. İki haftadır kendini toparla, anlat diye bekledim. Anlatmıyorsun!” Alayla güldü. Gülüşünde alaydan çok öfke ve acı vardı. Elindeki resme elinin tersi ile vurdu. “Şimdi bu it gelmiş ihanet ettiğini söylüyor! Ama şimdi anlatacaksın. O şerefsiz köpek neler yaptı tek tek anlatacaksın. Ki ben onu öldürürken içimde hiç hüzün olmasın.”
Haklıydı. İki haftadır bunu konuyu asla açmamıştım. Diğerlerini de uyarmış olmalıydı ki diğerleri de hiç bir şey dememişti. O gün hiç yaşanmamış gibi varsayılmıştı. Belki görmezden gelirsem unutabilirim sanmıştım. Gülersem, mutlu davranırsam öyle olurum sanmıştım… Ama kalbime o gece atılan yara her gün kanıyor, o kan beni boğuyordu. Kendi kanında boğulur muydu insan? Ben boğuluyordum. Kalbim, hiç yaşanmamış gibi varsayamamıştı. İki haftadır zaten çok dersimiz olduğunu için adam akıllı pek fazla konuşmamıştık ta. Basit görmüştüm bende ilk başta. Evet kötü bir durumdu ama beni öldürmemişti... Ama bir gece... Rüyamda tekrar aynı şeyleri yaşadıktan sonra fark etmiştim. Yaşadığım şey tacizdi. Her ne kadar kabullenmek istemesem de ben tacize uğramıştım. Peşimdeki sadece bir katil değil, takıntılı bir manyaktı. Ve bana da kafayı takmıştı. Buna haykıra haykıra üzülecek, depresyona girecek vaktim dahi yoktu. Namlu sırtımıza yaslıyken yaşamaya çalışmak zordu. Kurtulmaya çalışmam gerekiyordu ve bende öyle yapıyordum. Darbe alıyordum, alıyorduk. Kurtulduğumuz da bu darbeleri tek tek saracaktık. Ama şu an olmazdı. Şu an onları sarmakla vakit harcarsak ileri de atan bir kalbimiz bile olmayabilirdi. Bu yüzden savaşmaktan, en azından kendimi korumaktan başka bir çarem yoktu. Katilden bir şeyler bekliyordum. Benim elime koz olarak verebileceği şeyler. Onları bulduğum an da nasıl olduğunu bilmesem de harekete geçecektim. Ben Nuriye Sultan’ın torunuydum. Kolay kolay pes etmeyecektim.
“Tamam.” Dedim tek nefeste. “Her şeyi anlatacağım. Sakin ol lütfen.” Rüzgar ayakta benden cevap beklerken yavaş adımlarla yanından geçip koltuğa oturdum. Dönüp arkadaşlarıma ve Rüzgar’a baktığım bir kaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra gelip koltuklara yerleştiler. Başımı yavaşça yere eğdim. Başını yere eğmesi gereken ben değil katilken ben eğdim. Gözlerimi kapattım. Göz yaşı dökmem gereken o gözler kupkuruydu. Dudaklarımı araladım. Feryat etmem gereken o dudakların arasından sakince kelimeler dökülmeye başladı. Olanları bu kadar sakin anlatırken fark ettiğim şey gerçekten de iyi olmadığımdı. Normal Aden, bu kadar sakin kalamazdı.
“Sizin sesiniz gelince de kaçıp gitti.” Sakince gözlerimi açtım ve başımı kaldırdım. Hepsinin gözlerine baktım tek tek. Kimseden ses çıkmıyordu.
“Ne?” Dedi Ozan şaşkınlıkla.
Bade’nin ise benim dökmediğim gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Ömer dişlerini, ellerini sıkıyor, tek bir kelime dahi etmiyordu. Beyninden o katili öldürme planları yaptığından emindim. Rüzgar’a baktım en sonunda. Gözlerimiz buluştuğun da gri gözlerindeki öfkenin farklı bir boyut kazandığına şahit oldum. Sinirle kalktı yerinden. Ben oturduğum yerden şaşkınlıkla ona bakarken ani bir hareketle Ömer’de oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru giden Rüzgar’ın kolundan tutup durdurdu. “Mert!”
“Ne var lan!” Diye bağırdı Rüzgar kolunu Ömer’den kurtarıp.
“Nereye gittiğini sanıyorsun?” Bade ve Ozan’da ayaklanmış, Rüzgar’a bakıyorlardı. Ben ise oturduğum yere çivilenmiş gibi hareket edemiyordum.
Rüzgar duraksayıp belli de bir saniye baktı Ömer’e. “Sana ne?!”
Tekrar gitmeye yeltendiğinde Ömer tekrar tuttu kolundan. “Bir dur be!” Rüzgar öfkeyle Ömer’e bakarken Ömer eliyle beni işaret etti. “Onu böyle bırakıp nereye gidiyorsun?”
“Polise.” Dedi Rüzgar sinirle.
Ozan’ın kaşları çatıldı. “Polise mi?”
“Evet polise. Bizi suçlu görecek olmaları umurum da bile değil! Ha ben başımı belaya sokmamam derseniz sizi benim zorladığımı söylerim.”
Ömer’in kaşları daha da çatıldı. “Polise gitmen bir işe yaramayacak.”
Rüzgar öfkeden yerinde duramıyor gibiydi. Sinirle saçlarını karıştırdı. “Ne yapayım lan o zaman!” Diye adeta kükredi. Karşımdaki kişiyi tanıyamıyordum. “O it benim dokunmaya bile kıyamadığım kızıma dokundu lan! O ellerini kıracağım!”
Rüzgar Ömer’in elinden kolunu kurtarıp sinirle kapıyla arasındaki iki adımlık mesafeyi kapatıp kapıyı açtı. Korkuyla ayağa kalkarken ayakkabılarını giyip kapının önüne çıktı. Adım atmasını beklerken birden duraksadığını gördüm. Şaşkınlıkla bahçedeki taşlık yolun karşısına bakıyordu. Kime ya da neye bakıyordu? Kapıya hızlı adımlarla vardığım da Rüzgar’ın baktığı yere baktım. Polislerin burada ne işi vardı? Bize doğru gelen polislere bakarken iki poliste kıstığı gözleri ile Rüzgar’a bakıyordu. Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlamış olmalıydılar. Diğerlerinin de arkamdan polise baktıklarını hissediyordum. Sarışın, erkek bir polis tek tek baktı hepimize. “Aden Demir?”
Boğazımı temizledim. “Buyurun benim?” Neden beni soruyorlardı? Katille ilgili bir şey mi çıkmıştı? Neler oluyordu? “Normalde bunun için kimsenin kapısına kadar gelmeyiz fakat komiserimizin isteği üzerine size bildirmeye geldik.” Komiser babamın arkadaşıydı. Anneannem ilk vefat ettiğin de tüm önemli bilgileri gelip bilgilendirmelerini istemiştim. Ah, bunda babamın komiser ile olan eski arkadaşlığının da payı vardı. “Nuriye Kartal hanımın dosyası delil yetersizliğinden kapanmıştır.” Ne diyordu bu adam? Ne yani katili aramayı bırakmışlar mıydı? Ölen bir canı hiçe mi sayacaklardı? “Ha-hayır. Buna izin veremem.”
Polisler sanki bunu çok yaşamış gibi bezgin görünüyorlardı. “Delil yetersiz Aden hanım. Ciddi bir delil ya da bu dosya ile alakalı bir ihbar alırsak dosya tekrar açılabilir fakat şu anlık dosya kapandı.”
Hayır buna izin veremezdim. “A-ama-“
“İyi günler Aden hanım.” Diyerek iki poliste hızlı adımlarla arabalarına doğru yürümeye başladı. Anneannemi öldüren kişiyi artık polisler aramayacaktı. Artık tamamen yapayalnızdık. Destek almak için kapıya tutulduğum da Rüzgar öne atılıp kolumdan tuttu. Yere bakan, dolmaya başlayan gözlerimi yavaşça kaldırıp gri gözlere sabitledim. Onun gözlerinde benim için olan korku, benimkilerde ise acı vardı. Saf acı. Kendimi kaybediyor gibi hissediyordum. Katile karşı kaybediyor gibi...
“Kayıp mı ediyorum?” Rüzgar’ın dudakları aralandı. Bir şeyler söylemesini bekledim. O ise dudaklarını kapatıp bana sarılmayı seçti. Kurulabilecek binlerce felaket cümle varken o, bana sarılmayı seçti. Kurabileceği tüm cümlelerden daha etkiliydi.
“Kazanıyoruz.” Saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. “Biz beraberken kaybetmemiz imkânsız.”
Ozan’ın ağlamaklı sesini duydum. “Çok duygulandım.” Görebildiğim kadarıyla Ozan da Bade’yi boynundan çekerken bizim sarılmamıza katıldılar. Dışardan bakılınca oldukça komik görünen bu görüntü, bizim belki de dönüm noktamızdı. Göz ucuyla Ömer’e baktığım da buruk bir gülümseme ile bize baktığını gördüm. Ben daha dudaklarımı aralamadın Ozan kolumu açtı. “Gel lan pis düşman.” Ömer’de sarılmaya katıldığın da her şey tammış gibi hissediyordum. Biz beşimiz, beraber olduğumu sürece hep kazanacaktık. Ayrıldığımız da derin bir nefes aldım. Madem o polisler aramıyordu, artık biz arayacaktık. Nuriye Sultanın dosyası kapandıysa büyük ihtimalle Selime teyzeninki de kapanmıştı. Bunu bir ara Mete’den öğrenmeliydim.
Ani bir kararla giyinip hep beraber şirketin yolunu tutmuştuk. Buraya en son Anneannem hayattayken gelmiş, ondan bir kaç iş tüyosu öğrenmiştim. Müdür ofisine girdiğimiz de Serdar abi dosyalardan başını kaldırıp bize gülümsedi. Serdar abi Anneannemin sağ kolu, yardımcısıydı. İşlerin tamamını babamla birlikte yürütüyorlardı. Gülümsemesine karşılık verdiğim de oturduğu yerden kalkıp hepimizin teker teker elini sıktı. “Oo Aden. Hoş geldin.”
“Hoş buldum Serdar abi.”
Kendi oturduğu müdür koltuğunu işaret etti. “Buyur, otur.”
Güldüm. “Yok abi. Orası senin yerin.”
Elini omuzuma koydu. “Burada müdür sensin. Ben sadece senin yerine bakıyorum.”
“Yine de sen otur abi.” Serdar abi yerine, bizde masanın karşısındaki sandalyelere oturduk. “Bir şeyler içer misiniz? Kahve? Çay? Ne istersiniz?”
“Biz bir şey almayalım abi. Teşekkürler.” Dedim gülümseyerek. İşimizi ne kadar çabuk bitirip çıkarsak o kadar iyi hissedecektim. Hiç uzatmadan direk konuya girdim. “Abi. Ben sana danışmaya geldim.”
Serdar abinin merakla kaşları havaya kalktı. “Yardım edebilirsem ne mutlu bana. Sorun nedir?”
“Sorun Anneannemin dosyasının kapanması. Biliyorsun, Anneannemi zehirleyerek öldürdüler. Polisler de işin peşini bırakınca ne yapacağımızı bilemedik.”
Serdar abi kısa bir süre düşündü. “Ben polisler ile tekrar konuşmayı denerim.” Konuşmaktan kastını tahmin edebiliyordum. “Kabul etmezlerse istersen bir dedektif tutabiliriz.”
Dedektif. Hiç aklıma gelmemişti.
Anneannemin katilini bulabilirdi. Öte yandan... Delil sakladığımızı öğrenip, bizi şikayet edebilirdi. Dedektiflere asla güvenemiyordum. “Bilemiyorum abi. Onlara pek güvenmiyorum.”
Serdar abi güven vermek istercesine gülümsedi. “Böyle düşünmen normal. Sonuçta hiç tanımadığın bir insana olay ile ilgili her şeyi anlatman gerekecek. Ama benim tanıdığım, arkadaşım olan bir dedektif var. Güvenilir biri. İstersen onunla konuşurum.” Neden bilmem ama Dedektifin, Serdar abinin arkadaşı olması beni daha da rahatsız etmişti.
“Biz bunu bir düşünelim abi. Teşekkürler.”
“Rica ederim kardeşim ne demek. Polis ile görüştükten sonra seni ararım.”
“Tamam abi. Görüşürüz.”
“Görüşürüz kardeşim.” Serdar abinin kapısını kapattığımız da anlaşmış gibi hepimiz durup derin bir nefes aldık. Bir sonuca varamamıştık fakat en azından önümüze bir seçenek çıkmıştı.
“Ooo kimleri görüyorum!” Başımızı çevirip baktığımız da Yusuf abinin gülümseyerek bize doğru geldiğini gördük. “Hangi Rüzgar getirdi sizi buraya.”
Ozan başıyla Rüzgar’ı işaret etti. “Bu Rüzgar abi.” Ozan’ın iğrenç espri dahi sayılmayacak kelimesini görmezden gelmeyi seçtik. En sağlıklısı bu olacaktı.
“Serdar abi ile konuşmaya gelmiştik abi.” Dedi Rüzgar.
Yusuf abinin merakla kaşları çatıldı. “Hayrola. Neden ki?”
“Bu gün Anneannemin dosyasının kapandığını öğrendik. Ne yapabiliriz diye sormaya geldik.”
Yusuf abinin yüzü düştü. “Hay Allah. İsterseniz ben bir komiser ile konuşayım?”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Serdar abi de aynı şeyi söyledi. İstersen konuş abi.” Yusuf abi başını olumlu anlam da sallarken modumuzu yükseltmeye çalıştım. “Şimdi de hep beraber ehliyet sınavına yazılmaya gideceğiz.”
Yusuf abi gülümsedi. “Hadi bakalım. Geçersiniz inşallah.”
“İnşallah abi.” Yusuf abi telefonundan gelen bildirim ile cebinden çıkarttığı telefona baktı. Gördüğü oflayarak elini ensesine götürmesine neden olmuştu.
“Bir şey mi oldu abi?” Diye sordu Ömer merakla.
Yusuf abi telefondan başını kaldırıp Rüzgar’a baktı. “Annem börek yapıyormuş. Malzemeler eksik kalmış acil onları istiyor. Benim burada işlerim daha bitmedi. Sen gider misin kardeşim?” Rüzgar başını olumlu anlam da salladığım da Yusuf abi kendi arabasının anahtarını ona verdi. “Ben taksi ile gelirim. Şimdi gitmem gerek. Görüşürüz.”
“Görüşürüz abi.” Beraber arabalara doğru sessizce ilerledik. Rüzgar yanağımdan öpüp yanımızdan ayrıldığında arabama bindik. Ben sürücü koltuğuna, yanımdaki koltuğa Ömer, arkaya da Bade ve Ozan oturduğun da sürücü kursuna doğru gitmeye başlamıştık. Arkada Bade ikide bir Ozan ile dalga geçiyordu. “Hani iki metren fazla yakın okurlarsa elinden bir kaza çıkardı? Hani! Öptü lan kızı. Öptü! Gıkını çıkartmadın.”
“Şuna gaz verme Bade.” Diye söylensem de Bade beni pek umursamıyordu.
“Döverdim de.” Dedi Ozan gururla. Kelimenin devamını getiremedi.
“Eee?” Dedi Bade alayla. “Döverdin de?”
“Ya şimdi anasına yardıma gitti. Bir anneden beddua yemek istemem. Ağzım bir tarafıma döner. Sonra bana nasıl düşeceksin?”
Bade inanmaz gözlerle baktı Ozan’a. “Düşmek mi? Sana birde?” Kısa bir süre daha Ozan’a baktı. Ozan da merakla Bade’nin cevabını bekliyordu. “Yok kardeşim ben uçmayı öğrenirim.”
“Kardeşim deme lazım olur bak.” Bade yüzüncü buruşturarak önüne döndü.
Sürücü kursunun olduğu sokağa girdiğimiz de Ömer merakla konuştu. “Sürücü kursuna dört kişi olarak gidiyoruz. Bu arabada da dört kişi var. Araba sürmek için hanginizin ehliyeti var deseler ne diyeceğiz?”
Ömer’in dediği şey ile arabanın hızını düşürdüm. Gerçekten sorarlarsa ne diyecektik? Arabayı kursun yakınına park edip kursa kadar yürüdük. Yol boyu Ozan’ın söylenmelerini dinlemek oldukça sinir bozucuydu.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
Kursa kayıt olmuş, tekrardan arabaya binmiştik. Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri ehliyet derslerine girecek, her ders iki saat olacaktı. Cuma günü de yazılı sınava girecektik. Hepimiz araba kullanmayı biliyorduk, sadece hep beraber derse girmek için erteleyip durmuştuk. Şu an ise Bade’nin önerisi ile eve gitmek yerine onun bildiği meşhur bir Cafe’ye gidiyorduk. On beş dakika sonra Cafe’ye varıp arabayı Cafe’nin önüne park ettiğimiz de Rüzgar’ın yokluğunu çok daha fazla hissetmeye başlamıştım. Ozan nasıl Bade ile uğraşıyorsa, ben de çok fazla Rüzgar ile uğraşmak istiyorum. Arabadan inip kafeye doğru sohbet ederek ilerledik. Oturup içeceklerimizi sipariş ettiğimizde gözlerim önümde oturan bir çifte kaydı. Kadın beyaz tenli ve güzel bir fiziğe sahipti. Siyah saçları ile siyah elbisesi ona zarif bir hava katıyordu. Yüzünün yarısını görebiliyordum fakat çok güzel olduğunu anlamak için tüm yüzüne bakmama gerek yoktu. Karşısındaki adam da kadın gibi şık giyinmiş, saçlarını geriye taramıştı. Kadın ciddiyetle adamla konuşuyordu. Sanki basit bir cafede değil de önemli bir iş yemeğindeydiler. Kadın sinirle adama bakarken anlını ovuşturdu. Kalkıp kafenin içine, muhtemelen lavaboya giderken dönüp siyah büyük çantasını da aldı. Adama güvenmediğini her halinden anlamıştım. Adam etrafına bakınmaya başladığımda hızlıca başımı öne eğdim. Tekrar baktığımda cebinden bir şey çıkarttığına şahit oldum. Ufak bir poşetti. Kadının kahve bardağının içine döktü ve karıştırdı. Dudaklarım aralanırken adam ufak poşeti tekrar cebine soktu. Dudaklarındaki ufak gülümseme hiç iyi şeyler söylemiyordu. Kadın çantası ile geri geldiğinde bizim içeceklerim çoktan gelmişti. Benimle konuşmaya çalışan Ozan’a kısa cevaplar vererek onları izliyordum. Kadın adama göz devirip kahve bardağına uzandığında Hızlıca ayağa kalkıp seslendim. “Durun!” Kadının başı bana dönerken adamın kaşları öfkeyle çatıldı. Bizimkiler bana şaşkınlıkla bakarken kadının yanına ulaştım. “Kahvenizi içmeyin. Siz-“
Adam öfkeyle ayağa kalktı. “Sana ne kardeşim? Rahatsız etme bizi!”
Ömer, Ozan ve Bade anında dibimizde biterken adama cevap verme tenezzülünde bulunmadan döndüm kadına. “Kahvenizin içine-“
Adam bana doğru bir adım attığında Ömer ve Ozan önüne geçtiler. “Hayırdır sen kimin kardeşinin üzerine yürüyorsun?” Diye diklendi Ozan.
“O takım elbise dayak yemekten kurtarmaz seni yalnız.” Ömer de oldukça sinirlenmişe benziyordu.
Kadın kırmızı ruj sürdüğü dudaklarını ıslattı. “Sakin olun gençler.” Adama döndü. Bakışları anında sertleşmişti. “Sen de yerine otur. Geldiğime pişman etme.” Adam öfkeyle yerine otururken gözleri benim üzerimdeydi. Dudakları hareket etmese bile gözleri beni adeta tehdit ediyordu. Sorun değil. Bilmiyor fakat ben tehdit edilmesine fazlasıyla alışkınım bu yüzden sorun değil. “Seni dinliyorum.” Dedi gülümseyerek.
“Bu adam siz lavaboya gittiğinizde kahvenizin içine bir şey döktü. Ne bilmiyorum ama poşetini cebine attı.”
Kadının gözleri kocaman açılırken adama döndü. “Ceplerini boşalt.”
“Ceplerimde bir şey yok. Küçük bir kızın lafına mı inanacaksın gerçekten?”
Kadın dişlerini sıktı. “Sen istedin.” Çantasının içinden ucu uzun ince bir alet çıkardı.
“Bana güvenmiyor-“
“Kes sesini.” Ucu ince aleti kahve bardağının içine sokarken gözleri öfkeyle adamı süzüyordu. Küçük ekranında yazılar akarken alet ufak bir ses çıkardı. Sonuncu çıkan şey kırmızı yazıyla çıkmıştı. Kadın tiksinerek baktı karşısındaki erkeğe. Masadan peçete alıp ucunu temizleyip kahveyi adamın üzerine döktü.
“Ne yaptığını sanıyorsun? Yandım!”
“Daha seni ben yakmadım.” Adam öfkeyle kalkıp yanımızdan ayrılırken kadın bana döndü. Ellerimi sıkıca tuttu. “Çok teşekkür ederim. Bana ne büyük bir iyilik yaptığını tahmin bile edemezsin.”
“Önemli değil.”
Başını iki yana salladı. “Hayır, gerçekten önemli.” Kadınların başına her işin geldiği bu zamanda az bile yapmıştım. Kim olsa aynı şeyi yapardı.
Kadın çantasından bir kart çıkardı. “Adım Zeynep. Burada numaram var. Ne zaman yardıma ihtiyacın olursa beni ara. Sana borcumu asla ödeyemem.”
Gülümseyerek kartını aldım. Katili bulabilir misin mesela? Yapabileceğin tek yardım maddi olabilir ama ona da ihtiyacım yok. Ama yine de teşekkür ederim.
“Teşekkür ederim.”
“Rica ederim.” Kadın çantasını eline alıp kafeden çıkarken Ozan bana baktı. “Ne oldu be az önce?”
Omuz silktim. “Ne bileyim ya. Eve mi gitsek tüm havam kaçtı.”
Beni başları ile onayladıklarında Ömer ödemeyi yapıp yanımıza geldi. “Gidebiliriz.” Kafeden çıkıp arabaya doğru yürürken Ozan birden olduğu yerde durdu. Gözleri karşıya bakarken gözlerin de korku ve öfkeyi gördüm. Ozan’ın gözlerini takip ederken bir adamın telefonunda birine bir şeyler yazarak yavaşça yürüdüğünü gördüm.
“Ne oldu Ozan?” Diye sordum çattığım kaşlarımla.
Yutkundu. “O adam... Beni döven adamları o üzerime salmıştı.”
Ömer yumruklarını sıktı. “Emin misin?”
Ozan başını olumlu anlam da salladı. “Beş altı adam aynı an da üzerime atlarken onun keyifle gülen yüzün asla unutamam.” Daha ne olduğunu anlayamadan Ömer yanımızdan hızlı adımlarla uzaklaştı.
Siyah saçlı, kirli sakalı biraz uzamış adama doğru bağırdı. “Gülümse Orospu çocuğu!” Ömer’in güldüğünü duydum. “Gülümse ki o gülerken gösterdiğin dişlerini daha kolay parçalayabileyim!” Daha dur demeye kalmadan Ömer adamım yüzüne sert bir yumruk geçirdi. Bade çığlık atarak ağzını kapatırken Ömer adamın karnına oturmuş, art arda yumruklar indiriyordu. Ozan ile Ömer’i durdurmak için öne atıldığımız da Ömer’in sinirden gözünün döndüğünü fark etmiştim. Kavga sesi dışın da başka bir ses daha vardı. Telefon müziğim çalıp duruyordu fakat şu an hiç sırası değildi. Ozan Ömer’i durdurmak için bir hamlede bulunacakken Ömer’in dövdüğü adam öfkeyle bağırdı. “Yeter lan!” Daha ne olduğunu anlamadan adam cebinden çıkarttığı çakıyı Ömer’in karnına soktu. Ömer’in yumruğu hava da kalırken altındaki adam Ömer’i iterek yere düşürmüş ve olağanca gücüyle koşmaya başlamıştı. Ben Ömer’in başucuna koşarken Ozan adamın peşinden koşmaya başladı. Bade korkuyla Ozan’ın arkasından bağırdı. “Ozan! Gitme!” Ozandan cevap alamayınca Bade’de Ozan’ın peşinden koşmaya başladı. Ömer’in başını dizime yaslarken insanların hepsi uzaktan korkuyla bizi izliyordu. Aptal insanlar. Yine kendilerinden başka kimseyi düşünmüyorlardı. “Ömer! Dayan bak. Be-ben ambulansı arıyorum.”
Ömer dizimde yatarken bir eli karnın da acı çekiyordu fakat yüzün de bir gülümseme vardı. “Nasıl dövdüm ama Aden? Ha? Ağzı, burnu, her yeri kan içindeydi. Yüzü yamuldu res-“ Ömer öksürme krizine girerken cebimden telefonumu çıkarttım. Cebimden düşen kağıt parçasını umursamadan 112’yi arayıp durumumuzu ve konumumuzu bildirdim. Telefonun karşısındaki kadın Ömer’in karnımdaki bıçağı çıkartmamamı, yoksa kan kaybından ölebileceğini söyleyip telefonu kapattığın da ellerimin titremesi daha da arttı. Telefonum tekrar çaldığın da Yusuf abinin aradığını, ve az önce yedi defa aradığını gördüm. Belki de buraya yakındır? Be-ben araba kullanamam. Ömer bu haldeyken yapamam. Belki de ambulanstan önce Yusuf abi gelip onu hastane<tye yetiştirir? Yusuf abinin aramasını açtım. “A-alo abi?”
“Aden? Haberi aldın mı?” Nefes nefesteydi.
“Ne haberi?”
“Rüzgar kaza yapmış. Hastaneye götürülüyor. Bende ona gidiyorum.
“Durumu nasıl abi?!”
“Daha bilmiyorum kardeşim. Sen nerden öğrendin kaza yaptığını?”
“A-abi Ömer bıçaklandı.”
“Ne?” Diye bağırdı Yusuf abi şaşkınlıkla. Daha cevap vermeden birden telefon konuşması kesildiğinde aklımın bir yanı Rüzgar’daydı. O da kaza yapmıştı. Neler oluyordu? Yine katilin işi miydi? Telefonu cebime atarken dizimi üzerinde nota elinde tutan Ömer’i gördüm. Elindeki kanlar, nota da bulaşmıştı. Derin bir nefes almaya çalıştı fakat acısından olsa gerek yüzünü buruşturdu. Ne yapabileceğimi bilmiyordum. Bıçak çıkmış olsaydı yaraya tampon yapabilirdim fakat bıçak Ömer’in karnındaydı. Ömer kağıdı bana uzattı. “Sanırım bu sana.” Acı çekmiyormuş gibi gözükmeye çalışıyordu fakat anlındaki damat kabarmıştı. Anlamayan gözlerle Ömer’in elinden kağıdı alıp okumaya başladım. Ömer’den kağıda bulaşan kanı, artık benim de ellerime bulaşmıştı.
“İhanetin bedelleri,
Dudakların zehirleri.
Su ile her şeyi temizleyebileceğini mi sandın?
Ne sabun giderir, ne bir özür.
Hayır, kızmadım.
Sende kızmayacaksın.
Kan paklar ihaneti.
Damarda durmaz,
Söz dinlemez.
Hafifletir ihanetin ağırlığını.
Geldiğimiz nokta burası.
Zehir kana karıştı.
İntikam alındı.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |