
21. Bölüm: Çalınan Kum taneleri.
*Gözler her şeyi açığa vuran berbat suç ortaklarıydı.*
Yıllar önce. İlahi bakış açısı.
Küçük çocukların hepsi etrafta koştururken Aden tüm dikkatini elma ağacının altın da, gölgesin de çizdiği resme vermişti. Eline bulaşan boyaları görmeden, büyük bir hırsla boyuyordu kâğıdı. Ozan bir kaç dakika önce olduğu gibi tekrar gelmişti yanına. “Of Aden! Bırak şu resmî, gel sakalambaç oynayalım!”
Aden çizdiği resimden başını kaldırmadan Ozan’a cevap verdi. “Resmimi bitirip geleceğim Ozan. Hem o sakalambaç değil, saklambaç.”
Ozan ofladı. “Ben öyle demek istiyorum. Geleceksen gel, yoksa İlknur’u alacağız oyuna.”
Aden sinirle kaldırdı başını. Sınıf arkadaşı olan İlknur’u hiç sevmiyordu çünkü İlknur onun yeni ayakkabısına basmıştı. “Onu alırsanız sizinle küserim!”
Ozan, “Çabuk ol sende.” Diyerek Aden’in yanından ayrıldı. Bir kaç dakika sonra, resmini bitirip diğer çocukları izleyen anneannesinin yanına gitti. Anneannesi çocukları çok severdi, bu yüzden küçük çocukları işlerinin azaldığı zamanlar da toplayıp gezmeye götürürdü. Aden heyecanla resmi Anneannesine gösterdi. “Anneanne bak! Bizi çizdim. Nasıl olmuş?” Resim de kocaman bir elma ağacı, yanların da ise Aden’in kendisi, Anneannesi, Bade, Ozan ve Ömer çizmiş, hepiniz eline de birer elma eklemişti. Aden’in küçük elleri yorulduğu için diğer çocukları çizememiş, sadece en sevdiklerini ekleyebilmişti. Anneannesi resmî Aden’den alıp büyük bir gülümseme ile inceledi. “Çok güzel olmuş Kızım.”
Aden heyecanla konuştu. “Annem de elma yemeyi çok severdi Anneanne. Biliyor musun, bu yüzden ben de elmayı çok seviyorum! Burayı da çok seviyorum.” Aden başını kaldırıp büyük elma ağacına ve uzun dallarındaki elmalara baktı. “Ben burayı çok sevdim. Hep buraya gelelim olur mu?”
Anneannesi gülümsedi. Kızı da burayı zamanında çok severdi. Aden’in elmaya alerjisi vardı. Çok elma yediği zamanlar vücudun da kırmızı kabarıklıklar oluşurdu. “Olur, güzel kızım.”
Nuriye Hanım kızının özlemi ile kederlenirken küçük kız heyecanla konuşmaya devam ediyordu. “Bu resme bir isim verelim mi Anneanne? Ne olsun ismi? Süper resim olur mu?”
Anneannesi dolan gözleri ile baktı resme. Kızının da elmaya alerjisi vardı. Bu yönden Aden tamamen annesine çekmişti. Tek fark, annesi sevdiği için yerken, Aden annesi sevdiği için yiyordu. “Hayat resmî olsun mu adı?”
Aden abartılı olacak şekilde gözlerini şaşkınlıkla kocaman açtı. “Hayat resmî mi?” Küçük kız başını kaldırıp tekrar baktı elma ağacına. “Bu da hayat ağacı olsun o zaman Anneanne! Olur mu?”
“Olur kızım.” Dedi Anneannesi küçük kıza sarılırken. Yanağından akıttığı gözyaşını gizlemenin en iyi yolu buydu. “Olur.” Sonrasın da Anneannesi o resmî odasına çerçeveletip asmıştı.
Hayat resminin ve hayat ağacının doğuşundan kısa bir süre sonra Nuriye sultan hayat ağacının olduğu arsanın satılacağını, bir bina yapılacağını öğrenmişti. Buna karşı koymak için ise gidip o arsayı iki katı fiyatına satın almış, eğitimini karşıladığı çocukları ve daha fazlasını oraya sürekli pikniğe götürmüştü.
Günümüz. Aden’in gözünden.
Etrafımdaki insan kalabalığına baktım. Kimse yanımıza gelmiyordu. Hepsi korkuyla bizi uzaktan izliyordu. “Aranızda Doktor yok mu?” İnsanlar başlarını yere eğip iki yana salladılar. Bu kadar kalabalığın içinde bir doktor bile yok muydu? İnsanlar izlemekten başka bir şey yapmayı bilmez miydi? Yapılacak bir şey olmalıydı.
Başımı eğip tekrar Ömer’e baktığım da bir kızın sesini duydum. “Ben ilk yardım biliyorum. Yardımcı olabilirim.” Uzun kahverengi saçlı bir kız nefes nefese yanıma gelip diz çöktü. Derin bir nefes alıp üzerindeki ince badiyi çıkartıp siyah uzun atleti kaldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kız badisinin eteklerinden birini ağzına götürüp dişi ile çekiştirdi. Badi ince olduğu için yırtılırken kız diğer elleri ile de badiyi çekiştirerek sonuna kadar yırttı. Tanımadığım bu yeşil gözlü kızın dediğini yaparak Ömer’i sırtından biraz kaldırdım. Bunu yaparken Ömer’de kalkmaya çalışmıştı ama bu çabası acı içinde inlemesine neden olmuştu. Kız kumaşın iki ucunu Ömer’in bıçak yarasının biraz üstünden sıkıca bağlayıp düğüm attı. Kalan kumaşı da bıçak yarasının kenarlarına bastırmaya başladı. “Bu kan akışını yavaşlatacaktır. Daha az kan kaybeder.”
Kız beline bağlı olan hırkanın bağını çözüp üzerine geçirdi. Fermuarını kapatırken gözleri elimdeki kâğıda kaydı. Kendinden emin duruşu anın da bozuldu. Gözleri kocaman açıldı. Elimdeki kâğıda bakmak için yaklaşınca cebime koymak için kolumu çektiğimde kız kolumu tuttu. “Dur bir dakika.” Gözlerini elimden çekip gözlerime sabitledi. İnanamıyor gibi bakıyordu bana. “Sen de mi o notlardan alıyorsun?”
“Ne?”
“Ne?” Ömer ile aynı an da şaşkınlık dolu o soruları sormuştuk. Kız ikimize de kısa bir bakış atıp elini pantolonunun cebine daldırdı. Elindeki kâğıdın arkasındaki küçük elma desenini gösterdi. Elimdeki kâğıdı ters çevirince arkasındaki küçük elma çizimini gördüm. Bu çizimin ilk notlar da olmadığına yemin edebilirim. Peki, ne zaman eklendiler? Neden eklendiler?
Bu kız ile karşılaşmam tesadüf olamazdı. Katil göndermiş olabilir miydi?
Bade ve Ozan koşarak geri döndüklerin de ikisi de bizi görünce kısa bir duraksama yaşasa da hızlıca yanımıza yaklaştılar. Kan ter içerisin de kalmışlardı. “Bade telefondan baktı. Yol üzerin de kaza olmuş. Yoldalarsa gelmeleri çok uzun sürer.” Ozan oldukça endişeliydi ve bir çözüm bulmaya çalışıyordu. Aklıma gelen fikirle adeta gözleri aydınlandı. “Buldum! Senin araban ile götüreceğiz Aden. Hadi, yardım edin de şu malı arabaya taşıyalım.”
Başımı iki yana sallayıp yutkundum. “Be-ben süremem.”
Ozan gözlerimin içine baktı. “Ben sürerim.”
Ömer’i hep beraber dikkatlice arabaya taşıdık. Bunu yaparken Ömer acı yüzünden o kadar çok inlemişti ki gözlerim mümkünmüş gibi daha da dolmuştu. Ömer’i arka koltuğa yerleştirdik. Bade’nin bacaklarına başını yaslamıştı. Bade de karnına tampon yapmaya devam ediyordu. Ozan ön koltuğa otururken diğer kız motoru ile bizi takip edeceğini söyleyip arkamızdaki siyah motoruna yöneldi. Ona gelmesine gerek olmadığını söylemek istesem de onunla ortak bir noktamız vardı. Kim olduğunu öğrenmeliydim. Ozan arabayı çalıştırıp sürmeye başladığın da hem dikkatli hem de hızlı olması çok zordu. Küçük bir taşın dahi üzerinden geçerken biraz olsun kıpırdadığımızda Ömer’in inlemeleri artıyordu. Bir yandan ise onu uyanık tutmak için sohbet etmeye çalışıyorduk. Umarım Ambulansı beklememek ile hata yapmamışızdır.
“Sen geri zekâlının tekisin Ömer Kartal! Sen düşmanımsın mal! Ne diye atlıyorsun adamın üstüne?!” Diye Ömer’i azarladı Ozan.
Ömer yorgun bir sesle konuştu. “Sen de nankörün tekisin Ozan Barkan.”
“Hayır, rolleri falan mı karıştırdın ne oldu? Sen benim düşmanımsın değil mi? Düş-man!”
“O adam neydi peki?”
Ozan bir an duraksadı. “O da düşmanımdı. Yani, sayılır.”
Ömer zar zor alayla güldü. “Tek düşmanın ben olabilirim Ozan Barkan.”
Ozan arkasına bakmadan endişeli bir iç çekti. “Umarım yaşayan bir düşman olursun Ömer Kartar.”
Bade titreyen sesi ile güldü. “İkiniz de aptalsınız.”
Dakikalar sonra hastaneye vardığımız da Ozan koşarak hastaneye girip doktor çağırmaya çalıştı. Ben ise arkamı dönmüş, endişeli gözler ile Ömer’i izliyordum. Yüzü git gide beyazlıyordu ama gözleri açıktı. “Geldik Ömer. Biraz daha dayan.”
“Ben gayet iyiyim.” Dedi nefes nefese.
Bade bir an boşluğuna gelmiş olacak ki Ömer’in kafasına vurdu. “Kucağım da öldü öleceksin geri zekâlı!” Korkuyla ağzını kapattı. “Ay özür dilerim!” Ömer gülerken bir kaç hastane çalışanı sedye ile koşarak yanımıza geldiler. Bade’nin olduğu taraftan değil de arabanın diğer tarafından Ömer’i yavaşça çıkartıp sedyeye yatırdılar. Sedye hastaneye doğru hızla ilerlerken biz de arkasından hızla ilerliyorduk. Hastaneye girmeden önce son gördüğüm yeşil gözlü kızın kaskını aceleyle motoruna takıp arkamızdan geldiğiydi.
“Bak gözlerimi kapattım, beyaz ışığa gideyim, burası daha huzurlu gibi şeyler düşünmek yok! Biz buradayız tamam mı? Seni bekliyoruz.” Ömer’in gözleri kapanmak üzereydi. Olumlu anlam da, yok sayılacak kadar az salladı kafasını. Ömer ameliyathaneye girerken içeri girmek için kimseyi zorlamadık. İçeri almayacaklarını çok iyi biliyorduk. Ozan saçlarını karıştırıp duvara sert bir yumruk attı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Kollarından onu tutup kendine daha fazla zarar vermesine engel oldum. “Benim yüzümden oldu. Benim yüzümden içerde şu an. Allah’ın belası çenemi tutup görmezden gelseydim şu an burada olmayacaktık!”
Ona sıkıca sarıldım. Omuzumda küçük bir çocuk gibi ağlıyordu. “Kendini suçlama. Kim olsa aynı tepkiyi verirdi. Ayrıca sen tanımıyor musun Ömer’i ya? Katır gibi inadı yok mu bu çocuğun?”
Bade gözyaşını silerken gülmeye çalışıyordu. “O ölümle bile inatlaşır.”
Ona bakıp gülümsemeye çalıştım. “Ölmek için şu an genç ve yakışıklıyım der.”
“Ben gidersem Ozan ile kim uğraşacak? Bade ve Aden’i kim koruyacak? Kim onları eğlendirecek, Ozan beceremiyor der.”
Ozan başını kaldırırken kan akan elini umursamadan gözyaşını sildi. Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme vardı. “O aptal komik olduğunu sanıyor birde. Hele bir kalksın gösteririm ben o salağa komiği. Kendinle beni birde bir mi tutuyor?”
“Dikkat et de yatağına böcek atmasın.”
Ozan derin bir nefes verdi. “O kalksın da, böceğe de razıyım.”
Bade uzanıp elini eline aldı. “Senin de ondan aşağı kalır yanın yok.” Ozan’ın elini havaya kaldırıp duvar vurarak kanattığı elini gösterir. “Ömer bunu görürse bensiz kavgaya mı girdin köpek? Demez mi?”
Gözünden bir yaş daha firar etti. “Der.”
“O çıkmadan bununla bir ilgilenelim.”
“Aden?” Arkamı dönüp baktığım da Yusuf abi elinde su şişesi ile şaşkınca bize bakıyordu.
“Yusuf abi?” Dedi Ozan şaşkın bir sesle.
“Sen neden buradasın abi?” Soruyu soran Badeydi. Koltuğa oturan yeşil gözlü kız hariç hepimiz şaşkındık.
“Rüzgar.” Dedi Yusuf abi. Gözleri tekrar beni buldu. “Ameliyatta şu an da.”
Rüzgar. Gözlerim korkuyla büyürken Yusuf abiye yaklaştım. “Onun durumu nasıl? Nasıl olmuş? Sana kim haber verdi? Doktorlar ne diyor? Ne zaman ameliyata girdi?”
Yusuf abi beni omuzlarımdan tuttu. “Sakin ol kardeşim. Araba benim üzerime olduğu için bana haber verdiler. Annemlerin haberi yok. Bana bu yüzden çok kızacak ama zaten babamın kalp rahatsızlığı var. Bilmemesi daha iyi. Malzemeleri anneme vermiş. Sanırım sizin yanınıza geliyormuş. Yolda kaza yapmış. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Hastaneye geldiğim de çoktan ameliyata alınmıştı.” Yüksek ihtimalle ambulansın gelmesini önleyen kaza... Rüzgar’ın kazası mıydı? O yanıma gelirken, ben ondan mı kaçmıştım?
Yeşil gözlü kız boğazını temizlediğin de hepimiz ona döndük. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp yanımıza geldi. “Aden. Seninle konuşmamız gerek.” Adımı Yusuf abi söyleyince öğrenmiş olmalıydı.
Tanımadığım bir kız ile. Hele ki katil ile bağlantısı olabilecek bir kızla asla yalnız kalmayacaktım. “Ne diyeceğini tahmin edebiliyorum. Buradaki herkes her şeyin ne olduğunu biliyor. Burada söyleyebilirsin.”
Kız derin bir nefes aldı. “O notları... Ne zamandır alıyorsun?”
O kıza güvenmeli miydim? Yusuf abi kaşlarını çatarak elini omuzuma koydu. “Sen notları nereden biliyorsun?”
“Aynılarını bende alıyorum.”
Bade gözlerini kıstı. “Aynı olduklarını nerden çıkardın?”
Azra cebinden notu çıkartıp arkasını çevirip elma işaretini gösterdi. “Aynısı Aden’de de var. Nerden biliyorsun diye sormayın. Arkadaşınıza ilk yardım yaparken gördüm.”
“Yeni bir not mu var?” Dedi Ozan merakla. Başımı olumlu anlam da sallayıp cebimdeki notu Ozan’a uzattım. Normalde diğerlerinin de bilmesi için sesli okurdum ama Azra’ya güvenmiyordum. Ozan ve Bade okuduktan sonra Yusuf abiye uzattılar. Yusuf abi okurken daha da dehşete düşüyor gibiydi. Bana notu uzatırken düşüncelere dalmış görünüyordu. Notu tekrar cebime koyarken Azra’yı baştan aşağıya süzdüm. Ortak bir noktamız olmalıydı. Elma. Ortak noktamız bu muydu?
Azra’ya soru sormak için dudaklarımı aralamıştım ki Yusuf abi benden önce davranıp konuşmaya başladı. “Bunu daha sonra konuşuruz. Şu an eve gitmelisin Aden.”
Kaşlarım çatıldı. Beni neden eve göndermeye çalışıyordu? Hem de sevdiğim iki kişi buradayken? “Ne? Neden?”
Yusuf abi gözleri ile üzerimi işaret etti. Siyah kot pantolonun üzerine krem, ince, boğazlı bir kazak giymiştim ve o kazak Ömer’in kanına bulanmıştı. “Seni görenler sana korkuyla bakıyor. Birazdan hastane polisi buraya gelir. Bizi sorguya alırlar. Seni böyle görmeleri iyi olmaz. Üzerini değiştirmelisin.” Haklıydı. Uzun zamandır zaten polislerle içli dışlıydık. Yine şüpheli bir durumun içindeyken beni kanlar içerisin de görmeleri onlar için hoş olmazdı.
“Ben gidip geleyim o zaman. Çabuk olurum.”
Cevap beklemeden arkamı döndüğüm de Yusuf abi tekrar seslendi. “Bekle.” Dönüp ona baktım. “Katil hangimizi tek bulursa onun üzerine oynuyor. Bundan sonra hiç biriniz yalnız kalmayacaksınız. Seninle geliyorum.” Gözleri Ozan’a ve Bade’ye kaydı. “Sizde ayrılmayın.” Azra’ya baktı. “Sende.” Azra Yusuf abiyi neredeyse hiç umursamadan sandalyesine oturup bacak bacak üstüne attı. Yüzünde sert bir mizaç vardı. Sanki her konu da ciddi olan birine benziyordu ama içten içe öyle olmadığını hissediyor gibiydim. Yusuf abi anahtarlarımı benden alıp sürücü koltuğuna oturdu. Kendi arabası şu an da mahvolmuş bir durumdaydı. Yanındaki koltuğa oturduğum da Bade’ye mesaj yazmakla meşguldüm.
*Kardeşdeğilkalleş: O Azra denen kıza sakın hemen güvenme.
*Kardeşdeğilkalleş: Gitmesine izin verme.
*Kardeşdeğilkalleş: Birbirinizden ayrılmayın.
*Kardeşdeğilkalleş: Ve en önemlisi Rüzgar ya da Ömer ameliyattan çıkarsa, ya da bir bilgi öğrenirseniz hemen beni arayın.
*Kardeşdeğilkalleş: Kendinizi tehlikede hissederseniz polisin yakınlarında durun.
*Kardeşdeğilkalleş: Onlar varken bir şey yapamaz.
*Kardeşdeğilkalleş: Umarım.
*AteşKafalı: Tamam Aden aaa!
*AteşKafalı: Ne yapmamız gerektiğini biliyoruz.
*AteşKafalı: Dert etme:)
*Kardeşdeğilkalleş: İçimde kötü bir his var.
*Kardeşdeğilkalleş: Lütfen çok dikkatli olun.
*AteşKafalı: Tamaaammm.
Telefonu kapatıp arkama yaslandım. Yol boyu sessiz kalmıştık. Rahatsız etmiyordu. Hem Yusuf abinin, hem de benim kafam o kadar doluydu ki dış dünyanın sesinin kısılması iyi olmuştu. Bazen düşüncelerimizin sesi o kadar artarak ki kendi sesimizi duyamazdık. Onun karşısında durabilmek için kendi sesime ihtiyacım vardı. Ne ona bağırmak, ne de hesap sormak için. Onu öldürdüğümde gözlerinin içine bakıp kaybettiğini söyleyebilmek için… Bir daha hiçbir sevdiğimin sesinin kısılmaması için şimdi bağırmalıydım. Evimin mahallesine girdiğimiz de aklıma gelen şey ile sessizliği böldüm. “Rüzgar kaza yaptı ya... Karşıdaki araba kime ait?”
Yusuf abi omuz silkti. “Bu ihtimali bende düşündüm Aden. Katilin çarpma ihtimalini. Yaşlı bir teyze çarpmış. Onun olacağını pek zannetmiyorum. Polis ile yanıma geldiğin de iki dakika konuşmamıza rağmen iki de bir torunları arayıp nerde kaldığını soruyordu. O olamaz.”
“Ama notta...”
“Notta ne yazdığını hatırlıyorum. Ama teyzeyi görmeliydin Aden. Bu işlere karışacak gibi durmuyordu. Nasıl kaza oldu bilmiyoruz. Belki de Katil benim arabama bir şey yapmıştı? Bilmiyorum. Kafam çok karışık. Bunu biraz düşünmeliyim.” Başımı olumlu anlam da sallayıp konuşmamızı sonlandırdım. Arabayı Yusuf abi kapının önüne park ettiğin de inip eve girdik. Beni beklediğini söyleyip koltuğa otururken ben de Yusuf abiyi bekletmemek adına hızlıca odama çıkıp banyoya girdim. Üzerimdeki tüm kıyafetleri çıkarıp kirli sepetine attım. Aynaya bakmamaya özen göstererek ellerimi gereğinden daha uzun bir süre sabunla yıkadım. Ömer’in o görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyordu. Haklıydı. Onu kaybetme düşüncesi beni paramparça etmişti. Onu kaybedersem son anlarında neden aramızı düzeltmediğimizi düşünüp kendimi asla affetmeyecektim. Sana söz Ömer. O ameliyathaneden bir çık, boynuna sıkıca sarılacağım. Kanlar içindeki bedenini gözlerimin önünden silmek için yüzünü bir kaç defa yıkayıp boynumu ıslattım. Hala işe yaramıyordu. Ellerimi musluğun iki yanına dayayıp yavaşça kaldırdım başımı. Yorgun gözler. Kendimde gördüğüm buydu. Ama orda bir şey daha vardı. Değişmeye başlayan koyu gözler. Çok fazla şey yaşamıştım. O hastanede katille yaşadıklarımı hala unutamıyordum. Unutmuşum gibi davranmaya çalışıyordum ama harap olmuş zihnim buna izin vermiyordu. Unutmaya çalıştıkça daha gerçekçi oluyordu rüyalar. Ama yaşamak için çabalıyordum. Çabalıyorduk. Gözlerim de yaşam savaşını gördüm. Eski benin el sallayışını gördüm. Gitmeye hazırdı ama ben değildim. Biliyordum. Her şey düzeldiğinde, eski ben eskisi gibi olmasa da geri gelecekti. O güçlü kızı kaydedemezdim. Kaybetmeyecektim. Sonra hırsı gördüm. Ateş gibi gözlerimin içinde parlıyordu. O hırs beni yakıp kül edecek olabilirdi. Kül olacaksam bile bu tek başıma olmayacaktı. Yanımda katili de götürecektim. Bu hırs ikimizi de yok edecekti. Her anlam da. Gözlerim de daha bir sürü şey vardı. Korku. Endişe. Hüzün. Ama daha fazla bakamadım. Kendimi bu kadar derinden fark etmem beni rahatsız etmişti. Böyle olmak istemiyordum. Gözlerimi gözlerimden ayırdım. Gözler her şeyi açığa vuran berbat suç ortaklarıydı.
Üzerime siyah, geniş boğazlı bir kazak giyip altıma siyah bir pantolon giydim. Kan bulaşmış montum yerine beyaz başka bir montumu giyip kanlı montumun cebinden telefonumu alıp cebime koydum. Notun üstüne başka bir post it ile tarihi yazıp kutuya koydum. Alt kata inerken saçlarımı açıp sıkı bir atkuyruğu yaptım. Yusuf abi benim aşağıya indiğimi görünce telefonunu cebine koyup koltuktan kalktı. Karşısın da durduğum da puan verecekmiş gibi bir eleştirmen edasıyla beni baştan aşağıya süzdü. “Daha iyi görünüyorsun. Mert Rüzgar az önceki kanlı kıyafetlerin yerine böyle görmesi daha iyi olur. Motivasyon açısından.”
Gülümsemeye çalıştım. “Umarım görebilir.”
Gülümsemeye çalıştı. “Benim kardeşim güçlüdür. Öyle bir kazada pes edecek değil.” Tek kaşını tehlikeli gözükmeye çalışarak kaldırdı. “Hele bir pes etsin…”
Gülümseyip ayakkabı dolabına yöneldim. Dudaklarımı yukarıya doğru kıvırmak bile yoruyordu. Siyah botlarımı giyip Yusuf abi ile tekrar arabaya yöneldik. Hava kararmıştı ve yağmur yağıyordu. Bu saatte gökyüzü bu kadar karanlık olmazdı fakat kış ayına gelmiştik. Yağmur da ıslanarak arabaya doğru yürürken burada Rüzgar ile dans ettiğimi hatırladım. Ömer ile buraya bakarak konuştuğumuzu, ona izin versem bana sıkıca sarılıp ne kadar özlediğini anlatacağını bildiğimi hatırladım. Abimi özlemiştim. Kurtul Ömer. Beni abisiz bırakma.
Arabaya bindiğimiz de Yusuf abi ısıtıcıları açarken telefonumu kontrol ettim. Bade’den ya da Ozan’dan hiç bir mesaj yoktu. Fark ettiğim şey ile duraksadım. Araba neden çalışmıyordu? Dönüp Yusuf abiye baktığım da öfkeli bir şekilde telefona baktığını gördüm. “Bir şey mi oldu abi?”
“İşçi çıkış saatine denk geldik. Çok trafik var ve yağmur yüzünden bir kaza daha olmuş.” Hiç bir zaman şanslı olmamıştım zaten. Çok sağ ol Evren. Yine yaptın yapacağını.
“Ne yapacağız peki?”
Yusuf abinin ofladığını gördüm. “Ara yollardan gideceğiz mecbur. Şimdi navigasyondan hastaneye en kısa yoldan giden bir yol buldum. Oradan gidelim.” Yusuf abi navigasyonu başlatıp takip etmem için telefonunu bana verdi. Sesli komut veriyordu fakat her navigasyonda olduğu gibi bazen söylemeyebiliyordu. Bu yüzden yol boyu yolu tarif eden kadını takip ettim.
Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. İçimden bir his Badelerin orada işlerin iyi gitmediğini söylüyordu fakat navigasyona bakmaktan onlara yazamıyordum. “Sağa dönünüz. Ardından 100 metre sonra, sola dönünüz.” Yusuf abi sağa dönüp ilerlemeye devam ederken İstanbul’daki bazı ara sokakların bu kadar dar olduğunu yeni öğreniyordum. Normalde kaybolmamak için ana yoldan pek ayrılmazdım. “Şimdi sola abi.” Yusuf abi arabayı durdurduğun da başımı telefondan kaldırıp ona baktım. “Abi neden sola dönmüyorsun?”
“Yol yok çünkü.” Yağmurdan zar zor etrafa bakmaya çalıştığım da çıkmaz sokağa geldiğimizi fark ettim. Yusuf abi telefonu benden alıp navigasyona baktı. “Yağmurdan dolayı adam akıllı çekmiyor. Çok şiddetli.” İki arabanın yan yana sığamayacağı bir darlıktaydı burası fakat arkadaki karanlıktan anladığım kadarıyla uzun bir çıkmaz sokağın sonundaydık. Etrafa daha dikkatli bakmaya çalışırken etraf birden aydınlandı. Işık arkamızdan geliyordu. Yusuf abi ile aynı an da arka cama baktığımız da bir arabanın farlarının üzerimizde olduğunu, dahası arabanın durmuş olduğun gördüm. Araba gitmeden buradan çıkamazdık. Yusuf abi korna çaldı fakat arabada bir kıpırdama olmadı. “Arabada kal. Dertleri neymiş öğrenelim.” Sinirle inerken kapıyı sertçe çarptı. Kapıyı sertçe kapattığın da yutkundum. Diğer arabadan bir kişinin indiğini ve Yusuf abiye doğru yürüdüğünü gördüğüm de dayanamayıp arabadan indim. Belki tek başına olduğu için onu gasp eder, hatta bıçaklaya bile bilirlerdi. Ama iki kişiydik. İki kişiye birden dokunmazlardı değil mi? Dokunurlardı.
Koşar adımlarla Yusuf abinin yanına vardığım da bana öfkeyle baktı. “Sana gelme demiştim.”
Omuz silktim. “Çok söz dinleyen bir yapım yok maalesef.” Karşımızdaki bizi görebiliyordu fakat ışığın arkasında kaldığı için biz onu göremiyorduk.
Adamın eli beline uzandı. Bir silah çıkarttı ve bize doğrulttu. “Beni özlediğini umuyorum prensesim.”
Katil.
Yumuşak ve alaylı ses tonu sertleşti. “Kızımı bana ver.” Şimdiki muhatabı Yusuf abiydi.
Yusuf abi ellerini sıktı. “Asla. O bana emanet.”
Tam karşımdaydı işte. Hem sevdiklerimin, hem de hayatımın katili. Bize doğru tutuğu silah ile karşımızdaydı. O silah ateşlenecek. O silah birimizi vuracak. Vurulan kişinin en değerlisi, kalbi yavaşlayacak, bedeni acı ile kasılacaktı. En sonunda da en değerlisi duracaktı. Hayır, korkmuyordum. Sevdiklerimin intikamını alacağım katile, bir sevdiğimi daha vermeyecektim. Gerekirse o namlunun önüne atlayacak, ama bu döngüyü kıracaktım. Büyük kapüşonu ile yüzünün çoğunu kapatan, sadece burun hizasının altını gördüğümüz katilin dudakları yukarı kıvrıldı. “Buraya kadar gördükleriniz sadece fragmandı prenses. Asıl Film şimdi başlıyor. Patlamış mısırını al ve en öne geç. Filmin yıldızı sensin. Ya tamamen parlayacak, ya da filmin sonunda en ön sırada ölü bulunacaksın.” Dedikleri ile yutkundum. Korkudan değil, içine sürüklendiğimiz bu olaydan en azından Yusuf abiyi nasıl yara almadan çıkartacağımı düşündüm. Katil ona zarar verirdi. Ama bana vermezdi. Dudaklarını göremiyordum ama gülümsediğini hissediyordum. “Hastanedeki görüşmemizi aklımdan çıkaramıyorum. Senin de çıkartamadığına eminim. Şimdi.” Derin bir nefes aldı. “Hiç beni uğraştırmadan benimle gelmeye ne dersin hayatım? Benimle gelirsen koltuğunda ölü bulunmayacağının sözünü verebilirim.”
“A-arkadaşlarım?”
Oyunbozan gibi konuşmaya başladı. “Aaa onların sözünü veremem. Hepsi beni deli ediyor.” Sesine umut bulaştı. “Ama bak! Senin için neler yaptım! Sırf yalnız kalalım diye. Sırf seni evimize götürebilmek için. Hadi, gel!”
Tüm bu planlar... Hepsi bir aldatmacaydı. Hepsi bu an içindi.
Yusuf abi beni kolumdan tuttu. “O hiç bir yere gitmeyecek.”
“Sen bir sus.” Silahı ona doğrulttuğunda önüne geçmeme vakit kalmadan tetiğe basmıştı Birden Yusuf abiyi baldırından vurduğun da dudaklarımdan bir çığlık kaçtı. Yağmurun sesini bile bastırmıştım. Yusuf abi bacağını tutarak yere düşerken ona uzandığım an da katilin sert sesini duydum. “Sakın. Ona dokunayım deme.” Neşeli sesini işittim. “Şimdi evimize gidiyoruz prensesim!”
Bir adım geri gittim. “Asla.”
“Ah. Hadi ama! Küçük prensesimi vurmak istemem.” Sesi tekrar sertleşti. Duygu değişimlerine yetişemiyordum. “Tüm bu planı seni götürmek için yaptım. Şimdi nazınla uğraşamam. Yanıma gel ve bin şu arabaya. Ben yanındaki it ile işimi bitirip geleceğim prensesim.”
“Sana. Hayır. Dedim. Seninle gelmeyeceğim!”
“Öyleyse küçük prensesime yazık olacak. Seninle vakit geçirmek eğlenceliydi.” Silahını tamamen bana doğrulttuğun da karşı koymak için ondan gelecek bir hareketi bekliyordum. Elimi ise hazır da bekletiyordum.
Silah sıkıldı.
Bir değil.
İki tane.
O silahını sıkmak için kendini silkelediği an da belimdeki silahı çıkartıp aynı an da ben de onu vurdum. Neresine vurduğumu bilmiyordum. Sadece vurmuştum. Aynı an da ikimiz de acı ile haykırarak yere düşmüştük. Beni sağ baldırımdan vurmuştu ve baldırım resmen yanıyordu. Ama katil. Onda hiç bir hayat belirtisi yoktu. Başından vurmuş olabilir miydim? Başımı kaldırıp baktığım da hiç kıpırdamadan yerde yattığını görünce gülümsedim. “Sana demiştim. Piyonlar da Şah olabilir. Ve o piyon seni Şah Mat etti. Kum saati parçalandı. Kumlar saçıldı. Ve süren bitti.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |