
22. Bölüm: Düşen Elmalar.
Gözlerim sanki bir anlığına ışık patlamış gibi afallarken yerde doğrulmaya çalışıyordum. Sağ bacağım karıncalanıyor ve yanıyordu. Fakat daha önemli bir şey vardı. Katil karşımdaydı ve vurulmuştu. En savunmasız halindeydi. Onu belki de yakalayabileceğim tek haliyleydi. Yusuf abinin ise aralanmış dudakları, kocaman açılmış gözleri onun ne kadar şaşırmış olduğunu ele veriyordu. Bacağındaki mermi yüzünden onun da canı çok acıyor olmalıydı. Benim gözümü ise hırs bürümüştü. Bu saçmalıktan artık kurtulmak istiyordum. Ben Nuriye sultanın kaybını bile, yaşadığım tacizi bile atlatamamıştım. Atlatmaya vaktim olmadı desem daha doğru olurdu. Artık bu katil denen manyak ile uğraşmak istemiyordum. “Aden... Sen... Silah? Nerden? Ne-ne oluyor böyle?” Ayağa kalkmaya çalıştığım da baldırımın yanması ile yere düşerken sıktığım dişlerimin arasından acı ile inledim. Zangır zangır titriyordum fakat şimdi acımı yaşamaya yine ve yine vaktim yoktu. Madem ayağa kalkamıyordum, ben de başka şekil de ulaşırdım ona. Bir elim de silahım ile ellerimden ve sol bacağımdan güç alarak dizlerimin üstün de katile yaklaşmaya başladım. Yağmur da, vurulmuş halde yer de sürünüyordum. Vurulmak için çok güzel bir hava değil mi ama? İç sesim benimle dalga geçince gülerek göz devirdim. Haksız sayılmazdı. Daha bir kaç adım adımlık mesafe kat etmiştim ki katilin az önce indiği arabanın arka koltuğundan iki kişi çıkınca duraksadım. Bırakın yüzünü, cinsiyetini bile ayırt edemeyeceğim kadar karanlıktı hava. Ya da gözlerime çok fazla araba farı çarptığı için göremiyordum. İki siluet yaklaşmaya başladı. Biri katile uzandığın da iri yarı bir erkek olduğunu anladım ama yüzün de garip bir maske vardı. Ne olduğunu anlayamıyordum. “Hayır!” Silahımı o adama doğrulttuğum da bir kadın katilin önüne geçip silahını yüzüme tuttu. Alnım ile silah arasın da bir kaç metre vardı. Silahımı bu sefer kadına çevirdim. Onlardan korkmuyordum. “Çekil önümden yoksa ikinizi de öldürürüm.”
Kadının güldüğünü duydum. “Bu yaralı halinle mi? İkiye karşı birsin. Her şekil de kaybedersin ufaklık.”
Yusuf abinin bana seslendiğini duydum. “Aden bırak onları kardeşim. Lütfen, gidelim buradan.” Başımı çevirip Yusuf abiye baktığım da iki büklüm bacağını tuttuğunu gördüm. Baldırıma baktığım da zar zor da olsa pantolonumun daha koyu bir renge bulaşmış olduğunu gördüm. Kanla kaplanmıştı. Başımı tekrar kaldırıp baktığım da iri yarı adam katili arabaya taşıyordu. Sıktığım dişlerimi yüzü maskeli kadına çevirdim. Göz rengini bile anlayamıyordum. Hem karanlık, hem yağmur buna fazlasıyla engel oluyordu. Sıktığım dişlerimi serbest bırakıp derin bir nefes vererek silahımı indirdim.
Kadının güldüğünü duydum. “İşte böyle yola gel küçük.” Kadın silahını indirip bana arkasını dönerek yürümeye başladı.
“Yanlış hamle. Düşmanına asla arkanı dönme.” Kadını bacağından vurduğum da kadın çığlık atarak yere düştü. Öfkeyle bana dönüp silahını sıkarken bunu yapacağını tahmin edip kendimi sağ tarafa attım. Kadın bu sefer de silahını yuvarlandığım tarafa çevirdiğin de ben de silahımı ona doğrulttum. “Yiyorsa sık.” Dedim gülerek.
Katili taşıyan adamın sert ve tok sesi aramızdaki gergin havayı böldü. “Çocukla uğraşma. Bin arabaya!” Kadın küfürler ederek zar zor ayağa kalkıp topallayarak arabaya bindi. Araba geri geri çıktı ve hızlıca gözden kayboldu.
Dönüp Yusuf abiye baktığım da acıyla inleyerek telefonunu çıkarmaya çalıştığını gördüm. Baldırımdaki mermiye bir de bıçak sokmuşlar gibi canım acıdığını da adrenalinin yerini korku ve acıya bıraktığını hissettim. “Be-ben hallederim abi.” Kendimi sırtı üstü yere bırakıp bacağımı uzatmaya çalıştığım da hissettiğim acı ile dişlerimi sıktım. Az önce bu kadar çok acımıyordu. Montumun cebinden telefonumu çıkartıp 112’yi arayıp ambulans çağırdım. Kendisi için Ambulans çağırmayan da ne bileyim yani. On beş dakika içerirsin de ambulans gelip bizi ayrı ayrı almıştı. En son hatırladığım, ağzıma rahat nefes almam için maske taktıklarıydı.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
Uzun bir süre sonra.
Gözlerimi yavaşça açmaya çalıştığım da rahatsız edici ışık yüzünden bir kaç dakika alışmaya çalıştım. Etrafımdan gelen ses daha da artıyordu. Bu ses elbette Bade’ye aitti. Bir şeyler söylüyordu fakat anlayamıyordum. Ömer ve Ozan’ın sesleri de Bade’ye eşlik edince dünyanın sesini kapatmak istedim. Daha yeni uyanmaya çalışıyordum ve başım felaket ağrıyordu. Bir dakika.
Ben yeni uyanmaya başlıyordum.
Silah? Ameliyat? Plan?
Gözlerimi hızlıca açıp doğrulduğum da başım dönmüştü. Herkes şaşkınca bana bakarken ben hepsinden ikişer üçer tane görüyordum. “Siz? Ameliyat? Nasıl geçti? Ne-ne oldu?” Rüzgar gülümseyerek kollarımdan tuttu. “Şimdi biraz sakin ol ve uzan güzelim. Aklının karışık olması normal. Her şeyi anlatacağız.” Rüzgar’ın canımı acıtmadan yavaşça yatağa geri yatırdığın da şaşkınlıkla gri gözlerine bakıyordum. Onu çok özlemiştim. Uzun zamandır görmemiş gibi onu incelerken Rüzgar beni yatırıp geri çekilirken daha çok gülümsemeye başladı. “Beni yiyecek gibi bakıyorsun. Bu kadar çok mu özledin?” Diyerek göz kırptı.
Kaza.
Gözlerim kocaman açılırken tekrar kalkmaya yeltendiğim de beni durdurdu. “Ameliyatın nasıl geçti? Neler oldu? Ben ne zamandır uyuyorum? Neler oluyor?”
Ozan’ın güldüğünü duydum. “Yalnız böyle şaşkın olman iki gün öncesin de iki kişiyi vurmuş birine hiç yakışmadı.”
Gözlerimi kapatıp derin nefesler aldım. Aklımı biraz toparlamalıydım. Sırayla sorularımı yöneltmeye başladım. “Yusuf abi nerede?”
“O senden önce uyanmıştı. Şimdi kendi odasın da dinleniyor.” Vurulma olayını Yusuf abiden öğrenmiş olmalıydılar.
“Siz ne zaman ayaklandınız?” Gözlerimi yavaşça açıp Rüzgar ve Ömer’i baştan aşağıya süzdüm. Ömer’in sargıları tişörtünün altından bile belli oluyordu fakat Rüzgar düşündüğümden de iyi görünüyordu. Her anlamda.
Rüzgar ensesini kaşıdı. “Benim pekte bir şeyim yok. Kafamı direksiyona vurmuşum kaza esnasın da. Bilincim kapanmış. İhtimali düşükmüş ama beyin kanaması geçirme ihtimalimden tutuyorlar burada.”
Kaşlarım çatıldı. “Ama ameliyata alındığını söylemişlerdi.”
Başını iki yana salladı. “Tek bildiğim şey bir yerlerimi kesip biçmedikleri.”
Ömer yaslandığı tekli koltuktan başını bana çevirdi. “Ben dün değil, önceki akşam çıktım ameliyattan. Siz getirildiğiniz de ben yeni uyanmıştım. İt herif derinden bıçaklamış. On iki dikiş attılar. Birde kan lazım olmuş.”
Ömer ile ikimizin kanının da A rg+ olduğunu hatırlayınca dudaklarım aralandı. Kimden bulmuşlardı kanı? “Benim kanım-“
Güldü. “Biliyorum, aynıyız. Kan istendiği zaman sen yoktun bu yüzden...”
Ozan gururla göğsünü gerip göğsüne vurdu. “Ben verdim! Kahramanıyım!” Gözleri Ömer’i buldu. “Senin hayatını kurtardığım için sen benim hayatımı kurtara kadar tüm istediklerimi yapacaksın köle!”
Ömer gülerek göz devirdi. “Yalnız bizim kan değerimiz oldukça yaygın kan türü. Köpeklerin de kanı A Rg+ diye biliyorum.”
Ozan elini göğsünden çekip inanmayan gözlerle baktı Ömer’e. “Hayır bu imkansız... Benim asil kanım köpekler de olamaz!”
“Köpekler oldukça tatlı ve sadık hayvanlar. Gurur duymalısın.” Dedi Azra kıstığı gözleri ile oturduğu koltuktan.
Verdiğim sözü hatırlayıp oturuşumu biraz daha doğrulttum. “Ömer. Gelsene buraya.” Ömer bu isteğim üzerine gözlerinde nedenini arayan bakışları ile yanıma yaklaştı. Tam baş ucumda durduğunda dik dik baktım ona. “E eğilsene!”
“Benimde boğazımı kesmeyeceksin değil mi? Korkuyorum.”
“Hayır aptal!”
İnsanda ne heves bırakıyordu ne de başka bir şey! Yine de yaşadığı için seviniyordum ve sözümü yerine getirecektim. Eğildiğinde boynuna sıkıca sarıldım. Onun bile bir iki saniye elleri havada kalsa da hemen sonra sarılmama karşılık verdi. İç çektim. Ölme ihtimalini düşünmek bile istemiyordum.
Kimseden ses çıkmıyırken Ömer geri çekildi. “Bu ne içindi?”
Omuz silktim. “Üzerine öyle çok alınma. Ölmemen için adak adamıştım.”
Kahkaha attı. Komik olan neydi şimdi? “Ve adağın baa sarılmak mıydı? İnsan danaya falan girer. Çok vizyonsuz bir zenginsin.”
Koluna vurdum. “Sana adak adadığıma şükret be!” Ömer etraftakilere ufak bir bakış atıp boğazını temizleyerek eski yerine ve maskesine döndü.
Rüzgar’ın yanımdaki sandalyeden bana baktığını görünce gözlerimizi buluşturup gülümsedim. “Geçmiş olsun.”
“Teşekkürler.” Yattığım büyük hastane yatağın da sağ elimdeki seruma doğru kayıp yanıma boşluk oluşturmaya çalıştım. Sağ baldırım da hissettiğim acı ile yüzümü buluşturduğum da hepsi birden korkuyla ayağa kalktı. Hepsine şaşkınlıkla bakarken üzerimdeki pikeyi açtım. Üzerim de hastane elbisesi vardı. Dizime gelen mavi elbiseyi biraz yukarı çekip sağ baldırıma baktım.
“Lan!” Diye bağırdı Ömer.
“Yemin ederim biriniz bile bakarsanız gözlerinizden kendime kolye yaparım. Özellikle sen duman gözlü. Irz düşmanı seni.”
“İzinsiz niye bakayım lan manyak mısın?”
“İzinli bakacaksın yani!”
“Sana ne oğlum sana ne!”
Ömer’in ofladığını duydum. “Sus Mert sus.”
O sırada göz ucuyla etrafıma baktığım da odadaki üç erkeğin de arkasını döndüğünü gördüm. Rahatsız olmamam için yapmışlardı ve oldukça tatlıydılar. Bacağımın sarılı olduğunu görünce elimi acıtmamakta dikkat ederek sargının üzerindeki de gezdirdim. Elbiseyi kapatıp tekrar pikeyi üzerime örttüğüm de bizimkilere seslendim. “Tamam bakabilirsiniz.”
Üçü de merakla bana bakımca gülümsedim. “Sorun yok. Bir anlığına mermi yaramı unuttum.”
Herkes derin bir nefes alıp yerine otururken az önceki amacımı gerçekleştirmek için yavaşça yatağım da kenara kaydım. Alt tarafı vurulmuştum. Alt tarafı mı? Bu durum iç dünyamda git gide garipleşiyordu. Ozan hala kanının köpek kanı olduğu yerde kalmış olmalı ki Ömer ile bunun kavgasını etmeye devam ediyordu. Kimsenin dikkatinin üzerimiz de olmamasını fırsat bilerek Rüzgar ile göz göze geldiğim de sol elimle yavaşça yataktaki boş yeri işaret edince kaşlarını havaya kaldırarak olmaz demeye çalıştı. Ardından konuşmadan dudaklarını kıpırdattı. “Dinlen.”
Rüzgar gibi kaşlarımı havaya kaldırıp tekrar yatağa yavaşça vurduğum da az önce gelen Ozan ve Ömer’in seslerinin şu an gelmediğini fark ettim. Gözlerimi diğerlerine çevirdiğim de hepsinin odaklanmış ikimize baktığını görünce utanma duygum bütün bedenimi ele geçirdi. Rüzgar da şaşkınlıkla etrafa bakınırken Ozan ellerini göğsünde birleştirmiş, gözlerini kısmış ve dudaklarını büzmüş bir şekil de bize bakıyordu. Gözleri kısa bir an ikimizin arasın da mekik dokuduktan sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. “Tamam hadi tamam. Tamam ulan bakmıyorum tamam. Adım gavata çıkacak ama tamam ne yapıyorsanız yapın bakmıyorum tamam!”
Rüzgar’ın inanmayarak Ozan’a baktığını gördüm. “Baksan da bir şey olmaz.” Oturduğu yerine kalkıp yanıma geldi. “Hatta iyi bak. Bu kadar uyumlu bir çifti bir daha göremezsin.” Yanıma uzanınca gülerek başımı omuzuna yasladım.
Ozan hızla bize dönüp işaret parmağını bize sallamaya başlamışken dudaklarını araladı. Daha konuşmasına fırsat kalmadan Rüzgar’ın alay dolu sesini duydum. “Hadi laf söyle de benim psikopat seni de vursun.”
Ozan duraksayıp bir bana, bir de Rüzgar’a baktı. “O bana kıyamaz bir kere tamam mı? Senden önce ben vardım aslan parçası!” Ozan düşük omuzları ile Bade’nin yanına gidip onu omuzlarından sarsmaya başladı. “Demiştim sana şu duman gözlüyü aramıza almayalım diye! Dinlenmedim! Abi resmen kardeşimin yanına yattı!” Bize kısa bir bakış atıp daha sonra dayanamıyormuş gibi tekrar Bade’ye döndü. “İyi ki öpüşmelerine engel oldum. Pişman değilim. Aklım hala yapmadıklarım da!”
Bade Ozan’ı kollarından zar zor tutup durdurmaya çalıştı. “Ozan! Manyak mısın be? Dursana. Kusacağım şimdi üstüne.”
Ozan hızla Bade’yi bıraktığın da aklına gelen şeyle bize dönüp tekrar işaret parmağını bize sallamaya başladı. “Ayrıca sizden daha uyumlu çiftler var!” Gözleri bir anlığına Bade’yi buldu. Göz göze geldiklerin de tekrar bize döndü. “Sadece o çiftin diğer üyesi cazibem ile aklını kaybetti. Yerine geldiği zaman sizden daha güzel bir çift olacağımıza eminim.”
Ömer alayla baktı Ozan’a. “Sen ve Bade mi? Yani? Bunu mu ima ediyorsun?” Bunu ima ettiğini zaten Bade dışında hepimiz biliyorduk. Ömer’in anlaşılan yine Ömerlik yapası gelmişti.
Ozan’ın kızardığını şahit oldum. Kısa bir “kal” dan sonra boğazını temizleyip toparladı kendini. “Ne alakası var be! Zümrüt gözlüm ve ben mi? İmkânsız.” Ozan koltuklardan birine otururken Bade şaşkınlıkla, hatta aralanmış dudakları ile Ozan’a bakıyordu. Kolay kolay Bade’nin ne hissettiğini tam anlamıyla bilemezdiniz ama onun şu an kırgın olduğunu hissediyordum. Bilemezdik belki ama hissedebilirdik. Gerçi, duyguları hissedemedikten sonra bilmemizin bir anlamı kalmıyordu.
Bade dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yere çevirdi. Ömer’e baktığım da bu dediğine pişman olmuşa benziyordu. Ömer hiç bir zaman bizi isteyerek üzmemişti, üzmezdi de. Boğazını temizleyip derin bir nefes aldığın da konuyu değiştireceğini anladım. Tahmin ettiğim gibi de olmuştu. “Sen o silahı nereden buldun Aden?”
Herkesin meraklı bakışları bana dönerken başımı Rüzgar’ın omuzundan kaldırıp yutkundum.
Kısa bir süre önce. Şirkette.
Serdar abi güven vermek istercesine gülümsedi. “Böyle düşünmen normal. Sonuçta hiç tanımadığın bir insana olay ile ilgili her şeyi anlatman gerekecek. Ama benim tanıdığım, arkadaşım olan bir dedektif var. Güvenilir biri. İstersen onunla konuşurum.” Neden bilmem ama Dedektifin, Serdar abinin arkadaşı olması beni daha da rahatsız etmişti.
“Biz bunu bir düşünelim abi. Teşekkürler.”
“Rica ederim kardeşim ne demek. Polis ile görüştükten sonra seni ararım.”
“Tamam abi. Görüşürüz.”
“Görüşürüz kardeşim.” Serdar abinin odasının kapısını kapatacağımız sıra da sesini tekrar duydum. “Aden!”
Kapıyı açıp başımı uzattım. “Efendim abi?”
Telaşla çekmeceleri karıştırmaya başlamıştı. “Bir gelsene. Yalnız.”
Bizimkilere dönüp hemen geleceğini söyleyerek odaya geri girip kapattım kapıyı. Serdar abinin masasına yaklaşırken bir şey bulmuş olmalı ki gülümseyerek çekmecedeki şeyi çıkarttı. Merakla elindeki şeye baktığım da silah olduğunu görüp korku ile dudaklarım aralandı. Olduğum yer de kalakaldım. “Abi... O nerden çıktı?”
Gülümseyerek yaklaştı bana. Fazla mı paranoyaklaşmıştım? “Korkmana gerek yok.” Karşım da durup silahı bana uzattı. “Bu silah benim üzerime kayıtlı. Ama senin kullanman gerekiyor.”
“Ne!?” Dedim korkuyla. Kullanmam mı gerekiyordu?
“Hayır hayır! Gerekiyor derken, gerekirse demek istemiştim. Ama bunu kimse bilmesin. Madem katil her adımınızı takip edebiliyor, Bunu kimsenin bilmemesi daha iyi olur. Katilin silahının olduğunu bilmemesi zor bir durumda kalırsan kendini korumana yardımcı olur. Ayrıca seni şikâyette edemez. Yoksa kimliği açığa çıkar.”
Elindeki silaha kısa bir bakış attım. “Bilemiyorum abi...”
“Kendini koruman için söylüyorum.”
Başımı olumlu anlam da sallayıp elindeki silahı aldım. Düşündüğümden daha ağır olan silaha baktım kısa bir süre. “Bunu nereye koyacağım ki ben?”
“Belinin arkasına, pantolonuna sabitleyebilirsin.” Başımı olumlu anlam da sallayıp üzerimdeki kalın sweetin arkasını kaldırıp silahı pantolonuma Serdar abinin dediği gibi sabitledim.
“Teşekkür ederim abi.”
“Rica ederim kardeşim. Sen bize Nuriye hanımın emanetisin. Sen buraya gelene kadar da burası bana emanet. Buranın varisi sensin. Kendine dikkat etmelisin. Başına bir şey gelirse ve ben seni koruyamazsam Nuriye Hanım hortlar da öldürür beni.”
Buruk bir gülümseme ile yanından ayrılıp kapıyı kapattım. Ozan her zamanki gevezeliği ile beni soru yağmuruna tutarken önemli bir şeyin olmadığını söyledim. O sırada aklını dağıtacak bir şey olmuştu ve Yusuf abi ile karşılaşmıştık.
Günümüz.
“Benim merak ettiğim bir şey daha var.” Dedi Ozan merakla. “Katil, sizin o sokağa gireceğinizi nereden biliyordu?”
Rüzgar’ın dişlerini sıktığını çenesinden anladım. Göz ucu ile ona baktığım da belimdeki elinin bile sinirden sertleştiğini hissettim. “Telefonu hacklemiş olabilir. O itten her şey beklenir.”
Odamın kapısı açıldığın da kadın bir Doktor ile karşılaştım. Rüzgar Doktor gelince yataktan hızlıca kalktı. “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Aden hanım?”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Çok iyi.” Kadın pikeyi üzerimden kaldırınca yaraya bakacağını anlayıp elbiseyi ben kaldırdım. Doktor yarayı açmadan bakıp geri çekilince üstümü tekrar örttüm. Serumumu kontrol etmeye başladığın da art arda sorular sordu.
“Ağrınız var mı?”
“Az.”
“1 ile 10 arasın da ağrınıza puan verir misiniz?”
“Dört.”
“Çok iyi.”
Kadın bir kaç not aldıktan sonra bana bakıp gülümsedi. “Size gelen mermi en küçük boyutta olanlardanmış. Yani korkutulmak için yapılmış gibi duruyor. Şansınıza daha büyük bir mermi gelmemiş.” Kaşları çatıldı. “Neler olduğunu hatırlıyor musunuz?”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Yanlış bir yola sapmıştık. Serseriler önümüzü kesti. Arabanın anahtarını ve tüm değerli eşyalarımızı istediler. Biz de vermeyince silah sıktılar.”
Kadın başını olumlu anlama da salladı. “Anlıyorum. Çok geçmiş olsun.”
“Teşekkürler.”
Elindeki dosyaya kısa bir bakış attı. “Pekâlâ. Sizi bir gün daha gözetim altın da tutacağız. Ardından bir sorun yaşanmazsa taburcu olabilirsin.” Kadın bizimkilere kısa bir bakış atarken gözlerini kıstı. “Siz hasta değil miydiniz?”
Ömer ve Rüzgar aynı an da boğazını temizledi. “Yani... Biraz öyleydik.” Dedi Rüzgar gülerek.
“Arkadaşımızı ziyarete geldik. Birazdan odaya geçeceğiz.”
“Şu an kontrol saati. Odalarınıza geçmenizi öneririm.”
Ömer ve Rüzgar aynı an da başını sallayınca kadın tebessüm ederek çıktı odadan.
İlk ayaklanan Ömer oldu. “Ben odama gideyim. Babam gelir birazdan.” Bir adım atmıştı ki duraksadı. “Silahı alman da sorun çıkar gibi. Senin üzerine kayıtlı değil çünkü. Onu ben bir şekil de hallederim.” Göz kırptı. “Ünlü bir doktorun oğlu olmanın nadir faydalı şeylerinden.” Ömer cevap beklemeden yavaşça yürüyerek odadan çıktığın da Rüzgar da ayağa kalkıp yanıma geldi. “İyi dinlenmeler.” Rüzgar da odadan çıkıp kapıyı kapattığı an da Bade heyecanla çığlık attı. “Ama siz çok tatlısınız!”
Ozan ellerini çocuk gibi göğsün de birleştirdi. “Hiçte bile. Yakışmıyorlar bile.”
Bade oturduğu ikili koltuğun boş yanına kendini atıp elini anlına koydu. “Allah’ım şöyle bir ilişki... Nasip et!”
Ozan Bade’ye bakıp göz devirdi. “Mal olmasan nasip edecek zaten.”
Bade başını kaldırıp Ozan’a şaşkınlıkla bakarken odanın kapısını tekrar açıldı. Bu sefer içeri giren ne doktor, ne de bizden biriydi. Polisti.
“Aden hanım?” Dedi gözlerimin içine bakarak.
Yutkunarak oturduğum yer de doğruldum. “Buyurun benim.”
“Öncelikle geçmiş olsun.” Gelip dibimdeki sandalyeye oturdu. “Başınıza gelen talihsiz olay için geldim. Dava açmak için karakola gelmeniz gerekiyor.”
“Hayır hayır.” Dedim telaşla. “Dava açmak istemiyorum.”
Polisin bir an duraksadığını gördüm. “Neden?”
“Böyle küçük şeyler ile uğraşmak istemiyorum. Bir magandaydı ve tüm değerli eşyalarımı istedi. Ben de vermeyince silahını kullandı.” Adamın şu an benden şüphelendiğine yemin edebilirdim.
Adam gözlerini kıstı. “Emin misiniz?”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Babam şu an da burada değil. Dava açarsam bir şekil de duyar. Kalp rahatsızlığı var. Duymaması onun için daha iyi olur.”
“Eğer kendinizi tehlike altın da hissedersiniz hemen bizi arayın lütfen.”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Tabi. Hemen ararım.” Adam oturduğu yerden kalkıp odadan çıkarken derin bir nefes verdim. Azra oturduğu yerden gözlerini kısmış bana bakıyordu.
“Ne?” Dedim istem dışı sesim sert çıkarken.
“Neden doğruları söylemediğini merak ediyorum.” Kahretsin. Onun bura da olduğunu tamamen unutmuştum.
“Öyle olması gerekiyor.”
Azra alayla güldü. “Öyle gerekiyor çünkü sen de ona sıktın.” Bunu nereden biliyordu?
“Nerden biliyorsun?”
Gülerek kendini koltuğa bıraktı. “Çok çabuk oltaya geliyorsun Aden. Sadece tahmin etmiştim.” Boynunu koltuğa yaslayıp tavanı izlemeye başladı. “Ayrıca sanırım benim uyandığından beri bura da olduğumu fark edemedin. Tüm konuşmaları duydum.”
Azra ile şu an da bu konuyu konuşmak istemiyordum. Başım ağrımaya başlamıştı. “Bunu daha sonra konuşalım mı? Kendimi iyi hissetmiyorum.”
Azra başını kaldırıp bana baktı. “Tabii.”
Ertesi gün.
Arabadan inerken evimi nasıl bu kadar özlemiş olduğumu düşünüyordum. İki gün. Sadece iki gündür katil ile ilgili bir şey yaşamamıştım ve resmen kafam rahatlamıştı. Yusuf abi de bu gün taburcu olmuştu. O benden önce polisler her geldiğinde yorgun ve konuşmaya hazır olmadığını söyleyip göndertmiş. Benim bir anlık boşluğuma gelip verdiğim cevapları Rüzgar abisine yetiştirmişti ve bu doğrultuda Yusuf abi de benim söylediklerimi söylemişti. Ozan ve Ömer ise sabah taburcu olmuş olsalar da gitmek yerine Yusuf abi ya da benim odam da takılmışlardı. Azra ile hala bu konuyu konuşmamıştık. Erteledikçe erteliyordum. Ondan zarar gelmeyecek gibi hissediyordum ama ona hemen güvenemezdim. İki gündür o da yanımızdaydı. Ara da bir kaç saatliğine gidiyor, sonra geri geliyordu. Yanımız da kalma fikrini Bade ve Yusuf abi sunmuştu. Sonuçta o da not alıyordu ama onu katil de göndermiş olabilirdi. Bu yüzden onun yanın da konuştuklarımıza daha dikkat ediyor ve onu gözlemliyorduk.
Arabadan Rüzgar’ın yardımı ile inerken yavaş yavaş yürümeye başladım. Rüzgar daha bir kaç adım atmıştı ki beni durdurup yavaşça kucağına aldı. Yarama zarar vermemeye çalışması bile fazlasıyla tatlı gelmişti. “Rüzgar! Yürüyebilirim.”
“Sen hasta küçük bir kızsın. Bu yüzden Big Boy ’un yardımına hayır dememelisin. Okuduğun kitaplar da böyle olmuyor mu hep?”
Gülerek başımı olumlu anlam da salladım. “Oluyor.”
“Sahi mi?” Kulağıma yanaşıp fısıldadı. “Sonu nasıl bitiyor?”
Kalbim yarın yokmuşçasına hızlanırken Rüzgar benden cevap bekliyordu. “İki seçenek var. Ya dayak yiyerek zorla içeri götürüyorsun. Ya da kızı içeri kadar tatlı tatlı konuşurken okurların kalbini çalıyorsun.”
“Sen de bir okursun. İkinci seçeneği seçiyor ve kalbini çalıyorum.”
Gülerek tek kaşımı kaldırdım. “Bu kalpte kaç kitap karakteri var haberin var mı?”
Rüzgar omuz silkti. “Hepsini tekte geçeceğime eminim.”
Cevap verecekken Ozan da Bade’den yardım alarak yanımızdan geçip ilerliyor ve sızlanıyordu. Bade bir kaç adım ilerleyip durdu. “Dur bir dakika.”
Ozan sızlandı. “Ah! Neden durdun? Durdukça ağrım artıyor.”
Bade birden Ozan’ın kolundan çıkınca Ozan az kalsın yere düşüyordu. “Sen ne biçim hasta bakıcısısın ya! Ölüyordum resmen!”
Bade gözlerini kısarak ellerini beline koydu. “Sen hasta değilsin ki!”
“Hastayım.”
“Hayır değilsin.”
“Hastayım ama sa-“ Ozan duraksadı. “Ya da boş versene.” Ozan arkasına bile bakmadan düşük omuzları ile kapıya gelip anahtarı deliğe sokup çevirdi. Onunla konuşmanın zamanı gelmişti anlaşılan. Hem onunla, hem de Bade ile. Ve de... Ömer ile. Ozan onu affetmişe benziyordu. Ben bile affetmek istediğim zaman Ozan karşı çıkıyordu. Ozan çabuk nefret etmezdi. Gıcık olduğu insanlar olurdu elbette ama bu kadarı hiç bir zaman olmamıştı. Ozan’ın neşesi kadar, nefreti de ağırdı. Bunu zaten üç yıl da yeteri kadar görmüştüm. Ama şu an... Ömer’e bırakın kötü davranmayı, şakalaşıyordu bile. Hem de iğneleme yapmadan!
Arkasından Bade’nin de yavaş adımlar ile eve gidişini izlerken üzerim de bir çift gri göz vardı. Bakışlarımı Bade’den ayırıp Rüzgar’a çevirdim. Gri gözleri endişeyle bakıyordu bana. Kaşlarım çatıldı. “Bir şey mi oldu?” Güldüm. “Neden ölecekmişim gibi bakıyorsun?”
Yutkundu. “Korkuyorum.”
“Neyden?”
“Bir gün olur da bu gözlere bu kadar yakından bakamamaktan.” Saymaya devam etti. “Sana bir şey olmasından.”
Burukça gülümsedim. “Bunu gözünü dahi kırpmadan iki kişiyi vurmuş birine mi söylüyorsun? Asıl sen korkmalısın, böyle manyak birinin yanında olduğun için.” Diyerek zaten dağınık olan saçlarını karıştırdım.
Gözlerindeki endişe ve korku yok olmasa da gülümsedi. “Tek deliren sen değilsin Küçük Kelebek. Gözlerinin içine baktığın bu çocuk tek saç telin için ortalığı yakar.”
“Çok iddialısın.” Dedim gülerek.
Endişe ve korkuya biraz olsun silindi gözlerinden. “Her zaman.”
Rüzgar’ın kucağın da yavaşça eve doğru girerken herkesin çoktan içeri girmiş olduğunu fark ettim. Oturma odasın da sadece Azra vardı ve o da çatık kaşları ile telefonuna bakıyordu. Neye baktığını o an da çok merak etmiştim. Rüzgar beni üst kata götürmek için merdivenleri çıkmaya başladığın da olduğum yer de kıpırdandım. “Bu kadarını ben halledebilirim.” Cıkladı. “Kabul edilmedi.” Hızlı adımlarla merdivenleri çıkarken gülüyordum. Kucağın da biraz daha kıpırdandığım da daha da hızlandı ve saniyeler içerisin de merdivenleri çıktı. “Odana girip seni yatağa fırlatsam ne olur?”
Omuz silktim. “En fazla yaram patlar canım. Hiç bir şey yani.”
Rüzgar’ın gözleri bir anlığına yavaşça yürüdüğü salona kaydı ve gülümsemesi silindi. Onun yerine kaşlarını çattı. Yavaşça başımı çevirip onun gülümsemesini neyin sildiğine baktım ve benim de gülümsemem kayboldu. Odamın kapalı kapısından başlayarak bir kaç metre sonrasın da biten siyah kelebekler vardı. Odamın kapısın da sanki içerisi doluymuş gibi taşmış duruyordu ve bize doğru gelirken azalarak bitiyordu. Bu sefer hızlıca indim Rüzgar’ın kucağından. Elim belime gitti ama silahımın yokluğunu hatırladım. Hastanedeki eşyalarımı koyduğum poşetin içindeydi. Poşet ise kimse getirmediyse araba da kalmıştı. Yavaş, temkinli adımlarla odaya yaklaşırken Rüzgar beni arkasına almıştı. Rüzgar’ın sırtından odayı pek göremiyordum. Rüzgar odaya girdikten sonra arkasından girdiğim de duraksadım. “Oha.” Odamın kapı eşiğin de, duvarların da küçük siyah kelebekler vardı. Beyaz kelebeklerimin hiç biri yoktu odada. Sadece köşedeki siyah kelebek duruyordu ve odanın tam ortasın da anlıma kadar uzanan siyah bir not vardı. Rüzgar etrafı kontrol ederken ipin ucundaki kağıda uzanıp çıkardım. “Ne o?”
Omuz silktim. “Bilmiyorum.”
İkiye katlanmış kâğıdı açarken Rüzgar çoktan arkam da, omuzumun üzerinden kağıdı açmamı beklemeye başlamıştı. Açıp okumaya başladım.
“Bu katili çok sinirlendirdin prenses.
Beyaz Kelebek’leri hak etmiyorsun.
Çünkü o sen değilsin.
İçindeki karanlık parladı.
Beyaz Kelebek lekelendi.
O leke büyüdü, büyüdü.
Kara kanatlarıyla,
Siyah kelebek doğdu.
Kara kanatlar ölümü getirir.
Sen benim Siyah kelebeğimsin.
Ben kimseyi öldürmeyeceğim.
Ölümü sen getireceksin.
Kanatların da.”
Yaşıyordu.
Ölmemişti.
Onu öldürememiştim.
Altta küçük bir yazı daha yazıyordu. Sanki bilerek görünmesini zorlaştırmak istenilmiş gibiydi. Rüzgar sinirle saçlarını karıştırıp siyah kelebeklere yöneldi.
“917 Siyah kelebek.
916 olduğu an bir silah sıkılır. Evdeki birinin kalbine.”
Rüzgar sinirle elini siyah kelebeklere uzattığın da korkuyla bağırdım. “Dur!”
Rüzgar anlamayan gözlerle bana baktığın da notu işaret ettim. “Bir tane bile eksilmemeli.”
Rüzgar sert adımlarla yanıma gelip kağıda baktı. İlk çenesi kasıldı. “Hay sikeyim!” Ardından eli havalandı ve elinin alt kısmı ile sertçe duvara vurdu.
“Rüzgar!” Elini duvara çok sert vurmuştu.
Eline uzanıp kendime doğru çektim. “Ne yaptığını sanıyorsun sen? Elini kırabilirdin!”
Sinirle güldü. “Tek derdimiz sence benim elimin kırılması mı?”
Salondan bir ses geldi. “Oha.” Kapının o tarafa baktığım da Azra’nın aralanmış dudakları ile siyah kelebeklere baktığını gördüm.
Ozan’ın alt kattan gelen sesini duyduk ardından. “Biri oha dedi. Bir şey oluyor. Yine kaos geliyor. Hissediyorum!”
Ömer’in güldüğünü duyduk. “Kaos ölçeği mi var sende?”
“Oğlum bak iliklerime kadar hissediyorum bir şeyler oluyor!”
“Spiderman’in örümcek hisleri olduğu gibi senin de kaos hislerin mi var? Az otur götün yer görsün. Madem yeni bir kaos geliyor güç toplayalım.”
“İyi be sen gelme. Otur bura da göt büyüt. Ben gidip bakarım.” Ozan merdivenleri dahi yararak koşmaya başladı. “Bekle beni kaos! Bensiz olmaz!”
Merdivenlerin başın da nefes nefese kalmıştı. Elini göğsüne koydu. “Yoruldum ayol.” Başını çevirip ilk Azra’ya sonra siyah kelebeklere, bize ve tekrar siyah kelebeklere baktı. Gözleri yavaşça kocaman açılırken ellerini yanaklarına koyup bağırdı. “Oha!”
Ömer’in alt katta her şeyden habersiz gülerek Ozan’ın taklidini yaptı. Sesini inceltmeyi de ihmal etmemişti. “İnanamıyorum biri oha dedi. Bir şeyler oluyor. Yine kaos geliyor. Hissediyorum aman Allahım!”
“Kaos gelmedi. Kaos bize girdi.” Dedi Ozan şaşkınlıkla. Ozan ellerini yanaklarından çekmeden hızla bize yaklaşmaya başlayınca arkasında Azra da geldi. “Ne lan bunlar?”
Uzanıp kelebeklerden birine dokunacakken elimi ona doğru uzattım. “Sakın!”
Ozan’ın kaşları çatıldı. “Niye lan?”
Salonun başından bu sefer iki kişiden ses geldi. “Oha!” Niye tüm arkadaşlarım aynı tepkileri veriyor? Lütfen biri çığlık falan atsın ama oha demesin.
Ömer ve Bade’ye baktığım da şaşkınlıkla bize baktıklarını gördüm. Göz göze gelince ikisi de koşarak yanımıza geldi. Anlatmakla artık uğraşamazdım. “Bu yüzden.” Kağıdı onlara uzattığım da elimden Ozan hızlıca kapıp sesli okumaya başladı. “Oha!”
“Oha!” Ozan ile aynı an da Yusuf abi bağırmıştı. O da salonun başın da şaşkınlıkla bize bakıyordu.
Ellerimi oflayarak havaya kaldırdım. Başıma ağrılar girmişti. “Siz ne biliyorsanız onu biliyorum. Şimdi biraz dinleneceğim. Kelebeklere dokunmayın, görüşürüz.”
Rüzgar’ı arkasından ittirerek kapımın önüne koyup kapıyı kapattım. Derin bir nefes alıp etrafıma bakındım. Siyah kelebekler duvara konmuş gibi duruyorlardı. Başımı eğip derin bir nefes aldım. Yorulmuştum. “Benden bu kadar.” Yavaş adımlarla yatağıma yaklaştım. Kendimi ne kadar yatağa atmak istesem de baldırımdaki yaradan dolayı bunun sonucun da acıdan geberceğimi bildiğimden dikkatlice yatağıma girip kendimi uykuya bıraktım. Ağır şeyler yaşamaya devam etsem de umursamazlığımın bir yer de beni terk etmemesi iyi bir şeydi. Sanırım. Katil yaşıyordu. Farkındaydım. Onu tek kurşunla öldürebileceğimi düşünmüyordum zaten. O da benim tek kurşunla ölebileceğimi düşünmüyordu zaten. Ama ondan bunların hepsinin intikamını alacaktım. Artık ondan sadece kurtulmak değil, intikam da almak istiyordum. Eski Aden bunları belki de yapamazdı. Ama acı insanı güçlendirir. Acı ne kadar artarsa güç de artar. İyi yanı ise ne kadar gücenirsen sana acı verecekler de bir o kadar azalır. Katil benim acımı fazlasıyla arttırmıştı ve arttırmaya devam ediyordu. O eğleniyordu. Ben ise güçleniyordum. Yeterince güçlenince eğlenecek olan ben olacaktım. Ve onun güçlenmeye bile vakti kalmayacaktı. Keşke onu o gün öldürseydim diye bana yalvaracaktı.
O intikamı alacaktım. Bana bulaşmaması gerektiğini öğrenecekti. Ve öğrendiğin de her şey için çok geç olmasını sağlayacaktım. Göz kapaklarımı daha fazla açık tutmaya zorlamadım ve dudaklarım da bir gülümseme belirirken yavaşça uykuya daldım. Normal bir gülümseme değildi bu. Nasıl olacağını bilmesem de kazanacak olmamın verdiği gülüştü. Varsın işin sonunda ikimizinde ölmesi gereksin. Gideceksem, benimle gelecekti.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
“Nerde be şu makarna?” Diye ofladı Ozan.
Azra Amerikan mutfakta salata yapıyor, Bade de Ozan ile makarnayı arıyorlardı. “Bulamıyorum. Aldıklarımızı kim yerleştirdi?”
Saatler sonra uyanmış ve uzun zaman sonra ilk defa midemin gurultuları ile aşağıya inmiştim. Rüzgar, Ömer, Yusuf abi ve ben, gaziler heyeti olarak yayılmış yemeğin hazır olmasını bekliyorduk. “Hala neden yemek siparişi vermediğimizi anlamış değilim.”
Ozan karıştırdığı alt dolaptan başını kaldırmadan işaret parmağını havaya doğrulttu. “Sakın! Ozan Barkan mutfağa girmişse hiç bir şef ondan daha güzel yemek yapamaz!”
“Yapacağın şeyin makarna olduğunu hatırlatmamıza gerek var mı?” Diye gülerek sordu Rüzgar.
Bu sefer Ozan hala dolabın için de makarna ararken tehditkar bir şekil de parmağını Rüzgar’a doğrulttu. “Senin o gri gözlerinden meze yaparım duman gözlü. Aklından dahi geçirme!”
Azra salata yapmayı bitirmiş ellerini yıkıyordu. Onu baştan aşağıya süzdüm. Çatık duran kaşları ne düşündüğünü merak ettiriyordu. Ondan fazlasıyla şüpheleniyordum ama hala not konusunu konuşmamıştık. Anlaşılan o da bize güvenmiyordu çünkü sadece notun arkasındaki elma işaretini göstermişti. Aynı benim yaptığım gibi. Azra derin bir nefes alıp üstteki bardak dolabını açtı. Az önce normale dönen kaşları tekrar çatıldı. Başını biraz yana yatırmış dolabın içindeki şeye bakıyordu. “Aaa... Çocuklar... Sanırım makarna burada.” Bade heyecanla Azra’nın yanına koşarken Ozan hızlı bir hareketle kalkmaya çalışınca kafasını dolaba çarptı.
Ozan acıyla bağırıp kafasını tutarak çıktı dolabın içinden. Başını ovalamaya devam ederken bardak dolabından makarnayı çıkaran Bade’nin yanına gitti. “Bir makarna uğruna beyin kanamasından gideceğim.”
Bade sinirle Ozan’ın koluna vurdu. “Tövbe de be!”
Ozan sırıtarak baktı Bade’ye. “Tövbe.”
Bade yutkunarak Ozan’ın yanından geçti ve aygaza yaklaşıp tencerenin içinde kaynayan suya makarnayı döktü. Ozan ile Azra sofrayı hazırlamaya başlamışken Ömer gerinerek oturduğu yere daha da yayıldı. Azra onu gördüğümden beri hep yaptığı şeyi yapıp tekrar kaşlarını çattı. “İncilerin dökülmeyecekse gel de yardım et.”
Ömer daha da gerinirken kaşlarını kaldırıp güldü. “Maalesef, incilerim çok kıymetli.”
Ozan aşko-kuşko moduna geçerken bir elini göğsüne, diğer elini de beline koydu. “İncisi ben oluyorum. Ondan kıymetli.”
Yusuf abi gülerek baktı Ozan’a. “Oğlum senin de kime yürüdüğün belli olmuyor. Bir Ömer’e, bir Bad-“
Ozan gözlerini kocaman açarak Yusuf abinin lafını yarı da kesti. “Abi bence sus yoksa sana da yürüyeceğim. Ayrıca sen çok iyi duruyorsun gel bize yardım et. Öyle bir kurşunla yıkılmak yok!”
Yusuf abi yalandan acıyla bacağını tuttu. “Ah! Bak sen öyle deyince bir acı hissettim. Yardım etmek isterdim kardeşim ama görüyorsun halimi...” İyi haber ise Yusuf abinin bacağını mermi sıyırıp geçmişti. Benimkisi gibi içinde kalmamıştı.
“Açlıktandır o abi. Ozan bir makarnayı iki saatte yaptığı için.”
Ozan gözlerini kısarak bu sözleri sarf eden Rüzgar’a baktı. “Sen niye oturuyorsun lan? Senin bir şeyin yok ki!”
“Hayır var.” Rüzgar kolunu omuzuma attı. “Biz vurulduk.”
“Birbirinize mi?” Dedi Ozan burun kıvırarak. “Farkındayım. Maalesef.”
Rüzgar’ın cevap vereceği sıra da Bade bize seslendi. “Hadi herkes sofraya!”
Hep beraber sofraya geçerken Ozan hepimize makarna dolduruyor, bir yandan da ara ara Rüzgar’a bakıp homurdanıyordu. “Güya vurulmuşlardı. Şuna bak, aç ayı. Benden önce geldi masaya.”
Kelebek makarnayı tabakların birine çok fazla koyup onu Bade’nin önüne koydu. Bade şaşkınlıkla tabağa baka kaldı. “Ben bunun hepsini nasıl yiyeceğim Ozan?”
Ozan yerine otururken omuz silkti. “Beni ilgilendirmez. O tabak bitiyor.”
Bade güldü. “Emredersin anne.”
Ozan’ın da sert tavrının altından dudağının kıvrıldığını görsem de makarnama sos dökerken görmezden gelmiş gibi davrandım. Masa da bir kaç dakikalık sessizliğin ardından Ozan’ın tekrar homurdandığını duyduk. “Karnımızda kelebekler uçurtmuyorlar madem, biz de kendi kelebeğimizi yollarız midemize.”
“Kim miden de kelebek uçurtacak ki?” Bade güldü. “Ömer mi?”
“He.” Dedi Ozan sinir olmuş gibi Bade’ye bakarken. “Ömer.”
Konuyu değiştirmek için lokmamı yutup boğazımı temizledim. “Tatile gireceğiz yakında. İki hafta ne yapsak tatile falan gidip kafa mı dağıtsak?”
Ömer gülerek baktı bana. “Şu masadaki üç kişi hariç hepimizin aynı gün içerisin de ölme ihtimali vardı ve sen tatile gitmeyi düşünüyorsun... Hiç değişmemişsin Aden. Aynı umursamazlık full HD devam ediyor.”
Saçlarımı topuz yapmış olsam da yalandan saçımı savurdum. “Aden Demir’in her şeyi değişir. Umursamazlığı kalır.” Zamanında her şeyi çok takan her kızın sonu artık hiçbir şeyi takamıyor olmalarıydı.
Gülümseyerek yemeğime dönerken bu sefer Azra konuşmaya başladı. “Konuşmanın zamanı geldi bence.”
Ozan’ın lokması boğazın da kalırken saniyeler içerisin de öksürük krizine girmişti. Rüzgar bir kaç defa sertçe Ozan’ın sırtına vurdu. “Helal kardeşim helal.”
Ozan Bade’nin telaşla verdiği suyu içip lokmasını yutmayı becerdi. Azra’ya dönüp yavru köpek bakışını attı. “Ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza bey.”
“Bozulacak bir şey yok Ozan. Sadece konuşacağız.” Dedim gülümseyerek. Ozan sessizce yerine sinerken içten içe bir kız kavgası beklediğinin farkındaydım. Azra ve ben umurunda olmazdık. Tek amacı Bade’yi sırtlayıp o ortamdan kurtarmak olurdu. Belki beni de diğer omuzuna atardı. En azından öyle umuyorum.
“Önce birbirimize güvenmemiz gerekiyor.” Dedi Azra derin bir nefes aldıktan sonra.
“Bence de.” Aslın da ona güvenmeme gerek yoktu. En azından şu anlık. Katil her şeyimizi biliyordu. Bu da katilin bir adamıysa zaten her şeyi biliyor olmalıydı. Riskliydi ama bunu göze alabilirdim.
Derin bir nefes aldım ve Nuriye sultanın ölümünden itibaren olan her şeyi anlattım. Azra’nın dudakları aralanmış, mavi gözleri kocaman açılmıştı. “Polise gitmemekte hala kararlı mısın?”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Evet. Bunu kimse bilmeyecek. Tamam mı?”
Başını olumlu anlam da salladı. Uzanıp önündeki çayından bir yudum aldı. Biz konuşurken bir yandan dinlemiş, bir yandan da masayı toplamışlardı. “Ailem 6 ay önce İstanbul’a taşındı. Babam bize rahat bir hayat yaşatmak için sürekli iş seyahatleri yapıyordu. En çokta Amerika’ya gidiyordu. Meğer annem... Babamı aldatıyormuş. Annem o adamdan hamile kalmış.” Dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Annemin karnı yavaş yavaş belirginleşmeye başlarken babam tekrar bir iş seyahatine gitmiş. Annem de o yokken çocuğu doğurmuş. Hiç unutmuyorum. Annem benden de saklamak için sürekli bol şeyler giyerdi. Yanım da pek durmazdı. Aynı evin için de mesajlaştığımız bile oluyordu. O zamanlar annemin depresyon da olduğunu düşünürdüm. Derken bir gün geldi ve gözyaşları için de bana sarıldı. Zayıflamıştı. Yani en azından ben öyle sanıyordum. Bebeği doğurmuş ve battaniyesinin içine yüksek bir meblağ koyup puseti ile birlikte gece yarısı yetiştirme yurdunun güvenliğine bırakmış. Benim bunların hiç birinden haberim yoktu. Geçen sene, sabah şeffaf telefon kılıfımın arkasın da bir not buldum. Evime kadar girmiş... Orda olan her şey yazıyordu. İnanmadım normal olarak. Kağıdın en sonun da ise, ‘inanmıyorsan annene eminmişçesine hesap sor,’ yazıyordu. Saçma geliyor kulağa farındayım. Bana da saçma gelmişti fakat dediğini yaptım. Babam yokken gidip anneme hesap sordum. Annem salak bir kadın değil. Hemen inanmaz. Meğerse bilinmeyen bir numara anneme her şeyi bana anlatacağını söylemiş. Bu yüzden annem hemen anlattı. Şok olmuştum.” Gözünden bir damla yaş akarken daha göz pınarından ayrılalı saniye olmadan silip duruşunu dikleştirdi. Dolu gözleri gözlerimin içine bakıyordu şimdi. “Üç ay boyunca annemle konuşmadım. En sonun da daha fazla dayanamadım. Olup bitmiş bir şeydi. Eskidendi. Hem ona, hem kendime daha fazla eziyet çektirmek istemedim.”
Göz ucu ile etrafa baktığım da Ozan ellerini çenesine koymuş, dirseklerini de masaya yaslamış aralanmış dudakları ile şaşkınlıkla bakıyordu Azra’ya. Ömer ise çatık kaşları ile Azra’yı izliyordu. “Birkaç yıldır kardeşimi arıyorum. Her bir gün başarısızlığımı saymaktansa saymayı bıraktım. Notların çoğunu yaktım. Korkudan. Ama bu yanımda.” Elini cebine attı. “Sizinle tanıştığım günün sabahın da kahve bardağımın altındaydı.” Bana uzattığı kâğıdı alıp sesli okumaya başladım.
“Gökten üç elma düştü derler.
Biri sana.
Biri bana.
Biri de sonranın kahramanlarına.
Gökten üç elma düştü derler.
Göğü yardım kaynağı buldum.
Ağacı parçaladım.
O ağaç sizsiniz.
Sizi ben değil,
Elma öldürecek.”
Ozan sesli ofladı. “Bu manyak acaba edebiyat falan mı okudu? Ya da psikopat olma okulu falan mı var? Ne bu sözler ya.”
Yusuf abi ellerini birleştirip dudaklarına yaslamış, dirseklerini de masaya dayamış çatık kaşları ile düşünüyordu. “Fark ettiniz mi?”
“Neyi abi?” Dedi Ömer merakla.
“Katil. Sizin o gün orada olacağınızı biliyordu... Bu nasıl mümkün olabilir?”
Şakaklarımı ovaladım. “Bilmiyorum.”
Gözleri Azra’yı buldu. “Numara hala duruyor mu? Belki oradan bir şey çıkar?”
Azra başını iki yana salladı. “Annemden gerçekleri öğrendiğimiz sabah annemin telefonun da tüm mesajların silinmiş olduğunu gördük. Nasıl oldu bilmiyorum. Hacklemiş olmalı.”
Bade telefondan saati baktı. “Saatte çok geç oldu. Yatsam iyi olacak.”
Ozan da başını olumlu anlam da salladı. “Evet ya uyku. Asla gergin ortamdan dolayı gitmiyorum. Uyku bastırdı. İyi geceler. Kıçınızı iyi örtün.”
Kısa aralıklar ile herkes gitti yanımızdan. Rüzgar ile ben kalmıştım sonun da. Rüzgar da yavaşça yanımdan kalktığın da başımı sertçe masaya koydum. Alnım acımıştı ama umurumda dahi değildi. Ben ve düşüncelerim yalnız kalmıştık ve bu çok rahatsız ediciydi. Susmak bilmiyorlardı. Sessizlik istiyordum. Etrafımdan çok zihnim sussun istiyordum. Dakikalar sonra adım sesleri geldi. Başımı kaldırıp bakmadım. Omuzlarım da bir şey hissettiğim de başımı yan çevirip masaya yanağımı koyarak kimin geldiğine baktım. Omuzlarındaki şey kalın bir hırkaydı. Bir hırka da Rüzgar’ın omuzlarındaydı. Ellerin de ise iki kupa soğuk kahve vardı. Kaşlarım çatışırken başımı kaldırdım. “Ne yapıyorsun?”
Başıyla kapıyı işaret etti. “Gel benimle.” Rüzgar’ı takip ederken beraber sessizce çıktık evden. Yerden bir kaç metre yüksekte olan evin giriş kısmına oturduk beraber. Gülerek baktım Rüzgar’a. “Hırka ve soğuk kahve mi?”
Gülümseyerek gözlerini sisle kaplanmış karanlık gökyüzüne çevirdi. “Geceyi seviyorsun. Soğuk kahveyi seviyorsun. Bunları bir araya getirmeliydim.”
Bardağımı elinden alırken ben hala ona bakıyordum. “Çok incesiniz beyefendi ama buna gerek yoktu.”
Başını tekrar bana doğru çevirdi. “Herkesten sakla Küçük Kelebek. Yorulduğunu herkesten saklayabilirsin. Güçlüymüş gibi durabilirsin. Ama benden saklayamazsın. Yorgun gözlerini görüyorum.” Kollarını açtı. “İzin ver yorgunluğunu seninle paylaşayım.” Uzanıp Rüzgar’a sıkıca sarıldım. Benim başım göğsünde bir eli belimde, diğer eli ise kahveyi bırakmış beni sarmalıyordu. Etrafım kaosla doluydu fakat onun kollarındaki sıcaklık beni hepsinden korur gibiydi.
Hiç ayrılmadan öyle durmaya devam ettik. Rüzgar sadece beni saran diğer kolunu çekmiş, kahvesini alıp benim gibi yudumlamaya başlamıştı. “Hatırlıyorsun değil mi? Sana burada seni sevdiğimi söylemiştim.”
Kıkırdadım. “Sonra da Ozan bizi basmıştı.”
Rüzgar derin bir nefes alınca göğsün de başım öne gidip tekrar geri gitti. “Ozan demişken... Ömer ile de aranız iyi gibi?”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Bunu bir başkası yapsa asla affetmezdim. Affetmezdik. Ama bu kişi Ömer. Er ya da geç onu affedeceğimizi zaten biliyordum.” Güldüm. “Merak ediyorsun değil mi?”
“Şaka mı bu? Kalbimin sesini duymuyor musun? Meraktan kuduruyorum burada.”
“Duyuyorum.” Dedim sırıtarak. “Sanırım anlatmaya hazırım.”
3 yıl önce.
“Alo Ömer. Biz okula geliyoruz. Sen neredesin?”
Hattın diğer ucundaki Ömer güldü. “Ben zaten okul kapısın da yarım saattir sizi bekliyorum.”
“Bizimkiler geldi mi?”
Cıkladı. “Daha gelme- Aha gördüm geliyorlar şimdi.” Sesinden güldüğünü anladım. “Ozan yine Bade’yi delirtiyor sanırım. Bade yeşil gözlerinden ateş atacak yakın da.”
“Geldik sayılır. Bekleyin bizi. Ne konuştuğumuzu unutmayın.”
“Tamam. Aklım da güzelim, merak etme.”
“Hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz.” Yağmura bakıp gülümsedim. Teyzemin kızıydı ve tatile gelmişlerdi. Teyzem tatil sonrası İtalya’ya gitmiş, Yağmur ise bizi çok sevdiği için burada kalmıştı. Annesinin küçük kızı onun hiç bir isteğini ikiletmezdi. Yine öyle olmuştu. İçim hiç rahat değildi ama yine de karşı çıkamazdım. Bizimkiler ile konuştuğumuz konu ise ona normalden daha sıcakkanlı davranmalarıydı. Kuzenimin yabancılık çekmesini istemiyordum.
Okula vardığımız sıra da Yağmur herkese teker teker sarıldı. Biz böyle şeyler yapmazdık. Hepimiz manyak temas bağımlılarıydık ama her karşılaşmamız da sarılmazdık. Çünkü her gün yan yanaydık. En son Ömer’e sıkıca sarılıp geri çekildi. “Günaydın millet. Bu kadar heyecanlı olan tek ben miyim?”
Ömer gülerek omuz silkti. “Sadece liseye geçtiğimiz için. Yoksa pekte bir fark yok.”
Ozan gülerek kolunu omuzuma attı. “Ama canım Ali amcam nasıl da hepimizi aynı okula aldırttı? Canım o benim canım!”
Bade gülerek baktı Ozan’a. “Sen Ali abiye biraz daha amca de sana amcayı tersten düzden göstersin.” Beraber gülüşerek içeri girerken hiç bir sorun yoktu. Depresyondan yeni sıyrılmış ve mutluydum.
Zaman hızla akıp geçti, bu beşli hiç ayrılmadı. Ayrıldığımız zaman dilimleri çok azdı. Ya tuvalete giderken, ya da teneffüste ben sınıfta kalıp kitap okumayı seçip onlar dışarı da gezerken. Onun dışın da her şeyi beraber yapardık. Sene ortasın da çok güzel bir şey olmuştu. Yağmur ile Ömer sevgili olmuşlardı. Çok tatlı bir çifttiler. Ömer bizim evin bahçesin de bir haberleri olduğunu söyleyip ikisinin el ele tutuşan ellerini havaya kaldırdığın da sevinçle ona sarılmıştım. Daha güzel ne olabilirdi ki? En yakın arkadaşım ile kuzenim sevgiliydi! Bir süre sonra teyzem de sevgili olduklarını öğrenip çok mutlu olmuştu. Tabii bunu babamdan saklıyorduk. Babam pek hoş karşılamazdı. Nuriye sultanım ise babamdan saklamamıza yardımcı oluyordu. Kızı ile küstü ama sırf kızı ile arası kötü diye torununa da öyle davranmıyordu. Fakat Nuriye sultan ikisinin ilişkisini hiç bir zaman sevememişti. Üzülmemelerine için onlara söylememişti ama bana söylemişti. “Bak kızım. Yıllarca yaşadım bu hayatı. Ömer’i de, Yağmur’u da ayrı ayrı severim. Ama içimi rahatsız eden bir şey var. Ne olduğunu şu anlık bilmiyorum.” Demiş ve konu orada kapanmıştı.
Bir gün Yağmur çok kötü hasta olmuştu. Nuriye sultanın da işleri olduğu için ona çorbayı ben yapacaktım. Ona hazır çorba almalıydım. Ayakkabılarımı giyerken Yağmur’un hasta sesini işittim. “Aden.”
“Efendim kuzen?”
Öksürdü. “Nereye?”
“Sana çorba alıp geleceğim.”
Başını olumlu anlam da sallayıp televizyonun karşısındaki koltuğa battaniyesi ile uzandı. “Ömer’e ulaşırsan haber ver olur mu? Bana ders çalışacağını söylemişti.”
Ayağa kalkıp Yağmur’a baktım. Ömer’in babası hakkın da olan kötü gerçekleri bilmiyordu. Ömer’in babası şiddet gösteren bir adamdı. Hem annesine, hem Ömer’e... Oldukça da disiplinliydi. Ömer ders çalışmak için telefonunu kapattıysa evine gitmeden kimse onu bulamazdı. Yoksa babası denen şerefsiz küçüklüğünden beri ağır cezalar uygulardı. Dışarıdan melek gibi görünen bu adamdan nefret ediyordum. “Ömer’e ulaşman biraz zor. Ders yapıyorsa ona odaklanmıştır. O dersi bitince ulaşır zaten sana.”
Kaşları çatıldı Yağmur’un. “Nasıl bu kadar iyi biliyorsun?”
Omuz silktim. “Kendimi bildim bileli onlar var. Sence de normal değil mi?”
Yağmur kısa bir süre bana bakıp omuz silkerek televizyona döndü. “Her neyse.”
“Birazdan gelirim.” Evden çıkıp evimize en yakın olan süper markete girip hazır çorbayı ve gerekli bir kaç eşyayı aldım. Kasaya geldiğim de telefonum çalmıştı.
Abilerin kralı.
Arayan Ömer’di. Onu bu isimle kendisi kaydetmişti. Kasaya malzemeleri koyarken telefonu açıp omuzum ile kulağıma arasına sıkıştırdım. “Efendim beyefendi? Sapık mısınız ya iki de bir beni arıyorsunuz?”
Kasiyer kadın bile bir anlığına duraksamıştı ama Ömer ile uğraşmayı sevdiğimden habersizdi. “Elim de fotoğrafların var. Öyle ki hem ifşaların hem de düşülenler olarak ikiye ayrılıyor. İfşalarını gören senden hızla kaçar. Düşülenleri görecek olan sana alık olur ve ben de Ozan ile onu bir güzel döverim. Gerçi ben döverim, Ozan da arada bir tekme atıp sonra da ben dövdüm diye geçinir ama olsun. Konumuz şu an bu değil. Hangisini paylaşmamı istersin?” Diyerek şakama ayak uydurdu.
“Hangi elinizde?”
“Ney?” Dedi anlamayarak.
“Fotoğraflarım elinizdeymiş ya... Hani eliniz de?”
Bir an duraksasa da devam etti. “Ee... Sağ?”
“He o zaman bir şey olmaz.”
“Bö!” Belimde hissettiğim iki el ile çığlık atarak arkamı döndüm. Telefonum yere düşerken karşım da Ömer gülerek bana bakıyordu. “Oluyormuş bak.”
Sinirle göğsüne vurdum. “Korktum hayvan!”
Bana bakıp göz kırptı. “Böyle alırım aklını.”
Söylenerek yerdeki ekranı çatlamış telefonumu aldım. “Al işte. Koruma ekran kırılmış. Değiştirmeliyim.”
“Buralar da bir tane telefoncu açılmıştı. Oraya gidelim iki dakika değiştir.” Kasiyer kadına dönüp ödememi yaptıktan sonra ceza olarak poşetleri Ömer’e devirdim. Onu dinleterek telefoncuya gittik ve yeni bir koruma camı takmasını istedim. Yoğunluktan dolayı biraz uzun sürmüştü ama sonun da evin yolunu bulabilmiştik. Ozan’ın dördümüzün olduğu gruba komik fotoğraflarını ve Bade’nin ifşalarını atarken kahkahalara boğulmuştuk. Eve girdiğim de Yağmur bacak bacak üzerine atmış, kollarını göğsünün altın da birleştirmiş koltukla otururken bulduk. İçeri girdiğimiz de kaşları çatıldı.
“Ömer?” Sinirli olduğu sesinden belli oluyordu.
Ömer poşetleri yere bırakıp Yağmur’un yanına geldi. “Canım?” Yanağına bir öpücük bırakıp elini anlına koydu. “Hmm. Ateşin düşmüş biraz. Bir şey yiyip içtin mi?”
“Hayır.” Dedi Yağmur aynı sinirini koruyarak.
“Ben o zaman sevgilime bir güzel çorba yapayım.” Tekrar dönüp poşeti eline aldı. Diğer odadaki mutfağına geri geri giderken Yağmura bakıp göz kırptı. “İyileşmezsen ayıp edersin bak. Benim elim değdi sonuçta.” Ömer odadan çıkarken Yağmur hızla bana döndü.
“Hani ona ulaşamazdım? Sen nasıl ulaştın?”
Omuz silktim. “O aradı. Markette karşılaştık.”
Gözlerini kıstı. “Neye o kadar gülüyordunuz?”
“Ozan gruba fotoğraf atmış. Ona.” Şu an da neden açıklama yapıyordum? Açıklama yapmayı hiç bir zaman sevmemiştim.
“Grubunuz mu var? Ve benim bundan yeni mi haberim oluyor? Ayrıca neden ben yokum?” Çünkü orası kardeş grubu kuzen. Akraba grubu değil.
“İstersen alabilirim?” Bunu yapmayı istemiyordum. Kuzenimi çok seviyordum ama o grup yıllardır vardı ve kimse girip çıkmamıştı.
“Zahmet oldu.” Dedi Yağmur sinirle. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım. Kısa bir süre sonra Ömer çorba ile gelmişti. Yağmur mırın kırın ederek içtikten sonra bu sefer ben bulaşıkları Amerikan mutfaktaki makinaya yerleştirirken Ömer’in neşeyle konuştuğunu duydum. “Ee canımın içi? Çorba nasıl olmuş? Sevgiyle yaptım. Hemen iyileşmen gerek demek bu.” Diyerek göz kırptı.
“Eh, güzeldi.” Dedi yağmur. Anlaşılan hala sinirliydi. Buna bir türlü anlam verememiştim. Zaten üzerinde de durmamıştım.
O günden sonra her şey hızla değişmeye başladı. Topluca gideceğimiz yerlere Yağmur bahaneler buluyor ve gelmiyordu. Genellikle Ömer’i de gitmekten bir şekil de alıkoymayı beceriyordu. Bu durum gün geçtikçe bizi rahatsız etmeye başlamıştı. Okulda gün geçtikçe zorbalığa uğramaya başlamıştım. Kilom biraz fazlaydı ama dalga geçme haklarına sahip değillerdi. Okuldaki çoğu kız fazla fit olduğundan göze batıyordum. Benim suçum değildi ki. Girdiğim depresyon da kendimi yemeğe vermiştim. Ayrıca bu, onların benimle dalga geçmelerini haklı çıkarmazdı. Her insan aynı olacak diye bir şey yoktu sonuçta. Ozan ve Bade yanımda oldukları zamanlar bana destek çıkıyordu ama onlar yokken demediklerini bırakmıyorlardı. Normalde Ömer’den korkarlardı. Hem ondan, hem de babasından. Nasıl şimdi bu kadar rahat konuşabiliyorlardı? Tabii bunların hiç birini bizimkilere söylemiyordum. Dalga geçenlerin arasın da Yağmur da vardı. Şaka adı altın da demediğini bırakmıyordu. Ara da karşı çıksam da yanına topladığı kız grubu ile ağzım açık kalacak şeyler söylüyorlardı. Yağmura neler oluyordu böyle? Dedim ya, zaman geçti. Fazla hızlı geçti. Artık Yağmur ile yaptığım tek aktivite kavga etmek haline gelmişti, onunla kavga konularını asla ben açmıyordum. Hep kendisini başlatıyordu ve bu kavgalar hep ben Ömer ile eğlendikten sonra oluyordu.
Bir gece şok büyük bir kavga etmiştik. Anneannem veya babam evde yoktu, sadece ben ve Yağmur vardık. Sevgili aile üyelerimin toplantıları veya iş yemekleri vardı. Yağmur ben banyodayken telefonumu açmış ve Ömer ile olan mesajlarımızı okumuştu. Bir şey yoktu pek. İfşalarımız ve komik mesajlaşmalarımız vardı sadece. Bornozum ile odama girdiğim de onu oturmuş telefonuma bakarken görünce ağzım açık kalmıştı. Daha sene başın da kendisi özel hayattan bahsetmiyor muydu? Bağırıp çağırmaya başladıktan beş dakika sonra patladı. Benden Ömer’i kıskandığını itiraf ettiğin de şok olmuştum. O benim abimdi. Dişlerimi ve ellerimi sıkmıştım. “Bunu Ömer’e söyleyip boşuna üzme onu aptal.”
Diye bağırdığım da sırada bana öfkeyle bakıyordu. “Hala onu düşünüyor Allah’ım çıldıracağım!” Kapımı işaret ettim. “Yağmur siktir git!”
Yağmur sert adımlarla odamdan çıktı. O gece ilk defa bir şeyi kafama takmış ve uyuyamamıştık. Bunun daha başlangıç olduğundan habersizdim.
Sonraki gün okulun itiraf sayfasın da benimle dalga geçmeli postlar paylaşılamayan başlandı. Ömer’in nasıl oluyordu da hiç birinden haberi olmuyordu? Gerçi onu bu sıralar gördüğüm bile söylenemezdi. Sadece yağmur vardı onun için. Bazen zorla, bazen isteyerek.
Bir hafta sonra, kavgalarımız şiddetini daha da arttırdığı bir vakitte okulun itiraf sayfasında bir paylaşım yapıldı. Benim hastane raporlarım. İntihara kalkışmam. Annemin ölümü ile dalga geçilmesi... Tüm o iğrenç yorumları okuyup insanların kalbinin olmadığını bir kez daha öğrendim. Tüm okul artık intihar ettiğimi biliyordu. Bu olay okula doğru yürürken olmuştu ve bunu kimin yapabileceğini gayet iyi biliyordum. Evimdeki raporlara dışarıdan biri ulaşamazdı. Şeytan içimizdeydi. Okula koşarak gittim ve okul bahçesin de Yağmur ve geri kalan herkes benimle gülerken kavga ettim, Bade ve Ozan da her şeyi biliyor ve bana laf söyleyenlere cevap yetiştiriyorlardı. Ardından Yağmurun saçına yapıştığım sırada okula Ömer geldi. Gelip ikimizi ayırdı. “Kızlar ne oluyor burada?!” Dönüp bana baktı. “Aden ne yapıyorsun sen?”
“O yanın da gezdirdiğim hain orospuya haddini bildiriyorum!”
Kaşları çatıldı. “Düzgün konuş.”
“Hiç bir şeyden haberin yok değil mi? Aptalsın aptal!” Telefonumu çıkartıp itiraf sayfasını gösterdim. “Bunları görüyor musun?”
Ömer şaşkın görünüyordu. “Bu sayfayı ben neden bilmi-“
“Bilmezsin tabi!” Diye bağırdım. Etrafı gösterdim. Bizi gülerek izleyen insanları gösterdim. “Bunları biliyor musun? Ha? Biliyor musun bunları!? Aylardır ağzıma ettiler burada biliyor musun?” Raporlarımın olduğu Post’u açtım. “Bak ne var burada, iyi bak. Sen iyi hatırlarsın bu günü bak!” Elimle Yağmuru işaret ettim. “Onun yaptıklarına bak! Bize, sana yaptıklarını gör Ömer!”
Yağmur ağlayarak Ömer’e sarıldığın da Ömer karşılık vermeden sadece şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Aşkım! Aden bana neden böyle davranıyor bilmiyorum. Şu halime bak rezil rüsva etti beni. Zaten zor alışmıştım ne yapacağım şimdi bana bu kadar gülen insanın içinde? Ayrıca o rapor olayı ne? Ne oluyor anlamıyorum.” Ömer yavaşça elini kaldırdı ve Yağmurun saçlarına götürüp okşadı.
Şok olmuştum. “Onun yaptığını nereden biliyorsun Aden? Kanıtın var mı?”
“Be-ben-“
“Onu kanıtın olmadan mı yargıladın? Kuzenini? Bu kadar insanı için de?” Kaşları çatıldı. “Neden yapıyorsun bunu Aden?”
Başımı iki yana salladım. “Ömer, yapma hayır. Lütfen yapma. Ben senin kardeşinin. Bana inanmayacak mısın?”
Ozan ve Bade yanıma geldiğin de Ozan elini omuzuma koydu. “Kardeşim, iyi karar ver. Kendini bildin bileli tanıdığım bize mi?” Ağlayan Yağmura bakıp yüzünü buruşturdu. “Yoksa şu yalancıya mı inanacaksın?”
“Ben...” Derin bir nefes aldı. “Yağmur’u gereksiz yere suçlamış olabileceğini düşünmüyor musunuz? Kızın aylardır bize bir zararı dokunmadı. Bende böyle bir şey yapsın ki? Kuzenler onlar.”
Başımı iki yana salladım. Bu kadarı fazlaydı. Gözlerimden yaşlar akmaya başlarken elimle ağzımı kapattım. “Bana inanmıyorsun…” Gözümden acının her zerresini hisseden bir yaş aktı. “Senden nefret ediyorum Ömer Kartar.” Yanından koşarak uzaklaşırken arkamdan bağırdığını duydum ama yavaşlamakta yerine daha da hızlandım. Peşimden bile gelmemişti.
Gerçek dostumun kim olduğunu artık biliyordum. Bundan sonra Bade ve Ozan olacaktı benim için. Ömer, artık hiç tanımadığım, tanımayı hiç istemeyeceğim biriydi. Ozan ve Bade arkamdan gelmişlerdi. İki gün boyunca yanımdan bir dakika bile ayrılmamışlardı. Nuriye sultana ya da babama bir şey söylememiştik. Zaten hepsi yeterince meşguldü. İki gündür ne okula gitmiştim, ne yağmur eve gelmişti, ne de Ömer beni aramıştı. Ona hala inanamıyorum. Nasıl yapardı bunu?
2. Günün ortalarım da içimi rahatlatan bir haber geldi. Sırf bu olay için kiraladığım hackerlar her şeyi bulmuştu. Rapor fotoğrafı kesilmişti. Yağmurun bileğindeki yeşil ince bileklik ve az da olsa ayak bileğindeki halhal görünüyordu. Üstüne üstlük itiraf sayfası ile konuşmalarının hepsi elimdeydi. Yağmur hepsini parayla kendi adamına çevirmişti. Kiraladığım hacker benim için o hesabı çaldı. Hesaba girip yazışmaları attım önce. Arşından raporun normal versiyonunu ve Yağmurun bileğin de o bilekliğin ve halhalının göründüğü bir fotoğrafı kırmızı daire içine alarak paylaştım. Son olaraktan siyah ekranlı bir fotoğraf. Ömer’i etiketleyip yazdım.
“Kime güveneceğinizi iyi seçin. Kiminle dalga geçtiğinize, kimin yanın da durduğunuza. Size küçük görünen şeyler bazılarının sonu olabilir.”
Kapımı kilitleyip banyodan yatağıma bıraktığım ilaçların yanına ilerledim yavaşça. Herkes aşağı da yemek yiyordu. Benim uyuduğumu sanıyorlardı ama ben ölüyordum. Ömer yüzünden ölüyordum. O yanım da olsaydı belki daha fazla dayanabilirdim. Bana dayanma gücü verebilirdi ama yoktu artık. Ben bir aile üyemi daha kaybetmiştim. Ve artık bu zalim evreni istemiyordum.
Evren ile gerçek düşmanlığımız tam o an da başlamıştı.
Yatağıma bağdaş kurarak oturdum ve ilaçlarım hepsini yavaşça önümdeki yorganın üzerine dökmeye başladım. Aşağıdan kapı tekmeleme sesleri geliyordu. İşte başlıyoruz.
Ne kadar alacağımı bilmediğimden bir avuç alıp hepsini ağzıma atıp su içmeye çalıştım. Tatları iğrençti. Merdiven sesleri ve koşuşturmalar. Yatağıma uzandım. Bekle beni anne, ben geliyorum. Kapım defalarca açılmaya çalıştı. Gözlerim kapanırken son gördüğüm şey kırılan kapı ile bana doğru koşan aile üyelerimin önünde Ömer’in kızarmış gözleriyle korkarak bana koşuşuydu. Geç kaldın Ömer. Bu sefer çok geç kaldın.
Uyandım.
Lanet olsun ki uyandım. Midemi yıkadılar ve ben uyandım. Babama ulaşamadılar o gece. Anneannem başımda durdu. Ve o geceden babamın haberinin olmamasını sağladı. Devamı pekte önemli değil. Ömer’i bir yıl boyunca hiç görmedim. Yağmur ile ilgili gerçekler ortaya çıkınca ayrıldılar ve Yağmur gitti. Depresyona tekrar girdim ve zayıfladım. İkinci yıl Ömer okula döndü. Bir seneyi başka bir okul da okumuştu. İkinci senin sonun da benimle ufak diyaloglar kurmaya başladı. Rüzgar ile tanıştığımız yıl benimle tekrar konuşmaya başlamıştı ama arık ona güvenmiyordum. Benim için, bizim için artık Ömer Kartar diye biri yoktu. Taki katilin radarına oda girene ve onun da ölme ihtimali ile göz göze gelene kadar.
Günümüz.
Rüzgar hiç bir şey demeden öylece duruyordu. Başımı kaldırdım ona baktım. “Rüzgar?”
Öfke ve hüzün ile parlayan gözleri beni buldu. “Özür dilerim.”
“Ne için?” Dedim merakla.
“İlk sınıfım da başka okuldaydım. O yıl sınıfta kaldıktan sonra geldim Galatasaray lisesine. Olayların yaşandığı yıl yoktum. Özür dilerim. Yanında olabilseydim hiç birine izin vermezdim. Seni geç bulduğum işin özür dilerim.”
Burukça gülümsedim ve uzanıp ona sıkıca sarıldım. Birkaç dakika sonra telefonum çaldı. Arayan kişiye baktığım da Yağmur olduğunu gördüm. Yüzsüz Köpek. Ben bu saatte neden arıyordu? Tabii ki de de açmayacaktım. Gülerek Rüzgar’a gösterdim. “Al işte. İti an, çomağı hazırla diye buna denir.” Telefonumu sessize alıp cebime geri tıktım. Dakikalar sonra hapşırmaya başlayınca içeri girdik. İkimiz de yorgun görünüyorduk. Onun öğrendikleri, benim ise tekrar hatırladıklarım yormuştu. Rüzgar ne kadar dirense de uyumasını söyledim ve odama gittim. Yatağıma uzandım ve gönül rahatlığı ile gözlerimi kapattım. Uzun bir süreden sonra bunu birine anlatmak iyi gelmişti.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
“Yemin ederim bu kız harika yemek yapıyor ya!” Diye haykırdı Ozan kahvaltı sofrasından kalkarken. Hep beraber bulaşıkları halledip çaylarımız ile beraber koltuklara oturmuş ve sohbet etmeye başlamıştık. Rüzgar sabahtan beri Ömer’e ters ters bakıyordu. Ona mesaj atmasaydım bakmaya devam edecekti herhalde.
“Şu çocuğa öyle bakmayı bırak. Onu tanıyorum ve üç yıl boyunca ne kadar vicdan azabı çektiğini biliyorum. Onun cezası bitti Rüzgar. Lütfen.”
Mesajı okuyup başını kaldırdı ve benimle göz göze geldi. Derin bir nefes alıp gülümsedi ve belli etmeden başıyla beni onayladı. Ona kendisi cezasını kesmek istiyordu ama bu kadarı yeter ve artardı. Kapı çaldığın da sohbetimiz yarı da kesildi. Dönüp diğerlerine baktım. “Bir bekleyeniniz var mı?”
Bade gülümsedi. “Ben elbise sipariş etmiştim. O olmalı.” Kapıya en yakın ben oturduğun için kalkıp kapıya doğru ilerledim. Bade’nin arkamdan seslendiğini duydum. “Karttan ödedim, direk içeri alır mısın?” Başımla Bade’yi onaylayıp kapıya doğru ilerledim.
Arkamdan Ozan söylenmeye devam ediyordu. “Kim bilir neler aldın. İnsan bana da alır Zümrüt gözlüm. Çok ayıp ediyorsun.”
“Bir dahakine beraber alırız.” Dedi Bade heyecanla. “Ama sen ödersin.”
Ozan yalandan boğazını temizledi. “Ya da vazgeçtim ya benim yeterince kıyafetim var.”
Bade’nin arkam dönük olsa da Ozan’a vurduğunu anladım. “Çok kötüsün Ozan.”
Ozan gülerek Bade’ye öpücük atarken kapıyı açtım. Mavi gözleri ve sarı saçları. Yüzündeki gülümsemesi ve o sesi. “Selam millet! Sürpriz!” Yağmur. Kapımdaydı. Tam karşımdaydı ve sırıtıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |