
23. Bölüm: Son’un Emareleri.
Kaşlarım çatılırken bir adım geri gittim. “Ne işin var senin burada?”
Yüzünüzdeki kocaman sırıtışa yumruk atmak istiyordum. “Sevgili kuzenimi ziyarete geldim.” Arkamda bir hareketlilik hissederken başım dönmeye, midem bulanmaya başlamıştı. Titreyen ellerimi sıkıp kendime gelmeye çalıştım. Bana yaşattığı şeyleri hatırlamak bile canımı yakıyordu. “Sen bu eve giremezsin.”
Arkam da hissettiğim sıcaklık birilerinin olduğunun göstergesiydi. Dönüp baktığım da Rüzgar’ın sert bakışları ile karşılaştım. Yanın da Bade ve Ozan’da vardı. Üçü de Yağmur’u dövecek gibi bakıyordu. Gülerek telefonundaki açık olan mesaj sayfasını salladı. “Çok geç Kuzen. Ali abiciğime söyledim ve o da bundan çok memnun oldu. Sağ olsun kendisi beni otel odaların da süründürmek istemedi.”
Başımı iki yana salladı. “Umurumda değil. Seni eve alarak bir kere hata yaptım. Bir daha yapmayacağım.”
Elini hava da salladı. “Aman be kuzen. Bunlar ufak şeyler takılmayalım.” Yüzün de sinsi bir gülümseme oluştu. “Ayrıca Ali abiciğime beni eve almadığını söylediğim de bunun nedenini sana sormayacak mı?” Dudak büzüp gözlerini bir kaç defa kırpıştırdı. “Yoksa sevgili babacığına intihar etmeye çalıştığını mı söyleyeyim?”
Ona küçük bir mide ağrısı olduğunu söylemiştik zamanın da. “Senden nefret ediyorum.”
Bana öpücük attı. “Ben de senden hayatım.” Gözlerimi Ozan ve Bade’ye kaydı. “Ne kadar da aşk dolu bakıyorsunuz bana. Ben de sizi özledim.”
“Geri zekâlı.” Diye söylenen Ozan sinirle Bade’yi de beraberin de çekerek içeriye götürdü. Bade’ye zarar vermesinden korkuyordu. Haklıydı. Yağmur’un ne yapacağı pek belli olmuyordu. Kapıda görmeyi beklemediğim başka biri ile göz göze geldim. Ayaz.
Çatık kaşları benim ve yağmurun arasında mekik dokuyordu. “Aden Hanım. Bir sorun mu var?”
Yağmur alıcı gözü ile Ayaz’ı süzdü. “Selam yakışıklı.”
Ayaz onu duymamazlıktan gelerek benimle göz temasını kesmiyordu. “Evin önünden geçiyordum ve kapıda gergin bir ortam olduğunu gördüm.” Başıyla Yağmur’u işaret etti. “Davetsiz misafir mi? Rahatsız ediyor.”
“Aşk olsun.” Diyerek dudak büzdü. “Rahatsızlıktan daha çok lütuf olduğumu düşünüyorum.” Sesine etkileyici bir tını eklemeye çalıştı. “Sen de öyle düşünmüyor musun?”
Ayaz derin bir nefes verdi. “Seni muhatap dâhilinde görmediğimi ne zaman anlayacaksın şımarık hanım?”
Başımı iki yana salladım. “Sorun değil Ayaz.” Ofladım. “O benim kuzenim.”
Ayaz’ın kaşları şaşkınlıkla kalkarken bana öyle bir kuzene sahip olduğum için benim adıma üzülmüş gibi baktı. “Anladım. Ne zaman yardıma ihtiyacınız olursa aramanız yeterli.” Bu kızı evden atman gerekirse ara diyordu. Onu çözmeye başlamıştım. Ya da ben öyle sanıyordum. “İyi günler.”
Gülümsedim. “Teşekkürler. İyi günler.”
Yağmur gözlerini başımın üzerine, Rüzgar’a çevirip göz kırptı. “Selam yakışıklı. Adını bana söylemek gibi bir çılgınlık yapmak ister misin?” Yağmur’u sertçe ittim geriye doğru. Bunu beklemiyor olmalı ki bir anlık maskesi düştü ve ban öfkeyle baktı. Sıktığım elimden işaret parmağımı uzatıp Yağmur’u doğru salladım. “İşte ondan uzak duracaksın. Hayatımdan, ailemden, dostlarımdan, sevgilimden uzak duracaksın!”
Yağmurun öfkesi yerini sinsi bir gülümseye bıraktı. “Sevgilin ha? Sana biri baktı sonun da.” Aklına gelen şey ile heyecanla ellerini birbirine vurdu. “Ah! Ömer nerde? Evindedir herhalde. Taşındılar mı?”
Cevap verip onunla daha fazla iletişim kurup sinir sistemimi daha da bozmamak için arkamı döndüm ve varlığını unuttuğum Rüzgar’a çarptım. Sinirli bakışlarını Yağmur’dan çevirip buruk bir gülümseme ile bana baktı. Eğilip yavaşça yüzünü bana yaklaştırdığın da ani yaklaşımı şaşırmama ve nefesimi tutmama neden olmuştu. “Sinirlenince çok tatlı oluyorsun.” Dediğin de şaşkınlıkla ona baka kalmıştım. Sakinleşmem için söylüyordu. “Şaşkınken de çok tatlı oluyorsun.” Kendimi toparlayıp koluna yavaşça vurup yanından geçtim. “Hele utanınca...” Derin bir nefes aldı. “O zaman daha da tatlı oluyorsun.” Sinirimin geçmemesi gerekiyordu! Yağmur bu evdeyken sinirli durmalıydım.
İçeriye doğru yürürken Yağmur ayakkabılarını çıkartıp bavulunu içeriye soktu. Başını kaldırıp baktığın da koltukta rahatça oturan ve gözlerini ona diken Ömer ile karşılaştı. Yüzün de büyük bir gülümseme oluştu. “Sen de mi buradaydın?” Sesinde ima vardı. “Barıştınız herhalde.”
Ömer konuşmak yerine sola yatık olan başını biraz kaldırıp sağa doğru yatırdı. “Neden geldin?” Diye ekledi sonunda.
Yağmur tek kaşını kaldırdı alayla. “Belki de seni özlemişimdir.”
Ömer alayla gülüp göz devirirken bu gülüşte kırgınlığın olduğunu hissetmiştim. Hepimiz için zordu. Ömer’de sevdiği kız tarafından oyuna getirilmişti. “Tekrar oyun oynamayı düşünüyorsan kendine başka bir kobay faresi bulmalısın.”
Yağmurun yüzündeki alay yerini sinsi bir gülümseme bıraktı. “Kobay faresi de profesörüne aşık olmasaymış o zaman.”
Azra her şeyden habersiz dikkatle bizi izlerken Yağmur’un radarına takıldı. Yağmur her zamanki sahte gülümsemesini taktı bu sefer de. “Selam. Sen kimsin?”
Yağmur’u baştan aşağıya süzdü. “Azra.”
Yağmur bavulunu bırakıp Azra ve Ömer’in arasındaki boşluğa oturdu. Ömer Yağmur yanına oturunca rahatsız olmuş olmalı ki ellerini göğsün de birleştirdi. “Buradaki tek aklı başında olan sensin sanırım.” Başıyla bizi işaret etti. “Bunlarla nasıl tanışmak gibi bir hataya düştün?”
Ozan gururla konuştu. “Kendisi Ömer’i kurtardı.”
Yağmur şaşkın ve kıskançlıkla baktı Azra’ya. “Yaa. Kahramanı oldun demek.” Yüzündeki gülümsemenin birazı silindi. “Dikkat et de, kahramanlık yaparken sana zarar gelmesin.”
Azra soğuk bir tavırla gözlerini kıstı. “Kimine kahramanlık yaparım.” Tek kaşını kaldırdığın da sanki Yağmur’u işaret eder gibiydi. “Kimine ise kahraman olmam için yalvartacak hale getiririm. Hangi tarafta olduğun önemli, iyiliğin için.”
Ozan yaklaşıp kulağıma fısıldadı. “Yağmurun yerin de olsaydım bırak günlük yazarken, tuvalette bile ağlardım. Kızı açık açı tehdit etti lan! Ben bu kızı tuttum.”
Öfkeyle fısıldadım. “Ozan! Sessiz ol. Duyacak.”
Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. “Bu gün de ehliyet kursu var. Geliyorsunuz değil mi?”
Ozan heyecanla başını salladı. “Tabi kızım! O sınava derse girmeden girer ve kaybedersem babam beni asar.”
Cebimde telefonumu çıkartıp saate baktım. Daha derse bir kaç saat vardı. “Derse gitmeden önce ben Şevket amcaya uğrayıp kitapları satın alacağım. Bir de oyuncak falan alalım diyorum. Nasıl fikir?”
Ozan kaşlarını çattı. “Sen neyden bahsediyorsun?”
“Çocuklara kitap alacağız demiştim ya.”
Azra kaşlarını kaldırdı. “Hangi çocuklara alacaksınız?”
“Yetimlere.”
Gözleri ışıldadı. “Ben de katılabilir miyim? Yetimhanedeki çocuklara elimden geldikçe yardım etmeye çalışıyorum.”
Yağmur ona göz devirirken gülümsedim. “Tabii. Olur.”
Bade başıyla beni onayladı. “Güzel olur.”
Oturduğum yerden kalkıp merdivenlere doğru yürümeye başladım. “On beş dakikaya sonra oturma odasın da buluşalım gençler.”
Odama girip kapımı kilitledim. Derin bir nefes alıp odama bakındım. Siyah kelebeklere baktım. Yağmur bu kata çıkacak ve bunları görecekti. Hala inanamıyordum. Yağmur aşağıdaydı. Saçlarımı karıştırıp dolabımın önüne doğru ilerledim. Zaten başım da az bela varmış gibi bir de manyak kuzenim çıka geldi! Teyzemin geçen akşamki telefonunu açmalıydım. Üzerimdeki pijamaları çıkartıp dolabımdan beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon çıkardım. Aynadan kendime baktığım da bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum. Dolaptan Nuriye sultanın ördüğü V yaka, sıfır kollu, siyah olan süveteri çıkartıp üzerime geçirdim. İşte şimdi daha iyiydim. Saçlarımı tarayıp maşa ile biraz şekil verdim. Bu gün, Yağmur’un karşısın da özgüvenli durmak istiyordum.
Aşağıya indiğimde Bade hariç herkesin hazırlanmış olduğunu gördüm. Yağmur koltukta oturmuş hala Azra ile konuşmaya çalışıyordu. Kendine yardakçısı olarak ayarlamaya çalıştığı Azra resmen ona arkasını dönmüş, elini yanağına yaslamış bıkkın bir halde telefonunu karıştırıyordu. Üzerin de koyu kahverengi bir pantolon ile karnının küçük bir kısmını dışarı da bırakan bol, açık kahverengi bir kazak giymişti. Kazağın altın da ise beyaz bir tişört görünüyordu. Azra’nın telefonundan yankılanan ses ile kaşları çatıldı ve ayağa kalktı. Telefona kısa bir bakış atıp yutkunarak telefonu cebine koydu. “Benim bir işim çıktı.” Gözleri beni buldu. “Ortak ödemem gereken miktarı bana atarsanız göndereyim. Akşam görüşürüz gençler.” Hızla kapıya ilerleyip botlarını giydi ve cevap vermemizi beklemeden hızlıca çıktı evden. Bu kız ne karıştırıyordu?
Bade mavi yüksek bel kot pantolonu, ve üzerinde karnının birazını açıkta bırakan boğazlı kahverengi bir kazak ile geldi. Gülerek bana bakıyordu. “Hazırım!”
Güldüm. “Görebiliyorum.” Ozan’a döndüğüm de şaşkınlıkla bakıyordu Bade’ye. Bade pek karnı açık şeyler giymeyi sevmezdi. Gerçi üstün de ki kazağın da karnının pek açık olduğu söylenemez. “Zümrüt gözlüm?”
“Efendim Ozan?”
“Karnın açık?”
Bade gözlerini kıstı. “Evet. Bir sorun mu var?”
Ozan yutkundu. “Yok canım. Ne sorunu. Ben şey etmiştim. Şey, üşürsün diye şey etmiştim.”
Bade alayla baktı Ozan’a. “Yok Ozancığım üşümem.”
“Üşürsen bana haber ver ben şu önü düğmeli hırkamı vereyim. Özellikle düğmeli olan.”
Bade gülerek başını olumlu anlam da sallarken botlarını giymek için kapıya yöneldi. Kış gelmişti resmen. Ozan Bade ayakkabılarını giyerken yanım da bitip kolumdan beni salladı. “Bana Ozancığım dedi lan!” Bade’ye bakıp derin bir nefes aldı. Ona baktıkça çikolatanın sıcakta eridiği gibi eriyor gibiydi. “Ozancığın mıyım gerçekten?”
Gülerek ittirdim onu. “Mal geldin, mal gideceksin.” Ozan hala fazla heyecanlıydı. Arkasındaki Ömer kafasını Ozan’ın omuzundan öne uzattı. “Ozancığımsın gerçekten.” Ozan korkuyla tiz bir çığlık atarak geri çekilirken tiz çığlığının Bade’nin tiz çığlıklarını bile geçebileceğini düşündüm. Bade dönüp Ozan’a baktığın da onunla göz göze geldi. Ozan hemen kendini toparlayıp boğazını temizledi. “Yani...” Dedi ve kalın bir ses ile bağırdı. Güya erkeksi bir bağırış sergileyecekti. Su borusundan bağırır gibi çıkmıştı sesi. Ozan bağırmayı kesip Ömer’e baktı. Ardından aklına az önceki dediği gelmiş olmalı ki midesini tutup kusar gibi yaptı. “Öldürün beni. Bu sapık bana göz koymuş. Öldürün lütfen.”
“Katile iletiriz bu notunu.” Dedim gülerek.
Gülüşmemişiz bozan şey Yağmur’un sesi oldu. “Ne katili?”
Ömer sinirle saçlarını karıştırıp kapıya doğru ilerlerken Yağmur’un nasıl varlığını unutabildiğimi düşünüyordum. “Seni ilgilendirmez.” Onu baştan aşağıya süzdüm. “Yürü, gidiyoruz.”
“Nereye?”
Rüzgar kolumdan tutup kulağıma fısıldadı. “Bizimle mi gelecek?”
Cevap vermek yerine başımı iki yana salladım ve sesli konuştum. “Seni bu ev de yalnız bırakacağımı düşünüyorsan fazlasıyla yanılıyorsun. Nereye gideceğin zerre umurumda değil. Çık şu evden. Biz eve geldiğimiz de haber veririm. Gelirsin.”
Yağmur alayla güldü. “Bunu neden yapayım?”
Omuz silktim. “Saç baş dışarı atılmak istemiyorsan.”
Tek kaşını kaldırıp meydan okur gibi baktı bana. “Sen mi saç baş atacaksın dışarı?”
Ellerimi göğsüm de birleştirip arkamı, bizimkileri işaret ettim. “Biz diyelim.”
Yağmur alayla güldü. “Bir askerinizi şimdiden kaybettiniz.” Ömer ile göz göze geldi. “O bana istemediğim hiç bir şeyi yapmaz.” Ufak bir kahkaha attı. “İnanabiliyor musunuz? Çünkü hala beni seviyor.”
Gülme sırası Ömer’deydi. “Kendini fazla önemsiyorsun Yağmur Avcılar.” Ömer cevap beklemeden öne doğru bir iki adım attı ve Yağmur’u bileğinden kavradı. Sert davranmamaya çalıştığını hareketlerinden anlayabiliyordum. Yağmur olduğu için değil, kadın olduğu için. Yağmur karşı gelmeden şaşkınlıkla Ömer’e bakarken Ömer kapıyı açıp onu kapının dışına koydu. Bize dönüp ellerini birbirine çarparak temizledi. sanki elinde pislik varmış gibi. “Hadi çıkalım.”
Hepimiz ayakkabılarımızı giyip dışarı çıkarken Ömer gelip kolunu omuzuma koydu. Bu hareketine şaşırırken önüne bakarak fısıldadı. “Tekrar aynı şeylerim olmasına asla izin vermeyeceğim. Ömer Kartar o kafesten bir kere kurtuldu. Tekrar kapatılamayacak.” Kafes diye bahsettiği şey aşktı.
Beraber arabaya doğru ilerlerken etrafa bakındım. Azra çoktan gitmişti. Yağmur arkamızdan bağırıp çağırsa da hepimiz arabaya bindik. Arabayı çalıştıracağım sıra da arabanın önüne geçti. “Beni AVM’ye bırak!”
Tek kaşımı kaldırdım. “Bırak?”
“Evet, bırak!”
Alayla güldüm. “Canım istemedi bak şimdi de.” Yağmur geçemeyelim diye önümüz de duruyordu. Ben de arabayı geriye doğru çekip daha Yağmur ne olduğunu anlayamadan direksiyonu çevirip hızlıca gazı kökledim. Yağmur’a çarpmak isterdim ama maalesef ki bunu yapamıyordum. İki kişiyi vurmuştum ama lanet kuzenime vuramıyordum.
İlk önce Şevket amcanın yanına gitmiş ve hazırlanmış kitapları hem kendi arabama, hem de onun arabasına yüklemiştik. Yol boyu Azra bir tek onunla numaralaştığı için Badeye yazıp durmuştu. Fiyat meselesini konuşurken hepsi destek olmak istediğini söylediğinde çıkan parayı bölüşerek ödemiştik. Azra’da benim ibanıma göndermişti. Bu hem yetimhanedeki çocuklar için, hem de Şevket amcanın durumlarının biraz düzelmesi içindi. Çok fazla kitap vardı Şevket amca verdiğim adrese doğru kitapları götürürken biz çocuklara oyuncak almaya, oyuncakçıya gitmiştim. Babamdan yiyeceğim azar şu anlık umurumda değildi. Beraber seçtiğimiz bir sürü oyuncağı da arabaya yükledikten sonra yetimhaneye doğru ilerledik. Araba o kadar tıklım tıklımdı ki herkesin kucağın da oyuncak poşetleri vardı. Yanım da oturan Bade başını zar zor bana çevirdi. “Çocukları mutlu etmek iyi ama biraz fazla olmadı mı sence?”
Başımı gülümseyerek iki yana salladım. “Kimsesiz çocuklara vereceğin bir oyuncak ayı, onların kimsesi olabilir.”
“Sen müdür ile görüştün mü?”
Başımı iki yana salladım. “Mesaj atmıştım Serdar abiye görüşmesi için. Muhtemelen halletmiştir.”
Bade tedirgin bir nefes alırken önüne döndü. Belirsizlikten nefret ediyordu. Ozan kafasını hızlıca ilerletip Ömer’e kafa attı. “O bu değil de, çocuklar şu soğuk nevaleden nasıl kaçışacaklar çok merak ediyorum.”
Ömer kendini Rüzgar’a doğru çekip anlamamış gibi baktı Ozan’a. “Yemin ederim malsın ve mal gideceksin.”
Ozan gururla döndü önüne. “Hep aynı şeyi söylüyorlar ama sıkıldım.” Cevap beklemeden köşedeki Rüzgar’a baktı. “Senden de korkarlar duman gözlü. Mal bir çocuk seni sevdi diye diğer çocuklar da sevecek sanma.”
Çatık kaşlarla arkaya doğru seslendim. “O mal çocuk ben mi oluyorum?”
Ömer alayla güldü. “Bak nasıl da biliyor kendini.”
Arabanın hızını arttırdım. “Çok kötüsünüz.”
Ozan arabaya korkuyla sıkıca tutundu. “Kardeşim tamam sakin ol.” Ömer’e döndü. “Soğuk nevale niye sinirlendiriyorsun lan kardeşimi!? Ayağının altın da bindiğimiz arabanın gazı var ve o kız çatlak. Sen canına mı susadın kardeşim?”
Ömer başını çevirip kısa bir süre Ozan’a baktı. Yüzündeki sert ifade yavaşça silinirken sesini inceltip gözlerini kırpıştırdı. “Kardeşin miyim gerçekten?” Ozan taklidinin yapıldığını anlayınca elini o kadar oyuncağın altından çıkartmayı başarıp Ömer’in yüzünü ittirdi. “Şerefsiz her yer de şerefsiz. Ayrıca ben daha tatlı oluyordum tamam mı?”
Arabayı yavaşlatıp park etmeye başladığım da Ömer sessiz kalma hakkını kullandı. “Geldik.” Arabayı park ettiğim de heyecanla arabadan çıktık. Güvenlik görevlisi yanımıza gelirken merakla bakıyordu bize. “Demir holding?” Anneannem vefat etmeden kısa bir süre önce holdingin adını kendi soy adından alıp benim soy adımı koymuştu.
Başımı olumlu anlam da salladım. “Aden Demir.”
Adam gülümsedi ve bagajdaki eşyaları çıkarmamıza yardımcı oldu. Şevket amcanın getirdiği kitap kolileri açılmış ve görevliler tarafından azar azar taşınıyordu. Vurulmak ve hayatta kalma savaşları gibi önemli işlerim olduğu için kitap seçimlerine pek bakamamıştım. Bu işe Bade el atmıştı. Benim tek isteğim Küçük prens ile Gece yarısı kütüphanesi kitaplarının da olmasıydı.
Herkese yapacağı işi, kitapların gideceği odaları söyleyen orta yaşlı bir kadın bizi görünce hızlıca yanımıza geldi. “Aden Demir?” Dedi Bade’ye bakarak. Bade böyle bir şey beklemediği için şaşkınlıkla dudakları aralanırken boğazımı temizledim. “Benim.”
Kadın telaşla konuşmaya çalıştı. “Çok çok pardon. O daha zengin görününce ben şey ettim-“
“Daha zengin?” Dedim duyduklarıma inanamayarak. Ozan çoktan dalga geçmeye başlamıştı.
Kadın dediğini fark edip daha da telaşlandı. “Ay özür dilerim!”
Güldüm. “Tamam, sorun değil.” Elimdekileri öne uzattım. “Kitapları nereye koyalım?”
Kadın elimdeki koliyi almaya çalıştı. “Ay Aden hanım siz hiç yorulmayın!”
Kutuyu kendime doğru çektim. “Diğer kolilerden alabilirsiniz, teşekkürler.”
Kadın sonunda pes edip az ilerideki kutuları gösterdi. “Buraya lütfen.”
Rüzgar elindeki oyuncak poşetlerini işaret etti. “Bunları?”
Kadın mahcup bir şekil de bana dönüp gülümsedi. “Ne zahmet ettiniz Aden hanım.”
Daha geldiğim andan itibaren o kadar hanım kelimesi duymuştum ki bir yere kusmak istiyordum. “Çocuklara biz verebilir miyiz?”
Kadın gülümsedi. “Tabii.” Hızlıca arkasını döndü ve çalışanlardan birine çocukları aşağıya çağırmasını söyledi. Çocukların yüzlerindeki oluşacak gülümsemeyi görmek istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. Eşyaları müdür olduğunu düşündüğüm kadının söylediği yere bıraktık. Kollarımı kıtlatırken etrafta oyun oynayan çocuklara baktım. Mavi gözlü, siyah saçlı o küçük kız çekti dikkatimi. Diğerleri ile oynamak yerine duvar köşesin de yalnızdı. Yanın da kimse yoktu ama hayal dünyasında de bir sürü insanla beraber olduğundan emindim. Elindeki eski olduğunu yıpranmışlığından belli eden iki Barbie bebeği ve bir kaç tanede büyük taş vardı. Bizimkilere hemen geleceğimi söyleyip o çocuğun yanına ilerledim. Yanına vardığım da kâğıttan yapılan bir kılıç ile taşlara saldırıyordu. “Selam.” Diyerek karşısına oturdum.
Kız çatık kaşları ile başını yavaşça kaldırdı. “Barbie misin? Taş canavar mı?”
“Barbie.”
Az önceki sinirli halinden eser kalmamış, gülümseye başlamıştı. “Tamam o zaman. Yanım da durabilirsin.”
Güldüm. “Çok teşekkür ederim beni bu şerefe nail gördüğün için.”
Kız oyununu durdurup tekrar bana döndü. “Şerefsiz ne demek?”
Gözledim şaşkınlıkla açıldı. Şeref demiştim az önce değil mi? Evet evet, şeref demiştim. “Sen bunu nerden duydun?”
Başıyla Ozan’ın olduğu yeri gösterdi. “Oradaki abi bağırarak söyledi. Bağırarak söylediğine göre güzel bir şey mi?”
“Ben... Nasıl desem...”
Ozan’a bakıp bağırdı. “Şerefsiz!”
Ozan Ömer ile atışmayı bırakıp kıza kocamana açtığı ağzı ile döndü. Yavaşça eli ile kendini gösterdi. Yanımdaki kız da gülümseyerek başını olumlu anlam da salladı. “Şşt.” Dedim küçük kıza. “Çok ayıp dediğin şey.”
Eli ile bize doğru gelen Ozan’ı gösterdi. “O neden diyor o zaman?”
Yüzümü buruşturdum. “O zaten şerefsi-“ Boğazımı temizledim. “O pis konuşuyor. Ağzına her gece böcek giriyor boşver sen onu. Onun gibi olma.”
Ozan yanımıza çömelip küçük çocuğun yanağından makas aldı. “Naber güzellik?”
Kız kendini geri çekti. “Konuşma.” Dedi korkuyla ağzına bakarak. “Ağzından böcek çıkacak!”
Ozan elini şaşkınlıkla dudaklarına götürdü. “Neden lan!?”
“Sen böcek yutuyormuşsun. Konuştuğun da boğazından tırmanıp çıkacaklar!”
Ozan’ın eli korkuyla boğazına giderken kız merakla durup bana döndü. “Lan ne demek?”
Baygın gözlerle baktım Ozan’a. “O da kötü laf. Sen söyleme. Bu abi pis.”
Kız burun kıvırdı. “Pis.”
Ozan kısa süreli şokunu atlatıp kıza döndü. “Ben örümcek yutmadım tamam mı? Öyle bir şey yok.”
Bizimkiler oyuncakları çocuklarla dağıtırken uzaktan izledim onları. Şu an bu kızın yanından ayrılmak gelmemişti içimden. Kısa bir süre sonra Ozan’ın arkasından gördüğüm kadarıyla bizimkiler oyuncakları dakikalar içerisin de dağıtmış, ellerin de bir poşet ile bize doğru geliyorlardı. Yanımdaki küçük kıza dönüp bizimkileri tanıtmaya başladım. Ömer’i işaret ettim. “Bak bu abi soğuk durur ama çok iyi biridir. Adı Ömer.” Ozan’ı işaret ettim gülerek. “En azından şundan iyi. Böcek yutmuyor.”
Ozan sinirle koluma vururken ben devam ettim. Bade’yi gösterdim. “Bak şu kızıl saçları olan kız da çok tatlı biz kız. Adı Bade.” Rüzgar’ı gösterirken yüzüm de bir gülümseme oluşmuştu. “O abin de çok tatlı bak. Gözleri seni korkutmasın.”
Kız merakla baktı bana. “Neden korkutsun ki?”
Ozan inanamayarak baktı. “Çünkü onun gözlerine yakından bakarsan taş insan olursun.”
Elindeki taşa baktı korkuyla. “Taş canavar mı!?”
“Hem de hareket dahi edemeyeninden.” Elindeki taşı bıraktı kız korkuyla.
Diğerleri yanımıza geldiğin de Rüzgar yere oturup gülümseyerek çocuğa baktı. “Adın ne bakalım senin?” Küçük kız kısa bir süre Rüzgar’a baka kalsa da Ozan’ın dediklerini hatırlamış olmalı ki elleriyle gözlerini kapattı. “Sakın bakma bana! Ben bir Barbie’yim, taş canavar olamam!”
Rüzgar anlamayarak kıza bakarken Ozan pis pis gülüyordu. Elimi kızın omuzuma koydum. “Ozan abin sana şaka yapıyor. Sen dinleme onu.” Rüzgar’ın gri gözlerine baktım. “Bak ben taşa dönüşmüyorum.” Kız parmağını kaydırıp Rüzgar’a baktı. Gerçekten taş olmadığını fark edince de ellerini çekti ve gülümsedi. “Deniz.”
“Ney Deniz?” Dedi Rüzgar anlamayarak.
Kız kıkırdadı. “Adım Deniz.”
Ömer elindeki poşeti Deniz’e uzattı. “Al bakalım, bunlar senin.”
Kız merakla poşeti alıp açtı. İçindeki iki yeni Barbie’yi görünce heyecanla ayağa kalktı. Oyuncakları poşetten çıkartıp baktı. Ömer’in boynuna sarılıp teşekkür ederken gözlerim dolmaya başlamıştı. Bir oyuncağa bile bu kadar mutlu olabiliyordu. Küçücük şeyler ile mutlu olmayı bilenler iyi ki vardı. Küçüklüğümden beni annem olmadığı için evrenin bana ne kadar acımasız davrandığından bahsederdim. Fakat daha kötü durumda olabilme ihtimalini hiç düşünmemiştim. Babam yok gibiydi o zamanlar ama yine de vardı. Anneannem vardı, dostlarım ve evimiz de vardı. Ben de burada olabilirdim. Hepimiz bura da olabilirdik. Evren bize sadece diğerlerinden daha iyi davranmıştı. Kendisinin bana yaptığı nadir iyiliklerinden biri olmasına rağmen en büyüğüydü. Bu gün evren ile iyi anlaşmayı düşünüyordum. En azından sadece bu gün.
Rüzgar’a da sarılırken Rüzgar bana bakıp göz kırptı. Çocuk ondan da ayrılıp bu sefer şaşırtıcı bir şekil de Ozan’a sarıldı.
Deniz oyuncaklarını açmaya başlamıştı. Bu kızı kime benzettiğimi bulmuştum. Annemin çocukluk fotoğrafın da görmüştüm. Anneme benziyordu. Boğazıma bir yumru otururken gülümsemeye çalıştım. Deniz bir şeyi fark etmiş olmalı ki oyuncaklarını telaşla bıraktı ve gelip bana sıkıca sarıldı. Ellerim hava da kalırken Deniz’in sesini duydum. “Oyuncaklar için teşekkür ederim.”
Annemin küçüklüğüne sarılıyor gibi hissetmem normal miydi? Fazla duygusallaşıyordum. “Rica ederim Deniz.”
Kız ayrılıp çatık kaşlarla bakı bana. “Haksızlık. Sen benim adımı biliyorsun ama ben seninkini bilmiyorum!”
“Aden.” Dedim gülümseyerek.
“İsmin çok tuhaf.”
Rüzgar araya girdi. “Kendisi de pek normal değil zaten, merak etme.”
Kıstığım gözlerimle Rüzgar’a bakarken Deniz de Rüzgar’a döndü. “Senin de gözlerin tuhaf.”
Ozan bu cevaba gülerken Deniz bu sefer de Ozan’a baktı. Hala böcek yediğinde şüpheleniyor gibiydi. “Sen tamamen tuhafsın.”
Ozan’ın gülümsemesi yarı da kesilirken küçük kıza işaret parmağını salladı. “Bak bana küçük kız. Böcekleri yediğim gibi seni de yerim.”
Deniz’in gözleri korkuyla açılırken Ömer Ozan’ın kafasına vurarak ittirdi. “Hadi lan oradan.” Deniz’e baktı. “Merak etme ben seni yemesine izin vermem.”
“Hem o seni yerse ben de onu yerim.” Diyerek göz kırptı Bade.
Ozan’ın tükürüğü boğazında kalırken bu küçük kızın bize iyi geldiğini hissediyordum. Onu bu karmaşanın içine anlamazdım ama en azından müdüre ile anlaşıp ara da ziyarete gelebilir, ya da onu gezmeye götürebilirdik. Serdar abiye mesaj atmak işin telefonumu çıkarıp mesaj sayfasına girdim.
*Aden: Serdar abi yetimhane de hallettik her şeyi. Bura da Deniz adın da küçük bir kız var. Mavi gözlü, siyah saçlı. Onu ara da ziyarete gelebilir miyiz? Ya da götürebilir miyiz bazı günler gezmeye?*
Cevabı hemen geldi. Kısa ve netti.
*Serdar abi: Halledeceğim.
Telefonu kapatıp Deniz’e döndüm. “Şimdi biz gitmeliyiz. Sonra tekrar geleceğim. Tamam mı?”
“Geleceksin ama değil mi?” Dedi Deniz korkuyla.
Gülümsedim. “Geleceğim.”
“Biz de geleceğiz!” Dedi Ozan heyecanla. “Gelip seni yiyeceğim.”
Deniz bilmiş bilmiş ellerini belline koydu. “Bade abla da seni yer o zaman.”
Ozan göz kırptı. “Onun için zaten.”
“Ozan.” Diye uyardı Bade onu. “Çocuğun yanın da yapma da.”
Ozan tek kaşını kaldırdı alayla. “Ha çocuk yokken yapabilirim yani? Ayrıca da diyorsun, Trabzon şivesine gelmeye başlıyorsun. Haberin olsun.” Ozan pek kendi yöresinin şivesini kullanmazdı ama buraya gelecek olan Babaannesi çok kullanırdı. Deli dolu bir kadındı ve kendisini çok severdim.
Deniz ile vedalaşıp yanından ayrılırken içim de bir burukluk vardı. Arabaya doğru ilerlerken tanıdık bir sima ile karşılaştık. Başında çıkardığı kaskı motoruna takıp bize doğru yürümeye başladı. Elin de bir kaç deste kağıt vardı. Bizi görünce gülümseyerek yanımıza geldi. “Bahsettiğiniz yetimhane burasıydı demek.”
Şüphelendiğimi belli etmemeye çalışarak konuştum. “Sen ne yapıyorsun burada?”
“Size kardeşimin kayıp olduğunu söylemiştim. Yetimhaneleri gezip kayıtlarını kontrol ettiriyorum.” Elindeki dosyaları işaret etti. “Bunlar da eğer yetimhaneler kayıtları göstermemek için direnirlerse diye izin belgeleri.”
Merakla sordu Ozan. “İzin belgesini o kadar çabuk veriyorlar mı?”
Azra zor olduğunu belli edercesine güldü. “Pek kolay olduğu söylenemez. Siz halledebildiniz mi?” Başımla onu onayladığımda iç çekti. “Keşke çocukların o mutluluğunu görebilseydim.” Etrafa göz gezdirdi. “Şimdi gitmeliyim, akşam görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Sürücü koltuğunun olduğu tarafa yürürken Rüzgar beni bileğimden tuttu. Dönüp konuşmak yerine cevap vermesini bekledim. Gözlerin de düşünceli bir ifade vardı. “Ben sürerim. Yoruldun sen.”
Resmen bu teklifi etmesini bekliyordun. Pek bir şey yapmamıştık ama trafiğe çıkmak bile beni yormak için yetiyordu. Başımı olumlu anlam da salladım. “Teşekkür ederim.” Cevap vermek yerine gülümsedi ve elimdeki anahtarları aldı. Ön yolcu koltuğun da yerimi alırken garip bir şekil de Ozan bile espri yapmak yerine susuyordu. Bir yandan da iyi olmuştu çünkü çok basmamaya çalışsam da baldırım ağrıyordu. Sessizlik canımı sıkarken Bluetoothlu kulaklığımı telefona bağlayıp bu sefer karışık listeden yabancı bir şarkı açtım. Kulaklık kutusunda kalan tek kulaklığı takmak yerine kutuyu kapatırken Rüzgar yola bakarken elini uzattı ve kulaklık kutumu aldı. Şaşkınlıkla ne yaptığına bakarken diğer kulaklığı da kendi kulağına takınca kulaklık kendiliğinden açılarak müziği Rüzgar’ın da kulaklarına ulaştırmaya başladı. Sözleri olmasa da şarkının ritmi beni kendine çekiyordu. İsmine bakmak için tekrar telefonumu açtım. Starset-Telescope. Bu şarkı artık favorilerimden biriydi. On beş dakika sonra arabayı kursun biraz uzağına park edip kursa gittik.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
İki gün sonra olacağını öğrendiğimiz yazılı sürücü kursundan dolayı heyecan dolu bir şekil de ev eksilerini almak için markete girerken hep beraber alışveriş yapmamızın kötü bir fikir olduğunu daha ilk dakikadan Ozan’ın Bade’yi market arabasına koyup hızlıca sürerek kıza çığlık attırmasından anlamam gerekiyordu. Ozan arabayı durdurduktan sonra Bade’den bir ton laf yemişti. Bu erkekleri asla anlayamıyordum. Özellikle Ozan gibi olanlarını. Neden gidip ona onu sevdiğini söylemek yerine onunla uğraşıyordu ki? Bade sepetten indikten sonra da Ozan durmamıştı. En saçma ürünleri gösterip “Alayım mı sana?” Deyip duruyordu. İlk başta komik olsa da açıkçası işin bokunu çıkartmıştı. Neyse, en azından yalnız değildim. Diğerlerine de aynı şeyi yapıyordu. En sonun da kasaya vardığımız da ürünleri Rüzgar ve Ömer poşetlerken Bade’nin aklına gelen bir şey ile heyecanla kasiyere döndü. “Bir dakika, bir şey almayı unuttum. Hemen geleceğim.” Bade koşarak yanımızdan ayrılırken bir dakika olmadan elin de metro çikolatası ile geri geldi. Bu Ozan’ın en sevdiği çikolataydı. Çikolatayı kasadan geçirip cebine koyarken para ödeme kavgası çoktan başlamıştı bile, en sonun da ortak bir nokta bulmuştum. Hepimiz de Anneannem’in holdinginden hissesi vardı. Yani oranın parası, bizim paramız sayılırdı ve holdinge bağlı bir kartım vardı. Zamanın da Anneannem vermişti. O kart ile ödeme yaptım ve aldıklarımızı arabaya koyup ön yolcu koştuğuna oturdum. Farklı şarkılar hala çalmaya devam ediyordu fakat pek duyduğum söylenemezdi. Kulaklık kutumdan şarjın azaldığını belirten bildirim geldiğin de kulaklıkları kapatmam gerekti. Eve giderken en azından bu sefer sessiz değildik. Bade Ozan’a aldığı çikolatayı verirken Ozan sanki evlilik teklifi etmiş gibi davranışlar sergiliyordu. Ne kadar eğlenceli bir hava olsa da kendimi o ana kaptıramıyordum. Evin olduğu mahalleye girip evimizi uzaktan gördüğüm de kaşlarım çatıldı. İki katlı evin tüm ışıkları yanıyordu. Arabayı park ederken bir sesin geldiğini duyuyordum. Kapıyı açtığım da bu sesin bizim evden geldiğini fark etmemek elde değildi. Evden yüksek seste gelen müzik sesi korkmama neden oluyordu. Yağmur ev de değildi. Azra’ da anahtar yoktu. Peki, eve kim, nasıl girmişti?
Şarkı sözlerini duyduğum da olduğum yerden bir adım dahi atamadım. Parti günü. Ben Ömer’in yanındaydım. Kötüler Kralıydı. Ben ise Gül’düm. Ora da birden değişen o şarkı şimdi tekrar dolduruyordu kulaklarımı.
*Hassas içerik.*
“For you may be the next to die.” *Sakın bir cenaze arabası geçerken gülme.*
“They wrap you up in bloody sheets.” *Bir sonraki ölecek kişi sen olabilirsin.*
“To drop you up six feet underneath.” *Seni uğursuz çarşaflarla sararlar.*
“They put you in a pinewood box.” *Toprağın altına gömmek için.*
Şarkı beynim de yankılanırken bu sefer o, bize farklı bir kısmını dinletmek ister gibi aynı kısımlar başa sarıp duruyordu.
“As you sink further into hell.” *Ve yaşayanlar için her şey yolundadır.*
“And the flames rise up tl drag you down.” *Sen cehennemin dibine batarken.*
“Into the fire, where you will drown.” *Ve alevler yükselir seni çekmek için.*
“Your skin melts off as you descend.” *İçin de boğulacağın ateşe doğru.*
“And Satan tears you limb from limb” *Aldıkça tenin eriyip gider.*
“Your suffering will never end.” *Ve şeytan uzuvlarını koparır.*
“And the worms crawl in, the worms crawl out.” *Istırabın asla son bulmayacak.*
Yavaş adımlara eve doğru yürürken kendimi toparlamaya çalışıyordum ama olmuyordu. Şarkının her bir nakaratı ruhuma bir darbe vuruyor gibiydi. Elim de hissettiğim sıcaklıkla korkuyla sağ tarafıma döndüm. Rüzgar elimi tutmuş sıkıyor, beni kendime getirmeye çalışıyordu. Dudaklarını aralayıp bir kaç kelime kurdu. “Yanındayız güzelim.” Dediklerini beynim idrak ettiğin de etrafıma bakındım. Hepsi yanımdaydı ve korkuyor gibi de durmuyorlardı. Yine katilin bir işiydi. İçeri de olup olmadığını bilmiyordum. Onlar korkmuyordu. Ben ise ilk defa korkuyordum. Kendim için değil, onlar için. Derin bir nefes alıp sırtımı dikleştirdim. Titreyen ellerime bakıp sinirlendim. Korkumu belli etmemeliydim. Elimi Rüzgar’ın elinden çekip belime yerleştirdiğim silaha gitti. O esna da asfaltı delip geçebilecek kadar yüksek bir ses yankılandı. Arabamın hemen arkasındaki siyah arabanın sahibini tanıyordum. Yusuf abi kapıyı hızlıca çarparak kapattı ve yanımıza geldi. Çok sinirli görünüyordu. “Ne oluyor burada? Komşular aradı beni, çok gürültü çıkarttığınız için.”
“Gürültüyü biz yapmıyorduk.” Diye cevap verdi Rüzgar.
Yusuf abi bir anlık duraksamanın ardından eve göz gezdirdi. “Kim var ev de?” Sesi daha sakin geliyordu.
Bade başını iki yana salladı. “Bilmiyoruz.”
“Öğreneceğiz.” Dedim kendimden emin çıkmaya çalışan bir sesle.
“Siz bekleyin, ben bakarım.” Yusuf abi eve doğru bir adım atınca onu kolundan yakaladım. “Hepinizi öldürebilir, ama beni öldüremez. Önden ben gitmeliyim.”
Rüzgar öfkeyle döndü bana. “Aden hayır. Hep beraber gideceğiz, seni kalkan olarak kullanmayacağız.”
“Sizi kaybetme ihtimaline bile dayanamıyorken bu riski göze alamam Rüzgar.” Belimdeki silahı çıkarttım. “Ayrıca, benim de kalkanım var.” Daha fazla vaktimizin olmadığını biliyordum. Komşular sokağa dökülmeden şu işi halletmemiz gerekiyordu. Yavaş adımlarla kapının önüne geldiğim de yer de duran elma dikkatimi çekti. Uzanıp yerdeki kırmızı elmayı ve üzerindeki notu aldım. Elmayı Ozan’a verirken üzerindeki notu açtım.
*Zamanın birinde yaşayan prensesin,
Yalnız uçan kelebekleri.
Ateşten kanatları,
Prensese değer çığlıkları.
Hayat bulur titreyen ateş,
Prensesin yaşlarında.
Her köz bir damla.
Kurtulacağını sanan aptal prenses.
Doğduğu yere döner insan.
Başladığı yerde bitecek bu masal,
Sararmış dalların arasında.*
Öfkeyle cebimdeki anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. Silahımı doğrultarak içeri girdiğim de sinir her bir hücremi ele geçirmişti. Ev in ortasın da duran kocaman elma şeklindeki hoparlörü saymazsak hiç bir şey, ya da kişi yoktu. Ses seviyesi daha da artarken artık kendime sahip çıkamıyordum. “Yeter!” Hiç düşünmeden hoparlöre iki el ateş ettim. Yusuf abi usta bir hareketle ucunda susturucu olan silahı elimden alırken ev de hoparlörden yayılan çınlama sesi daha da çıldırmama neden oluyordu. Lanet makina susmuyordu! Ağır hoparlörü zar zor kaldırıp yere fırlatırken sesin kesilmesi için tekmeler atmaya başladım. Ses kesilmişti ama damarlarım da gezen sinir kesilmemişti. Hoparlörü parçalarken Rüzgar beni belimden tutup çekti ve kendine çevirip sarıldı. “Bırak beni!”
“Sakinleş.”
Öfkeyle bağırdım ona. “Emir verme bana!” Rüzgar daha sıkı sarılırken ondan kurtulmaya çalışıyordum.
“Lütfen.”
“Bıktım!” Bağırdım. “Yoruldum!” Rüzgar saçlarımı okşarken gücüm artık kalmamıştı. Dediğim gibi, yorulmuştum. Dizlerimin üzerin çökerken Rüzgar da benimle birlikte oturdu. Eli saçlarımdaydı ve okşuyordu. Başımı omuzuna koyup acıyan boğazıma rağmen konuşmayı denedim. “Ben çok yoruldum.”
“Hepsi düzelecek güzelim. Sana söz veriyorum.”
Ne kadar geçmişti bilmiyorum. Bir ara uyuya bile kalmış olabilirdim ama en sonun da sinirimin tamamen geçtiğini ve ruhumun yangından sonra kalan kor misali durulduğunu hissediyordum. O ateş sönmüştü, harlanacak gücü kalmamıştı ama orada bir yerdeydi işte. Hala vardı. Gözlerimi araladığım da hala aynı noktadaydık. Başımı Rüzgar’ın omuzundan kaldırdım. Herkes koltuklar da oturuyordu. Beynim uyuşmuş gibiydi. Eve göz gezdirdiğim de Azra ile Yağmur yoktu. Rüzgar’a baktığım da gözlerindeki endişe bile ağlama isteğimi körüklüyordu. “Ne zamandır böyleyiz?”
“Bir, bir buçuk saat.”
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. “Neden kaldırmadın? Tüm gün yorulmuştuk zaten.”
“Daha iyi dinlenemezdim.”
Rüzgar ayağa kalktığın da elini bana uzattı. Elini tutarak ayağa kalktım. Karışık olan saçlarımı karıştırdım. “Yağmur ile Azra nerede?”
Bade konuşurken beni baştan aşağıya süzüyordu. O da benim için endişeliydi. “Yağmur üst katta, benim odam da uyuyor. Kelebeklere dokunmamasını özellikle söyledim. O uyuyana kadar gitmedim. Kapısını kilitleyecektim de Yusuf abi izin vermedi.”
Yusuf abi başıyla kendi yaptığına destek çıkmak için salladı. “Haklı olarak.”
“Azra?” Diye sordum merakla.
“O nerede bilmiyorum.”
“Saat çok geç oldu. Nerede bu kız?” Kısa bir an düşündüm. “Numarasını söylesene Bade.” Cebimden telefonumu çıkartıp Bade’nin söylediği numarayı aradım. Çaldı, çaldı ve kapandı. Bir kaç defa daha aradım ama açmadı.
“Kocaman kız.” Dedi Ozan. “Ne zaman geleceğini biliyordur herhalde.”
Alayla baktım Ozan’a. “Bunu sen mi diyorsun?”
“Ne varmış lan benim halim de?” Herkes Ozan’a inanamayan gözlerle bakınca Ozan oturduğu koltuğa sinerken hala söylemiyordu. “Kaliteli insan nasıl olur anlamıyorsunuz, vizyonsuzlar.”
Kafam yerin de değildi ve sağlıklı düşünemiyordum. “Ben bir duş alıp geliyorum.” Yanlarından ayrılıp odama doğru ilerlerken Yağmur lavabodan çıktı. Yüzündeki sinsi gülümseme beni görünce yerini aldı. “Dağılmış görünüyorsun Kuzen. Bunu benden başkası yaptıysa sana darılırım.” Durup gözlerimin içine baktı. “Senin hayatını sadece ben mahvedebilirim de. Bu zevki başkasına tattırmam.”
“Aptal.” Diye söylenerek yanından ayrılırken Yağmur alt kata gidiyordu. Odamın kapısına geldiğim de eksikliği yeni fark ettim. Kelebekler. Yoklardı. Odamın kapısını hızlıca açtığım da duvarım da sadece bir tane kelebeğin durduğunu gördün. Bu iyi değildi. Bu hiç ama hiç değildi. Bir tane kelebeğin çıkması bile ölüm demekken sadece bir tane kalmıştı. Diğer duvara baktığım da korkum daha da büyüdü.
Büyük kanlı harfler ile yazılan bir yazıydı karşımdaki.
THE GAME BEGİNS
*Oyun başlıyor.*
Ne oyunundan bahsediyordu bu? Tavandan önümdeki zemine düşen kırmızı boya kaşlarımı mümkünmüş gibi daha da çatmama neden oldu. Aşağıdan gelen kapı zilini duyduğum da kalbim sanki atmayı bırakmıştı. Titreyen bacaklarıma rağmen koşmaya başladım. Bahsedilen oyuna koştum. Ayak sesleri birinin kapıyı açmaya gittiğini söylüyordu. Nefes nefese merdivenlerden inerken bağırdım. “Kelebekler yok!” Herkes korkuyla bana dönerken Rüzgar çoktan kapıyı açmıştı. İçeriye Azra girdi. Dağılmış saçları, bitkin yüzü ve üzerindeki kanlar ile. Kapıyı kapatıp kapıya yaslanırken ağlıyordu. Gözyaşları, üzerindeki kanlı kıyafetlere karışıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |