
24. BÖLÜM: Geçmişin İzleri.
*Fakat şimdi Güneşin batmasını engellemem gerekiyordu. Güneş batarsa kararırdı dünyam ve bir kere karanlığa bulaşan parlayamazdı bir daha, eskisi gibi.*
Odamdaki kırmızı yazıyı düşündüm. Gözlerim Azra’nın üzerindeki kıyafetlere kaydı. Kan. Odamdaki yazı da mı kandı? Kimin kanıydı? Ölüm kapında. Katil bir yardakçısını aramıza sızdırıp sonra da onu ifşalar mıydı? Bunu neden yapsındı ki? Bahsettiğimiz kişi katildi. Ne yapacağı belli olmuyordu. Sinirle Azra’nın üzerine doğru hızlı adımlarla yürürken Azra da ruhsuz gibi önüne bakarak kapının önünden bir kaç adım attı. Onu hızla omuzlarından ittirdiğim de kapıya çarptı. Bana yorgun ama anlamaz gözlerle bakarken ona doğru bağırdım. “Yardakçısıydın değil mi?” Doğrulan Azra’yı tekrar omuzlarından ittirdim. Tekrar kapıya çarparken bağırmaya devam ediyordum. “Amacınız neydi? Bizden bilgi mi gönderiyordun?” Bir daha ittirdim. “Cevap versene!” Rüzgar ve Ömer beni Azra’dan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Rüzgar beni geriye çekerken Ömer önüme geçmişti. Ozan ile Bade de ruh gibi duran Azra’yı koltuğa götürürken Ömer ile Yusuf abi de bana bir şeyler söylüyorlardı.
“Aden dur güzelim. Sakinleş.”
Öfkeyle döndüm Ömer’e. “Bana sakinleş deme artık! Yukarı da ne olduğunu bilmiyorsunuz!”
“Sakince anlat o zaman abiciğim.” Dedi Yusuf abi yatıştırıcı bir ses tonu ile.
“Kızın üzerine gitmen hiç bir şeyi düzeltmez Aden. Adam akıllı anlat.”
Rüzgar’ın kollarından kurtulup gülümseyerek oturan Yağmur’u işaret ettim. “O aptal, tüm kelebekleri çıkartmış! Bir tanesinin çıkması bile ölüm demekken bir tane bırakmış!”
Bir anlığına dondu zaman. Azra hariç herkes bir anlığına nefesini tutup ona baktı. Yağmur gülümseyerek öpücük attı. “Aden gibi birine öyle süslü bir oda fazlaydı zaten.” Gözlerini kırpıştırarak elini dudaklarına götürerek şaşkınmış gibi davrandı. “Yoksa Mert senin için mi yapmıştı tatlım? Ah, çok üzüldüm. Senin için bu kadar değerli olduğunu bilseydim...” Sinsi gülümsemesi gün yüzüne çıktı. “Daha önce çıkarırdım.” Ayağa kalkıp sarı saçlarını 1geriye doğru savurduğunda artık tak etmişti. Bunu beklemeyen Rüzgar ve Ömer’in kollarından kurtulup bir kaç adımda Yağmur’un yanına varıp onu omuzlarından ittirerek koltuğa düşmesinin sağladım. Koltuğun başlığına kafasını çarpması umurumda bile değildi. “Aptal! Senin yüzünden hepimiz ölebiliriz aptal!”
Rüzgar bana doğru bir hamle yapacağı sıra da Ozan onu durdurmuştu. “Bırakın. O bunu çoktan hak etmişti.” Yusuf abi ve Ömer’in Azra’yı koltuğa oturması için koluna girdiklerini görebiliyordum. Ona neyin olduğunu soruyorlardı ama o cevap vermiyordu. Yağmur gülümseyerek ayağa kalktığında yine maskesini düşürmüştü. Karşımda yıllar boyu gözyaşlarımdan zevk alan bir sosyopat vardı. “Sana bir ipucu vereyim mi Kuzen? Çok ortalıkta konuşuyorsunuz.” Ufak bir kahkaha attı. “Katili tatbikîde biliyorum. Aptal değilim.” Başıyla dışarıyı işaret etti. “Duyduğum dedikodular da çok yardımdı oldu biliyor musun?” Üzerime doğru yürümeye başladı. Bir kaç adım geri giderken bu kadar güçsüz hissettiğim için kendimden nefret ettim. Yine de ona belli etmeyecektim. Gerekirse defalarca yıkılayım, saldırıya uğrayayım. Kale gibi sağlam gözükmekten vazgeçmeyecektim. Geriye gitmeyi bırakıp dik durduğum da Yağmur aramızdaki mesafeyi kısaltıp gözlerimizin arasındaki mesafeyi iyice azalttı. “Emin ol, katilin kim olduğunu bilseydim, seni bu dünyadan silmesi için her şeyi yapardım. Beni anlıyor musun kuzen? Her şeyi.” Gözlerinin içine bakarak yutkunduğum da gülümsemesi büyüdü ve kulağıma yanaşıp fısıldadı. “Gardını alsan iyi olur sevgili kuzen. Her şeyini alacağım elinden. Ne arkadaşın, ne dostun, ne ailen, ne de sevgilin. Canını acıtacak anıların dışın da hiç bir şey kalmayacak elinde.” Benden cevap beklemeden hızla yanımdan ayrılıp üst kata çıktı. Ondan nefret ediyordum. Pek sevgili katil karşıma çıktığı an ondan onu öldürmesini rica edecektim. Saçmalama Aden. Dedi iyimser tarafım. İçimdeki psikopata dönüşmeye başlayan tarafım ise bunun için çıldırıyordu ve bu beni ürkütmeye başlamıştı.
Evet bence de ben yapmalı, katile bırakmamalıydım. Başımı iki yana sallayıp bu fikirden kurtuldum. Azra’ya döndüğümde Rüzgar hariç herkesin onun başında olduğunu gördüm. Rüzgar’ın nerede olduğuna bakmak için başımı sağa çevirmiştim ki sol tarafım da hissettiğim sıcaklık ile başımı Rüzgar’a çevirdim. Gözlerinde yine aynı ifade vardı. Endişe. “İyi değilsin.” İyi misin? Diye sormamıştı. Gözlerime bakmış, acımı görmüştü. Kelimelere ihtiyacımız yoktu. Gözler kalbin aynası değil miydi sonuçta? Rüzgar o aynayı görebiliyordu. Aşk bazen kelimelere ihtiyaç duymayacak kadar çılgındı.
“Hiç birimiz değiliz.” Azra’nın bir yanına Ömer, bir yanına Yusuf abi oturmuş onu konuşturmaya çalışıyorlardı. Karşısında durduğum da Yusuf abi dudaklarını aralayıp ağzını oynatarak konuştu benimle. “Sakin ol.”
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Gözlerimle onu onaylayıp Yusuf abinin kaydığı yere oturdum. Azra’ya temas etmeden onu incelemeye başladım. Sabah giydiği kıyafetler kana bulanmış, üstelik bazı kısımları yırtılmıştı. Kan mıydı emin değildim ama kırmızıydı. Boya falan olamazdı değil mi? Paranoyalarımı bir köşeye bıraktım. Katil zaten olamazdı ama yardımcısı dahi olsa neden kendini ifşalasındı ki? Azra’nın yere donuk bakan, ağlamaktan kızarmış yeşilimsi gözlerine baktım. Yavaşça elimi koluna koydum. “Ne oldu sana Azra?”
Birden irkilmiş gibi bana döndüğünde onun gibi ben de irkilmiştim. Onu ilk defa bu kadar çaresiz görüyordum. Azra ile çok zaman geçirmemiştik ama onun güçsüz olduğu bir anını dahi görmemiştim. Gözünden bir damla yaş akarken kuruyan dudaklarını araladı. “Oyun başladı.” Duvarımdaki kanlı yazıdaki gibi. Oyun başladı.
“Bize ne olduğunu anlatır mısın?”
Önüne dönüp başını iki yana salladı. “Ben kaybettim.” Gözleri tekrar dolarken bana döndü. “Yemin ederim yaşaması için çok uğraştım ama kazanamadım.”
Ağlamaya başlayan Azra’ya hiç düşünmeden sıkıca sarıldım. Başı omuzuma denk gelen Azra hıçkırıklara boğulmuştu. “Biz bu oyunu kazanamayız. Tüm kartlar onun elinde. Ona karşı koyduğumuzu sanıyoruz ama tek yaptığımız onun istediği şekilde hareket etmek. Oyun kurucusunun yenemezsin.”
Bir süre sadece kısa saçlarını okşayıp onu dinledim. Yusuf abi Azra’ya bir bardak su getirmişti. Azra su içerken onu baştan aşağıya süzdük. Her yeri yara bere içindeydi. Azra içtiği su bardağını ellerinin arasında tutmaya başlamıştı. Sadece kıyafeti değil, ellerinde ve yüzünde de çok fazla kan vardı. Donuk gözleriyle yere bakarken konuşmaya başladı. “Sabah tanımadığım bir numaradan aldığım mesajla başladı her şey.” Telefona bakma ihtiyacı duymadan gelen mesajı okudu. “Sonuncu olduğun için üzülme. Yeşillerine yaş bulandı. Kanın oyunu senden başladı.”
Azra Benan.
Aldığım mesaja anlam veremezken motoruma gitmemi söyleyen bir mesaj daha aldım. Eğer bir aptal benimle oyun oynuyorsa bedelini ağır ödeyecekti. Öteki yandan... Bu sözleri söyleyebilecek tek bir kişi tanıyordum. Pek sevgili katil sanırım artık ölmeye hazır hissediyordu. Benimle uğraşmasının başka bir açıklaması olamazdı. Aden ve arkadaşlarına kısaca veda ettikten sonra evden çıkıp motoruma doğru ilerledim. Bu motoru almak için babama yalvardığımı hatırlıyorum. Babam katı bir adamdı. Robot gibi onun emirlerine uymamı ve her dediğini yapmamı isterdi. Küçükken onun istediği gibi bir kız olmak için çok çaba harcamıştım fakat babamın her seferinde bir kusur bulup beni küçümsemesi bir süreden sonra canıma tak etmişti. İlk isyanımı motorumu alarak gerçekleştirmiştim. Annemin de katkısı olmuştu elbette. Babamı aldatan Annemin. Babam motor aldığımı görünce çıldırmıştı. Tekrar vurmak için kaldırdığı eli bu sefer bana ulaşamamıştı çünkü onu durdurmuştum. Babam ona karşı koymama çok şaşırmıştı. Küçüklüğünden beri verdiği eğitimlerden sadece biriydi dövüş sanatı. Ona karşı kullanabileceğimi düşünmemişti sanırım. Daha fazlasını hatırlamak istemediğimden başımı iki yana salladım. Motorumun önünde tozpembe bir post-itin üzerinde yazan notu gördüm. “Diğer elmalarla tanıştığın yer.” Diğer elmalar diye bahsettiği kişiler Aden ve arkadaşları olmalıydı. O gıcık Ömer’i kurtardığım Cafe’yi hatırlayıp not kâğıdını buruşturup cebime soktum. Motorumu çalıştırıp son sürat Cafe’ye sürerken kısa sayılan saçlarım uçuşuyordu. Motor ile İstanbul trafiğine sıkışmadan aralardan geçerek kısa bir süre de vardım Ömer’in bıçaklandığı yere. Motoru durdurup indiğim sırada küçük bir çocuk koşarken bana çarptı. Çocuk yere düşerken ben geriye doğru sendelenmiştim. Kahverengi saçlı küçük çocuğu yerden kaldırmak için elimi uzattığım sıra da bana bakıp apar topar ayağa kalkarak koşmaya başladı. Arkasından anlamsız bakışlar bırakırken ayağımın dibindeki şeyi gördüm. Üstün de küçük elma deseni olan kâğıt parçası. Eğilip yerden kâğıdı alırken sakin olmak için kendime telkinler veriyordum. Kontrolü kaybetmeyecektim. Kâğıdı yavaşça açarken kalbim o kadar hızlı atıyordu ki durmasından korkmuştum. Katilden uzun zamandır not almamıştım.
“Kalpte acı bırakır geçmişin izleri.
Keşkelerin pişmanlığı sarar benliğini.
İlişkiye 3. Kişinin girmesi gibi,
Kırar kalbini geçmişin izleri.
“O” yumruk hikâyenin en masumuyla buluşurken,
Gözyaşı akarken kalbe,
İnsanoğlu dünyayı kiraladı mı sanar?
Senin uzattığın o yardım eli,
Silaha dönüştü fark edemedin mi?”
Notu defalarca okudum. Her okuyuşum da farklı manalar çıkartırken bununla ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Telefonumdan gelen bildirim sesiyle cebimdeki telefonu çıkartırken bir şeylerin kalıcı olarak değişeceğini hissediyordum.
*0542*******: Oyun da zaman önemli son gelen. 01.10’a kadar notun anlamındakini bulamazsan kaybedeceksin.
Telefonun sol üst köşesindeki saate baktım. Saat 14.12’ydi. Çok vaktim vardı. Dediği şey ne ise onu bulabilirdim. Ya bu bir tuzaksa? Arka cebimdeki küçük elektro şok aletinin varlığını hatırlayarak biraz olsun rahatlamıştım. Kimseyi bıçaklamamış ya da silahla vurmamıştım. İhtiyacım da yoktu. Elektro şok ile dövüş tekniklerim fazlasıyla yeterdi. Notta kanın oyunundan bahsetmişti. Kazanmasına izin vermeyecektim. Notu tekrar okudum. Düşün Azra. Düşün. Neyden bahsediyor bu kaçık? Bul Azra.
“Kalpte acı bırakır geçmişin izleri.
Keşkelerin pişmanlığı sarar benliğini.
İlişkiye 3. Kişinin girmesi gibi,
Kırar kalbini geçmişin izleri.”
İlişkiye 3. Kişinin girmesi. Annemden bahsediyordu. İçten parçalanmış ailemin üzerine oynuyordu. Her ne olursa olsun onları kaybetmeyi göze alamazdım. Kalbim mümkünmüş gibi daha da hızlanırken hala sakin kalmaya çalışıyordum. Çok vaktim vardı, heyecan yapıp saatlerimi boşa harcamaya gerek yoktu.
“O” yumruk hikâyenin en masumuyla buluşurken,
Gözyaşı akarken kalbe,
İnsanoğlu dünyayı kiraladı mı sanar?”
Babamın bana küçükken uyguladığı şiddetten bahsediyor olmalıydı.
“Senin uzattığın o yardım eli,
Silaha dönüştü fark edemedin mi?”
Neyden bahsediyordu? Defalarca okusam da bir anlam çıkartamamıştım. Motora binip hızla eve sürerken kurallarını dahi bilmediğim oyunu nasıl kazanacağımı düşünüyordum. Motorla kendi evime ulaşmam yarım saat sürmüştü. Babam zaten şehir dışındaydı. Annemin ve o iğrenç adamın evde olmasından korkuyordum. Telefonumu çıkartıp annemin ne zaman bana ulaşmaya çalıştığına baktım. En son iki gün önce iyi olup olmadığımı ve beni özlediğini söylediği bir mesaj atmıştı. İki gündür mesaj atmıyorsa bunun nedeni yanındaki o adamdı. Onunla olmalıydı. Eve geldiğimde anahtarım Aden’in evindeki çantam da kaldığı için zile bastım. Kapıyı bir dakika sonra hizmetçimiz Estella açmıştı. Genç, Rus bir kadındı. Beni gördüğüne şaşırmıştı. “Azra hanim? Hoj geldıniz.”
Estella kenara çekilirken hızla içeri girip etrafa bakınmaya başladım. “Annem nerde Estella?”
“İki gun önje tatıle gitti.” Tam da tahmin ettiğim gibi.
“Evi hemen boşaltın. Bir yardımcı dahi kalmasın. Çabuk.”
“Ama hanimimiz-“
“Annem olmadığına göre beni dinlemeniz gerekiyor Estella. Derhal çıkın bu evden. Yarın gelin.” Estella başını sallayıp arkasını döndüğünde tekrar konuştum. “Bir şey daha. Anahtarını bana ver. Yarın bahçıvanımız Radi beyle gelirsin.”
Estella bir koşu anahtarını bana getirirken diğer çalışanlara da acilen evi boşaltmalarını söylüyordu. Onların can güvenliğinden emin olmalıydım. Estella anahtarı bana verdikten sonra montunu giyerken anahtarı cebime attım. Evdeki sessizlik kaşlarımın çatılmasına neden oldu. “Güneş nerede?”
“Biraz rahatsızlandı. Barış bey onu dün veterinere götürüldü.” Normalde olsa bana sorulmadan Güneş’i bu evden çıkardıkları için işlerine dahi son verebilirdim fakat Barış uzun zamandır bizim yanımızda çalışıyordu ve Güneş’e babası gibi baktığını görebiliyordum. Bu yüzden Güneş konusunda içim rahattı. Başımla Estella’yı onaylayıp etrafa bakındım. Bahsettiği masum küçük bendim. Hızla üçüncü katta, evin en uzak köşesinde olan odama girdim. Gözlerim etrafı tararken büyük odamda bir farklılık yoktu. İlk önce çalışma masama, ardından da yatağıma, ufak kitaplığıma, gardırobuma baktım. Hiç bir farklılık yoktu. Odamdan çıkıp annemlerin bir alt kattaki odasına ilerledim. Bu odaya her girdiğim de midem bulanıyordu. O adamla annemin burada beraber olduklarını bilmek bile sakin olmamı telkin eden beynimi susturup her yeri birbirine katma isteğini uyandırıyordu. Derin bir nefes alıp odaya girdim. Annemin parfümünün kokusu ciğerlerimi doldururken ağzımdan nefes alıp vermeye başladım. Onun kokusunu bile duymak istemiyordum. İlk makyaj masasına baktım. Düzenliydi. Hızlıca çekmeceleri karıştırmaya başladım. Etraf gittikçe dağılırken buralar da bir yerler de bir şeylerin olması gerektiğini biliyordum. Olmak zorundaydı. Takı kutularını tek tek masaya döktüm. Hiç bir şey yoktu. Annemin takıdan fazla sevdiği bir şey yoktu. Burada olmak zorundaydı. Gar dolabı açıp hızlıca karıştırmaya başladım. Neden hiç bir şey yoktu? Ne bulmam lazımsa bu odadan çıkması gerekiyordu. Sinirle büyük yatağın yanındaki komodinleri karıştırırken içimdeki umut ışığı giderek sönüyordu. Burada olmak zorundaydı işte! Gözlerimden iznim dışı bir damla yaş akarken sinirle bağırıp yatağın çarşafının ucundan tutup fırlattım. “Çık işte ortaya!” Yere düşen çarşaftan yavaşça başımı yatağa, annemin yattığı tarafa çevirdim. Normalde tatlı olması gereken fakat gözlerin olduğu taraftan kan akıyormuşçasına duran, ve gülümseyen bir palyaço maskesi vardı. Vücudum ürperirken maskenin alt kısmından ucu gözüken siyah mektubu yavaşça çektim. Üstünde küçük, beyaz bir elma deseni vardı. Zarfı açarken ilerleme kaydettiğim için mutluydum. Oyunu bitirmiş olamazdım. O akıl hastası bu kadar kolaya kaçmış olamazdı. Zarfın içindeki kâğıdı çıkarıp kısa yazıyı okumaya başladım.
“Biip! Yanlış tahmin son gelen!”
Hayır. Bu olamazdı. Bu da oyunun bir parçasıydı. Beni umutsuzluğa düşürüp bu halimden keyif alacaktı. Gözyaşlarımı silip etrafıma bakındım. “Aden’in verdiği gözyaşı ve çığlıkları sana vermeyeceğim!” Sessiz odada telefonumun bildirim sesi yankılandı.
*0542*******: Öyle mir dersin?*
*0542*******: Sınırları zorlamamı istiyorsan sen bilirsin.*
Buradaydı. Beni duymuştu. O katili mahvedecektim. Sırf bu yaptıkları için bile onu bana yalvaracak hale getirecektim. Emin adımlarla kapıya koşarken kapımın kilitlendiğini duydum. Hayır. Hayır. Hayır! Kapıyı açmaya çalışırken yumruklamaya ve bağırmaya başladım. “Aç kapıyı! Oyunlarla değil de gerçekten yüzleş benimle şerefsiz!”
*0542*******: Senin gibi bir hanımefendiye yakışıyor mu bu sözler?*
Kapıya daha sert vurdum. “Sen şu kapıyı açta göstereyim ben sana hanımefendilere nelerin yakıştığını!”
*0542*******: Aldın oyun cezasını. Şimdi bekleme zamanı. Palyaço yardım edecek. Gösterecek oyun da arananı.*
Bu kapıları bu kadar sağlam yaptıkları için annemden daha fazla nefret ediyordum. Normal bir kapıyı kırabilirdim fakat bu kapıları tek başıma kırmam imansızdı. Palyaço maskesi beni ürkütse de geri dönüp onu elime aldım. Maskenin arka tarafına yapıştırılmış başka bir notu görünce sertçe çekip çıkardım. Maskeyi yere savururken hızla notu açtım.
“Oyunun cezasıydı yanlış yere gelmen. Saat ilerledi, bir saat eksildi. Aradığın ailen değil senin karanlığına ışık saçan güneşin. Unutma oyun kanın oyunu. Yelkovan silah, akrep mermi oldu. Güneşini söndürmeye geliyorlar.”
Güneş. Hayır. Herkesin üzerine oynayabilirdi ama o olmazdı. Onu kaydedemezdim. Anılar hızla beynime hücum ederken çıldırmak üzereydim.
Yıllar önce.
Uzun zamandır karşısında durduğum barınağa gitmeyi planlamış fakat hep son an da iptal etmiştim. Buradan uzun zamandır şüpheleniyordum. Dışarıdan güvenli bir yere benzese de içeri de hayvanların nasıl bir muameleye maruz kaldıklarını tahmin edebiliyordum. Geldiğim ilk barınak değildi, son da olmayacaktı. Dudaklarıma tatlı bir gülümseme kondurup içeriye girdim. İçeri de orta yaşlar da saçlarının önleri dökülmüş, yanlar da tek tük kalmış cılız bir adam oturmuş, sigara içiyordu. “Merhabalar.” Dedim en içten gülümsememi sunmaya çalışarak.
Adam beni görünce uzandığı sandalyeden doğruldu ve sigarasını küllüğe yerleştirdi. “Hoş geldiniz.”
“Hoş buldum. Ben evcil hayvan sahiplenmek istiyordum.”
“Kedi? Köpek?”
Başımı iki yana salladım. “İkisini de görmek isterim. Özel bir tercihim yok.”
Kapısı taş ile açık tutulan diğer kapıya doğru bağırdı. “Alper! Gel buraya! Alper!” O sırada bir köpeğin canının acıdığını haykıran bağırışını duyduğum da olduğum yerde irkildim. Açık kapıya doğru bir hamle yaptığım da adam eliyle beni durdurdu. “Ben çağırırım. Siz burada bekleyin.”
Cevap vermek yerine aptala yatarak gülümseyerek baktım. Bir şeyler anlamasını istemiyordum. En kötü hallerini görüp, fotoğraflarını çekerek şikâyet edecektim. Adam gittiği an da elimde bulunması için etrafın fotoğrafını hızlıca çektim. Adam geldiğinde telefonu çantama koyuyordum. “Buyurun bayan. Bu taraftan.”
Adamın peşinden ilerleyip az önce bağırma sesleri gelen kapıdan geçerek arka bahçeye çıktık. Bir sürü kafes ve içlerin de olan onlarca masum hayvan vardı. İlgili bir tavırla hepsini yavaş yavaş gezmeye başladım. Bazı köpekler beni gördükleri an da kafese koşarken bazıları kafasını kaldırıp bana bakıyor, ardından da tekrar yatıyorlardı. Keşke hepsini sahiplenip buradan götürebilseydim. Yavru köpeklerin olduğu bir kafeste küçük, sarı bir köpek bağırıp duruyordu. Kapıda duran görevlinin arada gözleri sinirle o köpeğe kayıyor, ardından bana bakıp önüne dönüyordu. Etrafta neredeyse hiç ses yokken o köpek sürekli bağırıyordu. Başımdaki Alper denen çocuk benden sıkılmışa benziyordu. Kedilerin olduğu tarafa geldiğimiz de Alper’e döndüm. “Bu gün bir karar veremedim. Biraz düşünüp tekrar geleceğim. Teşekkür ederim.”
Alper rahat bir nefes bırakırken bunu saklama gereği bile duymamıştı. Daha bir adım atmıştım ki onun da benimle geldiğini fark ettim. Dudaklarıma tatlı bir gülümseme, yüzüme ise mahcup bir ifade takındım. “Sizi çok uğraştırdım, ben şu kapıdan çıkarım.” Diyerek gözlerimle geldiğim kapıyı işaret ettim. Ona cevap verme fırsatı tanımadan işaret ettiğim kapıya ilerlemeye başladım. Az önce bağıran golden cinsi köpeğin diğer yavru köpeklerle oyun oynadığını görünce gülümsedim. Köpekle göz göze geldiğimde tekrar bağırmaya başlamıştı. Onu görmezden gelmeye çalışarak az önce çıktığım kapıdan girdim. Kapıda oturan görevliye dönüp gülümsedim. Bu gün gülümsemekten yanaklarım ağrımıştı. “Lavabo var mı acaba?”
Adam başıyla en köşe de duran kapıyı işaret etti. “Burayı kullanabilirsiniz.” Adama teşekkür edip tuvalete girdiğimde kusmak istedim. Burası berbat bir haldeydi. Üstümde gözlerimle uyumlu olan yeşil tişörtü burnuma çektim. Umarım buradan çıktığım da lağıma düşmüş gibi kokmazdım. Tuvaletin de fotoğrafını çektikten sonra bir kaç bağırış sesi duydum. Kapıya yanaştığımda uğultuların arasından bir kaç kelime seçebildim. “Bıktım ben bundan! Sürekli bağırıyor. Ses tellerini keseceğim sonun da o olacak.”
Golden köpekten bahsettiğini anlamıştım. Düşüncesi bile içimi ürpertirken bir kaç dakika sessizlik olmuştu. Telefonumdan ses kayıt cihazını çalıştırıp küçük çantamın ön cebine koydum. Uğultu arttığında içimdeki korku da artıyordu. O köpeği öldürmezlerdi, değil mi? Bir kaç dakika sonra daha fazla dayanamayıp çıktım tuvaletten. Etrafta kimse yoktu. Kameramı titreyen ellerimle açıp videoyu başlattım. Hızla geldiğim yöne doğru ilerlediğim de olduğum yerde dona kaldım. İki kişi orta da toplanmış gülüyor ve yavru köpeği birbirlerine tekme ile savuruyorlardı. Sırılsıklam olmuş yavru köpek acı için de haykırıyordu. Gözlerim bu manzara karşısında dolarken telefonumu çantama atıp iki adama doğru koşmaya başladım. “Hey!” Adamlar durup bana döndüğün de şaşkındılar. Anlaşılan o masum kızın çoktan evine gittiğini düşünüyorlardı. Alper ve yanında daha kalıplı duran adam ayağının ucundaki köpeği bana bakıp güldü ve ayağı ile bir kaç adım uzağa fırlattı. “Siz o köpeğe ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Sizin canınızın onunkinden daha değeli olduğunu düşündüren ne?!” Öfkeden delirmek üzereydim. Bunlar kim olduklarını sanıyorlardı?
“Hala burada mısın sen? Hemen çıksan iyi edersin. İşimize karışmak istemezsin.” Dedi Alper dediklerimi duymazdan gelerek. Mavi gözlerini benden çekip yerdeki sopaya kaydırdı. Gülerek sopayı aldı ve ondan bir kaç adım uzakta olan köpeğe doğru yavaşça yürümeye başladı.
Alper’e doğru koşarken diğer kalıplı adam beni kollarımdan yakalayarak Alper’in biraz uzağında tutmaya başladı. “Madem gitmiyorsun. Sen de izle.” Elinden kurtulmaya çalışırken debeleniyordum. Kaldırdığı sopayı sırılsıklam yatan köpeğe vurduğunda bayıldığını düşündüğüm köpek acıyla haykırdı. İçimde bir yerlerin acıyla kasıldığının hissederken gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Sinirle dişlerimi sıktım ve parmak uçlarıma yükselip var gücümle arkamdaki adama kafa attım. Adam burnunu tutup geriye sendelenirken çantamdaki biber gazını hızla çıkartıp daha adam ne olduğunu anlayamadan adamın yüzüne doğru fazlasıyla sıktım. Nefesimi tutarak adamdan uzaklaştım. Adam haykırmaya ve yüzünü tutmaya başlayınca Alper ne olduğunu anlayamayarak bize döndü. Öfkeyle Alper’e yöneldiğimde havada savurduğum yumruğu eliyle tuttu. “Ne yaptığını sanıyorsun sen!?”
“Hayvanlara yaptıklarınızı, hayvandan daha beter yaratıklar da biraz olsun yaşasın istedim.” Diğer yumruğumu yüzüne savurduğumda onu da eliyle yakaladı. Eli elime değdiği an dağılmış aklından fırsat bularak sert, düz tekmemi kasıklarıyla buluşturdum. O kadar hızlı vurmuştum ki benim bile canım acımıştı. Alper acıyla haykırarak yere düşerken ona bir tekme daha attım. Arkamdaki adam öfkeyle bana bir yumruk savurduğun da eğilerek yumruğundan kurtulup çenesine sert bir yumruk geçirdim. Adamın kafası yana kayarken bu sefer karnına bir yumruk attım. Adam karnını tutarken öfkeyle bana bakıp beklemediğim bir an da yüzüme yumruk attı. Elmacık kemiğim de hissettiğim acıyla başım dönmeye başlamıştı. Daha da hırslanıp gülerek iki büklüm duran adamın boynuna dirseğimi geçirdiğimde adam haykırarak yere düşmüştü. Biber gazımı ikisine de sıkıp yerde ıslak yatan yavru köpeğe yaklaştım. Elime aldığım gibi acıyla bağıran köpeği kucaklayıp çıkışa doğru koşarken girişte yaşlı adamın çatık kaşlarla bana baktığını gördüm. Ne yaptığıma anlam verememişti. “Kendine yeni bir iş bulsan iyi edersin!” Koşarak barınak denen hayvan hapishanesinden çıkıp motoruma bindim. Hızla hareket dahi etmeye mecali kalmayan köpeği kucağıma koyup üstünde bilerek anahtarını bıraktığım motorumu çalıştırıp barınaktan uzaklaştım. Dakikalar sonra yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için köpeğe dokunduğumda kucağımda kıpırdanmaya ve sessizce inlemeye başladı. Rahat bir nefes vermiştim, ölmemişti. Tek elimle dikkatlice başını okşadığımda inleme sesleri arttı. Üzerimde köpeğin kanı ve gözlerimden akan yaşlarla benim çalıştığım veterinere sürdüm. İnanamıyordum. Hayvanlara bunu nasıl yapabilirlerdi? Bu hakkı onlara kim veriyordu? Onları yaratan bile hayvanlara zulmedilmemesini emrederken aciz insanoğlu nasıl böyle bir vahşete kalkışırdı? Onların canlarının daha kıymetli olduğunu düşünürsen neydi? İnsanlar... Gün geçtikçe insanlıklarını yitiriyordu. Ana yolun kenarın da olan veterinere vardığımızda motoru durdurup köpeği kucaklayıp içeri girdim. “Mustafa abi! Çabuk gel abi!” Kahverengi saçlı, aynı göz renge sahip Mustafa abi koşarak dinlenme odamızdan çıktı. Gözlüklerini düzeltip korkuyla baktı. Beni ilk defa ağlarken görüyordu.
“Ne oldu ona?” Diye sorarken köpeği klinik odasındaki sedyeye dikkatlice yatırdım.
“Barınakta bağırdığı için tekmeleniyordu.”
Ardından köpekle dikkatlice incelmeye başladı. İlk önce kanayan yerini buldu. Ön ayaklarının karınları ile birleştiği nokta da kanama vardı. Yaklaşık bir buçuk saat boyunca o köpekle ilgilenmiştik. Bir buçuk saatin ardından köpeğin rahat uyuyabilmesi için ağrı kesici ve sakinleştirici vermiştik. Yaralar almıştı ama iyi olacaktı. Burayı işte bu yüzden seviyordum. Hayvanlara yardım edebiliyordum. Orda olmasam belki de ölecek olan bu köpeği kurtarmıştım. Gerçekten bir şeyler yapabildiğimi görmek, işe yaradığımı hissetmek, beni mutlu ediyordu. Ayrıca çok şey öğrenmiştim. Hep öğrenmek istediğim ilk yardımı da burada öğrenmiştim. Mustafa abi ikimize de kahve yaparken ben her zaman burada yedekte bulunması gereken kıyafetlerimi giydim. Burada ne olacağı belli olmuyordu. Bir kedi yaralı gelebilir, ya da bir köpek üstünüze kusabilirdi. Bu yüzden her zaman yedekte kıyafet tutmalıydık. Siyah tişörtü ve gri eşofmanı giymiş, elimi yüzümü yıkayarak biraz olsun kendime gelmiştim. Koltuğa kendimi bıraktığımda Mustafa abinin ikimiz için yaptığı büyük kahve fincanlarından birini aldım. “Teşekkür ederim abi.”
“Rica ederim kardeşim, ne demek.” Derin bir nefes aldı. “Anlat bakalım yine ne işler karıştırdın?”
Gülümseyerek yaptığım şeylerin hepsini anlattığım da Mustafa abi şaşırmışa benziyordu. “Bir gün boyundan büyük bir işe kalkışacaksın Azra. Dikkatli ol.”
Kahvemden yudum alırken omuz silktim. “Olanlara göz yumamazdım. Biliyorsun.”
Başını olumlu anlam da salladı. “Biliyorum. Ama yine de kendine dikkat et. O barınağı kapattırmak için avukat bir arkadaşımdan destek alabiliriz.”
Ardından Mustafa abinin avukat arkadaşı ile görüşmüş ve elimdeki fotoğraf, video ve ses kayıtlarının birer kopyasını ona vermiştim. Meğer ses kayıt cihazım video çekerken kapanmamış, ben veterinere gelip köpeği ameliyat etmeye başladığımız da telefonda yer kalmayınca kendiliğinden kapanmıştı. İyi haber barınak kapatılmış, hayvanlar güvenilir barınaklara sevk edilmişti. Hayvanlar dışarıda dahi kalsa onlar için daha iyi olurdu. Onlara az yemek, az su ve çokça zarar veriliyordu. Dışarı da en azından bu kadar fazla zarar görmezlerdi diye düşünerek oraya girmiştim fakat daha iyisi olmuş, güvenilir barınaklara gönderilmişlerdi. Bir ay sonra köpek tamamen iyileşmişti. İnsanlardan haklı olarak korkuyordu. Mustafa abi ona yaklaşmak istediğinde korkup kaçıyordu. Benden o kadar korkmuyordu. Sakince yanın da oturduğum da yanıma yaklaşıyordu. Yine sakince oturup köpeğin gelmesini beklediğim bir vakitte yanımda Mustafa abi gelip köpeğin artık gitmesi gerektiğini söylemişti. Aslında daha erken gitmeliydi fakat Mustafa abi benim hatırım için tutmuştu. Bakım odamız küçüktü ve diğer hayvanlara yeterli alan kalmıyordu. Bu yüzden gitmesi gerekiyordu fakat bir aydır onu sahiplendirebilecek kimseyi bulamamıştım. Mustafa abi akşam çıktığın da ben yerleri silmeyi bitiriyordum. Işıkları kapatıp sakince yavru köpeğin olduğu yerin yakınına oturdum. İnleme sesleri duyduğum da bunu yeni anladığım için kendime kızmıştım. Karanlıktan korkuyordu. Telefonumun flaşını açtığım da yavaşça çıktı uyuduğu yerden. Sakince dizlerime vurdum. “Hadi gel. Gidelim buradan.” Köpek biraz tereddüt etse de yanıma yaklaşıp dizime koydu kafasını. Küçük inleme seslerini duyarken tereddüt ederek başını okşamaya başladım. Sessizce kuyruğunu sallamaya başlayan köpeği dikkatlice kucağıma alıp başını öptüm. Çok tatlıydı. Kucağımda köpekle veteriner kliniğini kilitleyip motoruma bindim. Onu eve götürecektim. Babamla tekrar tartışacağım açıktı.
O gün babamla tartışıp köpekle odama girdikten sonra yatağımda ağlamaya başlamıştım. Bu sefer o benim yanıma gelmiş, yanıma yatmıştı. Ağlamaya devam ettiğimi fark edince de bana sürtünmüş, gözyaşlarımı yalayarak ağlamamı dindirmeye çalışmıştı. İşe de yaramıştı. Ben ona karanlıkta ışık açmıştım. O da benim karanlık dünyama güneş olmuştu. Bütün kötü anılarım da olmuş, küçücük boyuyla babamla kavga ettiğimde önüme geçip babama havlamıştı. Güneş benim ikinci başkaldırımdı.
Günümüz.
Gözümden bir damla yaş akarken kendimi çıldırmamak için tutmaya çalışıyordum. Ona istediğini vermeyecektim. Bir saat beklemem gerekiyordu. Saat 15.22’ydi. Daha çok vaktim vardı. Sakin nefesler alıp vererek yatağın dibine, yere oturdum. Dizlerimi kendime çekip başımı yasladım ve düşünmeye devam ettim. Aniden aklıma gelen şeyle cebimdeki notu çıkartıp tekrar okuyup tahminleri yürüttüm.
“Kalpte acı bırakır geçmişin izleri.
Keşkelerin pişmanlığı sarar benliğini.”
Çok defa keşke demiştim. Keşke o barınağa gitmeyi hiç ertelemeseydim. Keşke o köpeği daha önceden sahiplenseydim. Keşke babamın beni yönetmesine izin vermeyip daha önceden başkaldırsaydım. Daha çok keşkelerim vardı. Hepsi için pişmanlık duyuyordum. Bunu nasıl biliyordu bilmiyorum.
“İlişkiye 3. Kişinin girmesi gibi,
Kırar kalbini geçmişin izleri.”
Tamamen akıl dağıtılması için yazılmıştı ve oldukça da başarılı olmuştu. Yine katilin istediği hamleyi yapmıştım. Öfkeyle yumruğumun altı ile yere vurdum. Ona karşı koymaya çalışırken bile onun istediği şeyleri yapıyordum.
“O” yumruk hikâyenin en masumuyla buluşurken,”
O yumruk sahibi babam değil, barınaktaki adamlardı. O masum ben değildim. Güneşti...
“Gözyaşı akarken kalbe,
İnsanoğlu dünyayı kiraladı mı sanar?”
Burası şimdi anlam kazanmıştı. İnsanların dünyanın bir emanet olduğunu fark edip iyi bakmamız gerektiğini unutmuş, dünyayı kiralamış gibi davranıyorlardı.
“Senin uzattığın o yardım eli,
Silaha dönüştü fark edemedin mi?”
Güneşi o gün kurtarmasaydım ne olurdu ona bilemem ama bu durum da olmayacağı kesindi. Benim tüy yumağım şu an korkudan bağırıyor olmalıydı. Her korktuğun da bağırırdı. Babamın karşısında durmaktan korkardı fakat beni korumak için bağırmaz, havlardı. Başımı dizime yaslayıp aklımda geçen düşüncelere bir yön vermeye çalıştım. Daha fazla karanlığa çekildiğimi fark edememiştim.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
Gözlerimi korkuyla açtım. Hayır, hayır, hayır. Uyumuş olamazdım hayır. Ayaklarımın ucundaki açık duran nota baktım.
“Oyun yöneticisi koyar istediği kuralı. Buna palyaço da dâhil, bayılma da. Her kural bir son getirir. Seslice ve acımasızca:)”
Derin bir nefes aldığımda aniden öksürmeye başladım. Defalarca öksürdüm. Öksürük krizine girmiştim. Gözümden yaş gelene kadar öksürdükten sonra üstümdeki krem kazağı burnuma çekip derin nefesler almayı denedim. Adi pislik nasıl yapmıştı bilmiyorum ama odaya uyumamı sağlayacak bir gaz bırakmıştı. Cebimdeki telefonu çıkartıp saate baktığımda nefesimin kesildiğini hissettim. Saat 00.22’ydı. Güneş’i kaybedemezdim. Hızla kapıya yöneldiğimde sonunda kapı kulpu rahatlıkla açıldı. Koşarak iki kat merdivenden inip çıktım evden. Gideceğim yer veteriner kliniğiydi. Onu orada hayata bağlamıştım. Orada iyileşmişti ve ben en çok orada zaman geçiriyordum. Seçtiği yer orasıydı. Motorumu hızla sürmeye başladım. Güneş’le olan anılarımı bir bir hatırlıyordum. Çoğu zaman hayata tutunma sebebim olmuşu. Onu her şeyden çok seviyordum. Onu kaybedemezdim. Herkesten korkan Güneş’im her zaman bana sığınırdı. Motorumu sürerken telefonumun çaldığını duysam da son gaz motorla giderken açmam imkânsızdı. Veterinerin önüne geldiğimde saat 00.38’di. Veteriner kapısına koşarak ulaştığımda palyaço maskesi ile tekrar karşılaşmak bir anlık kalbimi durdurmuştu. Bu sefer üzgün olan palyaço maskesinden gözlerinden hala kanlar akıyordu. Maskenin alnındaki notu hızla aldım.
“Ups! Sanırım not biraz akıl karıştırıcı ha, ne dersin? Vaktin daralıyor son gelen. Mermi doğrultuldu batacak olan Güneş’ine. Mermi silahtan ayrıldığında gece hüküm sürecek.”
Kayıp mı etmiştim? Hayır. Gerekirse yalvarırdım. Gerekirse onu değil beni öldürmesini isterdim ama Güneş’i öldürmesine izin veremezdim. Gözlerimden yaşlar akarken telefonum tekrar çalınca sinirle bir küfür savurup telefonumu cebimden çıkardım. Bade iki defa aramıştı fakat şu an arayan bir numaraydı. Bana mesaj atan o numara, katildi. Hızla telefonumu açıp kulağıma götürdüm. “Nerde?” Dayanamayıp bağırdım. “Nerde benim Güneş’im? Nereye götürdün söyle!”
Kısa bir sessizlik oldu. Derin bir nefes aldı ve boğuk, kalın sesi duydum. Sesini anlamamam için uygulamalar kullanıyordu. “Pişmanlık yaşadığın yer neresi? Keşke dediğin yer? O yumruk nerde buluştu hikâyenin en masumuyla? Nerde uzattın silaha dönüşen yardım elini?” Beynimde şişmekle çakarken son cümlesini kurdu. “Nerde aydınlandı senin Güneşin?”
Hepsinin cevabı ilk barınaktı. Her şey orada olmuştu aslında. Saate baktım. 00.49’du. Yetişebilirdim. Barınak İstanbul’un öbür ucunda ama olsun. Yetişebilirdim. Yetişmek zorundaydım. Koşarak motoruma atladığım da az kalsın düşecektim. Dengemi toparlayıp bir saniye dahi beklemeden gazı kökledim. Azalan arabaların arasından o kadar hızlı geçiyordum ki çoktan beş altı tane ceza almış olmalıydım. Saçlarım uçuşurken sanki zaman bana inat daha da hızlı akıyordu. Barınağın olduğu mahalleye girdiğimde mahalle arası olduğu için yavaşlamıştım. Saate baktığımda 01.02 olduğunu görünce yere oturup ağlamak istemiştim fakat şimdi Güneşin batmasını engellemem gerekiyordu. Güneş batarsa kararırdı dünyam ve bir kere karanlığa bulaşan parlayamazdı bir daha, eskisi gibi.
Gözlerimden yaşlar akarken parmak boğumlarım motoru sıkmaktan beyazlaşmıştı. Aniden önüme küçük bir çocuk çıkınca motoru sağa kırmak zorunda kaldım. Dengesini koruyamadığım motorla birlikte yerde sürünerek düşerken başımı korumaya almıştım. Metrelerce boş asfaltta, yerde sürüklendim. En sonunda durduğumda her yerimin acıdığını hissediyordum. Ayağa kalktığım da vücudumun bazı bölgelerinde kanamalar olduğunu gördüm fakat şimdi bir kalbin durmasını engellemem gerekiyordu. Neyse ki kafamı bir yere vurmamıştım. Sanırım bu yönden şanslıydım. Tekrar motoruma yöneldiğimde onu kaldırmaya çalıştım. Kaldırıp çalıştırıldığımda benzinin bitmiş olduğunu gördüm. Bu benzinin yarısı doluydu. Ben motordan ayrı sürünürken almış olmalıydı. Her yerdeydi. Fakat biz göremiyorduk. Koşmaya başladım. Bütün bedenim her adımımda acı içinde boğulurken ben koşuyordum. Gözlerimden akan yaşlara rağmen koşuyordum. Uzaktan sesi geldi ilk önce. Bağırıyordu. Her korktuğunda yaptığı gibi. Yine bağırıyor, gelmemi bekliyordu. Geliyorum annecim. Seni kurtarmaya geliyorum. Buradan beraber gideceğiz. Korkma.
Nefes nefese barınağı gördüğümde bu kadar uzaktan bile parlayan sarı tüylerini görebiliyordum. Beni uzaktan görünce bağırmasını kesti ve oturduğu yerden kalkıp kuyruğunu sallamaya başladı. Tasması oradaki demire bağlı olduğu için gelemiyordu. Başardım. Geldim kızım. Annen seni kurtardı.
“Geldim Güneş’im! Kurtardım seni kızım!” Bana gülümseyerek havladığın da salladığı kuyruğunu bile özlemiştim.
Aramızda beş altı adım kala bir zil sesi duyuldu. Ardından boğuk bir ses yankılandı mahallede. “Geç kaldın son gelen.”
“Hayır hayır! Ben geldi-“ Yarıda kalmıştı sözüm. Bölen şey ise silah sesi olmuştu. Olduğum yerde donakalırken önce salladığı sarı kuyruğu durdu. Gülümsemesi silindi ve yere yığıldı. Mahalleyi inleten çığlığımla koştum Güneş’ime doğru. Başını kucağıma çekip hayat belirtisi göstermesini istedim. Tıpkı yıllar önce onu ilk kurtardığım da motorla giderken yaptığım gibi. Gözlerini açtı yavaşça. Ardından zar zor kaldırdı kafasını ve yanaklarımı, gözyaşlarımı yaladı. Sessizce inliyordu. Korktuğu zaman bağırırdı, canı acısa bağırırdı. Şimdi bağırmıyor, sessizce veda ediyordu. “Ölmeyeceksin hayır. İzin vermem ölmene hayır!” Sarı tüyleri kanla kaplanmış, birbirine yapışmıştı. Kanayan yeri ararken bu sefer kanayan kolumu yaladı. “Yapma!” Diye bağırdım. “Gidecekmiş gibi davranma bana! Senle ne zorluklar atlattık! Bunu da atlatacağız dayan bir tanem.” Barınak kapalıydı. Ne yapabilirdim? Üstümdeki hırkayı çıkartıp kanadığını düşündüğüm bölgeye sıkıca sardım. “Şimdi barınağa gideceğim bir şekilde. Orada ilk yardım malzemeleri vardır kızım. Kurtaracağım seni.”
Nereden geldiğini bilmediğim kalın sesi tekrar duydum. “Cık, cık, cık. Bu oyunda hileleri sadece ben yapabilirim son gelen.” Tekrar duyduğum silah sesi ve kucağımda, gözlerimin önünde Güneş’e giren yeni bir mermi. Gözlerine baktım. O da baktı. Sonra yavaşça kapattı o gözlerini. Başımı kalbinin olduğu yere koyup küçük bir hareketlilik bekledim. Ufak bir tıkırtı beni hayata bağlayacaktı. Ölümün sessizliği ile yüzleştim. “Hayır!” Çığlığım mahalleyi inletirken ona kalp masajı yapmaya başladım. “Hayır!” Onun sessiz vedasına karşılık ben yeri göğü inletiyordum. “Küçük bir hareketlilik ver bana yalvarırım!” Dakikalar geçmişti. Ama yine de bir hareketlilik yoktu. Ona sıkıca sarıldım. “Böyle mi gidecektin benden? Böyle mi kaybedecektik savaşı? Sen benim güçlü kızımsın yalvarırım uyan!” Orada ne kadar süre geçirmiştik bilmiyorum. Artık ağlayamıyor, sadece haykırıyordum. İçimdeki acı çıkabilse, yer yerinden oynardı. İçimdeki acı konuşabilse, tüm dünyayı ağlatırdı. Fakat içimdeki acı yerinde kalacaktı. Kimse duymayacak, kimse görmeyecekti.
Güneş’e sarılmış bir vaziyette yolun ortasında otururken ağzıma konulan bez son hatırladığım olmuştu. Bayılırken son gördüğüm Güneş’in cansız bedeniydi. Güneş batmıştı, karanlık bizi içine çekmişti.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
Gözlerimi açtığım da bir mezarın önündeydim. “Benan Mezarlığı.” Tüm ailenin bulunduğu o mezarlıktaydım. Telefon ışığımı açıp mezar taşındaki yazıyı okuduğum da kanım dondu.
“Güneş Benan.”
Güneş’imi ne çabuk gömmüştü. Bu kadar mıydı yani hayat? Bir silahla son bulacak kadar kısa mıydı? Ağlayamıyordum. Sakinleştirici vermiş olmalıydı. Yoksa bu kadar sakin kalmam imkansızdı. Duyularım uyuşmuştu ama kalbimin olması gereken yere kor atılmıştı. Yanıyor, beni de yakıyordu. Gözlerim, bütün bedenim acıyordu. Telefonuma gelen bildirime baktım yavaşça.
*0542*******: Ya on sekiz dakika içinde eve dönersin ya da Aileni ve arkadaşlarını da bu gece kaybedersin.
Bu sefer dinledim sözünü. Onları da kaybedemezdim. Ayağa kalkıp baktım son defa mezara. “Özür dilerim kızım. Kurtaramadım seni. Şimdi gidiyorum ama geleceğim. Bana kızma. Daha fazla kayıp vermemek için gidiyorum.” Mezarındaki toprağa dokundum. “İyi geceler kızım.” Mezarın çıkışındaki motorumu görünce şaşırmıştım. Yine ne çeviriyordu bu? Motoruma binip çalıştırmayı denedim. Çalıştı. Benzini tam doluydu. Eğer katil bana dokunmasaydı Güneş’i kurtarabilirdim. Hile yapmıştı...
Motoru çalıştırıp Aden’in evinin kapısına ulaştığım da on yedi dakika olmuştu. Bir dakika kapıda derin nefesler alıp kendime gelmeye çalıştım ama beceremedim. Güneş ölmüş müydü? Yıllarımı beraber geçirdiğim o dostum yok muydu artık? Düşmanız, ölen dostumun yanında kalmama dahi izin vermiyordu. Kapı ziline bastım. Bir dakika geçmeden kapı açıldığında Aden’in merdivenlerden bağırdığını gördüm.
Aden Demir.
Herkes duydukları karşısında şok olmuştu. Kimse ne tepki vereceğini bilmiyordu. Yaptığım şeyin pişmanlığını yaşamaya başlamıştım. O katilin yardımcısı değildi. Azra’nın elindeki bardak kırılırken o hiç bir tepki vermiyordu. Yusuf abi kırılan bardakla birlikte aceleyle ayağa kalkıp küçük süpürgeyi getirmeye gitti. Gideli bir dakika olmadan geri döndü ve kırılan bardağın küçük-büyük bütün parçalarını toparlayıp Azra’nın eline peçete yerleştirdi. O sırada eli kanayan fakat umursamayan Azra’ya döndüm. “Ne diyeceğimi bilmiyorum. Yaşadığın şeyler için çok üzüldüm ve ben...” Ne diyecektim? Katil sandım seni kusura bakma mı? “Seni kanlar içinde görünce... Yanlış anladım. Özür dilerim.”
Hepimize göz gezdirdi. “Oyun başladı. Yavaş yavaş hepimiz kaybedeceğiz. Her seferinde hile yapıyor. Ondan kurtulamayacağız.”
Yusuf abi gelip ellerini birbirine vurdu. “Ondan bir şekilde kurtulacağız. Şimdi herkesin yatması lazım. Yarın adam akıllı planlar yapmaya başlamalıyız. Geç bile kaldık.” Azra yavaşça Yusuf abiyi başıyla onaylayıp ayağa kalktığında sendelendi. Düşeceği sıra da Yusuf abi onu kolundan tuttu. “İyi misin?”
Azra başıyla Yusuf abiyi onayladığında Ömer yerdeki bir şeye kaşlarını çatarak bakıyordu. Uzanıp yerdeki kâğıdı alıp Azra’ya gösterdi. “Bu ne? Cebinden düştü.” Azra anlamsız bakışlarını kâğıda yönlendirirken Ömer kâğıdı yavaşça açıp sesli okumaya başladı.
“Oyunun kuralı kanın dökülmesi,
Çığlıkların eşlik etmesi,
Gözyaşların akıp gitmesi.
Adıydı oyunun. “Geçmişin izleri.”
İlk turu kaybettiniz.
Her seferinde da biraz daha kaybedeceksiniz.
Hayatınızı, hayallerinizi, benliğinizi.
Her oyun da biraz daha nefret edeceksiniz.
Aynadakinden.
Kan aktıkça parçalanacak güveniniz.
Aynadaki öfkeliyi tanıyamayacak, kendinizden dahi şüpheleneceksiniz.
Ama kaçırdığınız şeyler olacak,
Aynanın ardında oyunun sahibi.
Ve canınızı daha da acıtacak.
Dudaklarındaki gülümsemesi.”
Rüzgar ayağı ile yerde ritim tutarken ona döndüm. Dişlerini sıkmış, yere bakıyordu. Ona baktığımı fark edince derin bir nefes verdi. “Artık iyice psikolojimiz bozuldu. Hepimizin dinlenmeye ihtiyacı var. Bu günlük burada bitirip yatalım lütfen.” Ayağa kalkıp bir adım atmıştı ki dönüp gözlerimin içine baktı. “İyi geceler hepinize.” Sert adımlarla üst kata çıkıp gözden kaybolduktan sonra Yusuf abi Azra’ya döndü. “Hadi Azra. Sana pansuman yapalım, sonra sen de biraz uyu.” Azra Yusuf abinin yardımıyla üst kata çıkarken ben Ömer’deki kâğıdı aldım.
Herkes üst kata çıkarken Ozan durup döndü bana. “Sen gelmiyor musun?”
“Ben biraz burada kalıp düşüneceğim.”
Ozan mutlu olmasa da benim gülümseyebilmem için dudaklarına yalandan bir gülümseme kondurdu. “Uykusuz kalma. Yarın mor gözaltlarına, dağılmış bir halde çirkin çirkin görmeyim seni. Sen benim kardeşimsin, çirkin ördek yavrusu olamazsın ha. Ona göre, ayağını denk al.”
Gülümseyerek başımı salladım ve döndüm önüme. Herkes yukarı çıkmıştı. Kaç saat geçmişti bilmiyorum. Orda oturup uzun bir süre ne yapacağımızı düşünmüştüm. Aklımda bir kaç plan kurarken merdivenlerde birinin varlığını duydum. Başımı çevirip baktığım da Bade’nin yorgun yüzü ile karşılaştım. İlk dert ortağım, kız kardeşimdi. Onunla konuşmadan bile anlaşabiliyorduk. Eğer birimiz yalan söylese, diğerimiz bunu fark ederdi ve bir numaralı planım için bana tek yardım edebilecek kişi Badeydi. “Uyku mu tutmadı?”
Başını olumlu anlam da sallayıp yanıma oturdu. “Anlaşılan uyku tutmayan tek kişi ben değilim.” Beni baştan aşağıya süzdü. “En azından ben denedim.”
Başımı arkamdaki koltuğa yasladım. “Ne yapacağımızı düşünüyorum. Nasıl bu felaketten kurtulabileceğimizi.”
Elini koluma koydu. “Bu senin suçun değil, biliyorsun değil mi?” Yine anlamıştı.
Başımı iki yana salladım. “Hayatınızda ben olmasaydım katil size bulaşmayacaktı.”
Bade’nin kaşları çatılmıştı. “Bana bak Aden Demir.” Göz ucuyla ona baktığımda çok ciddi göründüğünü fark ettim. Ona dönüp diyeceklerini bekledim. “Bu o kadar küçük bir mevzu değil. İçinde ölüm var. Sadece senle olsa neden Yusuf abiyi vursun? Onu bizim ekibe dâhil etsin? Neden Azra’ya zarar versin? Neden Azra’nın en sevdiğini alsın? Onunla yeni tanıştık sayılır. Ölmesini elbette istemeyiz ama onu kaybetmekten deli gibi korkacağını düşünmez. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok ama hepimizle bağlantılı bir şey olmalı. Büyük düşünmeliyiz.”
Başımı olumlu anlam da salladım. “Haklısın.” Dönüp ellerini tuttum. “Senden bir şey isteyeceğim Bade.”
Gülümseyerek başını olumlu anlam da salladı. “Ne istersen.”
Fısıldadım. “Beni zehirlemeni istiyorum.”
Bade ellerini şaşkınlıkla çekti benden. “Ne?”
Tekrar tuttum ellerini. “Dinle beni. O bize oyun oynuyor olabilir ama onu yenmenin tek yolu korktuğu bir şey ile vurmak. Kime oynayacağı belli değil ama oyun başladığı an beni zehirlemeni istiyorum. Bunu senden başkası yapamaz. Ozan asla kabul etmez biliyorsun, o daha çok kalbiyle hareket ediyor. Rüzgar’ı ne kadar sevsem de ondan da yardım alamam. Onunla tanıştıktan bir süre sonra katil olayı çıktı sonuç olarak. Artık beynimle hareket etmem gerek.”
Bade şaşırmıştı. “Sence Rüzgar şüpheli olabilir mi?”
Başımı iki yana salladım. “Bence olamaz. Ona her şeyden çok güveniyorum ama yine de sizin için önlem almam gerekiyor. Her şeyin başından beri siz varsınız, sen ve Ozan. Ömer’le bir süre küs kaldık biliyorsun, o da maalesef şüpheli sayılır. Sadece bu konu da onlara haber vermeyeceğiz. Seninle benim aramda kalacak. Zehir’i alabilecek bir yer bulacağım. Onu gidip senin alman gerek.”
Bade başını iki yana salladı. “Başka çözüm yolu buluruz Aden. Bu çok teh-“
“Tehlikeli olduğunu bilmiyorum mu sanıyorsun?”
“Aden ya...” Gözleri dolmuştu. “Ya ölürsen?”
“Ölmeyeceğim. Katil beni kurtarmaya çalışacaktır. Onu kıstırmalı ya da diğer oyunda kaybetmeye yakın olursak süre kazanmış olacağız. Azra tek başındaydı, artık olamayacak. Beraber olacağız.” Sahte bir gülümseme taktık yüzüme. Bade sahte olduğunu zaten biliyordu. “Ayrıca unuttun mu? Bana geziye giderken söz vermiştin. İstediğim bir şeyi yapmak zorundasın. Bende bunu istiyorum.”
Omuzuma sertçe vurdu. “Masum dileğini nelere alet ediyorsun! Senden nefret ediyorum.”
Yanağından öptüm. “Bende seni seviyorum. Şimdi yatsak iyi olacak.” Beni başıyla onayladı. Beraber üst kata çıkıp odalarımıza dağıldık. Yatağıma girerken bu planımın işe yaraması için dua ediyor ve planı devreye sokacağımız zamanı merakla bekliyordum. Madem katil hile yapmamıza izin vermiyordu. Oyunu bozup yeni oyunu biz kuracaktık. İpler artık bizim elimize geçecekti. Başka şansımız yoktu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |