
25. Bölüm: Umutbazlar.
Küçük çocuklar isyan etmeyi bilmezdi. Onların isyanı gözyaşlarıydı.
Uyandığımda alt kattan gülüşme sesleri geliyordu. Bu şaşırtıcıydı çünkü uzun zamandır bu kadar gülüştüklerini duymamıştım. Elimi yüzümü yıkayıp pijamalarımla seke seke aşağıya indim. Sanki dün beni zehirlemeye karar vermemişiz gibi… Ama ne yapayım? Onların pozitif enerjisi bana da geçmişti. “Günaydın sevgili ailem.” Dedim merdivenlerde durup. Hepsi gülümseyerek bana baktılar ve cevap verdiler.
“Günaydınn.”
Başımıza taş yağacaktı. Yağmur ve Azra ortalıkta gözükmüyordu. Ozan Bade’ye kuymak yapmayı öğretiyordu. “Bak babaannem bayılır kuymağa. Balık çorbasına da. Akşam yemeğine de onu öğreteceğim.”
“Ne oluyor Ozan?” Yanlarına ilerlerken dönüp bana baktı. Gözleri ışıl ışıldı. “Babaannem geliyor. Yoldaymış. Zümrüt gözlümü zaten seviyor ama daha da sevsin diye sevdiği yemekleri öğretiyorum. Yarın bize davet edeceğim.”
Kaşlarım anlamayarak çatıldı. “Size mi?”
“Evet işte buraya.”
Bade aramıza girip telaşla seslendi. “Ozan! Bu kaşarları ince mi keseceğim rendeleyecek miyim?”
“Ne kaşarı zümrüt gözlüm? Aho peyniri ile yapacağız dedim ya. Kaşar diğeri olmazsa.”
Başını hafifçe yana yatırdı. “Aho peynirimiz var mı?”
“Yok.”
“Eee Ozan!?”
Didişmelerini izlemeyi bırakıp etrafa bakındım. Yusuf abi salata ve domatesleri kesiyordu. Sırtına yavaşça vurdum. “Kolay gelsin abim.”
Gülümsedi. “Sağ ol kardeşim.”
Ömer masayı kuruyordu. Rüzgar ise oturma odasını toparlıyordu. Gülümseyerek yanına ulaştım. “Günaydın.”
“Günaydın küçük kelebek.”
Rüzgar’a yardım ettikten sonra hep beraber sofraya oturduk. Ömer ortalıktan kaybolmuştu. “Ömer nerede?” Dedim peynir parçasını ağzıma atmadan önce.
Ozan dudak büküp omuz silkerken Bade dudaklarını araladı. “Kahvaltı tepsisi hazırlayıp yukarı çıktı.”
“Niye bizden ayrı yiyor?” Dedi Yusuf abi merakla.
“Bilmiyorum.” Bade’nin cevabından birkaç dakika sonra Ömer aşağıya inip yerine oturdu.
Boğazımı temizledim. “Ee, bu gün ne yapıyoruz?”
“Bu gün okul var.” Konuşan Ömer’di.
Kaşlarım çatıldı. “Ne? Neden?”
“Son senemiz ya. Son sınıflara deneme yapacaklarmış öğleden sonra. Hafta sonu olduğu için Allah razı olsun öğleden sonraya almışlar.”
Kapı zili çaldığında evde ufak bir sessizlik hâkim oldu. Yusuf abinin gözleri hepimizin üzerinde geziniyordu. “Birini mi bekliyordunuz?”
Başımı iki yana sallarken ayağa kalkıp kapıya geldim. “Kim o?”
Kapı deliğinden baktığımda arkası dönük, takım elbiseli bir adam gördüm. Cevap vermesine gerek yoktu çünkü ensesinden tanımıştım. Kapıyı açıp gülümsedim. “Ayaz?”
Telefonunu hızlıca cebine sokup bana döndü. Durdu ve beni baştan aşağıya süzdü. Üstümde pijamalarım vardı. “Ne kadar da… Şıksınız Aden hanım.”
Gülümseyerek olmayan eteğimin uçlarından tutarak reverans verdim. “Siz de bana yetiştiniz sayılır.”
Ozan seslendi. “Kim gelmiş?”
“Ayaz.”
Ona dönüp içeriyi işaret ettim. “Gelsene.”
Başını iki yana salladı. “Okul için almaya gelmiştim. Bu halde geleceksen sorun olacağını sanmıyorum.”
İnanmayan gözlerle baktım ona. Kıyafetlerimize son yılımız olduğu için pek karışmıyorlardı fakat bu kadarına elbette kızarlardı. “Sonra azar işiteyim değil mi? Hain koruma.”
Ayaz tek kaşını hafif alayla her zaman göremediğim bir gülümseme ile kaldırdı. “O biraz sıkar.”
“Sınav bir saat sonra.” Diyerek konuyu toparladım.
Saçlarını karıştırdı. “Öyle mi? Kusura bakma biraz kafam karışık. Ben arabada bekliyorum o zaman.”
“Kahvaltı yaptın mı?”
“Arabada bir şeyler atıştırırım.”
“Bizde yeni kahvaltıya oturduk. Hadi gel.”
Duraksadı. “Teşekkürler Aden hanım. Hiç rahatsız etmeyeyim.”
“Israr ediyorum, lütfen.”
Saatine baktı ve bana döndü. “Çok ısrar ettiniz. Teşekkürler.” Kapıdan çekilip ayakkabılarını çıkartıp içeriye girişini izledim. Tüm ev bizim konuşmamızı dinlediği için masaya geldiğimizde Bade’nin Ayaz’a da tabak koyduğunu, bardağını dolduruyor olduğunu gördüm.
Ayaz sol çaprazıma otururken Rüzgar’ın yanında yerimi aldım. Gülümseyerek baktı aileme. “Afiyet olsun.”
Hepsi ona karşılık verirken Ayaz yemeğini yiyordu ve bir yandan da bizimkileri inceliyordu. Ozan sırıtarak Ömer’e baktı. “Sen o kahvaltı tabağını kime götürdün?”
Gözlerini devirdi Ömer. Yaptığı iyilikleri gün yüzüne çıkarmayı sevmezdi. “Üst katta kim var şu an Ozan?”
Bade yutkundu. “Valla bir çok iyi, bir de kötü ihtimal var. Ben tahmin yürütemem.”
Ömer kaşlarını çattı. Sanki başka bir ihtimal olamazmış gibi. “Azra’ya. Yemeyeceğini söyledi de bir şekilde hallettim.” Ömer’in “şekilleri” pek kibar olmuyordu.
“Nasıl?” Diye sordum merakla. Azra inatçı birine benziyordu.
Omuz silkti Ömer. “Ben de kalsın o da.”
Mızıkçılık yapıyordu! Israr edeceğim sırada merdivenlerden biri neşeyle bağırdı. “Günaydın canlarım!” Yağmur’un tiz sesi dişlerimi gıcırdatmama neden olurken Ayaz’ın bile başı eğikken kaşlarını çattığını gördüm. Hiçbir duygusunu belli etmeyen Ayaz’ın bile. Merdivenlerden inerken kimse ona cevap vermiyordu fakat o seke seke iniyordu. “Nasılsınız?” Tabağının olmadığını fark etti. “Ah, sanırım bana yer hazırlamayı unutmuşsunuz. Sorun değil. Ailede olur ufak tefek öyle şeyler.”
Gidip kendi tabağını alıp istediklerini uzatmayacağımızı bildiğinden kendisi alıp öyle geçti masaya. Ayaz’ın yanına oturmuştu. Sarı saçlarını diğer tarafına atıp Ayaz’ın olduğu taraftaki omuzunu açıkta bırakmıştı. “Selam. Seni nasıl ilk defa görüyorum ben?” Elini uzattı. “Yağmur.”
Ayaz eline ufak bir an baktı. Ardından göz ucuyla bana baktığında ne yapacağını dikkatle izlediğimi gördü. Diğerlerine de kısa bir göz atıp Yağmur’u başıyla onayladı. “Ayaz.”
Elini bu sefer çenesine koydu. “Sen nasıl düştün bunların arasına?” Ömer’e bakıp göz kırptı. “Sen dâhil değilsin.”
Gözlerim Ömer’e dönünce yüzünde midesinin bulandığını anlayabildiğim bir ifade vardı. Komik olan kısım ise Ömer’in neredeyse hiçbir şeyden midesi bulanmazdı.
“Aden hanımın özel korumasıyım.”
Yağmur şaşırmışa benziyordu. Ayaz’a yanaştı biraz daha. “Aden benim en sevdiğim kuzenim. Bence beni de koruman gerekir. Ben çok narin bir kızım.”
Vücudu onun vücuduna değdiğinde Ayaz önündeki çayı dumanı tüterken tek seferde dikip ayağa kalktı. “Ben çay koyayım.”
Ayaz kalktığı anda Yağmur bana döndü. “Günaydın en sevdiğim kuzenim.”
“Güzelce kahvaltı yapıyorum Yağmur. Bozma.”
Kahkaha attı. “O yüzden geldim ya şekerim.”
Ozan tiksinircesine baktı. “Artık şekerli olan şeylerden nefret ediyorum.” Şekerli çayına baktı. “Sendende.”
Aklıma gelen fikir ile bizimkilere döndüm. “Bu gün Deniz’in yanına gidelim mi? Sınavdan sonra. Kıza sözümüz var.”
Rüzgar başıyla beni onayladı. “Bana uyar.”
Diğerleri de beni onayladığında Yağmur söze atladı. “Bana da uyar.”
Göz devirdim. “Sen gelmiyorsun.”
“Peşinize takılayım da görün.”
Rüzgar elini omuzuna atıp arkasına yaslandı. “Takıl da bu sefer arabayla ezsin seni.”
“Yakışıklı olduğun kadar da gıcıkmışsın.”
Rüzgar yüzünü buruşturdu. “Senin gözün sadece gıcıklığımı görsün yeter.”
Yağmur kıkırdadı. “Neden? Etkileniyor musun yoksa benden?” Ne alaka yağmur? Allahım! Bu kız beni sinir etmeye çalışıyor. Hayır. Sakin olmalıyım. Çünkü insanların kafasına sandalye fırlatmak hoş bir davranış değil. Özellikle de o kişi akrabamsa. Kimi kandırıyorum? Bunu en çok o hak ediyor.
Sinirden ellerim buz keserken Rüzgar olayı abartarak kusuyor gibi yaptı. “Midemi bulandırmaktan öteye geçemeyeceksin.”
Yağmur dudak büzerek sessiz kalan Yusuf abiye döndü. “Yusuf. Görüyor musun bana nasıl da kötü davranıyorlar…”
Elini biraz kaldırıp hayır dercesine salladı. “Beni hiç bulaştırma.”
Yağmur ellerini çenesinin altında üst üste koyup Yusuf abiye doğru dönerek biraz eğildi. Eğildiğinde giydiği mini elbisede göğüsleri rahatsız edici derecede gözüküyordu. Kafamı hızlıca Rüzgar’a çevirdiğimde burun buruna geldik. “Senden başka bir yere bakabileceğimi düşünmen çok komik küçük kelebek.”
Dudaklarımda ufak bir tebessüm hayat bulurken Ozan ve Ömer’in de gözlerini yemeklerinden bir an bile ayırmadan, ilk defa yemek yiyormuşçasına odaklanarak yediklerini izledim. Yusuf abi bir an durup ne yapmaya çalıştığına baktı ve yemeğine döndü. “Bu evde kalacaksan kıyafet giymelisin abiciğim.”
Yağmur kıkırdadı. “Neden? Üstümdeler ya.”
“Düzgün giyinmeyi öğren o zaman. Senin geldiğin yeri bilemem ama dingonun ahırı değil burası.” Aşağılayıcı bir gülümseme sundu. “Karşındakinin abin yaşında biri olduğunu unutma. Ufak tefek şeyler şeylerle ilgilenmiyorum.”
Son sözlerini Yağmur’u sinir etmek için söylediğini biliyordum. Üstelik başarılı da olmuştu. Masaya yumruğunu vurarak kalkmıştı ayağa. “Zevksiz.” Öfkeli adımları ile üst kata gidip ortalıktan kayboldu. Hepimiz rahat bir nefes verirken Ozan ilk konuşan oldu. “Parti kur oy verelim abim. Ders ver dinleyelim abim!”
“Böylelerini çok gördüm. Allah yardımcımız olsun.” Diyerek yemeğine döndü
Ayaz yerine geri oturduğunda daha dik duruyordu. “Bu günkü planınız nedir Aden Hanım?”
“Öğle sınavdan sonra bir yere gideceğiz. Sana sonra söylerim Ayaz.”
Başıyla beni onayladı. “Tamamdır.”
Kahvaltıdan hemen sonra hazırlanmaya geçtik. Yirmi dakika sonra herkes hazırlanmıştı. “Geç kalacağız.” Dedi Ozan sabırsızlıkla.
Bade üst kattan bağırdı. “Geldim geldim!”
Bade koşarak aşağıya indiğinde kahvaltı sofrasını bile kaldırmaya vaktimiz olmadan evden çıktık.
Birkaç saat sonra tekrar arabadaydık. Hepimiz sınavdan çıkmış, söz verdiğimiz gibi Deniz’in yanına gidiyorduk. Ayaz arabayı yetimhanenin önünde durdurduğunda yetimhaneye kısa bir göz attı. Her zaman sert bakan gözlerinde ilk defa merhameti gördüm. Gözleri beni bulduğunda ise gurura şahit oldum. Çocuklarla ilgilenmeye geldiğimi anlamıştı. “Sizi bekleyeyim mi?”
Duraksadım. Beklese ne güzel olurdu. “Yok, yormayalım seni. İşimiz uzun sürer. Teşekkürler.”
Başını hafifçe iki yana sallayarak inanmaz gözlerle baktı bana. “Aden Hanım Bilmem farkında mısınız sizi güvende tutmak için buradayım. Bunun için yüklü bir maaş alıyorum falan.”
Eee? “Yani?”
“Yani sizi burada bekliyorum.”
Gülümsedim. “Teşekkürler.”
Başıyla teşekkürümü aldığında içeriye doğru yürüdük. Yusuf abi yolda geleceğimizi haber vermişti. Müdüre hanım yine bizi kapıda bekliyordu. Uzatıp hızlıca elimi sıktı. Önceki seferden aklında iyice kalmış olmalıydım. “Hoş geldiniz Aden Hanım.”
“Hoş buldum.” Hepimizle tek tek el sıkıştı.
Gözlerim etrafı süzerken mavi gözlü küçük kızı göremiyordum. “Deniz nerede?”
Kaşları çatıldı. “Deniz mi?”
Başımla onu onayladım. “Mavi gözlü küçük bir kızdı.” Neredeydi?
Kimden bahsettiğimi anlamış gibi yüzü aydınlandı. “Ah, Deniz. Bir aile onunla ilgileniyor. Dün alışma amaçlı onlarda kaldı.” Kol saatine baktı. “Şimdiye getirmeleri gerekiyordu. Birazdan getirirler.” Dudaklarımda ufak bir gülümseme oluştu. Bir aile denizi istiyordu. Bir ailesi olacaktı. “Ah, size küçük sürprizimi göstermeme izin verin. Sizin getirdiklerinizin üstüne bir sürü kitap getirildi.” Bundan haberim vardı. Azra bizden sonra tekrar kitap almıştı çocuklara. “Biliyorum. Azra Benan adına gönderildiler.”
Müdirenin kaşları çatılırken başını iki yana salladı. “Hayır.” Duraksadı. “Neydi adı ya?” Bir süre durup adını düşünmeye çalıştı. “Hatırladım. Thanatos’dan. Değişik bir isim. Hatta içindeki bir kitabın üzerinde not vardı. Sizin adınıza. Bende karıştığını düşünüp ayırttım.” Thanatos. Katil notlarda kendinden bahsederken Thanatos demişti. Buraya kadar gelmesi canımı sıkıyordu.
“Teşekkür ederim. Alabilir miyim?”
Başıyla beni onaylayıp yetimhaneyi gösterdi. “Tabii. Buyurun.”
Tam ilerleyecektik ki arkamızda bir motorun durma sesini duyduk. Dönüp baktığımızda karşımızdaki deri ceketli kız başındaki kaskı hızlıca çıkardı. Saçları etrafa dağılırken yeşil ifadesiz gözleri, çökmüş gözaltları ile Azra karşımızdaydı. Geldiği iyi olmuştu. Belki biraz kafasını dağıtırdı fakat geleceğimizden nereden haberi olmuştu. Ömer’in dudağının kenarının biraz kalktığını görünce onun altından çıktığını anlamıştım. Göz ucu ile bana baktığında göz kırptı. “Teklif her zaman var, ısrar asla. Bilirsin.”
Gülümsedim. Kızı o halde itip kakmam gözümün önünden gitmiyordu. Sinirliydim fakat Azra o sırada acısından bana karşı koymaya bile çalışmamıştı. “Hoş geldin.” Başıyla beni onaylayıp dudağında yalandan da olsa bir gülümseme sundu. Bu aramızın kötü olmadığına işaret ediyor olarak yorumladım.
Beraber müdireyi takip ederek içeri girdiğimizde bizi kendi odasına götürdü. İçeri girdiğimizde oturmamızı söyledi fakat kibarca ret edip acelemiz olduğunu söyledik. Acelemiz falan yoktu. Sadece bu odada oturup can sıkıcı sohbetler yapmak istemiyorduk. Müdire hanım hediye paketine sarılmış kitabı bana doğru uzatınca elinden yutkunarak aldım. Yine neyin peşindesin ruh hastası adam?
Şimdi açmak istemiyordum. Tüm keyfimi kaçırmak şu an isteyeceğim son şey bile değildi. Evde Yağmur zaten bu görevini layığı ile yerine getiriyordu. O zaman açardım, acelesi yoktu. “Teşekkür ederim. Bize bahsettiğiniz sürpriz bu muydu?”
Başını hızlıca iki yana salladı. “Kesinlikle hayır. Beni takip etmenizi rica ediyorum.” Bu da peşinde sürü gibi bir oraya bir buraya götürüp duruyor.
Tekrar binadan çıktığımızda önceden tamamen boş olan tek katlı bir evin şimdi camlarında perde olduğunu gördüm. Cadde üzerindeki kapıyı bu gün görmediğimi fark ettim. Kapatmışlar mıydı? Fakat yeni kapı yetimhane bahçesinden de bir giriş yapılmıştı. İçeriye girdiğimde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Aslında yetimhanemizin bir odasını kütüphane için kullanacaktık fakat o kadar çok kitap geldik ki bundan sadece bizim yararlanmamızın haksızlık olacağına karar verdik. Bu yüzden tüm yetimhanelere açık hale getirdik. Herkese açmak isterdik fakat içerideki çocuklar bize emanetken bu biraz tehlikeli olurdu.” Başımla onu onayladım. Gerçekten ayrıntılı düşünülmüştü. İçerideki çocuklara bakıp gülümsedim. “Ayrıca On sekiz yaşını doldurmuş ve buradan ayrılmak zorunda kalmış gençlerde buradan yararlanabilecek.”
Bu kadarını düşünmemiştim. Şansım yaver gitmeseydi bende burada olabilirdim ve böyle bir şeyin yapıldığını öğrensem kesinlikle çok mutlu olurdum. Hepimiz heyecanla etrafı incelemeye başladık. Her yaştan çocuk buradan kitaplarını alıyor, konulan masa ve sandalyelerde kitaplarını okuyorlardı.
“Ne okuyorsun sen bakayım?” Gür gelen sesin sahibine döndüğümde küçük sarışın bir kızın kızarak Ayaz’a baktığını ve işaret parmağını dudaklarına götürerek onun sessiz olmasını söylüyordu. Ayaz sesinin tonunu yeni fark etmiş gibi elini dudaklarına götürürken biçimli kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. “Kusura bakma.” Kitabına bakmaya çalışıyordu fakat kız normal boyutlardan daha büyük olan çocuk kitabını bacaklarına koyduğu için göremiyordu. Küçük bir armudun üzerine oturuyordu. “Ne okuyorsun?”
Kız kitabı kendine doğru çekip bilmişlikle baktı Ayaz’a. “Çok önemli şeyler.”
Ayaz daha da hayretle baktı ona fakat bunun numara olduğu her halinden belli oluyordu. “Vay canına.” Gözlerini kıstı. “ne gibi önemli şeyler?”
Küçük sarışın kız çenesini kaldırdı. “Uyuyan kedi ve yedi develer.”
Gülmemi tutarken onları izlerken Ayaz gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. “Vay canına.” Gözlerini kıstı. “Ne anlatıyor peki?”
Kız başını iki yana salladı. “Sana anlatamam. Korkarsın. Gece çişe- pardon. Müdüre anne bu lafı kullanmamı sevmiyor.” Bir an düşündü. “Adı neydi ya… Neyse. Klozete gidemezsin.”
“Lavaboya gitsem yeter sanırım. Anlat sen.” Dedi Ayaz sahte bir merakla.
“Bak şimdi.” Durup kitabın içindeki resimlere göz gezdirdi. Ah, okumayı bilmiyordu değil mi? Resimlerine bakarak kendisi bir şeyler uyduruyordu. “Bir kız var. Bunu kurt yiyor. Sonra Kral gelip… Eee… Yere ekmek atıyor.” Kız kaşlarını çatıp kitaba bakmayı bıraktı. Sanırım dinlediği masallardan bir şeyler hatırlamaya çalışıyordu. “Bunu gören cadı da… Kralı fırına attı! Evet evet! Sonra… Kurt cadıyı da yedi!”
Ayaz duydukları karşısında gerçek manada dudakları aralanırken yüzünde gerçek bir şaşkınlık vardı. Müdüre hanımın bana seslendiğini duyunca ilgi odağımı ona çevirdim. Tüm arkadaşlarım etrafı geziniyordu. “Beğendiniz mi?”
“Bayıldım. Gerçekten çok teşekkür ederim.”
“Ne demek, asıl ben teşekkür ederim. Siz olmasaydınız asla kalkışamazdık.” Cevap vereceğim sırada telefonu çaldı. “Bir saniye.” Telefondakini dinledi. “Buyurun? Tamam, tamamdır güvenlik onu alır. Teşekkürler.” Gözleri ışıldayarak bana döndü. “Deniz gelmiş. İsterseniz yanına gidebilirsiniz. Benim şu an birkaç işim var onları halletmem gerekiyor.”
“Tamamdır, teşekkürler”
“Rica ederim. İyi günler Aden Hanım.”
Müdire hanım hızlıca yanımdan ayrılırken Ozan onun gidişini izledi. Hızlıca bir kitabı rafına bırakıp oflayarak yanıma geldi. “Çıkalım şu duvarları bile kitaptan olan yerden! Üstüme üstüme geliyorlar. Benim bir yerlerimden kırt diye ısırarak bir kitaba çevirmelerinden korkuyorum.” Hepimiz dışarı çıkarken göz ucu ile Ayaz’a baktım. Gözlerini kısmış korkutucu bir şekilde kıza bakıyordu. “Ya o kurt bensem?”
Küçük kız kaşlarını çatıp kitapla Ayaz’ın kafasına vurduğunda Ayaz bunu beklemediği için şaşkınlıkla bak kaldı. Küçük kız ise işaret parmağını ona doğru salladı. “Bana bak kurt. Ben senin yediğin insanlara benzemem!”
Gülerek dışarı çıkarken arkası dönük Deniz’i gördüm. Rüzgar kulağıma doğru fısıldadı. “Yeni ailesi ile neler yaptığını dinlemeyi iple çekiyorum.”
Başımı heyecanla onayladım. “Bende.”
Azra’ya doğru gittiğimizde Azra’nın yüzündeki duygusuz ifade silindi. Heyecanla Azra’ya baktığımızda bizi gördüğüne sevinen, heyecanla yeni ailesini anlatan ufak bir kız bekliyordum. Ağlamaktan kızaran yüzü ile utanarak bize bakan küçük bir kız değil. Endişeyle yanına çöktüğümde ne yapacağımı bilemiyordum. “Deniz…” Ömer de birkaç adım uzağımda endişeyle diz çöktüğünde Deniz hızlıca sarıldı ona. “Beni kimse neden sevmiyor?”
Ömer şaşkınlıkla dona kalırken gözlerinde acıyı gördüm. Bu duyguyu çok iyi biliyordu. Bizden önce de, sonra da. Ona sıkıca sarılırken başını iki yana salladı. “Aksine. Onlar senin sevgini hak etmiyor.”
Deniz’in sesi inanmışa benzemiyordu. “Yalan söylüyorsun. Beni kandırmaya çalışma Ömer. Sanırım ben sevilmeyi hak eden bir çocuk değilim.” Kalbimin sızladığını hissettim. Her çocuk sevilmeyi hak ederdi. “Taş adamlardan korkuyorum diye mi kimse beni sevmiyor Ömer?” Zar zor yutkundu. Deniz’in kendi için zor bir karar vermeye çalıştığı anlaşılıyordu. “Taş adamları da… Severim ki.”
Ozan kızı eğlendirmek istercesine yaklaştı. “Beni de sever misin?”
Küçük kız yüzünü buruşturdu. “Ağzında böcek olan taş adamlar sayılmaz.”
Ozan umutsuzca omuzlarını düşürdü.
Ömer saçlarını okşuyordu. “Hayır. Sakın. Seni sevmeleri için sakın kendini değiştirme. Kimsenin seni sevmesine ihtiyacın yok. Sen kendine yetersin.” Dediklerinde haklıydı fakat bunu söylediği kişinin daha ufacık bir kız olduğunu unutuyordu. Boğazımı temizleyip Deniz’i işaret ettiğimde mesajı almıştı. “AA yani… Bu dediklerim elbette doğru ama bak burada bir sürü arkadaşın var. Hem bizde varız.”
Kız gözyaşını silerken bir adım geri çekildi. “Var mısınız gerçekten?
“Tabi ki de varız. Seni çok sevmesek neden buraya gelelim?”
“O zaman neden almıyorsunuz beni?”
Ah, en zoru da buydu. Onu almayı her şeyden çok isterdim fakat yapamazdık. Birimizin evli olması gerekiyordu. “Seni alamıyoruz ama bak! Seni ziyarete geldik. Hem iyi yanından düşün, eğer o ailenin yanında kalsaydın seninle görüşemezdik.” İyi yanından bakılacak bir şey illa olurdu. Deniz’in şişmiş küçük gözlerini görmek içimde derin bir keder oluşurken üzüntüden midem bulanmaya başlamıştı.
Burnunu çekti. “Benim hiç annem olmayacak mı?” Benimde olmadı ki be Deniz’im.
Ne diyeceğimi bilemedim. Onu, bana yapıldığı gibi tatlı yalanlarla kandırmayacaktım. Umut insanı öldürürdü. Bedeni yaşasa da umuttan ölmüş küçük çocuklar vardı. Katili ona umut ettirenlerdi. Bu da suç sayılmalıydı. Ruhunu nasıl öldürdü? Derlerse? Demezler de. İşte derlerse. Ne diyecektik? Umuttan öldürüldü, umutbaz ortalıklarda dolanıyor mu diyecektik?
Cevap veremediğimi fark eden Azra eğilip bir şey diyemeden kıza sıkıca sarıldı. Deniz sanki birinin ona sarılmasını bekler gibi daha Azra’yı tanımadan ona sıkıca sarılıp gözyaşlarına boğuldu. Küçük çocuklar isyan etmeyi bilmezdi. Onların isyanı gözyaşlarıydı.
İçini dökmesi için sessizce Deniz’i izlerken mide bulantım daha da artmaya başladı. Kahvaltıda yediklerim aniden boğazıma gelince güvenliğin hemen yanındaki çöp kovasına koştum. Ağzım dolduğunda kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Kovanın başına vardığımda gözlerimden yaşlar akarken kusmaya başladım. Yanımda biten Rüzgar hızlıca saçlarımı toparlayıp bana konfor alanı sağlamaya çalıştı. Midemdeki her şeyi çıkartırken bu anlara en son şahit olmasını istediğim kişi saçlarımı tutuyordu. Midemde kusacak bir şey gelmediğinde durdum. Bade bana ıslak mendil uzatıyordu. Dudaklarımı ve çevresini silerken gözlerim Rüzgar’a kaydı. Midesi bulanıyor gibi durmuyordu. Daha çok endişeli gibiydi. Onunla göz göze geldiğimizde elini yanımda olduğunu göstermek istercesine koluma koydu. “İyi misin?”
Başımla onu onaylarken mide suyumun ağzıma gelmesiyle bu sefer beyaz sıvıyı kustum. Nefes nefese durduğumda Bade başka bir ıslak mendil uzattı. Dudaklarımı hızlıca sildim. Çöp kutusunun yanında durdukça bulantım daha da artıyordu. Hızlıca uzaklaştığımda Rüzgar ve Bade yanı başımda yürüyordu. “Mideni üşütmüş olabilir misin?”
Düşündüm. Kendimi hasta hissetmiyordum. Omuz silktim. “Bilmiyorum.”
Deniz, Ömer’in dizine oturmuş evde yaşadığı şeyleri anlatıyordu. “Gelmeden bir saat önce de mutfakta istemeden annemin-“ Duraksadı. Fark ettiği leyle boğazını temizleyip devam etti. “Feride hanımın kahve takımından bir fincanını kırdım.” Dudak büktü. “Ona yapmaya çalıştığım kahveyi de beyaz halısına döktüğümde deliye döndü. Çok sinirlendi. Bana kızıp oturma odasında oturmamı söyledi.”
Ömer sinirle çattı kaşlarını. “Tek sorun basit bir kahve fincanı ve halı mı?” Çenesini dikleştirdi. “Adreslerini söyle kırk tane fincan takımı alıp halı fabrikasını üstlerine yapayım. Deniz gözlümü üzmeye değer miymiş?”
Deniz’in yanakları al al oldu. “Deniz gözlün müyüm senin?”
Ozan kaşlarını çattı. “Şşt. Ne oluyor lan?”
Deniz aynı şekilde kaşlarını çatarak Ozan’a baktı. Ardından bana dönüp huysuzca konuştu. “Haklıymışsın Aden. Bu örümcek yutan taş canavarı terbiyesizmiş.”
“Sen kime terbiyesiz diyorsun bücür? Bana bak.” Gözlerini kocaman açtı. “Seni de yerim.”
Ömer’e sıkıca sarılıp Azra’ya baktı. “Ya! Azra! Motorunla hani ezerdin! Ezsene!”
Anlaşılan Azra ile tanışmıştı. Azra gözlerini kısarak baktı Ozan’a. “Haklısın. Onu ezmeliyim. Kimse Deniz’i yiyemez.”
Deniz bilmiş gözlerle Ozan’a bakarken Bade ortaya atıldı heyecanla. “Yoksa bizde onu yeriz!”
Rüzgar yüzünü buruşturdu. “Yoksa bizde onu falan yeriz.”
Ozan aşağılayıcı bakışlarını –öyle olduğunu sanıyordu- Rüzgar’ın üzerinde gezdirdi. “Sen yeme zaten dumanlı.” Gözleri Bade’yi bulup göz kırptı. “Sen yiyebilirsin Zümrüt gözlüm.”
Bade böyle bir cevap beklemediği için bir an duraksasa da altta kalmamak için tek kaşını kaldırarak cevap verdi. “Akşam babaannen yiyecek seni zaten bana bir şey kalmaz.”
Ozandan beklenmeyecek rahatlıkla ellerini ceplerine koyup göz kırptı. “Merak etme. Sana kendimden ayırırım.” Dışarıdan bakılınca çok müstehcen görünebilecek bir konuşmaydı fakat Ozan’ın aklından bile geçemediğini anlayabilmek zor değildi.
Bade verecek bir cevap bulamayınca Deniz’e döndü. “Seni bir günlüğüne almaya geldik.” Adi kız! Ben söylemek istiyordum.
Deniz anlamayarak baktı. “Neden?”
Hepimiz bir an birbirimize baktığımızda Yusuf abi gülümsemeye çalıştı. “Seninle vakit geçirmek için. Hem biraz mutlu olursun.”
Deniz çenesini kaldırıp ayağa kalktı. “Teşekkürler. Ama bana acıdığınız için yanınıza almanıza gerek yok.”
Arkasını dönüp küçük adımlarla yürürken ne kadar şaşırsak da onu geri çevirmemiz için yavaş yürüdüğünü anlamak zor değildi. Ozan arkasından seslendi. “Bana bak yerden bitme. Orsaya gelirsem üstüne kusarım. Böcekte sana gelir!”
Deniz anında duraksayıp arkasını döndü. Ozan’a gerçekten de sinir oluyordu. Kızaran yüzü ile öyle bir bağırdı ki karşı sokakta yürüyen bir kişinin bile duyduğuna emindim. “Ömer de seni döver!” Tekrar gitmek için arkasını dönmüştü ki Azra kollarını göğüslerinin hemen altında bağladı. “Eğer bizimle gelirsen seni motorumla götürürüm.”
Deniz heyecanla dönüp Azra’nın ayaklarının dibinde bitti. Mavi gözlerini kocaman açmış heyecanla ona bakıyordu. “Gerçekten mi?”
Azra aklına gelen şey ile bir an kaşları çatılır gibi oldu fakat hemen eski haline geldi. “Gerçekten.”
Azra’nın elini tutup motora doğru yürürken bana döndü. “Nereye gideceğiz?” Sesi yine duygusuz ifadesine bürünmüştü. Güneş’in onu derinden etkilediği çok açıktı. Böyle bir şeyi ben yaşasaydım bu kadar çabuk toparlanabilir miydim bilmiyorum. Tek bildiğim bu kadar iyi gizleyemeyecek oluşumdu. Bade aramıza girdi. “Çok güzel bir yemek yeri var. Oraya gidelim mi? Yakınlarında da lunaparka var sonra da oraya geçeriz.”
Omuz silktim. “Bana uyar.”
“Bana da.” Gözleri Bade’yi buldu. “Konumu bana atar mısın?”
Bade başıyla Azra’yı onaylayıp telefonuna yönelince Ozan yanıma geldi. Heyecanını bastırmaya çalışırken onu merakla süzdüm. “Niye böylesin?”
“Az önce Bade’nin yanında ne kadar rahat davrandım gördün mü?!”
Güldüm. “Normal olan da bu değil mi? On dokuz yıllık kardeşin sonuçta.”
Ozan elini hava salladı. “Senden bahsetmiyorum. Bade’den bahsetmiyorum. Zümrüt gözlümden bahsediyorum.”
Tek kaşımı kaldırdım. Onu zorlamak hoşuma gidiyordu. “Bade kardeşin değil mi?”
Önümüzde Ayaz’a nereye gideceğimizi anlatan Bade’ye bakıp iç çekti. “Bade kardeşim dışında olabilecek her şeyim.”
Sonunda bu konuları benimle açık açık konuşabiliyordu. Yıllardır ağzından laf alamıyordum ama sanırım artık bedeni içindeki sevgiyi taşıyamıyordu. Patlamanın eşiğindeydi. “Niye ona onu sevdiğini söylemiyorsun?”
Ozan sesli konuştuğumu düşünerek korkuyla birinin duyup duymadığından emin olmak istercesine bakındı etrafına. “Bağırmasa!” Bağırmamıştım. “Bu öyle kolay bir şey değil.” Gözlerindeki korkuya şahit oldum. “Ya o aynı şeyleri hissetmiyorsa? Artık aramızdaki ilişki eskisi gibi olmaz. Ona kurduğum ufak bir cümle, hep bakıp bilerek yakalanmalarım gözünde rahatsız edici olur.” Yutkundu. “Dahası bana ümit vermemek için benden uzaklaşır.” Başını iki yana salladı. “Bunu ne kadar kaldırabilirim bilmiyorum. Bu yüzden böylesi daha iyi.” Yanımdan hızla ayrılıp arabaya bindi. Hepimiz arabaya bindiğimizde Ayaz arabayı çalıştırıp Bade’nin söylediği yere sürmeye başladı. Gözüm ona kaydığında takım elbisesinin göğüs cebinde gelirken olmayan pembe bir çiçek olduğunu gördüm. Ona o ufak kız vermiş olmalıydı. Telefonum titrediğinde cebimden çıkarttım.
*Rüzgar: Kendini nasıl hissediyorsun Küçük Kelebek?*
*Küçük Kelebek: Biraz halsiz ama iyiyiyim.*
*Küçük Kelebek: Teşekkürler:)”
Telefonu tekrar cebime koyacağım sırada tanıdık birinden mesaj geldi.
*Gizli Numara Alper: Selam.*
*Aden: Efendim?*
*Gizli Numara Alper: Zamanın yok sanırım.*
*Aden: Kişisine göre değişiyor.*
*Gizli Numara Alper: Bu kadar soğuk davranma sebebin Mert ile sevgili olmandan dolayı mı?*
Tam bir isim vermemiştik fakat ikimizinde birbirimize karşı bir şeyler hissettiğimiz aşikârdı. Daha da önemlisi Alper bunu nereden biliyordu?
*Gizli Numara Alper: Kahraman sevgilin beni kıskanır mı?*
*Aden: Ne söyleyeceksin Alper?*
*Gizli Numara Alper: İstanbul’a geliyorum.*
*Aden: Yani?*
*Gizli Numara Alper: Yani si görüşelim.*
*Aden: Seninle neden görüşeyim?*
*Gizli Numara Alper: Anlaşılan cebine bir tane atınca bana ihtiyacın kalmadı. Bu kadar soğuk konuşmanın başka bir açıklaması olamaz.*
Bu aptal kendini ne sanıyordu? Peşimde bir katil varken, üstelik bu herif her haltımı bilirken kimseye karşı ekstra nazik olamayacaktım. Hayatımı kurtarma derdindeydim, birilerini alma değil.
*Aden: Pardon da sen ne sanıyorsun kendini?*
*Aden: Benden izinsiz röntgencilik yaparak benim hakkımda bilgiler topladığında bana karşı bir değerin olacağını mu düşünüyorsun? Bir de seninle buluşacakmışım! Çok komiksin.
*Aden: Bir daha yazma bana.*
*Gizli Numara Alper: Kız milleti işte. Hepiniz aynısınız.*
*Gizli Numara Alper: Daha iyisini bulunca eskisini anında bırakacak kadar gurursuz yaratıklarsınız.*
Bu kadarı yeter. Kimseye kendim ile birlikte hemcinslerimi ezdirecek değilim!
*Aden: RNEFDWMWPOJDQSONFEIOWHFIOFEJWPEDOP
*Aden: Ay sen yoksa Rüzgar olmasa seninle olacağımı falan mı düşündün?*
*Aden: Şimdi çakılmanın tadını çıkar. :)*
“Aden: Ve de bir daha sakın bana ulaşmaya çalışma. Bir dahaki tepkim bu kadar sakin olmaz.*
“Gizli Numara Alper” kişisini engellediniz.
Bunu yapmaya geç bile kalmıştım. Gurunu kırmak istemezdim fakat en nefret ettiğim erkek şekline sahipti. Bir kızı isterken o kız onu ret edince kaşar muamelesi yapılmasından nefret ediyordum. İnsanın bir duruşu olmalıydı.
Burnumdan öfkeli bir nefes verip telefonu cebime tıktım. “Bir sorun mu var?” Ayaz’ın sorusuyla birkaç dakikadır beni izlediğini anlamıştım çünkü göz göze geldiğimizde kim seni sinir eden? dercesine bakıyordu.
Başımı iki yana salladım. “Önemli bir şey değil.” Bu kadar derdimin arasında bu artık bir sorun sayılmaz Ayaz.
Dizlerimin üzerinde duran kitaba uzanıp hediye paketini yırtarak çıkardım. Ayaz yanımda olduğu için ona bir şey çaktırmamalıydım. Ellerimde Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkûmun Son Günleri kitabını gördüm. Evet. Günü değil, günleri yazılmıştı. Koyu kırmızı kalemle yazılmıştı son kelime. Kapağını açıp ilk sayfasına yazılan yazıyı okudum.
“Okuyunca aklıma sen geldin Siyah Kelebeğim:)”
Midem sinirle kasılırken dizginlemeye çalışarak yavaş hareketlerle kitabı torpido gözüne koydum. O aptal her anımda olmak zorunda mıydı? Onu göremesem bile her anımın içinde, her kahkahamın arasında, her gözyaşımın ıslaklığında dolanıp duruyordu.
Araba durduğunda nerede olduğumuza göz gezdirdim. Öğlen yemeği için güzel, tatlı bir mekândı. Hepimiz arabadan indiğimizde bir tek Ayaz’ın hala içeride olduğunu gördüm. Açık olan camdan baktım ona. “Sen neden gelmiyorsun?”
“Siz keyfinize bakın Aden Hanım. Ben burada sizi bekliyorum.”
Mızmızlandım. “Hayır ya. Sen de gel.”
Rüzgar elini omuzuma atıp oda camdan baktı. “Evet, sizde gelin lütfen. Bize sorun olmaz.”
Ayaz gözlerini kısa bir an Rüzgar’ın üzerinde gezdirdi. “Tamam.”
Yakınlardan gelen şarkı sesleri de lunaparkın gerçekten yakın olduğunu kanıtlıyordu. Azra ve Deniz bizden önce gelmişlerdi. Uzun bir masaya oturmuş, Deniz ile sohbet ediyordu. İlerleyip Azra’nın yanına oturduğumda Rüzgar da yanıma oturdu. Deniz’in yanında Ömer yerini alırken Bade yanına, onunda yanında Ozan oturmuştu. Rüzgar’ın yanında Yusuf abi yerini alırken Ayaz masanın başına oturmuş oldu. Yanlarına oturduğumuzda Deniz kendini o kadar çok anlattığı şeye kaptırmıştı gözleri Ömer’i bile görmüyordu. “Sonra içeriye gizlice soktuğum kedi gece yarısı miyavlamaya başladı. Susmadı! Odamdaki birkaç kız kediden korktuğu için ağlamaya başladığında müdüre hanım kediyi yakaladı. Miyavlama sesi çıkarsam da sesin benden geldiğine inanmamıştı.” Kaşlarını çattı. “Aslında çokta inandırıcıydı.”
Ömer başını yana doğru eğip Deniz’in onu fark etmesini sağladı. “Miyavla bakalım karşılaştıralım.”
Deniz Ömer’i görünce gözleri heyecanla kocaman açılarak boynuna sıkıca sarıldı. “Ömer!”
Ozan huysuzca baktı küçük kıza. “Şuna bak. Askerlik arkadaşı mübarek.”
Ömer sarılmasına karşılık verdikten sonra çekildi. “Hayvanları seviyor musun?”
Deniz heyecanla başını salladı. “Çok!”
Azra ile göz göze geldiğimizde ikimizin de aklından aynı şey geçmişti. Fiziki özellikleri kadar davranışları da birbirine benziyordu. Azra’nın gözlerindeki umut bana da bulaşırken gülümsedim. Olabilir miydi? Deniz, Azra’nın kardeşi olabilir miydi?
Hepimiz yemeklerimizi söylediğimizden gelene kadar olan süre zarfında Deniz bir an bile susmamıştı. Sürekli bir şeyler anlatıyor, biz daha ne dediğini anlayamadan kendi dediğine gülmeye başlıyordu. Yemeklerimiz önümüze geldiğinde Deniz konuşmayı bıraktı. Rüzgar ile göz göze geldiğinde gözlerini sıkıca kapattı. “Bana öyle bakma!”
Ömer gülerek soslu makarnasından bir çatal aldı. “Neden anlayacaklar mı?”
Deniz tüm dikkatini tekrar Ömer’e çevirip şaşkın gözlerle baktı. “Neyi anlayacaklar?”
Çatalını havada öylesine salladı Ömer. “Şarkı sözü. Boşver.”
Rüzgar’a göz ucu ile baktığında tekrar göz göze geldi. Küçük elleriyle tekrar kapattı gözlerini. “Ya bakma diyorum!”
Rüzgar gülerken kaşlarını çattı. Nedenini anlamaya çalışıyordu. “Neden?”
“Gözlerin çok korkutucu. Göz göze gelirken taş canavara dönüştürecekmişsin gibi!”
Rüzgar’ın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. “Gibisi fazla küçük hanım. Eğer uzun süre gözlerimin içine bakarsan taş canavara dönüşürsün. Senin gözlerin kapalıysa bende Ömer’in gözlerine bakayım bari…”
Deniz korkuyla bağırdı. “Hayır! Ona dokunma! Ozan’a bak!”
Ozan homurdanarak pizzasından bir parça daha ısırdı. “Uyurken tüm bebeklerinin saçlarını keseyim de gör sen.”
Deniz dolan gözleri ile ne yapacağını bilemeyerek Azra’ya döndü. “Ya! Azra! Bir şey söyle şuna!” Alt dudağı titredi. “Bebeklerimin saçlarını seviyorum.”
Ozan lafa atladı. “O zaman senin saçlarını keserim. Hahahaha!” Kötücül gülüşünü yaparken bunu gerçekten içinden gelerek yapmıştı.
Azra Ozan’a kaşlarını çatarak baktı. “Sen hele elinde makas varken Deniz’e iki metreden daha fazla yakınlaşmaya çalış, dolabının üstünden yastığının altına kadar örümcek koyarım!”
Deniz heyecanla oturduğu yerden zıpladı. “Evet! Yapar!” Bilmiş bilmiş baktı Ozan’a. “O senden daha güçlü, onu yenemezsin!”
“Seni yenerim ama. Bebeklerinin saçlarına veda et. Hepsi taş canavarı olacak.”
“Yaa!”
Ömer arkadan uzanıp Ozan’ın kafasına çaktı. “Uğraşma lan çocukla.”
Herkes yemeğine dönerken Azra hepimizden önce yemeğini bitirip ayağa kalktı. “Deniz. Bana birkaç tel saçını verebilir misin?”
Deniz merakla sordu. “Neden?”
“Hatıra kalsın senden.”
Deniz’in gözlerindeki korkuya şahit oldum. “Beni bırakıp gidiyor musun?”
Azra hızlıca başını iki yana salladı. “Hayır! Sadece anı kalsın istemiştim.” Dudak büktü. “Peki, verme.”
Deniz saçlarına uzandı. “Dur Azra! Vericem.” Saçını çekeceği sırada Azra onu durdurdu. Uzanıp eliyle saçlarını taradığında zaten avucunda fazlasıyla saç olmuştu. “Teşekkür ederim.” Bize döndü. “Hemen geleceğim.”
Azra karşı kaldıırma geçip kaskını kafasına geçirdi. Motorunu çalıştırıp gaza basınca saniyeler içerisinde görüş hizamdan çıktı.
Rüzgar ile göz göze geldik. “Düşündüğüm şeye mi gitti?”
Başımla onu onayladım. “Yüksek bir ihtimal.”
Ayaz derin bir nefes verdi. “Eğer düşündüğü gibi çıkmazsa büyük hayal kırıklığına-“ Telefon konuşmasını yarıda böldüğünde cebinden çıkartıp kimin olduğuna baktı. “Bu önemli, kusura bakmayın.” Yanımızdan kalkıp arabaya doğru yürürken önümüze döndük. Deniz hala Ömer ile sohbet ediyordu. Anlaşılan Ömer’i fazla seviyordu. Aynı şekilde Ömer de onu sevmiş olacak ki onunla derin bir sohbete girmişti. Gururla kendinden bahsediyordu. “Okulda gözümün ucuyla kime baksam hepsi benden korkardı. Hele biri arkadaşlarımdan birine laf söylemeye kalksın!” Duraksadı. “Kalkışamıyorlardı.”
Deniz hayranlıkla Ömer’i izliyordu. “Kalkışırlarsa ne yapıyordun?”
“Onları okul çıkışı bir güzel dövü-“
Bade dirseğini Ömer’in koluna geçirip yalandan öksürdü. “Böyle şeyleri konuşman ne kadar doğru?”
Ömer dönüp kiminle konuştuğuna tekrar baktı. Bade haklıydı. Deniz’e kötü örnek olabilirdi. Yutkundu. “Okul çıkışında onlara güzel bir dille yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu, eğer tekrarlanırsa müdüre söyleyeceğimi söylüyordum. Evet. Aynen böyle yapıyordum. Şüphesiz.”
Yemeklerimizi yedikten sonra lunaparka gitmek için masadan kalktık. Kasaya gittiğimde bizim masanın zaten ödendiğini öğrendik. Kim olduğunu sorunca Ayaz’ı tarif etmişlerdi. Arabaya tekrar döndüğümüzde ilk ben kapıyı açmıştım. Ayaz’ın elindeki gördüğümde durup yutkundum. Benim kitabım elindeydi. Boynundaki damar belirginleşmiş, öfkeyle bakıyordu. Göz göze geldiğimizde şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. “Ne zamandan beri özelimi kurcalıyorsun?”
“Sizin için babana yalan söylemeye başladığımdan beri.” En azından şansımı denemiştim. Öfkeyle kitabın kapağını kapattı. “Bunu benden neden sakladınız?”
Rüzgar beni azarlamasından hoşnut olmamış gibi yanımda belirmişti. “Neden saklamayalım?”
Ayaz gözlerinden ateş atacaktı. “Peşinizde ne gibi bir bela var bilmiyorum ama beni görevim sizi korumak! Böyle bir tehlikeyi fark ettiğiniz an da bana haber vermeliydiniz.”
Rüzgar çenesini dikleştirdi. “Seni biz tutmadık farkındaysan. Ali amca tuttu. Sana söylediğimizde direk yetiştirmeyeceğini nerden bilecektik?”
“Söyleyecek olsam hastane olayını söylerim!” Öfkeyle elini saçlarını içinden geçirdi. “Hala çocuksunuz. Size güvenip iş yapanda hata.” Telefonunu çıkarttı hızlıca.
“Sen kime çocuk diyo-“
Elimi Rüzgar’ın göğsüne koyup sakinleşmesini söylerken Ayaz telefon rehberine girmişti. Babamı arayacaktı.
“Hayır Ayaz!” Tuşa basacağı anda durdurmuştum onu. “babama söyleme.”
Gözleri üzerimde oyalandı. “bunu neden yapayım?” Dercesine bakıyordu.
“Babamı bu işe karıştıramam. Söz sana her şeyi tek tek anlatacağım.”
Ayaz emin olmaya çalışır gibi baktı. “Sana güvenmeli miyim?”
Başımla onu onayladım. “Söz veriyorum.”
Aramızda oluşan gerilim artarken araya giren Deniz’in fısıldayan sesi olmuştu. Bade’nin kulağına doğru fısıldadığını sanıyordu fakat neredeyse bağırıyordu. “Neye söz verdi?”
Hepimiz ona döndüğümüzde anlayarak elleriyle dudaklarını kapattı. Hemen ardından eliyle Bade’yi işaret etti. “O sordu! Ben sormadım!”
Gülerek arabaya bindiğimizde Ayaz’ın ilk defa duygularını bu kadar belli ettiğini görüyordum. Şimdi tek sorun ona nasıl bir açıklama yapacağımdı. İlk yanlışımda direk babamı aramaya çalışmıştı. Ona güvenemezdim. Kitabı alıp bu sefer Rüzgar’a uzattım. Onda daha güvende olurdu.
Lunaparka geldiğimizde Deniz heyecanla indi arabadan. “Hepsine binebilir miyiz?”
Yusuf abi yanağından makas aldı. “Sen istersin de olmaz mı fıstık.”
Azra heyecanla Ömer’in elini tutup lunaparka koşmaya çalıştı. Ayaz gelmeyeceğini söylediğinde onu zorlamadım. Rüzgar elindeki kitabı Bade’ye uzatıp çantasına koymasını rica etti. Bu Ayaz’ın gözünden kaçmamıştı çünkü gözlerini kısara bakıyordu Rüzgar’a.
Rüzgar gözlerinin içine bakarak elini belime yerleştirip benimle birlikte yürürken Ayaz’a resmen göz dağı vermeye çalışmıştı. Onun yanında güvende olduğumu söylemek için kelimelere ihtiyaç duymamıştı. Ömer Deniz ile önden jeton sırasına ilerlerken Rüzgar dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Boynumda hissettiğim sıcak nefesi kalbimi hızlandırırken o bunu fark etmemişti. “Ona gerçeği söyleyecek misin?”
Dudak büktüm. “Bilmiyorum. Sence ne yapmalıyım?”
Sesindeki öfke çok barizdi. “Ona güvenmiyorum. İlk duraksama da babana yetiştirmeye kalkıştı.”
“Peki ne söyleyeceğiz?”
“Katil ile ilgili olmayan herhangi bir şey işte. Onun yardımına ihtiyacımız yok. Eli uzun biri gerekli diyorduk fakat abim zaten öğrendi. Ben yeterli olduğunu düşünüyorum.”
Başımla onu onayladım. Aşağı yukarı aynı şeyleri düşünüyorduk. İlerledikçe kalabalık artıyordu. “Peki kitap için ne diye-“ Kalabalığın sesinden beni zar zor duyduğunu düşünerek başımı onun tarafına çevirdiğimde burnum onunkine çarptı. Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken geri çekilmek için yaptığım ilk halemde belime hafif bir baskı uyguladı. Biraz uzağımızda bizimkiler jeton alırken biz kimsenin bizi önemsemediği bu kalabalığın içinde durmuştuk.
İç çektiğini gördüm. “Ona ne diyeceğimizi bilmiyorum fakat seni her gördüğümde hızlanan kalbimin neler anlatmak istediğini çok iyi biliyorum.”
Nefesi nefesime karışırken gözlerimiz temasını kesmiyordu. O kadar yuğunduk ki birbirimize hiç zaman ayıramamıştık. Dudaklarımda ufak bir gülümseme can buldu. “NE demek istiyormuş kalbin?”
Gözleri özlemle bana bakıyordu. “Yanındayken bile özlediği kadına demek istediklerini anlatmak için tahmini en az elli seneye ihtiyacı varmış.” Kaşlarını bilmişlikle kaldırdı. “Kalbim önündeki elli seneyi senin hissettirdiklerini anlatma konusunda fazla heyecanlı. Dinlemek istediğine emin misin?”
Dudaklarımdaki gülümseme genişlerken onun gözleri eserine, gülümsememe bakıyordu. “Bak şu işe. Bir elli seneye daha ihtiyacım olacak.”
Yusuf abi öksürerek yanımızdan geçerken onun varlığını tamamen unutuştum. Buradaki kimseye tanımadığım için onlardan utanacak bir nedenim yoktu fakat Yusuf abi öyle değildi. Yüzüm kızarırken hızlıca önüme döndüğümde gördüğü görüntümden memnun bir ifade ile baktı bize. Çekindiğimizi fark edip etrafa bakınmaya başladı. “Siz devam edin, görmüyorum ben bir şey.”
“Abi ya!” Utançla yüzüm kızarırken Rüzgar bu halime gülmekle meşguldü. Kaşlarımı çatarak baktım ona. “Nerede senin ar damarın? Utansana biraz!”
Omuz silkti. “Taze bitti. Maalesef.”
Ömerler yanımıza gelirken Deniz çarpışan araba diye tutturmuştu. Onu kırmayıp çarpışan arabalara binmiştik. Hepimiz ayrı ayrı binerken Deniz Ömer ile oturmuştu. Direksiyonda Deniz vardı. Arabalar çalıştığında bakışmalar ile yaptığımız anlaşma ile hepimiz Deniz’e çarpmıştık. Deniz daha ne olduğunu anlayamadan sinirlenip Ömer ile yer değiştirmişti. “Ez hepsini Ömer!” Ömer, Deniz’den aldığı gaz ile hepimize çarpmaya başlamıştı. Ben Rüzgar’dan kaçarken Ozan da Rüzgar’ı kovalıyordu. Ömer hızlıca gelip Ozan’a çarptığında Ömer’i azarlamaya başlamıştı. Dakikalarca çarpışan arabalarda kaldıktan sonra süremiz bitince inmiştik. Böylelikle Deniz’in ne kadar hırslı olduğunu fark etmiştim. Dakikalarca Ömer’i teşvik edecek sözleri bağırmıştı. Devamında aha bir sürü oyuncağa binmiştik. İstediği gibi tüm oyuncaklara binmiştik. Tek kalan atlıkarıncaydı. Onu en sevdiği için sona sakladığını söylemişti. Rüzgar ile bir standın önüne geldiğimizde büyük ayıyı işaret etti. “Senin için kazanmamı ister misin?”
Güldüm. “Sen beni etkilemeye mi çalışıyorsun?”
Tek kaşını kaldırdı. “Başarılı olabiliyor muyum bari?”
“Eh.”
Rüzgar topların parasını ödeyip beş adet top aldı. Oyun oldukça basitti. Tek yapacağı biraz uzağında olan altı ufak tenekeyi devirmekti. İlk atışında tamamen kaçırdı. “İlk hata hakkı vardır derler.” Diyerek avuttu kendini. İkinci atışında çok yakınından geçti. “Bu tenekeler kıpırdıyor mu ya?” Üçüncü atışında çarptı fakat yakınından çarparak geçtiği için en üsttekini düşürmek yerine geriye itmiş oldu. “Bunlar galiba filmlerdeki gibi birbirine yapıştırılmış küçük kelebek.” Dördüncü atışında uzunca durup nasıl atacağını hesapladı. Sonuç olarak kendisininkini değil, yanındaki tenekelere fırlattı. “E ama yok artık!” Oradan dört tanesini devirmişti. “O zaman kaldı iki tane.”
Çalışan genç başını iki yana salladı. “O senin tenekelerin değil abi. Geçersiz.”
Rüzgar öfkeyle beşinci topu fırlattığında o kadar sert fırlattı ki duvara çarpan top küçük standın içinde birkaç duvara sekip çalışan çocuğu kafasına çarptı. Çocuk öfkeyle başarını okşarken kötü bakışlarını da Rüzgar’dan çekmiyordu.
“Kusura bakmayın kardeşim.” Elini omuzuma attı. “Hileli bu. Ben sana normal ayı alırım. Gidelim.” Durup beş yeni topun parasını verdim. Rüzgar daha ne olduğunu anlayamadan bana verilen toplardan birini aldım. Ağırlığını ölçüp Rüzgar’a göz ucu ile baktım. Yapacağım şeyi başaramamamı dileyen gözlerle bana bakıyordu. Ben uzağımdan bir katili bre vurmuştum. Bunu mu vuramayacaktım? Rüzgar’a göz kırpıp topu attım. Tam da düşündüğüm gibi hepsini devirmiştim. Çalışan çocuk Rüzgar’a gülerek ayıyı bana uzattı. “Al ablam. Sen hak ettin.”
“Teşekkürler.” Rüzgar’ın ellerinin arasına bıraktım ayıcığı. “Al sana hediyem güzelim.”
Rüzgar burun deliklerine kadar kızardı. “Nereden kalkıştıysam!”
Tekrar Deniz’in yanına döndüğümüzde Azra’nın da gelmiş olduğunu gördüm.
Deniz atlı karıncaya binmek istediğini söylediğinde bu sefer ona yönelmiştik. Hava git gide soğuyordu. “Azra! Ben seninle binmek istiyorum.”
Ömer kaşlarını çattı. “Hemen de sattın beni.”
Deniz ona dönüp çenesini dikleştirdi. “Önceki oyunda beni yenmemeni söylemiştim Ömer!”
Ömer göz kırptı. “Benimle yarışma güzelim. Kaybedersin.”
Deniz gururla Ömer’in elini bırakıp Azra’nın elini tuttu. “Gel Azra. Biz altı karıncaya binelim.”
Azra elini tuttuğunda kaşlarını çattı. Uzanıp koluna dokunduğunda sinirle baktı Ömer’e. “Deniz? Sen üşüyor musun?”
Deniz başını iki yana salladı. “Hayır. Hiç üşümüyorum.”
“Kolların buz gibi.” Ömer’e kısa bir bakış attı. “Bizde güya çocuk emanet ediyoruz.”
Ömer tek kaşını kaldırdı. “Senden daha iyi çocuk baktığıma bahse girebilirim.”
Üzerinde bel çukuruna kadar gelen deri montunu çıkarıp Deniz’in giymesini sağladı. “Kumarda da kaybetmeni istemeyiz.”
Alaycı bir gülümseme oluştu Ömer’in dudaklarında. “Savaşta her yol mubahtır yeşilli.”
Azra kaşlarını çattı. “Dikkat et de kendi oyununda kaybetme.”
“Ama üşümüyorum ki.” Diyerek araya girdi Deniz.
“Olsun hava soğuk. Hasta olma.” Kendisi kazağı ile kalmıştı ama bunu sorun etmiyor gibiydi. Onlar atlıkarıncaya binerken Bade ve Ozan da arkalarından gitmişti. Rüzgar bana da teklif etmişti fakat kendimi yorgun hissetmeye başlamıştım. Bir de dönen bir şeye binersem kesin kusardım.
Uzaktan Azra ve Deniz’i izledim. Kendisi binmek yerine Deniz’in yanında ayakta duruyordu ve düşmemesi için dikkat ediyordu. Atın üzerindeki Deniz yanında Azra olduğu için atı tutmuyordu bile. Azra’nın gözlerinde gördüğüm özlem aslında her şeyi açıklıyordu. Kardeşini çok özlüyordu. Her gün kardeşini aramasından bunu anlamak çok da zor değildi.
Rüzgar kolunu omuzuma attı. Ona döndüğümde kaşlarını çattı. “İyi misin?”
Başımla onu onayladım. “Evet. Neden sordun?”
Gözleri yüzümün her bir milimini inceliyordu. “Yüzün solgun görünüyor.”
Sorun çıkartmaktan bıkmıştım. Bu yüzden yorgun hissettiğimi söyleme gereği duymadım. “Ben iyiyim.”
Gözleri inanmadığını söylese de başıyla beni onayladı. “Kötü hissedersen haber ver.”
Cevap vermek yerine başımla onu onayladım. Atlıkarıncadan inip heyecanla bize doğru gelen Deniz’e baktım. Küçük bir çocuğun bizim sayemizde bu kadar mutlu olduğunu görmek beni de mutlu ediyordu. Bade’nin yanında telefonla konuşarak gelen Ozan’a kaydı gözlerim. Yanımıza geldiğinde kapattı telefonu. “Babaannem gelmiş.”
Kaşlarım çatıldı. Onu tamamen unutmuştum! “Evin önünde mi?”
Ozan başını iki yana salladı. “Daha kahvaltı masası dururken bize gelmesi çok saçma bir fikirdi. Bu yüzden annemlerde şu an. Akşam yemeğine bizi bekliyorlar.”
Yusuf abi saate baktı. “Biraz erken değil mi?”
Ozan omuz silkti. “Bizim köyde erken kalkan yol alır. Bu yüzden erken de yatması gerek.”
Başımla onu onaylarken Ozan’ın gözleri omuzumdaki Rüzgar’ın koluna kaydı. “Hoşt ulan. Benim yanımda yapma bari.”
Rüzgar onu kaale almayınca omzumdan sarkan eline vurup düşmesini sağladı. Rüzgar tekrar kolunu atamadan Ozan kol atıp beni yanına çekti. Kaşlarımı çatarak Ozan’a bakarken yanımda yürüyen Bade’yi gördüm. Teşekküre gerek yok Ozancığım. Ozan’ın kolunu elimle kaldırdım ve diğer elimle Bade’yi kolundan çektim. Bade benim yerime geçerken Ozan’ın elini bıraktım. Böylelikle Ozan Bade’ye kol atmıştı. Durup son defa oluşturduğum sanat eserine baktım. Bade saçları gibi kızaran yüzüyle kendini kasarak yavaş adımlarla yürürken Ozan’ın ağzı iki karış açılmıştı. Göz göze geldiğimizde göz kırpıp yanlarından ayrılırken gülümsediğini görebilmiştim. Ömer’in omuzlarında Azra ilerlerken Yusuf abi, Rüzgar ile konuşuyordu. Arkada mesajlaşarak tek başına yürüyen Azra’yı görünce yanına doğru ilerledim. Telefonda kaşlarını çatmış, biri ile mesajlaşırken önündeki taşı görmüyordu. Son anda kolundan çekip düşmesine engel olduğumda dolu gözlerini kaldırıp bana baktı. Ah. Aslında öfkesi onun maskesiydi değil mi? Tüm kırgınlığını, üzüntüsünü, hayal kırıklarını, gözyaşlarını, öfkesinin ardına gizliyordu. Ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da aslında cam kadar kırılgandı ve o camı çok parçalamışlardı.
“Ne oldu?”
Gözünden akan tek damla gözyaşını hızlıca sildi. “Boşver.”
Yanımdan gitmeye çalıştığında kolundan tutup onu durdurdum. “Azra. Biliyorum seninle pek iyi ilerleyemedik ama gözlerindeki o hayal kırıklığını nerde görsem tanırım.” Aynılarını pek çok defa taşımıştım. “İzin ver acını paylaşayım.”
Yutkundu. “Test sonuçlarının geç çıkacağını söylediler. Bu yüzden hastaneden sonra özel bir laboratuvar da doktor olan arkadaşıma da örnekleri verdim. Sonuçlar çıkmış.” Yutkundu. “Deniz benim kardeşim değilmiş.” Sesi titriyordu ve bunu durduramadığı için yumruklarını sıkıyordu. “Bir an için çok umutlanmıştım. “Yalnız değildi. Deniz’e bakınca Azra’nın ufalmış haline benziyordu.
“Ne yapacağım?” Der gibi bakan gözlerine karşılık uzanıp ona sıkıca sarıldım. “Sana yardım edeceğim. Elimden geldiği kadar. Kardeşini bulacaksın Azra. Pes etme.”
Azra başını iki yana salladı aceleyle. “Asla pes etmem.” Benden uzaklaştı. “Onu son gördüğüm gece ona bağırıp yatmıştım. En sevdiğim marka çantamı boyadığı için ona bağırmıştım.” Bir yaş daha aktı. “Yatan fark ettim ki çantamın üstüne üstüne bizi çizmeye çalışmış. Sabah gönlünü alırım diyerek yatmıştım.” Hiç olmadığı kadar güçsüz görünüyordu. “Sabah uyandığımda yoktu. Onu son gün ağlattığımın aksine güldürmeden, beni sevdiğini söylemeden asla aramayı bırakmayacağım.”
“Bulacaksın.”
Kendini toparladı hızlıca. Gözyaşlarını silip başını dikleştirdi. Yine oluyordu işte. Maskesini tekrar takıyordu. “Bulacağım.” Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı. “Teşekkürler.”
Başımı iki yana salladım. “Bir şey yapmadım.” Bizimkileri yakalamak için hızlı adımlarla yürüyüp onlara yetiştik. Dakikalar sonra arabayı gördüğümüzde Ayaz’ın takım elbisesinin ceketini çıkarmış, beyaz gömleğinin yakasından birkaç düğmeyi açıp kollarını katladığını gördüm. Üşümüyor muydu?
Bizi görünce arabaya bindi. Hepimiz sessizce binerken gözlerim Bade’ye kaydı. Yüzü hala kıpkırmızıydı. Ozan’ın evine, yani verdiği adrese doğru giderken tüm araba da sessizlik hakimdi. Yarım saat sonra evin önünde durduk. Hepimiz arabadan inerken Ayaz yine kalmıştı. Ozan onu fark etmemişti fakat dirseğimi koluna geçirip başımla arabayı işaret ettiğimde ne demek istediğimi ilk defa tekte anlayıp başını camdan içeri soktu. “Sen gelmiyor musun?”
Ayaz başını iki yana salladı. “Teşekkürler.”
Sesine tehlikeli bir ton katmaya çalıştı. “Ya Aden’in yemeğine zehir koyarsam?”
“Desene orda olan tüm şüphelilerden intikam almam gerekecek?”
Ozan onu duymamazlıktan geldi. “Gel acıkmışsındır.”
“Teşekkürler. AÇ değilim. Burada bekliyorum.”
Ozan daha fazla uğraşmayıp yanıma geldiğinde ona baktım fakat ikna edemediğini göstermek için dudak büzüp omuz silkti. Teklif var, ısrar yok.
Evin önünde hepimiz heyecanla beklerken Rüzgar, Deniz’den biraz uzakta evde kimlerin olduğunu, kimin olduğu hakkında bilgi veriyordu. Ozan’ın evi olduğunu duyan Deniz’in gözleri korkuyla açıldı. “Evde kocaman böcekler var mıdır?”
Ömer başını iki yana salladı. “Yoktur. Şimdilik.”
“Peki yemekte var mıdır?”
Ozan başını iki yana salladı. “Benim annem temizlik takıntılısı bücür. Bunu annemin yanında da söylersen kalpten gider!”
“Peki ya böcek ner-“
Deniz’in konuşmasını bölen Azra’nın üst üste dört defa hapşırması oldu. Yusuf abi kaşlarını çattı. “İyi misin Azra?”
Azra burnunu ekip başını dikleştirdi. “İyiyim. Teşekkürler.”
Yusuf abi onu baştan aşağıya süzüp üzerindeki ceketi çıkartıp omuzlarına bıraktı. “Gerek yok. Teşekkürler.”
“Bu havada hasta olacaksın.” Üzerindeki ceketi zorla bırakıp Ozan’ın açtığı kapıdan içeri girdi. Uzun zamandır babaannesi ile görüşmemiştim.
İçeri girdiğimizde babaannesinin hararetli bir şekilde konuştuğunu gördük. Bizi görünce konuşmayı bırakıp ayağa kalkmaya çalıştı. “Yok, babaanne kalkma, sen yorulma.”
Ozan onu durdurmak için uzandığında elinin tersiyle avucuna vurdu. “Çekil ayağumun altindan bacaris olma ba.”
Ozan’ı es geçip Bade’ye sıkıca sarıldı. “Oş gedin kizum. Nasısin?”
Bade nefes almaya çalıştı. “Hoş buldum Havva teyze. Sen nasılsın?”
“seni gordum de da iyi oldim.” Dönüp bize baktı. “A bu usaklar niye durar öyle?”
Yanına yaklaşıp gülümsedim. “Hatırladın mı beni Havva teyze?”
“Haturlamaz mıyım? A başımuzin datli belasu?”
Bade ile bana göz gezdirip sinirle döndü Ozan’a. “Ozan! Sen bu paçile iyi bakmiysun.”
“Olur mu babanne ya! Beni dinlemiyorlar ki! Sen en iyisi bunları bir döv.”
Gözlerimi kısarak Ozan’a bakarken Havva teyze lafa atladı. Elindeki bastonu gösterdi. “Göreysun bu basdoni? Na kafana indirdum mu bi daa paçileme el galdırdabiluyin mi?” Hızlıca bize döndü. “Edese bir yaramazluk baa söyleyun ha.” Arkamızda kalan Ömer, Azra, Yusuf, Rüzgar ve Denize baktı.
Elini uzattı. “E öbün bakii babaannenizin eluni.”
Ufak bir gülümseme ile sırasıyla hepsi sarılıp Havva teyzeyi öptü. Sıra Deniz’e gelince yaşlı eline baktı. “Ben öpmek istemiyorum.”
Havva teyze ilk defa böyle bir tepkiyle karşılaşmış olmalıydı ki duraksamıştı.”Haçan ben öpirem!”
Deniz kaşlarını çattı. “Sen hangi dil konuşuyorsun teyze?”
Azra boğazını temizleyip uyarıcı bakışlar attı. “Deniz. Saygılı konuş lütfen.”
Ozan kıkırdadı. “O zaman ya sen ekimi öpersin, ya da ben seni öperim diyor.”
Deniz kısa bir an düşündü. “Sen beni öp.” Havva teyze Deniz’in yanağına ufak bir öpücük bıraktı.
İçeriden tabakları getiren Ozan’ın annesi Asiye abla yanımıza geldi. “Hoş geldiniz Adenciğim.”
Sarılmasına karşılık verdim. “Hoş buldum Asiye abla.”
Dönüp Bade’ye sarılırken Ozan Havva teyzeye bizimkileri tek tek tanıtıyordu. Elbette aramızda olan ufak ilişkileri katmıyordu. Havva teyze bu gece sözümü keserdi. Gerçek mana Da, yüzüklü falan olan sözümü keserdi.
“Hadi bakalım gençler yemeğe.” Asiye ablanın seslenişi ile hepimiz sandalyelerimize oturmuştuk.
“Yemekte ne var anne?”
“Babaannenin en sevdiği yemekler.”
Babaannesi dönüp gülümsedi. “Lağana yemeğu.”
Azra anlamayarak baktı. “Lahana yemeğini daha önce yememiştim.”
Asiye abla gülümsedim. “Yemek değil çünkü. Çorba çeşidi.”
Azra anlamayarak çattı kaşlarını ve yanına kimin oturduğuna bakmadan yanındakine yaklaşıp fısıldadı. “O zaman neden çorba yerine yemek deniyor?”
Ömer kısa bir an düşünüp fısıldadı. “Karadenizliler genelde şiveli konuşur. Şiveden yani.”
Azra cevabı alınca hızlıca Ömer’e döndü. Onun olduğunu fark etmemişti. “Se-“ Sözünü yarıda bırakan şey üst üste hapşırmaları olmuştu.
Ömer gülmesini tutmaya çalıştı. “Çok yaşa, çok yaşa. Sayende beni de hasta edeceksin.”
Azra burnunu çekti. “Hasta masta değilim ben, saçmalama.”
“Aynen.” Dedi Ömer bilmiş bir tavırla. “Ben de İngiltere prensesiyim.”
Azra bir an süzdü Ömer’i. “Yani, potansiyelin var.”
Ömer dudakları şaşkınlıktan aralanmış halde baka kaldı Azra’ya. Bu güne kadar Ömer’i beğenmeyen, beğenmese bile gelip yüzüne söyleyebilen olmamıştı.
Herkes çorbasını içtikten –Deniz zorla içtikten- sonra yemek olarak Asiye abla bizim de yiyebileceğimiz bir yemek seçmişti. Balık. Hamsi.
Havva Teyze’nin bir an yüzü aydınaydı. “A kizum ha bu aklima yeni geldı. Kaşke balik kafasi tatlisi yapayduk.”
“Yarın yaparım inşallah Anne.”
Deniz yutkundu. “Balık kafasından tatlı mı?”
Ozan başıyla onu onayladı. “Evet. Canlı balıkla yapılıyor.”
Rüzgar Deniz’e doğru eğildi. “Hem de gözleri falan oynarken canlı canlı.”
Yusuf abi güldü. “Gözlerinden, beyninden kanlar akıyor.”
Deniz’in gözleri kocaman açılırken eliyle dudaklarını kapattı. “Ben yemem!”
Havva teyze kaşlarını çattı. “Ne demek ula yemem? Sen bi dadina bak, çok beğenecesun.”
Deniz hızla başını iki yana salladı. “Hayır! Asla yemem!” Gözleri korkuyla Azra’yı buldu. “Azra! Bir şey de!”
Azra, Deniz’in ondan yardım istemesini beklemiyor olmalı ki bir an duraksadı. Ardından kaşlarını çattı. “Kimse Deniz’e zorla bir şey yediremez.” Gözleri Deniz’i buldu. “Deneyen olursa motorla üstünden geçerim.”
Deniz, Azra’dan aldığı güven ile göğsünü gerdi. “Azra size gününüzü gösterir!”
Azra huzurla geriye doğru yaslanıp kulağıma yanaştı. “Karar verdim. Deniz biyolojik kardeşim olmasa bile ben onun ablasıyım.” Derin bir nefes aldı. “Onun korkmasına dahi izin vermeyeceğim.”
Yemek yedikten sonra evden ayrılmaya çalıştık fakat Havva teyze bizi bırakmıyordu. “Nereye gideysunuz daa yenü geldıniz.”
“Havva Teyzeciğim biz şimdi gidelim, sonra tekrar geliriz.”
“Daa cay içeceyduk.”
Ozan oflayarak döndü. “Ula nene! Galardık da evde dersimuz va.”
Hepimiz Ozan’dan birden çıkan şiveye şaşkınca bakarken Bade ile gö göze geldi. Hemen boğazını temizledi. “Yani, ev de dersimiz var Babanneciğim. Evimize gidip derslerimizi ihya etmemiz gerekiyor.”
Havva Teyze anlamayarak Ozan’a baktı. Ardından Asiye Ablaya döndü. “Ha bu uşak ikuncuda ne dir? İhya mihya nedu ula?”
Asiye Abla güldü. “Boşver Anne. Önceki dediğinin aynısını dedi de.” Gözleri Bade’ye kaydı. “A sevduca şaşa.”
Havva teyze gülümseyerek Bade’ye bakarken Bade ne dediğini anlayamamıştı. Biz ayaklandığımızda kapıya kadar eşlik ettiler. İkisine de tek te sarıldık. Havva teyze kocaman gülümsüyordu. “Ha bi daa galmeyun kıırmayrum mi o gafanizi.”
“Geleceğiz Havva teyzem. İyi akşamlar.”
Asiye Abla gülümsedi. “İyi akşamlar.” Asiye abla kapıyı kapattığında bir araba evin önünde durdu İçinden Bereket Amca çıktı. Onu gördüğümüzde durup gelmesini bekledik. “Çocuklar hoş geldiniz.”
Ozan’ın babasına bakıp gülümsedim. “Hoş bulduk amca.”
Bade gülümsedi. “Ve güle güle Amca.”
Bereket amca merakla baktı. “Nereye? Otursaydık biraz.”
Ömer saçlarını karıştırdı. “Derslerimiz var biraz amca.”
Bereket Amca’nın önce kaşları çatıldı. Ömer’i görmeyi beklemiyor olmalıydı. Kaşlarını çattığını fark edip hemen gülümsedi. “İyi dersler size. Bunu saymıyorum ama başka zaman tekrar bekliyorum.”
Başımızla onu onaylayıp arabaya doğru yürüdük. Ayaz içindeydi. Fakat uyuyordu. Kollarını birbirine dolamış, çatık kaşları ile uyuyordu. Onun tarafına geçip arabanın camını tıklattım. İlk vuruşumda hızlıca kalkıp tetikte bir halde etrafına baktı. Beni görünce rahat bir nefes verip arabanın kilidi açtı. Hepimiz arabaya bindiğimizde yüzünü sıvazlıyordu. “Kusura bakmayın.”
“Hiç sorun değil.” Arabaya bindikten sonra sessizce evimize doğru gitmiştik. Araba kapımın önüne durduğunda arabadan ineceğim sırada Ayaz kolumdan tuttu. “Konuşabilir miyiz?”
İnmek üzere olan Rüzgar bizi görünce geri oturup sertçe kapattı kapıyı. “Konuşabiliriz.” Gözleri kolumu tutan elimdeydi. “Ama temas etmeden de konuşabilecek kadar medeni insanlar olduğumuzu düşünüyorum.”
Ayaz elini geri çekerken gözleri Rüzgar’ın grilerini buldu. İşine karışılmasından nefret ettiği her halinden belli oluyordu. “Seninle konuşmak isteseydim haber verirdim çocuk.”
Tek kaşını kaldırdı Rüzgar “Çocuk?”
Ayaz gözlerini bir an bile ayırmadan bakıyordu. “Çocuk olmasaydın özel denen şeyin ne olduğunu anlardın.”
“Aden’den ayrı gayrı bir özelimiz yok.”
“Dedi daha birkaç önce inti-“ Durup yutkundu.
Rüzgar gözlerini kıstı. “Devam et. Birkaç gün önce ne?”
Yüzünü yaklaştırdığında sesinde öfkeli bir tını vardı. “Sen hayatımızı ne kadar biliyorsun ki karışabiliyorsun.”
Ayaz kendini geri çekti. “İn arabamdan Mert Rüzgar Ay. Korumam gereken hanımefendi ile konuşmam gereken şeyler var.”
Rüzgar’ın gözleri bana kaydığında gözlerimle onu onayladım. Öyle ya da böyle konuşacaktım. Kaçışım yoktu. Aptal bir kıskançlık ile yokuşa sürmenin bir manası yoktu. Üstelik kıskançlık yapacağı bir şey bile yoktu. Ayaz benden kim bilir kaç yaş büyük!
Rüzgar arabadan inip kapıyı kırarcasına kapattığında Ayaz’ın dudaklarını kıpırdattığını gördüm. Sanırım küfrediyordu. Bakışlarından da anladığım kadarıyla kesinlikle küfür ediyordu. Ayaz derin bir nefes alıp bana döndü. “O kitabı sana kim gönderdi Aden? Seni korumam gereken kaç tehlike var?”
Başımı hızlıca iki yana salladım. “Beni korumanı gerektirecek hiçbir tehlike yok Ayaz.”
Ayaz gözlerimin derinine baktı ve sanki yalan söylediğime gördü derinlerde. “Yalan sevmem.”
Masumca gülümsedim. “Bende söylemiyorum zaten.”
Cebine doğru uzandı. “Bakalım Ali Bey bu konu hakkında ne düşünüyor.”
Ona doğru uzandım. “Tamam tamam!”
Durduğunda bana döndü. Gözleri bıçak kadar keskindi. “Devam et.”
Ofladım. “Biri var. Adı Alper. Benim yaşlarımda. Aynı okulda okumuşuz ama o taşındı. Sanırım beni uzun zamandır platonik seviyor. Onu istemediği söylediğimde delirdi. Bir ton hakaret etti.”
“Ne dedi?”
“Ne?”
Dişlerini sıkıp gözlerini kapattı. Ardından hemen geri açtı. “Sana. Ne. Dedi?”
“Yani… Hepsini orospuya bağladı.”
Ayaz’ın çene hatları sertleşirken ben onu inceliyordum. Ne çabuk sinirleniyordu. “Benim korumamdaki kimse ne fiziksel, ne de psikolojik saldırıya uğrayabilir.” Koyu kahve gözlerinden mümkün olsa ateş atacaktı. “İste. Tüm kemiklerini kırıp gerçek orospunun nasıl olunduğunu bizzat göstereyim.”
Başımı iki yana salladım. “Gerek yok. Engelledim gitti zaten. Uğraşmaya değmez.”
Kuşkuyla çatıldı kaşları. “Oraya gideceğinizi nereden biliyordu?”
Yutkundum. “Ben söylemiştim.” Söylememiştim. “Konuşurken arada söylemiştim. Sonra da tartıştık işte. Engelledim. Sorun yok Ayaz.”
Derin bir nefes verdi. Rahatlamak isteyerek baktı bana. “Sana güvenebilir miyiz Aden?”
Muhtemelen hayır Ayaz. Sana asla doğruyu söylemeyeceğim. Son ana kadar gizleyeceğim. Çünkü babama yetiştireceğini biliyorum. Beni hep koruyacağını biliyorum fakat sırlarımı değil. “Tabi, güvenebilirsin.” Dudağımda alaycı bir gülümseme oluştu. “Bakıyorum da artık senli benli konuşuyoruz.”
Ayaz dediğini yeni fark eder gibi uzaklaştı benden. “Endişelendiğim için istemsizce oldu. Kusura bakmayın Aden Hanım.”
Güldüm. “Sorun değil Ayaz. İyi geceler.”
“Niyetin o yönde.”
Arabadan inip yavaş yavaş eve doğru yürüdüm. Kapının önüne geldiğimde dönüp arkama baktım. Ona baktığımda başıyla selam verip gazı kökleyerek uzaklaştı evden. Eve girdiğimde neşeli bir sohbet eşliğinde etrafın toparlandığını gördüm. Yusuf abi gülerek Ömer ile sohbet ediyor, Ozan ve Bade de salonu topluyordu. “Ama Ozan kendini görmeliydin! O kadar tatlı şive yaptın ki şok oldum.”
Ozan inanamayarak baktı. “Sen o yüzden mi şaşkın bakıyordun bana?! Ben de çayırdan gelmiş diye düşünürsün diye düşünmüştüm.”
Bade kahkaha attı. “Ben tam aksini düşünmüştüm diye düşünmüştüm.” Diyerek Ozan’a takılırken gözlerim Azra’ya kaydı. Battaniyeye sarılmış arasındaki uzak mesafe ile Deniz ile sohbet ediyordu. Hasta olmuştu. Yüzünden bile belli oluyordu. Kireç gibiydi. Yanlarına ilerleyip ikisinin arasına oturdum.
Azra birkaç santim uzaklaştı. “Yaklaşma Aden. Sana da bulaştırmayım.”
Elimin tersini anlına koydum. “Ateşin yok.”
Başıyla beni onayladı. “Sıcak bir şeyler içsem hiçbir şeyim kalmaz. Biliyorum kendimi.”
“Ben hemen yapayım sana ada çayı ile ıhlamur karışık çay. İyi gelir.”
Ömer elinde tepsi ile bize doğru yavaş yavaş dökmemeye çalışarak gelirken seslendi. “Yok yok. Ben çorba yaptım.” Tepsiyi Azra’nın önündeki sehpaya bıraktı. Anlına vurdu. “Çayı unuttum. Dediğini yapacağım Aden.”
Dakikalar sonra kaynaması için suyu uçağa koyup yanımıza geldi. Azra çorbasına dokunmamıştı. Deniz ise üzgün gözlerle bakıyordu Azra’ya. Ona dönüp gülümsedim. “Biraz Yusuf abine yardım etmeye ne dersin? Sensiz bir şey beceremiyor gibi.”
Deniz saçını geriye savurdu. “Bensiz bir şey yapamıyorlar Adenciğim.” Azra’ya dönüp işaret parmağını salladı. “Ben gelene kadar iyileş Azra tamam mı?”
Başıyla onayladı Azra. “Emredersiniz komutanım.”
Deniz yanımızdan zıplayarak ayrılırken Ömer geldi. Çattığı kaşları Azra ve çorba arasında mekik dokuyordu. “Bari yalandan kaşığı daldırsaydın!”
Azra başını iki yana salladı. “Sana içmeyeceğim dedim. Midem bulanıyor.”
Bade odanın diğer ucundan bağırdı. “Yemezsen bulanır tabi.” Ellerini beline koydu. “Ömer şu inatçıya içir çorbayı.”
Ömer itiraz eder gibi kaldırdı ellerini havaya. “Sen ikna edemediysen ben nasıl edeyim?”
“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” Bade göz kırpıp yerdeki gereksiz şeyleri kaldırmaya geri döndü.
Ömer kollarını sıvadı. Azra’nın yanına oturup çorbayı kucağına aldı. Eliyle ekmeği ufak ufak bölmeye başladı. “Merak etme, ellerimi yeni yıkadım. Senden bile temizler.”
Azra omuz silkti. “Merak etmemiştim. Beynimi gereksiz bilgilerle doldurmayı bırak.”
“Neden kapasitesi küçük mü?”
Azra sert bir bakış attı. “Bana bak o çorbayı kafandan aşağı dökerim.”
Güldü Ömer. “Tamam tamam sustum.”
Ömer içine küçük ekmekte de aldığı dolu çorba kaşığını aldı eline. Diğer elini de dökülmesin diye altında tutuyordu. “Aç ağzını.”
“Sana yemeyeceğim dedim! Senin yedirecek olman kararımı değiştirmiyo-“ Ömer lafını bitirmesini beklemeden ağzını açık bulduğu en doğru fırsatta kaşığı tıkarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Azra şaşkın hali, kızarmış burnu ve ağzındaki kaşıkla çok komik görünüyordu. Ömer ile göz göze geldiğimizde göz kırptı. Gülümsemem genişlerken Ömer kaşığı yavaşça çıkardı ağzından. Azra ağzındaki çorbayı yavaşça yuttu. Işıldayan gözler ile döndü Ömer’e. “Bu ne çorbası?”
Ömer omuz silkti. “Gizli tarifim. Söylemem.” Tek kaşını kaldırdı. “Bu çornayı da herkese yapmam bilesin. Şansını kaybetme.”
“Tadı çok güzel. Tarifini ver.”
“Yok.” Elini yalandan göğsüne koyup başını hafif arkaya doğru attı. “Ölsem vermem!” Kaşığını daldırdı tekrar çorbaya. “Bu yüzden şansını iyi değerlendir ve iç.”
“Tarifini kendim yaparım.”
Ömer güldü. “İmkânsız inatçı keçi.”
Azra gözlerini kıstı. “Görürsün.” Daha cevap vermeden Ömer kaşığı ağzına daldırdı. Beraber atışarak çorbasını içerken ben ortada olmayan Rüzgar’ı merak ediyordum. Neredeydi? Kapı çaldığında ayağa fırladım. “Ben bakarım!”
Kapıyı heyecanla açtığımda yine o kişi karşımdaydı. Omuzlarım düştü. “Biraz gururlu olup istenmeyen evi, hatta ülkeyi, terk etmişsindir diye düşünmüştüm.”
Yağmur yalandan kahkaha attı. “Ah canım çok komiksin. Asla seni bırakıp gidemem. Bilirsin.” Bana ahkâm keserek içeri girerken gördüğü manzara karşısında olduğu yerde kaldı. Ömer, Azra’ya çorba içiriyordu. Azra rahatsız olmuş gibi kıpırdanıp kaşığı Ömer’in elinden almaya çalıştı. Fakat Ömer bırakmadı. “Ne oldu?”
“Ben içerim. Teşekkürler. Ellerine sağlık.”
Azra’nın eli, onunkinin üstündeyken ikisi de yeni boşalmış kaşığı çekiştiriyordu. “Ne oldu dedim Azra.”
“Sana ne be ruh hastası. Bırak kaşığımı!”
Yağmur öfkeyle çantasını olduğu yere fırlatıp sert adımlarla üst kata çıktı. Azra kaşığı hızlıca çekince kazanan o olmuştu. Ömer bileğinden kendine çekip yüzlerini yaklaştırdı. Onları özellikle izlediği i fark etmesinler diye yastıkları yumuşatmaya başladım. “Onunla aramda hiçbir şey kalmadı. Kalamaz da.”
Ömer’den kurtardı kolunu. “Bana ne? Kimin yağmurunda kalmak istiyorsan onunkinde kal.
Ömer kaşlarını çattı. “Yağmurdan nefret ederim.” Hızlıca kaşığı çekti aldı. “Aç şimdi ağzını.”
Azra iştahla çorbaya baktı fakat başını öbür tarafa çevirdi. “İçmeyeceğim.”
“İçeceksin.”
“İçmeyeceğim.”
“İçeceksin!”
“Bana ne yapacağımı söyleyip durma!”
“Sen de iç o zaman! Bak, iyi geliyor. Yoksa çenen açılmaz bu kadar.”
“Sen bana çok mu konuşuyor diyo-“
Yeni kaşığı da tıktı ağzına. “Hadi sen de sevdin. İnkâr etme.”
Azra gülmesini bastırmaya çalıştı. Devamında ise ses çıkarmadan sakince içti çorbasını. Peçetesiyle nazikçe dudaklarını silerken gülümsüyordu. “Çorba için teşekkürler. Gerçekten çok güzel. Bana tarifini gerçekten vermelisin.”
Ömer omuz silkti. “Versem bile benim yaptığım gibi olmaz.”
“Çok egolusun Ömer Kartar.”
Göz kırptı. “E hak ediyorum da ama.” Gecenin devamında ise Deniz’in isteği ile beraber film izlemiştik. Ratatuy’u belki de üçüncüye izleyişimdi fakat animasyonlarda bir baş yapıt olduğunu inkar edemezdim. Ömer ikide bir sıcak içecek getirip Azra’ya zorla içirmişti. Getirdiği dördüncü büyük çay bardağını içmeyi ret edince Ömer ofladı. “Uğraşma benimle Ömer!”
Ellerini kaldırıp kendini işaret etti. “Oradan bakınca seninle uğraşmayı seviyor gibi mi duruyorum?!”
“Sana ne o zaman hastalığımdan?”
“Deniz bana emanetti ama aklıma montumu vermek gelmedi. Sen verdin ve hasta oldun.”
“Yani?”
“Vicdan azabı çekiyorum kızım anlasana!” Ömer acıtmadan çattığı kaşları ile Azra’nın çenesinden tutup bardağı dudaklarına dayadı. Azra çekilmeye kalkınca kızdı. “İçmeden benden kurtulamazsın. Söz son.”
Azra göz devirip sıcak çayı tek dikişte içti. Ömer çenesini rahat bırakınca yumruğunu koluna geçirdi. Ömer’in acıyla yüzü buruşurken kolunu sıvazlıyordu. “Aygır gücün mü var be kızım!” Koluna baktı. “Bu nasıl bir güç? Omuzum çürüdü.”
“Hadi be oradan.” Azra’nın gözleri Deniz’i bulduğunda uyuya kalmak üzere olduğunu gördü. Ayağa kalkıp gülümsedi. “Deniz. Gel biz yatmaya gidelim.”
Kaşlarım çatıldı. “Nerede yatacak?”
“Benimle yatar.” Diyen Azra hepimize iyi geceler dileyip ayrıldı yanımızdan. Biz ise Ozan ile bir kovadan mısır yemeye devam ettik. Bu kadar yağlı bir şey yediğim için yarın kendimden nefret edecektim.
Azra Benan
Deniz’i kendi yatağıma yatırdığımda gözleri kapanmak üzereydi. Gülümsedim. “Bu gün eğlendin mi?”
Esnedi. “Çok eğlendim Azra. Teşekkür ederim.”
İç çektim. “Rica ederim.” Elim saçlarının arasında gezindi. “Başka zaman tekrarlarız. Olur mu? İstediğin bir yer varsa söyle, gideriz.”
“Olur. Teşekkürler.”
“Tekrar tekrar teşekkür etmene gerek yok.” Anlından öptüm. “Güzelce uyu tamam mı? Birazdan yanına yatmaya geleceğim.” Karşıdaki boş yatağı işaret ettim. “Bade de burada yatacak. Korkmana gerek yok.”
Başını iki yana salladı. “Ben hiç korkmam ki. Hademe abla gece beni küçük odaya kapattığında da hiç korkmadım biliyor musun Azra?” Dudak büktü. “Ama biraz ağlamış olabilirim.” Baş ve işaret parmağını birbirine yaklaştırıp ufak birkaç santim kala durdu. “Sadece bu kadarcık.”
Kaşlarım çatıldı. “Hademe seni küçük odaya mı kilitledi?”
Başıyla beni onayladı. “Yemeğimi yanlışlıkla yere dökmüştüm. ‘Ya yerden yersin, ya da aç kalırsın,’ demişti.” Yüzünü buruşturdu. “Hademe Abla’nın dediğini yapamadım. Midem bulandı.” Ofladı. “Gıcık kadın yemek vermedi ama ceza verdi. Onu hiç sevmiyorum.”
Boğazım düğümlendi. “Bunu kaç defa yaptı?”
“Birkaç defa. Bazen kapatmak yerine yüzüm dışında her yerime vurduğu oluyor.”
Bedenim öfkeden titriyordu. “Müdüre bunu biliyor mu?”
Başını iki yana salladı. “Müdüre hanım izin vermez canımı yakmasına. Ama söylememi söyledi.” Gözleri kocaman açıldı. “Sen de söyleme olur mu?” Göz bebekleri korkuyla titredi. “Yoksa beni yerdeki taşlara çevireceğini ve bir canavar olacağım için hiçbir ailenin beni istemeyeceğini söyledi.” İnanmak istercesine baktı bana. “Ben Barbie’yim değil mi Azra? Taş canavar değilim değil mi?”
Anlından öptüm. “Sen ne taş canavar, ne de Barbie’sin. Sen benim Deniz’imsin. Kimse için bir başkasına dönüşmene gerek yok.”
Gözleri kocaman açıldı. “Barbie bile mi?”
“Sen ondan daha güzelsin Bir tanem.” Yanağından öptüm. “Şimdi düşünme bunları. Güzelce uyu. O hademe seni bir daha üzemeyecek.”
“Teşekkür ederim Azra. Hayatımda geçirdiğim en güzel gündü bu gün.” Boynuma sıkıca sarıldı. “İyi ki varsın abla.”
Gözümden bir damla yaş akarken sıkıca sarıldım. “Sen de iyi ki varsın Deniz’im.” Geri çekilip odadan çıkarken ne hissedeceğimi bilemiyordum. Kan bağı umurumda değildi. Deniz benim kardeşimdi. Gerçek kardeşimi bulmayı bırakmayacaktım fakat yeni kardeşimi de unutmayacaktım. O hademeye gelecek olursak… Şimdi işini bitirmeye gitmemek için kendimi zor tutuyordum. Yarın Deniz’i bırakırken ona yalvartacaktım. Kim bilir daha kaç küçük kıza böyle davranıyordu? Huzurlu bir nefes bırakırken Yağmur’un banyodan çıktığını gördüm. Umursamadan yanından geçerken bilerek omuzuma sertçe çarptı. Sendelenmedim bile fakat aptallığı canıma tak etmişti. Aden’in yerinde olsam onu öldürüp katilin yaptığını söylerdim. Yağmur üstten bir bakış attı. “Önüne bak. Kör müsün?”
“Seni kör etmemi istemiyorsan kes sesini Yağmur.”
“Hadi etsene.” Omuzumdan beni ittirdi. Aden beni defalarca ittirdiğinde şokta olduğum için tepki verememiştim. Yağmur bir kez daha ittirdi. Sanrım aynısı olacağını sanıyordu. “Hadi kör etsene beni!” Ah. Çok yanılıyordu.
İttirmek için kaldırdığı elini bileğinden tutup büktüm. Yağmur acıyla haykırmaya başladı. “Manyak mısın!? Kolumu kıracaksın!”
Bileğini biraz daha döndürürken kulağına doğru fısıldadım. “Dua et ki kırılan sadece kolun olsun.”
Sertçe onu duvara ittirdiğimde duvara gerçek manada yapıştı. Öfkeyle sarı saçlarının arasından dönüp bana baktı. “Seni geberteceğim.”
“Üzerime atıldığında bir adımla kenara çekilip tekrar duvara yapışmasını keyifle izledim. Dudağımın köşesi yukarı kalkarken zorunun ne olduğunu öğrenmek için daha iyi bir fırsat olamazdı. “NE derdin var benimle?”
“Ömer’den uzak duracaksın!”
Duyduğum şey ile kaşlarım çatıldı. Bu kız gerçekten aptaldı. Ömer ile aramda beni sinir etmesi dışında bir şey yoktu. Fakat bunu Yağmur’un bilmesine ve içinin rahatlamasına gerek yoktu. “Aramızdaki şey seni alakadar etmez.”
“Ömer hala beni seviyor!” Diyerek tokat atmak için kaldırdığı elini tutup diğer elimle çenesine yumruğumu geçirdim.
“Hayal dünyasında yaşıyorsun.” Gözlerimi kıstım. “Ömer senden nefret ediyor.”
Acıyla geriye doğru sendelenen Yağmur daha da hırslanmıştı. “Yalan söylüyorsun! Aramıza girmeye çalışıyorsun!” Saçımı yolmak için uzandığında hızlıca eğilip karnına yumruğumu geçirdim. Yere düşerken ayağımı sertçe ittirip benim de düşmemi sağladı. Dik duruşumu bozmaktan nefret ediyorum. Hızla ayağa kalkamaya çalışırken Yağmur üzerime atlayıp belimin üstüne oturdu ve yumruğunu hiç düşünmeden yüzümün soluna geçirdi. Yüzüme vurulmasından daha da nefret ediyorum. Çenesine alttan bir yumruk geçirdiğimde geriye doğru düştü. Kabul, elim bile acımıştı.
“Sen onunla olan şansını kaybettin.” Tekrar kalkmaya yeltendiğinde sarı saçlarını elime dolayıp kafasını dikleştirdim. “Şimdi bizi izlemeye mahkûmsun.” Öyle bir şey olmayacaktı. Onunla birlikte olma düşüncesi aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Ömer sorumsuzdu. Benim tam aksimdi. O plansızdı. Ben ise yapacağım işleri saati, saatine olmasa da önceden planlardım. Ömer öfkesine sahip çıkamıyordu. Ben ise öfkemi bir kafese kapatmıştım. Ben istemeden çıkmasına izin vermiyordum. Kısaca başıma bir baş belası alamazdım.
Kafasını sertçe bırakırken arkamdan bağırdı. “Sizi mahvedeceğim! Göreceksiniz! Hepiniz ayaklarıma kapanacaksınız!”
Gülerek alt kata indiğimde herkesin gözleri üzerimdeydi. Ah, sanırım fazla sesli kavga etmiştik. Yusuf yanıma yaklaşıp nazikçe elini çeneme koyup dikkatle yüzümün kızardığını tahmin ettiği sağ elmacık kemiğime baktı. Başparmağı ile ufak bir baskı yaptığında kaşlarım çatıldı. Acımıştı. Başıyla beni onayladı. İlk yardım malzemelerini getireyim. Ömer ve Bade yatmaya giderken iyi geceler deyip odadan ayrılmışlardı. Aden ve Ozan ise filmin bitmesini bekliyorlardı. Bu filmi izlemiştim. Tahmini yedi dakika sonra bitecekti.
Koltuğa oturduğumda gülümsedim. “Naber?”
Ozan dudakları aralanmış bana bakıyordu. Ne? Hal hatır soramaz mıyım? “Sanırım Yağmur kafasına çok sert vurdu.”
Aden dirseğini karnına geçirip bana döndü. “İyi misin? Sanırım seni biraz hırpalamış. Kuzenim adına öz-“
“Kimse adına benden özür dileme Aden.” Gözlerinin içine baktım. “Hele nefret ettiğin sarı çıyan için asla.” Göz kırpıp geriye yaslandım. “Sen birde onun halini gör.” Yalandan alt dudağımı büzüp sesimi üzgün çıkardım. “Umarım yarın darp raporu çıkarmaz.”
“Aden ben çok korkuyorum. Ya beni de döverse?”
Kahkaha attığımda yanağımın acımasını umursamadım. “Hak etmedikçe dövmüyorum Ozan. Önce hak etmen lazım. Mesela şu gıcık arkadaşın,” İşaret ve başparmağımı birbirine yaklaştırıp az bir mesafe kala durdurdum. “Şu kadarcık kaldı onu dövmeme.”
Ozan yutkunup oturduğu yerden kalktı. “Ben şu Ömer’i bir uyarayım.” Filmin bitmesini beklemeden koşar adımlarla üst kata çıkarken diğer odadan elinde ilk yardım kutusu ile Yusuf geldi. Gelip yanıma oturdu. “Aslında gerek yok Yusuf. Teşekkür ederim.”
“En azından şu kremi sürmeme izin ver. İyi gelir.”
Aden televizyonu kapatıp bize döndü. “Ben yatıyorum. İyi geceler.”
“İyi geceler.”
Yusuf kremi aldığında almak için uzandım fakat elini geri çekti. “Ben hallederim.”
Zorlamayıp Yusuf’un kremi sürmesine izin verdim. “Ömer için mi kavga ediyordunuz?”
Burnumdan gülmeye benzer bir ses çıkardım. “Ömer bahane, Yağmur’u dövmek şahane.”
Kremin kapağını kapattığı sırada kremin üstünde düşen birkaç teli kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Teşekkürler. İyi geceler.”
“Rica ederim.” Gülümsedi. “İyi geceler Azra.”
Yanından kalkıp Bade ile beraber kaldığımız odama gittim. Deniz’in yanına yattım fakat uykum gelmiyordu. Aklım çok doluydu. Güneş’imi özlemiştim. Onunla olan anılarımı özlemiştim. Kardeşimi özlemiştim. Hiçbir araya gelemeyen eski ailemi özlemiştim. Eskiden bu kadar batmazlardı gözüme. Özlemimi gömerdim toprağın altına. Üstüne ise güzel anılar koyardım ki unutayım onları diye. Fakat Güneş’im söndüğünden beri her şey daha da zorlaşmıştı. O anılar onunla bana aitti. Kollarımın arasındaki cansız bedenini unutamıyordum. Elimin altında atan zayıf kalbinin ritimlerini hala avucumda hissediyordum. Durma anını da. Oflayarak yataktan kalktım. Telefonumun flaşı ile dolabın bana ait olan tarafına kısa bir göz gezdirip siyah kalın pantolonumu giyip üzerine kalın siyah badimi geçirdim. Sadece avuç içimi kapatan eldivenlerimi geçirdim. Motoru istemeden çok sıkı tutuyordum. Bu yüzden ellerim tahriş oluyordu. Sadece anahtarımı ve kaskımı alıp çıktım evden. Motoruma atladığımda son sürat kullanmak bana iyi geliyordu. Geliyorum Güneş’im.
Ömer Kartar.
Kısa bir an uykuya dalmış gibi oldum fakat düşme hissi ile tekrar uyandım. Anlaşılan bu gece bana uyku yoktu. Yan yatağımda yatan Ozan’a baktım. Cammış gibi uyuyordu. Kıvırcığa yakın saçlarımı karıştırıp yataktan kalktım. İçim bunalıyordu. Pike alıp alt kata indiğimde her yer karanlıktı. Homurdanarak ışıkları tek tek açarak çıktım dışarı. Verandanın da ışığını yakmayı ihmal etmemiştim. Korkum falan yok. Sadece hoşuma gitmiyor. Basamaklara oturup gökyüzünü izlemeye başladım. Yıldızlar ne kadar da güzeldi. İçim her bunaldığında yaptığım gibi uzun bir süre daha izledim. Hiçbir şeyi geçirmiyorlardı belki. Fakat hiçbir şey yapmadan aklımdaki dağınıklığı toparlamama yardım ediyorlardı. Peşimizdeki katili çıkaramıyordum aklımdan. İçeride rahatça uyuyan insanlar benim dünyamdı. Onları korumam gerekiyordu fakat nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. En büyük tehlike Aden’e aitti. O pezevengin kardeşime dokunduğunu biliyordum. Onu kurtardığımız gün gözlerinde acısını görmüştüm. Fakat Aden hiçbir şey olmamış gibi davranmaya mahkûm kalmıştı. Acısını bile yaşamasına izni yoktu. Katil tarafından her an saldırıya uğrayabilecekken depresyona giremezdi. O da hiç yaşanmamış gibi var saymayı seçmişti. Gerekirse katil olurdum fakat onlara zarar gelmesine izin vermezdim. Motor evin önünde durduğunda kaşlarımı çatarak baktım. Şu an kurabiye ve süt ne güzel giderdi. Azra kaskını çıkartıp sert adımlarla yanımdan geçerken nereden geldiğini merak etmiştim. Bu saatte ne işi vardı dışarıda? Hem de peşimizde bir katil varken?
“Nereye gittin?”
“Seni hiç alakadar etmez.”
Sert adımlarla yanımdan geçtiğinde güldüm. “Yağmur’un ağzını yüzünü dağıtacak kadar bana değer verdiğini bilmiyordum.”
Adım sesleri kesildi. “Vermiyorum.”
“Hı hı. O yüzden kız benden uzak durman gerektiğini söyleyince eşeği suya bağlayıp gelene kadar dövdün.”
Bana doğru döndüğünü hissedebiliyordum. “Kendini fazla önemsiyorsun.”
Dönüp gözlerinin içine baktım. Yeşil gözleri bir denklemi çözmeye çalışır gibi bakıyordu. Ona kendimi gösterdim. “Kendimden başka kimsem yok. Kendime sahip çıkmalıyım. Sana da tavsiye ederim.”
Bana doğru bir adım attı. “Bu senin masken değil mi?” Zeki kız. “Kendini egolu göstererek insanları uzak tutuyorsun. Hayatına biri girerse çok değer vermekten korkuyorsun.”
Omuz silkip önüme döndüm. “Sen sadece saçmalıyorsun.”
Gelip yanıma oturdu. “Hayır. Sadece fazla zeki ve haklıyım.”
Göz ucu ile gülerek baktım ona. “Anlaşılan aynı stratejiyi paylaşıyoruz.”
“Kabul ediyorsun yani?”
Bozguna uğradım. Kendimi ifşa etmiştim. “Nerede olduğunu söyleyecek misin?”
“Karşılıksız bir şeyler yapmak pek benim huyum değil.”
Kıkırdadım. “Yalansız. Üç doğru cevaba karşı üç doğru cevap.” Uzattığım elime baktı. Ardından yeşillerini gözlerime kilitleyip meydan okurcasına sıktı elimi. “Anlaştık.”
Elini çekti ve derin bir nefes aldı. Gözleri gökyüzündeydi. Orası benim kaçış yerim sonuncu.
“Güneş’imin mezarına gittim.” Omuz silkti. “İçimi rahatlatmamın tek yolu buydu.” Gözlerindeki meraklı pırıltılar ile baktı bana. “Sıra bende.” Kısa bir an düşündü. “Adenler ile aran neden bozuk?”
Bunu soracağını tahmin etmeliydim. İçimden bir küfür savurdum. Kaçışım yoktu. “Yağmur bir yaz tatil için buraya gelmişti. Annesi ve babası o yıl ayrıldığı için çok morali bozuktu. Aden ona destek olmamız gerektiğini söylemişti. Bizde olması gerektiğinden daha sıcak davranıyorduk. Yaz tatilinin tamamını bizimle geçirmişti. Her etkinliğimizde vardı. Onunla grup bile açmıştık. Tatil bittiğinde gitti, ama birkaç gün sonra gerş döndü. Okul kaydını bizim okula bir şekilde aldırmıştı. O zamanlar bu bizim için bir sorun değildi. Yağmur bizden biriydi.” Yutkundum. O sarı şeytanı bir zamanlar çok sevmiştim. “Sonra Yağmur ile sevgili olduk. İlk başta onu kötü hissettirmemek ve yerini yadırgamaması için yakın davranmasını sorun etmiyordum. Fakat sonra bende bir şeyler hissetmeye başladım.”
Yüzünü buruşturdu. “Aşk hayatınızı anlatmayı düşünmüyorsun değil mi?”
Güldüm. “Hayır. İlk zamanlar her şey güzeldi. En yakın arkadaşlarım yanımdaydı. Güzel bir ilişkim vardı. Fakat gün geçtikçe Yağmur beni Aden’den kıskanmaya başladı. Onunla abi kardeştik. Bu kendimizi bildik bileli böyleydi fakat Yağmur beni onlardan uzaklaştırmaya başladı. İlk başlarda anlayamadım. Bahaneler buluyor ve omlarla buluşmak yerine farklı şeyler yapıyorduk. Onlarla okulda bile zor konuşabiliyordum. Yağmur her a yanımdaydı. Bundan bazen rahatsızlık duysam da yerini yadırgamaması için sesimi çıkartmıyordum. Zaten ailesi dağılmıştı. Kız üzgündü. Bir de ben üzmek istememiştim.” Saçlarımı karıştırdım. “Keşke üzseymişim.”
“Bu kadar değil herhalde?”
“Fazla sabırsızsın sonuncu. Sus ve beni dinle. Devamında aralarında neler geçtiğini o zaman bilmiyordum. Fakat onları gördüğümde Aden okulda, herkesin içinde Yağmur’a bağırıyor, çağırıyordu. Ozan ve Bade de ona destek çıkıyordu. O an şok oldum. En yakın arkadaşlarımın nasıl böyle bir şey yapabileceğini aklım almıyordu. Alışması için uğraştığımız kızı tüm okula rezil etmişlerdi. Orda tartıştık. Aklım çok karışıktı. Neler olduğunu anlayamıyordum. Dün birbirlerine gülen insanlar bu gün birbirlerinin kalbini kırmak için özel bir çaba içindeydi. Üstelik karşısındaki kişi kuzeniydi. Sığındığı tek kişi bendim. Ona inanmamamı söylediler ama bana bir kanıt, ya da bir şey anlatmadılar adam akıllı. Yağmur’un yanında durduğumda hepsi bana sırtını döndü.” Ellerimi ensemde birleştirip başımı yere eğdim. Dirseklerim dizlerime dayalıydı. “Sonradan öğrendim ki meğer okulun itiraf sayfası beni engellememiş durduk yere. Benim telefonumdan engellenmiş. Yağmur engellemiş. Orada Aden’in eski intihar olayını anlatmış. Aden’in eskiden kiloları ile pek arası iyi değildi. İnsanlık hali, bu normal bir durum fakat liseyi bilirsin. Her şey ile dalga geçmeye bayılırlar. Aden’i özgüvensiz gördüklerinde de onunla hep dalga geçerlerdi. Ozan ve Bade laf dalaşına girerdi fakat kimse bana cevap vermeye cesaret edemezdi. Bulunduğum ortamda Aden’e bakıp gülemezlerdi bile. Okulun müdürü ile babam çok yakın arkadaş olduğu için tüm okulu da dövsem beni kovamazlardı. Yağmur ben yanında yokken, ya da mesajlaşırken tüm arkadaşları ile kuzeninin dalgasını geçiyor, onu kötülüyormuş. Ev de yaptığı şeyleri anlatıyormuş. Tek bununla da yetinmemiş. İtiraf sayfasında onun çektiğinin anlaşılmayacağı ifşalarını paylaşmış. En son Aden’in intiharını okula duyurup belgelerini paylaşması son radde olmuş.” Yumruğumu sıktım. “Benim bunlardan birinden bile haberim yoktu. Olsaydı durur muydum sanıyorsun yanında?”
“Dururdun.”
“Beni tanımıyorsun Azra. Durmazdım. Gerekirse o zamanki aklımla sevgimi kalbime gömer, yine de kardeşime kötü davranmasına izin vermezdim.” Yutkundum. İkinci intiharı benim yüzümden olmuştu. Hala pişmanlığını çekiyordum. “O gün her şeyi öğrendim. Yağmur ile büyük bir kavga ettik. İlk başta yine beni manipüle etmeye çalıştı. Fakat bu sefer ona kanmadım. Kardeşime bunu yapan kimseyi affetmem. Numarasını yemediğimi fark edince timsah gözyaşlarını döktü. Fakat affetmedim. Ayrıldık. Ondan kurtuldum. Ona buradan defolup gitmesini söyledim. O da zaten kaydını eski okuluna alıp gitmişti buralardan. Defalarca ulaşmaya çalıştı. Annesi bile beni aradı. Fake hesaplardan yazıp durdu fakat onun olduğunu anladığım halde engelledim. O hafta Aden ile dalga geçen herkesi, özellikle itiraf sayfasının sahibini dövdüm. Kızların okul cezası almasını sağladım. Sonrasında bizimkilerle barışmaya çalıştım.” Derin, içli bir nefes çektim. O zaman hissettiğim pişmanlığı unutamıyordum. Kimsesizliğin çaresizliğini iliklerime kadar hissetmiştim. Hak ettiğim bir yalnızlığa sürgün edilmiştim. Hala hak ediyordum. Yalnız olmalıydım. Onların yanında mutluluğumu gizlemeye çalışmak yerine odamın bir köşesinde babamın beni dönüştürmeye çalıştığı canavar olmalıydım. Fakat kardeşlerim merhametliydi. Yıllar sonra beni affettiklerini söylemeseler de gözleri her şeyi anlatıyordu. Onları özlemiştim. Sırf Aden ile birkaç kelime konuşabilmek için onunla uğraştığım zamanlar… Üçlünün her gün beraber oturup kahkahalar eşliğinde güldüklerini görmenin… Sırf Aden beni istemiyor diye sınıfımı değiştirmenin hissettirdiği çaresizliğini asla unutmayacaktım. Bu bir öfke belirtisi değildi. Aksine, şayet bir gün kendimi affedecek olursam yaptıklarını hatırlayacaktım. Ben. Ömer Kartar. Okulun namı değer kötü çocuğu az kalsın kardeşinin ölümünden sorumlu olacaktı. Kalbi duran o olacaktı fakat ölen kesinlikle bendim. Onun kalbinin durmasına gerek yoktu ki pişmanlık duyabilmem için. O, benim yaktığım canından geçmek istemişti. “İşe yaramadı. O günden beri bana düşmandılar.”
“Ama sen hiç düşman olmadın. Değil mi?”
Başımla onu onayladım. “Olamadım.” Denemiştim. Bencillik yapmayı, kendimi haklı çıkarmayı denemiştim ama olmamıştı. Yapamamıştım. Her haklı olduğumu savunmaya hazırlandığımda Aden’in gözlerindeki kurucu olduğum yıkımı görüyordum. Yapamazdım.
Azra başıyla beni onaylayıp düşündü. “Pekâlâ. İkinci soruma geçelim.”
Sinsi bir bakış attım. “Dört soru oldu sonuncu. Tüm haklarını kaybettin.”
Azra kaşlarını çattı. “NE?”
Kazanan bir savaşçı edasıyla baktım ona. “Az önce, ilk sorunu cevaplarken bana dört soru daha sordun. Hepsini de cevapladım.” Göz kırptım. “Fazladan olanlar sana hediyem olsun.”
Omuzuma tekrar geçireceği sırada yumruk yaptığı bileğini havada kaptım. Yüzümü onunkine yaklaştırdığımda gözlerindeki dumura uğramışlığı çerçeveletip astırasım geldi. Genellikle tepkisiz gözükmeye çalışkan sonuncunun aniden beliren mimiklerine bayılıyordum. Çok… Komik. Evet. Çok komik oluyordu. Kesinlikle Ömer.
“Hatalarımdan ders çıkarmasını bilirim sonuncu.”
Dudakları şaşkınlıkla aralanırken elini bırakıp geri çekildim. “Sıra bende.” Cevap beklemedim. “Ailene ne oldu?”
Derin bir nefes aldı. “Annem babamı aldattı. Babam sırf kendi adı için annemin ayrılmasına izin vermiyor. Onunda gittiği iş gezilerinde aynı şeyi yaptığına eminim.” Derin bir iç çekti. Kızaran yanaklarının yanında göz göze geldiğimizde kaşlarını çattı. İşte yine başlıyoruz.
“Bana acıyarak bakma!”
Kaşlarım onunkisi gibi çatıldı. Ona acımıyordum. “Sana acımıyorum.”
“Travmvatik bir aileden gelmem aslında benim için iyi bir şey.” Kendisini gösterdi. “Bu güçlü kızı onlara borçluyum.”
“Her zaman güçlü olmak zorunda değilsin.”
Başını dikleştirdi. Sanki kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. “Her zaman güçlü olmak zorundayım.”
“Değilsin.”
“Öyleyim.”
“Değilsin dedim.”
“Bunu sen bilemezsin.”
Omuz silktim. “Gerçekten değer verildiğini hissedersen o kişinin yanında güçlü olmak zorunda değilsin. Rahatça ağlayabilir, sorunlarından bahsedebilirsin.”
“Benim bir sığınağım vardı. Kendimi herkesten koruduğum, dört duvar örerek her yerden gelen saldırıları engellediğim.” Gözleri yıldızlardaydı. “Öyle ki gökyüzünün bile zarar vereceğini düşünüp o duvarların başımın üstünü bile kapatmasına izin verdim. Karanlıkta kaldığımı korunmam gereken kimsenin giremediği bir kule inşa ettiğimde fark ettim. O, gün ışığım oldu. Güneş. Benin Güneş’im benim hayatımı aydınlattı. O sönerse hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Öyle de oldu.” Yumruklarını sıktı. Gözlerindeki öfke korkutucuydu. İntikam ateşi onu yakmadan etrafını yakamazdı.
Başımı ağırca iki yana salladım. “Yanmadan yakamazsın.”
“Yüreğim yandı bir kere. Bedenime de aynısı olsa ne fark eder?” Ellerini sıktı. Tırnaklarını avucuna bastırdığından haberi yoktu. “O katilin güneşini söndürmeden durmayacağım. Işığımı alanın ışığını çalarım.”
Rahatsızlıkla kıpırdanıp oturduğum yerden kalktım. Dönüp bana baktı. “Sorulara ne oldu? Anlaşılan gerçekleri duymak hoşuna gitmedi.”
İçeri gidecektim fakat bu kızın yeşillerindeki meydan okuma adım atmamı zorlaştırıyordu. Bir gün bile değil. Belki sadece yirmi dakika Serseri çocuk olmayı bırakabilirdim. Savaşta kalkanı indirmek ölüm sebebidir fakat belki de ruhumun özgürlüğü için bu gereklidir. “Sorularımı tek seferde sormama gerek yok.” Diyerek göz kırptım. “Böylesine öenmli bir hazineyi tek seferde harcamk istemem.” Gözlerimle motoruu işaret ettim. “Hadi bize bir tur attır.”
Dönüp motoruna kısa bir bakış attı. “Motorlara ilgi duyduğunu bilmiyordum.”
“Kartar ailesinde yaşıyorsan motor hayallerini bile süsleyemez sonuncu. O bir eğlence aracı.” Yüzümü buruşturdum. “Ve Kartar’lar eğlenmeye para vermezler. Kartar’lar eğlenemezler.”
Ayağa kalkıp beni süzdü. “Bu halinle mi?”
Üzerimde pikem, siyah eşofmanım, siyah kazağım ve gri hırkam vardı. Hepsi ev kıyafetleriydi. Onun gibi şık giyinmemiştim. Sorun da değildi. Tek kaşımı kaldırdım. “Rahatsız mı oldunuz?”
Gülerek başını iki yana salladı. “Estağfurullah.”
Pikeyi sandalyenin üzerine atıp motoruna doğru yürüdüm. Eve girip dakikalar sonra başka bir kask ile geri geldi. Kendikini kafasına taktıktan sonra benimkini da kafama geçirdi. Başımın boyutuna göre ayarlarken çok dikkatli görünüyordu. İkimizin de camları yukarı doğru açıkken çatık kaşlarını izliyordum. Bu kız kaşlarını çok çatıyordu. Erken yaşlanacağı kesin. Geri çekilip kaşlarını eski haline getirdi. “Kafası salla bakiyim çok oynuyor mu?”
Dediğini yaptığımda yaklaşıp tekrar düzeltti. Geri çekileceği sırada filmli aynasının üzerine vurdum Camı kapanırken şaşkınlıkla bakan gözlerini görebiliyordum. Diğer günlere nazaran bu gece çok şaşırıyordu. Homurdanarak geri çekildi. “Sana iyilik yapmaya çalışanda kabahat. Kır kafanı.”
Motora bindiğinde arkasına bindim. Motoru sürmeye başladığında bu hissi unuttuğumu fark ettim. Özgür hissediyordum. Belki bir kuş kadar. Azra hızını arttırırken ellerimi alaycı bir gülüşle beline koydum. “Elin ayağın rahat dursun.”
Omuz silktim. “Sadece can güvenliğimi sağlıyorum.”
“Bundan bana canını emanet edecek kadar güvendiğin sonucunu mu çıkarmalıyım?”
Bir arabayı sollayıp geçerken araba bize korna çalıyordu. Arkasından baka kaldım. “Kafayı yemiş olmalısın.”
Kahkaha attı. “Yedirteneler utansın.”
Bir arabanın da hızlıca önünden geçerken önümdeki tatlı kızın içinden bir canavarın çıkmasının şaşkınlığını yaşıyordum. “Sen trafik magandasısın.”
Alınmış gibi çıktı sesi. “Ben olsam öyle demezdim.” Tek omzunu kaldırıp indirdi. “Seni öldürmeye çalışıyorum diyelim.”
Belini daha sıkı sarıldım. “Beraber öleceğiz desene.”
Belindeki ellerime baktı. “Orada da peşimden gelmezsen sevinirim. Rahatlıkla ölemiyoruz bile.”
Kaskına vurdum. “Düzgün konuş.”
Kıkırdamasını duyarken dakikalar sonra sakin bir mahalleye gelmiştik. Motoru durdurduğunda indim. Oda arkamdan indi. Burayı daha önce görmemiştim.
“Bakma boşuna etrafa. Bizim işimiz orada değil.” Ellerini göğsünde birleştirip motorunu işaret etti. “Kullanmayı biliyor musun?”
Başımla onu onayladım. Bazen gizlice kiralıyor, bazen de okuldaki birkaç kişininkini kullanıyordum. Motorum olmamasına rağmen iyiydim.
Elleriyle motorunu gösterirken aynasını yukarı kaldırdı. Gözlerindeki apaçık kendini gösteren tehdidiyle göz göze geldim. “Bir şey olursa motoru kaç parçaya böldüysen seni de o kadar bölerim.”
Güldüm. “Bana güvenebilirsin.”
Yüzünü buruştu. “Listemin sonunda bile yok.”
Yanından geçerken tekrar aynasını iterek kapattım. Homurdandığını duyarak bindim motora. Arkamda yerini alırken belime tutunmak yerine arka tarafta tutunuyordu. Gazı sıktığımda başlarda yavaşça ilerlemeye başladık. Motorun ruhunu çözmem gerekiyordu. Dakikalar sonra Azra esnedi. “Anneannem’in yaşasaydı daha hızlı süreceğinin garantisini verebilirim.” Dudağımın kenarı kıvrılırken gazı kökledim. Oturuşunu dikleştirdi. “İşte bende bundan bahsediyorum!”
Sokaklar boştu. Motoru sağa sola hafif kaydırarak götürürken Azra’nın kıpırdamadan duran bedenini hissedebiliyordum. Bu teknikler kolay yapılmıyordu. Biliyordum çünkü böyle sekiz motoru yere düşürmüştüm. Sağ taraftan eğip yere yaklaştığımda Azra sıkıca sarıldı belime. “Sen kafayı yemişsin!”
“Yedirenler utansın sonuncu. Yedirenler utansın!”
“Motoruma zarar gelirse bende seni bu zeminde sürterim. Umarım anlamışsındır egoist!”
“Beni tanımlaman ne güzel.”
“Yavaşla!”
“Bir hanımefendinin sıkılmasını engellemeye çalışıyorum. Teşekkür etmelisin.”
“Allah’ın cezası! Sana motorumu vermek hayatımda yaptığım en büyük aptallık olacak tarihime geçecek!”
Motorun hızını düşürmeden dikkatle sürerek evin önüne geldik. Azra kayma hareketini yaparken başını sırtım yaslamıştı ve daha sonra hiç kaldırmamıştı. Durduğumuzda da kaldırmamıştı. “Azra.”
Homurdanarak geri çekildi. Kaskını çıkarttığında gözlerindeki uyku mahmurluğunu gördüm. Kendi kaskımın aynasını açıp inanmaz gözlerle baktım ona. “Yok artık. Son beş dakika da yavaşladığım için uyumuş olamazsın.”
Esnedi. “Senin aksine düzenli bir hayatım ve günlük rutin saatlerim var.” Uykusuzluktan gözleri küçülmüştü. Başımdaki kaskı çıkarttığımda güldü. Uyku sarhoşluğu gibi bir şeydeydi. Uzanıp saçlarımı karıştırdı. “Çok komikler.”
“Saçlarım mı?”
“Hm hm.”
Ellerini saçlarımdan çekip elinin altına aldığı kask ile yalpanarak eve yürüdü. Ben ise arkasından baka kalmıştım. Saçlarımda hala hissettiğim narin ellerin şu an orada olmayan baskıları ile.
Aden Demir.
Kahvaltımızı hazırlarken, yerken ve toparlarken bile herkes neşeliydi çünkü evde bu neşenin bir kaynağı vardı. Deniz. Ortalıkta dolanıyor. Konuşmayan, ya da gülmeyen birini gördüğü anda onu da güldürüyordu. Hazırlanıp evden çıkarken Yusuf abi işe gitmek için bizimle vedalaşmıştı. Hayat bize güzeldi. Okulu asmıştık. Deniz’i geri bırakmaya gittiğimizde yol midemi bulandırmıştı. Öyle bir ihtimal olsa hamile olduğumdan şüphelenecektim. Ama yoktu. Evet, evet. Yoktu.
Deniz’e hepimiz sırayla sıkıca sarıldık. “Beni tekrar görmeye gelmezseniz hepinize küserim.”
“Tabi ki de geleceğiz.” Diyerek sarıldı Rüzgar. Artık hiç birinden korkmuyordu Deniz.
“Ömer. Özellikle sen gel olur mu?”
“Hayda!” Diyerek homurdandı Ozan. “Yok, ben çıldıracağım Ömer’i kayırmasını.”
“Herkes sevdiğini kayırır Ozan kıskanma.” Dedi Bade gülerek.
Deniz ona destek çıktı. “Evet! Sen de git Bade ablayı kayır. Ben sana bir şey diyor muyum?”
Ortamda ufak bir sessizlik olurken konuşmayı tekrar ben başlattım. Uzanıp yanağından öptüm. “Kendine iyi bak Deniz. Tekrar geleceğiz.” Baş ve işaret parmaklarımı birbirine çok yaklaştırıp durdum. “O zamana kadar bizi birazcık özleyebilirsin.” Sıkıca sarıldığında gülümsedim. Bir çocuğa iyi gelme hissini sevmiştim. Bizim için normal bir gündü belki fakat o küçük kızın en mutlu günüydü. Deniz’den geri çekildiğimde tekrar midem bulanmaya başlamıştı. Azra, Deniz için müdire hanım ile bir konuyu görüşeceğini söyleyip vedalaştıktan sonra Deniz ile beraber girdi yurda.
Araba da su olacaktı. Su içmeliydim. Mide bulantımı giderirdi. Bizimkilerin bir tık önünde yürürken kulağım çınlamaya başladı. Burnumdan akan sıvıyı hissederken bacaklarım istem dışı yavaşlıyordu. Attığım son adımda yer aniden ayağımın altından çekilmişti sanki. Çınlamalar artarken bana doğru koşan Ayaz’ı gördüm fakat bir çift kolun arasına düşmüştüm bile. Bu kokuyu tanıyordum. Anneannem öldüğünde de beni uyutmak için iğne verdiklerinde aynı kolların arasındaydım. Gri gözlerin sahibi beni hep tutardı.
Hastanede gözümü açtığımdan beri ne olduğunu anlayamıyorduk. Rüzgar, Ömer, Ozan, Bade, Yusuf abi, Ayaz ve ne zaman geldiğini bilmediğim Azra odamdalardı. Onlar benim içim bu odadaydı fakat ben ne için bu odada olduğumu bilmiyordum. Tahlil sonuçlarım on beş dakika önce çıkmış ve Doktor incelemeye almıştı. Ömer’in söylediğine göre ben baygınken bir sürü test yapmışlardı. Ozan öfkeyle homurdandı. “Alt tarafı bir tansiyonu düştü. Abartıyorlar bence. Gelin gidelim.”
Bade adım atmaya çalışan Ozan’ın kolundan tutup kötü bakışlar atınca Ozan olduğu yerde durdu. Hanımcılık kazanacak.
Beni umursamadığı için değil. Aksine, kötü bir haber duymamak için gitmeye çalışıyordu. Kolumdaki seruma bakarken sonunda tahminen kırk yaşlarında olduğunu yarısının beyaz döndüğü saçları ve sakalları bize söylüyordu. Doktor gelip yanıma bir sandalye çekti. Şaşkınca baka kaldım. İlk defa bir Doktor ayağıma kadar geliyordu. “Söyleseydiniz biz gelirdik. Zahmet etmeseydiniz.”
Doktor sıkıntıyla iç çekti. “Siz yorulmayın. Biz hastalarımıza özel ilgi veriyoruz.” Bana bakıp hüzünlü bir iç çekerken gözleri yanındaki hemşiredeydi. Dudaklarını kıpırdatarak ‘Daha çok küçük,’ dediğinde ne için dediğini anlayamamıştım. İçimi rahatlatmaya çalışarak bakan gözleri kötü bir şey olduğunun apaçık kanıtıydı. Biz merakla ona bakarken o arkadaşlarıma bakıyordu. “Yalnız konuşmamız lazım.”
Başımı iki yana salladım. “Kalsınlar lütfen.”
Doktor kıpırdandı. “Pekâlâ.” Boğazını temizledi. Neydi onu bu kadar geren? “İlk başta biliyorsunuz sandım. Eski kayıtlara bakınca bu konuda hiçbir kaydınızın olmadığını gördüm. Teşhisiniz bu güne kadar nasıl konmadı inanın aklım almıyor.”
Oturduğum yerde dikleştim. “Neyden bahsediyorsunuz?”
Herkes nefesini tutmuş Doktoru dinlerken o yutkundu. “Yani… Tabi bu uzun bir süre. Ve bir sürü iyileşmek için yöntemi var. Eski zamandan daha şanslıyız bu yüzden lütfen telaş yapmamaya çalışın.” Bunu dediğine göre kesin telaş yapacağım bir şey olmuştu.
“Doktor bey. Dediğinizden tek bir cümle bile anlamadım.” Açık sözlü olmak her zaman iyiydi. Değil mi?
“Aden Hanım. Siz… Kan kanserisiniz. Yani lösemi hastasısınız.”
Kalbimin bir an durduğunu hissederken herkes ile aynı tepkiyi vermiştim. “Ne?” Şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. Anneannem… Annem... Tabi ya… Onların kanı, benim kanım. Onları hastalığı, benim hastalığım… Gözlerim hiçbir şeyi yetiştiremeyip erkenden gidecek olmanın taze bilgisiyle sızladı. Canım belki de hiç olmadığı kadar acıdı. İnsan yaşadığı gün öleceğini bilse de ölümle karşı karşıya kalınca dumura uğruyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |