
26. BÖLÜM: Sessiz Çığlıklar.
Yutkunamadım.
Nefes alamadığımı hissediyordum. Ölümüm bu kadar çabuk mu gelecekti bana? Katilden önce ben kendimi öldürecektim belki de. Bileğime bakıp içi kan dolu mavimsi damarlarıma baktım. Beni yaşatan şey aynı zamanda beni öldürüyor muydu?
Rüzgar korkuyla konuştu. “Emin misiniz?”
Bade atıldı. “Başka bir test ile karışmış olamaz mı?”
Yusuf abi ise ortaya yeni bir fikir sundu. “Tekrar test yaptıralım.”
Ömer başını iki yana salladı. “Başka hastaneye gidelim.”
Ozan korkuyla bana bakıyordu. “Gerekirse yurt dışına gidelim.”
Azra başıyla onu onayladı. “Yurt dışında babamın tanıdığı uzman doktorlar var. Yarına bir randevu ayarlatabilirim.”
Hepsi bunu Doktora değil de bana sunuyordu. Hissediyordum aslında. Uzun zamandır bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyordum. “Pe-peki ne yapacağım?”
Doktor kâğıtlarını kurcaladı. “Sizi kendi hastanenize sevk edeceğim. Doktorunuz ile iletişime geçeceğim. En geç iki güne size bir randevu oluşturacaktır. Kan kanseri olduğunuz kesin fakat türünü öğrenebilmek için size burada bir takım testler yapacaklar. Bunlarda doktorunuza gönderilecek. Ondan sonra çıkabilirsiniz.”
Ozan ciddiyetle bakıyordu Doktora. “İyi huylu ya da kötü huylu olup olmadığını öğrenmek için mi?”
Başını iki yana salladı Doktor. “Kan kanseri maalesef ki kötü huyludur. Fakat üç çeşidi vardır. İlk olarak Akut lösemiler vardır ve bunlar kendi içinde ikiye ayrılır. Akut lenfoblastik lösemi ve akut miyeloblastik lösemidir. Diğer tarafta ise kronik lösemiler de Kronik Lenfosittik Lösemi ve Kronik Miyeloid Lösemi olmak üzere kendi alt gruplara ayrılır. Akut lösemi hücrelerin hızla bölünüp çoğalarak hastalığın hızla yayıldığı türdür. Eğer bu türe aitseniz lösemi hücreleriniz oluştuktan haftalar sonra kendinizi hasta hissedersiniz. Bu açıkçası en tehlikeli türdür.
Kronik lösemi türü ise biraz karışık bir tür. Çoğunlukla bu lösemi hücreleri hem olgunlaşmamış hem de olgun kan hücreleri gibi davranır. Bazı hücreler olmaları gereken hücreler gibi işlev görecek noktaya kadar gelişir. Fakat tabii ki normal hücrelerin yaptığı kadar işe yarar hale gelemezler. Hastalık akut lösemiye kıyasla daha yavaş bir şekilde seyreder. Eğer Kronik lösemi iseniz hastalığınız yıllarca sizinle olup fark etmemiş olabilirsiniz. Pek belirtiler göstermeyebilirler çünkü. Umalım ki Kronik Lösemi olun.”
Başımla onu onayladım. “Umarım.”
Doktor arkasındaki iki hemşireden birine baktı. “Aynur sen Aden hanımın olması gereken testlere götürüp yanında dur lütfen.”
Gözlerim yanımda duracak hemşire Aynur’a kaydı. Siyah kıvırcık saçları, hafif çekik gözleriyle çok güzel bir kızdı. “Tamamdır hocam.”
Doktor oturduğu yerde kalkıp üzgün bir gülümseme sundu. “Geçmiş olsun.”
Burukça gülümsedim. “Umarım geçer.”
Aynur denen hemşire bitmiş olan serumumu dikkatlice çıkarıp bana döndü. “Ben, takip edin lütfen.” Arkadaşlarıma baktı. “Siz isterseniz burada bekleyebilirsiniz.” Hepsi başını iki yana salladı. “Bizde gelelim.” Diyerek Yusuf abi fikrini belirtirken Bade başıyla onu onayladı. Ayağa kalkık kapıya kadar ilerledi ve kapıyı açtı. “Bizsiz olmaz. Nereden gidiyoruz?”
Aynur tatlı bir gülümseme ile Ozan’ın önünden geçti. “Beni takip edin lütfen.” Kalkıp arkasından ilerlerken hemen yanından bittim. Gerçi hepimiz yanında bitmiştik. Alabildiğimiz kadar bilgiye ihtiyacımız vardı. Ozan Aynur’un sol tarafından ilerlerken merakla sorular soruyordu. “Şimdi nereye gidiyoruz?”
Aynur elindeki dosyadan bir sayfa açtı. “Öncelikle Fizik muayene odasına.”
Ozan’ın yanındaki Ömer atıldı. “Biz de girebilir miyiz?”
Başını iki yana salladı. “Hayır, ama camdan izleyebilirsiniz.”
Rüzgar ofladı. “Birimiz bile mi giremeyiz?”
Ozan uzanıp Rüzgar’ın ensesine çaktı. “Bir kişi girecek olsa o sen mi olursun it?”
Rüzgar gözlerini kıstı. “Neden sen olasın?”
“Neden olmayayım?”
Bade ellerini beline koydu. “Neden ben olmayayım?”
Aynur güldü. “İşte bu yüzden kimseyi içeri alamam.”
Ozan kızın saçlarına baktı. “Ömer hemşireyle saçlarınız aynı lan. Kuzular gibi.”
Aynur ters bir bakış atınca hemen toparlamaya çalıştı. “Kötü mana da demedim! Yanlış anlamayın! Kuzular çok tatlıdır asla ayrıştırılmasına katkı sağlamam! Hem şu salağın saçına bak Allah aşkına birbirine karışmış seni örnek alsın diye dedim!”
Bu telaşlı haline güldüğümde Aynur hemşirede küçük bir gülümseme ile başıyla Ozan’ı onaylayıp önüne döndü. Odanın önüne geldiğimizde derin bir nefes aldım. “Hadi yapalım şu işi.”
İçeri girdikten tahmini on beş dakika sonra çıkmıştım. Neredeyse her anı camdan izlemiş ve bana destek olmaya çalışmışlardı. Oradan çıkıp başka bir yere giderken yine aynı soruları sorup duruyorlardı. Çıktığımız anda ilk atlayan telaşlı gözlerle bizi inceleyen Yusuf abiydi. “Şimdi nereye gidiyoruz?”
Aynur Hanım kağıtlarına bakıp kendini tasdikledi. “Tam kan sayımı almaya gidiyoruz.” Gözleri beni buldu. “Normalde bu testler bu kadar hızlı ve sıra beklemeden yapılamaz. Fakat doktorunuz bu kadar genç yaşta böyle bir hastalığa yakalandığınız için hastanedeki konumunu kullanarak sizin öne alınmanızı rica etti.”
“Teşekkür ederim.”
“Bunu ileteceğim.”
“Buna da teşekkür ederim.”
Güldü. “Bunu da ileteceğim.”
Rüzgar araya girdi. “Normal kan testinden ne farkı var bunun?”
“Bu kan testi vücudun birçok yerinden alınıyor. Birazdan görürsünüz zaten.”
Kan alınma odasına girdiğimizde tüylerim diken diken oldu. Vurulmaktan korkmayıp iğneden korkmam trajikomikti. Gösterdiği sedyeye yatarken arkadaşlarımın hepsi etrafımdaydı. Elimi biraz kaldırıp tutması için yanımdaki Rüzgar’a uzattığımda gülümseyip sıkıca tuttu. Diğer eliyle de elimin üstünü kapattı. “Sakin ol.”
Aynur diğer hemşireyi çağırmaya gittiğinde Ömer yüzünü buruşturdu. “Silahtan korkmayıp bundan korkacak kadar aptal olduğuna inanamıyorum.”
Göz devirdim. “Hücrelerim bile beni öldürmeye çalışırken beni öldürmek için dönen bir silah pekte korkutmuyor.”
Ozan alnına vurdu. “Bak kendini hemen nasıl da kaptırmış ya!”
Bade kaşlarını çatarak baktı bana. “Ölmeyeceksin çıkar şunu aklından.”
Yusuf abi Bade’yi başıyla onayladı. “Kendini o moda sokma. Kısa bir süreçte iyileşeceksin.”
Alayla baktım ona. “Ne kadar da eminsin.”
Göğsünü kabarttı. “Tabi emin olacağım kızım. Katil seni öldürememiş, bir hücre koyar mı be!” Kaşlarını çattı. “Üstelik sen bana emanetsin. Sana bir şey olursa Nuriye sultan beni cehennemin dibinde bile bulur.” Yutkundu. “Onun gazabına beni maruz bırakma.”
Güldüm. “Tamam abi kendim için değil ama Anneannem hortlayıp canını okumasın diye ölmeyeceğim.”
Azra gülümsedi. “Ha şöyle.”
Aynur yanında bir hemşire ile geri dönmüştü. Hemşire dikkatlice derime bir şeyler sürüyor, kısa bir süre sonra da oraya iğne yapıyordu. Kolumdaki bir damardan, parmak ucumdan, elimin üzerindeki bir damardan ve topuğumdan kan almışlardı. İtiraf ediyorum. Gerçekten acımıştı. Topuğumdakine Bade, sağ kolumdakine Rüzgar, Sol elimin üzerindekine Yusuf abi, Parmak ucumdakine ise Ömer pamuk ile baskı yapıyordu. Hepsinin benim için el birliği olması gözlerimi yaşartıyordu. Her yerim morlukla dolmadan önce engellemeye çalışıyorlardı…
Devamında daha bir sürü teste tabi tutulmuştum. Kemik iliği biyopsisi, Göğüs röntgeni, Lomber ponksiyon ve emin olmak adına CT taraması bile yapmışlardı. Bu saydıklarımı hiç birini sabaha kadar bilmiyordum. Hayat, ne çabuk değişen şeydi öyle. Bu testleri olurken hepsi ya baş ucumda, ya da kapının ardında beni beklemişlerdi. Hiç biri sıkılmamış, özenle yanımda durmuş, ellerinden geldikçe yardım etmişlerdi. Sabah girdiğim hastaneden alacağım anca çıkıyordum. Aynur denen hemşire gülümseyerek bana baktı. “Sonuçlarınız birkaç güne çıkacaktır Aden Hanım.”
Başımla onu onaylarken beni sancılı bir sürecin beklediğini biliyordum. “Teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Çok geçmiş olsun.”
“Umarım çok geçmiş olur.”
Bedenim çok yorulmasa da zihnim çok yorgundu. Sadece sakin bir hayat istemiştim. Böyle, zoraki bir sakinlikten bahsetmemiştim. Yusuf abinin arabasına doğru yürüdük.
Ozan Barkan
Aden kuzu hemşire ile konuşmasını bitirip arabaya doğru ilerlerken hemşire yanımda durdu. “Bir dakika konuşabilir miyiz?”
Kaşlarım çatıldı. Seçilmiş kişi bendim. Biliyordum… “Buyur tabii.”
Çok uzaklaşmışçasına bir iki adım öteye giderken Zümrüt gözlümün merakla bize baktığını yakalamıştım. “Kusura bakmayın. Aden hanımla ilgili birkaç önemli şey söyleyecektim.”
Konu kardeşim olunca akan sular duruyordu. Dışarıdan bakan biri Zümrüt gözlüme daha düşkün olduğumu düşünebilirdi. Haklıydı da. Zümrüt gözlüme ayrı bir düşkünlüğüm vardı. Fakat Aden benim kardeşimdi. Zümrüt gözlüme hissettiğim endişenin üç beş katını Aden için hissediyordum. O salak ne kadar güçlü durmaya çalışsa da korkak aptalın tekiydi ve bunu bizden gizleyebildiğini sanıyordu. En azından benden. Espri yeteneğim onlardan çok daha yüksekte olabilir fakat bu salak olduğum anlamına gelmiyor. Sanırım.
“Aden Hanım için zor zamanlar bekliyor.” O kör talihsizliği ile ne zaman zor olmayan bir zaman geçirdi ki?
“Biliyorum.”
“Bu yüzden moral çok önemli. Neredeyse ilaçlar kadar önemli. Beynini ölüm düşüncesinden uzak tutup hayata bağlayacak şeyler vermelisiniz.” Benim gibi birine sahipken paşamın hayata bağlanacak daha ne gibi bir şeye ihtiyacı olabilir ki?
“Ne gibi bir şey öneriyorsun?”
Kuzu hemşire kısa bir an düşündü. “Eve gidince aklı ful bu hastalıkta olacaktır. Doktorumuz söylerken duydum. Aileden genetikmiş. Başka bir kardeşi falan var mı?”
Başımı iki yana salladım. “Yok.” Ali amcacığım tek çocukla yetinmezdi de işte olan olmuştu.
“En basitinden eğlendirebilirsiniz.” Alayla baktı bana. Bana! Bana Bana! “Bunu yapabileceğini umuyorum.”
Hayatımın hakaretine maruz kaldığıma inanamıyorum. Daha tanışalı 24 saat olmamış kuzu hemşire gelmiş benim üstün eğlence ve mizah becerilerimi hafife alıyor… Kabul edilebilecek bir şey değil! Göğsümü kabartırken tek kaşımı kaldırdım. “Hayatında görebileceğin en komik insan karşında duruyor kuz-“ Boğazımı temizledim. Bu kadına bir daha kuzu dersem beni kuzuların yanına kadar kovalayacakmış gibi hissediyordum. “hemşire hanım.”
“Tekrardan geçmiş olsun. Bu şekilde birkaç değer verdiğim hastamı kaybettiğim için kendimi uyarmak zorunda hissediyorum.”
Suçluluk duygusu. Evet. Aden’in intiharlarında suçum olmadığı halde kendimi suçlayacak şeyler bulmam gibi. Her neyse. Eskiyi eskide bırakalım. “Anlıyorum. Teşekkürler. Bizimkilere yetişsem iyi olur.”
“Rica ederim. İyi akşamlar.”
“İyi akşamlar.” Kuzu hemşirenin yanından ayrılıp hızlıca bizimkilerin yanına geldim. Ömer gözlerini kısarak bana bakıyordu. Bunu Bade’nin yapması gerekmiyor muydu? “Neredeydin sen?”
Bade’ye göz ucu ile baktığımda Aden ile konuşmaya çalıştığını gördüm. Pff. “Sana ne lan?”
Ömer omuz silkti. “Öldürme de kendini.”
Sırıttım. “Niye ölsem çok mu üzülürsün?”
“Ne üzüleceğim be! Helvanı ben kavururum.”
“Antep fıstıklı olsun cebinden öde. Mezarıma da bir kâse bırak. Senin hayatını zehir etmek için hortladığımda yemeğe ihtiyacım olacak.”
Aden Demir.
Arabayla eve doğru ilerlerken telefonuma bir bildirim geldi.
*0532*******: Neredesin?*
Kaşlarımı çatarak kişinin kim olduğunu düşünmeye başladım. Bana bunu yazabilecek herkes arabadaydı. Profil fotoğrafını görebilmek için numarasını kaydettim.
*Buradayım: Neredesin?* Numarasını öylesine kaydedip profiline girdim. Siyah gömleği ile Range Rover’ına yaslanan ve yüzü yandan gözüken bir kişiyi tanıyordum. Yan profiline yakından baktım. Ayaz’dı.
*Aden Hanım: Yoldayım.*
*Buradayım: Ufak anlaşmamızda sanki bensiz bir yere gitmemek gibi bir kural vardı?*
*Aden Hanım: Yusuf abi götürdü.*
Bir süre yazdı ve sildi. Sanırım küfür ediyordu.
*Buradayım. Fark etmez.*
*Buradayım: Anlaşmaya uy Aden Hanım.*
*Buradayım: Konumunu at gelip alayım.*
*Aden Hanım: Deniz’i yurda bırakıp eve dönecektik de son anda biraz gezelim dedik.*
En başta sadece okul saatlerinde beni koruyabilecek birine şimdi açıklama yaptığıma inanamıyordum.
*Aden Hanım: Yoldayız. Eve geliyoruz.*
*Buradayım: Pekâlâ.*
*Buradayım: En azından canlı konum at. Eve gidene kadar içim rahat etsin.*
*Buradayım: Lütfen.*
Cevap vermek yerine direk canlı konumu atıp kapattım telefonumu. Babam bile hayatımda bir kere benden canlı konumumu istememişti. Baban çok uzun bir süre senden hiçbir şey istemedi zaten Aden.
Arabanın camına yasladım başımı. Bu kadarını beklemiyordum Evren. Bir an barıştığımızı bile düşünmüştüm. Son hamlen biraz ağır olmadı mı sence de? Etrafımı kuşatmış kazanmamı bekliyorsun. Kaybedersem suçluluğunu umarım iliklerine kadar hissedersin.
Araba durduğunda başımı kaldırıp baktım. Evin önünde değildik. Aksine, Bir AVM’nin önündeydik. Kaşlarımı çatarak yaslandığım yerden dikleştim. “Burada ne işimiz var?”
Rüzgar teşvik edici bir sesle ilk konuşan oldu. “Biraz eğlenelim dedik. Hem aklın dağılır.”
Başımı iki yana salladım. “Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim ama istemiyorum. Sadece uyumak istiyorum.”
Bade umutla baktı bana. “Hadi ama Aden. Sonrasında bol bol dinlenirsin. Şimdi biraz eğlenelim.”
“Siz gidip gelseniz ben arabada beklesem olmaz mı?”
Yusuf abi başını iki yana salladı. “Arabamda kimseyi bırakıp eğlenmeye gidemem.”
Azra gülümsemeye çalıştı. Kendini zorladığı gülümsemesinden bile belli oluyordu. Hala Güneş’inin yasını tutuyor olmalıydı. Benim için hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyorlardı. Onları kırmak istemiyordum. Belki de bunlar sağlıklı geçirdiğim son zamanlarımdı. Bunun içlerinde kalmasını istemediğim için başımla onları onayladım. “Tamam.”
Ömer kahkaha attı. “İşte kimin kardeşi be!” Arabadan inip AVM’ye girdik. “Burada nasıl eğleneceğiz ki?”
Rüzgar omuz silkip Azra’yı işaret etti. “Onun mekânı.”
Azra heyecanla baktı. “Bowling oynayacağız. En üst katta acayip güzel bir yer var.”
Uzun zamandır bowling oynamıyordum. “Bana uyar.”
Ozan koluma vurdu. “Azıcık enerjini yerine getir!”
Kolumu sıvazladım. “Tamam be!” Hiçbir şey olamamış gibi davranmayı deneyebilirdim. Üst kata asansör ile çıktık.
Oyun katına geldiğimizde en önde yürüyen Ozan ve Bade’yi takip edip başka bir alana geldik. Bowling oynamaya getirmişlerdi. Yusuf abi işlemleri yaparken telefonu çalınca Rüzgar’ı kalanını halletmesi için biraz uzaklaştı. Hepsi bowlingi ayarlamaya çalışırken benim boş gözlerin onun üzerinde gezinirken o bunun farkında değildi.
“Efendim Serdar? Bu saatte mi?” Yeni çıkmaya başlayan sakalını kaşıdı. “Yarın şirkete geleceğim zaten. O zaman görüşsek olmaz mı? Hallederiz sorun etme.” Bir süre karşı tarafı dinledi. “Anlıyorum ama benim için önemli bir gece Serdar. Yarına gecikmeyiz.” Ofladı. “Tamam tamam. Geliyorum!”
Dönüp bizimkilere, ardından bana baktı. Mahcup bir ifade ile yaklaştı bana. “Gitmem gerek?”
“Niçin?”
Gözleriyle telefonunu işaret etti. “Serdar. Yurt dışı işi ve anlaşmalarının bir tanesinin tarihi yarın bitiyormuş ve iş yetişmemiş. Ortaklar sinirli. Onun hakkında bir çözüm yolu bulmamız çalışıyor.” Göz devirdi. “Daha doğrusu bir fikir buldu ama yüzüme kakması gerektiği için beni çağırıyor.” Gözlerindeki mahcubiyeti görebiliyordum. “Özür dilerim. Ama telafi edeceğim. Söz.”
Bizimkilere dönüp kısa bir açıklama yaptı. “Tahmini bir saate gelirim. Çıkışta alırım sizi.”
Ömer başını iki yana salladı. “Yok abi, uğraşma. Biz taksi ile döneriz.”
Yusuf abi kararsız gözlerle baktı bize. “Taksi bulamazsanız haber verin.”
Başımızla onu onayladığımızda yanımızdan ayrıldı. “Kaçlı grup oluyoruz?” Diyerek eğlenceye dahil olmaya çalıştım.
Rüzgar bana döndü. “Üçlü grup olalım diyorum. Sen, benimle.”
Ozan’ın dudakları aralandı. “Hayatta olmaz!”
Rüzgar’ın dudaklarında alaycı bir gülümseme oluştu. “Ozan, Bade ile.”
Ozan duraksadı. “Bunu yaptığıma inanamıyorum. Tamam, kabul!”
Ömer kaşlarını çattı. “Beni bu inatçı keçi ile aynı takıma bırakamazsınız!”
Azra göz devirdi. “Ben meraklıydım ya sana.”
Ömer göz kırptı. “Öyle duruyorsun.”
Azra kusuyormuş gibi yaptığında Ömer fena bozulmuştu. “Oyun oynayacağız alt tarafı egoist çocuk. Yemem seni.”
Görevli kadın bize gülümsedi. “Üç takım olarak ayarlıyorum o zaman?”
“Evet.”
Görevli kadın kırmızı saçlarıyla Rüzgar’a tatlı bakışlar atıyordu. Bade’nin saçları ile alakası yoktu. Bade’nin ki turuncumsu bir renk iken bu kadının saçları gerçek olamayacak kadar canlı bir kırmızıydı. Yalan söylemeyeceğim, gerçekten çok güzeldi. Gülümseyerek tek kaşını kaldırdı. “Bir kazanan olacak yalnız.”
Rüzgar anlamayarak baktı. “Normalde de öyle olmuyor mu zaten?”
Rüzgar’ın safça attığı bakışlar karşısında kız kıkırdadığında derin bir nefes aldım. Şşt. Aden. Tabi ki de Rüzgar’ı kıskanmadın. Saçmalama. Sen kıskanç biri değilsin.
“Normalden farklı bu gün.”
Rüzgar hala aynı bakışları atıyordu ve bu hali ile acayip tatlı görünüyordu. Böyle düşünen tek kişi olmadığımı anlamak zor değildi. Kızıl kız Rüzgar’ın bu haline normalin üstünde bir kahkaha sundu. Senin ses telleri- Hayır. Sakin ol. Kıskanç biri olduğumu belli etmemeliyim.
“Gri gözlü yakışıklı bir misafirim var bu gün.”
Tamam. Ben kıskanç biriyim. Mağaramda mutluyum. Çok bile dayandım. Sert adımlarla Rüzgar’ın yanında bitip elimi koluna doladım. “Daha ayarlayamadın mı aşkım?”
“Aşkım mı?” Rüzgar ilk defa ona böyle hitap etmeme hayranlıkla baka kalmıştı.
“Evet aşkım. Bir sorun mu var?”
Rüzgar’ın gözleri parlarken başını iki yana sallayıp eli belimdeki yerini aldı. “Yok güzelim. Hallediyorum.”
Kızıl kız bana kısa bir bakış atıp o koyu kahvelerini Rüzgar’dan ayırmıyordu. “Grup isimleri ne olacaktı?”
Koala gibi Rüzgar’ın koluna yapışmıştım. Nerede benim alabiliyorsan senindir tavırlarım? Alo? Size ihtiyacım var!
“Grup isimleriniz ne?”
Ozan heyecanla döndü. “Zümrüt’ün kalbi!”
Yüzümü buruştururken Bade anlamayarak baktı. “Zümrüt’ün kalbi ne Ozan?”
Ozan elini havada salladı. “Boş ver sen zümrüt gö-“ Boğazını temizledi. Bade anlamasın diye devam etmemişti. Zümrüt Bade, onu kalbinde taşıdığı için kalbi olarak da Ozan kendisinden bahsediyordu. “Kısaca güzel isim. Boş ver.”
Ömer ellerini deri ceketinin ceplerine koyup alayla güldü. “Kara şövalyeler.”
Azra dirseğiyle kolunu dürttü. “Ben senin gibi kötü değilim Kartar!”
Ömer göz kırptı. “Herkes öyle söyler sonuncu. Bu bahaneleri çok duyduk.”
Kızıl hepsini bilgisayara yazarken beni görmemezlikten gelerek Rüzgar’a bakıyordu. “Senin adın ne?”
Rüzgar kısa bir an düşündü. “Adımız…”
Kızıl lafını yarıda böldü. “Sizi sormuyorum. Seni soruyorum.” Bu kız artık haddini aşmaya başlamıştı. Sevgilisi olan birine yürümek çok aşağılık bir davranıştı. Kızdan an itibari ile midem bulanıyordu. Hemcinsim olduğu için alttan almaya çalışmıştım ama bu kadar yeter.
Rüzgar’ın kolunu hafif sıkıp kıza gülümsedim. “Maalesef. O soruyu uzun zaman önce son biri sordu. Başkasına da gerek kalmadı.” Sesimden kinaye damlayacaktı. Gözlerimi kırpıştırdım. “Tüh. Taze bitti. Başka sefere.”
Kız bana kötücül bakışlar atarken bu bana keyiften başka bir şey vermiyordu. “Yeni üretim zamanıdır belki de.” Bana aşağılayıcı bir bakış attı. “Ayrıca size sorduğumu hatırlamıyorum. Sorarsam cevap vermeyi akıl ederseniz sevinirim.”
“Aden ile konuşurken üslubuna dikkat et.” Dedi Rüzgar sert bir tavırla. “Beni ilgilendiren her şey onu da ilgilendirir. Bunu da ona rakip olabileceğinizi düşünen, kafanızın içindeki varsa o küçük şeye sokun. Kelebek ve Savaşçı yaz.”
Rüzgar ile yanından ayrılırken gülümsedim. “Çok kolay gelsin.”
Bize ait olan 6 numaralı bowling atış yerine geçerken şaşkındım. Ergenceydi belki ama hoşum gittiğini gizleyemezdim. Ozan omuzumu dürttü. “Ne yapıştın lan çocuğun koluna?”
Sıkıca sarıldığımı fark edip içimdeki benin kendi anlına bir tane çaktıktan sonra kolundan ayrıldım. Üçümüzün de grup isimleri yukarıda yazıyordu.
Zümrüt’ün Kalbi. Kara Şövalyeler. Kelebek ve Savaşçı.
Ozan sırttı. “İlk atış hakkı Zümrüt’ün Kalbinin!” Ozan Bade’ye reverans yapıp topların olduğu kısmı işaret etti. “Hanımlar önden.”
Bade gülümseyerek topların olduğu bölüme yaklaşıp hangisini seçeceğine karar vermeye çalıştı. Hepsinin üstünde ağırlıkları yazıyordu. “Bu en hafifi. İstersen bunu al Zümrüt gözlüm. Hem saçlarınla da uyumlu.” Bade başıyla Ozan’ı onaylayıp turuncu olan en hafif topa baş, işaret ve orta parmağını düzgünce geçirip kaldırdı. Biraz uzak mesafedeki on lobuta bakıp derin bir nefes aldı. Elini geriye çekip bir iki adım koşarak hızlı bir atış yaptı. Hepimiz nefesimizi tutmuş onu izlerken top yan tarafa düştü.
Azra güldü. “Harika bir atıştı Bade.”
Bade’nin omuzları çöktü. “O kadar da odaklanmıştım!”
Ozan sırtını sıvazladı. “Olsun Zümrüt gözlüm.” Göğsünü kabarttım. “Ben kurtaracağım takımı.” Ozan eline en ağır topu alıp gidebildiği kadar gitti. Bade’ye bakıp göz kırptı. “Bu atış senin için?” Gözleri kocaman açıldı. “Ya-yani bizim için. Biz derken ikimizin bir birlikteliğinden bahsetmiyorum. Takımız ya. Öyle bir birliktelik!”
Bade güldü. “At artık Ozan.”
Ozan tüm hızıyla koşup topu vurdu. Altı tanesi düşünce Bade yerinde zıpladı. “Harikasın Ozan!”
Ozan içi eriyormuş gibi bakıyordu Bade’ye. “Harika mıyım ben?”
Bade ellerini vurması için heyecanla uzattığında Ozan’ın gözlerinde görülmeye değer bir parlama vardı. Ellerine ‘çak’ yaparak hafifçe vurdu.
Ömer eliyle kış kış yapar gibi yaptı. “Hadi çekilin şuradan. Çok sıkıcısınız. Asıl eğlenceyi izleyin.”
Bir topu almaya uzanırken lobutların düşme sesini duyarak o tarafa baktık. Yerine gelen yeni on lobutun hepsi düşmüştü. Azra ellerini temizlemek için birbirine vurdu. “Çocuk oyuncağı.”
Ömer ellerini göğsünde birleştirdi. “Sıranı beklemen gerekiyordu sonuncu.”
Azra saf bir bakış attı. “Ay sıra mı vardı.” Dudak büktü. “Bilmiyordum. Bir dahakine artık Ömerciğim.”
Ömer sol dudağının kenarında ufak bir gülümseme ile önüne döndüğünde Azra sağ tarafında kalıyordu.
Rüzgar gözleriyle topları gösterdi. “Önden güzeller.”
Toplardan orta ağırlıkta olanı aldım ve lobutların önüne geldim. Ozan arkada üzerimden bahis mi oynamaya çalışıyordu?
“Kazanırsam Ozan Galatasaraylı olacak.”
Ozan’ın şaşkın sesini duydum. “Asla! On yıldır şampiyon olamayan takımından vazgeçmeyen erkek, sevdiğinden hiç vazgeçmez. Bu böyle biline!”
Topu yuvarladığımda dört lobu düşürmeyi başarmıştım. Bowling düşündüğümde daha zordu.
Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum. Tek bildiğim kıyasıya oynadığımız. Ozan ile Bade 201 puan almışlardı. Ömer ve Azra 280 almışlardı. Bizim puanımız da 287’di. Son atış hakları vardı. Eğer hepsini devirirlerse kazanacaklardı. Yani, sanırım öyle olacaktı. Oyunu hala tam anlamıyla kavrayamamıştım. Tek amacım hepsini devirmekti. Azra ilk defa ona tezahürat yaptığı için Ömer şaşkınlıktan düzgün yere atamamıştı. Azra ellerini göğsünde bağlayıp çenesini dikleştirdi. “Eğer onu atamazsan motosikletim ile üzerinden geçerim Kartar.”
Ömer gülümsedi. “İşte beklediğim motivasyon.” Ömer derin bir nefes alıp ağıt topunu sertçe gönderdi. Heyecanla Rüzgar’ın kolunu sıkarken Ömer köpeği tüm topları devirmişti! “Of ya!” Diyerek omuzlarım çökerken Ömer heyecanla arkasını döndü. Azra heyecanla boynuna sarıldı. “Aferin Kartar! Kazandık!” Ömer kollarını ona doladığında kahkaha atıyordu. “Motivasyonum iyiydi.”
Azra bir an gülmeyi bırakıp duraksadı. Ardından geri çekildi ve saç tutamını geriye doğru attı. Yalandan dudak büktü. “Motorumla seni ezemeyecek olmak üzücü.” Ozanlar ile bize bakış attı. “Ama bazılarını puanımızla ezmek daha keyifli.”
Ozan iki elini birbirine vurdu. “Şuna bak bir de hava atıyor ya!”
Bade saçını geriye doğru savurdu. “Siz bizim aklımızı dağıtmasaydınız çokta iyi gidiyorduk.”
Rüzgar bile buna gülmüştü. “Bade 86 puanla kaybettiniz. Az bir fark mı?”
Ozan sertçe baktı Rüzgar’a. “Az lan dumanlı! Zümrüt gözlüm az diyorsa,” Gözleri Ömer ile Azra’yı buldu. “VE sizin bizim aklımızı dağıttığınızı söylüyorsa dağıtmışsınızdır! Bitti lan! Nokta!”
Ömer elini bir iki kere havada savurdu. “YA he he.”
Rüzgar kulağıma doğru eğilip fısıldadı. “Kumarda kaybeden aşkta kazanırmış.” Gülümsediğini hissettim. “Biz bir şey kaybetmedik küçük kelebek.”
Duyduğumuz dikkat çekmek isteyen boğaz temizleme sesi ile sesin geldiği yöne baktık. Ayaz sert gözlerini bize dikmişti. “Nasıl bir yol ki hala varamadınız eve.”
Ozan kaşlarını çattı. “Bunun nereden haberi var lan?”
Sıkıntıyla alt dudağımı dişledim. “Ben canlı konum atmıştım.”
“Bir anlaşmamız vardı.”
“Hala var.”
“O zaman öyle davran.”
Rüzgar bir adım önüme geçti. “Sen ona emir veremezsin.”
Ayaz onu küçümser gibi baktı. “Ve sen de bana emir veremezsin.”
Ömer Rüzgar’ın yanında durduğunda alaycı maskesi yüzündeydi. “Basit bir koruma benim kardeşime hesap mı soruyor?”
Ayaz tek kaşını kaldırdı. “Aden Hanım kaç gündür kardeşin? Bir aydır mı? Öncesinde neredeydin?”
Ömer sinirle ellerini sıkarken Ozan laf attı. “Kardeşime laf söyleme hakkına sahip değilsin.”
Ayaz burun kemerini sıktı. “Bakın. Oradan nasıl görünüyor bilmiyorum ama bende her gün nerede olduğunuzu bulmaya ve sizi korumaya çalışırken çok eğlenmiyorum.” Kehribar gözleri hepimizin üzerinde gezindi. “Siz okuldayken kaç silah ve kesici aletle içeriye girmeye çalışan, okulla alakası olmayan insanı yakaladım haberiniz var mı?” Başını iki yana salladı. “Ali bey düşmanlarınızın olabileceğini söylerken her defasında haklıydı fakat hiç birini söylemedim. Neden?” Sert bakan gözleri üzerimde oyalandı. “Sırf siz rahat olabilmeniz, beraber güvende hissettiğiniz için. Bu yüzden beni düşman olarak görmeyi bırakın. Anlaşılan tek düşmanınız o sapık Alper değil. Bu yüzden her an yanınızda olmaya çalışıyorum. Siz çocukça olan eğlencelerinizle meşgulken ve bu kadar vurdumduymazken sizi koruyabilmek için.”
Haklıydı. Haklı olmasından ve o bakıştan nefret ediyordum ama haklıydı. “Eve gidiyoruz. Saat çok geç oldu.” Peşinden ilerleyip sessizce arabaya bindik. Yol boyu Ayaz belki de fazla haklı konuştuğundan kimse ses çıkarmadı. Eve geldiğimizde sessizce arabadan inerken Ayaz seslendi. “Bu gece biraz işlerim var. Ama telefonumun ses açık. Tedirgin hissedersen hemen ara.”
Yüzene bakmadan başımla onu onayladım. “Tamam.” İnmeye yeltenirken nazikçe bileğimden tuttu. “Anlaşıldı mı?” Gözleri en derinine bakıyordu. “Korkuyu gördüğünde değil. Hissettiğin an da. Beni anlıyor musun?”
Ne demeye çalışıyordu? Başımla onu onayladım. “Tamam Ayaz. İyi akşamlar.” Arabadan inip kapıyı kapattım ve benim için açık bırakılan evin kapısından içeri girdim. Evim evim güzel evim.
Yağmur gülümsedi. “Hoş geldiniz.” Ah. Ve de Yağmur.
Ozan ofladı. “Sen hala ayak tabanına kalanı yapışmış gururunu alıp gitmedin mi?”
Yağmur dudak büktü. “Ayıp ediyorsun Ozancığım. Oysaki içlerinde en çok seni severdim.”
Bade alayla güldü. “Hepimiz yalnızken aynı şeyleri söylediğini unuttun sanırım.”
Yağmur elini göğsüne koydu. “Alındın mı yoksa Badeciğim? Ben zaten en çok seni seviyorum.”
Azra koltuklardan birine kendini atarken bana döndü. “Şu kızı dinlemek zorunda mıyız?”
Yağmur ellerini beline koydu. Benden sonra en nefret ettiği kişi olabilme hakkını kazanmıştı Azra. “Çok istemiyorsun kapı şurada canım.” Diyerek kapıyı işaret etti.
Azra esaslı bir kahkaha attı. “Bunu bana bu evde söyleyebilecek son kişi olman çok komik.” Tek kaşını kaldırdı. “Sence gitmesi gereken kişi ben miyim?” Küçümseyerek baktı. “Zor olacak fakat o küçük beynine sor bakalım. Bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir ya, seninki de o hesap.” Dudak büktü. “Bir bakarsın cevabı bulabilirsin. Olur ya, insan umudu işte.”
Yağmur öfkeyle Azra’ya baka kaldı. Hemen kendini toparlayıp üzerine doğru yürüdü. Azra yaslanmış, ellerini göğsünde bağlamış onu izlerken Yağmur ayakucunda, ayakta öfkeyle ona bakıyordu. “Bana bak kızım seni paramparça ederim!”
Azra inanmaz gözlerle ona baktı. Dudağındaki patlak ve yüzünün farklı bölgelerindeki kızarıklıklar her şeyi açıklarken bu kız kaşınıyordu. “Denesene.” Azra’dan duyduğum tehditkâr ses şaşırarak bakmama sebep oldu. Bu kız içinde bir canavar taşıyordu. Azra uzandığı yerden bacağı ile ayakta duran Yağmur’un diz arkasına vurup düşecek gibi olmasına neden oldu. Azra kıkırdarken Yağmur’un sarı saçları birazdan sinirden kırmızıya dönecekti. “Bana ba-“
Yağmur öfkeyle elimi kaldırmıştı ki Azra’nın gözlerindeki o korkusuz ifade korkutucuydu. “Bana dokunmayı denesene. Dokunduğun elinin her parmaklarını kırmayı denerim bende.”
Yağmur öfkesini dizginlemeye çalışarak saçını arkaya doğru itti. “Sizinle daha fazla muhatap olmayacağım!” Yağmur askılıktaki montunu alıp öfkeli adımlarla evden çıkarken tek umudum bir daha eve gelmemesiydi.
Yanımda oturan Rüzgar’ın kısa bir süre sonra telefonu çalınca cebinden çıkarttı. “Alo? Abi sana haber veremedik biz e-“ Duraksadı. “Hoparlöre mi alayım?” Bize döndü. “Abim bize bir şey söyleyecekmiş.” Gözlerinde endişe vardı. “Sesi tedirgin geliyor.” Hoparlörü açtı. “Dinliyoruz abi.”
“Duyuyor musunuz?”
“Evet abi.” Dedi Ömer merakla.
“Masamda siyah bir not buldum.” Yutkundu. “Sıra bana geldi.”
“NE?” Bade’nin daha şimdiden gözleri dolmuştu.
Rüzgar korkuyla telefona bakıyordu. “Emin misin abi? Normal bir not değil dimi? Oyun olduğuna emin misin?”
“Eminim. Notu okuyorum dinleyin.” Boğazını temizledi.
“Kum saatinin geriye sarıldığı nerede görülmüş?
Günahların sonsuza kadar saklanabildiği yalanını…
Kim uydurmuş?
Acı verecekse geçmiş,
Kabul görülmüş, geriye akmış.
Hatırladın mı o yağmurlu geceyi?
Unutabildin mi ya da?
Kan aktı, damla damla.
Kanıtlayabildin mi kendini?
Deniz’in kenarındaki uçurumda.
Kimsenin umurunda değil gözyaşların.
Dilediği gibi süzülsünler.
Damla damla.
Uzun sürmedi mi yaşamın?
Borçluların beklerken öbür tarafta?
Oyun yeniden başladı.
Şah oyuna döndü. Hain piyonun peşinde.
Çark tekrar döndü.
2. Oyuncu seçildi.
Damarda durmayacak.
Akacaklar.
Damla damla.”
“Abi tam olarak neredesin?” Dedi Ömer korkuyla.
Azra kaşlarını çatarak dâhil oldu. “Bu oyun sana oynanıyor abi. Senden daha ne diyeceğini anlayabilecek kimse yok. Bak bu oyunu bana da oynadı. Hiçbir şey göründüğü gibi değil ama bunu senden başka kimse çözemez. Dikkatlice oku notu. Ne demek istediğini iyi anla yoksa ceza alabilirsin.”
Rüzgar’ın kararlı bakışları ürkütücüydü. “Madem yanlış bir hareketi olursa ceza alır. Ayrılalım. Bize notun ne olduğunu anlat abi. Ona göre ayrılıp arayalım.” Gözleri Azra’yı buldu. “Azra tek başına kurtulmayı denedi. Olmadı. Beraber ararsak hepimize aynı anda ceza veremez.”
Yusuf abiden kısa bir süre ses gelmedi. “Sanırım buldum.” Kısa bir sessizlik daha oldu. “Bu çok geçmişe ait bir olay.” Duraksadı. “Üzerinden yıllar geçti. Nasıl ortaya çıkardığını aklım almıyor. Dur. Konumuz bu değil. Aranması gereken iki yer var. Eskiden sahip olduğum çete gibi bir şey vardı. Onun sığınağı. Orası hala duruyor olmalı. İlk seçenek orası.” Yutkunduğunu buradan bile duymuştum. “Ve de her şeyin değiştiği bir gece var. Çete ile küçükken orada bir olaya karışmıştık. Oranın ihtimali de çok yüksek. Size söz veriyorum sonra detaylı anlatacağım. O kadar eski ki beni bununla vurabileceğini düşünmemiştim. Tek sorun şu ki ikisi de İstanbul’un bir ucunda.”
“Peki, bu bahsettiğin dışında bir yer var mı?” Dedi Ozan.
“Sanmıyorum. Nota göre önem taşıyan başka bir yer yok.”
“Tamam. Gruplara bölünelim. Abi sen neredesin?” Rüzgar’ın gözlerindeki kendinden emin ifade beni korkutuyordu.
“Uzaktaki yer olaylara karıştığımız gece bulunduğumuz mekân. Konumunu atarım.”
Başıyla abisini onayladı. “Tamam. Gideceğimiz iki yerin konumunu at.”
Azra soğukkanlılıkla konuşuyordu. Hiç korkmuyor gibiydi. Ya da bunu iyi yönetiyordu. “Ben uzaktaki yere gidebilirim. Motorla hızlı giderim.”
Ömer kaşlarını çattı. “Sen gelmiyorsun. Motorla uzağa ben giderim.”
“Ne? En çok benim gelmem lazım. Bu oyuna kurban ben gittim. Neler yapabileceğini benden iyi bilen olamaz.” Tek kaşını kaldırdı. “Ayrıca kızımı sana vereceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun.”
Rüzgar ofladı. “Azra haklı. Oyunları en iyi bilen kişi o. Gelmesi gerek. Sen ve Ömer atışmayı kesebilirseniz uzaktaki konuma gidin.”
Yusuf abi araya girdi. “Geri kalanı yakındaki konuma gitsin. Rüzgar sen Ozan ile git. Benden sonra geçmişimi en iyi bilen kişi sensin.”
Başımla onu onayladım. “Benim arabayla gideriz.”
Yusuf abi, Rüzgar, Ömer ve Ozan aynı anda bana aynı tepkiyi verdiler. “Sen gelmiyorsun.”
“Ne? Neden?”
Yusuf abi homurdandı. “Çünkü hastasın Aden. Evde kalmalısın. Sana bir şey olmasını göze alamayız.”
Ömer başını iki yana salladı. “Evde tek kalırsa katil oyunu bırakıp Aden’e yönelebilir. Bade de yanında kalsın.”
Bade’nin bir şey demesine fırsat tanımadan Ozan başıyla Ömer’i onayladı. “Evet. İkisi evde güvende olurlar. Camları, kapıları her yeri kilitleyin.”
Yusuf abi boğazını temizledi. “Silahın yanında mı Aden?”
Silahım odamda, yastığımın altındaydı. “Evet. Yanımda.”
“Tamam. Sizde dikkatli olun. Ozan, Rüzgar, konuma ulaştığınızda bana haber verin.”
“Süremiz ne kadar?”
“Bilmiyorum Azra. Ah, birde mesaj var. Ömer’e gönderilen telefon numarasından. ‘Ay geceyi terk ederken kayıp ruhlar özgür kalacak.’ Diyor.”
Azra başını iki yana salladı. “Sabaha kadar süre vermesi imkânsız.” Gözleri kocaman açıldı. “Gece yarısına kadar vaktin var.”
Saatime baktım. 20.12’ydi. Hızlıca ayağa kalkıp montlarını aldılar. Rüzgar iki kolumdan sıkıca tuttu. “Lütfen çok dikkatli ol. Eve birinin girdiğini fark ettiğiniz an çıkın evden. “
Ozan arabamın anahtarlarını gösterdi. “Alıyoruz.”
Başımla onu onayladım. Başka gidebilecekleri bir şey yoktu.
Ömer endişeyle Bade ile bana baktı. “Geri geldiğimde ikinizi de sağ görmek istiyorum.”
Bade gülümsemeye çalıştı. “Bizde sizi.”
Ozan ikimize veda edercesine sarıldı. “Ben gelene kadar kendinizi koruyun. Devamı bende.”
Azra gülümsedi. “Onlara çocuk muamelesi yapmayı keser misiniz? Onlar güçlü kızlar. Ah, bu arada. Kimseye kapıyı açmayın. O kuzenine bile. On iki kuzu hikâyesine dönmesin.”
Başımla onu onayladım. “Biz iyi olacağız da siz kendinize dikkat edin.”
Hepsi evden çıktığında arkalarından baktık. İkimiz tek kalmıştık. Araba ve motora binip uzaklaştıklarında tüm kapı ve pencereli kilitledik. Kullanmadığımız odaların kapılarını bile kilitledik. Silahımı da alıp alt kata inip koltuğa oturduk. Evin kalbi gibiydi burası. Ayrıca tüm sesler buradan çok rahat duyulurdu.
Bade yutkundu. “Sence çözebilecekler mi?”
“Bilmiyorum. Öyle olmasını umuyorum.” Bileğini hafif sıktım. “Her şeye hazırlıklı olmalıyız. Anlıyor musun Bade? Her şeye.”
Bade mesajı almıştı. Bu gece beni zehirlemesi gerekebilirdi.
Yusuf Ay.
O geceye dair her şeyi beynimden silmek için çok çaba sarf etmiştim. Yıllar boyu uzman psikologlara gitmiş, çeşitli ilaçlar almıştım. Yaşadığım olayı onlara bile anlatamamıştım. Arabanın direksiyonundaki sıkmaktan boğumları beyazlamış ellerime baktım. O günün lekeleri ellerimden gitmiyordu. Bu yüzdendi belki bu kadar titiz olmam. Belli etmemeye çok çalışmıştım. İnsanlar benim bir şeylere takıntılı olduğumu bilmesini, o aşağılayıcı bakışlarını görmek istememiştim. Bu yüzden her zaman düzenliydim. Her zaman titiz giyinirdim. Çünkü o aşağılayıcı bakışlardan ancak böyle kurtulabilmiştim. O katil denen manyak bu kadar eski bir konuyu nasıl açığa çıkarmıştı? Bu konuyu bilen herkes ölmüşken, nasıl başarmıştı?
Arabayı son gaz sürerken kaybedersem başıma nelerin gelebileceğini düşünmekten kendimi alamıyordum. Azra hayatındaki en değerli kişiyi, Güneş’ini kaybetmişti. Ben kimi kaybedebilirdim?
Mert Rüzgar.
Ona bunu ne kadar belli etmesem de Mert Rüzgar benim hayatımda değerli olan tek şeydi. Ne yaptıysam onun için yapmıştım. Bir çeteye katılma nedenim bile onu koruyabilmekti. Ben saygı görürsem o da görürdü. Trafikten dolayı önümde duran arabayı son anda fark ederek ani fren yaptım. Arkamdaki sürücünün korna seslerini duymamazlıktan gelmeye çalışırken başımı iki yana salladım. Kendine gel Yusuf. Şimdi sırası değil. Kendini kaybetme lüksünü sana vermiyorum.
Trafiğe kalamam. Şayet gittiğim yerde doğru cevap yoksa diğer tarafa yetişme ihtimalim sıfıra düşer. Telefondan konumun etrafındaki ara yollara kısa bir göz gezdirip sağ taraftaki dar mahalle arasına girip gaza bastım. Gecikemezdim.
Bir saati biraz gecikmiştim ama gelmiştim işte. O kanlı gecenin yaşandığı yerdeydim. Beş dakika sonra Ömer ve Azra burada olacaktı. Etrafıma bakınıp beynimden kazıyarak attığım anının emarelerinde gezindim. O gece çok karanlık ve yağmurluydu. Sanki günahımı gizlemek istercesine gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu. Günahlarımı arındırır sandığım yağmurun tüm çabalarına rağmen o günah akmamıştı. Hala bir zehir gibi taşıyordum içimde.
Parmaklarımın arasında kan vardı. Ne kadar yıkasam da, derimi dahi, yüzsem gideremeyeceğimi bildiğim kan… Hayır Yusuf. Bunları düşünmenin zamanı değil. Duygularına teslim olmak için yanlış zamanı seçtin. İzin vermiyorum.
Sokakların arasında dolanıp işaretli olan duvarı aramaya başladım. Kahretsin. Nerede şu duvar?
Telefonum çalınca cebimden çıkarttım. “Efendim Ömer?”
“Abi biz geldik. Araban yanımızda. Sen neredesin?”
Nerede olduğumu bir bilsem kardeşim. “Aradığımız şey bir duvar.”
“Duvar mı?”
“Evet. Duvarda bir sürü yazı yazıyor. Tam ne yazdığını hatırlamıyorum ama kırmızı ile yazıldığını hatırlıyorum.”
“Abi duvara badana yapıldıysa, ya da yıkıldıysa ne yapacağız? Olmayan bir duvarı mı arayacağız?”
Düşündüm. Kahretsin. Bazı anıları unutmamalıydım. O kahrolası doktoru dinlemeliydim. “Ye- yerde.” Duraksadım. Yine acınası bir güçsüzlük belirtisi gösteriyorsun Yusuf. “Yerde de işaretler olmalı. Eğer bulamazsak Allah yardımcımız olsun. Bilmiyorum çünkü.”
Bilmediğim bir şeyi arayamazdım!
Yarım saat sonra artık pes etmek üzereydim. Bulamıyordum. Kahretsin ki bulamıyordum. Ömer’i aramak için telefonu elime aldığımda onun aradığını gördüm. “Lütfen bana bir şey bulduğunu söyle.”
“Bulduk abi. Konum atıyorum, hemen gel.”
Attığı konuma ulaştığımda duvarı gördüğüm anda anılar zihnim oyunlar oynamaya başladı. O ilaçları aldığımdan beri oynadığımız ufak bir oyundu. Ben gerçekleri unuturdum. O hatırlatmaya çalışırdı. Duvarda benim ağlayarak yazdığım yazı vardı.
“Lekeliler unutulma alanı.”
Olayın yaşandığı yerde kocaman bir X işareti vardı. Küçükken Mert Rüzgar’a yaptığım oyunlardakine çok benziyordu. Ozan kaşlarını çattı. “Burada ne bulabiliriz ki abi?”
Telefonum tekrar çaldı. Mert Rüzgar’dı arayan. “Ne yaptınız kardeşim?”
“Abi biz dediğin evin önüne geldik fakat hiçbir giriş yeri yok.”
Ah, tabi ki de yoktu! Ergen bir çetenin gizli üst olarak adlandırdığı yere öyle önüne gelen herkes giremezdi! Bunu nasıl unutmuştum? “Kardeşim. Binanın etrafına bakın. Orada siyah kulplu bir kapı olacak. O kapı her zaman açık olur. Açın. İçeriye girin. Yerde halı ve üstünde koltuk var. Diğerine göre daha eski olan koltuğu ittirin. Orada aşağıya açılan bir kapı olmalı. Oradan gireceksiniz üsse. Açılmazsa etraftaki çiçeklere bakın. Bir saksının altında anahtar olmalı.”
Telefonu kapatıp tekrar döndüm duvara. Ellerim titrerken kendimi dahi belli etmemek için sıktım. Güçsüz değilsin Yusuf. Yıllardır bunun üstesinden geliyorsun. Eski bir hatıranın yeni görüntüsü seni rahatsız etmemeli. X yazılı yerin üzerine geldiğimde ufak bir taş olduğunu gördüm. Orta boydan biraz küçüktü ve X’in tam ortasında duruyordu. Taşı kaldırdığımda parmağımın ucuna değen poşeti hissettim. Gözlerim hızlıca taşı bulurken altına takılmış olan minik poşeti ve içindeki siyah kâğıdı gördüm. “Kâğıdı hızlıca çıkarttığımda telefonum tekrar çaldı. Hızlıca açıp kulağıma koydum. “Efendim Mert Rüzgar?”
Kısa bir süre ses gelmedi. “Seçimlerin ve sonunu getirdiklerin.”
“Ne?” Kulağımdan çekip ekrana baktığımda o bilinmedik numarayı gördüm. Katildi arayan.
“Film izlemek çok keyifli fakat devam filmi varsa tadından yenmez.”
“Ne diyorsun lan sen?!”
Azra kaşlarını çattı. “Katil mi?”
“Amacını söyle bana! Para mı istiyorsun? İstediğin kadar veririm. Yeter ki rahat bırak bizi!”
“Aptal insan.”
Telefon suratıma kapatılırken poşetin içine konulan kâğıdı açtım.
“Lideri ölen bir sürü yaşayamaz.
Sen bir sürüyü katlettin.
Güvenli alanından çıkmayı deneyemeyen,
Kendini nasıl kanıtlayacak?
Kurtların ruhları mı seni korkutan?
Perili evlere inanır mısın yoksa?
Bir kere daha,
Belki de son kez.
Hazırlan.
Hayalet avcısı.”
Lideri olmayan bir sürü yaşayamaz. Karşı çeteden bahsediyordu.
Perili ev. Onların üssü.
Hayalet Avcısı. Onların üssüne gitmemi istiyordu.
Telefonum tekrar çaldı. “Abi biz üsse girdik. Her şey çok eskimiş ama burada, masanın üzerinde bir kutu var. Yanında da el feneri var. Kutuyu açıyorum.”
“Aç kardeşim.”
“Abi burada bir…” Duraksadı. “Harita var.”
“Ne? Harita mı?”
“Evet. Sizin olduğunuz taraf ile bizim bulunduğumuz yerin tam ortasında gibi bir şey.” Buraya gelebilmek için bizim üssün, yani Mert Rüzgarların şu an olduğu yerden geçmiştim fakat buranın ihtimalinin daha yüksek olduğunu tahmin ettiğim için buraya gelmiştim.
Gözlerim kocaman açıldı. Bizi düşman üsse çekmeye çalışıyordu. İki kanıtta orayı işaret ediyordu. “Aramaya Aden’i ekle Mert.” Telefonu hoparlöre aldım. Ömer ve Azra’ya baktığımda daha iyi duyabilmek için yaklaştılar. Telekonferans başlamıştı. “Şimdi beni çok iyi dinleyin. Elime bir not daha geçti. Eskiden düşman olduğumuz kişilerin üssünden bahsediyor. Mert Rüzgar, senin elindeki harita senin ve benim aramızdaki bir yerden bahsediyorsa seni de o üsse çağırıyorlar. Yani ne geçmişteki olayın yaşandığı yer, ne de bizim ekibin üssü. Düşman üssünü işaret ediyor.”
“Hemen yola çıkalım o zaman abi.” Dedi Ozan.
Onun göremeyeceğini bilsem de başımı iki yana salladım. “Onların kapılarında en son dörtlü kilit vardı. Biz gizli giriş kullanırken onlar sayılı anahtarı olan bir kapı yaptırmışlardı.” O kapıyı yaptırmak için hepsinin okul çıkışı çalıştığını hatırlıyordum. Ne kadar da saçma günlerdi. “Anahtar bizim evimizde. Odamda. Çalışma masamın en alt çekmecesinde, siyah ufak kutuda. Onu almalıyız.”
“Biz gidip alıp orada buluşalım mı abi?”
Azra saatine bakıp başını iki yana salladı. “Saat geçiyor.”
Ömer başıyla onu onayladı. “Mert gidip gelirse yetişemez. İki katı süre gider. Daha oraya girip bulmamız gereken şey her ne ise onu aramalıyız.”
Mert Rüzgar duraksadı. “Evden biri mi getirmeli?”
Tek çözüm yolu bu gibi gözüküyordu. “Kim getirebilir?”
Aden atıldı.” Ben getiririm.”
Hepimiz aynı an da cevap verdik. “Hayır.”
Ozan konuştu. “Senin bu işlere bulaşmaman gerek.”
Bade yutkundu. “Ben giderim.”
“Ama-“
“Aması yok Ömer. Gidebilecek tek kişi benim.” Bade’nin sesi hiç duymadığım kadar kararlı çıkıyordu. “Yusuf abi. Senin evine ne diyerek girebilirim?”
Kısa bir an düşündüm. Annem her ne kadar hoşnut olmasa da onlarda kaldığımızı biliyordu. “Yusuf abi iş için birkaç dosyasını almamı istedi de.”
“Tamam abi.”
Ozan’ın telaşlı sesi duyuldu. “Dikkatli ol zümrüt gözlüm. Aden sende dikkat et.”
Aden ofladı. “Oyun bizim üzerimizden oynanmıyor Ozan. Burada dikkat etmesi gereken bir kişi varsa o da Yusuf abi. Yeni oyuncu o. Yine de hepiniz dikkat edin.”
“Bade, sana geleceğin adresi atacağım.”
“Tamam abi.”
Telefonu kapattığımda hatırladığım adrese gitmek için arabaya bindim. Ömer’e gelmesini teklif ettim fakat Azra’yı yalnız bırakmak istemediğini fısıldayıp ayrıldı yanımdan.
Aden Demir
Bade eve geri geldiğinde küçük kutu elindeydi. Kapıyı kapattığımda nefes nefese kalan Bade’nin elinden kutuyu alıp açtım. Bir halkaya geçmiş üç eski anahtarı ve kutunun içindeki hepsinden ayrılmış anahtarı görüp derin bir nefes aldım. Saat ilerlemişti. Korkuyla baktım Bade’ye. “Senin oraya gitmen en az yarım saat sürer. Daha oraya girip ne bulmanız gerekiyorsa onu bulmalısınız.”
“Taksi gelmek üzere. Nasıl yetişeceğimizi bilmiyorum.” Gözlerinde korkunu n en canlı hali vardı. “Ya Yusuf kaybederse? Kim ölecek o kaybederse?”
Kısa bir an düşündüm. Kararlılıkla çenemi kaldırdım. “Kaybetmeyecek.”
Bade kaşlarını çattı. “Nasıl?” Göz teması kurduğumuzda kaşlarını çattı. Anlamıştı. Hep anlardı. “Hayır. Bunu yapmayacağım.”
“Bunu yapmak zorundasın Bade.” Kolundan tutup yaklaştım ve fısıldadım. Her yerde kulağı olabilirdi. “Kimin öleceğini bilmiyoruz. Başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Merak etme. Her şey kontrolüm altında olacak. Şimdi gerçek oyunu başlat.”
Bade sertçe kolunu kurtardı benden. “Bu oyunlardan bıktım artık Aden!”
“Elimden gelen bir şey olmadığını bildiğin halde kes söylenmeyi.”
Bade saçlarını karıştırdı. İşte böyle. “Ben artık çok yoruldum. Kimin öleceğini düşünerek günlerimi geçirmekten çok yoruldum!”
“NE yapmamı istiyorsun? Kendimi onun önüne mi atayım? Eski dostum nerde benim?”
“Katil onu da aldı. Hiç merak etme. Onların başına bir şey gelsin, tüm sorumlusu sen olursun. Bunu aklından çıkarma.”
“Benim elimden bir şey gelmiyor Bade!”
“Çok bencilsin.”
Yutkundum. Acıtıyordu. “Keşke ben kendimden kurtulmaya çalışırken beni durdurmasaydınız!”
Gözyaşlarım akmaya başlarken koltuğa oturup ellerimle yüzümü kapattım. Bade duraksadı. Ardından elini omzuma koydu. “Ben her şeyi halledeceğim Aden. Seni de bu üzüntüden kurtaracağım. Onları da bu beladan. İçecek bir şeyler hazırlıyorum. Sakinleş.”
Bade yanımdan ayrılıp dakikalar sonra kahveyi cam masaya bıraktı. Taksinin sesini duyunca başımı kaldırıp ona baktım. Dolmuş gözleri, titreyen elleri ile zor ayakta duruyordu. Saçlarım yüzümü kapatırken beni görebildiğini biliyordum. Başımla onu onaylayıp gülümsedim. “Bol şans.”
“Sana da.”
Başımı geriye atıp koltuğa yaslandım. Gözlerim bardağa kaydı. Zehri Bade kısa bir süre önce almıştı. Panzehrini günlük kullandığım çantama koymuştum. Eğer plan ters işlerse kendimi yine ben kurtaracaktım. Bunu yapmak zorundaydım. Bardağı elime aldım.
İçin de zehir olduğunu bilerek kahvemi dudaklarıma götürdüm. Gözümden bir yaş firar ederken derin nefes almak giderek zorlaşıyordu. Bu oyunu kazanamazdık fakat oyunu bozabilirdik. Piyonlar da şahı yenebilirdi. Bizim için akan kum saati parçalanabilirdi. Tüm dostlarım o sapığın oyununda kaybediyordu. Onlar hile yapamazdı. Cezası ölüm olurdu fakat ben oyununu ölümümle bozarsam? Beni öldüremezdi. Bana işkenceler edebilirdi fakat öldürmezdi. Bu zamana kadar bizi hep canımızla tehdit etmişti. Peki canının canıyla onu tehdit edersem? Ya dostlarımın oyununu bırakır beni kurtarırdı. Ya da ölmeme izin verir ve onların peşini bırakırdı. En yakın arkadaşımın zehir koyduğu kahveyi içen bendim fakat seçim yapacak olan o hastalıklı zihnin sahibiydi.
Her yudumda zehrin içime aktığını hissediyordum. Plan şu anlık kusursuz işliyordu. EN sevdiğim içecekti beni zehirleyen. Tuhaf. Çünkü bir benzerini hayatımda yaşamıştım. En sevdiğimiz insanların da bizi sözleriyle zehirlediği olurdu. Yağmur’u çok seviyordum. Öyle ki arkadaş grubuma sokarken en ufak bir tedirginlik, en ufak bir kıskançlık hissetmemiştim. Şimdi düşünüyorum da, keşke hissetseymişim. En azından abimden bu kadar uzak kalmazdım.
Bardağı bitirip ayağa kalktım. Şu anlık iyiydim. Daha etkisi başlamamıştı ama bunu katil bilemezdi. “Ay. Bir başım döndü.” Kapıya bakarak söylendim. “Kahvende bok gibi olmuş!”
Kapıya doğru bir atmıştım ki bastığım şey ile başımı eğdim. Siktir. Kutunun içindeki tekli anahtar. Yere düşmüş. Hayır hayır hayır. Planda bu yoktu. İkimizde plana odaklandığımız için düşen anahtarı fark edememiştik. Portmantodan montumu giyip çantamı koluma taktım. Ne yapmam gerekiyordu? Garajda Anneannemin arabası vardı fakat anahtarı şirketin kasasına kaldırılmıştı. Garajdan bisikletimi çıkarttım. Son sürat gruba atılan adrese doğru sürmeye başladım. Yağan yağmur bana büyük bir engeldi fakat halledebilirdim. Başka şansım yoktu. Her yerim sırılsıklam olmuştu ve midem bulanıyordu. Bedenim zehrini kusmak istiyordu fakat buna izin vermiyordum. Katil kustuğumu görürse zehirden kurtulduğumu da anlardı. Kusamazdım. Telefonum çaldığında cebimden zar zor çıkartıp kulağıma dayayıp omzum ile destekledim. “Efendim?”
“Aden? İyi misin?”
Başım dönüyordu. “İyiyim.”
“Sen… Sen neredesin?”
“Anahtarlardan birini düşürmüşüz. Onu getiriyorum.”
“Ne!? A-Aden bana nerede olduğunu söyle. Gelip ben alırım. Yorma kendini.” Saate baktım. 23.32’ydi. “Hayır Bade. Geç kalıyorsunuz. Bu pla-“ Duraksadım. Telefonumuzu dinliyor olabilirdi. Planımız başarısız olursa oyuna yetişmeliydiler.
“Geliyorum Bade. Merak etme, iyiyim. Dü- düşündüğünden daha güçlüymüşüm.”
Hıçkırdığını duydum. “Ne olur çabuk gel.”
Her yer dönüyor, midem bulanıyordu. Montum varken neden hala bu kadar üşüyordum? Sandığım kadar güçlü değilimdir belki de.
Her yer dönerken ıslak biz zeminde bisiklet sürmek çok zordu. “Tamam beni mera-“Sertçe kayarak yere düştüm. Yerde bir kaç takla atarken suratımı korumaya çalışıyordum. Her yerim acıyordu. Durduğumda kalbimin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Sırılsıklam olmuş halde kalkmaya çalıştım. Ellerimle yerden destek alırken ağzımdan gelen kanın yere aktığını görebiliyordum. Kulaklarım çınlıyordu. Thanatos. Gelmeyecek misin? Beni kurtarman gerekiyor. Hadi. Bırak arkadaşlarımın peşini. Bana ne yapacaksan yap ama bırak onları. Yalvarırım. Başımı iki yana salladım. Onun yardımına muhtaç olmayacaktım. Zorlukla başımı kaldırıp sisli havada etrafıma bakmaya çalıştım. Yağmur her şeyi neden bu kadar zorlaştırmak zorundaydı ki? Çantamı bulmalıydım. Panzehir çantamdaydı. Peki, çantam neredeydi? Gözlerim bir anlığına kapandığında başımı iki yana salladım. Ölmek istemiyorum. Kendine gel Aden. Hem sen ölürsen Bade vicdan azabı çekmez mi? Ölemezsin. En azından bu nedenden değil. Biraz uzağımda, yerde duran çantamı görünce ona doğru emeklemeye başladım. Sanki bedenimden tüm gücüm çekilmişti. Zehirlenmek böyle bir şey miydi? Sevgili midem, şimdi kusmama izin verir misin? Sanırım ölüyorum da. Çantama elimi uzatacağım sırada ağzıma aniden gelen yoğun demir tadı ile ağız dolusu kusmaya başladım. Gözlerimden yaşlar akarken nefes almaya çalışıyordum fakat nefes almak dahi çok zordu. Burnumdan kanlar hızlıca akarken ağzımdan kan kusmayı durdurduğum sıralarda nefes almaya çalışıyordum. Kendi kanımı kusarken mi ölecektim? Ciğerlerim acıyla sıkışırken kusmam durdu. Belki de vücudumda kan kalmadığı için kan kusmayı bırakmıştım. Bilmiyorum Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip çantamı aldım elime. Başımı ağırlaşırken soğuk zemine yasladım. Böylesi daha kolaydı. Tek gözlü siyah çantamı açıp içindekileri hemen yanıma, yere döktüm. Neredeydi şu şişe? Eşyaların hepsini karıştırdım fakat şişe yoktu. Fakat buraya koyduğuma emindim… Telefonum… Yardım çağırabilirdim. Hala yaşam için bir umudum vardı. Telefonumu ararken kırılmamış olması için dua ediyordum. Doğrulup ayağa kalkmaya çalıştım fakat ilk denenmemle yere çakılmam bir oldu. Eklemlerim tutmuyordu. Ellerim uyuştuğu için çok yavaş hareket ediyordum. Telefonumu bisikletin yakınında gördüğümde ona doğru sürünmeye başladım. O kahrolası Thanatos bir daha hastalıklı da olsa beni sevdiğinden sakın bahsetmesin! Boğazımdan hızlıca yükselen kan ile tekrar kusmaya başladım. Saf kan kusuyordum. Burnumdan tekrar kanlar akmaya başlamıştı. Hadi ama… Bir insan bu kadar kan kaybedip nasıl hala yaşayabiliyordu? Ya da bu kadar kan nasıl çıkabiliyordu? Ölürken aklıma böyle saçma sorular yerine hayatımın gözümün önünden geçmesini izlemeyi yeğlerdim. En azından Anneannemi de görürdüm. Nefesim kesilirken nefes alabilmek için kanı yutmaya çalıştım fakat başaramadım. Başıma keskin bir sandı girerken kulaklarım çınlıyordu. Yere yığılırken kanımda boğulduğumu bilmek canımı daha da fazla yakıyordu. Kendimi, kendim öldürüyordum. Kusmam durduğunda nefes nefese telefona uzanmaya çalıştım. Parmağımın ucu zar zor değiyordu. Ellerim git gide uyuşurken beynime bıçak sokmuşlar gibi keskin bir acı hissettim. Dişlerimi sıkarken artık yağmurun sesini dahi duyamıyordum. Tek duyduğum ses kalbimin patlayacak gibi atan ritim sesleriydi. Gözlerim tamamen kapanırken engel olacak gücüm kalmamıştı. Gözlerim kapandı. Ve ben yokluğa kucak açtım. Gözlerim kapandı. Ve ben her şeyimi kaybettim. Gözlerim kapandı. Ve ben, oyunu kaybettim.
Yazarın anlatımıyla.
Aden’in tüm arkadaşları sedyenin peşinden gözyaşları ile ilerlerken Doktor sedyede kanlar içinde yatan Aden’i hızlıca bir odaya aldı. Camdan ne olup bittiğini izleyen arkadaşları umutla bir yaşam belirtisi görmeyi bekliyorlardı. Kimin ambulansı çağırdığını kimse bilmiyordu. Tek bildikleri arkadaşının kalbinin çok yavaş attığıydı. Kendi kanında boğulurken yerinden çıkacak gibi atan kalbine ne olmuştu da böylesine zayıflamıştı? O da mı pes ediyordu yoksa? Hemşireler ve Doktorlar odaya koşarken hepsi pür dikkat camın ardındakini izliyor, yaşaması için dualar ediyorlardı.
Bade vicdan azabıyla zar zor nefes alırken bayılmamak için Azra’dan destek alıyordu. “Ne oldu sana kardeşim?” Ömer ne kadar gizlemeye çalışsa da gözünden akan bir damla yaş Azra’nın gözünden kaçmamıştı. Hemşirelerden biri Aden’e kablolar takarken bir diğeri nefes alabilmesi için mavi tüpe benzettikleri bir şeyi Aden’in ağzında tutuyor, sıkıp yavaşça bırakıyordu. Doktoru kalp basıncına bakarken Aden’in zayıf atan kalbi tamamen atmayı bırakmıştı. O cılız atış bile yoktu artık. Bade korkuyla çığlık atarken elleriyle dudaklarını kapattı. “Ölemezsin Aden! Hayır hayır hayır… Sen ölemezsin hayır!” Ozan ve Azra kolundan tutarken Ozan, Ömer’in aksine hiçbir şeyi gizlemiyordu. Konu kardeşi ve Bade olduğu zaman oldukça korkak olan bu adam kardeşine bir şey olma ihtimali ile titriyordu. “Yaşayacak Bade! Yaşayacak. Kendini bırakma.” Korkuyla herkes cama bakarken Yusuf onun yüzünden bu halde olduğunu düşündüğünden vicdan azabı ile mücadele veriyordu.
Doktor kalp masajı yapmaya başladığında Rüzgar duvara yumruğunu geçirdi. “Yaşayacaksın Aden Demir. Seni öldürmek isteyen onca şeye nazaran yaşamak zorundasın!” Elinin üzerindeki eklemlerinden akan kanı göremeyecek kadar odaklanmıştı sevdiği kadına. Doktorun yanına gelen makine ile Doktor defibratörün iki kolunu alıp Aden’in kalbine elektro şok verdiğinde bedeni sıçrayıp tekrar yatağa düştü. Bade seslice ağlarken Doktor bu işlemi birkaç kez daha yaptı. Fakat Aden’in kalbine değişen hiçbir şey olmamıştı. Beyaz çizgi, olduğu gibi duruyordu. Doktor hemşirelere kısa bir bakış attığında defibratörü yerine geri koydu. Yusuf kaşlarını çattı. “Ne- neden durdular?”
Rüzgar başını iki yana salladı. “Hayır hayır hayır. Kalbi atana kadar devam etmeliler.”
Ömer cama sert bir yumruk geçirdi. “Devam edin lan! Kardeşim ölüyor benim! Devam etsenize! Ölmesine izin mi veriyorsunuz?!” Güvenlik görevlileri Ömer’i camdan uzaklaştırmaya çalışırken Ömer durmadan bağırıyordu. Ömer canı ne zaman yansa bağırırdı. Maddi ya da manevi olması fark etmezdi. “Yemin olsun ki bu hastaneyi başınıza yıkarım! Devam etsenize lan! Siz onun adamları mısınız? Ha?! O yüzden mi bıraktınız? O yüzden mi kardeşimi ölüme terk ettiniz?” Azra gözleri ile güvenlikleri ne demek istediğini ilettiğinde güvenlik geri çekildi. Ömer, düşük omuzları ile ağlamamak için kendini sıkarken gözleri kıpkırmızı olmuştu. “Bana ölmediğini söyle. Yalvarırım. Bana ölmedi de Azra.” Ömer Kartar. İlk defa birine yalvarıyordu.
Azra, yanaklarından gözyaşları süzülürken ne diyeceğini bilemiyordu. Bunu kendine dahi itiraf edemese de, Aden ile çok zaman geçirmeye fırsatı olmamıştı fakat diğerleri gibi Aden’in de kalbinde bir yeri vardı. “Ömer. Ben…” Konuşmanın işe yaramayacağını anladı. Ömer’i kendine çekip sıkıca sarıldığında Ömer Kartar’ın kolları ardında yıkılışını iliklerine kadar hissetmişti.
Doktor saatine baktı. “Ölüm saati. 01.04”
Aden’in üstü örtülürken Rüzgar kabullenmek istemiyordu. “Hayır hayır. Aden çok güçlü ki. Aden ölmez ki. İ- istese de yapamaz.” İnanamıyordu. “Benim kalbim ölmez ki…” Abisine döndü. “Ölmedi değil mi abi? A- Aden çok güçlü. Bırakmaz ki bizi.”
Yusuf’un gözlerinden yaşlar süzülürken onları toparlayabilmek için ayakta durmaya çalışıyordu. Emanetine sahip çıkamamıştı. Nuriye sultanın tek emanetine bile sahip çıkmayı beceremeyen bir adamdı. “Özür dilerim kardeşim.”
Rüzgar başını iki yana salladı. “Hepiniz yalan söylüyorsunuz!” Aden’in odasının kapısına yumruklarını geçirirken kapıda kan lekeleri çıkmıştı. Güvenlik hızlıca Rüzgar’ı geri çekmeye çalışırken Yusuf Aden’in örtülen yüzüne baka kalmıştı. Bu kadar mıydı yani? Bir insanın ölümü bu kadar basit miydi? Anıları atmaya çalıştı. Şimdi sırası değildi.
Bade feryat ederken Aden’in üstünü örttüklerini gördüğünde daha fazla dayanamadı. Bayılırken son söylediği kelime yine kardeşinin adı olmuştu.
Ozan doktor çağırırken yas tutmak, feryat etmek için dahi vakti yoktu. Kardeşi ölmüştü. Sevdiği kız ise bayılmıştı. Hemşireler Bade’yi Ozan’ın kollarından alırken Ozan yerde, yıkılan arkadaşlarına bakıyordu. Nasıl yani? Ölmüş müydü kardeşi? Aden’i? Ölümü düşlerken ölemeyen kardeşi, yaşamak için savaş verirken kayıp mı etmişti? Gözlerinden birkaç damla yaş akarken ellerine baktı. Bu eller kardeşini kurtarmaya yetmemişti. Abi olmayı bile beceremiyordu. Ayağa kalkıp yüzü kapatılan kardeşine baktı. Cama dokundu. “Özür dilerim.” Çenesi titredi. “Özür dilerim kardeşim. Koruyamadım seni.” Başını yasladı. “Affet beni.” Başını cama vurdu. “Seni korumayı bile beceremeyen abini affet.” Başını bir kez daha vururken yüreği yanıyordu. Yangının içinde Ozan, haykırabildiği kadar haykırıyor, dökebileceği tüm yaşları kardeşine adamak istiyordu. “Hiçbir şeyi değiştiremediğim için affet.” Kafasını bir kez daha vurdu. “Senin yerine ölemediğim için affet.”
Hemşire perdeyi kapatırken duydukları çığlık sesi ile Bade’nin yatırıldığı odaya koştular. Bir kişiyi daha kaybedemezlerdi. Çığlığın sahibi Bade’ydi. Hepsi koşarak odaya girdiğinde Bade elindeki not ile kolundaki serumu sökmeye çalışıyordu. Hemşire telaşla ona bakıyordu. “Hanımefendi canınızı acıtacaksınız. Durun lütfen.”
Bade’nin sesi ilk defa bu kadar tehlikeli çıkarken haykırıyordu. “Söyle o Thanatos’a. Kardeşimin intikamını almadan beni öldüremeyecek!” Serumu gösterdi gözleriyle. “Beni zehirlemesine izin vermeyeceğim! Onun kanı avuçlarımdan akmadan durmayacağım!” Ömer öfkeyle kadını kollarından tutup kadına bağırırken Azra Bade’nin kolundaki serumu çıkardı. Siyah akan seruma bakarken ne olduğunu anlayamıyorlardı.
Ömer hemşireye bağırdı. “Söyle! O serumun içinde ne vardı? Söyle!”
Zavallı kadın kuş gibi titriyordu. “Bi-bilmiyorum. Hemşirelerden biri takmam için getirdi. Birkaç vitamin ve sakinleştiricinin karışımı olduğunu söyledi. Be-ben daha yeni ba-başladım.”
Yusuf Ömer’i geri çekerken soğuk kanlılığını korumaya çalışıyordu. O yıkılılarsa onları toplayacak kimse kalmayacak, katilin istediği gibi dört bir yana dağılacaklardı. “Kim olduğunu biliyor musunuz?”
Hemşire başını iki yana sallayıp koşarak odadan çıkarken Bade yere düşürdüğü siyah not kâğıdını uzattı. “Uyandığımda ku-kucağımdaydı.”
Azra notu sesli okumaya başladı.
“Saatin kumlarını kim çaldı?
Kelebeğin tek gününe kim göz dikti?
Oyundan kurtulmak için miydi tüm bu tantana?
Benim oyunum, benim kurallarım.
Benim canıma geldiyse şayet ölüm,
Herkese gelmesini sağlamak görevim.
Saat çalındı.
Sözler tükendi.
Kurtulmak için durdurduğunuz kalp,
Hepinizin eceli oldu.
Hâkim kararını verdi.
Tanıklar ölüme mahkûm edildi.
Artık ne sıra var,
Ne bir umut.
Geriye kalan tek şey karanlık ve hüzün.”
Ömer öfkeyle duvara yumruğunu geçirdiğinde herkes hangi duyguya gireceğini bilmemenin şaşkınlığını yaşıyordu.
Ozan kaşlarını çattı. “Bizden birinin onu öldürdüğünü mü ima ediyor?”
Rüzgar yutkundu. “Aden… O hale nasıl geldi? Thanatos yapmadı mı?”
Yusuf abi fark ettiği şey ile şaşkınlıkla ayrıldı dudakları. “O yapmadı. O yapmış olsaydı bizi tehdit etmezdi.”
Herkes birbirine şüpheyle bakarken Ömer ona mesaj atan katilin numarasını denemek için telefonunu cebinden çıkarttığında bir not da yere düştü. Uzanıp yerdeki siyah notu alırken aklından bin bir soru işareti geçiyordu.
“Damarlarınızdaki şeyin kan olduğunu kim söylemiş?
Korku akarken her zerrenizden?”
Ozan kaşlarını çattı. “Bu manyak bu kadar kısa yazmaz.”
Ömer kâğıdı ters çevirdiğinde kâğıtta “4” yazdığını gördü. “Devamı burada bir yerde olmalı.”
Rüzgar montunun ceplerini kontrol etti. Boştu. Pantolonun sağ cebindeki ufak şişliğe dokunduğunda elini cebine daldırdı. “Bende de var.”
“Her an bir adım önünüzde.
Başınızı kaldırıp bakmaz mısınız?”
Arkasını çevirdi. “3 yazıyor.”
Ozan pantolonun ceplerini kontrol etti. Boştu. Montunun cebine elini daldırdığında siyah ufak kâğıdı buldu.
“Hem sağınızda,
Hem solunuzda.”
Arkasını çevirdi. “2”
Yusuf arka cebinden buldu.
“Hem önünüzde.
Hem arkanızda…”
Arkasını çevirdi. “1”
Azra ceplerini kontrol etti. “Yanıma Ömer’den başka kimse yanaşamadı.” Kısa bir an düşündü. “Bana bırakamadıysa gözümün önünde olan bir şeye bırakmış olmalı.” Odadan koşar adımlarla çıkan Azra dakikalar sonra geri döndü. Tam da tahmin ettiği gibi, Kaskının içine konulmuştu. Sonuçta motoruna dikkat etmese dahi o kaskı takmak zorundaydı. Nefes nefese odaya girip notu okudu.
“Bulabilirsiniz beni.
Okulunuzda, şirketinizde, annenizin yanı başında.
Bulabilirsiniz beni. Daha da geç olmadan.
Her şeyin başladığı dört duvarın arasında.”
Arkasını çevirdi. “5”
Azra cebinden telefonu çıkarıp sayılara göre notu yazdı.
“Hem önünüzde.
Hem arkanızda.
Hem sağınızda,
Hem solunuzda.
Her an bir adım önünüzde.
Başınızı kaldırıp bakmaz mısınız?
Bulabilirsiniz beni.
Okulunuzda, şirketinizde, annenizin yanı başında.
Bulabilirsiniz beni. Daha da geç olmadan.
Her şeyin başladığı dört duvarın arasında.”
Ömer notu birkaç defa okudu. “Eve gitmemizi istiyor.”
Ozan başıyla onayladı. “Hemen istiyor.”
Yusuf kaşlarını çattı. “Neden?”
Azra başının iki yana salladı. “Bilmiyorum.”
Bade çenesini dikleştirdi. “Aden’i burada bırakıp bir yere gitmeyeceğim.”
Azra kolundan nazikçe tuttu. “Notta annelerimizden bahsediyor Bade. Bunu inan ki yapmanı hiç istemiyorum ama açıkça eve gitmezsek onun ailemizin yanına gideceğini söylüyor. Söz. Hemen geri geleceğiz.”
Yusuf başıyla Azra’yı onayladı. “Şu an burada dursak dahi bize onu göstermezler.”
Bade derin bir nefes bıraktı. Kardeşi onu bırakmıştı ama o onu bırakmak istemiyordu işte.
Ömer ve Azra motor ile giderken Yusuf Rüzgar’ın araba kullanamayacağını söyleyip Bade, Ozan ve Mert Rüzgar’ı kendi arabasında eve kadar götürdü. Gecenin bir saati, boş sokakta hızla giderken herkes sessiz çığlıklarını serbest bırakıyordu. İnsanoğlu işte. Hiçbir şeyi duyamadığı gibi bunu da duyamamıştı.
Onlara saatler gibi gelen kısa süreden sonra evlerine vardılar. Ömer ile Azra önden ilerlerken kapının hafif aralık olduğunu gördüler. Yusuf önlerine geçip hepsini korumak islercesine içeri girerken kimsenin olmadığını gördüler. İçeriye bir adım atmışken gördükleri manzara duraksamak zorunda kaldılar. Yerde kanlı ayakkabı izleri vardı. İzleri takip ederek koltuğa ulaştılar. Kapağı hafif aralık siyah kutuyu bulduklarında Rüzgar hiç düşünmeden kapağını ittirdi. Kanlar içerisindeki atlıkarınca tüylerini diken diken ederken amacını anlayamıyorlardı. Azra’nın telefonu çaldığında Azra daha açamadan telefon kapandı. Ard arda gelen birkaç mesaj bildirimi ile hepimizin gözleri Azra’yı buldu. Azra kısa bir süre telefonunun ekranına baktıktan sonra kocaman açılmış yeşil gözleri ile bize baktı. Elleri titrerken ayakta durabilmek için Ömer’den destek aldı.
“Deniz.”
Hepsinin kalbi korkuyla hızlandı. Kısa süredir hayatlarında olan Deniz kalplerinde boyundan büyük yerler kaplamıştı. Ömer’in kalbi tekledi. “Ne olmuş ona?”
Azra başını çevirip yakınındaki Ömer’i gözlerine baktı. “Benim yaptırdığım test sahteymiş.” Elleri titriyordu. “Deniz benim kardeşimmiş.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |