
27. BÖLÜM: Keşkelerin Mahkûmları.
Herkes içinde yapamadıklarının keşkelerini taşırdı ve o keşkeler onları mahkûmlaştıran zincirlere dönüşürdü.
Yusuf’un kaşları çatıldı. “Ne?”
Ozan inanamayarak baktı. “Sen test yaptırmamış mıydın?”
Azra başıyla onayladı. “Yaptırmıştım. Sahte olduğunun video kaydı ile atmış. Değiştirme anını. İnanamıyorum.”
Ömer’in kaşları çatıldı. “Bu haberi vermek için mi bizi buraya kadar getirdi?”
“Ya da zaman kazanmaya çalıştı.” Rüzgar’ın gözleri korkuyla irileşti. “Aden’i yalnız bırakmamızı istedi.”
“Siktir.” Azra koşarak evden çıkıp motora atladığında kalanlar da hızlıca arabaya doluşmaya çalışıyorlardı. Azra hiç birini beklemeden motoru ile son sürat giderken diğer arkadaşı da peşinden ilerliyordu. Neydi katilin amacı? Neden yalnız kalmak istemişti ölü sevdiğiyle?
Apar topar hastaneye vardıklarında Aden’in Doktorunu aramaya koyuldular. Onu bulamasalar da hemşiresini bulabilmişlerdi.
“6 numaralı odada-” Yusuf yutkunamadı. Öldüğünü söyleyemiyordu. “Yatan kızın… Doktoru kim?”
Hemşire uzaktan gördüğü odaya ufak bir bakış attı. “Bahtiyar hocanın hastasıydı. Ne için soruyorsunuz?”
“Bahtiyar beyin soyadı ne?” Dedi Azra temkinli yaklaşarak.
“Bahtiyar Karabacak. Neden soruyorsunuz?”
“Arkadaşımızın odasına giren oldu mu?” Korkak çıkan sesin sahibi Bade’ydi.
“Hayır. Bahtiyar hoca birkaç işi olduğu için buraya gelmişti. Normalde nöbetçi değildi yani. O sırada acil bir Doktora ihtiyaç vardı ve en yakındaki Doktor oydu. Sizden sonra çıktı.”
Rüzgar kaşlarını çattı. “Sen bizim ne zaman çıktığımızı mı gözlüyorsun?”
Hemşire yutkundu. “Hayır. Çıkarken fark ettiniz mi bilmiyorum ama fazla gürültü yapıyordunuz. Dikkat çekmemeniz içten bile değil.”
“Arkadaşımız… Şu an nerede?”
“Morga alındı. Otopsi için babasından izin bekleniyor fakat ulaşılamıyor.”
Bade kaşlarını çattı. “A- arkadaşımın.” Yutkunamadı. “İçini mi açacaklar?”
Hemşire başını eğdi. “Ne olması gerekiyorsa onu yapıyoruz. Üzgünüm.”
Hemşire hızlıca yanlarından ayrıldığında ayakta öylece kala kalmışlardı. Ne olacaktı şimdi? Ali abileri bu haberi nasıl karşılayabilecekti? Nasıl kaldıracaktı kızının ölüm haberini? Tamamen yalnız kaldığının haberi ona nasıl ulaşacaktı?
Hastanenin kapısından sert adımlarla bir adam girince gözleri o tarafa döndü. Öfkeden boynundaki damarı kabarmış adamın gözleri hesap sorabileceği o grubu arıyordu. “Yusuf! Neredesiniz!?” Sesi adeta gök gürültüsünü anımsatıyordu. Ayaz. Bir korumadan daha fazlasıydı.
Attığı her adım depremi yaşatırken öfkeyle kararan gözleri Yusuf’u buldu. Birkaç adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp onu yakasından tuttuğu gibi sertçe duvara yapıştırdı. “Sana ters giden bir şeyler olduğunu öğrenirsen bana söyle demiştim!” Etrafındakiler onu engellemeye çalışırken Ayaz bir santim dahi oynamıyordu. Yakasından çekip tekrar duvara vurdu. “Sende söyleyeceğine dair bana söz vermiştin!” Rüzgar kolunu sertçe çekemeye çalışıyordu fakat Ayaz’ın sakinliğini bozup içindeki canavarı özgür bıraktığı nadir anlardan biriydi. Dizginlemeye ise hiç niyeti yoktu. Bu gün onun günüydü. Kafasını bir kere daha duvara vururken Yusuf karşı dahi çıkmıyordu. Karşısındaki öfkeden gözü dönen adam haklıydı, biliyordu. “Kalbi atmayan o kız senin eserin! Eserinle gurur duy! İstediğine ulaştın mı?!”
Rüzgar yumruğunu sertçe Ayaz’ın yüzüne geçirdiğinde dikkatini çekebilmişti. “Abimi suçlamayı kes! Ona söylememesini biz söyledik!”
“İyi bok yediniz aptallar!”
“Bu seni ne kadar ilgilendirir ya?” Diyen Rüzgar bir yumruk daha geçirdi Ayaz’ın suratına.
Kafasını sola dönen Ayaz daha da hırçınlaşan siniri ile Rüzgar’ı yakasından tutup kaldırdı. Kendi suratına yaklaştırdı. “Senden daha çok ilgilendiriyordu velet.” Rüzgar’ı sertçe bıraktığında yere düşmesine neden olmuştu. Bade ile Ozan Ayaz’ın önünde dururken Yusuf kardeşini tutmaya çalışıyordu. “Tamam kardeşim. Sakin ol. Herkes üzgün.”
Bade ve Ozan, Ayaz’ı nasıl durduracaklarını bilmedikleri için bir an birbirlerine baktılar. “Bak herkes üzgün. Daha fazla gelme üstlerine.” Diyerek ilk cümleyi kuran bade oldu.
Ozan ise devamını getirdi. “Yusuf abi suçlu değil. O defalarca gitmek istedi ama biz izin vermedik.”
Ayaz öfkeyle saçına ellerini geçirdi. “Siz neden söylemediniz oğlum? Sizi korumak için orda olduğumu bile bile neden sakladınız benden!?”
Bade yutkundu. Korkuyordu Ayaz’dan ama bunu elinden geldiğince gizlemeye çalışıyordu. “Güvenemedik abi. Aden başta karşı çıkmıştı zaten. Gidemezdik.”
Ayaz’ın omuzları düşerken kendini koltuğa bıraktı. Aden ölmüştü. Sadece bir gece ondan uzak durmuş ve tetikte beklememişti ve korunmaya muhtaç o inatçı kızı kaybetmişti.
Yanına Bade oturunca göz ucu ile ona bakıp dirseklerini bacaklarına yaslayıp ellerini önünce birleştirdi. Şimdi kaybetmiş bir savaşçıydı. Prensesin kulesinin dışında yaşayabileceğini sanmıştı. Eğer onu kendinden bile korursa hayata bağlayabilir sanmıştı. Savaşçı, en çokta kendisiyle çelişmişti. Nedenini kendi içinde bile söylememeye inat etmiş savaşçı, bu gün kayıpların en acısını yaşıyordu. Görevini yerine getirememişti. Kusurluydu.
“Ne olacak şimdi ona?”
Bade kısa bir an düşünüp bilmediğini göstermek için omuz silkti. “Ali abiye ulaşamıyorlarmış.”
Derin bir nefes verdi. “Halletmeye çalışacağım. Teyzesinden izin almalarını sağlamaya çalışacağım. Otopsi yapılacak.”
Yusuf emin olamasa da konuştu. “Sen yorulma istersen. Ben ha-“
Ters bir bakış attı. “Öncekini de hallettiğin gibi mi? Karışma bu işe.” Yumruklarını sıktı. “Hemen yapılacak ve sorumlusunun kim olduğunu öğreneceğim. Bir gece de nasıl bu hale geldiğini bulacak, ve cezasını kendi ellerimle vereceğim.” Ayağa kalktı. “Her şeyi en kısa süre de halledeceğim.”
Öyle de yapmıştı. Ayaz tüm gece uyumamış, elinin uzandığı her yere ulaşmıştı. Elinin uzayamadığı yerlere ulaşmasını sağlamıştı. Nöbetçi mahkemenin gecenin ilerleye saatlerinde verdiği karar ile teyzesinden izin alınabilecekti. Ardından teyzesi aranmıştı. Yeğeninin ölümüne en az annesininki kadar üzülen teyzesi Ayaz’ın ona ayarladığı uçak ile sabahın ilk ışıkları etrafı aydınlatmadan gelmiş ve atması gereken bütün imzaları atmıştı. Bade, Ozan, Ömer, Azra ve Yusuf uzun saatler boyunca evde anılarını paylaşarak dostlarının yasını tutmuş, geç saatlerde dağılıp yastıklarına gözyaşlarını akıtarak, katilin yaptığını düşünüp intikam yeminleri ederek uykuya dalmışlardı.
Ancak Ayaz ne onlar gibi ağlamış, ne de yeminler etmişti. Beynini meşgul etmeye çalışıyor ve yeminler etmek yerine o yeminleri yaşatmayı tercih ediyordu.
Sabah ulaşması gereken herkese ulaşıp otopsiyi yaptırmıştı. Ali Bey’e kendisi de ulaşamıyordu. Neler döndüğünü anlayacaktı fakat şimdi una vakti yoktu. Tek umudu kızının cenazesine yetişebilmesiydi.
Otopsi sonuçları akşamına tamamlanmış bir şekilde eline ulaşmıştı. Koruyamadığı ufak kızın kan kanseri olduğunu da yeni öğrenmişti fakat gözüne batan en önemli şey ise Aden’in zehirlenmiş olmasıydı. Bedeni metrelerce yerde sürüklenmiş, ağzından ve burnundan fazlasıyla kan kusmuştu.
Onu zehirleyeni bulacaktı. Kim bunu neden yapardı ki? Liseye giden bir kızdan kim, ne isteyebilirdi?
Sonraki gün, cenaze öğlen namazından sonra defnedilecekti. Ayaz her şeyi ayarlamıştı. En azından bu kadarını yapabilmişti.
“Allah-u Ekber!”
Cenaze namazı başladığında Bade feryat ederek ağlıyor, bir türlü kendine gelemiyordu. Nasıl gelebilirdi ki? Arkadaşının katili olmuştu. Keşke Aden’i hiç zehirlemeseydi. Keşke onu hiç dinlemeseydi. Acımasız zihni, Bade’ye Aden’in yaşayabileceği interaktif olasılıkları sunarken hiç biri o an aklına gelemediği için en çok da kendine kızıyordu. “Hani gitmeyecektin Aden’im? Hani savaşacaktın? Bana söz vermiştin… Her şeyi yoluna sokacakken neden pes ettin canımın içi…”
Bir kolunda başındaki siyah başörtüsü iki de bir kayan Azra, diğer yanında annesi onu ayakta tutmaya çalışıyordu. Rüveyda Hanım bir köşede sessizce ağlarken bu zamana kadar Aden’e yaptığı haksızlıklar için sessizce özür diliyordu. Havva teyze ağıt yakarken erkekler cenaze namazlarını kılıyorlardı. En ön safta Ömer, Ozan, Yusuf, Ayaz, Rüzgar ve Şevket amca varken arka sıralarda Aden’i, ailesini tanıyan herkes gelmişti. Ayaz Ali Bey’e hala ulaşamadığı için herkese duyurmak ona kalmıştı. Kızının cenazesine bile gelememişti. Aden’in kimsesizler gibi yapayalnız gömülmesine izin vermemişti. Herkes bu felaketi duymalı ve onun için yas tutmalıydı.
“Hakkınızı helal ediyor musunuz?”
“Helal olsun!”
Bade’nin haykırışları artarken kızıl saçlı kız kendinden tiksiniyordu. “Özür dilerim kardeşim. Sen cenazelerde ağlarken sessiz kalınmasını öğrenmiştin, onu söylerdin…” Hıçkırdı. “Kendi Anneannenin cenazesinde bile haykırarak ağlamamaya çalışmıştın… Ben senin kadar güçlü değilim… Keşke olsaydım ama affet beni ne olur. Ne olur affet beni senin kadar güçlü olamadım.”
“Helal ediyor musunuz?”
“Helal olsun!”
Ozan çocuklar gibi ağlamamak için tüm gücünü kullanıyor, sessizce gözyaşı döküyordu. Oysa en çok onun hakkıydı. Çocukluğunu kaybetmişti. Çocukluğu onun için endişelenmeye başlayarak, gençliği ise onu güvende tutmaya çalışarak geçiyordu fakat o bu durumdan memnundu ki. Bin hayatı olsun, bininde de Aden’in abisi olmayı isterdi. Şimdi. Burada sadece bir cenaze yoktu ki. Orada koca bir geçmiş yatıyordu. Orda bir grup gencin çocukluğu yatıyordu. Kahkahaları, gözyaşları, anıları yatıyordu. Bu kadar erken yaşta gitmişti kardeşi ondan. Neden koruyamamıştı? Katili o gece karanlıkta gördüğünde öldürseydi belki kendisi hapiste olurdu fakat en azından onu her görüş gününde gelecek bir kardeşi olduğunu bilirdi.
“Helal ediyor musunuz?”
“Helal olsun!”
Mert Rüzgar konuşmakta güçlük çekiyordu. Hayatının aşkını bir kere daha kurtaramamıştı. Oysa bir kere yapmıştı. Bir kere daha yapabilirdi. Abisinin oyununu çözmeye çalışırken evde sakince beklediğini sanan sevgilisinin hastaneye götürüldüğü haberini Bade’den almayı elbette beklemiyordu. Evet. Bade telefonu hiç kapatmamış, dakikalarca Aden’in adını haykırmıştı. Ambulansı o çağırmamıştı ama ambulans gelmişti. Telefonu hastane görevlilerinden biri alınca ona adresi söylemişti. Mert Rüzgar birkaç dakika dahi öncesinde bilseydi ona yetişirdi. Bir kere kurtardığı Küçük Kelebeğini gerekirse Thanatos ile iş birliği yapar ama yine de kurtarırdı. Onu bu kadar geç bulup erken kaybetmeyi yediremiyordu kendine. Hala sorularına cevap alamamıştı. Küçük kelebeği neden çıkmıştı evden? Neden bize haber vermemişti? Ayaz’ın getirdiği otopsi raporlarına göre, kim zehirlemişti onu? Thanatos denen manyak o sırada onlarla ilgilenmiyor muydu? Bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. En çok da, kalbindeki bu acıyı nasıl dindireceğini hiç bilmiyordu.
Cenazeyi omuzlarına aldıklarında her yerde esip gürleyen, okulun serseri çocuğu tabutu taşımakta zorlanıyordu. Tabutları taşımak, en çok da içinde sevdiklerimiz varken zorlaşıyordu. Ömer ufak adımlarla, en önde taşıyordu tabutu. Neredeydi o güçlü Ömer? Neredeydi kardeşini her şeyden koruyan Ömer? Koruyamamıştı işte. Küçükken koruyabildiği gibi koruyamamıştı. Ömer Kartar kardeşini ikinci kez kaybetmişti. Ama ağlamıyordu. Kardeşi en çok sırtını yaslandığı dağ olarak gördüğü o koskoca dağ ağladığında üzülür, umutsuzluğa kapılırdı. Ömer ayaktaysa, dik duruyorsa her şeyin bir çözümü olabilirdi fakat döktüğü tek damla gözyaşı kardeşinin pes etmesine neden olurdu. Onun keşkeleri geçmişi içindi. Keşke onu dinleseydi. Keşke kardeşlerinden, ailesinden hiç ayrı kalmasaydı. Bu olayı ilk öğrendiği anda polise haber vermeliydi. Belki tüm suçlu üstlenseydi kardeşinin korkması gereken bir şey olmayacaktı. Keşke keşke keşke. Hiç bitmiyordu. Herkes içinde yapamadıklarının keşkelerini taşırdı ve o keşkeler onları mahkûmlaştıran zincirlere dönüşürdü. Onlar artık ebedi pişmanlığa mahkûm edilmişti.
Yusuf toprağı kazarken her şeyin sorumlusu olduğunu bilmekten nefret ediyordu. Her şeyi unutabilirdi. Her türlü ilacı kullanabilir, adını bile batırtmazdı kendine. Fakat yüreğindeki bu acıyı her an hissedeceğini biliyordu. Beyni unutsa bile kalbi acının sızısını ömür boyu taşımaya devam edecekti. O gün onlara haber vermeseydi, Azra kadar cesur olup tek başına halletmeyi deneseydi belki Aden hiç zarar görmeyecekti. Ayaz onu defalarca uyardığında ona emanet edilen, kardeşi gibi gördüğü Aden’i dinlemek yerine en azından Ayaz’a söyleseydi… O belki korumanın bir yolunu bulabilirdi…
Mezarın üstüne çiçekler ekilirken Şevket amca, kızı olarak gördüğü, son günlerde yanına uğramıyor diye üzüldüğü kızının ölüm haberi ile sarsılmıştı. Şakayla cenazesinde Aden’in üzülmemesini tembihlerken kızının ölüm haberini elbette beklemiyordu. Yaşlı gözlerinden birkaç damla yaş aktı. “Ama sen üzülme demedin be kızım.” Toprağında elini gezdirdi. “Hep pantolon giyme, arada renkli şeyler giy derken bundan bahsetmiyordum be kızım…”
Saatler geçmiş, yağmur başlamıştı ama pişmanlıklar derneğinin şanlı üyeleri gitmemiş, keşkelerinin oluşturduğu şaheserlerinin başından ayrılamamışlardı.
Yusuf abi ağlamaktan kıpkırmızı olan mavi gözlerini önemsemeden üstü başı çamur olan Bade’ye baktı. “Eve gidelim. Aden bu halde sizi gördükçe daha fazla üzülüyordur.”
Ayaz başıyla onu onayladı. “Evet. Hasta olacaksınız. Sağlıklı kalmalısınız.” Gözlerinden kararlı bir bakış geçti. “İhtiyacımız olacak.”
Hepsi evlerine giderken bitkin bir haldeydiler. Hala inanamıyorlardı. Sanki bir yerden her an Aden çıkacaktı. Her an bir yerlerden çıkıp onlarla kitapçıya gelmelerini isteyecek, aniden tatlı krizleri geçirip yedikten sonra pişman olacak gibiydi. Ayaz Demir mezarlığında bir süre daha durmuş ve yapacaklarını bir sıraya sokmuştu. “Merak etme Aden. Kanını yerde bırakmayacağım. Bunu yapan her kim ise bulup cezasını kendi ellerimle keseceğim.” Gözleri Aden’in hemen yanı başındaki Anneannesinin mezarına, Aden’in diğer yanındaki annesinin mezarına kaydı. “Hadi yine iyisin inatçı kız. Sevdiklerin yanında.” Yutkundu. “Pes ederken buradaki sevdiklerine ne olacağını hiç düşünmedin mi? Anneni o kadar çok mu özledin ki pes ettin? Ben seni tanıyorum.” Gülmeye çalıştı fakat beceremedi. “Sen tanımadığımı sanıyorsun ama tanıyorum. Sen pes etmeden gitmezsin buralardan. Bırakmazsın bir kere. Ne oldu da pes ettin?” Ayaz mezarlıktaki topraklarda elini gezdirdi. “Görüşürüz yenilgim.”
Ozan kapıyı açtığında hiç beklemedikleri bir görüntü ile karşılaşmışlardı. Duvarların tamamı siyah kelebeklerle kaplıydı. Tavandan siyah kurdelelerle siyah kelebekler sarkıyor, tavandan siyah boyalar yere damlıyordu. Katil, kendince yas tutuyordu. Evin ortasında sadece bir tane beyaz kelebek vardı. Rüzgar uzanıp Beyaz kelebeği çıkartıp içini açtığında ilk defa beyaz bir not ile karşılaştılar.
“Zamanı geriye saramazsın.
Ölüleri geri getiremezsin.
Geriye kalan acımızdır.
Durmaz. Devam eder akmaya.
Yarım bırakılan şeyler en can sıkıcı olanıdır.
Bu canımı fazla sıktınız.
Kaybetmemek için kaybettiğiniz kardeşiniz,
Yatarken kara toprakta,
Rahatlayacağınızı mı sandınız?
Zaman sarmaz geriye,
Rotası hep ileriye.
Ölüler geri gelir mi?
Aksine,
Eklenir devamlı yenilerine.
Favori oyuncu olsun, olmasın.
Oyun devam etmekte.
Ah, bakın şu saate.
Çok geciktiniz bile.”
Ömer saçlarını karıştırdı. “Ne demek istiyor şimdi?”
Başını iki yana salladı Yusuf. “Bilmiyorum.”
“Oyunun devam edeceğini söylüyor.” Diye ekledi Bade.
Kapının zili çaldığında hepsi birbirlerine baktı. Rüzgar’ın gözleri şüpheyle kısıldı. “Birini mi bekliyordunuz?”
Herkes başını iki yana sallarken Azra kapıyı açtı. Kimse yoktu ama bir şey vardı. Kırmızı elmalarla dolu bir sepet yerde duruyordu. Uzanıp yerden sepeti aldı ve arkadaşlarına döndü. “Katil buralarda olmalı.”
Ozan, Ömer, Rüzgar ve Yusuf hızlıca dışarı çıkıp sepeti bırakanı ararken Bade ve Azra ise sepeti kurcalıyorlardı. Neyse ki çok aramalarına gerek kalmamıştı. En üstteki elmanın altında siyah kağıdı bulmaları zor olmamıştı.
“Yeşil elmalar tükendi.
Tıpkı umutlar gibi.
Ara ki bulasın,
Bu ki arayasın.
Beyaz atlar kurtarıcı meleğinizi değil getirmekte.
Aksine, sırtında ölümün en somut haliyle.
Masallarda mı sandınız kendinizi?
Etrafınızda sahipli atlar,
Şarkınızı söylemekte.
Şarkı biterse oyun biter.
Ne kazanan kalır geriye,
Ne de yaşayan.”
Ozan nefes nefese eve girdi. “Kimse yok. Nasıl bu kadar hızlı gitti bilmiyorum ama kimse yok.”
Bade elindeki kâğıdı salladı. “Ama bizde bir şey var.” Hepsi tekrar eve girip notu kurcalamaya başladılar.
“Sanırım bizi bir yere götürmeye çalışıyor.”
Rüzgar saçlarını karıştırdı. “Aden’i kaybetmemizle daha da hırçınlaştı. Eskiden birkaç günde bir geliyordu notlar. Fakat şimdi başımızı nereye çevirsek notlarla karşılaşıyoruz.”
Azra kaşlarını çattı. “Thanatos, Aden’i bizim öldürdüğümüzü iddia ediyor. Bizde onun… Önemli soru, Aden’i kim zehirledi?”
Bade bunu itiraf etmeye hazır hissetmediği için konuyu değiştirmeye çalıştı. “Önceliğimiz şu notta bahsettikleri yeri bulmak olsa nasıl olur?”
Yusuf başıyla onayladı. “Bade haklı. Ne derdi var anlayalım bakalım.”
Ozan notu sesli birkaç defa okudu. Ömer ise omuz silkti. “Burada anlaşılmayacak bir şey yok. Sürekli atlardan bahsediyor. Bir kere bile at binmeye gitmediğimize göre beraber gittiğimiz ve atlarla ilgili tek bir yer olmalı.”
Azra rahatsızca kıpırdandı. “Deniz’i götürdüğümüz atlıkarınca. İki gündür yanına gitmeye çalışıyorum fakat yine bir ailenin evlatlık çocukları olabilmek için onlarda kalıyormuş. Ablası olduğumu söyledim ama onların bir test yaptırması gerekiyor. Yarın gelecek Deniz. Test yaptıracağız ve onu alacağım. Nasıl bu ortamdan koruyacağım onu?”
Bade hissettiği korku ile ellerini Azra’nın omuzlarına koydu. “Deniz’i aldığında sakın burada kalma. Sakın. Al git onu. Çok uzaklara git. Ülkeyi terk et. En azından orada bir şansınız olur.”
Azra böyle bir teklif beklemiyordu. Başını iki yana salladı. “Sizi bu halde bırakamam.”
Ozan yutkundu. “Bizim ne olacağımız belli değil. Ama en azından Deniz ve senin güzel bir geleceğin olabilir.”
Azra kabullenmek istemiyordu. Kendine Thanatos adını veren bir caniye karşı kaybetmişti ve alması gereken bir intikam vardı. Öbür yanda ise yıllardır aradığı kardeşi ile her şeyi silip yeni bir gelecek kurabilme ihtimali vardı. Azra, intikamını bastırıp her şeyi silebilecek miydi? Arkadaşlarını bu halde bırakıp gidebilecek miydi? Ailesini, arkadaşlarını terk etmekten hiçbir zaman çekinmeyen bu kız, onlardan ayrılma düşüncesi neden canını yakıyordu? Gözleri Ömer’i buldu. Buradan gitmek istemiyordu. Başını iki yana salladı. “Şu durumdan bir kurtulalım. Bunu detaylıca konuşuruz.”
“O zaman… Evet. Yani şimdi, atlıkarıncaya gidiyoruz.”
Herkes Ömer’i dinleyip arabaya giderken Ömer Azra ile gideceğini söyleyip arabaya binmemişti.
Azra gülümsemeye çalıştı. Kardeşini kaybetmiş bu adamı günlerdir bir kere bile gülerken görmemişti. “Sende iyice alıştın benim motora binmeye.”
“Rahatsız mı oldunuz?”
“Haşa.”
Motora binmek yerine Azra evin yan tarafına doğru gittiğinde Ömer arkasından baka kalmıştı. “Hey. Nereye?”
“Egoist olduğun kadar sabırsızında. Bekle.”
“Ben sabırlıyımdır.”
“Hm hm. Aynen canım.”
Geri geldiğinde Azra’nın elindeki ittirerek getirdiği şeye inanamadı. “Bu da ne?”
Azra elinde siyah, koyu yeşil çizgilerle süslenen bir motosiklet getirmişti. “Ciddi olamazsın. Kendine 2024 Kawasaki Ninja H2R almış olamazsın.”
“Kendime almadım.” Gözleri Ömer’i buldu. “Sana aldım.”
Ömer’in hayretle kaşları çatıldı. “Ne!?” Başını iki yana salladı. “Şaka yapıyor olmalısın.”
“Motorlara ilgini fark ettim. Neden almadın bilmiyorum ama ilki benden olsun istedim. Erken doğum günü hediyesi.”
Ömer inanamayarak bakıyordu Azra’ya. “Ben. Ben bunu kabul edemem. Bu çok yüksek bir hediye.”
Motoru yere sabitleyip Ömer’e doğru elindeki anahtarı fırlattı. Anahtarına mor, motor desenli bir anahtarlık takılmıştı. Üstüne üstlük motorun üstünde Azra’nın kaskının aynısında bir kask ve kaskın camı kaldırmış, sert yeşil gözleri gözüken bir kız vardı. Ömer anahtarlığa bakıp kahkaha attı. “Kendini anahtarlık yaptırmış olamazsın!”
Azra gülümsedi. “Hep sen mi egoist olacaksın?”
“ama gerçekten bu hediyeyi kabul edemem Azra.”
Ofladı. “Merak etme şirketin parasıyla aldım çoğunu. Yani senin paranla.” Tatlı tatlı gülümsedi. “Sana hediyem anahtarlık. Rica ederim.” Aksine, motorun çoğunu kendi karşılamıştı. Annesinin kartını kullanmıştı fakat annesinin fark edeceğini dahi sanmıyordu.
NE diyeceğini bilemeyen Ömer yaklaşıp Azra’ya sıkıca sarıldı. Kollarının arasında küçücük kalan kızın dudaklarında gerçek bir gülümsemeyle sarılışına karşılık verdi. Tek amacı Ömer’i biraz gülümsetebilmekti ve amacına fazlasıyla ulaşmıştı. Derin bir nefes aldı ve geri çekildi. “Hadi, yarışalım. İlk önce lunaparka varan kazanır.”
“Daha bir kere bile sürmedim. Haksızlık.”
“Benden daha yüksek bir motorunun olması cezan olsun. Anahtarını cebinden çıkarttığında Ömer gözlerine inanamadı. “Sen beni motorla fotoşopladın mı?”
Anahtarlığını salladı. “E herhalde.” Ömer motorun koluna takılan siyah, yeşil üst desenli kaskını eline aldı. Kaskın üstüne iki tane ufak şeytan boynuzu vardı. “Buradan bir şey mi anlamalıyım?”
Azra dudak büzüp omuz silkti ve kaskını kafasına geçirdi. Motorunu çalıştırdığı sırada Ömer de Çalıştırmış ve yavaşça bir iki deneme yapmıştı. Azra gazı kökleyip yanından geçtiğinde Ömer hızlıca alıştığı motoru ile ona yetişmeye çalışıyordu.
Yanına vardığında Azra camını kaldırıp kahkaha attı. “Hızlı öğreniyorsun egoist.”
“Kimin daha hızlı olduğunu göreceğiz sonuncu.”
Ömer gazı köklediğinde Azra kahkahaları arasında ona yetişmeye çalışıyordu. “Kendi motorumdan yüksek bir model almamalıydım!” Kendi motorunu okşadı. “Biz eksik değiliz kızım. Onlar fazla yeni.”
Arabaların arasından geçerek Ömer ile lunapark alanına varmışlardı. Ömer bu motorda yeni olup motor büyük olduğu için arabaların arasından geçerken zorlanıyordu fakat Azra motoruyla bir bütün olmuş, kolaylıkla aralardan sıyrılıyordu.
Motorundan inerken Ömer yanına varmıştı. Onu gördüğü anda kolunu motoruna yaslayıp gülümsedi. “Sonunda gelebildin Egoist. Seni beklemekten ağaç oldum.”
Ömer göz kırptı. “Meyve ver de yiyelim.”
Azra omuzundan ittirdi. “Düş önüme.”
Ömer önünde reverans yapıp lunaparkın aralı kapısını gösterdi. “Önden hanımlar.”
Azra olmayan eteklerinden kaldırıp Ömer’e reverans yaparak içeri girdi. Biraz önlerinde yürüdüklerini gördüğü arkadaş grubunun peşinden ilerlediler. Yusuf yolda lunapark sahiplerine kadar ulaşıp kapıyı açtırmıştı.
Azra ve Ömer dikkatlerini Yusuf’a verdiklerinde aslında ne kadar tedirgin olduğunu gördüler. Belki bencilceydi fakat ya bu duruma alışmaya başladıkları için, ya da oyun sırası onlarda olmadığı için biraz da olsa kafa dağıtmayı deniyorlardı.
Atlıkarıncanın önüne geldiklerinde Azra’nın dudaklarında ufak bir gülümseme hayat buldu. Kardeşi olduğundan emin olduktan sonra Deniz’i hiç görmeye fırsatı olmasa da kardeşinin hala hayatta, hatta çok yakınında olduğunu bilmek onu rahatlatıyordu. Bulmuştu işte. Katil sonuçları değiştirmeseydi o zaten kardeşini çoktan bulmuş olacaktı. Biliyordu. İlk gördüğü andan itibaren hissediyordu. Her şeyi bilmiş tavırları, cesurca durmaya çalışan fakat o güzel gözlerinin ardında korkak, yalnız bir ufaklığı taşıyan o kız Azra’ya bir yerlerden, yıllar öncesindeki aynadaki yansımasından tanıdık geliyordu.
Yusuf karşısındaki ışıkları yanan atlıkarıncaya baktı. Her aletin ışığı kapalıydı fakat atlıkarıncanın ışıkları yanıyordu. Yusuf altı karıncanın üstüne çıktığı anda atlıkarınca çalışmaya başladı. Yusuf korkuyla etrafına bakarken arkadaşları onu yalnız bırakmamak ve her şeye hazırlıklı olmak için atlıkarıncanın üzerine atladılar.
“Amacın ne senin ruh hastası!?”
Tıpkı yaşadıkları bu an gibi, arkada çalan şarkı da normal değildi. Normal eğlence yeri fon müziklerine benziyordu fakat ön fonun arkasına, cızırtılı sesler eklenmişti. Hepsi etrafı kontrol ederken ne aradıklarını dahi bilmiyorlardı. Uzun arayışların sonunda Ozan oflayarak kafasını geriye doğru attı. Kardeşinin yasını bile adam akıllı tutamamıştı. Thanatos’a belki iki gün yeterdi fakat hayatı onunla geçen Ozan’a yetmiyordu. Acısını unutabilmek için bir ömre ihtiyacı vardı. Gördüğü tek şey normal bir atlıkarınca kapağı değildi. Siyah kelebek desenli bir kâğıt da oradaydı. “O ne öyle?”
Rüzgar, Ozan’ın gözlerini takip ederek siyah kelebeği gördüğünde derin bir nefes verdi. Sonunda bulmuşlardı. Ozan Bade’yi omuzlarına alıp yukarı uzanmasını sağlarken diğerleri de Bade’nin düşme ihtimaline karşı etrafta kalkan görevi görüyordu. Bade uzanıp kâğıdı aldığında Ozan onu yavaşça tekrar aşağıya indirdi. Elindeki kâğıdı Yusuf’a uzatan Bade diğer herkes gibi nefesini tutmuş, yeni notun ne olduğunu merakla bekliyordu.
Yusuf Kelebek figürünün bozup açarak notu okumaya başladı. Başına neyin geleceğini diğer herkes gibi merak ediyordu.
“Sürücüler indi atlarından.
İntihar eden atların külleri,
Deniz’in üstüne saçıldı uçurumdan.
Kurtulabileceğinize mi inanıyorsunuz hala?
Bir hakikat verirse Thanatos,
Bin hakikat geri ister.
Ama kum saati akmakta.
O da ne?
Kumlar sıvıya mı dönüşmüş?
Ne demeliyiz o zaman?
Kardeşinizin kan saati akmakta.
Kan durursa,
Hayat durur.
Hala mı anlayamadınız?
Göremediniz bile mi?
Gülümseyen sürücüler,
Gülümsemeyecek ölümlüler.”
“Ne diyor bu yine ya?” Söylenerek Azra yüzünü buruştururken Bade ona katıldı.
“Direk ne yapacağımızı söylesen ölürsün çünkü!”
Ömer alınmış gibi baktı. “A lütfen. Öyle tadı çıkıyor. Sende hiç insanlıktan anlamıyorsun. Thanatos beyi şurda iki gıdım zevki var. Birde söyleniyorsun.”
Ozan gülerek baktı onlara. “Sanırım psikoloğumuz iyi değil.”
Yusuf endişeyle baktı kardeşi gibi gördüğü çocuklara. “Psikolojiniz bitmiş sizin.”
“Gençler de bitmiş mi ihtiyar?” Diyerek takıldı Ömer.
Yusuf gülerek başını iki yana salladı. “Hepinize en iyi psikologları bulmak zamanımı alacak.”
Bade dolan gözlerine rağmen gülümsemeye çalıştı. “Aden’e de al. Mezarda bizi meraktan ters dönmüştür.”
Ozan hemen elini iki yana salladı. “Aman aman. O psikolog konuşur orda, Aden yattığı yerden ona cevap yetiştiremiyor diye hortlar gelir.”
Rüzgar iç çekti. “Horlamasına da razıyım. Keşke gelse.”
Ömer elini Rüzgar’ın omuzuna koydu. “Bana bak. Sen bize Aden’imizin emanetisin. Senin namusun, bizim namusumuz.”
Ozan elini Rüzgar’a doğrultup ampul takar gibi tutarak birkaç defa döndürürken göz kırptı. “Böyle yan gözle bakan olursa haber et kardeşim.”
Rüzgar Ömer’in elinden kurtardı bunları. “Psikolog bulma abi. Bunlar onu da bozar. Ozan’ın niyeti o zaten. Asla kendi psikolojisinin bozuk olduğuna inanmıyor, kesin psikoloğu bozulmuştur.”
Yusuf’un telefonuna gelen bildirim yankı yaparken hepsi olayın ciddiyetine geri dönerek telefon ekranına bakmaya başladılar. “Ömer, bu sana mesaj atan numara mı kardeşim?”
Ömer numara kısa bir göz gezdirdi. “Evet abi.”
Bade göremeyerek seslendi. “Ne yazmış?”
Yusuf ofladı. “Bir şey yazmaktan çok, atmış. Konum atmış.”
Ozan tereddütle baktı. “Gitmesek ne olur?”
Rüzgar inanamayarak baktı. “Hiç canım. Ne olacak? Gelmedik diye hepimizin bacaklarını keser ve gelmememize kendince güzel bir bahane bulur. Ne olacak?”
Ozan ofladı. “Hadi bitirelim artık şu işi.”
Sessizce arabaya doğru ilerlediklerinde Ozan’ın gözleri Ömer’in motoruna kaydı. “Bizden başka kim var bu arada?”
Ömer göğsünü kabarttı. “Benim.”
Azra hariç hepsi şaşkınlıkla ona dönerken bu halleri Ömer’i daha da keyiflendiriyordu. “Ne?”
“Evet.” Ömer Azra’yı omuzundan çekip kolunun altına aldığında Azra’nın gülümsemesi, yerini şaşkınlığa bıraktı. “Azracığım bana hediye aldı.”
“Oha!”
“Höst.” Azra dirseğini Ömer’in karnına geçirirken kolunu altından kurtulup kollarını göğsünde bağlayarak Ömer’in iki büklüm halini keyifle izledi.
“İki hediye aldık diye şımarma egoist.” Diyerek saçını geriye doğru savurdu. Motoruna doğru ilerlerken dudağındaki ufak gülümsemesini onlardan gizliyordu. “Ayrıca berbat bir sürücüsün?”
Kendini toparlamaya çalışan Ömer bu sözler ile gözlerini kocamana açtı. “Bu şahsıma yapılmış bir hakarettir sonuncu.”
Azra kaskını kafasına geçirip ve camın açık bölümünden gözlerinin içine baktı. “Nasıl istersen.”
Camını tekrar kapattığında motorunu çalıştırarak Yusuf’u takip etmek için hazırda beklemeye başladı. Ömer motoruna, Yusuf, Rüzgar, Ozan ve Bade arabaya binerken Bade imayla baktı Ozan’a. “Var mısın yeni bir iddiaya?”
Ozan sonucun ne olacağını tahmin etmişti fakat Bade’nin günler sonra ilk defa küçük de olsa gülümsediğini görünce bu anın bozulmasını istemedi. “Varım. Bunlardan olmaz.”
Serçe parmaklarını birleştirdiler. “Nesine?”
Ozan düşündü. “İstediğim bir şeyi yapacaksın.”
Bade’nin gülümseyen dudakları donduğunda yutkunarak geri çekildi ve koltuğuna yaslandı. Ozan daha ne olduğunu anlayamazken Bade önündeki saçlarından birini düzeltip boğazını temizledi. “Önceki iddianın iki katı.”
Ozan neden böyle tepki verdiğini anlayamazken geriye yaslandı. “Anlaştık.”
Yolculukları sessizce geçerken her biri aslında kendi içine çekilmişti. İyi değillerdi ve farkındaydılar. Bu korkunç duruma alışmaya başladıkları için kendilerinden şüphe duyuyorlardı. Ya o Thanatos gibi bir manyağa dönüşürlerse zamanla? Ya duygularını kaybediyorlarsa?
Verilen adrese geldiklerinde Yusuf derin bir nefes aldı. “Hadi bakalım.”
Ozan arabadan inerken karanlıktaki bomboş arsaya bakıp Bade’nin elini tuttu. Bade kaşlarını çatarak ellerine baktığında Ozan açıklama yapma gereği duydu. “Çok karanlık. Seni kaybedersem bulamam.”
Bade başıyla Ozan’ı onaylayıp önüne döndüğünde korkarak etrafına bakan Ömer’i gördü. Ömer’in karanlıktan korktuğunu iyi biliyordu. Azra Rüzgar ve Yusuf’un yanında en önde ilerlerken Ömer her zamanki gibi tek başına kalmıştı.
Bade seslendi. “Ömer! Benimle gelir misin?” Yüzünü buruşturdu. “Ozan’ın ikimizi aynı anda kaybetme ihtimali var. Sen de olursan kendimi daha güvende hissederim.”
Ozan şaşkınlıkla döndü Bade’ye. “Sen ne-“
Bade dirseği ile onu dürttüğünde Ozan kısa bir an Ömer’e baktı. “Haa. Okey.”
Ömer buruk bir gülümseme ile gelip Bade’nin omuzuna kolunu attı. “İkinizin de sonsuza kadar abisi olacağım.” İkisinden biri ölmüştü ama Ömer bunu kabullenmek istemiyordu. Kardeşi yanlarında olmayabilirdi fakat bu durum onun kardeşi olduğu gerçeğin i değiştirmiyordu. Yusuf arkadaki üçlü eski arkadaş grubuna döndü. “Buradan dümdüz ilerliyoruz.”
Rüzgar telefon flaşını uzağa tuttuğunda karanlık bir kutu göründü. “Sanırım şu şeye gideceğiz?”
Azra kaşlarını çatarak büyüm ve kare plan şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı. “O ne ya?”
Ozan omuz silkti. “İnan hiçbir fikrim yok.”
“Dikkatli olun.” Tedbiri elden bırakmayarak etrafa bakındı Yusuf. “Her yerden her an bir şey çıkabilir. Ayrılmadan ilerleyin. Eğer bir şey olursa hemen çığlık atın.”
Siyah büyük kutunun önüne gelip herkes el fenerini yapıta tuttuklarında bunun bir kutudan daha fazlası, bir hediye paketi olduğunu gördüler. Yaklaşık üç metre yüksekliğinde ve genişti. Kapı kulpunda bile kurdeleler vardı.
“Amacı ne bunun desen cevap verebilecek olan var mı?” Diye sordu Ozan şaşkınlıkla bakarken.
Rüzgar ofladı. “Anlarız şimdi.” Uzanıp kapı kulpunu iterek açtığında ilk başta karanlıkla karşılaştılar. Ardından ışıklar kapının önünde yanıp gürültülü seslerle hızla tüm kutu aydınlandı. Sadece iki tane oturma yeri olan mini bir atlıkarıncaya bakarken detaylar ürkütücüydü. Tatlı bir görselden çok uzaktı. Siyah mavi ve kırmızı renklere ev sahipliği yapıyordu. Tek sorun bu değildi, duvarlarına kan sıçramış gibi izlerle dolu ve eski bir görünüme sahipti. Her şeyin başlangıcını az önce gördünüz, bu da sonu dercesine duruyordu karşımızda.
En arkadaki üçlü grubunda tek sıra halinde içeri girmesi ile kapı sertçe kapandı. Rüzgar korkuyla arkasına baktı. “Siktir.”
Kapıya koşup ittirmeye çalıştı fakat kapı kıpırdamamıştı bile. Tüm gözler Yusuf’u buldu.
Ömer ışıkların her an gitmesinden korkar gibi tavandaki yanan lambalara bakıp duruyordu. “Abi. Bir şey yapmalıyız.”
Yusuf derin bir nefes aldı. “Sadece sözümü dinleyin ve burada bekleyin.” Onların tarafında ki görünen kısımda olan atlıkarıncayı inceledi Yusuf. Biri diğer atlıkarıncadaki atın aynısıydı. Buraya ait olmadığı her halinden belliydi. Tıpkı şimdi bir grup gencin bu korkutucu yerde olmaması gerektiği gibi… Diğeri tamamen siyah olmakla birlikte bakışları ürkütücüydü. İnsanı takip ediyormuşçasına bir hissi vardı ve gözlerinin beyaz olması gereken kısımlar sarıydı. Kocaman açılmış gözleri ve somurtan suratı ile oldukça korkutucuydu.
Yusuf bir adım attığında atlıkarınca çalışmaya başladı. Bu sefer ki şarkı ise hepsinden daha kötüydü. Şarkıyı daha önce hiç biri duymamıştı çünkü böyle bir şarkı yoktu. Gıcırdamalar ve ne dediklerinin anlaşılmadığı ürkütücü çocuk mırıldanmaları vardı. Atlıkarınca yavaşça dönmeye başladı. Herkes nefesini tutmuş ne olacağını izlerken atlıkarınca bu sefer ise tamamen tam tersine dönmüştü. Şimdiki görüntü dudak uçuklatacak cinstendi. O tatlı at hala vardı fakat değişmişti. Yüzünde korku dolu bir ifade vardı ve boynu kopmak üzereydi. Attan kanlar akıyor gibi duruyordu. Karşısında duran kara at ise mutluydu. Gözleri kocaman ve hala sarıydı. Fakat bu sefer bir daha gülümseyemeyecek gibi gülümsüyor, Yusuf’un olduğu bölgeyi izliyordu. Siyahlığından çok kan vardı üzerinde. İkisinin arasındaki siyah ekran açıldığında yeni fark edilmişti. Müzik durdu ve piyes başladı. Müzik durdu. Aynı bir kalp gibi.
Üst üste yazılar belirmeye başladı ekranda.
“Cezasız kalacağınızı mı sandınız yoksa?
Dökülecek kanı damarda tutmaya bu kadar kararlıysanız,
Öyle olsun.
Kan akmasın.
Oyundan kurtulanlar,
Cezaya mahkûm edildi.
Tüm bu gösteri sizin için.
Yaslanın arkanıza.
Ve çıkartabildiğiniz kadar çıkartın,
Canınızı. :)”
Ekran oynamaya başladığında hepimiz pür dikkat ekrana kilitlenmiştik. Önce su dolu, şeffaf bir tank girdi kadraja. Siyah bir el arkadan uzanıp kameraya el salladı. Kimsenin tepki vermediğini görünce işaret parmağını bize doğru salladı. Su dolu tank çok büyük ve genişti. Bir hareketlilik oldu ardından. Biri yavaş adımlarla getirilirken kamera aşağıya doğru tutuldu. Thanatos kadraja girenleri gizlemek için kamerasını aşağıya indirmişti. Bu yüzden herkes kadrajdaki siyah, kırmızı yan çizgileri olan ayakkabıya bakarken kadraj tekrar normale döndü. Su tankının üzerinde daha yeni fark ettikleri, elektronik komut ile çalışan ufak bir oturma yeri vardı. Ve üzerinde oturan ufak biri vardı. Üzerinde Deniz vardı.
Azra denizi gördüğü an da korkuyla ellerini dudaklarına bastırdı. “Kardeşim…”
Deniz korkuyla kameraya bakarken tek kelime dahi edecek durumda değildi. Küçücük kızı korkutmuş, belki de tehdit etmişlerdi. Azra’nın titreyen bacakları ve elleri karanlıkta bile gözükürdü. “N-ne istiyorsan yaparım. Yal-yalvarırım bırak Deniz’i.” Acıyla, boğazı yırtılıyormuşçasına bağırdı. “Bırak kardeşimi!”
Ekranda bir yazı belirdi.
“Verdiğimin karşılığını alamazsam verdiğimi alırım.”
Azra gözlerinden istemeden yaşlar akarken ellerini hava da salladı. “Yo yo. Sakın yapma. Bak anlaşabiliriz. Ne istiyorsun? İstediğin her şeyi vereceğim sana. Canımı iste, canımı vereyim. Yalvarırım bırak onu.” Kaşları kaygıyla yukarı kalktı. “O- O daha çok küçük. Onun bi- bir günahı yok ki. Bırak onu. Beni al. Yemin e-ederim ses çıkarmayacağım. Zorluk çıkartmayacağım bırak onu.”
Deniz korkuyla baktı kameraya. “Abla…”
Azra haykırışları arasında yere düşerken Thanatos silahını Deniz’e doğrulttu. Deniz korkuyla silaha baktı. “Özür dilerim. Sustum. Lütfen ablama zarar verme. Onu yeni buldum.”
Azra’nın duyduğu sesler içinden bir parça kopuyor, kalbi yanıyordu. “Yalvarıyorum sana. Ne olur bırak onu istediğin her şeyi yaparım.”
“Öyle mi?”
Azra ayağa kalkarken gözyaşlarını siliyordu. “E-evet. Ne istersen. Bırak sadece kardeşimi, istersen al beni. Söz kimseye laf etmeyeceğiz. Tek kelime dahi duymayacaksın.”
“Öyleyse istiyorum.”
Azra umutla bakıyordu ekrana. Diğer arkadaşları bir şeyi bozmamaları için sessiz kalmayı seçiyorlardı. Başıyla onayladı Azra. “Yeter ki bırak Deniz’i. Her ne istersen yapa-
“Aden’i geri getirebilir misin?”
Azra dizlerinin üzerine düşerken yere sert bir yumruk savurdu. “Elimde olsaydı kendi canımı verirdim. Yemin ederim.”
“Ama elinde değil.”
“İllaki istediğin bir şey vardır. Dünyanın öbür ucunda dahi olsa sana bulurum. Yalvarırım bırak kardeşimi.” Ekrandan kıkırdama sesi geldiğinde Ömer ellerini sıkarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Eğer yanlış bir şey yaparsa Deniz’i kaybedebilirdi.
“Bazı şeyler benimde elimde olmuyor sonuncu. Kişisel algılama olur mu?”
Thanatos düğmeye bastığı anda kolları bağlı olan Deniz suyun içerisine düştü. Azra çığlıklar eşliğinde kendini yere bırakırken haykırarak yalvarıyordu. “Yalvarırım kurtar! İstediğin her şeyi yaparım!”
Bade korkuyla ekrana kilitlenmişken Yusuf ne yapacağını bilemiyordu. “Bak senin derdin benimle. Bu benim oyunum. Kurtar kızı. Söz istediğin her şeyi yapacağım.”
“Hepiniz zaten istediğim her şeyi yapmak zorundasınız. Gülümseyin, çekiyorum!”
Ömer öfkeyle bağırdı. “Bana bak Orospu çocuğu! Ya o kızı bırakırsın ya da ölümün benim ellerimden olur!”
Rüzgar kilitlenmiş, gözlerinden yaşlar akarken Deniz’e baka kalmıştı. Hepsi bir ağızdan bir şeyler söyleyerek katili ikna etmeye çalışırken küçük kız kollarındaki iplerden kurtulamayacağını anlayıp ayaklarını çırpmaya, yaşam mücadelesi vermeye çalışıyordu. Daha küçüktü. Bir ailesi olsun istiyordu. Hiç olmazsa onu seven birkaç kişi olsun istiyordu ve istediği olmuştu da. Onu tüm kalpleriyle seven bir grup vardı. Üstelik ablasının da olduğunu öğrenmişti. Mavi gözleri suyun içinde dev ekrandaki arkadaşlarında gezindi. Ablasını ilk gördüğü andan itibaren güvenebileceğini hissetmişti. Her şeyi yenebilecek gibi gözüken ablası yıkılıyordu işte. Tek damla gözyaşını görmediği ablası belki de tüm yaşlarını serbest bırakıyordu. Bir daha akmamak üzere.
Deniz yukarıya doğru yüzmeye çalıştıkça iplere bağlı olan ağırlıklar onu aşağıya çekiyordu. Nefesimi tükendiğini an inanılmaz bir acı sardı bedenini. Oysa o çok çabalamıştı. Parkta koşması gereken küçük bacakları ölmemek için çabalarken bu yaşadığının haksızlık olduğunu düşünüyordu. Tek isteği sevilmekti. Tek isteği sıcak bir yuvaydı. İnsanların doğuştan kazandığı şeyler için Deniz’in hayatını ortaya koyması haksızlıktı.
Ciğerlerine dolan su ile daha fazla yüzemeyen Deniz dibe doğru çöküp ciğerleri patlarken son gördüğü şey ablasıydı. En azından sevildiğini bilerek ayrılıyordu bu dünyadan. En azından onu seven bir ailenin var olduğunu düşünerek, onu seven bir grubun olduğunu bilerek gidiyordu Deniz. Üzgünüm küçük. Dünya çocuklara karşı fazla acımasız.
Azra acı içinde kıvranırken hepsi gibi etrafın sis bulutu kapladığından habersiz, kardeşini kaybetmenin acısıyla yanıyordu. Yıkılmıştı, ağlamıştı, ama bu sefer, yanmıştı. Kalbinin ortasında hissettiği kor canını yakıyordu. Ömer gözyaşlarını silerek Azra’ya yöneldi. Omuzlarından tutup kaldırırken Azra’nın gözü kimseyi görmüyordu. “Deniz… Deniz’im… Kardeşim…”
Ömer omuzlarından sarstı. “Yapma sonuncu. Biliyorum çok acıyor.” Biliyordu. Biliyordu çünkü o da kardeşini kaybetmişti. “Biliyorum bu acı seni yakıyor ama ona istediğini verme. Senin bu hale gelebilmen için yaptı. Ona bu zevki tattırma.”
Azra yeşil sulu gözlerini kaldırıp önünde onun gibi diz çökmüş Ömer’e baktı. Normalde kimseden yardım almayan güçlü kızın dudaklarından kelimeler döküldü. “Koru beni Ömer.”
Ömer bir an bile beklemedi. Azra’ya sıkıca sarıldığında genç kızın gözyaşları omuzlarından aşağıya akıyor, katilden yüzünü gizliyordu. Ömer onu korumalıydı ve koruyacaktı. Fiziksel özelliklerden değil, artık Ömer, onun canını acıtacak duygulardan da koruyacaktı.
Rüzgar etrafına bakındı. “Burası neden bu kadar dumanlı?”
Yusuf etrafa baktıkça gözleri şaşkınlıkla daha da açıldı. “Has-“
“Siktir.” Ozan korkuyla havaya bakarken Bade’ye döndü. “Ağzını kumaşla kapat Zümrüt gözlüm. Çabuk olun.”
Yusuf tişörtünün ucu ile ağzını ve burnunu kapattı. “Bayıltmaya çalışıyor olabilir. Direnin.”
Ömer omuzunda ağlayan kızın sadece saçlarını okşadı ve sarıldı. Biliyordu ki ona ağzını kapatmasını söylese dahi inatçı kız bunu yapmayacaktı. Tarih boyunca üzüntü insanın mantıklı düşünmesini engellerdi. Çoğu hata böyle hayat bulurdu.
Azra Ömer’in kolları arasında derin bir uykuya dalarken Ömer de daha fazla dayanamamıştı. İkisi de yere yığılırken ekranda son bir yazı göründü.
“Çok geç:)”
Bade ağzını kapatmış dahi olsa gözleri yavaşça kapanırken Ozan düşmemesi için onu son anda tuttu. “Dayan güzelim.” Ozan Bade’yi yere oturtup elini sıkıca tuttu. Kendini ona siper ediyormuşçasına, sanki o onun yavrusuymuş gibi sıkıca oturarak sarılmıştı. “Beni bırakırsan seni bulamam güzelim. Ne olur beni bırakma.”
Bade’nin gözleri kapanırken zoraki kıpırdattı dudaklarını. “Asla.” Son gördüğü şey ikisinin elleri olmuştu. Saniyeler sonra Ozan da duvar dibine çökerken Rüzgar çoktan bilincini kaybetmişti. Yusuf ayakta kalmaya çalıştıkça başı dönüyordu. Bilinci tamamen kapanırken yere düştüğünü hissetmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |