
Vücudum artık daha fazla dayanmıyordu. Bu kadar korku bana yeterdi. Karanlıkta yüzünü zar zor gördüğüm iri yapılı Mortimer askeri bana yaklaştıkça tekraren başıma neler geleceğini bilmemek ve hayatımı değişik insanların bana neler yapacağını belirlemesi, sanki üzerimde kumar oynanıyor gibi hissettiriyordu. Vücudumun bu kadar tükenip onlara karşı elim kolum bağlı bir şey yapamayışım, kendimin bu hallere düşecek kadar tükenmişliğimin göstergesiydi. Ve ben bu tükenmişliğin beni zayıf kılmasından yorulmuştum. Her şeyi umuda bağlayıp, birilerinin bana yardım eli uzatmasını beklemenin ne kadar acı verici olduğunu idrak etmem pişmanlığımı tetikliyordu. Keşke bu kadar zayıf olmasaydım.
Mortimer askeri dibime kadar geldiğinde artık yüzünü daha net görebiliyordum. Yüzü o kadar sert görünüyordu ki, yüzüne bakan ondan korkup kaçabilirdi. Vücudu ise bir kral muhafızından farksızdı ve en güçlü adamları devirebilecek cinsten bir havası vardı. Kılıcının keskinliğinden ve ihtişamından bahsetmiyordum bile. Ama şimdi benimle ne yapacağını bilmemem canımı sıkıyor ve endişemi artırıyordu.
"Korkmayın Bayan. Ben sadece yoldan geçen bir askerim. Sizi fark edince yardım etmek istedim. İzniniz olursa sizi gideceğiniz yere güvenli bir şekilde götürmek isterim."
Dedikleri şeyler kulağıma masal gibi geliyordu. Çünkü az önce yaşadığım şeylerden dolayı bu adamın iyi niyeti sanki hayal gibiydi. Böyle insanlar var mıydı etrafta? Ya da benimle oyun mu oynuyordu? Hayır kesinlikle beni kandırıyordu. Keza neden böyle bir şey yapmak istiyordu ki? Ama beni kurtarmıştı. Hayır beni kandırmak için kurtarmıştı. Kafamın içindeki düşünceler o kadar allak bullak olmuştu ki adamın bana seslenişini duymamıştım bile.
"Bayan inanın ki size zarar vermeyeceğim. Lütfen, omzunuz çıkmış görünüyor."
Gözüm istemsizce yaşadığım şeylerden dolayı acısını unuttuğum ama şimdi tekraren kendini hatırlatan omzuma kaydı.
"İzin verin sizi gideceğiniz yere götüreyim."
Bakışlarını benden çekip gözü etrafa kaydığında yerde duran bir şeye gözü takılınca neye baktığını görmek için bakışlarımı o yöne doğrulttum. Gözlerim bıçağıma kaydığında ne yapmaya çalıştığını anlamaz gözlerle ona bakarken, mortimer askeri yerden bıçağı aldı ve bana yaklaştı. Kalbim güm güm atıyordu. Bana zarar mı verecekti? Fakat aksine bıçağı bana uzattı. Bense şaşkınlıkla bakışlarımı simsiyah gözlerine çevirdim.
"Bıçağınız sizde dursun."
Kılıcını kınına yerleştirdi.
"Doğrulamadığınızı varsayarsak belinizde incinmiş olmalı. Sizi kucağımda taşıyacağım ve bu süre zarfında bıçağınız elinizde olacak. Olası bir durumda beni öldürmekten çekinmeyin."
Duyduklarım karşısında ağzım açık kalırken şaşkın mavi gözlerim daha da büyümüştü.
"Neden?" Aklıma gelen ve dilime çıkan ilk kelimeydi.
"Neden bana yardım ediyorsun?"
"Çünkü başka şansın yok."
Bu kelimeler boğazımın düğümlenmesine sebep olmuştu. Haklıydı. Fakat gerçekten başka şansım olmadığı için mi bana yardım ediyordu? Ama artık başıma gelebilecek en kötü şeylerden birini az önce yaşamıştım. Ve o da beni kurtarmıştı. Gerçekten de başka şansım yoktu.
Mortimer askeri güçlü kollarıyla beni tek hamlede kaldırdı. Kaldırırken sırtımın inanılmaz acısı inlememe sebep olmuştu. Tutunmak için ellerimi boynuna sardım. Birkaç adım attı. Atımın sesini duymamla ve ellerindeki hareketlenmelerle çantamı aldığını fark ettim. Biraz tedirgin olurken o sakin bir ses tonuyla,
"Merak etme içine bakmayacağım." dedi.
Çantamı kollarında olduğum halde rahatlıkla aldı. Üzerime çöken yorgunluk ve inanılmaz ağrılarla bana kabus olan o sokaktan çıktık ve Han'a doğru yola koyulduk. Bıçağımı da boynuna tutmadım çünkü istemsizce ona güvenmiştim.
⚔️
Mortimer askeriyle Han'a gidene kadar yol boyunca sessiz kalmıştık. Kalabalığın ortasından geçerken omzumun ağrısıyla çıkan inlemelerim sebebiyle sadece bana 'az kaldı' kelimesini kullanmıştı. Han'a vardığımızda da zaten beni bir odaya yerleştirip direk hekimi çağırdı. Artık bana neden bu kadar iyilik yaptığını sorgulamak yerine canım derdine düşmüştüm. Çünkü omzum aşırı derecede ağrıyordu. Bu ağrıyla kırılmış bile olabilirdi fakat hekim sadece çıktığını söylemişti. Yerine takarken ki çığlıklarımı belki de tüm Han duymuştu. Sırtım içinde şifalı olduğunu söylediği bir merhem sürmüştü ve sadece üç gün boyunca istirahat etmemi söyleyip gitmişti. Üzerimdeki terler adeta yağmur misali akıyordu. Sadece gözlerimi kapatıp bir an önce uyuyup acısını unutmak istiyordum.
"Ben artık gideyim. Sende hekimin dediği gibi bir güzel dinlen"
Tam arkasını döndüğünde bakışlarımı ona çevirdim ve o olmasa şimdi ne halde olacağımı merak ettim. Ama aklıma geldikçe düşünmek bile istemiyordum. Neden yaptığını bilmesem de ona minnettardım.
"Teşekkür ederim."
En azından bunu söylemek zorundaydım. Bana doğru döndü ve tebessüm etti. O tebessüm öyle bir tebessümdü ki sanki bir daha karşılaşacağız der gibiydi. Bende tebessüm ettim ve kapıdan çıkıp gidişini seyrettim. O gider gitmez de zaten dünden razı olan gözkapaklarım bir perde misali gözlerimi kapattı ve beni derin bir uykuya daldırdı.
"Hayır!" Bana yaklaşan kapkara yüzlü adamdan ,sessiz caddede koşarak kaçıyordum. Kimsecikler yoktu ve etraf kapkaraydı. Bense çıplak ayaklarım ve siyah elbisemle koşarak ondan uzaklaşıyordum. Ciğerlerim artık iflas etmiş, nefes vermekten dudaklarım kupkuru olmuştu. Fakat ben var gücümle koşsam da o ansızın arkamda beliriyor, bana bir çırpıda yetişiyordu.
"Zayne!" diye bağırıyordum etrafta.
"Lütfen bana yardım et!" etraf sessiz ve kimsecikler yok. Fırtınalı havanın gök gürültüsü ben burdayım diyor sadece.
"Nerdesin Zayne! Bana yardım et!" Yüzü kara adam aniden önümde beliriyor ve adam boğazımdan tutup beni yere fırlatıyor. Sonra ıslık çalıp birilerini çağırıyor. Adım sesleri yaklaşınca iki adam gelişini belli ediyor. Kafamı çevirdiğimde gelen kişilerin Tiago ve diğer adam olduğunu görünce başımdan aşağı cehennem sularının inmesiyle olduğum yerde donakalıyorum. Vücudum hareket etmiyor. Kaçmak istiyorum ama sadece onların bana yaklaştığını görmekten başka bir şey yapamıyorum. Uzaklaşmak istiyorum. Ama olmuyor. Onlar yaklaştıkça hareket eden sadece gözyaşlarım oluyor. Ve önümde eğilip tam bana yaklaşacaklarken çığlığımı basıyorum.
"Hayır!"
Gözlerimi açıp daha ne olduğunu anlamadan aniden yatağımda doğrulunca az öncekilerin kabus olduğunu anlamam hayatımda yaşadığım, içime su serpen en büyük haberdi. Gerçek yaşanmış gibi hala üzerimde o pis insanların soğuk nefesini hissetmem, etkisini üzerimden hala atamamıştı. Olayın şoku ile odadaki boş duvara bakıyor, aklıma kabusu getirmemeye çalışarak kendime gelmeye çalıştım. Yanağımda ıslak bir şey farkedince elimi yanağıma götürdüm ve gözyaşlarımın ıslattığını anladım. Kabusu görürken ağlamıştım.
Dudaklarım o kadar kurumuştu ki yatağımın sağ tarafında duran sudan biraz bardağa boşaltırken titreyen ellerim sebebiyle bardak elimden kayıp düşmüştü. Kırılıp parçaları her tarafa saçılıp bazıları büyük bazıları küçük parçalara ayrılmıştı. Nadir cam bardaklar vardı ve bana denk gelip illa bir sıkıntı çıkaracaktı. Ayaklarımı yataktan aşağı doğru sarkıttım.
"Dikkat et. Şimdi de ayağını kesmeye kalkışma."
Aniden Zayne'nin sesini duymamla, şok olmuş bir şekilde kafamı sol tarafıma çevirdim ve rahatça tek kişilik koltukta yayılmış Zayne'i gördüm. Görür görmez şaşkın bir şekilde ona bakarken, sinirden gerilmiş suratı beni karşıladı. İçim onu görünce o kadar rahatlamıştı ki gözlerimin dolmasına engel olamadım. Onu gördüğüme bir yandan çok sevinmiştim ama bir yandan da çok öfkeliydim. Beni tehlikeye atmamak için yalnız bırakması, başıma daha da tehlikeli şeylerin gelmesine sebep olmuştu. Gözyaşlarım o kadar hızlı akıyordu ki hıçkırarak ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Beni neden bıraktın?"
Ağladığımı başımı çevirerek gizlemeye çalışırken, gözyaşlarım arasından zar zor konuşuyordum. Ellerimle gözyaşlarımı siliyordum fakat onlar inatla daha çok akıyordu.
Zayne bana yaklaştı ve yanıma oturdu. Öne eğik başımı kendine çevirmemi sağladı ve yeşil gözlerini mavi gözlerime kitledi. Gözlerindeki öfke bana bakarken yumuşamıştı. Artık öfkeli bakmıyordu. Gözyaşlarımı baş parmağıyla nazikçe sildi.
"Bir daha asla. Bundan sonra hiç kimse kılına dahi zarar vermeyecek."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |