
Elimdeki kalemi kağıttan çekerken usulca yanağımdan süzülen iki damla yaş habersizce akmıştı. Yazdığım her cümle gördüğüm ve yaşadığım Sara'nın kaderindeki hayatı şiddetli bir şekilde yüzüme çarpıyordu. Hatırladıkça tekrar kötü oluyor, geceleri rüyama giren Sara'nın minik yalvarışını kulağımda duyuyordum. O yalvarışı ben yapmıştım. O yemini ben etmiştim. O minik bedenin acılar içinde kıvranan ruhu bendim. İntikamımı da bizzat ben alacaktım. Ama tek başıma yapamayacağım için mektupta da yazdığım gibi Mortimer İmparatorluğundaki en iyi suikastçiyi bulup onun yardımını isteyecektim. Şu iki gündür araştırdım ve en iyisinin o olduğunu duymuştum. Zayne Robert. Görevini daima başarıyla yerine getirebilen tek kişi. Ayrıca İmparator’un hizmetinde bulunduğunu söylentileri de vardı. Buradan kaçıp Zelil Vadisine gidip onu bulacaktım. Çünkü en son orada olduğu söylentileri vardı. Çok yüklü paralara çalıştığını duymuştum ve şanslıydı ki Mortimer ve Tieran’dan sonra en iyi ticaret yapan Kralın kızıydım. Tabi iyi bir ticaret ortağı olduğu için Tieran Krallı'ğına borçluydu. Adını bile hatırlamam önceki hayatımda yaşadığım vahşeti gözümün önüne getiriyordu. Ne olursa olsun Zayne'i bulacak ve intikamımı alacaktım.
Az önce yazdığım kağıtla bakıştığımda kağıdı buruşturup çantama koydum. İçimi bir kağıda dökmem iyi gelmişti fakat sonradan anneme ve babama yaşadığım olayları anlatmamın saçma olduğunu düşündüm. Belki anlattıklarım onlara saçma gelirdi belkide inanıp Tieran Krallığı'yla işlerini karıştırabilirdim.
Bu yaptığım kaçış planından kimseye haber vermedim. Yoksa babam öğrenmek için insanlara işkence etmekten çekinmezdi. Gerçi demesem bile aynısını yapardı ama suçluluk duygumu artırmak istemezdim.
Yanıma aldığım çantamın içine baktığımda Kuzey ve Güney bölgesinin haritalarının, on kese yüklü miktarda altının, birkaç şifali ilaç ve babamın kılıç eğitimlerim için yaptırdığı iki keskin bıçağımıda içinde gördüm. Mortimer İmparatorluğu kuzeyde Tieran ise güneydeydi. Bir an önce yola koyulmalıydım.
Son kez odama bakıp iç geçirdim. Başıma neler geleceğini bilmiyordum fakat önceki hayatımda yaşadığım şeylerden dolayı bu oda bana dar gelmeye başlamıştı. Huzurum yok olmuş geriye kanlı minicik ellerle bana bakan gözü yaşlı bir kız kalmıştı.
Daha fazla düşünüp acı çekmeye mahal vermeden odamdan çıktım. Yürüdüğüm koridorlar, şık avizeler ve şaşalı taşlarla süslenmiş duvarlar beni karşılasada artık gözüm onları görmüyordu. Anne ve babama bile son kez bakmayacaktım ki içimde bir geri çekilme hissi olmasın. Bu yüzden hızlı bir şekilde hiç kimsenin dikkatini çekmeye izin vermeden Vlyra Sarayından çıktım. Zaten son zamanlarda bu kaçış planını önceden ayarladığım için bir haftadır bu saatlerde dışarı çıkıyordum ve muhafızlar bugüne mahsus şüphelenmezlerdi. Arkama dönüp bakmak gelsede engelledim içimden.
Sabahın erken saatleri olduğu için uşağımın beni farketmemesini fırsat bilerek Vlyra meydanına vardım. Bu saatlerde nadir dükkanlar açık olurdu. Mavi taşlı şaşalı elbisemin üzerindeki kapşonlu pelerimin kapşonunu geçirdikten sonra şansıma ilk gördüğüm açık olan elbise dükkanına adımımı attım. Eğer Zelil Vadisine gideceksem bu elbiseyle dikkat çekmemeliydim.
İçeri girdiğimde kapşonumu çıkardım ve beni fark eden kadına yapmacık bir tebessüm verdim.
"Prenses Visha. Sizleri görmek ne büyük şeref. Size nasıl yardımcı olabilirim?"
Daha önce babamla birlikte Vlyra Şehrini birçok kez gezdiğimiz için halk beni tanıyordu. Bu tekrar daha dikkatli olmam gerektiğini göstermişti bana.
"İyi günler Madame. Aslında sizden bana bir iyilik yapmanızı isteyecektim."
Kadının gülümsemesi daha da arttı.
"Prenses Visha benden iyilik istemiş ve ben onu geri çevireceğim ha?"
birden kahkaha attı.
"Ne isterseniz emrinize amadeyim"
Kadının itaatkarlığı hoşuma gitmişti. İyi birine benziyordu ve işim kolay olacaktı. Aklıma gelen ilk yalanı dilime döktüm.
"Babam her ne kadar izin vermese de ben hep köylü kıyafetlerinden birini deneyip halktan biri gibi şehirde dolaşmak istemiştim. Acaba bu hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı olur musunuz?"
Kadının gülümsemesi soldu. Çünkü babamın izin vermemesi yasak olduğu anlamına gelirdi ve Kralın yasakladıklarını yapmak suçtu. Ama benim başka şansım yoktu. Kadın biraz tedirgin ve düşünceli bir şekilde bana bakmaya devam etti.
"Prenses Visha ben-"
"Biliyorum Kralın kuralları çiğnenmez fakat söz veriyorum kimse sizden aldığımı bilmeyecek. Bakın tek başıma geldim ve kimsenin haberi yok. Rica ediyorum Madame"
Kadın ikna olacakki başını sallayıp beni arka odasına geçmem için yol verdi. Onu zor duruma soktuğumun farkındaydım fakat bunu yapmak zorundaydım. Madame'ın geçirdiği yere geldiğimde benim elbiselerimin aksine buradakiler çok sade, renkli fakat eski gibiydi. Önceki hayatımda yaşadığım için artık insanları daha iyi anlıyordum. Herkes şaşalı elbiseler giymeyi hakediyordu fakat acımasız dünyanın imkanları kısıtlıydı.
"İstediğinizi seçin Prenses Visha. Benden size hediye olsun"
Kadına dönerek teşekkür ettim ve elime geçen ilk bordo rengi elbiseyi alıp üzerime geçirdim. Elbisenin omuzları açık, bilekten beş karış yukarda ve belinde koyu kahverengi kalın bir korse kemer vardı. İlk kez Köylü kıyafeti giyiyordum ama daha önce giymiş gibi hissediyordum. Önceki hayatımdan dolayı olmalıydı. Kapşonlu pelerin ve çantamıda aldıktan sonra aynanın karşısına geçip kendime baktım. Gözüm ayaklarıma doğru kaydığında eksik birşey farkettim ve etrafa bakınıp gözüme kestirdiğim eski kahverengi çizmeleri ayağıma geçirdim. Artık gitmeye hazır olduğumdan Madame'a doğru yöneldim.
"Köylü kıyafeti bile olsa içinde ne kadar zarif durduğunu bir bilseniz. Bordo ve gözlerinizdeki mavi uyumu ay tutulmasının gökyüzüne yansıması sanki"
Madame hayran gözlerle bakarken müşterilere de aynı iltifatı yaptığını biliyordum. Sonuçta o bir tüccardı ve insanlara duymak istediği şeyleri söylemeyi iyi bilirdi.
"Teşekkür ederim Madame. Ama lütfen bundan kimsenin haberi olmasın ve rica ediyorum çıkardığım elbisemi yakın."
Kadın bir an şaşırsa da bir şey söylemedi. Elbisemin orada bulunması onun da başını yakacağı için yapacağından emindim. Kafasını tamam anlamında sallayıp bana yolu gösterdi ve el sallayarak beni uğurladı.
Artık tek yapmam gereken Vlyra topraklarından çıkıp Zelil Vadisine ulaşmaktı. Çantamın içinden kuzeyi gösteren haritamı alıp önceden işaretlediğim Zelil kasabasına baktım. Çokta olmasa da Mortimer'a yakın ve şansıma Tieran yolunda ki bir kasabaydı. Fakat her ne kadar Tieran'a da giden yol olsada önceki hedefim Vadiye varıp Zayne'i bulmaktı. Eğer orada yoksa da Zayne hakkında bilgi alacak ve gecemi orada geçirecektim. Fakat bir ata ihtiyacım vardı. Aksi takdirde iki güne anca orada olurdum.
Babamla daha önceki gezimizde Vlyra'nın sınırında ki yaşlı bir adamın çiftliğinde dokuz on tane atın olduğunu hatırlamıştım. Yüzümü göstermeden o atlardan birini ödünç alıp yoluma devam etmeliydim. Köylü kıyafetlerimin ve kapşonumun sayesinde yürürken dikkat çekmesemde birisi beni gördüğü anda kralın kızı olduğumu anlardı. Kafamı eğik yürürken birden yerde gördüğüm çamurla başka seçeneğim olmadığını anladım. Bunca zamandır bebek gibi baktığım yüzüm, yerden elime alıp sürdüğüm çamurla neye uğradığını şaşırmıştı. Yanaklarıma ve alnıma çamuru iyice yedirdikten sonra her ne kadar yüzümdeki çamurdan tiksinsemde yoluma devam ettim ve hatırlamaya çalıştığım evin kapısına ulaştım. Eski ahşap kapıya iki üç kez tıklattıktan sonra yaşlı , kaşları çatık bir adam beni karşıladı. Görür görmez elindeki bastonuyla beni iteklemeye başlarken şaşkınlıkla ona bakakaldım.
"Defol git bende yiyecek yok!"
Adam beni bastonuyla iterken hayretle ne olduğunu anlamayarak bastonunu engellemeye çalıştım.
"Yiyecek için gelmedim Bey Amca! Atlarından birini satın almak için geldim"
Yaşlı adam şaşırarak bana baksada birden kahkaha atmaya başladı.
"Sen mi alacaksın? Defol git evlat. Sen değil at, atın bir tüyünü bile alamazsın"
İtici yaşlı amcaya sinirli bir bakış attıktan sonra daha önce çantama koyduğum on kese altının bir kesesini ona fırlattım. Yaşlı adam ilk başta neye uğradığını şaşırsa da fırltılan keseyi aldı ve içine baktı. Altını farkeder etmez kafasını kaldırıp yüzüme baktı ve yüzünde ki o sinirli ifade kaybolup yerini güler yüz karşıladı. Paranın insanı değiştirdiğine inanmakta şüpheciydim fakat bu adam bütün şüphelerimi gidermişti.
"Bu altını hangi cehennemden çaldığın umrumda değil. İstediğin atı al ve birdaha gelme"
Gelmem zaten! Geri dönersem eğer ilk işim bu adamı idam ettirmek olacak. Parama bile çalıntı diyor! Değil atını satmak, Vlyra'daki bütün atları satsa alamayacağı parayı ona veriyorum birde!
Gerçi benim gibi yüzü gözü kir pis içinde birinden bu kadar para çıkması adamın tuhafına gitmiştir diye düşündüm. Adamı anlıyordum fakat bu kadar kaba olmasına gerek yoktu.
Sinirlerimi daha fazla bozmadan yaşlı adamın gösterdiği çiftliğine girdim. En son gördüğümün aksine at sayısı azalmış, dört beş tane kalmıştı. Bu kadar aksi adamdan kim at alır diye düşünürken atlara göz gezdirdiğimde, gözümü siyah temiz ve güçlü olan bir ata kestirdim. Yaşlı amca gerçekten atlarına iyi bakıyormuş diye geçirirken, yeni aldığım atıma binip eyerinin üzerine oturdum. Saraydayken çok fazla at sürme derslerim olurdu. Bu yüzden nasıl at süreceğimi gayet iyi biliyordum.
Arkamı döndüğümde yaşlı adamın huysuz bakışlarına göz devirerek atımı Vlyra topraklarının sınırına Bitap Ormanlarına doğru sürdüm. Rüzgarın esintisi yüzüme hafif vururken Vlyra'dan çıkarkenki yüksek duvarlar,gözcü kuleleri ve siyahın üzerinde parlayan bayrağımın üstündeki ayın resmi bana veda ediyordu sanki. Son kez vatanıma dönüp baktım ve gözlerimden istemsizce yaşlar akarken, içimdeki hüzne daha fazla yer vermeyip atımı Bitap Ormanı'na sürmeye devam ettim.
Artık yol bana görünmüştü. Bu yol Sara'nın ruhunu özgürleştirecek yoldu. Onun yeminini yerine getirecek ve ona umut olacak yoldu. Bu yol intikam yoluydu. Bu yol benim yolumdu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |