11. Bölüm

10. BÖLÜM | Yanlış Anlaşılma

mrsviia
mrsviia

Bölümü umarım beğenirsiniz, o güzel satır arası yorumlarınızı ve oylarınız eksik etmeyinn canlarım olur mu, benim için çok kıymetli her bir düşüncenizi okumak🤧

 

 

Yazım hatalarım olursa affedin. Hepinize keyifli okumalar dilerim, her birinizi çok seviyorum!❤️‍🔥

 

instagram | wattyisigi & pazinwattpad

 

 

 

ONUNCU BÖLÜM

 

"Bir mum yandı, kimseyi ısıtmadı. Adam sevdiği kadınla geçmişteki hallerini özlüyordu, masumlardı ve çok mutlulardı. Geçmiş, daha geçememişti..."

 

toygar ışıklı , intikam yemini

 

 

"Ahu!" Adam korkuyla atladığı suda kadını ararken onun boğulmuş olabileceği düşüncesi kendisini kemirirken kulaç atmaya devam ediyordu. "Hay sikeyim kızım ses ver!" Ses tonu o kadar yırtıcıydı ki, kendisi bile hayret ediyordu. Etraf kayalıklarla doluydu ve atladığı nokta da çok sağlıklı değildi.

 

"Delisin." diye geçirdi adam korkuyla. Onun inadına gidebilmek için elinde tuttuğu tüm kozları kullanabilecek kadar deli bir kadındı.

 

Sol kayalığa doğru ilerlerken gördüğü beden, bağırmasına sebep olurken, "Efil!" Diye haykırdı nefretle.

 

Kadın yaralanmıştı.

 

Adam yüzünden.

 

Hızla yanına yaklaştığı bedeni kolları arasına çekerek kucağına almaya çalıştı kendince. "İyi olacaksın güzelim, söz veriyorum sana. Duyuyor musun beni? Efil!" Ancak kadın onu hiçbir şekilde duymuyordu.

 

Bilinci kapalıydı.

 

Karada balık tutan birkaç kişi bu ikiliyi görmüş ve onların olduğu tarafa gelebilmesi için eliyle işaret yapıvermişti. "Oğlum bu tarafa doğru yüz!" Karan işittiği sesle beraber elinden geldiğince kulaç yüzmeye çalışıyor, bir yandan da gözleri kapalı olan bu kadının ölmemesi için tanrıya yalvarıyordu.

 

"Sen uzat bize kızı, Gökhan tut kolundan yavaşça çek." Karan endişeyle kızı balıkçılara teslim ederken, çalılara elini uzatarak kendisini karaya doğru çekti. "Oğlum siz deli misiniz, suya atlamakta nedir? Bu akıntı götürür sizi-"

 

"Amca nefes alıyor ama hastaneye götürmem gerek. Serenatını sonra yapars-"

 

"Büyüğünün sözü kesilmez, bu birincisi." Yaşlı adam bakışlarını yanındaki diğer adama çevirirken, "Gökhan kulübeye götür kızcağızı, ben malzemeleri alıp geliyorum. Bu densize de kıyafet verirsin." dedi huysuz bir sesle.

 

Karan sakin kalmak için gözlerini kaparken, ilaçlarının yanında olmadığını fark etti. Araba uzağındaydı, oraya gidebilirdi ancak Efil'ini tanımadığı adamın yanında tek bırakmak istemiyordu.

 

İçmemeye karar verdi o an, sırf yaralı olan bu kadın yüzünden.

 

Yüzünden kelimesini sil, için ekle oraya.

 

Yavaşça ilerlemeye başlarken adının Gökhan olduğu adamın kucağında durduğu kızı elleri arasına almak için hamle yapmış ancak, "Kızı ben götüreceğim, farkında değilsin ama şoktasın." diyerek saçma bir geri dönüş almıştı.

 

Karan'ın istediği dışında bir şey oluyordu şu an.

 

"İhtiyar." Kızı kolları arasına çekmeden hemen önce adımlarının durmasını sağladı. "Bugün ölmek için çok güzel bir gün değil mi sence de?"

 

Efil'i kollarına çekerek yüzüne kondurduğu gülüşle önden ilerlemeye başladı. "Bırakta eşim olacak bu kadını ben kucağımda taşıyayım. Bir daha ona dokunursan, sadece dokunduğun parmaklarını kırmakla kalmam, filmi o zaman görürsün."

 

Adam içten içe bu korumacılığına karşılık gülsede ses etmeden ilerlemeye devam etti. Küçük bir kulübeye gelmişlerdi ve burası çok fazla kullanılmıyordu.

 

"İçerisi soğuktur, odunları atayım da ısınsın. Sen yatır yatağa, malzemeleri getirecek şimdi Fehmuz abi." Yaşlı adam şöminenin yanması için uğraşırken Karan yaralı kadının elini elleri arasına alarak okşamaya başladı.

 

"Özür dilerim." Acıyla gözlerini kapayarak soğuktan buz tutmuş elini ısıtmaya çalıştı. "Üşümeyeceğine söz vermiştim ama sen üşüyorsun. Sözümde duramadığım için affet bu adamı."

 

"Seni birine benzetiyorum." Dakikalar sonra elinde ecza kutusuyla gelen ihtiyar gözünü bir yerden ısıran bu adama çevirdi bakışlarını. "Keskin Ekrem Kızıltuğ'u tanıyor musun?"

 

Başta dalga geçtiğini düşünmüştü ancak ihtiyar ciddiydi. "Şu yer altının eski yöneticisi mi? Mafya olan? Tanıyorum, onu tanımayan mı var?"

 

"Onun oğluna çok benziyorsun."

 

Karan sessiz kaldı.

 

"Babasının koltuğunu devraldığını biliyorum ancak mafya lideri olmakla büyük hata etmiş. Küçükken çok duygu yüklü bir evlattı, şimdilerde ise adını duyan kaçıyor."

 

Karan yaralı olan kadının yara aldığı yerleri tespit ederken ihtiyarın da oksijenli pamuğu hazırlayışına sessiz kalıyordu. "Küçüklükten beri bir insanı nasıl tanıyabilirsin ki? Durduk yere konuyu neden bu adama getirdin ayrıca?"

 

Yaşlı adam gülümsedi.

 

"Barın evladım olsaydı ne Karan o mafya koltuğuna oturabilmiş olurdu ne de bu kızcağızımız yaralı bir halde bu noktaya gelmiş olurdu."

 

"Yeter!" Sesi yükselirken karşısında duran adamın artık sesini kesmesini istiyordu. "Belli ki onları yakından tanıyorsun. Yok Barın'mış o bu şu, duymak istemiyorum hiçbir şey. Şu an yer altını kim yönetiyor ihtiyar? Kızıltuğ, o hâlde kes sesini ve biat et. Şu an balık tutabiliyorsan onun bölgesinde o sana izin verdiği içindir. Ahu'yla baş başa kalmak istiyorum, çıkın dışarı iyilikleriniz yetti de arttı."

 

Yaşlı adam yakaladığı ince yerle beraber gülümsemesini yüzünde diri tutarak yavaşça ayağa kalktı. "Mutfakta erzak olacaktı, aç kalma. Ahu kızım da ciddi bir yara almamış, duygusuz olmakla duygusuzmuş gibi davranmak arasında fark vardır. Keskin duygusuz bir adamdı ancak Karan, aşkı onu zayıf düşürüyor. Senin zaten bunun fazlasıyla farkında olduğunu düşünüyorum, bu intikam yüzünden bir gün ya aşkından gerçekten vazgeçeceksin ya da aşkın için yaptıklarından. İyi geceler evlat, bir şey olursa biz buralardayız."

 

"Nasıl anladın? Belli etmemiştim?"

 

"Kızıltuğ adının kullanılmasından hoşlanmaz, bunu herkes biliyor. Hitap ederken adını bir kez bile kullanmadın, kaldı ki bu küstahlığın ve egon sen olduğunu zaten belli ediyordu. İntikam için harcama kızı, Ahu ne kadar suçlu olursa olsun geçmiş geri gelmeyecek. İntikamının seni ele geçirmesine izin veriyorsun, gerçekten de duygusuzlaşıyorsun. Anneni de bu sayede kaybedeceksin."

 

"Yanılıyorsun ihtiyar, ben zaten duygularımı kaybedeli yıllar oluyor. Ben kaybederken kimse bana sormadı, acı çekerken kimse elimden tutmadı! Aşk mı? Aşk için her şeyi yapmaya ben o zaman da razıydım ama ihanete uğradım. Benim iyi biri olmamı istediğini görüyorum ama ben olmak istemiyorum. İntikamımı herkesten alıncaya kadar devam edeceğim. Sadece bedel var, ödenmesi gereken birden fazla bedel. Anneme gelecek olursak, bunca yıl tutsaklığın bedelini kalbini yenileyerek ödeşeceğiz. Onların bana vereceği gerçekten çok şey var ama hiçbir şekilde bu yatakta yatan kadın zarar görmeyecek. Planlarım arasında sevdiğim kadının zarar görmesi yok ihtiyar."

 

Yaşlı adam ağzı açık bir şekilde karşısında duran bu adama baktı. Gerçekten de anlattıkları gibiydi. "Oyun yapıyorsun zannetmiştim, sen gerçekten de kötüymüşsün. Babanın oğlu olmuşsun sen, nefret ve intikam var gözlerinde. Gaddar biri olduğunu duymuştum ama inanmazdım. Sen gerçekten de ölüm makinesisin, duygu yok, sevgi ve şefkat yok. Umarım ileride bu halinden sebep pişman olmazsın evlat, intikamını çok güzel bir şekilde alacağından şüphem yok..." Yaşlı adam kapıyı kapatarak dışarıya çıktığı gibi derin bir nefes verdi.

 

Duygusu yoktu belki ama istisnası vardı. Yaralı yatan bu kadına karşı hisleri dün gibiydi.

 

Tam o esnada göz göze geldiği kişiyle kaşları çatıldı. Maske takan bu adam da neyin nesiydi böyle? Camın etrafındaydı ve o cam direkt olarak Karan ve Ahu'yu gösteriyordu.

 

Kim oluyordu bu adam?

 

Elinde tuttuğu papatyayı sert bir şekilde bükerek hızla ilerlemeye başladı.

 

İhtiyarın bu durum hiç hoşuna gitmemişti.

 

Maske taksa bile gözlerindeki o bakıştan kim olduğunu anlamıştı.

 

O bakışı nerede görse tanırdı.

 

Maskeli katil gerçekten de başlarına bela olacaktı.

 

"Nereden nereye geldin..." dedi acıyla nefes verirken. "Sevdiği kızın kuğusu öldüğü için herkesi yakacağını söyleyen senden tut, herkesi yakacağını söyleyen sen. Gerçekten de değişmişsin, sonumuz hayır olsun inşallah. İleride çok pişman olacaksın, nefretin fazlasının aşkı doğurduğunu çok sonra acı bir şekilde anlayacaksın ve umarım oğlum, umarım o gün geldiğinde Ahu ya da sen hala yaşıyor olursunuz..."

 

 

Ahu Vural'dan;

 

Uyanalı bir saate yakın bir süre geçmişti ancak hala daha Karan yanıma gelmemişti. Benim için çorba yapmaya çalışıyordu.

 

Evet. 

 

Karan Kızıltuğ, bir kadın için kendi elleriyle yemek yapıyordu. "Yardım etmemi ister misin?" Küçücük bir kulübe içerisinde olduğumuz için sesimi rahatlıkla duymuştu. "Yok, ben hallediyorum. Basitmiş zaten yapılışı."

 

En sevdiğim çorba mercimek çorbasıydı ve Karan kafasına göre bir şeylerle takılıyordu mutfakta. "Birkaç dakikaya yanındayım." Gözlerim yanan şömineyi seyre dalarken başımda yer alan sızıyı görmezden gelmeye çalışıyordum.

 

Hala daha başım fazlasıyla zonkluyordu çünkü.

 

"Yemek yapmayı sever misin?"

 

"Pek sayılmaz, yemekle aram iyi değildir ve geçmişimde pek iyi şeyler hatırlatmıyor bana."

 

"Benim için çorba yapma zahmetine girmeseydin keşke. Yapan birilerini çağırabilirdik, kötü geçmişini hatırlatmanı istemezdim."

 

"Hastasın ve seni iyileştirmem gerekiyor. Sırf senin için çorba yaptım, hayatımda yemek yaptığım tek kadınsın. Senden başkasına da yemek yapmam, umarım seversin."

 

Karan sırf benim için çorba yapmıştı.

 

Benim için.

 

"Sıcak olduğu için yavaş yavaş iç, al bakalım." Elinde tuttuğu tepsiyi benim bacaklarım arasına bırakırken koltuğun kenarına oturmaya çalıştı o iri cüssesiyle. "Ne yani ben kendim mi içeceğim?" Göz kirpiklerim şaşkınlıkla birbirine sürtüşürken bakışları hafifçe kısıldı. "Ne yani, bu cümlenden çorbayı benim içirmem gerektiğini mi ima ediyorsun sen?"

 

Dudaklarımı hafifçe büzerek hızla başımı olumlu yönde yukarı aşağıya doğru salladım. "Senin ellerinden içmek istiyorum. Hem görmüyor musun? Kaç metreden aşağıya düştüm yaralıyım ben."

 

"Atlamak isteyen kendindin Ahu! Atlamasaydın o zaman?"

 

"Beni atlamaya mecbur bırakan sendin ama Kızıltuğ! Tutsaydın, düşmeme izin vermeseydin o zaman?"

 

Ellerini havaya kaldırarak dudağına fermuar çekmiş gibi davrandı. "Anlaşıldı, biz seninle daha çok böyle atışacağız. İçmiyorsan kalsın, sana içirmeyeceğim."

 

Ayağa kalkacağı esnada başıma hafif bir şiddette saplanan ağrıyla dudaklarım arasından dökülen nidaya engel olamadım.

 

Bakışları endişeyle bana dönerken, "Umurundaymış gibi bakma bana. Başım hala daha ağrıyor yoksa-"

 

"Sus Ahu, sadece sus. Senden başka hiçbir şey istemiyorum." İnsanlar çok konuştuğum için bana bazen katlanamıyor olabilirlerdi. Gözlerim kırgınlıkla bacaklarıma doğru dönerken yaptığı çorbanın mercimek olduğunu görmemle beraber duygulanmadan edemedim. "Mercimek yapmışsın..." ses tonum fısıltıyla çıkmıştı ancak o duymuştu.

 

Elleri arasına alıverdi kaseyi. "Çok seversin değil mi?"

 

Ezogelinden sonra sevdiğim ikinci çorbaydı.

 

En az onun kadar sever, delisiydim mercimeğin de.

 

Hatta,

 

Sevmek ne kelime, bayılırdım. "Yemeyeli uzun bir zaman oluyordu biliyor musun?" Gözlerinde gördüğüm o duygu, içime oturdu.

 

"Gel buraya başımın belası, kendi ellerimle içireceğim sana çorbayı. Ama yaralandığın için!"

 

Sessizce çorbamı içirirken ikimizde başka hiçbir şey dile getirmedik. Gözlerimiz dakikalarca kaçmıştı birbirinden. Çorbanın bitimiyle sonunda bana bakabilmişti. "Bir şey değil."

 

"Ha?"

 

"Gözlerin, teşekkür ediyordu bana." Utançla kızarırken, onun kahkaha atmasına sebep olmuştum aniden. "Bak yine aynısı oluyor! Sen yine utanıyorsun? Kızım bu sefer dudaklarım kirli de konuşmadı, bu güzelim yanakların neden kızarıyor?"

 

"Senin karşımda bana böyle bakman yetiyor. Elimde değil, özür dilerim."

 

"Dileme Ahu, başını yere asla eğme. Hem ben nasıl bakıyorum sana?"

 

"Böyle işte." Parmaklarımla burnumu kaşıdım. "Beni yiyecekmiş gibi." Söylediğim şeyi ciddi ciddi dinlerken dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı. "Doğrudur, seni yemek istiyorum ama burada değil."

 

"Nerede? Yoksa yamyam mısın? İnsan eti mi yiyorsun?"

 

Gözleri şaşkınlıkla açılırken boşboğazlığım karşısında elini havaya kaldırdı yardım istercesine.

 

Kaseyi mutfağa götürürken içimi kemiren o soruyu dudaklarım arasından döküverdim. "Korhan'ı..." derin bir nefes çekerken içime gözlerimi de bilerek dolduruyordum. "Gerçekten öldürdün mü?" Bakışları önce yalandan birbiriyle oynayan elime kaydı, ardından da gözleri dolu olan yüzüme.

 

"Hey hey, ağlamak yok." Endişeyle yanıma diz çökerken ellerimi tutuverdi sıkıca. "Nolur öldürmedim de! Biliyorum ben çok kötü bir kızım ama o ölmeyi hak etmedi! Sana yalvarırım al canımı ama ona dokunma..." Gözlerimden düşen timsah yaşlara hızlı kanmıştı. "Güzelim." Parmaklarıyla düşen yaşları okşadı hafifçe. "Öldürmedim, sakin ol. Dinle beni, kimseyi öldürmedim. Sadece-"

 

Cümlesini bitirmesine izin vermeden hızla lafa girdim.

 

"Öldürmedin mi?" Başını hızla iki yana doğru sallarken hala daha inanamıyordum. "Ama iyi de neden öyle dedin ki bana?"

 

Yanağımı parmakları arasına alarak ona bakmamı sağladı. "Dinle beni! Sen kötü değilsin, sen benim güzelimsin anladın mı beni? O piç ölmedi, o yaşıyor. Sadece tepkini ölçmek istedim. Gözlerin konuşuyor, dudakların yalan söylerken gözlerinden okuyorum ben seni. Bitirmeme izin vermedin ki. Sakin ol, geçti. Ben yanındayım. Herkes iyi, kimseye bir şey olmadı."

 

Ben yaşadığım şoktan yavaşça ayrılırken kollarımı onun omzuna doğru sararak aniden sarılıverdim. Bu tepkiyi beklemiyordu. Ben de beklemiyordum. Sadece içimden sarılmak gelmişti.

 

İkimizin de dudakları arasından bir şey dökülemezken, yutkunuverdi hafifçe. Geriye doğru çekiliverdiğim esnada tam bana sarılmak üzereydi o. Adem elmasının oynayışını seyrettim sessizce.

 

Ardından bakışlarım boynunda duran yin yang kolyesine takıldı. Bunu daha öncesinde de görmüştüm. Kuğu kolyesiyle bir bütün oluşturmuştu yin yang. "Bu kolyenin bir anlamı var mı?"

 

Bakışlarımdan rahatsız olmuş gibi hafifçe olduğu yerde kıpırdandı. "Birden fazla anlamı var, değerlimden kaldı bu bana."

 

Yani o kadından.

 

"Şey."

 

"Şey?"

 

O elini ensesine atarken ben de gözlerimi onun dışında her yerde gezdiriyordum. "Ben şömineye odun atayım o zaman, bitmiş."

 

"Evet evet, bende duş alayım o zaman. Pisim çünkü."

 

"Başın yaralı, olmaz öyle şey!"

 

"Beraber girelim? Sen beni yıkarsın?" Gözlerimiz birbiriyle kesişirken bu sefer utangaçlık duygusu bedenimi sarmamıştı. İkimiz de konuşurken saçmalıyorduk. "Yani yıkarsın derken ben tamamen soyunmam, en kötü yanımda durur-"

 

"Keselememi istiyorsan, keselerim Ahu. Kendimden küçük bir kıza aşık olacak bir adam değilim ben. Fazlasıyla yaşlıyım bildiğin üzere."

 

"Kesin öyledir!" İç sesim istemeden gülümsememe sebep oldu.

 

Biz birbirimize çok zıttık zaten.

 

Yin yang da öyle değil miydi?

 

Zıt kutupların uyumuydu.

 

Ellerimi birbiriyle oynatırken sessizce başımı salladım. "Ama bakmayacaksın?" Keselerken tamamıyla çıplak olmayacaktım zaten. "Tamam." dedi hafifçe gülümseyerek. "Sadece keseleyeceğim seni."

 

Evet, biz birbirimizden nefret eden ve belki de bir dakika sonra tekrar büyük bir kavgaya girişebilecek o ikiliydik. Dengemiz yoktu, ortamız yoktu sadece anı yaşıyorduk.

 

Önden ilerlemeye başlarken aşağıda uğraşması için kafamda birkaç şey kurguladım. Sıcak suyu ayarlamak için küçük duşun bulunduğu lavaboyu kendince ayarlamaya çalıştığı esnada, "Karan bir ses duydum!" diyerek yalandan hızla kalbimin olduğu tarafa parmaklarımı doladım.

 

"Ne sesi, durduk yere iş çıkarma-"

 

"Karan bir ses duydum diyorum sana! Ya başımıza bir iş gelirse? Ya biri varsa?"

 

"Başına bir iş gelemez, yanında ben olduğum müddetçe. Sakin ol, bakıp geleceğim ve hiçbir şey olmayacak tamam mı? Kimse yok, tekiz ve beraberiz."

 

Hafifçe yutkunurken gidişini seyrediyordum.

 

Hızla telefonumu tam duş alacağım yere doğru sabitleyerek videoya almaya başladım. Bu video ileride çok işime yarayacaktı, sonuçta beni tehdit eden birisi olursa Karan'ın önceliğini buna yorarak onu kandırmayı başarabilirdim değil mi?

 

Bunu Karan'a kötülük olsun diye yapmıyordum. Kendime ne olur ne olmaz bir yol hazırlıyordum o kadar.

 

Ben istediğim şeyi elde edebilmek için kendimi bile ortaya atabilecek bir kadındım ve Karan, bu yüzümle çok güzel bir şekilde tanışacaktı.

 

Sadece eli armut toplayan o değildi çünkü. Bu video çok boşuna gözükebilirdi ancak benim nasıl bir şey kurgulayabileceğimi kıvrak zekam çok iyi biliyordu.

 

Beni kendi elleriyle keseleyecek olması değildi mesele, benim videomun çekilmiş olmasıydı.

 

Ve bunun suçunu da zamanı gelince birinin üzerine atardım.

 

Mesleğimi elimden almasına öyle kolay kolay izin verecek biri değildim ben.

 

"Boş, ev temiz. Gerilmene gerek yok." İçeriye yavaşça girerek bakışlarını bana doğru çevirdi ve parmaklarıyla bedenimi işaret etti. "Soyun." Duyduğum bu kelimeyle dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, yüzündeki muzip ifadeyi bozmadı. "Soyun mu? Burada mı soyunayım?"

 

Ahu!

 

Öyle mi söylenir o Ahu!

 

Bazen gerçekten dengesiz olabiliyordum.

 

"Yavrum duştayız, tercihin yatağımızda soyunmaksa eğer geçelim istersen." Gözlerim kısılırken üzerine yürüdüm yavaşça. Ellerimle göğsüne hafifçe vurarak geriye doğru ittirdim. "Bunun için önce senin soyunman gerek. Ama istersen hazır ellerim bedeninde gezinecekken ben soyabilirim seni."

 

"Tamam sapık adamlara benzedin iyice."

 

"Bunu gerçekten yapacağımı bekleme, isteseydin bile yapmaya yeltenmezdim. Yabancısın benim için, hem zaten-"

 

"Efil'e aşıksın."

 

Bakışları direkt olarak beni buldu ancak gözlerinde birden fazla duyguya şahitlik ettim. "Beni onun yerine koymaya çalışmandan oturtabiliyorum bazı şeyleri, sana ne yaşattı bilmiyorum ama sen hala o kadına sevdalısın."

 

Bunu söylemek neden canımı yakıyordu?

 

Aksine sevinmem gerekiyordu, karşımdaki düşmanımdı.

 

"Hem," hızla konuyu değiştirdim.

 

"Kirli konuşmayı çok seviyorsun." Hafifçe gülümseyerek üzerindeki kazağı hızla çıkarıverdim üzerinden. Göğsünde yer alan yara izleri, onunla bir bütündü ve sanılanın aksine çok güzel gözüküyordu.

 

Daha doğrusu izmarit iziydi bunlar.

 

İkimizin de ne çok acısı vardı aslında.

 

"Kim sebep oldu bu yaralara?" Parmağım göğsünde gezinirken yüzüm düştü istemsizce. Titrek bir nefes çekti içine. "Herkesin." Gözleri gözlerimi izliyordu. "Geçmişinde dile getiremediği vardır bir ya da birden fazla yarası. Sevdiğim kadının ben de bıraktığı eserler bunlar."

 

Ona ne yaşattın Efil?

 

Son cümlesini sert bir şekilde dile getirmişti. Daha fazla ileriye gitmeye cesaret edemiyordum.

 

"O şu an nerede diye sorsam çok mu ileri gitmiş olurum?" Gözleri gözlerimi buldu tekrardan. Sadece izledi beni. "Çok ileri gitmiş olursun."

 

Bu aramızdaki bir duvardı artık.

 

Ağzımın içini şişirerek üzerimdeki kıyafeti seyrettim.

 

"Kazağımı çıkarmaya üşeniyorum." Gülümsemesine engel olamazken başını iki yana doğru sallayarak kazağımın iki ucundan tutarak aynı şekilde çıkarıverdi. "Ben çıkarırım yorulmana gerek yok." Şu an sütyenimle karşısında duruyordum ve utanç kendisini çok geri planda tutuyordu.

 

Gözleri bir an bile olsun göğüslerime kaymadı. Bedenimi yavaşça döndürerek sırtımı göğsüne yasladı. "Kokun, nasıl burayı esir alabiliyor? Beni delirtiyorsun, farkında mısın?" Sessiz kalarak ellerinin belimden pantolonuma doğru ilerlemesine izin verdim. Büyük bir yavaşlıkta düğmemi açtı ve ardından burnu sırtımda gezinerek aşağıya indi ve pantolonumu da indirdi.

 

Şu an karşısında yarı yarıya çıplak bir haldeydim. Burnunu boynuma sürterek kokumu içine çekti derince. Sıcak nefesi yüzüme vuruyordu. "Bedenin titriyor Ahu ve bu sadece parmaklarımın bedeninde gezinmesiyle oluyor. Sen ileride yaşanacaklara nasıl dayanacaksın? Sakin ol." Hafifçe yutkundum. "Kopçanı açacağım ama göğsünden düşmesin diye tut." Sırtımı keseleyeceği için böyle bir çözüm bulmuştu. "Yavaşça gir küvete."

 

Sanki birbirinden nefret eden biz değilmişiz gibi, bu yaşanan şeyler hiç olmamış ve normal bir çift gibi bu şekilde davranıyor oluşumuz aslında o kadar hastalıklıydı ki.

 

Normal değildik biz.

 

Küvetin en başına doğru otururken onun da arkama geçmesine izin verdim. "Yanlış anlaşılma olmasın, rahatsız olursun diye pantolonumu çıkarmıyorum." Sırtımda yer alan izler, onun göğsünde yer alan izlerle aynıydı.

 

"İzmarit."

 

"İzmarit."

 

Aynı anda dile getirdik bu kelimeyi.

 

"Benim de vücudumda izler var ama kimin sebep olduğunu ve nasıl yaşandığını hatırlamıyorum. Ben uzun bir süredir çok fazla şey unutuyorum. Ama fark ettim ki," hafifçe yutkundum.

 

"Kaderin, kaderim, ortak." Acıyla dile getirdim bu cümleyi, geçmişin izleri asla silinmeyecekti bedenimizden. "Biz neden böyleyiz?"

 

Eline aldığı süngere sıktığı jelle beraber sırtımı okşamaya başladı. "Bunun cevabını sana bir gün vereceğim ama şu an için çok erken. Bu unutkanlık durumu çok şiddetli mi?"

 

Hafifçe yutkundum.

 

"Dürüst olmaya korkuyorum biliyor musun?"

 

Eli yavaşladı bu söylediğimle.

 

"Sen kendini köprüden atmadan önce-"

 

"Lütfen hatırlatma!" dedim acıyla. Beni kendi kendime konuşurken görmüştü. "Hastaymışım gibi hissetmeme sebep oluyorsun. Ben hasta değilim, değil mi Karan? Belli etmemeye çalışıyorum ama çok korkuyorum..."

 

Ses tonum o kadar ürkekçe çıkmıştı ki. Islak saçlarıma ufak bir öpücük kondurduğunu hissettim.

 

"Hasta da olsan her şeyin çözümü var. Ben iyileştiririm seni, yanında olurum. Sırtını bana yaslaman yeter küçük hanım..."

 

İlahi Bakış Açısı

 

"Hasta herif! Hepiniz sorunlusunuz, kurtuluyorum sizden!" Kadın cümlesini tamamlayamadan ona çarpan araba yüzünden gözlerini kapamıştı. Büyük tesisten kaçmayı başarmış ve dakikalardır koşuyordu. Siyah Mercedes bir arabanın yaklaştığını fark ettiği an durdurmak için kolunu uzatacakken ona acımadan çarparak kadının takla atmasına sebep olup, yere çakılmasını sağlamış ve her yeri kana bulamıştı.

 

"Kahretsin!" Tüm olanları uzaktan büyük bir zevkle seyreden Kuzey, kahkahasını tutamadı. "İyi uçtu kaltak karı!" Bu sahneyi tabii ki Ahu bu şekilde öğrenmeyecekti, yaşanan bu trajedi Kuzey'in o kadar işine gelmişti ki, eline aldığı telefona gönderecek olduğu mesaj, sonun başlangıcı olacaktı.

 

Uygar fazlasıyla gergin bir şekilde etrafında bir ileri iki geri ilerliyorken odasının kapısı çalıverdi yavaşça. Sevdiği kadın olan Serap'ın durumu şu an için fazlasıyla kritikti. "Uygar, istediğin oldu." Gözleri acıyla titrerken yaşatmak zorunda kaldığı durum için içten içe nefret duyuyordu. "Serap'a dokunma, Karan'ın bölgesinde can çekişir vaziyette kalsın. Karan'a fotoğrafı at sen, suç üstü yakalamış gibi göstereceğiz."

 

 

Karan'ın oyuna geleceğini düşünecek kadar salaklardı aslında.

 

Saatler sonra duştan çıkabilmiş olan Efil'in odanın içerisinde elinde telefona kitlenmiş bir şekilde bakan Karan'a seslenerek, "Bir sorun mu var?" dedi soğukkanlılıkla ancak o, bengi beyazı atmış bir halde hızla hazırlanmaya başladı.

 

"Poyraz, sana atacağım adrese önden git koçum, bir pislik varsa durumu izah edersin. Ben de arkandan geliyorum." Karan salak değildi, sazan gibi atlamazdı. Ne olduğuna ilk Poyraz, bakacaktı.

 

"Ne oluyor? Nereye gidiyorsun sen?" Karan gerginlikle karşısında duran bu kadını daha fazla telaşlandırmak istemiyordu. Bu yüzden annesinin kanlı fotoğraflarını elbette ona gösteremezdi. Ellerini kadının yüzüne doğru götürerek yanağını hafifçe okşadı. "Bana güven ve beni burada bekle tamam mı? Küçük bir pürüz var, halledip hemen döneceğim."

 

Ahu için sabretmek ve güven, ikisi tamamıyla zıt şeylerdi.

 

Son sözü bu olmuştu.

 

Kötü günler bitmemişti.

 

Kötü günler daha yeni başlıyordu.

 

Ahu Vural'dan;

 

Üç saat.

 

Üç saattir Karan'dan ne ses vardı ne de seda. Onu hiç aramamıştım ancak mesajlarımın hiçbirine dönüş yapmamıştı. Kapının sesini işiten kulaklarımla beraber hızla bakışlarımı yanan şömineden çevirerek ayaklandım.

 

Gelmiş olmalıydı.

 

Çantamın içerisinde duran telefon arayıcılığıyla beraber infazcıya iletmem gereken mesajı normal telefonuna şifreli bir şekilde iletmiş, ardından tekrardan telefonu göğsüme sıkıştırmıştım. Normal şartlarda gözlemi yapacak olan kişi ben olmalıydım ancak şu an bu mümkün değildi.

 

Bu yüzden bu işin içine yine Yazgı'yı da çekmiştim.

 

Benim yerime bilgileri o not alacaktı.

 

Bir yandan da Aksaray davası sürüyordu ve ben babamla birkaç gündür hiçbir şekilde iletişime geçememiştim. Bu davanın mantıklı bir şekilde çözüme kavuşması gerekiyordu. Babamla yüz yüze geldiğim ilk an Altay'ı detaylıca soracaktım. Buradan çıktığımız gibi ilk işim onunla yüz yüze görüşmek olacaktı. Karan'ın eve döndüğümüz an bu davayı tekrar önüme sereceğini biliyordum.

 

Kapıyı açmamla beraber karşımda gördüğüm bu kadınla birlikte, kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. "Senin burada ne işin var?" Elinde duran şarap şişesiyle karşısında o da beni görmeyi beklemiyordu belli ki.

 

"Sen, burada mıydın?" Gözleri nefretle kısılırken bedenimi ittirerek içeriye adımladı yavaşça. "Belli ki yaran çabuk iyileşmiş." Dudaklarına yerleşen şeytani gülüşle beraber kalçasını yavaşça koltuğa yerleştirerek, "Karan seni öldürecek, biliyorsun değil mi?" dedi büyük bir mutlulukla. Gözlerim kısılırken dudaklarım arasından dökülen kıkırtıya engel olamadım.

 

Bakışları arkamda duran duvarın üst kısmına hafifçe kayarken kaşlarını çattı hafifçe.

 

Ardından hızla toparlayıverdi kendini.

 

"Gizem ya." Bu tavrım hiç hoşuna gitmemişti. "Sana acıyorum biliyor musun? Karan senin hayal ettiğin hiçbir şeyi bana yapmayacak. Maalesef ki beni öldürmeyecek ve hatta bahsimi de arttırıyorum. O bana hiçbir şey yapmayacak. Beraber duşa girdiğim ve beni okşayarak seven bir adam sence öldürür mü? Sana inanmış olsaydı daha o dakika sıkmıştı kafama, o benim korkumdan besleniyor. Sana inandığı falan yok, yani şahsen inanmış olsaydı," Adımlarım üzerine giderken başını yavaşça geriye doğru ittirmek zorunda kaldı. "Kucağındayken, saçlarını okşamama izin verir miydi? Saçları hiç okşanmamış ve sadece benim okşamama izin veren bu adamın?" Elbette o sarhoşmuş gibi davranırken duyduğum şeyi unutmamıştım.

 

Benim saçlarını okşamamı istemişti o gün.

 

Bunun öneminin ne kadar büyük olduğunu Gizem'in rahatlıkla anlayacağını düşünüyordum. "Sen." dedi anlamak istercesine. "Onun saçlarını mı okşadın?" Gülümseyerek sürdürdüğüm yalanın yemesini mutlulukla izlerken başımı salladım yukarı aşağıya doğru. "Hemde kucağındaydım, o kadar uyumluyuz ki aslında. Bir bütünüz, büyük elleri kalçamı kavrarken bile zikrediyordu her bir zerresi. Karan bensiz yapamıyor be Gizem." Gözlerinin yavaş yavaş dolmaya başlamasıyla beraber, cama yansıyan araba farıyla gözlerimi yavaşça kapadım.

 

"Hatta sana kötü bir haberim var. Karan bu hayatta kimse için ocağın başına geçip çorba yapmamış biliyor musun? Ama ben nehire düşüp bayıldığım için bana kendi elleriyle çorba hazırladı.

 

"İyi de nasıl, Kızıltuğ yemek yapmaktan nefret eder. Sen kim oluyorsun, kendini ne zannediyorsun?"

 

Üzerime yürümeye başladı.

 

"Biliyor musun? Beni tanısaydın, şu an karşımda duruyor olmayı istemezdin. Ben çok kurnaz bir kadınım ve senin orada yaşattığın şeyin, bir karşılığı olacak. Hamilesin sanırım?" Karşımda duran kadının karnına sertçe tekme geçirirken bir an bile umursamadım. Ne de olsa o kendini bıçaklarken ve suçu bana atarken umursamamıştı değil mi? "Ve ben, kötü bir kadınım. Madalyonun iki yüzü vardır, ikinci yüzüme merhaba de."

 

Bu, bana yaşattığı şeyin bedeliydi.

 

Bana kolaylıkla iftira atabilen bir kadın vardı karşımda.

 

Kendisine zarar verirken suçu bana kolaylıkla yükleyebilen.

 

"Şimdi asıl oyunu izle ve gör. Aklını alacağım o patronunun. Sana değil, bana seferber olacak." Masa üzerinde duran bıçağı ellerim arasına alarak sol yanağıma doğru acımadan sert bir çizik attım çok derin olmayacak bir şekilde. Üzerimdeki kazağın yakasını da acımadan yırtarak boğazıma çok derin olmayacak bir şekilde yırtık geçirdim ve yerde kıvranan kadının saçından kavrayıverdim acımadan.

 

"Ahu ne yapıyorsun, yapma!"

 

"Zarar verme, sen bu değilsin!"

 

İç sesim bana vicdan mı yaptırıyordu?

 

Gizem'in üzerine gitmeye çalışıyordum ancak bacaklarım buna engel olmaya çalışır gibiydi.

 

Üzerimde durması gerekiyordu. O kadar çok acı çekiyordu ki, üzerimde dururken bile kendisini geriye çekmeyi başaramıyordu. Saçlarımı birkaç kez karıştırarak eli arasında tutmasını sağladığım bıçağı itmeye çalışırken açılan kapıyla beraber onu ittirmeye çalışmış gibi yaptım üzerimden.

 

Ses tonum fazlasıyla ağlamaklı çıkarken, "Uzak dur benden! Yalvarırım öldürme beni, söz veriyorum uzak duracağım Karan'dan diyorum sana! Aramızda bir şey geçmedi, lütfen öldürm-" Cümleme devam edemeden öksürüyormuş gibi yapmaya başladım.

 

Karan gördüğü manzara karşısında hızla yanıma adımlayarak bedenimi kolları arasına çekti. "Ne oluyor burada amına koyayım!" Poyraz'da kapının ardından girerek bizi izlemeye başlamıştı.

 

Dudakları şaşkınlıkla aralanarak durumu idrak etmeye çalışıyordu. "Ahu?" Saçlarımı yavaşça okşayarak düzeltmesine izin verdim. Poyraz'ın adımları Gizem'e yaklaşıverdi yavaşça. "Yine mi yengeme zarar vermeye kalktın kızım sen! Yeter be artık çok olmaya başladın." Cümlesinin ardından bana dönerek hafifçe göz kırptı.

 

Oyun oynadığımı direkt anlamıştı.

 

Karan sessizce ikimizi seyrederken ben çoktan ağlamaya başlamıştım bile.

 

Beni hafife alıyordu.

 

"K..Karan, oyun oynuyor. O..o üzerime saldırdı!" Tekrardan üzerime saldırmaya kalkıştı ancak başarılı olamadı. Sessizce beni seyreden adama bakışlarımı çeviremeden dudaklarımı yalayarak yüzümü hafifçe yere doğru eğdim. Yanağıma dokundu parmağı. "Canın." ses tonu titriyordu. Endişeliydi. "Yanmıyor, değil mi?" Yaranın üzerinden geçen tuzlu gözyaşım orayı yakarken, "Yok." dedim hıçkırarak. "Şu an tuzlu gözyaşım yaktı ama yanmıyor." Elim koluma dokunarak sıvazlarken utangaç bir tonla, "Bana inanmayacaksın zaten. Gizem haklı, bana istediğini yapabilirsin. Ben yaptım, saldırdım ona. Bunları da kendim yaptım, o suçsuz." dedim ses tonumu bilerek titretmeye çalışırken.

 

Poyraz nefretle gözlerini kıstı. "Gizem'in sana takıntısı yüzünden Ahu'nun zarar görmesinden çok sıkıldım abi! Bu kadar da deli değil benim yengem, bunu yaptığı belli kızın. Gidipte stilettolu yengemden bilme bunu, farkına var artık!"

 

Beni her daim savunuyor oluşu o kadar hoşuma gidiyordu ki.

 

Çenemi tuttu parmakları. "Bak bana, gözlerin benden başkasını görmesin." Kuruyan dudaklarımı tekrar yaladım. "Yapma Ahu, kuruyan dudaklarını yalama. Sinirliyim hele şu an bunu hiç yapma!" Yüzüm kızarırken yanağımda hissettiğim sızıyla mırıldandım acıyla.

 

"Abi şu an sizin öpüşme sahnenizin sırası değil bilesin. Az ciddiyet, konuyu cımbızla mı buraya getiriyorsunuz yüce İsa ama ya!"

 

Poyraz'ın söylediği şeye karşılık gülmemek için zor dururken, "Sen ıslat o zaman dudaklarımı, dayanamıyorum. Kuru ya, acıyor." dedim sırf bizi nefretle izleyen bu kadın delirsin diye.

 

"Yenge kuruyan dudaklar için mükemmel bir nemlendirici önerim var, nivea markasının çilekli. Hem renk veriyor hem tadı güzel. Gel sana onu süreyim, gerek kalmasın elalemin dudaklarının sana değmesine!"

 

Daha fazla kendimi tutamadan gülmeye başlamıştım.

 

Aynı şekilde Karan'da kendini tutamıyordu.

 

"Kimden çaldın lan o nemlendiriciyi? Gökçe mi verdi?"

 

"Ne yani abi, ben gidip kozmetik satıcısından alamaz mıyım allahın nemlendiricisini? 75 lira verdim be ben! Para kolay kazanılmıyor, her gün sürüyorum ki boşa para vermiş gibi hissetmeyeyim. Erkek adam dediğin bakımlı olur, sana da tavsiye ederim."

 

"Sen erkek miydin?"

 

Poyraz elini ağzına götürerek hayretle bakakaldı. "Ne yani, ben kadın mıyım? Allahım penisim var ama? Trans mı oluyorum, bu yüzden mi erkeklere düşüyorum! Hayatım sen erkeklerden hoşlanmıyorsan ben ne yapabilirim?"

 

"Bak şu piçe konuyu nereden nereye getirdi? Gel birde kucağıma çık istersen kardeşim, gaysin de haberimiz mi yok?"

 

Ciddi ciddi tartışıyorlardı ve buradaki konu unutulmuştu.

 

"Yok abi biliyorsun benim hoşlandığım bir kadın var ama şimdi bazı erkekler de güzel, yalan değil. Mesela baş harfi Karan, şerefsiz olmasa her gün karı kızı yatağa atmasa nikahı basmıştık. Nerede benim pembe Porsche arabam!"

 

Pembe Porsche.

 

Benim dağ evindeki anımda da vardı.

 

O an hayal veya sanrıdan ibaret değildi.

 

O an yaşanmıştı.

 

"Bağırma lan deli danalar gibi! Senin cırtlak sesini mi çekeceğiz, ciddi ol az."

 

Gizem bizi işitirken bakışları nefretle bana döndü. "Ahu'nun oyununa geliyorsunuz! Bıktım bu kadının oyunlarından artık! Ne yapsam elimde kalıyor, nesin sen ya ne ne! Kara bela gibisin, atsan atılmıyorsun satsan satılmıyorsun! Yeter kızım, senin gibi parayla başka bir aileye satılmış ortam malı nasıl bu kadar değerli olabiliyor?"

 

Söylediği cümlede takıldığım tek yer parayla satılmış ibaresiydi.

 

Poyraz hızla bakışlarını bana çevirirken dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. Az önce şakayla ortamı rahatlatmaya çalışan adam bile şu an büyük bir ciddiyetle Gizem'e bakıyordu. "Sen ne saçmalıyorsun? Ne satılması?"

 

Gizem ayağa kalkmaya çalışırken Poyraz hızla koluna girdi ve sürüklemeye başladı. "Sen çok fazla oldun, yürü lan. Zırvalıklarını dinlemeyeceğiz, gidiyoruz buradan!"

 

"Dur Poyraz, bırak konuşsun. Varsa bir bildiği paşa paşa kanıt gösterecek zaten-"

 

"Yenge gözünü seveyim inanma şu kaltağa görmüyor musun?" Nefretle kolunu sıktı. "Yalan söylüyor, hiçbir sik bildiği yok. Değil mi Gizem?"

 

Aralarında geçen sessiz bakışma, rahatsız etmişti beni. Bu ciddiyet, Poyraz'ın gerçek yüzüydü.

 

Gizem Poyraz'ın sürüklemesiyle birlikte sanki onu dinleyerek bu meseleyi es geçti ve dudaklarını açtı tekrardan. "Karan, bu kaltağa inanmıyorsun değil mi? O yalan-"

 

"Eğer benim soyadımı taşıyacak olan bu kadına bir daha kaltak dersen, senin o dilini koparırım. Kıskançlığın yüzünden ne hale geldiğimize iyi bak!" Adımları Gizem'in üzerine doğru yürümeye başladı. "Benim kadınıma, elini sürdün. Ahu'ya yaptığın bu şeyin bedelini ödeyeceksin Gizem!"

 

"Sen delirdin mi, beni bıçakladı ya bu kadın! Ben-"

 

O kadar halsizdi ki.

 

Gözleri bile bayık bakıyor, cümleleri yuvarlanıyordu ağzında.

 

"Kes lan sesini! Ahu'nun seni bıçaklamadığını sende bende, bu kulübe içerisindeki herkes çok iyi biliyor!" Çenesini parmakları arasına alarak yüzünü dış kapıya doğru ittirerek vurmasını sağladı. "Akıtırım pekmezini, bu kadına bir daha elin kalkmayacak! Dudaklarından tek bir kötü söz işiteyim Gizem, ecelin ben olurum."

 

Gizem'i Poyraz'a doğru ittirerek çıkmaları için gözleriyle işaret etti. Tam bu esnada göğsüm titremişti. Mesaj gelmişti. "Poyraz beni ne kadar susturmaya çalışsa da aç gözünü iyi bak! Senin gerçek ailen kim bilmiyorum ama sen o kadar sevilmeyen bir mahluksun ki! Seni öz ailen üç milyon dolar karşılığında üvey bir aileye satmış Ahu! Gerçek senin bildiğinin çok ötesinde, sen ailesinin sevilmeyen ve asla sevilmeyecek olan kızısın! Bir hiçsin, para bile senden daha değerli, bir insanın başına gelebilecek en kötü şeysin sen! Kimse seni sevemeyecek!"

 

Sol gözüm seğirirken bu sefer göğsümü acıyla yakarken içimde yanan kor alevleri söndürmek istemedim. Bu işittiğim şey, saçmalık ötesiydi. O, beni gerçekte bilmiyordu bile. Benim babam beni çok seviyordu.

 

Annem de beni çok seviyordu.

 

Karan üzerine gidecekken kolundan tuttum durması için. "Kızıltuğ, yapma. Boş ver konuşsun o, beni yalnız bırakma..." Gözlerim yavaşça kapanıyormuş gibi yaparak beni tutmasını sağladım. "Ahu!" Hızla bedenimi kolları arasına alarak kendisine doğru çekti. Yüzüm göğsüne gömülü bir haldeyken ağlamaya başladım tekrardan.

 

Timsah gözyaşları.

 

Benim en güçlü silahlarımdı.

 

Poyraz, seni de listeye ekledim.

 

Bildiğin bir şeyler var.

 

Derhal babamla görüşmem gerekiyordu.

 

"Kazağım mahvoldu... Baksana şuna!" Yırtılmış kazağımı işaret ettim. "Her yerim çizik, aynalara bile bakamayacağım." Beni yerden kaldırarak koltuğa doğru ilerletti sessizce. "Aynalar kırılır güzelliğine. Şu yüzünde yer alan çizik iyileşene kadar her gün öperim gerekirse. Geriye hiçbir şey kalmayacak, dudaklarım, dudakların, ilaç." Parmaklarım onun yara izine dokundu. "O zaman benim de her gün bu yara izini öpmem gerekmiyor mu?" Gülümsedi hafifçe, "Sen onu okşasan yeter, geçmeyen yara izini öpmek kanatır. Sen gözlerinle sev, gerisine gerek yok."

 

"Söz mü?" Gözlerimi kapadım yavaşça. "Yaramın iyileşeceğine dair söz ver bana." Saçımı okşamaya başladı. "İyileşmezse öpmeye devam ederim, yara iyileşmediği için utanır kendinden. Anlaştık mı?" Küçük bir çocukmuşum gibi ilgilenmesi o kadar duygulandırmıştı ki.

 

Burnumun direğinin sızladığını hissettim.

 

"Ahu, Gizem bu yaşattığı şeyin bedelini ödeyecek. Sen bana güven yeter, tamam mı?" Sessiz kalarak gözlerimi kapadım. Dudaklarıma yerleşen şeytani gülüşü bilen sadece tanrıydı.

 

Beni hafife almışlardı.

 

"Kazağını giymek istiyorum." Üzerimdeki paramparça olan kazağı çıkararak yere atıverdim yavaşça. Karan hızla yüzünü diğer tarafa çevirdi. "İnsan bir haber verir kızım! Az daha seni çıplak görüyordum."

 

Dudaklarım arasından dökülen kahkahaya engel olamadan üzerindeki kazağı çekiştirerek ellerim arasına aldım ve giyiverdim bir çırpıda. "Namuslu kadınlar gibi davranmasana, daha birkaç saat önce beni neredeyse çıplak gördün zaten."

 

"Aynı şey değil, bu kadar rahat olma. Benim yanımda bile."

 

"Ne o, kendine hakim olamamaktan mı korkuyorsun yoksa?" Yüzünü bana doğru çevirerek yavaşça üzerime doğru eğildi. "Sana hakim olamamaktan zaten korkuyorum ancak bu kadar rahat olman, beni rahatsız ediyor."

 

"Ha sen başka erkeklere de böyle olurum diye korkuyorsun?" Bakışları kısılırken sessizliğini korudu.

 

"Olma işte sen, benim yanımda ol ama başka erkeklerin yanında olma. Sana yan gözle bakarlar, oymak zorunda bıraktırma beni teker teker. Kötü kötü hayallerine alet ederler bedenini, olma yani kısaca."

 

"Kucağımdasın, benim kazağımı giyiyorsun ama yine de seni memnun edemiyorum. Başka ne istersin küçük hanım?"

 

"Krem şanti, çilek ve pasta keki. Beraber pasta yapar mıyız Kızıltuğ? Bir mafya liderinden isteyebileceğim en masum istek bu. Seninle pasta yapmak istiyorum."

 

Gözlerimin içine şefkatle bakarken ben o bakışların altında ezildiğimi hissettim.

 

Sessizce başını sallayarak ayağa kalktık.

 

"Ayrıca sen de böyle çıplak durma kadınların yanında, seni gören aşık oluyor zaten. Bu kaslı halini görerek kendileri ne hayallere kapılırlar sonra!"

 

Gülümsedi hafifçe.

 

"Korkma, görmesi gereken tek kişi görüyor zaten. Geride kalan kadınlar umurumda değil."

 

Karan malzemeleri almak için gözden kaybolurken telefonuma düşen bir diğer bildirimle elimi göğsümün içine doğru atarak sol göğsüme sıkıştırdığım ve gözükmeyen telefonu ellerim arasına alarak gelen bildirimlere bakmaya başladım.

 

Maskeli Katil'den gelmişti.

 

"Onun büyüsüne kapılıyorsun Roza. Belli ki sana samimiyetimi hissettiremiyorum. Sana kötü bir haberim var. Saçını okşayan eli kanlı bu adam, senin annenin kaza geçirmesine sebep oldu."

 

Okuduğum yazı, yüzümün sirke atmasına sebep olurken gelen fotoğraflara karşı dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. Annem...

 

Benim annem yaşıyordu.

 

Benim annem kanlar içerisindeydi.

 

Karan annemin boğazını tutuyordu.

 

Onu boğuyor muydu?

 

O kadar garip bir açıydı ki.

 

Nabzına mı bakıyor, boynunu mu kaldırıyor yoksa boynunu mu tutup sıkıyordu belli değildi.

 

Onu boğuyordu!

 

"Hayır hayır hayır!"

 

"Ahu Karan bunu yapmaz!"

 

İç sesimden artık nefret ediyordum.

 

Gözlerim az önce yalandan yere dolarken şimdiyse acıyla doluyordu. "Anne..." dudaklarım arasından dökülen bu nida, kalbimin tam ortasına bıçak yarası olarak giriverdi.

 

"Annen şu an hastanede. Sana konumu atıyorum, bu gece burada ol. Anneni kurtarmak için elimden geleni yapacağım, senin iyiliğini düşünen tek kişi benim. Bu gece ait olduğun yerde, doğru kişinin kolları arasında olacaksın."

 

Maskeli Katil kendisini gösterecek, annemi kurtaracaktı. Bir tarafta annem ölsün diye onu boğan adam, diğer taraftaysa yaşaması için çabalayan adam. Gözlerim nefretle kapanırken telefonu tekrar göğsüme yerleştireceğim esna Pamir'den gelen bir mesajla durduğum yerde buz kestim.

 

Hastaneye mi geliyordu?

 

Beni kurtarmaya?

 

Bir felaket geleceği zaman hepsi ardışık bir şekilde ilerlemeye başlıyordu. Ben, gerçekten de sevilmiyordum.

 

Oraya gidecektim.

 

En fazla ne olabilirdi?

 

Telefonumu göğsüme sıkıştırırken işittiğim adım seslerini dinledim sessizce. Yüzüm o kadar bir enkazı andırıyordu ki. Hızla gözyaşlarımı silerek her zaman yaptığım şeyi yaptım.

 

Yüzüme sahte maskemi takındım.

 

Maskeli katil gibi...

 

Dakikalar gerginlikle geçerken eli poşetlerle beraber içeri giren Karan mutluydu.

 

Hayatımı zehir eden adam mutluydu.

 

Pasta malzemelerini eksiksiz almıştı.

 

"Uyku hapın var mı?" İşittiği bu soru onun şaşırmasını sağlarken hızla açıklamasını yapıverdim. "Başım çok ağrıyor ve uyuyamıyorum. Direkt içip sızsam iyi olacak." Hiçbir şey söylemeden adımları ecza dolabına doğru ilerlerken onun içerisinde neden hap olduğunu sorguladım kısa bir an.

 

Elindeki poşetlere baktı durgunca.

 

Ardından yavaşça yere bırakarak yanıma yaklaştı. "Ahu, pasta için heyecanlıydın. Yapmak istemiyorsan istersen hazırını alıp gelebilirim. Canın çekmiştir şimd-"

 

"Uyumak istiyorum dedim." Hafifçe yutkunuverdim. "Bir bardak su getirir misin?" Sessizce başını sallayarak viski bardağıyla beraber bir bardak daha getirdi. "Sıcak olsun." diyerek sürahiye sıcak su doldurmasını izlerken viski bardağına ilacı koyup üstüne de viskiyi döküverdim.

 

O sek içiyordu.

 

Sürahiyi getirmek yerine yeni bir bardakla daha gelmişti.

 

"Ben de tadına bakmak istiyorum." dedim viskiyi işaret ederek. Tabii ki de canım çekmiyordu.

 

Elinde bir bardak suyla gelmiş ancak viskiye uzanmamıştı. "Ne o, yoksa bardağına ilacı damlattığımı mı düşünüyorsun?" Bunu direkt dile getirmem onun zaten şüphelenmesine zaten sebep olacaktı çünkü durduk yere böyle bir ima yapmayacağımı biliyordu. "Ters köşeyi seversin Ahu, böyle bir saçmalık yapmadığını biliyorum ama yapsaydın da kendi bardağına içirir aklıma oynardın. O yüzden sus ve sadece iç." Yüzüm hızla düşüyormuş gibi rol yaparak önce kendi bardağıma ardından da onun bardağına baktım. "Ne yani, kendi bardağımdan mı viskiyi içeceğim?"

 

 

"İstersen dudaklarımla içirebilirim. İkimiz öpüşürken viskiyi içmeye çalışırsın. Nasıl fikir? Tabii ki kendi bardağını içeceksin kızım! Bakıyorum da yüzün sirke attı?" Onu boğazlamamak için o kadar zor tutuyordum ki.

 

İçim cayır cayır yanıyordu.

 

Annem.

 

Annesi ödeyecekti bunun bedelini.

 

Beni öldürmek istercesine bakan bakışlarının ardından viskiyi ellerim arasına alırken o da alarak memnuniyetle içmeye başladı.

 

Bu adam gerçekten de salaktı.

 

Gözlerim kapatarak koltuğa kıvrılırken bir daha ne o ne de ben konuşmamıştım. Sabah olmaya başlıyordu, şunun şurasında pek bir şey kalmamıştı. Birkaç dakika geçti, nefesi nefesime karıştı. Üzerime konan pikeyi hissettim. "Bir tane pike varmış, üşütme. O seni ısıtsın, sende beni. O senin battaniyen sen de benim. Sen ona sarıl, ben sana sarılırım. Ergen veletler gibi ne saçmalıyorsun anasını satayım! Benden harbi romantik bir adam olmazmış, daha iki kelamı bir araya getiremiyorum." Alnıma konan öpücüğü ve ardından yanağımı okşayan parmağını hissettim. "Güzel bir uyku çek, her şeyin bedelini soracağım."

 

Bu adamın hasta olduğu kesindi artık.

 

O söylediği son cümleden kastı, her şeyin bedelini bana soracak olmasıydı.

 

Sanırım.

 

Öyle hissetmiştim.

 

Karan Kızıltuğ'un esas derdini öğrenecektim.

 

1 buçuk saat sonra

 

Karan sonunda uyuyakalmayı başarmıştı.

 

Göğsümde kedi gibi yatan bu iri cüsseyi yavaş bir biçimde yan tarafa ittirerek ayağa kalktım ancak tam o an da uyuşmuş olan bacağım yüzünden geriye doğru savsaklamak zorunda kaldım.

 

Kalbim.

 

Gümbür gümbür atıyordu.

 

Her bir aldığım nefes acı doluydu. Bir insan nasıl bu kadar gaddar olabilirdi?

 

Yüzüne doğru eğilerek nefretle fısıldadım. "Annemle derdin ne bilmiyorum ama bunun bedelini ödeyeceksin Kızıltuğ!"

 

Kızıltuğ'ların ödeyeceği bedeller vardı zaten.

 

Annem benim her şeyimdi.

 

"Aptalsın Ahu!" iç sesimin ansızın ortaya laf atması beni sinir ediyordu. Susturamıyordum da.

 

"Karan'a güvenmen gerekiyor, onu dinle!"

 

"Sus ya sus! Anneme zarar verdi o, nesine güveneceğim ben!"

 

Gözlerim çıkmadan hemen önce asılı duran kabanıyla kesişse de almadım elime. Üşümek istedim ilk defa.

 

Kapıyı yavaşça açıp kapatarak az ileride duran siyah Mercedes arabayla göz göze geldim. Adamını yollatmış olmalıydı. Hızlı adımlarla ilerleyerek arka koltuğa oturduğum gibi araba çalışmaya başladı. Göğsümde duran telefonu ellerim arasına almak için uzanırken gözlerim bir an olsun aynadan ayrılmıyordu ancak o zaten hiçbir şekilde bana bakmıyordu.

 

Telefonu açarken gözlerim gelen mesajlarda geziniyordu.

 

Dakikaları devirirken arabanın hastane girişiyle beraber arka kapıyı hızla açarak iniverdim içinden. Adımlarım ilk olarak acile doğru ilerliyordu ancak yabancı sesle beraber yönümü dış kapıya doğru döndürmek zorunda kaldım. "Diğer girişten girin Ahu hanım, acilde değil anneniz."

 

Karan'ın burada olduğumu öğrenmemesi gerekiyordu çünkü şu an öz annemin kolları arasına gidiyordum. Beni evlatlık alan ailemle de hala daha iletişim kuramamıştım ancak Yazgı benim yerime iyi olduğumu ve uzun bir seyahatte olduğum yalanını onlara güzel bir şekilde iletmişti.

 

Koşar adımlarla resepsiyona bile ilerlemeden merdivenlere yöneldim. Hangi kata çıkmam gerekiyordu bilmiyordum.

 

"Üçüncü kat efendim!" İşittiğim sesle adımlarım aynı hızla ilerlemeye devam etti.

 

Annem.

 

Şu an can çekişiyordu belki de.

 

Üçüncü kata varan adımlarım, nefes nefese kalmama sebep olurken acıyla yutkunuverdim. Karşımda uzun bir koridor beni karşılıyor ve o koridorun sonunda da...

 

Poyraz.

 

Poyraz acı içerisinde yerde oturuyordu.

 

Bedenim olduğum yere mıhlanırken yüzü yavaşça yukarıya kalkıverdi ve benimle göz göze geldi. "Ahu?" Beni burada görmeyi kesinlikle beklemiyordu, aynı şekilde bende onun burada olmasını beklemiyordum.

 

Yavaşça duvardan destek alarak ayağa kalktı ve yanıma doğru yaklaşmaya başladı. Girdiğim transtan kendimi çıkartarak yeri dövercesine attığım adımlarım, omzuna çarpmama sebep oldu ancak umurumda değildi. "Annem, annem nerede!" Büyük koridoru inletiyordum resmen.

 

"Ne yaptınız ona? Senin o pislik patronun-"

 

"Burada yatan kadının ölüm tehlikesi var..."

 

Cümlem yarıda kesilmişti.

 

Annem.

 

Ölümle mücadele ediyordu.

 

Poyraz hıçkırarak ağlamaya başladı. Aniden bana kollarını dolamasıyla neye uğradığımı şaşırırken soğukluğunu ve acısını iliklerime kadar hissettim. Gözlerim acıyla tekrardan dolarken karşımda gördüğüm heybetli beden yüzünden kaşlarımı çatarak bakakaldım.

 

Uygar bey.

 

Buradaydı.

 

Onun burada ne işi vardı?

 

"Ahu kızım..." Poyraz işittiği sesle beraber hızla kollarını bedenimden çekerek nefretle karşımızda duran bu adama karşı çevirdi. "Sen hangi yüzle buradasın lan?"

 

Uygar bey kesinlikle bu tepkiyi beklemiyordu.

 

"Kızım gibi gördüğüm kadın burada, ona destek olmak için buradayım, asıl sen burada ne arıyorsun evlat? Sabah güneş seni fena çarpmış sanırsam, ne söylediğini bile bilmiyorsun." İma dolu konuşma üzerine Poyraz dişlerini sıkarak sessiz kalmak zorunda kaldı.

 

Uygar bey bakışlarını bana çevirerek hafif bir baş selamı verdi. "Telefonuma resimler düştü, bu Kızıltuğ çok mu olmaya başladı bana mı öyle geliyor? Bence annesini öldürmemiz gerekiyor Ahu kızım, annen şu an acı çekiyorsa tek sebebi o!"

 

"Ne saçmalıyorsun sen, abimin adını alma o sikik ağzına!"

 

Gözlerimi acıyla kaparken elini omzuma koydu yavaşça ve kulağıma doğru fısıldayıverdi. "Duyduğuma göre anneni öldürmeye çalışacakmış, Giray'dan haber alamıyorum Ahu. İkizin onun elinde olabilir, aileni kökten bitirmek istiyor. Seni de istiyor aslında, iyi ki bilmiyor. O yüzden o yapmadan sen yapmalısın, zehir yoluyla hızlı bir ölüm çok güzel olurdu."

 

Poyraz kolunu onun omzuna koyarak, "Orada dur. Çok meraklıysan ölüme sal infazcılarını üzerine. Girme yengemin kanına, Ahu kimsenin katili olmayacak. Artık değil."

 

Artık değil.

 

"Artık değil derken?"

 

Telefonuma iki bildirim düştü tam bu esnada.

 

Gözlerim yaşlı bir şekilde telefonuma bakışlarımı çevirdim. İkisi de bilinmeyenden gelmişti. İlki bir videoydu.

 

Videoyu başlatarak izlemeye başladım.

 

Bir Porsche normal hız sınırının üzerinde gidiyordu. Büyük anayolun kenarında otostop çekmeye çalışan genç bir kız vardı. Uzaktan gelen Posche'yi görmüştü ancak daha parmağını indiremeden onu götürmesini beklediği araba, onun eceli olmuştu.

 

Pembe bir Porsche genç bir kıza çarpmıştı...

 

Kız takla atarak kanlar içerisinde yere çakılmış, araba ise az ötede duruvermişti. Hafif zigzag çiziyor olmasından sebep, arabayı kullanan kişinin kafasının biraz çakırkeyif olduğunu düşünmüştüm.

 

"Bu video saçmalığı da ne böyl-" Cümlemi yarıda kesen şey, arabadan inen kızı tanıyor olmamdan sebepti.

 

Çünkü o kız.

 

Bendim.

 

Arabadan ben iniyordum.

 

Elim başımda kahkahalarla yerde yatan kıza gülüyor hatta yetmiyor üzerine giderek ayağımla itekliyordum kanlar içerisinde olan bedeni. O kadar sarsak bir halde yürüyordum ki, bu kayıt yıllar öncesine aitti.

 

Doğum günüme aitti, hayal meyal hatırlıyor gibiydim.

 

Arabaya tekrar binerek gözden kayboluyordum.

 

Kafam güzeldi.

 

İyi değildim.

 

Bu ben olamazdım, ben bu kadar acımasız bir kadın değildim...

 

Ben böyle bir anı tam hatırlamıyordum. Ne kadar içtim bilmiyordum ancak zihnimde böyle dehşet verici bir an hiç olmamış, babamlar ise bana dile getirmemişti. Kimdi bu kız?

 

Bir bildirim daha düştü telefona.

 

"Sen Karan Kızıltuğ'un kız kardeşinin katilisin Ahu, acımadın. O da sana acımayacak. İntikam istiyor, kız kardeşinin 60 gün boyunca komada kalmasına ve çıkamamasına sebep oldun. Kızın ölüsü bile yok ortalarda, bedeni hastaneden kaçırdınız. Önce kız kardeşinin cesedini vereceksiniz, sonra Karan'ın annesini. Ve 60 gününe karşılık 60 gün alacak senden, sonun ise ölüm olacak. Kızıltuğ'un seninle bir hesabı yok, birden fazla hesabı var. Koy elini vicdanına, ve ikinci yüzüne bence de merhaba de. Çünkü sen savcı değil, katilsin. İnsanların mutluluğunun katili."

 

Ve bir bildirim daha düştü.

 

"Unutmadan, sen hastasın Ahu. Tedavi görmesi gereken bir hasta. Bunu anlamasan bile içinde yatan o, çoktan anladı."

 

O derken kastettiği neydi?

 

Benim içimde bir şey yatmıyordu ki.

 

Poyraz elini omzuma yavaşça dokundurmasıyla birlikte hızla irkilerek telefonu arka cebime doğru yerleştirdim. "Ne oldu yenge, ne izliyorsun sen öyle?"

 

Bana merakla bakan iki yüze karşılık soğukkanlılığımı koruyarak omzumu silkiverdim sessizce. Kafam o kadar karışıktı ki, neye nasıl tepki vermem gerektiğini ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. Yutkunuverdim acıyla. "İçeride yatan kadını ne zaman görebilirim? Doktor ne zaman çıkacak, durumunu öğrenmek istiyorum. Bunun bedelini hepsi ödeyecek."

 

"Kim bedel ödeyecek, hayırdır?" İşittiğim tanıdık sesle beraber hızla bakışlarımı koridorun diğer tarafına çevirirken karşı karşıya geldiğim bedenle, irkilmeden edemedim.

 

Karan.

 

Ateş'lerle beraber buradaydı.

 

O ben kulübeden ayrılırken mışıl mışıl uyuyordu.

 

Buna emindim ben.

 

"Sen." dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Evet, ben." Üzerime yürümeye başlayacaktı ki gördüğü bir diğer bedenle buz kesti adeta.

 

"Kızıltuğ, seni burada görmek ne büyük şeref böyle." Uygar bey fazlasıyla yapmacık bir tonla konuşarak ellerini iki yana açmıştı. "Bizde yaşanan bu trajedi yüzünden buradaydık."

 

"Biz derken? Sen, Poyraz ve müstakbel eşim ne zamandan beri biz oluyor? Sen hangi sıfatla buradasın?"

 

Uygar bey gözlerini kısarak gülümsemesini bozmadı. "Poyraz beni çağırdı, iyi değildi ve desteğe ihtiyacı vardı." Bakışları bana dönerken eliyle bedenimi gösterdi. "Ahu kızımın burada olacağını bilseydim gelmeye gerek görmezdim, ona gözüm kapalı güvenirim ben."

 

Karan'ın kaşları çatıldı işittiği bu cümleyle.

 

"Poyraz'ın seninle ne işi olur, seni niye çağırsın lan? Ayrıca kızım? Kime kızım dediğine dikkat et amına koyayım. Senin yanında duran kim varsa haindir, vatan haini orospu çocuğu."

 

Bu söylediğine karşılık bende kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. "Sen kime vatan haini diyorsun, hangi sıfatla ya?"

 

Ortam zaten gergindi, şimdi daha beter geriliyorduk.

 

"Kızım yanında duran adam-" cümlesine devam etmedi. Sessizce Uygar'la bakıştılar bir süre. "Ne, söyle? Yanımda duran adam nasıl biri, herkes hakkında bir fikrin var sen kimsin asıl? Kadın ticareti yapan bir mafya, ne ararsan var aslında. Leş halinle millete laf dağıtıyorsun."

 

"Kadın ticareti mi? Ben neden tanrının el bebek üstte tuttuğu varlığı satayım? Uyuşturucu sattığımı, silah ticareti döndürdüğümü ve haraç aldığımı zaten biliyorsun savcı, kadın ticareti saçmalığı nereden çıktı? Genelev yönetmiyorum ben. Ayrıca konumuz bu mu amına koyayım, bu yanında duran adamla nereden tanışıyorsun sen?"

 

Ateş nefretle bizi seyrederken cümleye devam etti. "Yanında duran bu adamın nasıl birisi olduğunu gözlerinle görmen lazım ancak o zaman inanırsın çünkü. Piçin teki duruyor yanında, burada yatan kadının eseri de o. Abim bu kadar alçak değil, masum kimseye dokunmaz!"

 

Kaynar suların sırtımdan acımadan döküldüğünü hissettim. Poyraz'la aynı anda bakışırken bakışlarını yere doğru indiriverdi yavaşça. "Bu yatakta yatan kadın..." cümleme kısa bir an devam edemedim sertçe yutkunurken. "Senin neyin Poyraz? Sen ne gerekçeyle buradasın? Serap Vural'la ne bağlantın var senin?"

 

Bu cümlemle beraber Uygar bey hariç herkesin bakışı beni buldu. Karan büyük bir gerginlikle bana bakıyordu. İşittiği isimden bile o kadar çok nefret ediyordu ki. "Ne Serap'ı? Burada yatan kadın Serap Vural değil?"

 

Ne?

 

"Ne demek Serap değil? Araba çarptı ona, Kızıltuğ kendi elleriyle boğdu onu!" Nefretle bağırırken camın olduğu tarafa doğru ilerledim. Herkes kafası karışmış bir şekilde bakarken sadece ne dediğimi Karan çok iyi biliyor gibi bakıyordu bana.

 

"Sen o kadını boğuyordun, buna adım gibi eminim!"

 

Adımları yavaş yavaş üzerime gelmeye başladı. "Ben kimseyi boğmadım Savcı. Ancak böyle bir ithamda bulunuyorsan kanıt sunman gerekir, sen bunu nereden görmüş olabilirsin, telefonun bile yokken üstelik?"

 

Şüpheleniyordu.

 

"Telefonunu aldım senden, karşında duran kadını fazla hafife alıyorsun. Fotoğraflar vardı elimde, galerine bakar mısın? Duruyor olması lazım, emin misiniz burada yatan kadının Serap olmadığına?" Herkes başını olumsuz yöne sallarken Karan dediğimi yaparak telefonunu cebinden çıkarmıştı.

 

Galeriyi kontrol etti ancak beklendiği üzere hiçbir şey yoktu. Burada bir şeyler dönüyordu ve ben ne döndüğünü anlayamıyordum. Annemin iyi olmadığını biliyordum, o oyun değildi çünkü.

 

"Bu piçle ne gibi bir bağlantın var Ahu?"

 

Tekrardan Uygar'a doğru kayıverdi bakışları. "İnfazcıları kendi askeri gibi yaparak hafızalarını yıkayan, Bataklığın düşmanı olan vatan haini bir adamla ne gibi bir bağlantın olabilir senin?"

 

Ne kadar da rahat etiket atabiliyordu o öyle.

 

"İnfazcı? Kuzey'in mesleği olan mı? Bu kelime cidden sinirimi bozuyor artık. İnfazcıların ne yaptığını bile bilmiyorum ve bu kelimeleri kullandığın zaman seni anlayamıyorum Kızıltuğ-"

 

"İnfazcılar katiller Ahu, öldürme işini yapan paralı asker gibiler. Bataklığı, yer altının tek büyük gücünü el geçirmeye çalışan katiller hepsi. Ama karşında duran bu pezevenk, infazcıları kandırarak öldürttüğü kişileri kötü birisiymiş gibi lense ediyor. Yer altını bitirmek için bize karşı çakışan düşman masa gibi düşün, karşında duran bu adam da onun tarafına geçmeyen, onu desteklemeyen her bir adamın ölümünü gerçekleştiriyor. Şu an asıl amacı büyük bir örgüt oluşturarak savaş açmak ve koltuğumun başına geçerek her şeye hükmetmek. Gizli devlet, yerin altını istiyor yani tamamıyla. Yanına aldığı her bir adamın zihnini yıkayan orospu çocuğunun teki kısaca. Bu karaktersiz için detaya girersem burada düşen olmayan gururunu kaldıramaz."

 

Uygar sessizce izliyordu.

 

"Seni bu cümleler etkilemesin kızım, yer altının lideri tahtı sallanıyor diye korkuyor. Diktatörlük liderliğe aykırıdır Kızıltuğ, seni ben öldürmeden kendi el sıkıştığın adamlar öldürecek. Bak, şu an bile bana dokunamıyorsun."

 

Karan hafifçe gülümsedi.

 

"Tatlıyı en sona saklıyorum diyelim. Sen kendi sonunu kendin yazacaksın." Bakışları bana döndü yavaşça ve imayla konuşuverdi. "Ben geleceği biliyorum, sonuna kadar güvendiğin kendi adamın seni ölümün kıyısına itecek."

 

Bu kadar şeyi beynim kaldırmıyordu.

 

"Ben kendimi iyi hissetmiyorum, acil lavaboya gitmem gerek." Hızlı adımlarla bulunduğum alanı terk ederek adımlarımı koridorun sonuna doğru ilerletmeye başladım. O kadar şey üst üste geliyordu ki artık bipolar olmaya ilerler vaziyete gelmeye başlamıştım.

 

Lavabo içerisine girerek karşımda duran aynaya bile bakmadan kendime gelebilmek için yüzüme sertçe su çarpıverdim üst üste. Kafamda çınlıyordu cümleler teker teker.

 

Annem neredeydi?

 

O resimde Karan anneme zarar veriyordu.

 

Anneme araba çarpmıştı.

 

Daha fazla ayakta duramayan bedenim kendini yere bırakırken yerin pis oluşu umurumda bile olmamıştı bu dakikalarda. Ellerim bacaklarıma dolanacakken telefonuma gelen bir yeni bildirimle gözlerimi kıstım yavaşça. "Yeter artık yeter, akıl kalmadı bende!"

 

Sohbetler kısmına girerken bana mesaj göndermiş olan maskeli katilin konuşmasına tıkladım ilk olarak. "Seni gördüm, çok güzeldin roza. Ancak gelemedim yanına, aldırdım anneni buradan. Diğer herkes bizim düşmanımız, sadece sana güveniyorum aynı senin de sadece bana güvenmen gerektiği gibi. Annen şu an hala ameliyatta, attığım görüntüler de gerçek."

 

Bir mesaj daha düştü.

 

"Öğlen yer altında bir toplantı düzenleteceğim. Karan'lar orayla ilgilenirken o boşlukta anneni görebileceksin. Kaçıracağım seni."

 

Ellerim titriyordu.

 

"Peki ya Poyraz, bu nasıl bir tesadüf böyle? Annesi nasıl hastanelik oldu onun?" dedim kendi kendime fısıldayarak.

 

Tesadüflere inanmazdım ben.

 

Gözlerim doldu acıyla.

 

Mesajda dikkatimi çeken bir cümle olmuştu.

 

Yer altında toplantı düzenletecek kadar yetkisi olan biriyse demek ki o masaya oturuyordu. Katil gerçekten de çok yakınımdaydı aslında.

 

Bir mesaj düştü bilinmeyenden.

 

Mesaja tıklarken aynı zamanda da bedenimi yerden kaldırmış karşımda duran kanlar içerisinde yazı yazılmış aynayla göz göze gelmiştim.

 

"Benim olacaksın Roza."

 

Bana saplantılı bir katil, benim sonum olacaktı.

 

Gözlerim mesaja kayıverdi yutkunurken.

 

"Kışın çiçek açsın derdin, açmazdı. Mevsimi değil derdim, ağlardın. Çiçekler getirirdim kucağına, okşar bahçene gömerdin. O çiçekler bendim, beni toprağına gömen de sen. Yıllar oldu, beni özledin mi? Ben en çokta kollarım arasında ağlayışını özledim. Barın, küllü bebeğini çok özledi. Eski günlerimiz, biz yarım iki acı dolu bedeniz. Ben eski masum bizi çok özledim küllü bebek..."

 

Barın.

 

Eski sevgilim, çocukluk aşkım Barın.

 

Bana mesaj atmıştı.

 

Lavabonun kapısı açılmaya çalışırken büyük hastanenin içerisini silah sesleri doldurmaya başladı. Bu, Karan Kızıltuğ'un eseriydi.

 

"Ahu, derhal kapıyı aç kızım! Çok fena şeyler dönüyor!"

 

Ve bu ses, açık arttırmadan beri haber alamadığım biricik arkadaşım Didem'e aitti...

 

"Pamir yanımda, her şeyi öğrendim derhal buradan kaçmamız gerekiyor. Kızıltuğ hepimizi öldürmeden kurtulmalıyız, her şeyi anlatacak sana!"

 

Aynaya çıktı bakışlarım.

 

Karşımda bir kadın vardı.

 

Ama o bendim.

 

"Merhaba Ahu, seninle uzun bir süredir konuşmak için an kolluyordum ve bugün bir ilki başardım. Sonunda seninle yüz yüze gelebildim. Beni duyuyorsun değil mi?"

 

Onu görüyordum da.

 

O.

 

Bendim.

 

Karşımda kendim vardı.

 

"Ben Efil ve karşımda seni görüyor olmaktan hiç memnun değilim."

 

.

 

.

 

.

 

Bu bölüm neydi öyle, sonraki bölümün ne kadar kaos dolu geçeceğini tahmin ediyorsunuzdur diye düşünüyorum. Bölümü umarım beğenmişsinizdir... Sizleri seviyorum canlarım, sorularınız olursa bu kısma fırlatırsınız💖

Bölüm : 05.12.2024 16:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...