3. Bölüm

2. BÖLÜM | Felaketin Göbeğinde

mrsviia
mrsviia

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

 

Yazım hatalarım olursa affedin canlarım. Yıldızı tuşlamayı ve satır arası güzel yorumlarınızı eksik etmeyin. Sizleri seviyorum.🥹🤍

 

 

 

 

"Maskeli balo başladı, her şeyin başlangıcı oldu. Adam duygusuzdu. Kadın ise onun duygularını kıracak birer tokmak. Adalet işte buydu, kimin elinde tokmak varsa vuruyordu masaya. herkes kendi adaletini yazıyordu ortaya."

 

 

 

 

 

mr.kitty , after dark

 

 

 

 

 

❄️

 

 

Korku.

 

İki hece 5 harf.

 

İnsanın ruhuna işleyen şiddetli bir sancı.

 

Ruhumuz birçok duyguya karşı kapı aralarken belki de en uzak tuttuğu, istemediği duygudur korku. İnsan kaçar, kaçar ve en sonunda yine onun kolları arasına sarılır. Bende de şu an için öyleydi.

 

Korkuyu iliklerime kadar hissettiğimi belli etmemem gerekiyordu. Bedenim adeta çekilirken, ağrılar saplanan ayaklarımı özellikle sabit tutmaya çalışıyordum. Karşımda duran bu adam beni sağ bırakmayacaktı.

 

"Soruların." dedim sert bir ses tonuyla. "Umurumda değil Kızıltuğ. Benim seninle bir derdim yok ancak görüyorum ki," Bakışlarım büyük ekranda yarı baygın halde duran büyük topluluğa doğru kaydı. "Senin belli ki benimle bir derdin var. Hastanemdeki hastamla tehdit edebildiğine göre."

 

Tek kaşı havaya kalktı hafifçe. "Tehdit?" Gülümsemesi yüzünde genişlerken derin bir nefes çekmeyi ihmal etmedi. "Ben tehdit etmem Savcı, ben istediğimi yaptırırım. Tehdit edeceğim noktaya gelirsek eğer karşımda kim olursa olsun sağ kalmaz."

 

Ardından devam etti cümlesine. "Ayrıca, benimle derdin olmasa, beni bitirmek için uğraşmazsın değil mi? Davaların hep benimle bağlantılı olanlar ve sen, beni gammazlamak için takip ettiriyor, elinden geleni yapıyorsun."

 

Demek farkındaydı.

 

Bunlar, fazlasıyla iddialı cümlelerdi.

 

"Aksaray davasının açılması için neden bu kadar diretiyorsun?"

 

Beklemediğim bir yerden vurmayı başarmıştı. "Anlayamadım?" Üzerime doğru yürürken gözlerini kısarak bedenimi inceledi fütursuzca. "Bence gayet iyi anladın. O davanın üzerinden yıllar geçti, bağlantın da yok. Ne bu tekrar gün yüzüne çıkarma çaban?"

 

Topuklu ayakkabılarım onun rugan ayakkabılarını ezerken gözlerimi bir an olsun onun gözlerinin üzerinden ayırmadım. "Yoksa bu cinayetle de mi bağlantın var Kızıltuğ? Duygularını iyi saklayamıyorsun." Yüzünde anlamsız bir gülümseme peydah edindi.

 

Onu bir yerden yakalamayı başarmıştım.

 

"Cinayetle bağlantım var mı bilmem ama sen beni görebilmek için bağlantım olan her şeyi bulmaya çalıp, elinden gelen her yolu deniyorsun. Ayrıca ben istemezsem benim bağlantım olan hiçbir olayın gün yüzüne çıkma gibi olasılığı yoktur-"

 

Cümlesine engel olan şey çalan telefonumdu.

 

Onun takım elbisesinin içerisinde yer alan telefonum.

 

"Aç." dedim emir vermekten gocunmayarak. "Eğer açmazsan ortalığı karıştıracaksın." Belirli kişiler için telefon sesim farklıydı ve kimin aradığını biliyordum. "Sayın Savcım." dedi amir hızla lafa girerek. "Kızıltuğ'ların malikanesini arama emri için onay çıktı, adamları şimdi yola çıkartıyorum. Yakınlardaysanız sizi de alayım?" Gözlerim mutlulukla kısılırken konuşmaya gireceğim esnada, "Sorun yok, Savcı zaten benimle beraber. Malikaneye birlikte gelmiş olacağız, eksiksiz gelin." diyerek telefonu yüzüne kapattı.

 

Kaşlarım istemsizce havalanırken dudakları gereğinden fazla yaklaşarak neredeyse dudaklarıma temas edecek raddeye kadar ulaştı. "Yanlış yapıyorsun Savcı, o malikanede bulacağın tek şey ikimizin yatak odası olacak."

 

Kızıltuğ'un bunca zaman röportajlarda bahsettiği, ilgisini çeken kadın tipi olarak beni anlatırdı.

 

Ciddiyim.

 

Gerçekten de tıpatıp beni anlatırdı.

 

Bilerek yaptığını biliyordum.

 

Benimle bariz bir şekilde dalga geçiyordu.

 

Eliyle kapıyı göstererek geçmem için geriye doğru çekildi.

 

Yürürken maalesef ki topallıyordum ve bu benim için eksi bir puan ederdi. "Pardon." Ayağıyla ayağıma sertçe vurarak tam yere düşeceğim esnada kollarıyla belimi tutuverdi hızlıca. "Kollarımla seni götürecek olmak benim için bir şeref."

 

Onun kucağında ilerliyordum.

 

"Bunu." dedim soğuk bir ses tonuyla konuşmaya çalışarak. "Neden yapıyorsun Kızıltuğ? Gözlerinde bana karşı yer alan nefreti bariz bir şekilde görüyorken üstelik."

 

Kehribar rengi gözlerini gözlerime sabitleyiverdi hızlıca.

 

O gözler en çok nefreti haykırıyordu.

 

Biliyordum, Kızıltuğ beni sevmezdi.

 

O, adaleti sevmezdi.

 

Pis işlerinin kara belasıydık çünkü.

 

Ben de adaleti sevmezdim.

 

Ben adaleti kullanan bir savcıydım.

 

Bana bir şeyler söylemek istercesine baktı. Anlam veremiyordum ama o bakışlar çok farklı konuşuyordu. "Hiç." dedi soğuk bir şekilde. "Sadece seninle vakit geçirebilmenin bir yolunu buluyorum o kadar.

 

Sessiz kalarak adımlarını kırmızı halı serilmiş olan dışarıya doğru çıkarırken bizi birden çekmeye başlayan kameralar ve paparazziler, beklemeyi umduğum son şeydi.

 

Bu adamın zengin imajını unutuyordum.

 

"Bizi bir görsünler istedin." dedim kendi kendime fısıldayarak. "Bilerek medyaya oynadın, bu yüzden kucağındaydım."

 

Siyah Porsche'n kapıları açılırken soğuk dudakları kulağıma doğru yaklaştı. "Hala daha kucağımdasın Savcı. İstersen yol boyunca kucağımda da olabilirsin, bundan ancak şeref duyarım."

 

Cevabını bile duymadan bedenimi ön koltuğa bırakıverdi hızlıca. Biliyordu çünkü hayır diyeceğimi. Sürücü koltuğuna geçmeden önce üzerine geren bir sürü kişiyi susturabilmek için geceye damga vuracak o cümleyi söyledi. "İzninizle arkadaşlar, çok önemli bir kadınla mükemmel bir gece geçirmek için gitmemiz gerekiyor."

 

Adımı lekelemek için, bilerek yapmıştı.

 

Ya da ben öyle anlamıştım.

 

İkimiz de ün salmış insanlardık ve o, doğru piyonu oynamıştı.

 

Arabayı kullanmaya başlarken yüzündeki maskeyi düşürdü ve nefretle fısıldadı. "Malikaneye varana kadar yapmaktan en nefret ettiğin şeyi yap ve o çeneni kapalı tut. Berbat sesini duymayacağım."

 

İşte bu Karan Kızıltuğ'un gerçek yüzüydü.

 

4 saat sonra

 

"Herhangi bir delil bulabildiniz mi beyler?" Karan arama yapan kişilere ithafen konuşuyordu ancak bir şey bulamayacaklarını da bir o kadar hissettiriyordu. "Arama yapmak için biraz geç kaldınız gibi. Ortalama 3 yıl?" Dalga geçercesine kendince aşağılayarak adımlarını amerikan tarzı mutfağına doğru ilerletmeye başladı. Yanıma yaklaşan dedektif Yazgı'ya karşı hafifçe gülümsedim.

 

"Ayağın nasıl oldu?"

 

Topallasam bile bebek adımlarıyla yürüyebiliyordum. "Henüz kötüleşmedi gibi, sence?" Hafifçe eğilerek uzun parmaklarıyla ayağımı elleri arasına alıverdi. "Seni doktora götürmemi ister misin? En azından ayağının vaziyetini öğreniriz ve-"

 

"Ve bunu yapacak kişi de tam karşında duruyor dedektif." Elinde kahve bardağıyla karşımızda duran büyük heybetli bu beden, küçümsercesine eğilmiş olan dedektife bakıyordu. "Ahu'nun ayağının incinmesine sebep olan benim ve ben," Yazgı yerden kalkarken Kızıltuğ üzerine doğru yürümekten çekinmedi. "Bir hata yaparsam, onu kendim telafi ederim."

 

İkisinin gözlerinde yer alan anlamsız rekabet şu an için fazlasıyla gereksizdi. "Ekranlara oynaman için herhangi bir kamera yok Kızıltuğ." dedi Yazgı nefretle. "O pis ellerin neye değse mahvediyor."

 

"Asıl elleri bir yere değdiğinde mahveden siz oluyorsunuz. Mesela ya elektrik çarpıyor ölüyor, ya camdan düşüyor ölüyor, ya ateşler içerisinde kül oluyor ölüyor. Siz daha zararlı çıkıyorsunuz değil mi dedektif?"

 

Yazgı şaşkınlıkla Karan'a bakarken bakışlarını korkuyla bana çevirdi ancak ben hiçbir şey anlamamıştım. "Ne demeye çalışıyorsun sen?"

 

Karan imayla gülümseyerek omuz silkti. "Hiç, dalga geçiyorum sadece."

 

Yanımıza yaklaşan birkaç polis Yazgı'ya dönerek, "Her yer temiz, herhangi bir bulgu da yok. Aradan geçen 3 yılı da hesap edersek pek fazla şaşırmamamız gerekir." dedi umutsuzca. Gözlerim bu büyük malikanenin içerisinde gezinirken bir zamanlar annemin ne kadar aşkla buradan bahsettiğini hatırlıyordum.

 

O zamanlar, 13 yaşlarında olmam gerekiyordu.

 

Annemi son gördüğüm anlardı.

 

Bu malikane eskiden bizimdi.

 

Kızıltuğ'lar alana dek.

 

Eskiden onlarla çok iyi komşu olduğumuzu ancak ailesinin koltuk sevdası uğruna bize yaşattıklarından sonra en büyük düşmanlarımız olduğunu biliyordum.

 

"Yıllardır manşetin en üstünde yer alan kayıp Serap Vural'ın sessiz çığlıklarına bir yenisi eklendi. Korhan Vural hayatını kaybetti!"

 

"Şirketin karanlık yüzü! Serap Vural yılların acısına rağmen onun yaşadığına inanan insanlar ve öldüğünü savunanlar arasında tartışma çıktı!"

 

"Korhan Vural'ın aldatması sonucu bir intihar girişimi miydi? Tüm kanıtlarıyla ilk sayfada!"

 

"Serap Vural ünlü iş adamı karanlığın gerçek yüzüm Keskin Ekrem Kızıltuğ ile kucak kucağa!"

 

Bu tarz haberler her gün çıkıyordu ve bunlar en basitiydi.

 

Hala daha kayıptı.

 

Bu cümleler kulağımda çınlıyor, gözümün önünden gitmiyordu.

 

Annemin öldüğünü, intihar ettiğini ve babamın aldattığını dile getiren o kadar kişi vardı ki.

 

Tabii kaçırıldığını ve kullanıldığını düşünenlerde vardı.

 

Kızıltuğ'lar çok yanlış bir kişiyi karşılarına almışlardı.

 

"Kızıltuğ." dedim sesimdeki siniri gizlemeyerek. "Baban, Fransa'dan ne zaman dönüyor?" Tüm herkesin bakışları hızla beni bulurken bu duruma şaşırmayan tek kişi, o'ydu. Nereden öğrendiğime şaşırmıyordu.

 

Babası annemle olan ilişkisini doğrulamıştı ancak bunun doğruluğu yoktu. Sırf adımızı lekelemek için bunu yapmıştı, biliyordum.

 

"Sen ne kadar sürede gelmesini isterdin?"

 

Yine benimle oynuyordu.

 

"1 gün?"

 

Dudakları yukarıya doğru kıvrılırken elini bana doğru uzattı tutabilmem için. "Malikanenin temiz olduğunu gördünüz, gereken imzaları da belgeye attım." dedi kimsenin daha ona imzalamasını söylemediği belgeleri işaret ederek.

 

Prosedürlere fazlasıyla hakimdi.

 

"Şimdi izninizle bu hanımefendiyi hastaneme götürmem gerekiyor."

 

Hastanem.

 

Kendi hastanesine götürecekti.

 

"Ve sorunun cevabına gelecek olursak," diyerek bedenimi kolları arasına alıverdi rahatlıkla. "1 demiştin değil mi, 1 ay sonra babam istediğin gibi ülkeye giriş yapmış olacak."

 

Yüzünde yer alan o şeytani ifadeye yumruk atmamak için kendimi çok zor tutuyordum.

 

İçimi kemiren acı dolu her bir duygu, her geçen gün bedenimi kemiriyordu. Babamın kim olduğunu beni kendi elleriyle hastaneye götüren bu adam eğer ki bilseydi, şu an yaşamıyor olurdum. Kızıltuğ'un düşmanı duruyordu karşısında.

 

Annesini kaçırarak hala daha esir tutuyordu benim babam.

 

Annemin eceli olacaklardı onlar da.

 

Annemi neden kaçırdıklarını babama sorduğum zaman bana, annemin Ekrem'le birlikte olarak aldattığını söylemişti ve bir gün Karan'ın annesi dayanamayarak babamdan yardım istemişti. Babam esir tutuyormuş gibi yapıyordu ancak annemi geri aldığımız gün annesini de rahat bırakacaktık.

 

Ben Karan için düşmanlarının kızıydım ancak pek tabii o bunu bilmiyordu. Vural ailesinin kızı olduğumu bilse şu an direkt olarak kan dökülürdü. Babam Korhan Vural kendisini ölü gösteriyordu ve ben de kayıtlarda ölüydüm.

 

Başka bir aileye evlat edilmiş gibi gösteriliyordum ve o ailenin de soyadı Vural'dı. Bu benzerlik başta beni geriyordu ancak Karan hiçbir şey anlamamıştı. Ahu Vural normal bir ailenin kız çocuğu olarak görülüyordu resmiyette.

 

Tabii bu sözdeydi.

 

Yıllardır annemden tek bir haber alamıyor oluşuma rağmen onun yaşadığından da emindim. Şayet ki yaşamıyor olsaydı cesedi ne olup biter, karşımızda olurdu.

 

Beni özenle arabanın içerisine bırakırken kendisi de hızla sürücü koltuğuna geçti.

 

"Torpidoyu aç." dedi yola çıkarken sert bir ses tonuyla. Araba yol alırken normalin üstünde gidişine aldırış etmemeye çalışarak torpidoyu açıverdim. "Dosyayı al ve içeriğine bak Savcı."

 

Gözlerimiz kesişmezken keskin çene hattını izledim bir süre. Neden onu seyre daldığımı da bilmiyordum. Sadece üzerindeki kabanı, keskin çene hattı, hafif çıkmaya başlayan sakalları ve kehribar gözleri...

 

Yüzü bir yerlerden ısırıyordu anılarımı.

 

Ancak onu tanımıyordum.

 

"Benim üzerimde yazmıyor, kağıda bak." dedi hoşnutsuz bir sesle. "Bu ne?" Anlamsız bakışlarımla onun kendinden emin kehribarları kısa bir an sertçe çakıştı. "Altay K." dedi söylediği isim onun gerilmesine sebep olurken. "Bu adamın davasını devralmanı istiyorum."

 

"Soyadı ne bu adamın?"

 

Dosyada hiçbir şekilde geçmiyordu.

 

"Önemli olan bu mu? O adamı bulacaksın."

 

Elimdeki kağıtlara göz gezdirmeye başlarken davanın kapatıldığını fark etmem, aklımda birkaç soru hızla oluşuverirken o bunu fark ederek, "Sorularını yanıtlayacağım ancak dağ evime vardığımızda." dedi sert sesi ruhumu delerken.

 

Yutkunmadan edemedim. "Ne evi? Hastaneye gitmiyor muyuz biz?"

 

Umursamazca omuzlarını silkti. "Sana, seni hastaneye götüreceğimi söylemedim Savcı. Hastaneme götüreceğim dedim ve benim hastanem-"

 

"Dağ evin." dedim gözlerimi anladığımı belli edercesine kapayarak. "Senin kelime oyunun canımı sıkmaya başlıyor."

 

Dudakları hafifçe kıvrıldı.

 

"Bir hata yaparsam onu kendim telafi ederim. Gerekli müdahaleyi kendim yapacağım."

 

"Nesin sen, doktor mu? Mafyacılığın bitti şimdi de doktorculuk mu oynayacağız?"

 

Yüzünü ekşitiverdi hızlıca. "Çok konuşuyorsun, sesini kesmemi mi istersin yoksa kendi kendine susar mısın?"

 

Gözlerimi devirirken nefretle fısıldadım. "Sanki susturabilecekmiş gibi."

 

Kehribar gözleri hızla bana dönerken arabanın hızını da aynı zamanda arttırmaktan geri çekinmedi. "Arabanın hızını biraz düşür."

 

Aksine daha da hızlanırken beni ciddiye almıyordu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, "Kime diyorum?" dedim üzerine doğru giderek. "Eğer," dedi tehditkar bir tonla fısıldayarak. "Tek bir kelime daha edersen varacağımız yere kadar, bu araba içerisinde ikimiz için de hoşlanmayacağın dakikalar yaşatırım." Gözlerini yüzüme doğru çevirdi hızla. "Hem de hiç hoşlanmayacağın dakikalar."

 

Geri kalan tüm yol boyunca ise sessizlik hakim olmuştu.

 

Kızıltuğ gerçekten de korkusunu hissettirebilen bir adamdı.

 

Geçen yarım saatin ardından bahsettiği dağ evine varmamızla beraber, "İn." dedi emir vererek. Ayağımın durumu, umurunda bile değildi.

 

Birde olsun mu Ahu? Düşündüğün şeye bak.

 

Arabanın kapısını güç bela açarken önden ilerleyen adımları hızla dağ evinin kapısını buldu.

 

Ayı.

 

Manda ayısı!

 

Derin bir nefes çekerek bebek adımlarıyla ilerlemeye başladım. Kilitli olan kapıyı açmış elindeki araba anahtarıyla da arabayı kilitleyecekti ki gördüğü açık kapıyla koyulaşan bakışlarını bana doğru çevirdi. "O kapı neden açık Savcı?" dedi sakin kalmaya özen göstererek.

 

Hafifçe gülümseyerek elimi göğsüne yerleştirip pat patlayıverdim. "Sen bana in dedin, kapıyı kapat demedin Kızıltuğ. Sana zahmet git kapat kapıyı, keyfim ve kahyası açık bırakmak istedi." Adımlarımı kulübenin içerisine doğru ilerletmeye başlarken gözüme ilk ilişen yanan şömineydi.

 

Demek buraya geleceğimizi önceden planlamıştı.

 

"A..Ahu..." işittiğim zar zor çıkan erkeksi ses tonu, hızla çaprazıma dönmeme sebep olurken göz göze geldiğim bu adam, hızla kanımın çekilmesine sebep oldu. Kapıyı sertçe kapatarak yanımıza adımlayan Kızıltuğ, "Senin için Savcı'yı ayağına getirdim Edim, kurtarıcına selam ver." dedi büyük bir soğukkanlılıkla. Yüzü bana doğru dönerken, gözlerini kısarak pis gülümsemelerinden birini sunmayı da ihmal etmedi. "Ya da vereceği karara göre ecelin mi demeliyim?"

 

"Sen." Söylediği son cümle kalbime bıçak yarası gibi girmişti. "Sen onu nasıl hastaneden çıkartırsın? Hangi hakla!" Hızla üzerine yürüyerek yakasını ellerim arasına aldım. "Ben senin oyuncağın değilim anladın mı beni! Uzak duracaksın hayatımdan."

 

"Asıl sen!" dedi aniden ciddileşirken sesini hafifçe yükselterek. "Sen uzak duracaksın hayatımdan. Adamların elini eteğini çekecek ve önce yıllar sonra gün yüzüne çıkardığın davayı kapatacak sonra arabada okuduğun dosyadaki adamı bularak onun da kapanmasını sağlayacaksın Savcı. İstediğin şey ne bilmiyorum ama yanlış kişide arıyorsun!"

 

Dudaklarım hayretle açılıverdi. "O neden burada?" dedim Edim'i kastederek. Sorumu yanıtsız bırakarak, "Arabada baktığın davanın tekrar açılmasını sağlayarak kayıp olan adamı bulmanı istiyorum. Altay hala daha kayıp." dedi ifadesizce.

 

Gözlerim nefretle kısılırken dudaklarım arasından dökülen zehirli cümlelere engel olmadım. "Koskoca Karan Kızıltuğ bulamadı da, Savcı'dan yardım mı istiyor yani? Buradan başarısız olduğunu mu anlamalıyım?"

 

Başını hafifçe iki yana doğru sallarken bakışlarım tekrar dağ evine kaydı.

 

Burası.

 

Çok fazla tanıdıktı.

 

"B..beni." sesim istemsizce incelmişti. "Neden buraya getirdin?"

 

Burayı biliyordum.

 

Yıllar önce ben 21 yaşındayken buradaydım.

 

"Hiç." dedi tepkimi izleyerek. "Burası benim ve seni getirmek istedim o kadar."

 

Karşında duran adam.

 

Düşmanına iyi bak Ahu.

 

Ondan alacağın çok şey var.

 

Sessizce etrafı seyrederken geçmiş gözlerimin önünden birer film şeridi misali acımadan geçiyordu. "Sessizleştin." dedi bakışlarını arkasında kalan şömineye doğru çevirerek. "Kabul." dedim sırf onun istediğini yapıyormuş gibi gözükebilmek için. "Edim'e dokunma ve onu geri hastaneye götür. Söz veriyorum davayı açacağım ve ben üstleneceğim."

 

Yüzü tekrar bana doğru dönerken adımlarını yavaşça üzerime doğru getirdi ve soğuk parmaklarıyla yanağımı avuç içi arasına alıp, "Savcı." dedi duygu duvarını biraz olsun indirerek. "Benden kurtulmak için böylesi bir oyunun içerisine girme, tamam mı? Çünkü benden hiçbir şekilde kurtulamayacağını sana üzülerek söylemem gerekiyor. Seni ben bırakana kadar kimse benim ellerim arasından çekip alamaz, arkanı yaslayarak güvendiğin devletin bile."

 

Burnu burnuma değecek kadar yakınlaşırken, "Edim'i kendi hastanemde ve benim çalışanlarımın himayesinde çok güzel bir şekilde bakımını sağlayacağım. Dava sonuçlanacağı gün, aylardır peşinde koştuğun bu hasta adam senindir. Bu yüzden," dedi ve dudaklarını kulağıma doğru ilerletti. "Benimle iyi geçinmeye bak Savcı, ben sakin bir adam değilim. Canımı sıkarsan, canını sıkarım. Ve sadece zarar gören sen olmazsın."

 

Kehribar gözleriyle gözlerim çakıştı tekrardan.

 

Aramızda bir bağ oluştu bu gece.

 

Kopması zor bir bağ.

 

Edim'e döndü bakışlarım.

 

"Ona güvenebilirsin." dedim sağ gözümden düşen tek bir inci tanesi ruhumu yakarken. "Kızıltuğ, masumlara zarar vermez. Sana çok iyi bakacak."

 

Çiz.

 

Kızıltuğ istediği şey olmazsa herkese zarar verir.

 

Başta da bana istediği şeyi yaptıramazsa, Edim'e zarar verir.

 

"Gel otur böyle, malzemeleri alıp geliyorum." diyerek adımlarını üst kata doğru çıkarırken gidişini seyrettim sessizce. Canımın acısı bile umurumda değildi tam şu an da. Ben, tehdit ediliyordum.

 

Bana istediğini yaptırabiliyordu.

 

Seni oyuna getirmezsem benim de adım Ahu değil, Karan.

 

Üzerindeki kabanı çıkarmış bir vaziyette geri gelmişti. Uzun ince parmaklarıyla özenle topuklu ayakkabımı çıkarıverdi öncelikle. "Acıyorsa söyle." dedi büyük bir ciddiyetle. Hiçbir tıbbi bilgisi yoktu, ölümü bile çıkarabilirdi. Parmaklarıyla yavaşça masaj yaparcasına ovmaya başlarken dokunduğu kemiğime yakın bir nokta, dudaklarım arasında acı dolu bir inlemenin çıkmasını sağladı.

 

"Ayağının üzerine az da olsa basabiliyorsun. Krem süreceğim." Parmakları arasına aldığı kremi yavaşça ayağıma yedirirken o kadar ciddi görünüyordu ki, geriliyordum. "Bakma bana öyle." dedi rahatsız olduğunu belli ederken. Onu izlediğimi hep fark ediyordu ve hiç hoşlanmıyordu bu durumdan. "Nasıl bakıyorum söylesene? O kadar dikkatlisin ki, seni izlediğimi hep fark ediyorsun ve bundan rahatsız oluyorsun." Kehribar gözleri gözlerimi bulurken dudakları kıvrıldı hafifçe. "Rahatsız mı oluyorum?"

 

Birkaç saniye bunu tarttı içinde.

 

"Demek ki doğru yansıtıyorum. Rahatsız oluyormuşum senden, öyle bakıyormuş gözlerim..." kısık sesini duymuştum. Bakışlarında kısa bir an merhameti görmüş gibi hissettim. Hızla boğazını temizledi.

 

"Doğru." dedi tekrardan duygu duvarını örüp, aramıza mesafe kurarken. "Bana bakışın bile midemi bulandırıyor. İşimizi halledelim sonra herkes yoluna Savcı."

 

"Beni kullanmak istiyorsun." dedim başımı yastığa doğru yaslarken. Ayağa kalkan bedeni yanıma yaklaşırken yanağımı avucu içerisine alarak okşadı hafifçe. Daha ne olduğunu anlayamadan aniden boynuma acımadan saplanan iğneyle, dudaklarım arasından firar eden ikinci bir inlemeye engel olamadım. "Seni kullanmak istemiyorum, seni kullanıyorum. Yürüdüğüm yolda neye ihtiyacım varsa önüme serilmek zorunda. Ve sen, her şeyin merkezindesin, sana gerçekten de ihtiyacım var küçük hanım."

 

Bedenim uyuşuyordu ve onu duysam bile anlayamıyordum.

 

"Artık benimsin, seninle beraber büyük bir yolun içerisindeyiz ve benim kızım benim her daim yanımda olmalı. O yüzden benim rehinem olacaksın."

 

Gözlerim kararıyordu.

 

İlahi Bakış Açısı

 

"Abi sen delirdin mi! Kızı kaçırmakta ne demek?"

 

"Poyraz doğru söylüyor, kadının unvanını biliyorsun. Her yerde aramayacaklar mı şimdi? Başına durduk yere iş açıyorsun."

 

"Bana ne yapmam gerektiğini söyleyecek kadar dilinizi kim uzattı sizin amına koyayım?" Bakışları uyuyormuş gibi yaparak onları dinleyen Savcı'ya dönerken, "Dava için yardım edecek ama benim kollarım arasında. Bu iş bitene kadar Ahu benimle olacak." dedi kızın adını dili arasına dökerek.

 

Adını söylemeyi çok fazla sevmiyordu.

 

Bunun sebebi elbette vardı ve her gerçek bir gün ortaya çıkardı.

 

Karan'ın bakışları kısa bir an evin içerisinde yer alan kameraya kayarken rahatsızca kıpırdandı.

 

İzleniyorlardı.

 

Dinleniyorlardı.

 

"İşin sonunda kıza ne yapacaksın peki?" dedi yabancı bir kadına ait olan ses. Büyük bir sessizlik oluşurken oda içerisinde başına geleceklerden habersiz olan tek kişi, uyuyor numarası yapan Ahu'ydu.

 

"Öldüreceğim." dedi Kızıltuğ yalan söyleyerek. "İşimi gördükten sonra kız da diğerleri gibi ölecek."

 

Yapamayacaktı çünkü nefret etmeye çalışıyormuş gibi davransa bile başaramıyordu. Ahu'dan nefret etmesi gerekiyordu, karşısında ona ihanet etmiş bir kadın duruyordu. Geçmiş çok kirliydi...

 

Üstüne üstlük yetmezmiş gibi hafızası yerinde değildi.

 

Ya da Karan yerinde değil sanıyordu.

 

Sonuçta Ahu gerçekte Efil olduğunu bile bilmiyordu.

 

Savcı duyduğu cümleyle gözlerini aralayıverdi hafifçe. Karşısında eceli duruyordu. "Çıkın odadan." dedi soğuk bir ses tonuyla. Herkes itaat ederek odadan çıkarken dış kapıdan onları seyreden kadın, Efil'in dikkatinden kaçmamıştı.

 

"Sonunda uyandın." dedi gözleri kısılırken. "Nasıl hissediyorsun?" Efil yabancısı olduğu büyük odanın içerisinde gözlerini gezdirirken, "Evet." dedi adam dudaklarını yalayarak. "Benim evimdesin ve benim seninle işim bitine kadar, rehinemsin Savcı Ahu Vural. Cehennemine hoş geldin."

 

Evine tekrar hoş geldin diyemedi.

 

Ait olduğun yere yıllar sonra tekrar hoş geldin küçüğüm de diyemedi.

 

İki düşman gibi.

 

İki yabancı gibi.

 

Asıl sen cehennemini yaşayacaksın Kızıltuğ.

 

Efil'di şu an karşısında duran. Ahu yoktu, esas kişi vardı. Her şeyden haberdar olan Efil. Ancak elbette ki Kızıltuğ bu durumun farkında değildi.

 

Efil hastaydı.

 

Çoklu kişilik bozukluğu olan bir hasta.

 

Ahu'nun hiçbir şey hatırlamaması bu yüzdendi ancak Karan pek tabii bu durumu henüz bilmiyordu.

 

Efil ise her şeyden haberdar olan ikinci bir kişiliğiydi.

 

Ayağının buruk olması şu an için umurunda dahi değildi. "Ben." dedi sanki az önce hiçbir şey işitmemiş gibi. "Aç hissediyorum, yemek var mı?" Burada tutuluyorsa paşa paşa ona bakacaklardı. Yataktan yavaşça kalkarken yanında duran komodinin üzerindeki abajuru hızla elleri arasına alarak karşısındaki adamın kafasına geçiriverdi acımadan. "Rüyanda görürsün rehineyi, aptal!" Hızlı adımlarla odanın içerisinden çıkarak görüş açısına giren merdivenlerden inmeye başlayıverdi ikişerli üçerli.

 

Nerede olduğunu biliyordu.

 

Sadece gitmesi gerekiyordu.

 

Hızla bakışlarıyla etrafı tararken kısa bir an ne yapması gerektiğini bilemedi.

 

Evin kapısına yaklaşırken işittiği sert ses tonu, ayaklarının yere mıhlanmasına sebep oldu. "O kapıyı açmak gibi bir hatayı sakın yapma. Şifreyle açılıyor, zorlarsan eğer çarpılırsın." Blöf mü yapıyordu o? Evin kapısı elektrik saçamazdı değil mi? "Dene istersen, yüksek voltajdan ölmeni istemem." Kenarlarda yer alan uyarılarla göz göze geldi yaralı kadın.

 

Sahiden de öyleydi.

 

Demek Karan geçmişte yaşananlardan sonra daha iyi önlemler almaya karar vermişti.

 

Sol çaprazında duran mutfağa hızla adımını atarak tezgahın üzerinde duran bıçağı elleri arasına aldı acımadan. "Sakın!" dedi haykırarak. "Eğer beni yakalar ve buradan gitmeme izin vermezsen, bu bıçağı acımadan kendime saplarım."

 

Karan'ın en büyük zaafı ve korkusu Efil'di.

 

Sevdiği kadındı.

 

Ve Efil karşısında duran adamda hala daha ona karşı duyduğu sevgi kaldı mı diye kendisini tehlikeye atarak bıçaklayacak kadar deli bir kadındı.

 

Her şeyin odak noktası madem bu kadındı, o zaman o da kendisine zarar vermekten geri çekmezdi kendini.

 

Adamın gözleri istemsizce büyürken dudakları şaşkınlıkla aralanıverdi. Kızıltuğ'un arkasında yer alan adamları da büyük bir şaşkınlıkla kızı izliyordu. Normalde beklenen tepki, o bıçağı adamın üzerine saplayacağıyla ilgili olurken şaşırtıcı bir şekilde kadın kendini ortaya atıyordu.

 

"Yapar mı abi?" dedi, yukarıdaki oda içerisinde duyduğu tanıdık sesi tekrar işiterek. Efil Poyraz'la göz göze gelirken güven verircesine gözlerini kapatıverdi kısa bir an. Poyraz karşısında duran kişinin kim olduğunu direkt olarak anladı. Sesinde yer alan endişeyi de hissediyordu. "Ben bu dünyaya sen beni öldür diye gelmedim Kızıltuğ, anladın mı beni!"

 

Ancak tam şu an da yapacağı şey de aynı kapıya çıkıyordu.

 

"Bundan böyle evin burası, geçmişinin üzerini çiz. Sen artık benimsin Ahu. Bu evden kaçamazsın, benden kurtulamazsın."

 

Hiç değişmemişti, eskiden de böyle sahiplenirdi Efil'i.

 

Karan sadece bir özür bekliyordu aslında.

 

Efil'i affetmek için elinden geleni yapıyordu belli etmesede.

 

Ancak geçmişin onları mahvedişi, herkesin sonunu yazmaya başlamıştı. Ona aşık olan bu adamı bile, bu hale getirebilmişti.

 

"Kes sesini!"

 

Yüzünde yer alan sahte endişe midesini bulandırıyordu. "Bu evden ve benden kaçmayı başardığın gün ancak senin öldüğün gündür. Ben istemeden kendine zarar bile veremezsin, yiyorsa dene. Kendine zarar veren parmaklarını kesmem için yalvarırsın bana."

 

Gözleri acıyla kısıldı. "Bu cümlelerinle ancak kitaplardaki kızları korkutabilirsin, senden de buradan da er ya da geç kurtulacağım! Beni esirin yapamayacaksın!"

 

Karan esir tutmuyordu aslında.

 

Efil'i koruyordu.

 

Yanında koruyordu.

 

Esas düşmanlar karşı taraftı.

 

Karşısında hastalıklı bir kadın durduğunu bilmiyordu.

 

Kızı sakinleştirmeleri gerekirdi ancak hiçbiri yapabileceğine ihtimal vermiyordu.

 

Onu dalgaya alıyorlardı.

 

Adam kızın üstüne gidiyordu.

 

"Sen bana muhtaç olana kadar, bu evden çıkmana izin vermeyeceğim. Yollarının sonucu bana çıkacak Ahu, senin tek biletin benim." Gözleri kısıldı hafifçe. "Ayrıca," Diyerek başladı söze. Karşısında duran kadının ne kadar deli olduğunu biliyordu ancak yapamazdı, kendisine zarar veremezdi.

 

O kadının yıllardır peşinde olduğu bir şey vardı çünkü. En çok o yaşamayı isterdi.

 

"O bıçağı kendine saplayamazsın Savcı." dedi adam inanmadığını belli edercesine. Kız hafifçe gülümseyerek gözlerini elindeki bıçağa doğru indirdi. "Sen beni gerçekten de, hiç tanımıyorsun." Elindeki ekmek bıçağını önce kendisine doğru çevirdi, ardından diğerlerine kısa bir bakış atarak hızla karnına saplarken, Kızıltuğ sergilediği duygu duvarını bozarak hızla yanına koştu.

 

Refleksleri hızlı bir adamdı.

 

Ve bu kadın fazlasıyla deliydi.

 

"Sen delirmişsin kızım!" dedi hiddetle bağırarak. "Derhal doktoru arayın, alt kata götürüyorum onu." Herkes şaşkınlıkla günün sonunda öldürülecek olan bir kız için endişe duyan Karan Kızıltuğ'a şaşkınlıkla bakakaldılar.

 

Efil içinden şeytanice gülümsedi. Kızıltuğ hala daha köpek gibi seviyordu onu.

 

Bilerek bıçaklamıştı kendini.

 

Şu an hiçbir şeyi hatırlamayan Ahu yoktu. Her şeyden haberi olan Efil vardı. Ve Ahu ve Efil aynı kişiydi. Tek bir bedende iki hasta ruh.

 

"Senden gitmek istemiyorum zaten sevgilim." dedi içinden. "Sen benimsin, sadece benim. Bana öyle şeyler yapmanı sağlayacağım ki, pişman olan sen olacaksın. Benden özür dileyen, tekrar benimle olmak isteyen sen olacaksın. Beni affedeceksin!"

 

Kimse hareket etmeyince Kızıltuğ sesini yükselterek, evin içerisinde yankılanacak şekilde bağırdı.

 

"Senin o pekmezini akıtmamı istemiyorsan derhal çağır lan şu siktiğimin doktorunu!"

 

Poyraz hızla aramaya koyulurken, kıskançlıkla onları izleyen kadın içten içe yaralı kızın iyileşmesi için yalvarıyordu ancak bunu dışarı hiçbir şekilde yansıtamazdı.

 

Başlarına fazlasıyla bela olacaktı bu kadın ve Kızıltuğ'u elinden alacak olmasından korkuyordu.

 

Çoktan radarına girmişti.

 

Elleri kan içerisinde merdivenlerden inen adam acıyla fısıldadı. Bu acıyı neden hissettiğini bilmiyordu ve hiç hoşuna gitmiyordu. "Ben seni, sandığından daha uzun bir süredir tanıyorum." dedi kızı sedyeye yatırırken. "Gözlerini tamamen yumamazsın, ben öl demeden sana ölüm yok! Daha yolun çok başındayız kızım."

 

Elbette tanıyordu.

 

Örgütün kurucusu olan bu adam, Efil'in eski sevgilisiydi çünkü.

 

İhanet ettiği, düşmanını ona tercih ettiği eski sevgilisi.

 

Karnındaki bıçağı bile çekememişti.

 

Elleri kan içerisindeyken hızla içeriye giren doktoru fark etmedi bile.

 

Kan.

 

Alışık olduğu ve tiksinmediği kandan ilk defa midesi bulanmıştı adamın.

 

Ahu'nun kanını taşıyordu elleri.

 

"Kurtar onu Doktor." dedi gözleri kısılırken. "O kız bu masada kalırsa eğer, kendini de ölmüş bil."

 

Çaprazında dururken ona yaklaşan kadını fark etmedi bile. "Karan." dedi şaşkınlıkla. Kızıltuğ adıyla seslenilmesinden haz etmezdi. "Kız ölse bile istediğini yapabileceksin, neden onun ölmemesi için çırpınıyorsun?" Buna anlam veremiyordu. Kendisi kendi işini halledecek olsa daha hızlı halledebilecekken, Savcı'yı kullanarak işi zorlaştırıyordu adam.

 

"Onu istiyorum." dedi dürüstlükle. "Neler yapabileceğini görmek istiyorum, bırakta ne yapacağıma ben karar vereyim."

 

Ne kadar nefret etmeye çalışsa da hala daha seviyordu onu.

 

Yediremiyordu bunu kendisine.

 

"Onun kim olduğunu bilmene rağmen mi Karan? Senin nefretin bu mu! Kim nefret ettiği kadın için böyle endişe duyar, söylesene?"

 

Adam bakışlarını kıza çevirirken çenesini sertçe parmakları arasına alıverdi acımadan. Haddini aşıyordu. Gereğinden fazla konuşan insanlardan da haz etmezdi. "Sen kimsin?" dedi tiksinerek yüzünü seyrederken. "Benim için çalışan basit bir çalışandan başka nesin sen? Şu hasta haliyle yatan kadına iyi bak. Ben o kadına karşı yıllardır nefret duyuyorum Gizem." dedi gülümseyerek. "Aranızdaki farkı anlıyor musun?"

 

Kadının gözünden düşen gözyaşı, adamın eline bulaşırken nefretle elini çekiverdi.

 

Ağlayan insanlardan tiksiniyordu.

 

Demeye çalıştığı şey, "Sana hiçbir duygu beslemiyorken, o kadın benim nefret bile olsa bir duyguma sahip." demekti.

 

"Onunla oynayacaksın." dedi canı yanarken fark ettiği gerçekle. "Altay'ı zaten bulamayacak. Sana yıllar önce ne demişti Altay? Ben kendim ortaya çıkmak istemediğim müddetçe, beni kimse bulamaz."

 

Yanılıyordu.

 

Durum bu sefer farklıydı.

 

Altay'ı bulmaları gerekiyordu.

 

Karan Kızıltuğ yüzündeki gülümsemeyi düşürmeden yanında duran kadına doğru döndü. "Benim ne yapmak istediğim hakkında gram bir fikrin yok, ufak bir kısmı yakaladın sadece. Bırakta Savcımın ne kadar ileri gidebileceğini göreyim."

 

Bu son konuşmaydı.

 

Adam Savcı'yı çoktan sahiplenmişti bile.

 

Ahu'nun sağ çıkması gerekiyordu.

 

Karan Kızıltuğ bitti demeden, bitmezdi.

 

Ahu Vural'dan

 

2 hafta sonra

 

Sancı.

 

Derin bir ağrı.

 

Bedel neyse ödeniyor.

 

Gereken hesaplar sorulmadan.

 

Dakikalardır etrafı seyrediyordum. Yabancı bir odanın içerisindeydim ve buranın dizaynı o kadar fazla koyuydu ki, kasveti çağırıyordu. Her yer siyahtı ve ben yaralı bir halde burada yatıyordum.

 

Kendimi bıçaklamıştım.

 

Bunu nasıl yaptığımı hatırlamıyordum bile.

 

Sanki ben değilde bir başkası yapmış gibi...

 

Evet bunu yapabilecek kadar deli bir kadındım.

 

Beni öldürecekti, bunu söylerken o kadar istekli ve rahattı ki. Beni gerçekten de tanıyor olsaydı bu nefretinin anlamını anlayabilirdim ancak karşısında sadece bir Savcı vardı.

 

Onun işlerine çomak sokan bir Savcı.

 

"Uyanmışsın." Odanın kapısının açılıp kapandığını bile fark etmemiştim. Elinde duran tepsiyle beraber adımlarını yanıma yaklaştırarak yatağın kenarında duran koltuğa oturdu. "Nasıl hissediyorsun?"

 

Bakışlarım ellerine, cebine, olası herhangi bir şey çıkarabilecek mi diye her bir tarafında geziniyordu. "Korkma Savcı." dedi ilgiyle. "Üzerimde iğne yok, sana zarar vermeyeceğim." Tepsiyi üzerime bırakırken cümlesine devam etmekten çekinmedi. "Şu anlık."

 

Sanki hiç zarar vermeyecekmiş gibi.

 

"Ne bu?" Bakışlarım kasenin içerisinde ezogelin olduğunu tahmin ettiğim çorbanın üzerinde geziniyorken, "Sen seversin." dedi. Ardından hızla ekledi. "Seveceğini düşünüyorum yani. Aşağıda başka çorba yoktu ve ben de-"

 

"Ve sen de benim için kendi ellerinle içmeyi en sevdiğim çorbayı yaptın öyle mi?"

 

Ayağa kalkarak cama doğru ilerlemeye başladı. "Soğutma çorbanı." Sorumu cevapsız bırakmıştı ancak ben cevabımı zaten almıştım. "Sence de nefret beslediğin bir kadına fazla merhametli davranmıyor musun?"

 

Odanın havalanması için camı ardına kadar araladı ve kalçasını geriye doğru yasladı. "Aksine." Sert bir sesle, itiraz etti. "Seni kullanacağım için çok iyi olman gerek. Bu yüzden gerekirse seninle kızım gibi ilgilenmeliyim."

 

Tepsiyi hızla yere doğru fırlatarak düşmesini sağladım. Bakışları önce tepsiye kaydı ardından da bana. "Sen." dedi gülümseyerek. Şu an o kadar psikopat gözüküyordu ki. "O çorbayı yere mi döktün?"

 

Kısa bir an duygulandığını bile fark etmiştim.

 

Milisaniye.

 

"Ayağa kalkarsam emin ol dökmekle de kalmam Kızıltuğ. Bir güzel eze-"

 

Adımları hızla yanıma yaklaşırken sağ elini acımadan saçlarım arasına atmış gibi yaptı ve bedenimi yere sertçe itiyormuş gibi yaptı. Niye gerçekten yaptığını anlamamıştım. Bakışları kısa bir an odanın sol üst tarafına kaysa da hızla toparladı kendini. Canımı acıtmasa bile yaramın acısından inler vaziyete gelmiştim. Her an yaram açılabilirdi. "Yala!" dedi sert olmaya özen gösterip bağırarak. "Döktüğün çorbayı dilinle temizlemeden sana bir gram su ve yemek yok anladın mı beni!"

 

Ardından hafifçe yutkundu ve sesini kıstı. "Yalama Savcı, sadece ayak uydur ve söv bana."

 

"Asla!" Kendimden taviz vermeyecektim. Bana bunu yaptıramazdı. Saçımı elleri arasına dolayarak yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdı. "Eğer bu çorbayı yalamazsan, yaralı halini umursamam yemin ediyorum seni-"

 

Odanın kapısı gürültüyle açılırken, "Aman allahım, bunları da mı basacaktım, koşun yetişin!" diye bağıran bu tanıdık ses, ikimizin de şaşırmasına sebep oldu. "Abi ben hiçbir şey görmedim gerçekten." Ellerini yüzünden çekerek hala daha şaşkınlıkla ona bakakalmamızı seyretti. "Sen ne yapıyorsun, kız yaralı!" Yere dökülen çorbaya kaydı bakışları. "Yüce İsa çorba da dökülmüş, Filiz hanım derhal yukarı gelir misiniz!"

 

Bu, Poyraz'dı.

 

Karan neden bana öyle fısıldamıştı?

 

Biri mi izliyordu?

 

İyi de neden?

 

O kadar anlamıyordum ki.

 

"Abi." dedi aniden ciddileşerek. "Şu an sinirini anlıyorum ama lütfen kızı yatağa yatıralım. Zaten yaralı, ne yapacaksan iyileştikten sonra yaparsınız."

 

Adaletim yerini er ya da geç bulacaktı.

 

Onların karabasanı olacaktım daha.

 

Kızıltuğ aniden ağzının ortasına geçiriverdi. "Zevzek zevzek konuşma aptal. Kaldır şunu, yemek ve su vermeyeceksiniz. Ben ne zaman istersem yiyecek, anlaşıldı mı Poyraz?"

 

Tanrım bu adam çift kişilikli falan mıydı?

 

Poyraz hafifçe başını salladı. "Nasıl istersen abi, aşağıda bana dediğin gibi yapacağım ben. Emir anlaşıldı."

 

Adımları tam odadan çıkmak üzereyken geri adımlayarak yanıma doğru geldi. "Savcı." dedi aniden büyük bir sakinlikle sessizce. "Bir şey istersen söyle aşağıdakilere, getirsinler. Yaralı olduğun aklımdan çıkıyor." Eliyle yüzümü okşadı ve hızlı adımlarla odayı terk etti.

 

Sanki iki farklı kişi gibiydi.

 

Ya da rol yapmış gibiydi.

 

Poyraz ise gülümseyerek gidişini seyrediyordu.

 

"Abim işte." Bakışlarını bana çevirdi. "Sana kıyamıyor."

 

Gözlerim anlamsızca kısılırken, "Ne demezsin." dedim şaşkınlıkla. "Az önce saçımdan sürükleyerek yerdeki çorbayı içirecekti bana. Gerçekten de kıyamıyor."

 

Kahkaha atmaya başladı kendini tutmayarak. Gülmek için fazlasıyla beklemek zorunda kalmıştı anlaşılan. "Seninle çok uğraşacakmış gibi hissediyorum."

 

Başımı olumsuzca iki yana doğru salladım. "İnan bana ben de tam tersi olacak gibi hissediyorum diyeceğim ama burada kalırsam tabii."

 

Buradan kaçacaktım.

 

Biraz olsun iyileşmem önceliğimdi şu an.

 

"Kaçamazsın." dedi tekli koltuğa otururken aniden ciddileşecek. "Artık peşinde olan adamın kim olduğunu biliyorsun ancak onun gücünün yeterince farkında değilsin. Kızıltuğ'dan kurtulman için ölmen gerek Ahu."

 

O kadar soğukkanlılıkla dile getirmişti ki, korkusunu ben bile hissediyordum. "Ve senin yerinde olsam, onu kızdıracak herhangi bir harekette bulunmazdım. Sen onu kışkırtmadığın sürece o sana zarar vermez."

 

"Benimle dalga mı geçiyorsun?" Yaralı bedenimi ona gösterim parmaklarımla. "Onun yüzünden şu an bu haldeyken-"

 

"Yanlışın var bayan stilettolu yenge." diyerek cümlemi kesiverdi aniden. "Sen kendi kendine zarar verdin. Eğer bıçağı almayıp abime yakalanacak olsaydın," yüzünü yaklaştırarak fısıldadı. "Ki zaten her halükârda yakalanacaktın." Kendisini geriye çekerek toparladı. "Seni odaya götürecekti ve sana yine bir şey olmayacaktı. Sen kendi tercihinin sonucunu yaşıyorsun."

 

Ona laf anlatamazdım, abisini bana savunmaktan başka bir şey yapmayacaktı.

 

"İstediği şeyi ona verdikten sonra beni öldürmeyecekmiş gibi abini bu kadar masumlaştırman gözlerimi yeşertti." dedim umursamazca.

 

Odanın içerisinde büyük ekrana sahip olan televizyonu açmak için kumandaya uzandı hızla. "Tadımız kaçmasın ya, sana televizyon açayım. Birde dışarıdan güzel bir lahmacun söyleyeyim, bol isotlu nasıl olur?"

 

Bu adamın zekasında sorun vardı.

 

"Poyraz." dedim yüzümü ekşiterek. "Sence yaralı bir insana lahmacun yedirilir mi?"

 

Bakışları beni kınarcasına kısılırken, "Hiç yakıştıramadım!" dedi. "Demek Urfa insanısın ha? Olsun o da olur, söyleyeyim hemen."

 

Yok ben gerçekten de laf anlatamıyordum.

 

Eline telefonu alırken ekranda yer alan haber kanımın çekilmesine sebep oldu.

 

"Sevgili Sayın Seyirciler 5 aydır aranan maskeli balo katilinin kim olduğu hala daha gün yüzüne çıkamadı. Polis ekipleri ve savcılık hala daha durumla ilgilendiklerini resmi beyanda dile getirseler bile, gün geçtikçe artan kayıp sayısı durumun daha da kötüleştiğini dile getiri-"

 

"Poyraz, kapat şunu." diyerek dikkatimi hızla başka bir yere odaklamaya çalıştım. Onca işin arasında birde başımızda bu vardı. "Haber rahatsız etti anlaşılan." dedi ilgiyle dinlerken. "Maskeli katil ne be? Kaçıncı yüzyıldayız ilgi çekmek için dile getirdikleri şeye b-"

 

"Kaybolan kişiler arasında Savcı Ahu Vural'da yer almakta. Halktan kişilerin zarar görmesinin ardından, Cumhuriyet Savcı'sına dönen oklar üzerine, emniyetten bir açıklama bekleniyor."

 

Poyraz yutkunurken sessizce açılan kapıya doğru çevirdi bakışlarını.

 

Odanın ışıkları da aynı hızla açılırken, "Katili bulamayacaklar." dedi Kızıltuğ soğuk bir ifadeyle. Duyduğum hışırtıdan elinde poşet olduğunu anlamıştım. "Al lan şunu, bitmedi gitti şu lahmacun sevdan."

 

Bakışları bana döndü tekrardan. "Katil tanınan birisi olmalı, yakalanmamak için maske kullanıyor ve-"

 

"Bayan yengeye aşık!"

 

Poyraz çok yanlış bir şekilde dile getirmişti meseleyi. Karan'ın bakışları kararırken gözleri kısa bir an lahmacuna kaydı. "Seni o yemeğe gömer, dürüm niyetine ikinizi sarar vahşi köpeklerime yem ederim. Kelimelerini düzgün seç düdük herif!"

 

"Yüce İsa hiç yakıştıramadım! Abi takıntılı demeye çalıştım, Ahu'nun peşinde ve bırakacak gibi de gözükmüyor görmüyor musun?"

 

Karan ağır ağır başını salladı. "Kimler, neleri bırakmaz diyorduk da bıraktı. Bu adamın ipinin çekilmesine az kaldı."

 

Bakışlarımı ona doğru çevirirken o zaten beni izliyordu. "En azından aileme haber vermeme izin ver." dedim endişeyle ona dönerken. "Başın ağrısın istemiyorsan birilerine iyi olduğum bilgisini ileteyim."

 

 

Bakışları kısılırken cebinden telefonumu çıkararak mesajlar kutusuna girdi. "Yazgı." dedim soğuk bir ifadeyle. "Yazgı'ya iyi olduğumu ve bir süre sağlığım için şehir dışında tedavi göreceğimi söyle. Evrakta sahtecilik yapmak zor olmayacak zaten."

 

Bana bunu yaptırdığını inanamıyordum.

 

"Neden ona yazıyoruz, ailenden değil o it?"

 

"Çünkü o it dediğin adam benim her şeyim ve onun bir adı var!"

 

"Doğru tüm her şeyi onunla yapıyorsunuz." Dedi ima dolu bir ses tonuyla.

 

Gözleri nefretle kısılırken haberi sessize alan Poyraz, "Abi bu katili bulmak için Görkem'leri haberdar et demiştin ve seninle görüşmek istiyorlar. Bu gece düzenlenecek olan partiye gelmeni istiyor." dedi ciddiyetle. "Sanırım maskeli katili yakalayacaklar."

 

Kızıltuğ hızla telefonu eline alırken dudakları arasından çıkardığı son cümle, "Katili yakalayamazlar çünkü katil bu gece o partide hiçbir şey yapmayacak." dedi kendinden emin bir şekilde bana bakarken. "Katil tüm emniyete bile oyun oynayacak kadar iki yüzlü birisi, bu gece emniyetin oraya geleceğini bildiği için ters köşe yapacak."

 

Odanın kapısı hızla kapanırken gerginlikle su bardağına uzandım.

 

Sonuçta her şey daha yeni başlıyordu.

 

"Normal bir katil de değil," dedi anlam vermek istercesine. "Öldürdüğü ya da kaçırdığı herkes ya pis işlerle bağlantılı ya da zayıf noktalara oynuyor."

 

"Kızlarını." dedim soğukkanlılıkla. "Çocukları zayıf noktaları olan aileleri kızlarıyla tehdit edecek. Bulaştığı aileler pislikten önü geçilmeyen bir avuç dolusu lağam. Ayrıca sen onca ticaret ve fuhuşu pis iş diye basitleştirdin mi?"

 

"Sen anlayabil diye öyle konuştum stilettolu yenge." Gülümsemeye çalışarak şirin gözükmeye çalıştı aklınca. Yüzümdeki umursamazlığı fark ederek, "Onu savunuyor musun?" dedi şaşkınlık dolu bir ifadeyle.

 

"Asla. Tecavüzcü bir sapıktan bahsediyoruz. Vakti gelince duracak diye düşünüyorum. Eğer ki durmaz ve okları bize çevirirse işte o zaman bizim için daha da sıkıntı."

 

"Ne yani şu an mesele size dokunmuyor diye umursamayacak mısınız?"

 

Sorusunu cevapsız bıraktım.

 

Odanın kapısı açılırken Kızıltuğ tekrar içeri girdi. "Poyraz." dedi soğukkanlılıkla. Bu gece düzenlenecek olan balo için Gizem'e söyle hazırlansın. Onunla beraber partiye katılacağım, adamları da hazırla. Bu gece bu iş bitecek."

 

Hangi işten bahsediyordu?

 

"Önceliğin benim sanıyordum." dedim dalgaya vurarak. "Evden gittiğiniz an kaçacak olma ihtimalimi düşünmüyorsunuz sanırım."

 

Gözleri kısılırken dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı. "Beni tanımıyorsun." dedi soğuk bir ifadeyle. "Bu evden kaçma imkanın olmadığı için bu kadar rahatım."

 

"Kızıltuğ." soyadını kullanırken dudaklarımı titrettim bilerek. "Lütfen. Bu gece ben seninle geleyim."

 

Bunu istemeye yüzüm yoktu.

 

Daha az önce bana zorla yeri yalatan adama, onunla partiye katılmak istediğimi dile getiriyordum. "Biliyorum yaralıyım ama 2 haftadır ortalarda yokum ve bu senin işine yaramaz mı? İkimizin bir arada görülmesi?"

 

"Maskeli katil için oraya gelmek istediğini biliyorum." dedi söylediklerimi duymazlıktan gelerek. "Sizin içinizden biri olduğunu düşünüyorsun ama kim olduğunu bilmediğin için gelmek istiyorsun. Bu gece onun da orada olacağını biliyorsun çünkü. Yanılmıyorum değil mi Savcı?"

 

Yenilgiyle gözlerimi kapatırken, "Ne istersen yapacağım." dedim umutsuzca. "Davana bakacağım, beni öldüreceksin zaten. Bırak bu gece olacaklara orada şahitlik edeyim."

 

Onu ikna etmeliydim. "Sen izin ver ya da verme, bir yolunu bulur ve gelirim. Ya beni götürürsün ya da kendimi öldürürüm. En kolay yolu aşağıdaki kapıda güçlü elektrik şiddeti yemek olur!"

 

Kendimle tehdit ediyordum onu.

 

İşe yarar mı bilmiyordum ancak denemeye değerdi.

 

Gözlerinde milisaniye gördüğüm o endişe bulutunu hızla dağıtıverdi.

 

Parmakları çenemi kavrarken yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdı sertçe. "Eğer bu gece kaçmak gibi bir girişimde bulunursan-"

 

"Asla." Eliyle tutuyor olmasına rağmen başımı iki yana doğru sallamaya çalıştım ancak sadece ellerim sallanabilmişti.

 

O gerçekten de çok güçlüydü.

 

"Maskeli katili neden arıyorsun bilmiyorum ve inan umurumda değil. Bunca zaman her işini ortaya dökebilirdim ancak yapmadım. Sadece geleyim, tatsızlık çıkarmayacağım."

 

Kızıltuğ hafifçe başını sallayarak giyinme dolabına doğru ilerlemeye koyuldu.

 

"Saten siyah bir yırtmaçlı elbise sana çok yakışacak." Eline aldığı tahminen 38 beden olan elbiseyi bana uzatarak, "Seni giydirmemi ister misin?" dedi.

 

Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken, "Giydirmektense çok daha güzel şeyler yapabiliriz." dedim yüzümü ekşiterek. "Ağzının ortasına vurmak gibi mesela?" Beni ciddiye almasını beklerdim ancak yaralı halimle gözünde iyice küçülüyordum ona göre. "Bedenin umurumda değil, sana bakmayacağım." gözlerini gözlerimden bir saniye bile olsun ayırmadan üzerimdekileri çıkarmayı başardı.

 

Gerçekten de bedenime bakmıyordu.

 

"Merak etmeyin abi ben ne sana ne de stilettolu yengeye bakmıyorum." diyen Poyraz'a karşı Kızıltuğ sadece baktı.

 

Onun bakışı ortamın havasını bile değiştiriyordu.

 

"Bakma öyle abi." dedi bakışlarını onun üzerinden çekmezken. "Savcı'yı her an öldürme potansiyeline sahipsin. Ortam yumuşasın diye çabalıyorum o kadar."

 

Bunu fark etmiştim.

 

Samimi davranmaya çalışıyordu o kadar.

 

"Bu gece, savcı Ahu Vural gibi değil eşim Ahu Kızıltuğ gibi davranacaksın. Hiçbir ters hareketin olmayacak anladın mı beni? Benim kollarım arasında uslu uslu durmaya bak."

 

Başımla onu onaylarken bu gece yaşanacak olan vahşet, hepimizi büyük bir belanın içerisine sürükleyecekti.

 

Kızıltuğ dudaklarını kulağıma yaklaştırarak sıcak nefesini üflemekten çekinmedi.

 

"Bu gece benim kızım gibi davran. Karşında, sahip olacağın tek adam duruyor çünkü."

 

.

.

.

 

 

Karan'ı zamanla anlayacağız, ona çok kızmayın güzellerim. Her bir hareketinin bir anlamı var ve ileride ortaya çıkacak🙏🏼

Bölüm : 22.11.2024 00:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...