6. Bölüm

5. BÖLÜM | Kalp Çarpıntısı

mrsviia
mrsviia

 

Hazırsanız bölüme başlayalım bebeklerim, güzel yorumlarınızı ve oylarınızı unutmayın olur mu? Benim motivasyonum sizlersiniz. 🥹🌹

 

 

Kaçırdığım hatalar olursa affedin, güzel okumalar dilerim!

 

 

 

 

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

 

"Adam düşmanını çok uzakta arıyordu. En yakınındaydı, asıl parti yeni başlıyordu. Kanla bitecekti gece, bir tek katil eğlenecekti o berbat arbedede."

 

❄️

 

Elinde duran telefona sessizce bakıyordu. "Bu." dedi soğukkanlılıkla. Sesi o kadar sert çıkıyordu ki, kendimi berbat hissetmeme sebep oluyordu.

 

Hissetmemem gerekiyordu.

 

Dudaklarımı yalayarak girdiğim trans halinden çıkmaya çalışıverdim. "Savcı." Kehribar gözleri gözlerime çıkarken, bedenimi kavuruyordu bakışları. "Bana bu telefonu nereden bulduğunu sen mi açıklamak istersin yoksa ben mi kendim öğreneyim?" Gözleriyle bedenimi süzerken, "Kendi yollarımla." dedi.

 

Korkuyla onu seyrederken ne söylemem gerektiğini düşünüyorum. Kahretsin ki şu an çok kötü bir andı.

 

 

"Telefon." diyerek bakışlarımı elleri arasında duran telefona çevirdim. "Benim yedek telefonumdu bu ve sizin haberiniz yoktu. Kimseyle konuşmuyorum, içini kurcalayabilirsin." Derin bir nefes alırken dudaklarımı dişledim korkuyla.

 

Şu an o benim dürüst olmamı bekliyordu ancak ben inatla olmuyordum.

 

İçini kurcalarsa ve bilinmeyen numarayla olan telefon kaydıma ulaşırsa bu söylediğim yalan çürümüş olacaktı. "Demek kimseyle konuşmuyorsun?" Tek kaşını kaldırarak beni inceledi bir süre. "Öylesine elinde duruyor yani öyle mi?"

 

Bana inanmıyordu.

 

Şaşırmıyordum.

 

"O halde bakalım, bomboş olan telefonuna." Şifresi olmayan telefonu açarak içerisini kurcalamaya başladı hızla.

 

Mesajlara bakarken bomboş bir sayfa görmek onu dumura uğratsada yılmadan aramalara giriverdi hızla.

 

Birazdan buradan cesedim bile çıkabilirdi.

 

Gözlerimi korkuyla yumarken ondan gelecek olan herhangi bir şeyi beklemeye başladım ancak uzaklaşan adım sesleriyle beraber, "Aç gözlerini." demesi hafifçe yutkunmama sebep oldu. "Telefon dediğin gibi boş, neden bir şey yakalamışım gibi duruyorsun?"

 

Şüpheyle beni izliyordu.

 

En az senin kadar iyi oyuncuyum ben Kızıltuğ.

 

Bunu bana babam öğretti.

 

Durduk yere gözlerimi ben de böyle kapıyor olsam ben de şüphe ederdim elbette.

 

"Yaran iyi durumda mı?" Çok önemsiyormuş gibi yaramı sorması harika ötesi bir durumdu. Sessiz bir biçimde başımı yukarı aşağıya doğru sallarken önden ilerleyerek kulübenin dışına çıktı.

 

Adımlarım onu takip ederken sessizliğimi korumaya devam ettirdim. "Hala daha kayıp olan Altay davasını hazırladım, davanın üzerinden geçmeni istiyorum."

 

O davada görmemi istediği bir şey vardı, anlayabiliyordum.

 

Kaşlarım bu söylediği şeyle istemsizce çatılırken ciddi olup olmadığını biraz olsun suratsız ifadesinden anlamaya çalıştım ancak o kadar nötr bir haldeydi ki. "Ciddiyim Savcı." dedi hoşnutsuz bir şekilde arabasının ön kapısını içeriye geçmem için açarak.

 

Aksaray davası kapanalı uzun bir zaman olmuştu ve işin ucunda benim öz babam vardı. Kapatabilmek için elimden geleni yapmışken, tekrar gün yüzüne çıkaracak olan kişinin de ben oluşu büyük bir trajediden ibaretti.

 

Ön koltuğa yerleşirken o da hızla sürücü koltuğuna geçti ve hızlı bir biçimde arabayı kullanmaya başladı. Her daim ciddi bir adamdı ve bu kadar kaşlarını çatarsa erken yaşta kırışacaktı.

 

"Kemerini tak." dedi saf bir emir cümlesiyle. Gözlerimi istemsizce kısarken onun inadına gidebilmek için kollarımı birbirine bağlayarak sessiz kaldım. Bakışları kısa bir an bana dönerek, "Kızım ben kime diyoru-" dedi ancak cümlesine devam edemedi. Anladı bilerek yaptığımı.

 

Dudakları hafifçe kıvrılırken arabanın kırmızı ışıkta durması da bizim tam isabetti. Parmakları üst baldırımda dolaşırken bilerek okşuyordu. "Ben sana tak dedim değil mi? Neden uslu bir kadın olmayı tercih etmiyorsun?" Parmaklarıyla kemeri tutarak taktı. "Beni düzgünce dinlemezsen bir daha sana taktığım tek şey kemer olmayacak."

 

Gözbebeklerim işittiği bu cümleyle şaşkınlıkla büyürken dudaklarım arasından herhangi bir kelimeyi dökemedim bile.

 

Tanıdık olan binalara hızla yaklaşırken onun villasına karşı gözlerimi deviriverdim istemeden. Poyraz gerçekten de haklı çıkmıştı.

 

Kaçabilmem için abimi çiğnemen gerekiyor diyordu.

 

Demek ki zamanı gelince gerçekten de çiğneyecektim de.

 

Büyük demir parmaklıklar otomatik olarak açılırken iç kapının önünde bizi izleyen Poyraz, benim ön koltukta oturduğumu gördüğü gibi ağlamaya başladı.

 

Bu çocuk cidden sorunlu olabilir miydi?

 

"Şşht baksana, benim kankam gelmiş!" Hızla ilerleyerek kapımı açtı ve içinden inmem için heyecanla bekledi. "Hoş geldin bayan yenge, özlettin kendini."

 

Sanki aylardır burada yokmuşum gibi davranmaları yok muydu? İnsanı gerçekten de delirtirlerdi bu evde.

 

Olmayan şeyleri bile yaşanmış gibi gösterebilecek kadar psikopatlardı.

 

"O kapıyı kapatın." Kızıltuğ yine kapatmayacak olduğumu bildiği için aramıza girerek bizi uyarmıştı.

 

"Nasıl geldiğimi patronuna sormak ister misin? Koşa koşa geldim, canım evim dedim. Çok özledim, geri dönmem gerek dedim!" İmayla mırıldanırken Kızıltuğ hafifçe gülümsedi. "Bensiz yapamıyor."

 

Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdim.

 

"Her bir zerrem senin için inliyor, görüyor olman gerek nasıl senin için inlediğimi." Yüzündeki gülücük hızla solarken gözlerini ciddiyetle kıstı. Hafif bir baş selamıyla bildiğim merdivenlere doğru yönelmeye başladım.

 

Tabii arkamdan bana seslenen Kızıltuğ eşliğinde Poyraz'ın gelmesine engel olamayarak. "Savcı'yı çalışma odasına götür Poyraz, şimdiden başlasın davasına. İşimiz daha çok çünkü."

 

Poyraz'ın yüzündeki neşe hızla çekilirken bana bakıverdi. "Üst kat çalışma odası, gidelim."

 

Aniden neden ciddileştiğine anlam veremesemde umursamayarak adımlarımı ilerletmeye devam ettim üst kata doğru.

 

Benden istediği davaları halledecektim bu aslında ne çok kolay ne de çok zordu. Davasından davasına değişiyordu ve ben tuttuğunu kopartan bir kadındım. Büyük çalışma odasının içerisine girmeden önce özel sisteme sahip olan odanın açılması için kart okutan Poyraz'a, "Beni içeriye alarak çok büyük bir yanlış yapıyorsunuz. Sizi her an patlatabilirim." dedim havaya girerek.

 

Başını iki yana doğru sallarken gülümsemesine engel olmadı.

 

Olmak istemedi ya da.

 

Yanımda mutlu olduğunu görüyordum.

 

Sahte değildi bu gülüşler.

 

"Bayan yenge senin türünün tek olduğunu düşünmeye başladım. Sence abim, bu oda içerisinde yapacaklarını hesap etmemiş midir sanıyorsun?"

 

Gözlerim hafifçe kısılırken bu ihtimali düşündüğümü elbette belli etmedim.

 

Aptal sanabilirdi beni, nasıl sandığı umurumda değildi. "Masa üzerinde duran dava belgelerini incelemeye başla sen. Ben ikimize birer kahve yapıp geliyorum."

 

Kimsenin elinden bir şey yemediğimi fark mı etmişti ki kendi elleriyle yapacaktı?

 

Sessizce başımı sallayarak masanın önüne geçiverdim. Üzerimde duran gömleğin birkaç düğmesini hava alabilmek için açmış, ellerimi yüzüme karşı yelpaze gibi kullanmaya başlayıverdim.

 

Aksaray davası tam önümde sonuçlanamayarak rafa kaldırılan davalardan birisiydi.

 

Kenarda duran kalemlerden birini parmaklarım arasına alarak uzun saçlarımı dolayıp, kendimce bir topuz yapmıştım.

 

Ancak bu kalemin Kızıltuğ'un uğurlu kalemi olduğunu kesinlikle bilmiyordum.

 

"Benimle oynama Savcı." Onun gibi soğukkanlılıkla taklidini yapmaya çalışıyordum ve emin olun onun gibi olamıyordum bile.

 

Onunla öyle güzel oynayacaktım ki. Beni sessiz, onun her istediğine tamam diyen basit bir kadın olarak görebilirdi ancak o, benim kapımda köle olacaktı.

 

O benim peşimde koşacaktı.

 

Ben değil.

 

Karşısındaki kadını, Ahu Vural'ı tanımıyordu.

 

Ben babamın kızıydım. Acımazdım, elime kim geçerse ya ecelleri olurdum ya da hayatları kayardı.

 

Onlar da babamın anlattıklarına göre bize hiçbir zaman acımamıştı. Merhamet, vatana ihanetti sonuçta.

 

Hafif hareketlerle de dönüyor bir yandan davayı okuyordum. Birden fazla işi bir arada yapabilen bir kadındım. "O halde seni sobelemiş mi oluyorum, Savcı?"

 

 

"Savcın batsın senin be!" Kendi sesim odanın içerisinde yankılanırken beni izleyen bir çift kehribar gözlerden bihaberdim. "Sen sobeleme görmemişsin Karan, ben seni bir gün çok pis sobeleyeceğim. Bana kızan, azarlayan o ağzını çok güzel tıkayacağım senin."

 

Tüm öfkemi kusmaya çalışıyordum. Bu adam benim bir gün öfkeden sonum olabilecekti çünkü. Ellerimi masaya yerleştirerek kalçam eğik bir halde okumaya devam ettim sayfaları.

 

Dava bir kadınla beraber bağlantılıydı. Gizem Aksaray adında bir kadın Altay'ın kız arkadaşı olarak biliniyordu ve nişanlanacakları haberi camiada yayılmasının ardından 3 gün sonra cesedi bir ormanda bulunmuştu. Kadın için zaten daha en başta delil yetersizliği ve kullanılan cinayet silahının bulunamamış olması, bizim için eksi bir durumdu. Belki Altay kız arkadaşını bir sebepten ötürü öldürmüştü ve sonra kendisi bu ülkeden firar etmişti.

 

Fotoğraflarda yer alan cinayet silahına bakarken gerilmeden edemedim.

 

Bu aleti biliyordum.

 

Cinayet silahını bulamazlardı.

 

Çünkü zaten bendeydi.

 

Babam yıllar önce nedenini sorgulatmadan bana vermiş, saklamamı istemişti. Ve sonuna kadar emindim, bana verdiği aletle bu alet tıpatıp aynıydı.

 

Şüpheyle olduğum yerde gerilirken hafifçe yutkunmadan edemedim.

 

"Ben bu şekilde davranmıyorum yalnız." diye konuşan sese doğru çeviriverdim bakışlarımı.

 

 

Beni, kapıdan seyrediyordu!

 

Gözlerindeki o memnun bakışlar da neyin nesiydi böyle? Aksine tam bu hareketim için bana zarar vermeye kalkışmasını bile bekleyebilirdim.

 

Tabii öyle bir şey olsa, masada duran kalemle beraber manda ayısının gözlerini de acımadan oyardım.

 

Ben deli bir kadındım çünkü.

 

Adımları yavaşça üzerime doğru gelirken elini masaya yasladı yavaşça. "Bilmediğim yönlerin de varmış, daha ne gibi şeylere şahit olacağız acaba?" Dudaklarımı oynatmadım, gözlerim konuştu o dakikada. "Ağzımı neyle tıkayacaksın sen?" Gözleri utanmazca gözlerimde gezindi. "Benim aklımda bir yöntem var ama sende o cesaret pek yok."

 

 

Dudaklarını yaladı hafifçe.

 

Gözlerim sinirle kısılırken dudaklarımda iğneleyici bir gülüş peydah edindi. "Benden nefret ettiğini bilmesem, beni arzuluyorsun sanacağım. Oynama benimle. Kelime oyunu yapıyorum derken kendini adımla inlerken bulursun Kızıltuğ, ben tanıdığın kadınlara benzemem acımam ikimize de." Burnumu burnuna sürterek kokusunu içime çektim. "Sonra bekareti alınan kadınlar gibi ağlama benim karşımda."

 

Çenemi parmakları arasına alarak dudaklarını dudaklarıma sürttü sertçe. "Ahu." Burnunu çeneme oradan da boynuma doğru sürttü. "Yapma Savcı'm, içimde yatan şehveti uyandırma. Altımda olursan gün boyu zevkten akan gözyaşlarını silmek zorunda kalırım. Cesaretin varsa deneyelim?"

 

Bazen ikimizin çok benzediğini düşünebiliyordum.

 

Tabii daha sonra bu düşünceyi hızla kafamdan atıyordum. Biz ikimiz imkansız iki zıt kutuptan ibarettik çünkü.

 

Ben size daha çok şey yaşatacağım.

 

Bekleyin.

 

Asıl sen.

 

Sen. 

 

Cehennemine hoş geldin Karan Kızıltuğ.

 

Kendimi hızla toparlayarak çenemi tutan ellerini çekmesini sağladım. Konuyu değiştirmem gerekiyordu. "Bu davayı açarsam eğer," Onun bakışlarını umursamadan boğazımı temizleyiverdim hafifçe. "Yine elimde kalabilir, birçok şey eksik çünkü."

 

Birçok şeyden kastımın ne olduğunu hızla anladı. "Cinayet aleti?" Hızla başımı sallarken gülümsemesi yüzüne yayılıverdi hızlıca.

 

"Sadece o da değil. Belki de Altay denilen adam öldürdü ve daha sonrasında kaçarak-"

 

"Altay haysiyetsiz birisi değil! Gizem'i seviyordu. Bunu yapıp kaçacak birisi değil, Gizem'i öldürdüler ve Altay'ı da kaçırdılar. Esir tutuyorlar."

 

Kaşlarım çatıldı istemeden. "Madem bu kadar çok şey biliyorsun, nasıl hiçbir şey bulamıyorsun?"

 

Sessiz kaldı.

 

"Davada birkaç pürüz var." dedim boğazımı temizleyerek. "Evet." Başını sallayıverdi hızlıca. "Bu davanın açılması için çok uğraştım biliyor musun Savcı? Gizem Aksaray'ın ölümü bir kaza değil, cinayetti çünkü. Altay'ın kayboluşunun da kaçmak değil de kaçırılmak olduğu gibi." Üzerime doğru yürümeye başladı adım adım. "Şerefsizin teki, önce kadına tecavüz etti. Sonra bedeninindeki neredeyse bütün organları aldı ve beden su yüzüne çıkamasın diye büyük bir kaya parçasına bağlayarak dereye attı. Bedenine günler sonra ulaştık, elleri arasında paramparça oluyordu. Peki ya bu kızın günahı neydi?"

 

 

Hafifçe yutkunurken bakışlarımı ondan ayırmamaya özen gösteriyordum. "Bence tecavüze uğramadı, kim kulübeden kaçırarak ormanlık alanda o soğuk kar günü tecavüz etmek istesin? Haberlerde bile Altay'ın ne kadar sinirli biri olduğu yazıyor ve allah aşkına devlet adamı mı bu adam? Neden hiçbir yerde soyadı yok?"

 

Kaşları yavaşça havaya kalkarken, "Ormanlık alanda tecavüze uğradığını ne ben sana söyledim ne de davada yazıyor? Sana sadece tecavüze uğradı dedim yoksa o kızın katili kim biliyorsun ve susuyor musun?"

 

"Haberleri okudum Kızıltuğ, her yerde kızın nasıl biri olduğu yazıyor. Mantık yürütüyorum, bu dava ile ilgili hiçbir bilgim yok."

 

Kolumu sertçe tutmasıyla daldığım düşüncelerden ani bir şekilde sıyrılıverdim. "Söyle, yardıma yataklıktan seni de içeri alırlar! Ne bok olduğunu anlat, bildiğin bir şeyler var!"

 

Kaşlarım çatılırken ellerimi göğsüne koyarak ittirdim sertçe. "Sen delirdin mi! Ben Savcı'yım! Böyle bir şeyi yapmam, adalet için varım ben. Davanın açılmasına yardım ediyorum işte, suçluyu bilsem göz göre göre yardım eder miyim sanıyorsun?"

 

Gözleri kısılırken benim tepkimi seyretti sessizce. "Dava için tekrar sanıkların ifadesinin alınmasını talep edeceğim ancak unut bunu. Cinayet aletini bulamadan-"

 

Odanın kapısı tıklanıverdi hızlıca. "Efendim istediğiniz üzere Yazgı beyin evini bastık. Adamlar her yeri karış karış inceledi ve cinayet aleti şu an Ateş beyin elinde. Parmak izi analizi için Gürkan'a gösterdik geliyoruz şu an." Elimde duran kalem hızla yeri boylarken işittiğim şey tekrar tekrar kulaklarımda çınladı.

 

Ne demişti o?

 

Kızıltuğ neden bana hiçbir şey dememişti?

 

Hangi ara basmıştı da sonuçları laboratuvara göndermişti?

 

"Yazgı." dedi nefretle haykırarak. "Dedektifin bu işin içinde olduğunu biliyordum başından beri. Çünkü bizzat Gizem'e tecavüz eden kişiyi başından beri koruyordu. İnceleme yerinde bile bilerek üstünkörü araştırdılar her yeri. Gözlerim, çıplak gözlerim bunların her birine bizzat şahit oldu!"

 

"Ortada oyun dönüyor, eminim katil her kimse ona suç atılmıştır Kızıltuğ!" Babam o aleti vermişti bana, onun da bir şekilde bağlantısı vardı ve ucunun ona dokunmasını istemezdim.

 

Gözleri hayretle kapanırken, "Biliyorsun." dedi nefret yüklü bir ses tonuyla. "Katil kim biliyorsun ve sen de içlerindesin."

 

Masada duran davaya döndü gözleri. "Yıllar önce nasıl örtbas etmek için kıçını yırttıysalar, kendi ellerinle sen ortaya çıkaracaksın. Eğer bunu yapmazsan, o çok sevdiğin aileni lime lime eder kalıntılarını da sana yediririm!" Hızla odayı terk ederken olacakları düşünüyordum.

 

Babam.

 

Kendini ölü gösteren babam yakalanacaktı!

 

Ancak ölü olduğu için dava yükümlülüğü düşecekti. Odanın içerisine yavaşça giren Poyraz, "Bayan yenge abimi yine nasıl delirttin diyeceğim nefes alman yetiyor." dedi bardağı bana uzatarak.

 

"Poyraz, telefonunu alabilir miyim?" Bardağı ellerim arasına alarak büyük masanın bir kenarına bıraktım.

 

Kimi arayacağımı sormadı.

 

Direkt cebinden çıkarıp bana uzatıverdi uzun parmaklarıyla. Yazgı'nın numarasını ezbere bildiğimden tuşlayarak açmasını bekledim.

 

Geçen her saniye benim için daha da kötüydü. Karşı tarafın açtığını anladığım gibi, "Karan biliyor." dedim korkuyla. "Evini basmışlar Yazgı, sana yıllar önce getirdiğim aleti almışlar. Babam nasıl olurda söylemez bana? Hiçbir şey sorgulama derken kastı bu muydu? Biz yıllarca bir cinayet aleti mi sakladık yoksa?" Bakışlarım kısa bir an Poyraz'a döndü. "Ne yapman gerektiğini biliyorsun değil mi?" İmayla konuşuyordum.

 

Babam ölü gözüktüğü için Kızıltuğ direkt ölmediğini savunacak ve davayı yokuşa sürecekti.

 

Ne yaparsak yapalım elimizde kalıyordu. Cinayet aletinin yıllar sonra Yazgı'nın evinden çıkmış olması, tam olarak onun için tehlike arz ediyordu.

 

Resmen düşmanımın eline bakacak duruma gelmiştim.

 

"Sen iyisin değil mi Ahu?"

 

Derin bir nefes çektim içime.

 

"Ben iyiyim ancak benim dediğimi-"

 

"Yolun sonuna geliyoruz, ben deneyeceğim ancak başarılı olur muyuz bilmiyorum. Babanu hemen suçlama, eminim mantıklı bir açıklaması vardır."

 

Telefonu yüzüme kapattı aniden.

 

Ne saçmalıyordu o?

 

İkinci bir yenilme şansımız yoktu.

 

Şüphelendiğini biliyordum ancak kesinlik kazanmaması gerekiyordu. Saçma bir şüpheyle kalmalıydı.

 

"Aksaray davası neden bu kadar hızlı askıya alındı diye düşünüyorduk, cinayet aletini yanlış kişide sakladın Ahu. Altay'ı da teslim etmeniz gerekiyor." dedi Poyraz telefonu ellerim arasına alırken. Dudakları kulağıma yaklaşarak, "Katilin evinde olmalıydı o cinayet silahı. Sonuçta yaşamayan birinin evine bakmayı kim akıl eder, değil mi!" dedi. Babamın evinde durması gerektiğini söylüyordu yani.

 

Ne teslim etmesi? Ben yerini bile bilmiyordum ki.

 

Sonlara doğru sesi imayla kısılırken kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. "Katilin ölü olduğunu nereden çıkardın sen? Ayrıca ben bana denileni yaptım, neyi sakladığımı sorduğumda bile bana hiçbir şey söylenmemişti!"

 

Biliyordu.

 

Poyraz bir şeyler biliyordu.

 

Babamın işin içinde olduğunu o da biliyordu.

 

Katilden kastı babam mıydı yani? Ölü derken?

 

Evet o'ydu.

 

Bana bunun cevabını vermek zorundaydı. Bu öylesine söylenen bir cümle değildi çünkü. Özellikle Poyraz, Kızıltuğ'un kendi adamıyken.

 

"Hani şu an ortalarda yok ve kim olduğu hakkında en ufak bir bilgimiz bile yok. Bu yüzden katil bir nevi ölü olmuyor mu bayan yenge?" dedi hafifçe gülümseyerek.

 

İlk defa bu gülüşü samimi bulmadım ancak ses etmedim de.

 

"Birazdan burada olurlar-" Cümlesi çalan korna sesiyle yarıda bölündü. "Hatta çoktan geldiler bile. Sen sana denileni yaptın, en masum sensin ve öyle de kalacaksın."

 

Hızlı adımlarla koşarcasına inecekken Kızıltuğ'un odasının aralık olduğunu fark ederek adımlarımı ilk oraya doğru ilerlettim.

 

Odanın içerisi bomboştu.

 

Yatağının üzerine duran telefonla gözlerimiz kesişirken, katilin bana verdiği telefon olduğunu fark ettim.

 

Zamanım kısıtlıydı.

 

Onu alıp saklayabilirdim.

 

Ya da almadan aşağıya inebilirdim.

 

Ben riski seven bir kadındım. En kötü telefonu sütyenimin arasına sıkıştırırdım yine de yakalanmazdım. Karan bedenime dokunmuyordu çünkü.

 

En son bakacağı yer de göğüslerim olurdu diye düşünüyordum. Hızla ilerleyerek telefonu sütyenimin içerisine yerleştirdim. Büyük olmadığı için rahatlıkla girmişti. Kenardan biraz zorluyordu o kadar.

 

Geri odadan çıkarak kapının dışarısında beni bekleyen Poyraz'la göz göze gelirken, "Yakalanma." dedi ne yaptığımı tahmin ederek. "Eğer olurda yakalanacak duruma gelirsen, odama bırak. Abim odama bakmaz."

 

Bana yardım ediyordu.

 

Önünden ilerlemem için hafifçe eğilerek bana yol verdiği sırada, "Bunu neden yapıyorsun Poyraz?" diye sormadan edemedim. İnsanlar durduk yere iyilik yapmazlardı tanımadıkları kişilere karşı.

 

Dilenci de değildim çünkü bana yardım etmesi ne kadar beni sevindiriyor olsa da ister istemez şaşırıp anlam verememe de sebep oluyordu.

 

İçimi ısıtacak bir gülümsemeyi dudakları arasına yerleştirerek, "Kız kardeşimi hatırlatıyorsun. Sana yardım etmek istiyorum çünkü... çünküsü yok. Yıllardır seni abime yakıştırıyorum o kadar. Boşuna mı bayan yenge diyorum sanıyorsun?"

 

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken aynı şekilde kaşlarım da istemsizce havalanmıştı.

 

"Abimle harika bir çift olursun biliyor musun? O günü ben unutamıyorum, o bar gecesi sizin birbirinize tutunduğunuz gün bence."

 

Ne saçmalıyordu?

 

Ben Karan'la orada tanışmamıştım ki?

 

"Ne barda tanışması?"

 

Gülümsemesi daha da büyüdü. "Sen abimi ilk o baskın gecesi hatırlıyorsan yanılıyorsun Savcı. Abim sana o bar gecesi çoktan takılı kaldı. Bir gün sor sana, belki insafa gelirse anlatır."

 

Onunla daha öncesinde mi tanışmıştım yani?

 

Baskın sırasında kaçmaya çalışırken tanıştığımıza emindim.

 

Bu imkansızdı.

 

"Kendi adaleti için adaleti bile çizen bir kadınla, adaleti kanlı elleriyle yazan adamın aşkı olmaz Poyraz. Olamaz. O aşk yarım kalır." Başını yavaşça olumlu yönde yukarı aşağıya doğru sallarken ellerini cebine yerleştiriverdi. "Bu dediğine katılırdım," Burnunun üstünü kaşıyıverdi hafifçe. "Gerçekten adalet için ağlayan bir kadın olsaydın. Abim adaleti kendi yoluyla sağlıyorken senin de ondan pek bir farkın yok bayan yenge. Sen de adaleti kendi ellerinle yazıyorsun. İşine gelince adalet damarın kabarıyor. Beni yanlış anlamanı istemem, eğer yanlışım varsa düzelt beni. Ancak kim cinayet silahını sorgulamadan yıllarca saklayıp, davanın kapanması için yardım ki? Bu kadar masum olamazsın, adalet bu mu yani? Bence değil, herkes kendi adaletini kendisine göre çiziyor. İşte bu yüzden," Omzumu sıvazladı hafifçe.

 

"Her ne kadar abimle birbirinizden nefret ediyor olsanızda bir o kadar aynısınız. Sen onun kadın versiyonu gibisin ve ben, ikinizin olabilmesi için elimdeki her şeyi verebilirim. Düşmandan aşka, güzel bir hikaye olurdu sizinkisi."

 

Unuttuğu bir şey vardı.

 

Bir şey nasıl başlarsa öyle biterdi.

 

Nefretle mi başlıyor? Öyle biterdi.

 

Düşmanlık mı var, yine aynı şekilde biterdi.

 

Söylediği şeylerin etkisinden kendimi çıkarabilmek için hafifçe başımı salladım iki yana doğru. Kısmen doğru konuşuyordu. Doğru konuştuğu için de sinirimi bozuyordu.

 

"Aşağıya inelim mi?" Başını hafifçe yere eğerek geçmem için müsaade verdi bana. Hızlı adımlarla merdivenlerden inerek bahçeye açılan yola doğru yola koyuldum. Birkaç siyah Maserati büyük bahçenin etrafını kaplamıştı.

 

Siyahlar içerisinde olan ve adının Çetin olduğunu tahmin ettiğim adam Kızıltuğ'un karşısında duruyordu.

 

Belgeler.

 

Elindeydi.

 

Sonuca bakıyordu.

 

Sonumun bu kadar kolay olacağını beklemiyordum. Göğsümde dik bir şekilde sakladığım telefon birkaç kez titrerken, ürkek adımlarımı yanlarına doğru ilerletmeye başladım. Yolun sonuna geliyor muyduk yani?

 

Kulaklarım uğuldarken, kalbime giren sancıyla beraber yüzümü buruşturdum acımadan. Esen rüzgar saçlarımı sağ tarafıma savururken, şampuan ve kendi kokum burnuma doluyordu. Her bir adımım, kalbime bir bıçağın girmesini sağlıyordu.

 

Babamın yaşadığından şüphelendiğini zaten biliyordum, bu işin peşini bırakmayacaktı. "Kızıltuğ." dudaklarım arasından adı çıkarken bile o kadar titrekti ki. "Cevap ne, dna sonucu kiminmiş?"

 

Gözleri kan çanağına dönmüş bir haldeydi ve nefretle dişlerini sıkıyordu. Elinde tuttuğu belgeyi yüzüme fırlatarak, "Sen." diye haykırdı nefretle. "Bu işin içinde sen de varsın, bilerek katili saklıyorsun Savcı. Onu yakalayacağım zaman ne yapacağım biliyor musun?" Yüzüme o kadar dehşet bir ifadeyle bakıyordu ki, canım yanıyordu.

 

Canım niye yanıyordu ki?

 

Babamı paramparça edecekti, biliyordum.

 

Baba anlat bana, biliyorum sen kötü bir şey yapmazsın.

 

Ne olduğunu bana anlat...

 

"Belki oyun oynanmıştır, katil sandığın kişiye pusu kurulmuştur? Bir de bu tarafından-"

 

 

"Ne yani, seni böyle mi kandırdı!" Kolumdan sertçe tutarak göğsümü göğsüne yaslayıverdi hızlıca. "Hayatımda gördüğüm en aptal kadınsın, bu belgelerle nasıl oynadınız bilmiyorum ama o kızın katilini, benim ellerim arasına bırakacaksın."

 

Ben hiçbir şeyle oynamamıştım.

 

Sessizce yüzünü izlerken, "Anladın mı lan beni!" diyerek haykırmaktan geri çekinmedi. "Eğer onu bana getirmezsen, seni de o sümsük çevreni de acı çeke çeke yakar öldürürüm."

 

Tehdit.

 

İş hayatım boyunca hep karşı karşıya kaldığım bir durumdu bu. Dudaklarım sinirden titrerken işaret parmağımla göğsüne vurdum. "Ben kimseyi saklamıyorum! Kızın katilini bulacağım demiştim, bulacağım? Bu işte beraberiz Kızıltuğ." Gözümden düşen tek bir inci tanesine takılırken adımlarımı geriye doğru ilerletmeye başladım. "Söz veriyorum, katili ellerin arasına alacaksın. Bu davayı ben kendim bitmiş bir şekilde kapatacağım ve Altay'ı bulacağım."

 

Bu cümleleri kurarken canım yanıyordu.

 

Babama pusu kurulmuştu, o böyle bir adam değildi.

 

Söz veriyorum, sizi bitireceğim Kızıltuğ.

 

Poyraz ciddiyetle bizi izlerken Kızıltuğ'a doğru yaklaşıyordu. "Abi ne bu emin tavırların, Savcı davayı kapatacağım dedi zaten. Çöp gibi davranma şu kadına, yarın bir gün kendisini öldürürse görürsün amına koyayım!"

 

 

Merdivenlerden hızla geri çıkarken tekrar titreyen telefonu ellerim arasına alıverdim. Ekranda birkaç bildirim vardı.

 

Bilinmeyenden gelmişti.

 

"Kızıltuğ'u sinirlendirmeyi başardım galiba?"

 

"Cinayet aletini istese de bulamaz, babanın ellerine bulaşan o alet şu an benim ellerimde Roza."

 

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

 

Siktir!

 

"Telefonu sakla, seninle buradan iletişim kuracağım. Senin için cinayet aletinden aynısından aldım ve esas cinayet aletini de ormana, babanın içerisinde olduğu o kulübeye koydum. Sakladığın telefonun birebir aynısı şu an onun odasında adamlarım tarafından yatağın üzerine bırakıldı. Sen ne yap et Kızıltuğ'u oraya götürmeye ikna et, sanki davayla gerçekten de ilgileniyormuşsun gibi. Sonra aleti bulun, parmak izleri bambaşka birine ait, ben bir adam ayarladım. Suçu başta reddedecek, bizde kabul ederse iyi hal indirimine gideceğiz. İçeriye girecek ve babanı böylece aklayacağız."

 

"Kızıltuğ buna inanmaz ki." dudaklarım arasından çıkan mırıldanmayı telefonun diğer tarafından katilin duyduğunu bilmiyordum.

 

"Korkma, Kızıltuğ sana zaten inanmayacak. Babanı biliyor, Kızıltuğ babanın yaşadığını biliyor. Babanın peşinde ve kızı öldüren kişinin de o olduğunu sanıyor. Bu yüzden onu ikna edemeyeceğiz zaten. Biz medyayı, insanları inandıralım yeter. Kızıltuğ'un sonunu ben getireceğim, sen bana güven. Tek istediğim bizim mutluluğumuz."

 

Telefonu korkuyla yere düşürürken, düşündüğüm şeyi nasıl yanıtladığına anlam vermeye çalışıyordum. Babamın peşindeydi, bulmasına izin veremezdim. Annemi bana verecekti ve biz siktir olup gidecektik bu ülkeden.

 

Her şey bu kadar basitti.

 

Maskeli katile de güvenmiyordum.

 

Herkes kötüydü.

 

İşittiğim adım sesleriyle yerde olan telefonu ellerim arasına aldım ve hızla sütyenimin içerisine tekrardan dik bir şekilde tıkıştırıverdim. En azından düşmezdi. Kızıltuğ merdivenleri çıkarken, "Her şeyin başladığı yere gidelim." dedim soğukkanlılığımı koruyarak. Odanın içerisine girerken onun da arkamdan gelmesini bekledim. "Davayı baştan sonra yaşıyormuş gibi üstünden geçeceğim, hangi ormana gideceğimizi biliyorsun değil mi?"

 

Bakışları kısılırken yanan şömineyi izledi sessizce. "Emin misin, Savcı?" Benim her davamda bu taktiği uyguladığımı bildiği için şu an onunla ciddi olduğumu düşünüyordu. Halbuki ben maskeli katile güveniyordum, en güvenmemem gereken ikinci kişiye.

 

"Cinayet aleti bende sanıyorsun ancak gerçekten nerede bilmiyorum. Her yeri aratabilirsin, aklına gelen her yer. Sonuç aynı çıkacak, koca bir hiç." Ayak uçlarımız birbirine değerken gülümseyerek parmaklarımla göğsünü okşadım hafifçe. "Bu davayı bitireceğim dediysem, bitireceğim. Öyle ya da böyle, sonuçlanacak. Şimdi, gidebilir miyiz?" Göğsünde olan ellerimi elleri arasına alarak aşağıya doğru ilerlemeye başladı.

 

Elimi tutuyordu.

 

Saçmaydı.

 

Fazlasıyla saçma.

 

Kendisiyle çelişiyordu.

 

Bahçeye çıkarken Poyraz'la adının Çetin olduğunu tahmin ettiğim adam bir konuda tartışıyorlardı ve çok ciddilerdi. Bu, çok nadir gördüğüm bir durumdu. Beni ilk fark eden Poyraz olurken, "Bayan yenge, nereye böyle?" diyerek mutlulukla beni izledi.

 

"İşimiz var." Kızıltuğ hızla önümü keserken Maserati'ye binmem için arka kapıyı açıverdi. Poyraz elleriyle Çetin'in omzuna hafifçe vurarak, "İşimiz varmış kardeşim, gidiyoruz biz." dedi ve arabanın diğer tarafına geçmeye çalıştı.

 

Ancak dediğim gibi çalıştı.

 

Kızıltuğ ensesinden yakalayarak gitmesine engel oldu. "Sen kalıyorsun lan, baş başa olacağız." Bakışları bize dönerken gözlerini kıstı hafifçe. "Ne yani, beni bu topuklu kadınla aldatıyor musun? Yüce İsa-"

 

"Başlatma anasını-" Küfredecekti ancak Poyraz'ın korku dolu bakışları onu durduruverdi. "Beni imanımdan edeceksin puşt, geç şu arabaya. Ağzını açarsan, bak herhangi bir şey dersen! Seni öldürürüm, yeter artık bıktım senden oğlum. Geç, yürü!" Bedenini öne doğru fırlatırken Poyraz kuzu kuzu ön koltuğa doğru ilerledi.

 

Ancak binmedi.

 

Elleriyle gelmem için işaret etti. Kızıltuğ'la kısa bir an bakışırken gözlerini bıkmışçasına yukarıya doğru kaldırdı. Hızlı adımlarla yanına ilerleyerek fısıldayıverdim. "Şimdi ikimizi de şişe dizecek, batmasana gözüne."

 

"Şiş mi? Ne zaman adana yiyoruz, böyle bol acılı. Of canım çekti." Gözlerine şaşkınlıkla bakakaldım, bu adam gerçekten de ne ders çıkarıyordu ne de akıllanıyordu. Kapıyı açarak geçmem için müsaade etti. "Senin olduğun yerde bana öne binmek düşmez, ait olduğun yere otur yenge."

 

Bana değer verdiğini hissediyordum.

 

Bu, çok garip bir histi.

 

Ön koltuğa oturarak onun da arkaya binmesini sessizce izledim. Kızıltuğ'da sürücü koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı ve hızla yola koyulduk. Şişli tarafına doğru gidecektik, bu yol çok gerici geçecekti.

 

Hiçbirimizin dudaklarını bıçak açmıyordu.

 

Araba içerisinde bir arama gelirken hepimizin gözleri yazan isme odaklandı.

 

Çetin.

 

Daha az önce buradaydı, ne diye arıyordu?

 

Arama hızla yanıtlanırken, "Abi, onların yaşadığı artık kesinleşti. Bu çocuklarından biri şu an Amerika'da yaşıyormuş. İzini bulduk. Babası ve sırra kadem basan amcaları da büyük ihtimalle onlarla birlikte."

 

"Tam olarak kim ki aradığınız?"

 

Karan sessiz kaldı.

 

Gözlerimi devirdim.

 

"Peki ya Efil? İkizi ne durumda?" Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken belli etmemek için kendimi zorluyordum.

 

 

Yine Efil ismi geçmişti.

 

Kimdi bu kadın?

 

"Efil mi? Bir bilgim yok, saklanıyordur babası gibi." Gözlerim kapanırken tek istediğim şey annemi alıp, buradan gitmekti. Hayatlarına, olaylarına daha fazla dahil olmak istemiyordum.

 

"Anladığım kadarıyla Efil dediğiniz kadını ve ailesini arıyorsunuz. O kadını bile bana benzetmiştin eskiden, sanırım fazlasıyla yara bıraktı sende." dedim bakışlarımı Karan'a çevirerek. Kısa bir an göz göze geldik.

 

"Keşke sadece yara bıraksaydı. Sevgisini, hayatını ve acı dolu anılarımızı bıraktı bana Ahu. Ve evet, onun ailesini arıyorum. Onlardan alacağım bir kan davası ve bolca da açıklama var."

 

Kızıltuğ beni dikkatlice izlerken, "Sen o çocuğu İstanbul'a getirt. En geç yarın akşam onu depoda ağırlamış ol. Eğer bir bağlantıları varsa öldüreceğim o piçi." dedi telefonu yüzüne kapattı vereceği cevabı dinlemeden.

 

"Vural'lar, onlarla aranızdaki husumet ne?" Bu soruyu bir cevap alabilmek için soruyordum. Bakışları yola odaklanırken arabanın hızını arttırdı acımadan. "Seni ilgilendirmiyor Savcı. Sen sadece işini yap ve o sesini kes."

 

"Annen nerede Karan? Aile bireylerinden hiçbirini göremiyorum." Bu soruyu neden sormak istemiştim bilmiyordum. Arabayı ani bir frenle durdurarak nefretle bağırmaya başladı. Aynı zamanda elini direksiyona vuruyordu.

 

"Sana şu sesini kesmeni söyledim! Sus artık amına koyayım, sus!"

 

Bu hali o kadar hoşuma gidiyordu ki.

 

Neden birden sinirlenmişti ki?

 

"Yapma Ahu, kızdırma onu!"

 

 

"Sadece merak etmiştim ortaya laf olsun diye, nereden bilebilirdim ki yarasının olduğunu?"

 

"Artık anladın, mümkünse konuşma Ahu! Neden üzerine gidiyorsun?"

 

Sessiz kaldım.

 

İç sesimle konuşmayacaktım.

 

Deli gibi hissediyordum kendimi.

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak ellerimi birbirine kenetledim. Birkaç dakikanın ardından yine normalin üstünde bir şekilde ilerlemeye başlarken, içten içe ona sadece sövüyordum.

 

Yaklaşık yarım saatin sonunda araba az çok tanıdık olan yerde duruverdi. Ormanın içerisine yürüyecektik. Kızıltuğ arabanın bagajına doğru ilerlerken, biz de arabanın içerisinden çıkarak ön tarafına doğru ilerleyiverdik. Poyraz sessizce, "Ahu, yapma." diye fısıldadı. Gözlerinde o an gördüğüm ifade, gerilmeme sebep olurken belirsiz yüz ifademi bozmamaya çalışıyordum. "Abimin hayatını bilmiyorsun. Annesini düşmanlarımız esir alalı yıllar oluyor ve o kadını..." cümlesine devam edemedi bir süre.

 

"Abin yaşattığını yaşıyordur belki de? Ne diyorsunuz siz ona, karma mı?" Önden ilerlemeye başlarken, "Ticaret için annesini kullandıklarını biliyorum." dedi gerginlikle. "Vural'ları nasıl tanıyorsun bilmiyorum ama gerçek bambaşka. Büyük bir rüyanın içerisindesin Ahu, uyanman gerek."

 

Ticaretten kastını anlamıştım.

 

Babam annesini almıştı anneme karşılık. Öyle bir adam değildi, kadına el bebek gül bebek bakıyordu.

 

Bana söylediğine göre tabii.

 

Kızıltuğ yanıma yaklaşırken ciddiyetle yürümeye başladı. Kulübeye doğru ilerliyorduk. Cinayet aletinin ne olduğunu ben zaten biliyordum. "Gri bir biblo, başına onunla vurarak kanattı."

 

Başımı hızla sallarken gözümüze ilişen kulübeye doğru yaklaşmaya başladık. "O anı canlandıracağız." Soğukkanlılıkla dile getirdiğim şeye karşı şaşırmadı. Bunu ben genellikle yapardım.

 

Kendimi onların yerine koyarak tekrar canlandırırdım.

 

Hannibal gibi.

 

İçerisi kitli olan kapının kulpunu birkaç kez zorlarken, açılmayacağını anladığı gibi tahta kapıya sertçe vurmaya başladı. Onun gücüne kapının dayanacağını beklemiyordunuz değil mi?

 

Hızla diğer tarafa çarparak açılan kapıyı elleri arasına alıverdi. Yavaş adımlarla içeriye doğru ilerlerken her bir adımım da içimin ürpermesine engel olamadım.

 

"Sen-" Cümlem yarıda kalırken başıma bir ağrı saplandı.

 

Gözlerimin önüne bir perde inerken kendimi sanki geçmişin birer anında bulmuş gibi hissettim.

 

Sanki o anlarda ben de yanlarındaymışım gibi...

 

2014 Efil 19 Karan 23 yaşındayken

 

"Karan bu dağ evi bir harika! Ormanında barbekü yaparız değil mi?"

 

"Güzelim istediğin barbekü olsun, yapmayan şerefsiz!"

 

"Karan bey Efil bir şey desin hiç itiraz yok biz isteyelim cevap alabilirsek şükrolsun lan!"

 

"Ne alakası var oğl-"

 

"Sus ulan, Altay doğru söylüyor. Kardeşim ne derse yapıyorsun. Ben de pembe porche istiyorum onu hala getirmedin dizimin dibine!"

 

"Lan hadi oradan! İkisi bir mi isot beyinli!"

 

"Sevgilim ne yani, ben senden pembe porche istesem bana almayacak mısın?"

 

"Senin istediğin yere güller sererim akide, istediğin pembe araba olsun. Birazdan kapında olacak söz."

 

"Kızıltuğlar hep böylesiniz, iyi ki kardeşim sana emanet!"

 

Günümüz

 

Bu sesler...

 

Bakışlarım Poyraz'a döndü, anılarımdalardı.

 

Ben ne görmüştüm az önce?

 

Karan'a sevgilim mi diyordum?

 

Efil diyorlardı.

 

Altay denen adam yanımızdaydı.

 

Bu evdeydik.

 

Bu evde miydik?

 

Kendimi iyi hissetmiyordum.

 

"Ne oluyor-" dememe kalmadan evin içerisi hızla taranmaya başlandı. Karan hızla kollarını bana dolarken bedenime siper oluverdi. "Poyraz sağdan vuruyorlar, dikkat et." Kollarım Kızıltuğ'un bedenine sertçe sarılıyken,"Bir kez daha ölecek olmana göz yumamam, seni kaybedemem." dedi endişe dolu bir ses tonuyla. Dudakları arasından dökülen fısıltıyı ben duymuştum.

 

 

Seni kaybetmek mi?

 

Kısa bir an göz göze geldik.

 

Sanki iki farklı Karan varmış gibiydi.

 

Gerçek Karan'la şu an da yüz yüzeymiş gibiydim.

 

Sonrası ise şiddetli bir ses ve kararan gözlerimdi.

 

Uzaktan bir ses duyuyordum ancak gittikçe uzaklaşıyordu.

 

Bünyem bunu kaldıramamıştı.

 

Karan değildi konuşan kişi.

 

"Kızıltuğ'u evine bırak. Kızı aldım, bırakta onu bulmanın derdine düşsün. O esnada Giray ülkeye giriş yapınca onu kaçıracağız. Amacım sadece dikkat dağıtmak, Kızıltuğ'un gizli zaafıyla oynayacağım."

 

"Abi, emir büyük yerden diyorum sana. Zaafıyla falan oynayamazsın. Giray'ı saklayacağız, Kızıltuğ her yeri arar ama kendi mekanını aramaz. En yakınında saklamamız gerektiğini söyledi, ben kardeşimin ne dediğini dinlemek zorundayım."

 

"Sana emir veren kimdi? Anlamıyorum amına koya-"

 

"Efil'di, emri ondan aldım. O ne derse o olur, Ahu'yu katma işin içine."

 

Bu ses, Poyraz'a aitti.

 

Ya da ben Poyraz sanıyordum...

 

Efil diye kastettiği kişi de ben olamazdım herhalde, değil mi?

 

O halde.

 

Kimdi bu kadın?

 

Herkesi birbirine düşürecek kadar.

 

Mafya liderinin bile ailesinin peşinde olduğu ama bulamadığı.

 

Kimsin sen Efil?

 

İlahi Bakış Açısı

 

1 gün sonra

 

Efil, Ahu'nun esas kişiliğinin anlatımından :

 

"Patronun beni görmeye gelmeyecek anlaşılan?" Karşısında kadına yemek getiren bu koruma fazlasıyla sakin bir şekilde onu dinliyordu.

 

"Efil hanım ben anlatamıyorum sanırsam. Giray bey birazdan ülkeye giriş yapacak, amacımız size zarar vermek değil bunu biliyorsunuz zaten. Onu isteğiniz dahilinde çok güvenli bir alanda tutuyor olacağız. Eğer Kızıltuğ'un eline geçecek olursa ikizinizin yaşayamayacağını biliyorsunuz değil mi?"

 

Sonuna kadar haklıydı, diyebilecek bir lafı yoktu.

 

Bulunduğu depo tarzı bir yerde durmaktan o kadar sıkılıyordu ki, kadının tek istediği ellerine bağlanmış olan sıkı iplerden kurtulabilmekti. Karşısında duran korumaya fazlasıyla masumane bir ifadeyle, "En azından ellerimi çöz de getirdiğin yemeği yiyeyim. Bir yere gidecek halim yok zaten." dedi ancak bu cümlesi de blöften ibaretti.

 

Adam kadına güveniyordu çünkü kaçması için herhangi bir sebepte yoktu.

 

Başta tereddüt etsede karşısında ona masumca bakan kadının bakışlarına yenildi ve ellerini çözmeye başladı.

 

 

İşte bu yaptığı en büyük hataydı.

 

Efil gerçekten de çok profesyoneldi.

 

Ahu'nun her şeyden habersiz bir şekilde acı çekmesi hoşuna gitmiyordu, Ahu'ya gerçekleri anlatmayı denemişti. Mektupla denemişti, arkadaşlarına anlatsa deli sanılıp hastaneye kapatılmaktan korktuğu için ayna karşısında denemişti ama hiçbirinde başarılı olamamıştı.

 

Ahu ona kapalıydı.

 

Ve kontrol çoğunlukla Ahu'daydı.

 

Yavaşça ayağa kalkan kadın gelen yemeğin olduğu alana doğru ilerlerken aniden geri döndü ve adamın kasıklarına doğru sert bir tekme geçirip, kafasına da sunulan yemek tepsisini geçiriverdi acımadan. Yerde sızlanarak kıvranan korumanın üzerine eğilerek belinde duran silahı elleri arasına almayı da ihmal etmedi.

 

Peşine takılmaması gerekiyordu.

 

Sağ ayağına birkaç el sıkarak hızla bulunduğu yerin dışına doğru ilerlemeye başladı. "Kusura bakma, iyileşmen için en iyi hastanelerde ilgilenilmesini sağlayacağımdan emin olabilirsin." Bağırarak adama da bir yandan dile getiriyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu, sadece dümdüz yolda koşuyordu. Etrafı yeşil ağaçlarla çeviriliydi.

 

Yüzü kısa bir an geriye dönerken elinde maske tutan adama kaydı bakışları kadının.

 

O kişi, Poyraz'dı.

 

Hayır.

 

Ediz'di o.

 

Poyraz'ın ikiziydi.

 

O keskin bakışları nerede görse tanırdı.

 

Kadının kaçışını izliyordu.

 

İkisinin bakışları birbirine kesişirken hafifçe gülümsedi.

 

Çok yabancı bir gülümsemeydi bu.

 

Efil direkt anladı burada ne döndüğünü.

 

Dakikalarca koştu, yarasının açılmasını umursamadı bile. Gücü tükeniyordu, canı fazlasıyla yanıyordu. Hepsinin sebebi ise Ahu'nun çok sevdiği babası yüzündendi. Belki de her yerde aradığı o iğrenç annesi yüzündendi.

 

Efil dayanmaya çalışıyordu.

 

Ahu annesini bulduğu an Efil her şeye son verecekti.

 

Annesini öldürecekti.

 

Annesinden alacağı büyük bir intikam vardı çünkü.

 

Her geçen gün onu daha beter bir bataklığın içerisine girmeyi başarıyordu. Ona yaklaşan siyah bir arabayı fark ederken adımları artık ileriye gidemiyordu. Dizlerinin üzerine çökerken sürücü koltuğundan inerek ona doğru koşmaya başlayan adamı izlemeye başladı. "Ahu!"

 

Adını ne de güzel söylemişti o öyle.

 

Ama karşısında Ahu'su yoktu işte.

 

Eski sevgilisi, Karan Kızıltuğ'u bırakmak zorunda kalan Efil vardı.

 

Hızla yere çökerek yaralı olan kadının yüzünü elleri arasına aldı. "Şükürler olsun, yaşıyorsun." Gözyaşları dökülüyordu birer birer. "Geldin." dedi dudakları yalandan titrerken. "Beni kurtarmaya geldin."

 

Yüzü onun göğsüne gömülü bir haldeyken onlara doğru yaklaşan biri vardı.

 

Telefonu çaldı kucağında olduğu adamın. "Efendim Poyraz? Sen neden dakikalardır açmıyorsun amına koyayım?"

 

Kısa bir an karşı tarafı dinledi.

 

"Ne demek Giray'ı elden kaçırdınız? Yapacağınız işe tüküreyim! Havaalanından çıkmayın siz yine de."

 

Giray'ı Efil'in babası kaçırmayı başarmıştı belli ki.

 

Efil her ne kadar pislik babasının yardımı olsa da içinden mutlulukla gülümsedi, ikizi güvende olacaktı. Bizzat abisinden yardım istemişti çünkü.

 

Yani Poyraz'dan.

 

Poyraz, Efil'in abisiydi.

 

Poyraz ve Ediz ikiz, Efil ve Giray da ikiz olmak üzere dört kardeştiler. Ancak geçmiş pek temiz değildi. Bu dört kardeş birbirlerinden ayrı büyümek zorunda kalarak Efil ve Poyraz anne ve babalarından her gün saatlerce şiddete uğramış yaralı çocuklardı.

 

Ediz ve Giray ise evin altın çocuğu olmuşlardı.

 

Kehribar gözlerle göz göze gelirken kadın acıyla fısıldadı. "O havaalanında değil. S..sana yalan söylüyor." Adam gözlerini anlamsızca çatarak kucağına aldığı kızı arabaya taşıyıverdi. Çok kısık ve kekeleyerek konuşuyordu.

 

"Benim yüzümden böyle oldu, seninle güzelce ilgileneceğim. Yaralarının merhemi tam yanında duruyor. Canın yandığı her dakika burayı inletmezsem benim de adım Karan değil!" Arabanın başına hızla geçerek kullanmaya başladı.

 

 

Ahu'yu tanıyordu.

 

Hem de iliklerine kadar.

 

Geçmişte sevgililerdi ve Efil ona ihanet etmeseydi eğer evleneceklerdi.

 

Efil Karan'a ihanet etmişti. O buz dolu odadan Karan'ı kurtardıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Karan'la 5 yılını devirmiş olan kadın, sözde amerika sürecinin ardından bambaşka biri olarak dönmüş ve doğum günü gecesi Barın Kızıltuğ ile sevgili olarak Karan'ı bırakmıştı.

 

Bir nevi aldatmıştı.

 

Babası o kadar intikamla aklını bulandırıyordu ki Ahu'yu, intikam ateşiyle yanıyordu her gece. Halbuki işittiği her şey büyük bir oyundan ibaretti ama suçlu Ahu değildi. Suçlu Karan da değildi. Aileleriydi onları zehirleyen.

 

Her gerçek bir gün ortaya çıkardı.

 

Efil her Karan'a her şeyi açıklamaya çalıştığında Ahu bir şekilde bedenini esir alıyordu, konuşamıyordu. Yazmayı deniyordu ama beceremiyordu...

 

Bir şekilde halledecekti.

 

Gerçekler ortaya çıkacaktı.

 

Herkes bir gün bedel öderdi.

 

Karan Efil'in hasta olduğunun farkında değildi.

 

Karşısında bazen hiçbir şeyi bilmeyen Ahu oluyordu ve hafızasının bir kısmının kayıp olduğunu sanıyordu kadının. Bu yüzden Ahu'nun ona yabancıymış gibi davrandığını düşünüyordu.

 

Efil her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan kişiydi ancak Ahu hiçbir şeyi bilmiyordu.

 

Efil, Ahu'yu geçirdiği o 9 aylık şiddet, ilaçlar ve travmalarla oluşan krizin üstüne kendi içerisinde yaratmıştı. Aslında içten içe kendisi engel oluyordu her şeye ama farkında değildi.

 

Ahu bir tasarımdı.

 

Karan Ahu'yu tanımıyordu. Karşısında duran sevdiği kadının hafızayı kaybettiğini sanıyor ve bu yüzden onu hatırlamadığını düşünüyordu ancak gerçek bambaşkaydı.

 

Ve Ahu ile Efil aynı kişiydi. Bir bedende iki farkı ruhlardı.

 

Ancak hafıza kaybı yoktu ve Efil çift kişilik bozukluğu yaşıyordu. Ahu'nun anılarını hatırlamaması travmalardan sebepti.

 

Küçüklüğüydü bu kadın.

 

"Poyraz yerine sanrı görme ihtimalin kaç?" kendi kendisine konuşuyordu ancak kadının söylediği son şey, tüylerinin diken diken olmasına sebep oldu. "Elinde maske vardı, siyah bir maske. M..maskeli katil'in kullandığından."

 

Ediz maske kullanıyordu.

 

Karan Kızıltuğ'un düşmanı aslında zaten yanı başındaydı.

 

Çok fazla casus vardı çevresinde.

 

Gözleri kapanan kadının ellerini elleri arasına alarak dudakları arasına götürdü yavaşça. Derince öperken, tek istediği şu an onu kurtarabilecek olmasıydı.

 

Onları araba içerisinde seyreden katilden bihaberdi.

 

Maskeli katil, herkesten intikam alacaktı.

 

Sadece Karan'dan değil.

 

Herkesten.

 

Kadının telefonuna bir bildirim düştü.

 

Bakamadı.

 

Herkes.

 

Geçmişin bedelini ödeyecekti.

 

Ancak Efil değil,

 

En çok Ahu, ödeyecekti.

 

Herkes Ahu ve Karan'ın içinde yatan elektriğin farkındaydı.

 

 

Bu eski aşkın düşmanlığı sözdeydi.

 

İkisi de hala daha birbirine delilercesine aşıktı.

 

O bar gecesi Kızıltuğ, dans eden arkadaşlarını çıkarmak için barmen'le kavga ederek yaygara çıkaran genç ve güçlü kadına tekrar ve tekrar kör kütük aşık olmuştu.

 

Nefret ettiğini dile getirsede Karan çok büyük bir yalancı ve oyuncuydu.

 

Katil Karan'ın küçüklüğünden biriydi ve ondan nefret ediyordu. Çünkü katil Efil'i seviyorken Karan Efil'in elini tutuyordu. Hayallerini süsleyen kız başkasının kollarındaydı...

 

Ve Maskeli Katil, Efil'in çok yakınından birisiydi.

 

Bu aşk daha alevlenemeden büyük bir nefrete dönüşmeliydi katil sayesinde.

 

Tabii ne kadar başarılı olursa.

 

Çünkü aşk, her zaman nefretten daha güçlü bir duyguydu.

 

Ve Karan'ın kara sevdasına kimse el uzatamazdı.

 

Yarın akşam, çok kanlı bir gece olacaktı.

 

.

 

.

 

.

 

 

Bölümü umarım sevebilmişsinizdir! Üç güne karar kıldık ancak bazı aksaklıklar olursa dördüncü güne aksar ben size zaten bildiririm aşklarım. Hali hazırda Kuzguni Ateş'le de ilgilendiğim için arada bir aksaklıklar olabilir. Sizleri seviyorum.💖

Bölüm : 23.11.2024 16:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...