7. Bölüm

6. BÖLÜM | Gece’ye Damga Vuran Kuğu

mrsviia
mrsviia

 

Bölüme hazır mıyız? Umarım kurguyu size biraz olsun bile sevdirebiliyorumdur. Yorum sınırı koyan biri olmadım, ilk kitabımdan da örneğini görmüşsünüzdür canlarım. Ancak yine de o güzel yorumlarınızı eksik etmeyin olur mu?🥹

 

 

 

Sizleri seviyorum, hatalarım olursa affedin. Keyifli okumalar dilerim!

 

 

instagram | wattyisigi & pazinwattpad

 

 

 

 

ALTINCI BÖLÜM

 

 

"Adam kadının kaçmasına izin verdi o gece. Kadın nasıl olsa kendi ayaklarıyla geri gelecekti ait olduğu yere, daha alacak çok şeyi vardı. Her bir melek, şeytana muhtaçtı."

 

"Ahu."

 

İşittiğim tanıdık sesle gözlerimi aralarken kapının kenarında beni seyreden Kızıltuğ'un farkındaydım. Poyraz tam karşımda endişeyle beni seyrediyordu. Ağzım o kadar katran bir tada sahipti ki, açlıktan olsa gerek kusmak istiyordum.

 

Hiçbir şey çıkmayacağını biliyordum ancak yine de midem bulanıyordu.

 

Koluma dokunan sıcak el ile beraber irkilirken, "Bana benden iğreniyormuş gibi bakma bayan yenge, buna dayanamıyorum." dedi üzgünce.

 

Niye üzgündü ki?

 

Ya da neden dayanamıyordu?

 

Hiçbir anlam veremiyordum.

 

"Ben kimim Poyraz?" Bütün ciddiyetimle ona bu soruyu yöneltirken cevabını kesinlikle merak ediyordum. "Kim iki gündür tanıdığı biri için bu tür duygu içerisine girer ki?" Kızıltuğ sessizce yanımızdan uzaklaşırken onun ne kadar şık giyindiğini fark ettim.

 

Kravatı eksikti.

 

"Tabii, iki gündür tanıyorsan beni." İmayla söylediğim bu cümleden kesinlikle hoşlanmadı. Kaşları çatılırken derin bir nefes çekti içine. "Biz seninle başka nerede tanışabiliriz ki? Seni abimden sebep tanıyorum, her ne düşünüyorsan yanlış düşünüyorsu-"

 

Onu tanımıyordum zaten.

 

"O zaman sorumun cevabını bana mantıklı bir şekilde ver. Neden benim için üzülüyorsun? Şahsen sen benim gözümün önünde geberip gidecek olsan umurumda bile olmazdın, hiçsin çünkü. Ne sen ne de o her ota boka bulanan abin hayatımda başıma gelebilecek en iğrenç şeysiniz."

 

Yüzü asılırken aldığı nefesi titrek bir şekilde aldığını fark ettim.

 

Evet.

 

Gerçekten de titremişti.

 

"Acı nedir biliyor musun?" Adımları kapıya doğru ilerlerken kelepçeli olduğumu bile ancak fark ediyordum. Kaçmamam için resmen beni yatağa kelepçelemişlerdi!

 

"Bizim seninle çok ortak noktamız var bayan yenge. Ailesinden uzakta yaşamak zorunda olan tek kişi sen değilsin." Gözleri dolu dolu bana bakarken derin bir nefes daha çekti içine. "Ve bunun yanında bir de özlem var tabii, kavuşamamanın özlemi."

 

Adımları hızla yanıma yaklaşarak yüzüme doğru eğildi.

 

"Korumaya ihtiyacım yok benim!" Odanın içerisinde yüksek bir sesle bağırırken devasa kapı tekrar açıldı ve elleri arasında siyah bir kravatla Kızıltuğ geri geldi.

 

"O sesini daha güzel şeylere yormalısın bence." Bakışları imayla kısılırken, "Hazır yatağımda yatıyorken adımı dudakların arasından inlerken duymak istiyorum." dedi yersiz şakalarından birini yaparak.

 

Ne bu, eğlence günümüzde miydik?

 

"Korkma, böyle bir şey ancak rüyanda olur. Benim için fazla küçüksün küçük hanım." Gözlerim kısılırken onun bilmem kaçıncı yalanını dinliyordum.

 

Ha küçük olmasam olacaktı yani?

 

"Desene yaşımdan dolayı kaybediyorum. Yoksa çoktan beraber bu yatakta olurduk yani!" dedim bakışlarım yatağa kayarken.

 

Hafifçe gülümsedi.

 

"O yatak o kadar fazla anıya sahiplik ediyor ki, bir bilsen." Sesi ima dolu çıkmıştı. Ardından daha da kısıldı ancak ben duyamadım. "Bir hatırlasan."

 

"Bu söylediğine önce kendini inandır." Yüzü ciddi haline bürünürken ellerimdeki kelepçeleri çözmek için eğildi ve sessizce açıverdi. "Bu kelepçeler-"

 

Hızla ayağa kalkarak yüzüne sert bir yumruk geçirdim. Acımadan birkaç kez vurmaya devam eden elim, ellerinin açılmasıyla eli arasından aldığım kelepçeyi tek eline rahatlıkla geçirerek diğer tarafını da yatağın başına geçirdim. Aramızda ciddi bir kapışma başlamıştı ve o benim gücüm karşısında başarılı olamıyordu. O kadar da güçten bahsetmemesi gerekiyordu, onu yere serebilmem birkaç dakikamı almıştı işte. "Bu kelepçeler bir süre de senin elinde duracak buz prens."

 

Elleri kelepçeli bir halde üzerinde duruyordum. Yüzüne doğru eğilerek dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum. "Nefret ettiğin bu kadın şu an seni öptü. Ve ben ne zaman istersem bu kelepçeleri açacağım. Ne kadar da acizsin altımda. İnlemelerini duymak istiyorum." dedim ona karşılık vererek. "Ama zevkten değil, acıdan çıkacak olan," diyerek kelepçeli olan elini büktüm acımadan. "İnlemelerin. Sence de güzel olmaz mıydı?"

 

Kahkaha atmaya başladı.

 

Bu adamın ciddi sorunları vardı.

 

"Koskoca Karan Kızıltuğ, Savcı Ahu Vural yine ve yeniden yenilmeyi başardı. Söylesene, bir kadına yenilmek nasıl bir duygu? İki paralık olan gururun hazmedebiliyor mu?" Üzerinden hızla kalkarak etrafa bakındım. Cevap vermemeliydi, şu an konuşma sırası bendeydi çünkü.

 

Elimle tekrar onun yüzüne geçirirken, "Bana, 'vurmana izin veriyorum diye şu an bunu yapabiliyorsun!' ayakları yapmazsın diye düşünüyorum. Kabul et, yenildin."

 

Gözlerini kapatırken, "Haşatımı çıkaracaksın sen belli, bari cebimdeki telefonu al." dedi umursamazca. Benimle cidden eğleniyordu.

 

Umursamıyormuş gibi yapmaya çalışıyordu. Bir süre sessizce onu seyrettim. Çok kaslı duruyordu ancak belli ki bazen işe yaramayabiliyordu o kadar spor. Üzerine yaklaşarak ceplerini kontrol ettim ancak beklediğimin aksine telefon değil, muşta vardı.

 

Demek yanında muşta ile geziniyordu.

 

Bununla canını yakabilirdim.

 

"Hayır Ahu yakma!"

 

Vicdanım mıydı bu konuşan?

 

Ellerim arasına aldığım özel muştayı hızla üzerine çıkarak elmacık kemiklerine geçirdim birkaç kez. Acımadan her bir vuruşumda bana bu evin içerisinde yaşattıklarının acısını çıkarıyordum. Yüzü kanlanmaya başlamıştı. "Kanlı şaheserim çok güzel oldu. Canın yanıyor mu, nasıl bir his?"

 

Kelepçeli elini çekiştirdi sertçe. "Şu kelepçelerden bir kurtulayım, nasıl hissettirdiğini sen altımdayken göstereceğim."

 

Odanın kapısı biz atışırken aniden açılıverdi. "Bayan yenge abim seni aşağıda bekliyor. Hazır- Yüce İsa! Yine mi sizi basıyorum ben?"

 

Bakışlarım kapıda bizi büyük bir şokla seyre dalan Poyraz'a kayarken Karan'ın bakışlarının da üzerimde olduğunu hissediyordum. Yanımıza yaklaştı hafifçe. Beni kucağından almak istedi ancak Karan şiddetle reddetti ne yapacağını tahmin ederek. "Sakın! Bırakta acısını çıkarsın, ben bunu zaten hak etmiştim."

 

Poyraz durumu hızla kavrarken dudaklarına yerleşen gülücüğe engel olamadı. "Ben de diyorum abim nasıl yengemin onu kelepçelemesine izin verdi? Ya sabır siz birbirinizden delisiniz. Biri kendini bıçaklar diğeri kendini dövdürür. Allahım sen konuyu biliyorsun."

 

"Lan sen müslüman mıydın?"

 

"Sen müslüman mıydın?"

 

İkimizde ciddiyetle aynı soruyu sorarken Poyraz ona hakaret etmişiz gibi bize bakındı. "Ben çok şükür her gün cuma namazı kılıyorum. Müslümanım elbette varoşlar." Bacaklarını birbirinin üzerine atarak telefonu elleri arasına aldı. "Gülümseyin peynirler, bu anı ölümsüzleştiriyorum."

 

Ardından çektiği resme bakarken gözleri büyüdü hayretle. "Şaka gibi yetişin komşular! Biri gelir kelepçeler, diğeri muşta ile döver! Nasıl bir ortama düştüm ben!"

 

Karan derin bir nefes çekerek yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Aldığı derin nefeslerden kokumu içine çektiğini düşünmüştüm ancak o başımda duran tokayı alarak rahatlıkla büktü ve kelepçeli olan elini boştaki eliyle açıverdi.

 

Evet kelepçeyi açtı.

 

"Sen." dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken kısa bir an kendime gelemedim. "Cezamı verdiğin için sağ ol Savcı, artık olmayan vicdanım sızlamayacak. Bir daha bir şeyden emin olmadan karşı tarafı küçümseme cesaretinde bulunma." Birden bedenimi altına alarak üzerime çıkıverdi. Ellerini iki yanıma yerleştirerek çıkmama engel oldu. "Bak sen de şu an benim altımdasın ve sana nasıl hissettirdiğini yaşatabilirim. Bazen bu kadar basit olabiliyormuş her şey."

 

Kravatı yüzüme fırlatarak kan akan yüzü için kendi odasında bulunan ebeveyn lavabosuna doğru ilerlemeden önce gülümsedi hafifçe. "Senin bilek gücün için biraz çalışmamız gerek, fazla zayıf vuruyorsun. Ancak tebrik etmeliyim, silahına ilk benim kanım bulaştı."

 

Bu adamla hiçbir şey yapmazdım ben, resmen deliydi.

 

Ellerim muştayı tutarken bakışlarım iniverdi yavaşça. Bu muştanın üzerinde benim adım yazılıydı.

 

Bana özel muşta yaptırmıştı!

 

"Romantik abim benim be! Gitmiş özel muşta yaptırmış, o da sevgisini böyle gösteriyor işte."

 

Bakışlarım Poyraz'a kayarken sessizce dudaklarına fermuar çekiyormuş gibi yaptı ve ayağa kalkarak kolunu bana doğru gösterdi. "Koluma gir bayan stilettolu yenge, seni bu gecenin en güzel kadını yapmalıyız."

 

Bu gece ne vardı ki?

 

"Ben kaç gündür uyuyorum?"

 

Yüzü yarama doğru inerken derin bir iç çekti. "İki gündür uyuyorsun, yaralıydın. Dürüst olmam gerekirse abim gerçekten de senin için endişeleniyor. Ben de anlam veremiyorum neden senden nefret etmeye çalıştığını. Başaramıyor tabii orası ayrı ama." Ayağa kalkmama yardım ederek adımlarımızı kapıya doğru ilerletti.

 

Hissediyordum.

 

Poyraz yalan söylüyordu.

 

Elbette kravatını da almayı unutmadım.

 

"Ne için hazırlanacağım, geleceğimden onun haberi var mı?" Kolunun arasında olan elimi hafifçe okşadı. "Abim gelmeni, bizzat orada kendini göstermeni istiyor yenge. Biliyorsun ben de emir kuluyum, yapmak düşüyor haliyle."

 

Başımı iki yana doğru sağlarken büyük dolabın olduğu odanın içerisine gelmiştik. Giyinme odasıydı burası.

 

"Tamamıyla israf senin o patronun!" dedim nefretle çıkışarak. O kadar fazla cüretkâr elbise ve envai çeşit şey vardı ki. Bir mağaza bile ederdi burası.

 

Büyük camın ardındaki elbiselere bakarken tanıdık gelmeleri gözlerimin kısılmasına sebep oldu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken hızla Poyraz'a doğru çeviriverdim yüzümü. "Evet." dedi gülümseyerek. "Seni her daim izliyordu, üzerine giydiğin her şeyin sana çok yakıştığını dile getirirdi. Bu yüzden bu oda senin ve her kıyafet senin denediğin ama almadığın ürünler."

 

Bu kadarı cidden fazlaydı.

 

"Ne yani, sapık gibi yıllarca beni mi izledi bu adam?"

 

Takıldığım şeyin bu olmasına şaşırmıştı.

 

"Bayan yenge yıllardır alakan olmadığı halde onun işine çomak sokuyordun. Bu durumda sen de sapık olmuyor musun? Sonuçta bilirsin, sen savcısın. Polis değil."

 

Bunu Polis sorgulasın, işlerine çomak olsun senin haddine değil diyordu kısaca.

 

Haklı falan değildi elbette.

 

Ona bir şey anlatamayacağımı bildiğimden sessiz kalmayı tercih ettim.

 

Ellerimle elbiseleri incelerken tüm bedenimi donduracak olan o cümleyi söyledi. "Bu yırtmaçlı olanı giymelisin, siyah kuğu olmalısın bence bu gece."

 

Siyah saten yırtmaçlı bir elbiseyi ellerim arasına alırken geçmiş gözlerimin önünden geçti.

 

Efil 8 yaşındayken;

 

Genç kız çok korkuyordu. Büyük villanın içerisi yine kanlarla kaplıydı. Babası ve annesi nedenini bilmediği bir şekilde kavga ediyordu ve aşağıdan bardak çanak kırılma sesleri geliyordu. Korkuyla odasında yer alan pembe büyük ayıcığına sarılırken odanın kapısı yavaşça açılıverdi.

 

İçeriye giren, Timur'du.

 

Efil'in annesi kız çocuklarından nefret ediyordu. Nedeni bilinmez bir şekilde kız çocuklarına karşı bir nefreti vardı. En küçük kardeşleri de kızdı ancak onun öldüğünü söylemişti ona.

 

Kesinlikle bir bit yeniği vardı. Annesi Efil'i her gün acımadan dövüyor, keyfi isterse kilere kapatıyor ve günlerce aç susuz bırakıyordu. Karanlık alanda günlerce ağlayan kızın sesini duyan kimse olmuyordu. Diğer bir evde de aynı şekilde şiddet gören Timur'du. İkisinin de hastalığı küçük yaştan başlayacaktı.

 

Sonuçta akıllı her insanı hasta eden esas hasta bir kişi vardı ve o ne Efil'di ne de Timur. Onlardan nefret eden anneleri ve tecavüzcü babalarıydı hasta olmalarının sebebi.

 

"Timur abi!" Endişeyle kollarını ona dolarken ondan üç yaş büyük olan abisi saçlarını okşadı hafifçe. "Korkma, ben seni korumaya geldim kardeşim."

 

Küçük Efil onun kollarında ağlamaya başladı hüngür hüngür. Üzerinde yer alan siyah elbiseyi fark eden adam, "Siyah kuğu gibi olmuşsun. Al bakalım, sana iyi gelecek şeyi biliyorum ben!" diyerek elleri arasına çilekli lolipopu bıraktı.

 

Küçük kız gözleri mutlulukla açılırken elleri arasına aldığı lolipop için teşekkür etti.

 

Küçük bir çocuğu kandırmak çok kolaydı.

 

"Yine o gizemli çocuk mu verdi bu lolipopu?" Lolipopu açarken mutlulukla yalamaya başladı. Birkaç aydır kötü olduğu zaman arka bahçesindeki küçük evine lolipop bırakan bir gizemli komşusu vardı ve onu çok merak ediyordu.

 

Küçücük kahve gözleri çok kısa kehribar gözleriyle kesişmişti lolipop veren çocukla. Onun dışında sık göremiyordu.

 

"Senin çilekli lolipopu sevdiğini biliyor, sana vermemi istedi. Ona borçlu hissedeceğini bildiği için de bana, 'bir gün o da bana, akide şekeri vererek ödeşiriz.' dedi, o yüzden bunu yerken kendini suçlu hissetme!"

 

"Onu görebilecek miyim? Sen tanıyor musun?"

 

Timur hızla başını sallarken, "Tanıyorum." dedi minnetle. "O benim kardeşim, tıpkı senin de olduğun gibi. Kim olduğunu öğrenme zamanı değil, şimdi ağlama ve lolipopunu ye!"

 

❄️

 

Geçmişin acı dolu bir anısı, yere eğilmeme sebep oldu.

 

Bir dakika.

 

Ama Barın ela gözlüydü...

 

Bana lolipop veren çocuğun neden kehribar gözlü olduğunu hatırlıyordum ki?

 

Ayrıca bu anım da neydi böyle?

 

"Bu." dedim ellerim arasında duran elbiseyi giyebilmek için çıkmasını beklerken. "Bu elbiseyi giyeceğim. Odama getirilmiş olan makyaj malzemelerini buraya getirir misin Poyraz? Bu gece gerçekten de güzel görünmek istiyorum."

 

 

Başını olumlu bir şekilde sallarken onun gidişini seyrettim.

 

Bu gece her şeyin dönüm noktası olacaktı.

 

3 saat sonra

 

"Hala daha inmedi, nerede bu kadın?" Adımlarım bahçeye doğru ilerlerken birkaç tane art arda dizilen Maseratilerle göz göze geldim.

 

Kızıltuğ'un kravatı ellerim arasında duruyordu hala.

 

"Bayan yenge harika olmuşsun!" Beni ilk fark eden Poyraz eliyle beğeni işareti yaparken beni istemsizce gülümsetmeyi başarmıştı.

 

Karan ise derin bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Yırtmacım biraz fazlaydı biliyordum ancak ben bu elbiseyi çok beğenmiştim.

 

Zamanında almama sebebim ise emin olamamamdı. "Nasıl olmuş, yakışmış mı?" Derince yutkunarak, "Bu elbiseyle mi bana eşlik edeceksin? Herkesin nefesini kesecek bir kadınla beraberim bu gece." dedi dürüstlükle.

 

Gözleri yeterince beğendiğini belli ediyordu.

 

Ardından yüzünü ekşiterek ekledi. "Elbisen berbat olmuş, yırtmacı vicdanıma kadar çekmeyi unutmuşsun küçük hanım?"

 

Bilerek böyle söylediğini biliyordum, dilimi çıkartarak mırıldandım. "Gözler yalan söyleyemez, beni nasıl beğendiğini anlayabiliyorum. Süzüyorsun, yiyeceksin bu gidişle!"

 

Poyraz ön kapıyı açarak geçmem için müsaade etti. "Abi senin vicdanın yok ki. Ayrıca gözlerini çekmelisin bence, hani sözde berbat oldu ya."

 

"Ne saçmalıyorsun sen Poyraz?"

 

İkimiz gülümserken Karan ne dediğini anlamaya çalışıyordu. "Yengemin elbisesi diyorum, biliyorum çok güzel olmuş. Sen elbiseye bakacağına her zaman ki gibi hayran olduğun dudaklarını izlediğinden göremiyorsun elbisesinin güzelliğini. Öpmek için an kolluyorsun resmen-"

 

"Poyraz!"

 

Karan hızla üzerine yürüyecekti ki kolundan tutarak engel oldum. "Vakit kaybediyoruz, gidelim artık."

 

Bu ikilinin atışmaları asla bitmeyecekti. Poyraz'ın arkaya geçmesi için kaş göz işareti yaptım ancak o başını iki yana doğru salladı. "Ben diğer arabayla size eşlik edeceğim, abimle birbirinize girmeyin."

 

Kedi köpek miydik biz?

 

Olabilirdi, onun köpek olduğu kesindi.

 

Arabaya geçmeden önce Poyraz birkaç dakika izin isterken onun gelmesini bekledik. Üzerlerinde yer alan siyah takım elbiseler o kadar asil duruyordu ki.

 

Birkaç dakika bayağı bir uzun sürmüştü ancak sonunda gelebilmişti.

 

Sürücü koltuğuna geçerken elimde duran kravatı inceledi. "Onu bana mı takacaksın?" Araba seyir halindeyken diğer korumalar da arabayla peşimize takılmışlardı. "Takmayayım mı? Kravat sana yakışıyor."

 

Yakışıyordu ama çok resmi duruyordu.

 

"Yalan söyleme." dedi yüzünü ekşiterek. "Takma, kravatım ellerin arasında daha güzel duruyor." Normalin üzerinde hız yapıyordu.

 

"Savcı." dedi soğukkanlılıkla. "Bana bak." Bakışlarımı yoldan çekerek onun bal sarısı gözlerine doğru çeviriverdim. "Orada nasıl davranman gerektiğini biliyorsun. Uslu dur demeyeceğim, ters tek bir hareketinde acımam bunu biliyorsun. Çevrendeki herkesi diri diri yakar, küllerini sana yediririm. O yüzden sadece ayak uydur." Gerginlikle cümlelerini sıralarken her bir kelimenin kalbime ok misali saplandığının da farkındaydı.

 

"Anladım, uslu olacağım! Müzakere çok uzun sürer mi?" Arabanın hızını aniden arttırmaya başlarken el boğumlarının daha da beyazladığını fark ediyordum. Durduk yere neye sinirlenmişti yine bu adam?

 

"Ne dedin sen?"

 

Gözlerimi gözlerinden ayıramazken derince yutkundum. "Cevap ver kızım bana. Ne dedin dedim!"

 

Araba içerisinde sesiyle inletiyordu bildiğin.

 

"Müzakere, müzakere dedim. Yavaşla!" İnadına arabanın hızını arttırmaya devam etti.

 

"Kim söyledi? Oraya götürdüğümü bizden duymadın. Kim söyledi sana? Konuş!" Arabanın direksiyonuna acımadan vuruyor nefret dolu bağırışlarıyla inletiyordu.

 

Sıkıca kavradığı direksiyonla ani bir manevrayla birlikte araba içerisinde makas hareketleri yapmaya başladı. Bedenim bir sağa bir sola savrulurken düşündüğüm tek şey ölecek olduğumuzdu.

 

Derdi neydi bu adamın, bizi öldürmek mi?

 

Canıma kastı vardı.

 

"Vural bana cevap ver! Kim ötebildi sana da haberin var anasını satayım!" Tırnaklarımı araba koltuğuna geçirirken içimden yavaşlaması için yalvarıyordum. Gece vakti başımıza iş açmak dışında hiçbir şey yapmıyordu.

 

Burada ölecek miydim?

 

Her şey sona mı eriyordu yani?

 

Araba içerisinde telefon çalmaya başladı ve ben Karan'ın kapatmasına izin vermeden hızla tıkladım açılması için.

 

Arayanın kim olduğunu tahmin ediyordunuz zaten.

 

"Karan siz iki dakika yalnız kalmaya gelemiyor musunuz! Makas atmayı kes, kadın korkuyor!"

 

Korkmuyordum elbette.

 

Poyraz'ın beni böyle savunuşuna cidden anlam veremiyordum. Telefon aniden yüzümüze kapanırken, "Poyraz'dan öğrendim." dedim arabanın aniden fren yapıp durmasına sebep olarak. Kızıltuğ sinirle derin nefes alıp verirken yüzü o kadar korkunç gözüküyordu ki şu an. Belanın ta kendisiydim ben. Arabanın içerisinden bir hışım inerek tam karşıma geçiverdi.

 

Başıma ağrılar saplanıyordu.

 

Canım yanıyordu.

 

Gözlerimi kısa bir an kapatırken Karan'ın sesininin gittikçe boğuklaştığını hissediyordum.

 

Efil'den, (Ahu'nun diğer kişiliği🫀)

 

Belinden çıkardığı silahı yüzüme doğrulturken, "İn aşağıya Savcı!" diye bağırdı. Ardımızda duran korumalar ellerinde silahlarıyla arabanın içerisinde duran bana nişan alıyorlardı.

 

Poyraz hızlı adımlarla yanımıza yaklaştı.

 

Sinirini bile özlemiştim.

 

Kendime engel olamayarak arabanın kapısını topuklu ayakkabılarımla açtım. Rahatlığımdan ödün vermiyordum. Gereksiz endişe yapıyordum, bu gece beni öldüremeyecekti çünkü.

 

Onun bana ihtiyacı vardı.

 

Karan beni öldürecek olsaydı yıllar önce ona ihanet ettiğim zaman yapardı.

 

Daha doğrusu ihanet etmek zorunda kaldığım zaman.

 

Silahı ellerim arasına alarak alnıma dayamasına izin verdim. "Adam vuracaksan işini şansa bırakmayacaksın, düzgün nişan al ve öldür beni. Bunu sonuna kadar hak ediyorum."

 

Neden sana tüm gerçekleri anlatamıyorum?

 

Dudaklarım niye düğüm oluyor...

 

Şu an Ahu burada olsaydı nefretle bağırırdı ancak karşımda sevdiğim adam vardı benim.

 

Nefretle konuşuyormuş gibiydi ancak yüzü, sanki gurur duyuyor gibi gözüküyordu.

 

Memnun duruyordu.

 

Benim bu cesaretimi hep sevmişti.

 

"Poyraz savcı nereye gideceğimizi biliyormuş." dedi onay almayı bekleyerek.

 

"Evet çünkü ben söyledim. Ahu bu yüzden biliyor, benden öğrendi." beni koruyordu.

 

 

Poyraz beni koruyordu. Elleriyle kolumu tutarak bedenimi arkasına aldı beni korumak istercesine.

 

Korumammış gibi.

 

Söz verdiği gibi.

 

Karan katil kimliğinden farksız bakışlarını üzerimizde gezdirerek, "Gözlerimin içine baka baka yalan söyleme, sikerim oğlum seni!" dedi nefretle bağırarak. "Arkanda duran kadın işime yaramasa çoktan sıkmıştım kafasına. Biri ona ötüyor ve kim bilmiyoruz bile. Belki de maskeli katil ile birlik ve oyun çeviriyorlar? Buna izin vermem anlıyor musun, benim yanımda olan bana sadık olacak."

 

Sakin olun.

 

Kızıltuğ'u iliklerime kadar tanıyordum.

 

O sadece açıklama bekliyordu.

 

Griler içerisinde derin bir belirsizliğe bulanmıştı. İçten içe maskeli katile inanacak olmamdan, onun safına geçecek olmamdan fazlasıyla korkuyordu.

 

"Ya dediğin gibi maskeli katilin tarafına geçersem, ona inanırsam? Ya onun yaptıklarının veyahut yapacaklarının mantıklı bir açıklaması varsa?" İşte şimdi Karan'ın gerçek tepkisini görecektim.

 

Dudakları birkaç keç aralandı ancak konuşamadı.

 

Elindeki silah indi önce.

 

Ardından bakışları yumuşarken omuzları da yavaşça çöküverdi. "Ona inanmak mı?" Bu sorunun altında ezildi bedeni, acısını ben hissettim. "O sana sempatik mi geliyor? Ona karşı hislerin mi var..?"

 

Bu soruyu sorarken o kadar çekinerek sormuştu ki.

 

Cevabını duymaktan korkuyor gibiydi.

 

Beni öldürmeyi geçin, o bana gerçekten de kıyamazdı.

 

Ben maskeli katili tanımıyordum bile, nasıl birlik olabilirdim ki?

 

Sessiz kaldım.

 

Poyraz bile anlam veremediğim bir ifadeyle izliyordu beni.

 

"Desene, olmayacak bir hayalin içindeymişim. Eğer katile karşı hislerin varsa," Eliyle omzumu okşadı hafifçe. "İlk gel bana söyle olur mu Ahu? Söz veriyorum, bitiririm her şeyi. Giderim hayatından, hiç girmemiş gibi. Ama duygularını bilmeye ihtiyacım var."

 

Poyraz kolumdan tutarak kendi arabasına doğru ilerletmeye başladı. "Saçmalıyor ne hoşlanması, Ahu'nun böylesi bir saçmalığın içinde olacağını sanmıyorum. Gidelim hadi artık!"

 

Ortamın havası hemen değişmişti.

 

Poyraz arabayı çalıştırırken soğukkanlılığını korumaya devam etti. "Ona yalan söyleme, onu deneme. Karan hepimizi topa dizerse seni kurtaramayabilirim."

 

Derin bir nefes verdim. "Poyraz, benim..." Anında bakışları değişirken endişeyle gözlerimin içine baktı.

 

"Senin için korkuyorum." Dürüstlükle konuşurken araba varacağımız yere çok yaklaşmıştı. "Karan'ın canını daha fazla yakma Efil, o sadece artık sonuçlara ulaşmak istiyor. Altay'ı bulmak, koltuğun tamamen varisi olarak hükmetmek ve seninle eskisi gibi olabilmek. Anlıyorsun değil mi?"

 

O an söylemeye çalıştım.

 

Ancak nefesim daraldı.

 

Ben hastayım diyemiyordum.

 

Neden diyemiyordum?

 

Poyraz en azından anlıyordu ve gizliyordu.

 

"Yazgı'ya söyle hazırlansın. Gece onunla kaçacağım. Karan'ın bana emanetimi verecek olması yakındır."

 

"Tabii yaşıyorsa."

 

Bunu söylerken o kadar gergin bir şekilde dile getirmişti ki. "O ne demek öyle? Ne demek yaşıyorsa? Elbette yaşıyor benim annem! Daha o kahrolası kadın benim ellerimle işkence görecek Poyraz!"

 

Annem.

 

Ahu'nun kurtarmak için çırpındığı, benim de öldürmek için elimden geleni yaptığım hayat kadını olan annem.

 

Onu öldürmek isteyen bir kızı vardı ve Ahu'nun hiçbir şey bilmeden annemi seviyor oluşu midemi bulandırıyordu.

 

Yola koyulduğumuzdan beridir eski neşemizden hiçbir şey yoktu.

 

"Annenin her gün işkence çekmesini sağlıyor Karan. Senin intikamını o alıyor sana sormadan. O kadın daha ne kadar dayanır bilmiyorum. Ama bulacağız, söz veriyorum sana."

 

"Karan intikamımı alsın istemiyorum. Annemi kendim öldüreceğim. Kendi işimi kendim halledeceğim."

 

Tırnaklarımı avuç içime bastırırken derin bir nefes çektim yanan ciğerlerime. Ruhum kavruluyordu benim. "Katile güvenmeyi denedin mi Efil?" Bakışları tekrar bana dönerken arabayı park edecekti şimdi.

 

Başımı belli belirsiz iki yana sallarken eliyle yırtmacımın açığında kalan bacağımı okşadı usulca. "Güven, o seninle beraber. Karan bize bakıyor in hadi sen."

 

Araba içerisinde durmaya devam ediyordu.

 

Karan'ın adını fazla ağzına almayan adam rahatlıkla ağzına alıyordu.

 

Garipti.

 

"Ben sana haber vereceğim, dediğim gibi gece kurtulacaksın elinden." Gülümseyerek inmem için işaret etti.

 

Gülümsediğinde bir gamzesi olduğunu bilmiyordum, Poyraz şu an çok garibime gidiyordu.

 

Sanki o değilmiş gibi.

 

Birebir kopyasıymış gibi.

 

Sanki Ediz'le konuşuyormuşum gibi.

 

Karan'ın yanına topuklu ayakkabılarımın çıkardığı seslerin eşliğinde ilerlerken az önceye nazaran yüzünde yer alan sakinlik dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına sebep oldu.

 

Yine maskesini takmayı tercih etmişti.

 

"Koluma gir." dedi bana müsaade ederek. Onun yanında eşlik ederek ilerlerken "Bakıyorum da çabuk sakinleştin." dedim gülümseyerek. Herkesin davetiyesine bakan adam, ismimizi kontrol etmek için adımızı nazikçe sorarken, "Bay ve bayan Kızıltuğ." dedi Karan gülümseyerek. Adam içeriye geçmemiz için bize izin verirken adımlarımızı ilerletmeye devam ettik. "İlacım yanımda, kokun beni rahatlatıyor."

 

"Açık arttırmadan almamı istediğin bir şey olursa söylemen yeterli." Ciddiyetle etrafı seyrederken birkaç iş adamı olduğunu tahmin ettiğim takım elbiseli insanlar buraya doğru gelmeye başladı. "Her şeyi almanı istesem?" Elimi okşadı hafifçe. "Her şeyi alırım o halde, müstakbel eşim istemiş hayır demek benim ne haddime?" Bunu yan masada bizi dinleyen adamlar için bilerek söylemişti.

 

Karan'ın eşi olmak, onun soyadını taşımak...

 

Gözlerim dolmuştu.

 

O an her şeyi söylemek istedim...

 

"Kızıltuğ..." dudaklarım devamını getiremedi. Zorladım, söylemeye çalıştım ancak diyemiyordum. Sanki garip bir girdabın içerisindeymişim gibiydi.

 

"İyi misin?" Yüzümün aldığı hali görüyordu.

 

"Yoruldum sadece, hadi devam edelim..."

 

Karan dışarıdan iki aşık çiftmişiz gibi davranıyormuş gibi yapıyordu ancak o zaten bana hala daha aşıktı. Sadece çok fazla yarası ve acısı vardı.

 

Benim yüzümden.

 

Kendisi de dediği gibi ciddi ciddi oynuyordu. "Seni burada görmek ne güzel Kızıltuğ!" Teker teker herkesle selamlaşırken bana da elini uzatıverdi.

 

Basit bir tokalaşma gerçekleşecek sanarken elimi öpeceğini kesinlikle beklemiyordum. "Umarım eşini paylaşmak konusunda bu kadar kıskanç değilsindir." Pis pis sırıtırken bakışları tekrar bana döndü. "Kreminin kokusu bir harika, en az ince parmakların kadar."

 

Kızıltuğ sol yanağımı hafifçe okşayarak, "Affet güzelim, biliyorsun ben konu sen olunca paylaşmayı sevmiyorum." dedi ve belinden çıkardığı silahla adamın önce eline ateş edip, boş eliyle de saçını kavradı. Şu an güç gösterisi yapıyordu. "Bu yanımda duran kadın eşya mı lan pezevenk! O güzelim elleri koklayan burnunun şimdi pekmezini akıtacağım. Umarım burnunu feda etmek konusunda bu kadar gergin değilsindir diyeceğim ama mermim beynine sekeceği için şu an son dakikaların."

 

Gözleri nefretle kısılırken gülümsüyordu. "Ben, benim kadınımın üzerine gül koklamam. Bir başkasına da yâr etmem, bu kadının ruhu ruhuma bağlanalı çok oldu. O pis pis bakan gözlerini zevkle oyacağımdan emin olabilirsin." Dört el silah sesi duyuldu.

 

Dört.

 

Bu sayıya takıntılıydı.

 

Efil. 

 

Dört hane.

 

Karan bana takıntılıydı.

 

Bana Kara Sevda'lıydı.

 

Geçmişte ona yaşattığım onca kötülüğe rağmen şu an hafızamı kaybetmedim. Her şeyi biliyorum, tut elimden desem ona, kollarıma sarılacak kadar aşıktı bana.

 

Karşımda yaralı bir çocuk vardı aslında.

 

Onun celladı bendim aslında.

 

Burnuna sıkmıştı.

 

Elimi kokladığı için.

 

"Adının harf sayısı kadar sıktım, ona imzam olsun." Adamlarına kısa bir baş işareti yaparak yerden temizlemesini istedi. Silebileceğim herhangi bir peçete olmadığından çantamda taşıdığım kravatını ellerim arasına aldım. "Varsa cesaretiniz iki kuruşluk adamlığınızı gösterin bana." Herkes sessizce boyun eğerken beni nefretle seyreden birkaç kadınla göz göze geldim.

 

Hepsinin tek istediği yanımda duran adamdı.

 

Onu yiyecek gibi bakıyorlardı.

 

Manda ayısı!

 

Eline bulaşan kanı peçete olmadığından kravatıyla silerken, "Kusura bakma." dedi gözlerimin içine şefkatle bakarak. Şu an onun gerçek yüzüyle konuşuyordum işte. "Şerefsizlere ayrı bir alerjim var, senin yerinde kim olsa aynısını yapardım."

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak sessiz kalmayı tercih ettim. Müzakere yapıldıktan sonra güzel bir gece yemeği yenecekti ve dans edilecekti anladığım orkestra sayesinde. Beraber en ön koltuklara doğru ilerlerken oturuverdik ancak Poyraz'ı hala daha görememiştim.

 

Bu kravatı da ayrıca saklayacaktım.

 

Müzakere normal bir şekilde başlarken çıkan her değerli eşyaya karşılık Karan'a tek bir bakışım yetiyordu. "Alıyoruz." Elinde duran kartı hep kaldıracağını bilmiyordum. "Bir kez soracağım, buradaki her şeyi istiyor musun?"

 

Gözlerimin içine o kadar anlam dolu bakıyordu ki, bazen tek bir bakışın ne kadar duygu yüklü olduğunu anlayabiliyordunuz. Dilim lâl olmuş bir biçimde sessizce başımı sallamak dışında hiçbir şey yapamadım. Bırakın da cebindeki paralar tükensin manda ayısının! Yüzüme düşen bir tutam saçı geriye doğru iterek saçımı okşadı hafifçe.

 

"Karım ne derse o, her şeyi alacağız o hâlde." Bu kelimeyi kullanırken o da ben de çok garip hissetmiştik. Bunu elleriyle oynamasından anlıyordum. Söylediği bu kelimenin kalbime bu kadar etki edeceğini beklemezken bu hissiyattan kesinlikle hoşlanmadım. Kulağıma doğru eğilerek sıcak nefesini boynuma doğru üfledi. "Bana burada aldıracağın eşyalarla ekonomimi batıramazsın. İstediğini aldır güzelim, ben almaktan şeref duyarım ama sen yine de beni batıramazsın." Anlamıştı işte neden her şeyi istediğimi!

 

Bu kadar zeki olmasını sevmiyordum.

 

Onunla daha çok atışacak gibi görünüyorduk.

 

Ve ben eski sevgilimle atışmayı bile çok özlemiştim.

 

Sol çaprazımızda duran bir adam, "Kızıltuğ böyle hep sen almaya devam edersen bozuşuruz." dedi kahkaha atarak. Ona da bırakması gerektiğini dile getiriyordu aslında içten içte. Karan gülümseyerek elimi parmakları arasına aldı. "Bu gördüğün daha hiçbir şey Koray, buradaki her şeyin sahibi ben olacağım. Her zaman ki gibi."

 

Bunu umursamaz bir tonla söylerken karşısındaki adamın yüz ifadesinin de istemeden düşmesine sebep oldu. Karan'ı çekemiyordu belli ki.

 

Poyraz'ın hala daha burada olmayışı dikkatimi çekerken, "O hala yok." dedim gerginlikle. Başına bir şey mi gelmişti acaba?

 

"Poyraz mı?" Bakışları kısa bir an kapı tarafına doğru çevrilirken, "İşte, kapıda duruyor." dedi. Tanrım bu adam niye yanımıza gelmiyordu ki?

 

İkimiz göz göze gelirken önce bana mutlulukla baktı. Ardından nefret dolu bakışları yanımda duran adama doğru çevrildi. Bu ikisi gerçekten de kardeş gibi olduklarından emin miydi?

 

Geçmişte Poyraz Karan'a ihanet etmiş olmasına rağmen Karan onu affetmiş, kendi örgütüne bile çekmişti.

 

Neye karşılık affettiğini bilmiyordum tabii.

 

Kızıltuğ için ihanetin sonucu ölümdü.

 

Karan her açık arttırmayı rahatlıkla kazanıyor, para konusunu dert etmiyor gibi gözüküyordu. "Seni soyup soğana çevirdim. Başına bela olacak bir müstakbel karın var sanırım."

 

Bu söylediğim cümleye karşılık gülümsemesini tutamadı. O gerçekten de çok güzel gülüyordu.

 

İçine çekiyordu insanı.

 

"Bela olduğu kesin ama tatlı bir bela. Seviyorum kızımla uğraşmayı." Yanağına hafifçe vurarak başımı iki yana salladım.

 

Kızım kelimesine alışmıştı ve şimdi de küçük hanım eklenmişti. Kim bilir adım dışında daha ne diyecekti bana?

 

Önce yüzüne hafifçe vurduğum elime baktı ardından kendine ve daha sonra tekrar bana. "Sen bana mı vurdun?"

 

Başımı sallarken hafifçe geriye doğru kaçındım. Sağı solu belli olmuyordu sonuçta. "Kızma bana, müzakeredeyiz hem."

 

Hafifçe başımı okşadı. "Korkma, o güzelim parmaklarını güzelce kullanacağım alt tarafı kızım senin. Elinin ayarı hiç mi olmaz! Önce kelepçe sonra tokat!"

 

Gözlerimi kapatırken mırıldanmadan edemedim. "Sus sus! Herkes bizi duyuyor, kelepçeyi yanlış anlayacaklar! Ayrıca parmaklarımla ne yapabilirsin ki sen?"

 

Al işte, benimle uğraşmaya devam edecekti. Ses desibelini düşürmeden, "Beni yatağımızda kelepçeledin güzelim. Bundan niye utanıyorsun ki? Kucağımdayken pek bir keyifliydin."

 

Dudaklarına elimi bastırarak susmasını sağladım. "Ya lütfen! Baksana herkes bana bakıyor, şimdi herkes seni nasıl kelepçelediğimi konuşacak." Dudaklarında tuttuğum elimi parmakları arasına alarak dudaklarına götürdü yavaşça. "İsteyen istediğini düşünsün, o başın hiçbir zaman eğilmeyecek. Gerçeği biz bildikten sonra çevrenin ne önemi var? Utanma."

 

Fark ettiğim bir detayla hızla ona çevirdim bakışlarımı tekrardan. Orada kelepçelememe bilerek izin vermişti. "Cebinde telefon zaten yoktu ve sen bunu biliyordun. Sırf sana daha rahat zarar vereyim diye cebine bakmamı istedin değil mi?"

 

 

İnce bir yerden yakalamış olmam hoşuna gitmiş gibi memnuniyetle dudakları kıvrıldı. Telefonu orada durduk yere istemesinden ters bir şey olduğunu anlamam gerekiyordu aslında.

 

İşte Kızıltuğ'un kendince hep mantıklı bir açıklaması vardı. Mesela bunu fark etmemiş olsaydım durduk yere benden telefonunu istediğini düşünecektim anlamsız yere.

 

Halbuki o, ona daha rahat zarar vereyim diye bilerek göstermişti.

 

Beni müstakbel eşi olarak herkese tanıtmasının da elbette bir sebebi vardı ancak ben şu anlık bilmiyordum. Aynı şekilde benden istediği tek şey babamın içerisinde olduğu davayı çözmem değildi.

 

Karan intikam istiyordu.

 

Ama babamdan.

 

Ailemden.

 

Benimle de ödeşmek istiyordu ancak bunu farklı yollarla yapacaktı.

 

Benim canımı yakarak değil, beni ortada bırakarak.

 

Beni kaçırmak için zaten an kolluyordu bu adam.

 

Yıllardır beni takip edip, denediğim her bir kıyafeti alan adamdan bahsediyorduk. Yıllar önce gittiğim o bar'a tekrar gidecektim buradan çıktığım gibi.

 

Aradığım bir adam vardı ve kameraları izlemem gerekiyordu.

 

Dibimizdeydi.

 

Karan'ın mekanına da geldiğine emindim.

 

Karan'la ilk orada mı karşılaşmamıştık ancak yıllar sonra o mekanda sıkıntı çıkarmam üzerine bana takılı kaldığı doğruydu.

 

Dakikalar süren açık arttırma sonunda son bulurken bir kısım insan mutlu bir kısım insan nötr ve bir diğer kısım insan ise sinirle büyük kutlama alanına doğru ilerliyordu.

 

Karan'ın otoritesine katlanamıyorlardı. Onun için para bir hiçti, istediğini satın alabilecek güçte olduğu için de fazlasıyla rahat bir adamdı.

 

Sinirli bir yapısı vardı ancak gerçek yüzünü Ahu'nun aksine iliklerime kadar biliyordum. İçeride bir o kadar da yoluna yaralı şekilde devam eden bir adam vardı.

 

Kendisini gizleyen, hayattan soyutlamaya çalışan gaddar bir adam.

 

Annemin hesabını bana vereceklerdi onun dışında istediğim tek şey sevdiğim adamdı. İntikam isteyen Ahu'ydu.

 

Onun zihnini yıkamışlardı.

 

Birkaç çift dans ederken beni zifiri karanlığa sahip gözleriyle kıskacına alan bir adam dikkatimi çekti.

 

Bizi izliyordu.

 

Karan hafifçe kolumu sıvazlayarak, "Bana bu dansı eşlik eder misin?" dedi çok mütevazi bir şekilde.

 

O benim fikrimi mi sormuştu cidden?

 

Karan'dan kesinlikle beklenmeyecek hareketlerdi bunlar.

 

"Sen, sahiden bana fikrimi mi sordun?" Yüzünde oluşan gülümsemeye engel olmadan aniden büyük elini belime dolayarak göğsümü göğsüne yasladı ve dudaklarıma doğru fısıldadı. "Haklısın sormamam gerekirdi. Benim kollarımda bu dansı edeceksin."

 

İşte bu benim bildiğim Karan'dı. Ellerimi onun boynuna dolayarak etrafı seyretmeye başladım. "Etrafına bakma." İkaz etti ona dönebilmem için. Boşta olan eliyle çenemi hafifçe tutarak bana doğru çevirdi. "Benim gözlerim nasıl hayranlıkla kızımı izliyorsa, senin gözlerin de benden başkasını görmemesi gerek."

 

O kadar iyi bir oyuncuydu ki.

 

"Benden nefret ettiğini, gerçek yüzünü bilmesem sana aşık olurum biliyor musun?"

 

Sana aşığım zaten.

 

"İnsanlara bana gösterdiğin gerçek yüzünü göstermiyorsun değil mi? Bu yüzden herkes deli divane bir şekilde yılmadan senin peşinde koşuyor?"

 

Gerçekten de öyle yapıyordu.

 

Bu söylediklerime karşılık o eşsiz kahkahasını tutamadı. Onu gülerken görüyor olmak şaşırtıyor, kahkaha atarken görüyor olmak ise daha fazla şok olmama sebep oluyordu çünkü bu hallerine yıllar sonra kesinlikle alışık değildim ben. "Bana aşık olan her kimse umurumda değil. Umursadığım tek kadın şu an kollarım arasında." Ardından yüzündeki gülümsemeyi azaltmadan gerçek yüzüyle kimsenin duymayacağından emin olacak şekilden fısıldadı. "Bana aşıkmış gibi davran Savcı, bayılmıyorum seni kollarım arasında tutmaya. Sen bana lazımsın, biliyorsun ki seni sadece kullanıyorum. Söylediğim bu süslü cümlelere de aldanma, karşında duran bu adam böyle anlarda gözünde sadece rüyadan ibaret. Buradan çıktığımız an yine senden nefret eden Karan olacağım. Anlıyor musun beni?"

 

Ciddi değildi.

 

Olamazdı.

 

Karan benden nefret edemezdi.

 

Tamam belki onu ateşler içerisine atmak zorunda kalmış, zehirlemiş ve 90 gün boyunca işkence görmüş olmasına ve nice olaylara sebep olmuş olabilirdim ancak bunlar geçmişte kalmıştı ve ben pişmandım.

 

Mantıklı açıklamam vardı!

 

Hem de her şeye.

 

Belimi tutan eli sertleşirken nefret dolu cümlelerini yüzüme vurmaktan çekinmedi. "Bir de burası için güzelleşmen yok mu, sanki amacını bilmiyormuşum gibi. Senin gibi kadınları çok iyi tanırım ben. Size nasıl erkekler bakar çok iyi biliri-"

 

 

Cümlesini bitiremedi.

 

Yüzüne attığım tokat buna engel olmuştu çünkü.

 

Kimse beni bu şekilde küçümseyemezdi.

 

Hem de hiç kimse.

 

Sevdiğim adam neler diyordu böyle?

 

Gerçek miydi söyledikleri? Bana bu gözle mi bakıyordu artık?

 

Bakışları kısa bir an bir noktaya ulaştı ve dudaklarının hafifçe kıvrıldığına şahitlik ettim. Ardından bana döndü hafifçe ve başını çok küçük sallayıverdi.

 

Hafifçe yutkundum.

 

"Daha fazla ağzını kirleterek gözümde düşme, gerçekten midemi bulandırıyorsun!"

 

Herkesin bakışları bize doğru dönerken sol gözümden düşen gözyaşını silerek hızla devasa merdivenlerin olduğu yere doğru ilerledim. Beni rencide etmenin, ağlatmanın bedelini ödeyecekti.

 

Topuklu ayakkabılarımla sertçe attığım her bir adım, benim göğsüme saplanıyorken aşağıda bana söyledikleri de aklımda çınlıyordu. Nereye indiğimi bilmiyordum sadece ilerliyordum.

 

Çantamın içerisinde olan telefonum çalmaya başladı. Poyraz olduğunu tahmin ediyordum. Aklımdan tamamen çıkmıştı.

 

Tanıdık isimi görmemle beraber aramayı hızla yanıtladım.

 

"Kararın ne Ahu, kaçıyor muyuz?" Sesi hala daha soğuk bir tonda geliyordu.

 

Arka kapı olduğunu fark ettiğim yere doğru ilerlerken koridordan hızla geçiyordum. "Dediğin gibi olsun, kabul ediyorum. Kaçalım derhal buradan." Telefonu yüzüne kapatarak adımlarımı daha da hızlandırdım.

 

Karan'ın peşimden gelecek olmasından endişe ediyordum. Çok riskliydi. Bu yukarıda yaşadığımız olay işime gelmişti ve kaçarken içten içe kahkaha atıyordum aslında. Karan kendi elleriyle rahatlıkla kaçabilmem için bana bir koz vermişti. Beyazlarla çevrilmiş şatoları andırmayan bu devasa kapının kulpunu ellerim arasına alırken işittiğim yabancı ses tonu, olduğum yerde mıhlanmama sebep oldu. "Müstakbel kocandan mı kaçıyorsun?"

 

Yüzümü arkamda duran kişiye doğru çevirmezken derin bir nefes verdim. "Ne kaçması? Biraz temiz hava almak istemiştim sadece."

 

"Sen insanlarla iletişim kurarken böyle sırtını mı dönersin? Yoksa bana bakmaya cesaretin mi yok?"

 

"Benim ne cesaretim olmayacak be!" Arkama dönerek yüz yüze geldiğim bu simayla beraber kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. "Sen..." Yüzüne yerleştirdiği hafif bir gülümsemeyle beraber, "Evet ben." dedi. "Sizi izleyen ve senin de dikkatini çekmeyi başaran o kişiyim."

 

Yıllar sonra onu karşımda gördüğüme inanamıyordum...

 

Pamir'i tanıdığımı belli etmemem gerekiyordu çünkü o şu an hafızası olmadığını sanan Ahu'yla konuşuyordu.

 

O şu an için gözümde bir yabancıydı.

 

Tek kaşım havaya kalkarken onun bu yersiz egosuna karşılık gülümseyiverdim. "Neden peşimden geldin, ne istiyorsun?"

 

"Bir derdim yok, Karan'a tokat attığını görünce bir şey olduğunu düşündüm. Bu yüzden peşine takıldım. Dürüst olmak gerekirse formalite olduğunuz çok belli oluyor savcı ancak buna rağmen sana bu cesareti vermiş olması beni gerçekten de şaşırttı."

 

Kaşlarım anlamsızca çatılırken kapıya doğru eğildi. Ancak dışarıdan sanki kulağıma doğru eğiliyormuş hatta beni öpüyormuş gibi gözüktüğüne emindim. Kapıyı araladı ancak ne o ne de ben çıkmamıştım. "Karan'a bunca zaman dokunabilen kimse olmamıştı. Tabii ringlerini saymazsak."

 

Gülümsedim hafifçe.

 

"Ha sen onu da bilmiyorsun? Belliydi çıkar uğruna bir arada olduğunuz. Ne o, onu kullanmaya mı karar verdin?"

 

Duyduklarım sinirlenmeme sebep oluyordu. "Kimsin sen?" Kabanının içerisinden çıkardığı Mercedes araba anahtarıyla beraber hafifçe burnunu kaşıdı. "Seninle uzun bir konuşma yapabilir, anlatabilirim istersen. Ancak bunun için benimle gelmen ve karşında duran bu yabancı adama güvenmen gerekecek. Bildiğim kadarıyla da güven, senin hayatında olmayan tek şey ha savcı?"

 

Pamir bana güvenmişti.

 

Ve ben, Karan'ı ona tercih ederek Pamir'e de ihanet etmek zorunda kalmıştım.

 

Hiç kimseye isteyerek ihanet etmemiştim, gerçekleri söylemek istiyordum.

 

Haykırmak istiyordum.

 

Derin bir nefes verirken şu an içerisinde olduğum durum yüzünden hızla bir karar vermem gerektiğini biliyordum.

 

"Sana güvenmiyorum orası doğru ancak kabul ediyorum. Sadece konuşmak için birkaç dakika?"

 

Bu cevabı benden bekliyor gibiydi.

 

"Tahmin ettiğim gibi, kendine güveniyorsun."

 

Bana istese de bir şey yapamazdı.

 

Yapmayacağını biliyordum zaten.

 

Önden geçmeme izin vererek adımlarımızı ilerletmeye başladık. Hızlı adımlarımız onun siyah Mercedes'ine yaklaşırken içeriye girmeden karşısında durdum. "Anlat. Beni boşuna izlemiyordun. Derdin ne?"

 

Derin bir nefes çekti içine.

 

"Neyin peşinde olduğunu bilmiyorum ancak sözde kocan olacak adamı iyi tanıyorum. Karan kadınları kullanır Ahu, o sevmeyi bilmez. Kadınları küçümser, tek derdi eli sikinde olması yani. Seninle konuşmak için çabaladım ama adamları her yerde ve izin vermiyorlar hiçbir şekilde. Onun bölgesine de kolay kolay giremezsin. Senden haftaya yapılacak olan dövüşte yanımda yer almanı istiyorum. O itibarını çok önemser. Karısı olacak kadının beni savunduğunu gören herkes onu konuşacak. Bu iyiliği bana yapmalısın."

 

Pamir...

 

Neler diyordu böyle?

 

Karan'a iftira atabilecek konuma gelmiş miydi gerçekten de? Ahu burada olsaydı kesinlikle Pamir'e inanırdı.

 

Gittikçe daha beter saçmalamayı başarıyordu.

 

"Ona aşıksın değil mi? Bu yüzden yıllardır onun işine bir şekilde çomak sokmayı başarıyorsun. Ona kendini unutturmamaya çalışıyorsun."

 

Evet, kısmen doğru söylüyordu. Ahu'nun yavaş yavaş Karan'a çekildiğini hissediyordum ve bu, büyük bir sıkıntıydı.

 

"Bu iyiliğimin bir karşılığı olacak." Ciddiyetle söylediği şeye karşılık kısa bir an düşündüm. Zamanım kısıtlıydı.

 

Pamir hiçbir şeyi karşılıksız yapmazdı.

 

Karşılıksız yaptığı tek bir kadın vardı.

 

Bendim.

 

Ona ihanet edene kadar.

 

Pamir'in gözünde herkes olana kadar...

 

"Haftaya seninle o ringte olacağım. Telefon numaranı ver bana, nereden alman gerektiğini dile getiririm sana ben." Karan'ın dövüştüğünü zaten biliyordum. "Onun gibi bir kalpsizi nasıl sevebiliyorsun peki?" Telefon numarasını girmesi için telefonu ona uzatırken söylediği bu şeyle kaşlarım çatıldı hafifçe. "Karan Kızıltuğ'un mafya olduğunu biliyorsun. Peki ya kadınları pazarladığını?"

 

Karan öyle bir şey yapmıyordu.

 

Dudaklarım yalandan sanki şaşkınlıkla aralanmış gibi oluverdi.

 

Başını salladı olumluca. "Kadınlara sex objesi olarak gören bir adamla berabersin Ahu Vural."

 

Aniden yanağımda hissettiğim sıcaklıkla yaşadığım şokun üzerine bir şok daha yaşarken, "Ediz seni erken almaya gelmiş anlaşılan." dedi ve telefonumu ellerim arasına bıraktı.

 

Beni aniden kısa da sürse öpmüştü!

 

Hafifçe göz kırparken anlamsızca yüzüne bakıyordum.

 

Bunu bilerek yapmıştı.

 

Kesin biri bizi izliyordu.

 

Bir amaç uğruna yapmıştı, bana bunu açıklayacaktı.

 

Karşısında duran kadının ne kadar deli olduğunu bilmiyordu.

 

"Haftaya ringte beni savunman karşılığında sana kanıtlarıyla Karan'ı ifşa etmeni sağlayacağım. Onun hakkında bilmediğin her şeyi öğreneceksin. Ancak dediğim gibi savcı, her şey karşılıklı. Şimdi gidebilirsin, tekrar karşılaşacağız nasıl olsa." Yüzümü arkama doğru çevirirken soğukkanlılıkla bizi seyreden Poyraz'la göz göze geldim.

 

Ediz'di o, Poyraz değildi.

 

Pamir'in neden bağırarak konuştuğunu, sesini duyurmaya çalıştığını ve beni neden öptüğünü şimdi anlamıştım.

 

Siz de anlayacaktınız.

 

Bakışlarım tekrar arkama dönerken, "Onun adı Ediz değil-" dedim yalandan yere ancak cümlemi tamamlayamadım. Çünkü o yoktu.

 

Arabası buradaydı üstelik.

 

Nereye kaybolmuştu?

 

Araba açılırken Poyraz'ın ikizi olan Ediz ön kapıyı işaret etti geçmem için. "Geç arabaya Ahu, seni güvenli bir yere götürüyorum. Yazgı'da oraya gelecek." Bakışlarım son kez etrafta gezinirken karanlık dışında hiçbir şey göremememle biniverdim arabaya.

 

Şu an kaçıyor olmamız sorun değildi. Karan beni daha iyileşmemiş olan Edim'le tehdit ediyordu ve beni bulamadığında direkt ona sarabilir hatta onu öldürebilirdi de. Onun gerçekten de acıması yoktu çünkü.

 

Hoş annem olacak o kadını bulmama hiçbir şekilde yardımcı olamamıştı Edim ama yine de işime yarayacaktı.

 

"Poyraz Edim hala daha Karan'ın elinde, ya ona bir şey yapmaya kalkarlarsa-"

 

"Korkma." Sözümü kesiverdi hızlıca. "Sana kaçırıldın süsü vereceğim, bu sayede Edim'ine hiçbir şey olmayacak."

 

Edim sayesinde pislik annemi bulacaktım daha.

 

"Peki ya az önceki adam-"

 

"Pamir'in seni öpmesine neden izin verdin? Aranızda bir şey mi var?"

 

Sorusuna karşı sessiz kalarak derin bir nefes çektim içime.

 

O da daha fazla konuşmamış beni de üstelememişti.

 

Bu gecenin kanlı biteceğini bilmiyordum.

 

Yazgı yanımda arabayı kullanan Ediz'i aramaya koyulmuştu.

 

O arama, her şeyin değişmesine sebep olacaktı.

 

Kanlı bir geceydi bu gece.

 

"Alo Poyraz, ben bir kıza çarptım! Fazla hız yapayım derken kız kanlar içerisinde arabanın üzerinden takla attı bildiğin! Kurtulma şansı yoktu ve ben de ellerimle boğarak öldürdüm onu. Bedeni de çöpe bırakır gibi kenara iterek terk ettim. Şu an kaçıyorum, adamlara söyledim kamera kayıtlarını silecekler. Bittim ben!"

 

Yazgı Ediz'i Poyraz sandığı için telefonda öyle hitap ediyordu.

 

Derhal ortalığı temizlememiz gerekiyordu.

 

O görüntüler kimsenin eline geçmeden silinmeyi başaracaktı elbette ancak tek bir kişi dışında...

 

Karan Kızıltuğ'dan

 

"Abi, bayan yenge hiçbir yerde yok. Arama emrini salalım mı?"

 

Elimde duran viskiyi yudumlarken Poyraz'a doğru çeviriverdim bakışlarımı. "Şu an muhtemelen her kimle birlikse onunla beraber kaçmayı başardığını sanıyor. Bırakta bir şeyler başardığını sansın. Onun hayatını mahvetmedim daha ben."

 

Hiçbir zaman da mahvetmeyecektim zaten.

 

Kıyamıyordum.

 

Benim yerimde kim olsa Ahu'yu bitirirdi ancak ben, yapamıyordum...

 

Poyraz ciddiyetimden hoşlanmıyordu.

 

Ahu'ya zarar vermemi istemiyordu.

 

Vermeyecektim de.

 

"Sen neden soğuktun bugün?" Bakışları korkuyla bana çıkarken derin bir nefes verdi. "Bilmiyorum yorgunum biraz, o yüzden."

 

Geçiştirmeye çalıştığını fark etmiştim.

 

"Bu mesele ne zaman son bulacak abi? İntikam aranızda olduğu sürece hiçbir zaman bitmeyecek hiçbir şey. Bir tarafın kanı aktığı zaman akıllanacaksınız ve o zaman da çok geç olacak."

 

Sessiz kaldım.

 

Bu hikayede hepimiz kötüydük.

 

"Şu an kimlerle kaçtı, ne yapıyor bilmiyoruz. Arama emrini çıkarayım bulalım onu. Başına bir şey gelirse eğer-"

 

"Gelmeyecek Poyraz. Kendi elleriyle kaçan kadın yine kendi elleriyle tıpış tıpış benim kollarıma gelecek. O bana geçmişte ihanet ettiği zaman, ben her şeyimi kaybetme raddesine geldiğimde ona zarar vermemişim. Şimdi mi vereceğim? Bu oyunun sonunda, onu gerçekten öldürmeyeceğimi bilen tek kişi sensin zaten."

 

Bu kadar emin konuşmam onu şaşırtıyordu.

 

"Bırak kaçtığını zannetsin, her zaman ki gibi güven yine bana. O yine benim

kollarıma geri gelecek. Ait olduğu yer ve istediği şeyi alabilmek için gideceği yol sadece benim. O bana mahkum."

 

Ahu'nun gidişini dudaklarımda güzel bir tebessümle seyretmiştim ben. Ona istediğini yapmasına izin veren bendim, bunu ileride çok iyi bir şekilde anlayacaktı.

 

Kabanımın içerisinden telefonumu çıkartarak az önce gelmiş olan videoyu ona izlemesi için uzattım. Benim mekanımda, benim bölgemde, benim şehrimde benden gizli iş dönmezdi. Dönmesine izin vermezdim.

 

Karşılarında kim var bilmiyorlardı.

 

Karada yılanlarım, hava da bana haber getiren kartallarım vardı benim.

 

Bu video şu an benim barımda yer alan kameralarla çevrili olan odadaki bilgisayar sistemine düşmüştü bile.

 

İlk oraya düşmüştü zaten.

 

Her şeyimin ortak noktası benim Bar mekanımdı.

 

Videonun orijinali oradaydı.

 

"Bu adalet için tüm medyaya baş kaldıran dedektif mi? Kızı bildiğin boğuyor amına koyayım!"

 

Başımı olumlu bir şekilde sallarken zevkten uyuşan ellerim bardağımı taşımakta güçlük çekmeme sebep oluyordu. "Ahu'nun adalete aşık bir kadın olduğunu mu sanıyorsun gerçekten? Bu mesleği bile bir amaç uğruna seçti Poyraz. Torpilli girdi, onun arkasında biri var. Güçlü birisi. Bu kaydı her yerden sildirecekler. Benim elimde olduğunu öğrenince de kuzu kuzu kollarıma gelerek silmem için bana teklif yapacak."

 

Tam olarak böyle olmasa da kollarım arasına geleceğini biliyordum.

 

Oturmayan bir şeyler vardı.

 

Ahu'nun arkasını yasladığı gücün kaynağını bulacaktım.

 

Ailemin intikamını ailesinden alacaktım.

 

Ahu'nun tek güç kaynağı ben olmalıydım.

 

Başkası değil.

 

"Şimdi izin ver şu birkaç gününü güzel geçirsin. Onunla daha çok birbirimize gireceğiz ve bu hengame ben istediğimi alana kadar sürecek. Ne zaman ki onun her şeyini tüketmiş olacağım, birimiz gözlerimizi yummuş olacak. Karşımda sevdiğim kadın yok. Ahu var, yeni birisi var ve ben savaşmaya hazırım. Onu hafife de almıyorum. Aksine tam karşımda şeytanın vücut bulmuş hali duruyor. Ne Efil'e ne de bana bir şey olmayacak. Biz bu hikayenin sonunda ya çok mutlu olacağız ya da birlikte öleceğiz. Her şey yine onunla."

 

Ve sanırım ki, ben kendime ihanet edeceğim çünkü Ahu'yu kalbimde bile öldüremiyordum.

 

 

Birkaç gün kafanı dinle küçük hanım, daha yeni başlıyoruz.

 

"Bayan yengenin masum olduğunu düşünüyordum ancak senin haklılık payın olduğunu düşünmüyordum. Bu hikaye intikam arzusuyla yanan avcı bir mafya ve adalete aşıkmış gibi davranarak medyaya oynayan şeytan bir avın hikayesi.."

 

Poyraz ardından yavaşça ilerleyerek evin içerisine gizlice yerleştirilen ses cihazını kapattı ve gülümsedi.

 

"Cümleyi düzelteyim abi, bu hikaye intikam arzusuyla yanıp tutuşan yarım kalmış iki aşığın hikayesi ve günün birinde bu iki aşık, birbirlerini bitirmek yerine güçlerini birleştirecekler. Çok az kaldı, ne Ahu masum ne de sen. Bu masum hikayenin kötü başrollerisiniz siz ve biz er ya da geç kazanacağız."

 

İlahi Bakış Açısı

 

Kadın gerginlikle gelmiş oldukları kulübenin içerisinde dolanıyordu. Yazgı şömine önünde kendisini ısıtırken kayıtların silinmesi için haber bekliyordu.

 

"Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum, cidden doktora görünmem gerekiyor."

 

Ahu sahip olduğu savcı kimliğini kullanan şeytanın vücut bulmuş haliydi gerçekten de. Ve onu iliklerine kadar bilen tek kişi Karan Kızıltuğ'du. Gerginlikle dolanırken, "Yakalanırsak bitersin. Dua et kız gerçekten ölmüş olsun Yazgı!" dedi nefretle bağırarak. Şu an her şey birbirine dolanabilirdi.

 

Geriliyordu.

 

"Ahu korktum diyorum sana! Seni kaybetmekten korktum ya seni bir daha göremeseydim? Sildiriyoruz işte kimsenin eline geçmeyecek kanıtlar. Biz nelerden döndük bu koyar mı? Sanki hiç elimiz kana bulaşmamış gibi."

 

 

Ölen kız umurlarında bile değildi.

 

İşte hayat bazen bu kadar acımasızdı.

 

Ahu Kızıltuğ'un gücünü biliyordu.

 

 

Emindi.

 

Kesinlikle onun eline ulaşmıştı.

 

Ahu hızla Yazgı'nın dudaklarına parmaklarını bastırarak susmasını sağladı. "Kes sesini, nerede nasıl konuşacağını bil be adam, bil! Kimseye güvenemeyiz hala daha anlamıyor musun?" Derin bir nefes vererek bedenini süzdü karşısında korku içerisinde olan adamın. "Telefonumu getirdin mi, haber var mı büyük abiden?"

 

Nefretle mırıldanmıştı.

 

Efil, Büyük abiden nefret ediyordu.

 

Büyük abiyi Ahu çok seviyordu.

 

Yazgı aşık olduğu kadının gerçek yüzüyle karşı karşıyayken gerginliğini saklayamıyordu. Sadece infazcıların elinde olan telefonu elleri arasına bırakırken tekrar koltuğa doğru oturdu.

 

Tam bu esnada telefon çalmaya başladı.

 

Büyük patronu arıyordu.

 

Telefonu yüz taraması yaparak kilit ortadan kalkarken, "Buyurun efendim." diyerek açtı telefonu. Tüm infazcılar şu an telefonda aktifti. "İnfazcı 01, birazdan sana atacağım konuma on iki adamımızı yollat. Yağmalasınlar her yeri. Esila Nergiz tekrar ediyorum. Esila Nergiz, o yağmalamada sağ çıkmayan tek kişi olacak."

 

"Emir anlaşıldı."

 

Gözlerini kısa bir an kapattı sinirle.

 

Ahu artık son demlerindeydi.

 

Telefon yüz taramasıyla beraber geri kapanırken sebep olduğu şeyi halletmeye koyulmadan önce onu korkuyla izleyen erkek arkadaşına döndü. "Bu yaşanan şeyi görmedin, duymadın ve bilmiyorsun. Her zaman yaptığını yap ve üç maymunu oyna. Gerilme ayrıca, bir çetenin mensubu değilim ben. Sadece emir alıyorum, amacıma ulaşabilmek için. Maalesef Yazgı bir şeyi istiyorsan karşı tarafa bir şey de vermek zorundasın."

 

Emir alan Ahu'ydu aslında.

 

Efil emir almıyordu.

 

Ahu Büyük abiden emir alıyor, ona itaat ediyordu ancak Efil, annesi gibi büyük abiyi de bitirmek istiyordu.

 

Bir sebebi vardı.

 

Her şeyin bir sebebi vardı.

 

İnfazcıların başı Uygar Sayar'dı.

 

Ve o adam, Efil için büyük bir tehlikeydi.

 

Bu adam, her şeyin dönüm noktasıydı.

 

Ve bu adam, Efil'in annesine aşıktı. İkisi büyük iki aşıkken Efil'in babası tehditler sonucu annesine el koyarak evlenmeyi başarmıştı. Ahu bu kısmı bilmiyordu. Ahu aslında birçok şeyi bilmiyordu.

 

Her şeyi bilen sadece Efil'di.

 

Ahu'yu kandırmışlardı.

 

Efil kendi benliğinin son 2 yıldır farkındaydı. Uzun bir uykudan uyanmış gibiydi. O arada geçen 3 yılda Ahu'nun zihnini tamamen yıkamayı başarmışlardı.

 

Savcı Ahu Vural, babası sandığı adama minnet ederek büyük yanlış yapıyordu çünkü gerçekler bambaşkaydı.

 

Uygar Sayar'a yardım eden infazcı kimliği şu an için sadece arabuluculuktu ve emir dağıtmaktı. Onun sağ kolu gibiydi.

 

Ahu infazcı olan bir savcıydı.

 

Cinayet işlemiyordu.

 

Şimdilik.

 

Telefonuna iki mesaj düştü.

 

İlki maskeli katilden gelmişti. "Doğru kişinin kolları arasındasın. O sana yardım edecek, Poyraz'a güven ve benden haber bekle."

 

Maskeli katil Poyraz'a güvenecek konumda birisiyse eğer Poyraz'ı tanıyan biriydi. Maskeli katil içlerinden biriydi.

 

Tam o esnada bir mesaj daha düştü.

 

Ama bilinmeyendendi bu mesaj.

 

"Sevgili Ahu, Kızıltuğ'un gerçek yüzünü görmek istiyor musun? O zaman sana ilk tutulduğu yere, onun kendi mekanı olan Bar'a git ve kamera odasındaki bilgisayar ve kamera kayıtlarını incele, aradığın şeyi orada bulacaksın."

 

Yazgı'nın yediği halt kesinlikle Karan'ın elimdeydi, sevdiği adamı tanıyordu. Ahu ekranda o videoları görünce direkt silmek için uğraşacaktı.

 

 

Oraya girebilen kimse olmadığı için Karan videoyu kopyalamak gibi bir şeyi düşünen bir adam değildi.

 

Ahu kurnaz bir kadındı. Dedektif Yazgı'yı kurtarabilmek için o videoları silmeliydi. O koruma sistemi neden orada derseniz diye sorarsanız eğer, Kızıltuğ için en önemsiz görülen nokta, her şeyi sakladığı noktaydı.

 

Düşmanlarının öncelikle saldıracakları nokta arasında bar mekanı kesinlikle gelmiyordu.

 

Ahu hafızasının bir kısmı yok zannediyordu ancak Efil kimliğine geçtiği zamanları hatırlamıyordu. Yıllar önce annesi hakkında bilgi almak için onunla görüşmüş olduğunu dile getiren bir adamla, isteği üzerine buluştuğu bara tekrar gidecekti.

 

 

Annesinin izini bulabilmek için adamla Karan'ın mekanında buluşmuştu ancak yine de annesini bulamamıştı.

 

Efil istemediği müddetçe, hiçbir şeyi öğrenemeyecekti Ahu.

 

Öğrenmemeliydi.

 

Ahu'nun gerçekleri öğrenmesi gerekiyordu.

 

Ahu ve Efil bir bedende iki farklı ruhtu.

 

Ahu, bombaydı. Yetiştirilen büyük bir bomba. Şeytanın vücut bulmuş haliyken Efil ise masumdu. Efil hep masumdu...

 

Karan'la hikayesinin daha yeni başladığını biliyordu çünkü ikisinin de birbirinden alacağı çok şey vardı. Ve iki tarafta birbirine çok kez saldıracak, çok kez zarar verecek ve belki de çok kez ölümün kıyısına itecekti.

 

Ancak tek bir kazanan olacaktı.

 

Kazanan aşk olacaktı.

 

İkinci mesajı açarken yüzü sinirden kızarmaya başlamıştı bile.

 

"Senin gibi bir savcıya hiç yakıştıramadım küçük hanım. Delilleri gizlemek mi? O kızın ailesi şimdi nasıl kahrından ölüyordur biliyor musun? Senin gerçek yüzünü bilen tek kişi olarak bu meseleyi umursamadığını da biliyorum. Bir de bana vicdansız diyorsunuz, aynaya bakmıyorsun herhalde? Dört günün var, dört gün sonra bunu medyaya servis eder ve senin o sözde taktığın cübbeyi de kariyerini de bitirebilirim. Söylesene, beni nasıl durdurabileceksin?"

 

Adamın dört sayısına takıntısı vardı.

 

Ahu asıl şimdi bataklığın içerisindeydi...

 

 

Efil Ahu'nun aksine içten içe gülümsüyordu.

 

Sevdiği adam hiç değişmemişti. Sırf ona geri gelsin diye sözde blöf yaparak tehdit ediyordu. Karan Efil'in şu an nerede olduğunu biliyordu ama kendi gelsin istiyordu.

 

Ahu tehdite de boyun eğecek birisi değildi.

 

Karan yine de gelecek mi, görmek istiyordu.

 

İkisi de birbirinden ayrı yapamıyordu...

 

(İnfazcı : Öldürme veya cezalandırma işini yapan kimse demek.)

 

.

 

.

 

.

 

 

Bölümü nasıl buldunuz bakalım? Daha her şey yeni yeni başlıyor. Kitabı beğeniyorsunuzdur umarım, ben yazarken çok heyecanlanıyorum çünkü. Sorularınız olursa buraya ya da direkt instagram sayfama da gelebilirsiniz canlarım.

Bölüm : 24.11.2024 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...