
Hazır mıyız bakalım? O teorileriniz, yorumlarınız o kadar güzel ki! Her biriniz iyi ki varsınız, sizleri çok sevdiğimi bilin. Bölümler ilerledikçe daha da rahat oturacak konular ve ilerleyeceğiz.
Yazım yanlışlarım olursa affedin beni, oylamayı ve o güzel yorumlarınızı eksik etmeyin!🌹
instagram : wattyisigi | pazinwattpad
YEDİNCİ BÖLÜM
"Kadın yara izini okşadı adamın. Bilmiyordu her şeyin sebebiydi, geçmişin geçemeyişiydi. İs kokuyordu, acı kokuyordu. Yaralıydı adam, yaralı bir adam, acımazdı. Yakardı her yeri."
Flashback
Dün gece
Adam tanıdık olan kulübeyi incelerken arabanın kapısını kapatarak ilerlemeye başladı. Arka bahçesinden girebilirdi. O odada direkt Ahu uyuyordu çünkü. Adımları yavaş yavaş ilerlerken birkaç gün sonra olacakları düşünüyordu.
Büyük balkon camının diğer tarafında kadın uyuyordu ancak üşüyordu. Üzerinde yer alan pike fazlasıyla inceydi.
Burada Yazgı ile baş başa olduğunu biliyordu. Aralarında bir şey olduğundan şüphe ediyordu ve görmek istiyordu. Yazgı için neler yapacağını, nelerden vazgeçeceğini.
Karan Kızıltuğ karşısındaki kadını kıskanıyordu.
Kendisinden bir tane daha vardı ve o, onun kadın haliydi. Her şeylerinin birebir oluşu sinirini daha çok bozuyordu.
Ahu'nun elinde tuttuğu gücün farkındaydı.
O güç, Karan'ı bitirmek üzereydi çünkü.
Camı rahatlıkla açarak içeriye girerken her bir adımında hissettiği heyecana anlam veremedi. Neydi bu hissettiği duygu?
Neden bu duyguyu bastıramıyordu? Kalbini kırmıştı kadının. Müzakerede söylediği cümlelerin hiçbir doğruluğu yoktu. O an onun kaçmasına izin verecek bir ortam yaratması gerekiyordu, o kadar.
Biliyordu kaçacağını.
Telefonunu dinlediğini düşünmeyecek kadar aptaldı çünkü.
Yanına yaklaşırken düzenli nefesinin ona huzur verdiğini hissetti. Bu his, çok yabancıydı ona.
Yıllar sonra hissettiği bu sıcaklık canını yaktı adamın. Güçlü insanların acıları çok olurdu.
Karan Kızıltuğ büyük bir enkaz taşıyordu sırtında.
Özlemdi bu his.
Karan sevdiği kadını çok özlemişti.
Sol elini kadının yanağına değdirecekken titrediğini ancak fark ediyordu. İçerisi soğuktu. Adamın ruhu gibi, kalbi gibi...
Kadının vücudu ise daha da soğuktu. Bu kaşlarının çatılmasına sebep olurken onun ısınmasını istiyordu. Yanağını okşadı usulca.
"Üşümemelisin, geçmişte yeteri kadar üşüdün." Üzerindeki kabanı çıkartarak kadının üzerine örttü yavaşça. Sabah üzerinde gördüğü zaman uyku mahmurluğuyla aldığını düşünecekti. İçerisine koyduğu notu okuyacağından emindi.
Üzerini örttüğü kadın, onu yakmayı göze almıştı.
Üşümesine kıyamadığı kadın, 90 gün işkence çekmesine sebep olmuştu.
Ahu zeki bir kadındı.
Çok zeki.
Zekasını ise kötü şeylere yorabilirdi. Saatli bomba gibiydi.
Kadının üşümesi adamın travmasıydı. Geçmişleri uzundu bu yaralı iki insanın. Ahu'nun geçirdiği travma yüzünden adamı hatırlamıyor oluşu yaşananları gizlemiyordu.
Hastaydı Efil.
Yanından kalkacağı esnada onun ellerine sarılan beden, kaşlarının şaşkınlıkla yukarıya doğru kalkmasına sebep oldu. "Gitme, üşüyorum."
Adamın travmasıydı bu cümle.
Yıllar sonra tekrar aynı cümleyi kadının ağzından duymayı kaldırabilecek kadar güçlü değildi Karan.
"Gitmem." diye fısıldadı acıyla. Kollarını kadının bedenine dolarken gerçek Karan Kızıltuğ vardı şu an da. İkisinin istedikleri ve çıkarları için kötü olmak zorunda kalacaklardı belki de. Ancak özlerinde ikisi de çok iyiydi. Dudaklarını kadının saçına bastırırken tanıdık kokuyu içine çekti hafifçe. "Son birkaç dakikamız olsa da isteyerek hiçbir zaman gitmem yanından. Giden hep sen olursun yaralı kuş, ben her zaman kalan taraf olurum."
Dakikalar sonra huzursuz bir şekilde yanından kalkarken sol gözünden bir yaş düştü nefretle.
O yaşın bedelini herkes ödeyecekti.
Affedemiyordu Ahu'yu.
"Neden Efil." dedi acıyla mırıldanarak. "Neden doğum günün gelene kadar geçen o 9 ayda benimle hiçbir iletişimde bulunmadın? Neden doğum gününde beni değil, Barın'ı seçtin ve onunla sevgili oldun? Ben terk edilecek kadar kötü bir adam mıydım..?"
Asıl kötü Ahu'nun ailesiydi aslında.
Karan'ın örgütünü bitirebilmek için babasını türlü yalanlarla hapse attırmış, iftira atmışlardı.
Efil'in annesi Karan'ın babasıyla yatıyordu.
Karan Efil yüzünden istemeden de olsa fazla acı çekmişti.
Sırtındaki geçmeyecek izlerin tek sahibi, Efil'di.
"Bu hikayenin kaybedeni çoktan belli, bunu bilip inkar etmek benim için ne kadar zor bilemezsin. Kazanmana izin vermeyeceğim Ahu, istediğine ancak ben ölürsem ulaşacaksın."
Odayı terk ederken onu nefretle izleyen adamdan habersizdi.
Ve o kişi, Yazgı değildi.
O kişi, Efil'in kanından birisiydi.
Felaket kapılarındaydı...
❄️
"Ahu sen delirdin mi? Kendi isteğinle kaçtın nasıl şimdi onun yanına dönmekten bahsedebiliyorsun, oyun mu oynuyoruz biz?" Yazgı tekrar beni kaybedecek olmanın getirdiği korkuyla sesini yükseltme gafletinde bulunuyordu.
Karan'ın yazdığı mesaj üzerinden 2 gün geçmişti ve biz Poyraz'ın da istediği gibi sesimizi çıkarmadan beklemiştik. Tabii bu esnada boş kalmamıştım. Büyük abinin istediğini yerine getirerek söylediği lokasyonda büyük bir hengâme çıkmış, istediği kız ise ölmüştü.
Gelecek üzerime kötü bir şekilde yıkılacaktı. İnşa ettiğim binaların can güvenliği yoktu, yaşamış olduğum ülkem gibi.
Uygar Sayar'ın sağ kolunu arayan birisi vardı. Onu öldürecek ve başımızda olan adamı mahvedecek olan birisi.
Kim olduğunu bilmiyorduk, tek bildiğimiz görevimizi yapmaktı.
Karan bana bir video atmıştı ve ben ne olduğunu başta anlayamamıştım.
O Bar'a gitmeliydim ve o görüntüleri silmeliydim.
Yazgı her şeyi berbat edecekti bu gidişle.
O video kaydını rahatlıkla medyaya servis edebilir, Yazgı'nın hayatına son verebilirdi. Buna müsaade edemezdim, ihtiyacım olan herkesin benim yanımda olması gerekiyordu.
Poyraz soğuk bakışlarını üzerimde gezdirirken sessizce fısıldadı. "O seni tehdit ediyor değil mi? Nasıl bir koz geçti eline?"
Nokta atışı yaparak tam on ikiden vurmayı başarmıştı. Karan'ı gerçekten de çok iyi tanıyordu.
"O beni tehdit edemez." Gözleri hafifçe kısılırken, "Emin misin?" der gibi bana bakmaya başladı. Evet, Edim konusunda beni tehdit ediyor olabilirdi ancak beni avladığını sanan bir ahmaktı o.
Ya da asıl aptal bendim.
Ben avlamaya çalıştığı an onu avlayan kişi olacaktım. Av, avcı olacaktı ancak Karan'ın bundan elbette haberi yoktu. "Bugün bara gideceğim."
İlk işim yıllar önceki kamera kayıtlarına bakmaktı. O gün Karan'ın orada olduğuna dikkat bile etmemiştim.
Ama o beni radarına ilk o gün almıştı Poyraz'ın dediğine göre. "Sana eşlik etmemi ister misin?" Yazgı ağzını bile açamıyordu. Ne olur ne olmaz burada kalacak olması en iyisiydi zaten.
Başımı olumlu yönde yukarı aşağıya doğru sallarken sabah üzerime örtülmüş olan siyah kabanı giyecektim.
Bir süreliğine.
"Sen arabaya geç ben dolaptaki kabanlardan birini alayım geliyorum. Beni bara bıraksan yeter." Poyraz bu iki gün boyunca o kadar soğuk ve sessizdi ki, iki farklı kişiyle konuşuyormuşum gibi hissediyordum. Neşeli halinden eser yoktu.
Yazgı küçük mutfağa doğru ilerlerken yarım kalan yemeğini yemeye koyuldu umursamazca. Ölen kız elbette umurunda değildi, o canının derdindeydi.
Herkes gibi.
Büyük kabanı askılıktan alarak cebine telefonumu koyacağım esna da hissettiğim kağıt parçasını ellerim arasına alarak çıkardım.
Boş bir kağıttı işte.
İçerisini açarken yazan yazıyla göz göze gelmem sorun değildi.
Sorun o kağıtta yazan cümleydi.
"Kabanım sıcak tutuyordu, bunu üzerinden çıkarma. Yanında değilim ama olmadığım yerde bana ait olan bu kaban yine seni sıcak tutacaktır ufaklık."
Kahretsin!
Karan buraya mı gelmişti?
Gelmişti tabii.
Uyandığımda üzerimde olması bu yüzdendi. Resmen bana varlığını hissettiriyordu.
Tek derdi eğlenceydi. Yıllarca onun işini sabote etmemin acısını çıkarıyordu.
Tabii bunun yanında başka bir şey de vardı.
Beni kullanacağını her an dile getiriyordu ancak biliyordum ki bende bir şeyler vardı. Karan Kızıltuğ'un yanında bırakın bir kadın görmeyi, onun evlenecek olduğuna bile inandıramazdınız.
Bende ne aradığını bilmiyordum. Onun kafasında dönen tilkileri de bilmiyordum.
Zihnine girebilmeyi ya da okuyabilmeyi çok isterdim. Benim gerçekte kim olduğumu bilmediği için bunu direkt eliyordum.
İnfazcı olduğumu da bilmiyordu. Bilemezdi.
Bilmesine imkan yoktu.
Biz birer ajan gibiydik ve her birimiz gizli bir emir kuluyduk.
Aynı fbi ya da mit gibi. Ancak hedefimiz devlet değildi işte.
Ve ben, Uygar abiden sonra aranan ikinci kişiydim. İnfazcıların başını arayan birkaç mafya liderinin ismi elimdeydi.
Bunların en başında Karan'da vardı. Bizzat infazcıların sonunun gelmesini istiyordu.
Çünkü infazcılar karşıt tüm örgütleri bitirerek tek hükmeden olmak istiyorlardı. Tek hükmeden olmayı isteyen ise çok fazla mafya vardı ve şu an ki hükümet Karan'ın elindeydi.
Bu adamların ölüsünü çıkartmam gerekiyordu. Bir oyun çevirerek Karan'a bunu yaptırtmalıydım.
Her şeyin başı o'ydu.
Yer altının kurucusuydu elbette ölüm emrini verebilir ya da öldürebilirdi. Ancak bunun için çok mantıklı bir senaryo elimde olması gerekiyordu.
Ve ben en doğru kişiydim çünkü iyi bir oyuncuydum.
Elimdeki kağıdı bükerek tekrar cebime yerleştirip kapıya doğru ilerledim. Kabanı çıkarmamı beklemiyordunuz elbette değil mi? Üşümekten nefret ederdim, kabanı daha sonra da yüzüne fırlatabilirdim.
"Yazgı buradan ayrılma, mümkünse kıçının üstüne sadece otur!" Bağırarak evin kapısını sertçe kapatıp siyah Mercedes'e doğru ilerledim.
Bugün çok aksiyonlu bir gün olacaktı.
Arabanın kapısını açarak içerisine yerleşiverdim. Poyraz'da ses etmeden arabayı çalıştırıp yola koyulmuştu zaten. Telefonumu ellerim arasına alarak üzerimde duran kabanın fotoğrafını çektim ve yanlışlıkla göndermiş gibi davranarak Karan'a attım.
Altına yazdığım cümle ise tam da kudurtmalıktı.
"Gideceğim yerde bu kabanı bana verecek birçok erkek var ama sağ ol, ayaklarıma kadar gelip koymuşsun. Kim acınası gördük."
Amacım elbette onu kudurtmaktı.
Ancak Karan'ın da en az benim kadar dişli bir adam olduğunu unutmuştum. "Kimmiş?"
"Kimmiş sana kabanını verecek kişi dedim?"
Ardından bir mesaj daha yolladı.
"Ayrıca kabanım yakışmış. Sana kaban uzatacak erkek cesareti varsa denesin. Olacakları da kabul edecek, ait olduğun yere gelmeni bekliyorum." Kucağının fotoğrafını atarak bunu yazmıştı bana.
"Ne o, oturtacağımdan çok eminsin sanırım?"
Daha çok sürtüşürüz diye tahmin ediyordum ancak o bugün havasında değildi.
O her zaman böyleydi.
Manda ayısı!
"Başın Ahu. Başın kucağımda olacak ve ben de saçlarını özenle okşayarak tarayacağım. Saçını okşayan bir annen olmamıştı değil mi? Sorun değil, ben varım. Sevgi görememiş o kalbine biraz sevgi nedir onu öğreteceğim özenle."
Daha da mesaj yazamamıştım zaten.
Boğazıma oturan yumru, günler boyunca geçmeyecekti. Acımadan benim zayıf noktamdan vurmayı seviyordu. Hoş, annem olmadığını bilmiyordu. Sonuçta formaliteden oluşan ailem benimle beraberdi ve normal hayata sahip bir kadın gibi duruyordum.
Sol gözümden bir inci tanesi daha dökülürken yaşadığım çaresizliği tarif edemezdim.
Acaba şu an nasıl bir haldeydi?
"Ahu sana bir şey soracağım." Tanıdık barın önüne yaklaşırken bakışlarımı camdan çekerek ona doğru çeviriverdim. "Dur bir dakika, neden ağlıyorsun sen?"
Telefonumun yanan sönen ışığı o an dikkatimi çekmemişti.
"Hiç, ailemi özledim sadece. Durduk yere duygulandım yine işte." Gözleri hafifçe kısılırken derin bir nefes verdi. "O kendini bir bok sanan piç, infazcıları arıyor."
Durduk yere bunu neden dile getirmişti?
Ayrıca Karan'ı neden bu kadar fazla küçümsüyordu? Yer altının kurucusuydu o adam, tüm sistemin beyni gibiydi.
Tüm emirler onun izniyle çıkıyordu.
"Onun kim olduğunu unutuyorsun. Hafife alma, Karan'ın gücü çok fazla."
Onu savunuyor oluşum rahatsız ediyordu ancak bunun doğru olduğunun o da farkındaydı. "İnfazcılardan birini tanıdığını biliyorum. Onlara ulaşabilmem için bana yardım etmen gerek."
Poyraz benim infazcıların başı olduğumu bilmiyor ki bilemezdi.
Kolay kolay kimsenin öğrenebileceği bir şey değildi çünkü bu. Başımı olumsuzca iki yana doğru salladım. "Yanılıyorsun, infazcıları tanımıyorum. Ancak bilseydim de sadık kalır söylemezdim bildiğimi."
Şu anda da söylemediğim gibi.
"Karan infazcıların başını istiyor, kellesini almadan durmayacak. Aralarındaki husumet ne bilmiyorum ama birbirlerini tanıyorlar. İnfazcıların amacını da anlamıyorum ama büyük bir plana hazırlanıyorlar, beyinleri yıkanmış birer asker gibiler."
Öyle değildik.
Herkesin kulaktan duyma yanlış bildiği şeylere hakimdi Poyraz'da. Kapıyı açarak ineceğim esnada ona dönmeme sebep oldu. "Ya şu an biliyor ve onlara sadık kalıyorsan? Bundan nasıl emin olacağım ben?"
Dudaklarımda şeytani bir gülüş peydah olurken onun irkilmesine sebep oldum. "Bilmem, sanırım asla emin olamayacaksın. Birkaç saate işim biter gelmene gerek yok, ben kendim dönmüş olurum."
Kapıyı sertçe kapatarak bara doğru ilerlemeye başladım. Buranın sahibi Karan'dı.
Eskiden de dizaynı güzel ve lüks bir yerdi. Hala daha koruyordu kendisini. Dışarıda bekleyen birden fazla korumalar dikkatimi çekerken kırmızı halı serili mekanın girişine birden fazla gelen Maseratilerle gelenin Karan olduğunu direkt anlamıştım.
Tam bu saatte, burada ne işi vardı onun?
Benim geleceğimi bilemezdi.
Tanrım şaka mıydı bu?
Bugünü mü buldun?
Arabanın arkasına geçerken içeriye girmeden önce isim soyad bilgisi alan çalışanlarla bakışıverdim. Her isteyeni içeriye almıyorlardı, girişim çok zor olacaktı anlaşılan. Gelenler içeriye girebilecekleri vip özel bir kart gösteriyordu. Eskiden de buraya gireceğim zaman konuşacağım adamın ünü sayesinde girmeyi başarmıştım.
Karan'ın soğukluğu tüm etrafı sararken adamlar hızla başlarını yere eğdiler. "Görkem içeri geçin." Çalışanlar şaşkınlıkla Karan'a bakakalırken bir şeyi ikinci defa söylemeyi sevmediği için resmen gürledi. "İçeri kim isterse rahatça girecek, sormayacaksınız. Girin dedim lan içeri!"
Bakışları yavaşça benim bulunduğum alana doğru dönerken hızla yanında duran Poyraz'a doğru çevirdi.
Hangi ara Karan'ın yanına gitmişti o?
Hızlıydı.
Çalışanlar içeriye geçerken Karan'da mekana giriş yapmıştı.
Girişlere bu kadar önem veren adam neden bir an da herkesin girmesine izin vermişti ki?
Birkaç dakika etrafın durulmasını beklerken içeriye geçişimin kolaylaşmasını sağlamıştı bu sayede.
Cidden aptaldı bu adam. Hızlı adımlarla kapıya yaklaşırken içerisinin ne kadar kalabalık oluşu gözlerimden kaçmamıştı. Karan nerede bilmiyordum ancak benim vaktim yoktu.
Zaten ayaklarına gitmek zorunda kalacaktım iki gün sonra. Şu an için önemli olan girip geçmiş kayıtları öğrenebilecek olmamdı.
Yazgı'nın ölümüne sebep olan o anın kayıtlarını silmek için buradaydım. Tam o esnada telefonuma bir bildirim düştü.
"Karan en önemli şeyleri, en önemsiz gözüken yerde yaparak ters psikoloji uygular Ahu. O Bar'ın en alt katında, kartla açılan gizli kamera orasında her şey. Eğer videoyu oradan silerken her yerden silinmesini sağlarsın. Telefonlara ben erişim sağlayarak sana yardım edebilirim. Ama sen de o odaya girerek her delili yok etmelisin. Arkadaşın için Karan'ı çiğnemelisin."
Evet.
Bunu yapmalıydım.
Yoksa Karan beni tehdite boğacaktı zaten.
Zamanında ben onun peşindeydim.
O zamanlar ise daha işlerini adam akıllı sabote etmeye başlamamıştım bile. Kamera kayıtlarının olduğu odanın üst değil alt katta olduğunu düşünüyordum ancak alt katta olduğu yazıyordu.
Yine de ne olur ne olmaz üst kata da bakabilirdim.
Merdivenlerden hızla ilerlerken beni seyreden bir çift kehribar gözlerden bihaberdim.
Dakikalar geçiyor, en üst kattan bu kata gelene kadar yarım saate yakın bir süreyi devirmiş olabilirdim çünkü diğer üç üst katta bulunan her oda sayısı çok fazlaydı.
Neyse ki bu kat ve en alt kat dışında başka katlar yoktu. Bir katı bar niyetine kullanıyorlardı ve çok büyük bir yerdi burası. Ben yıllar önce geldiğim zaman bu kadar büyük olduğunu hatırlamıyordum.
Her kapıyı umursamadan hızla açıp kapıyordum ancak birbiriyle yiyişen çiftler dışında hiçbir şey yoktu. Girdiğim son odanın da farksız olmasıyla hızla merdivenlere doğru tekrar ilerlemeye başlamıştım ki Karan'ın buraya doğru geldiğini fark etmem şu an için hiç iyi olmamıştı.
Odalardan hangisi boştu?
Sondan üçüncü oda Ahu.
Oraya ilerle.
Adımlarım birbirine dolanırken girdiğim odanın kapısını hızla kapatıverdim. Diğer odaların neredeyse hepsi doluydu ve umarım buraya gelmek gibi bir aptallık yapmazdı.
Yoksa yakalanabilirdim.
Bu kadar şanssız olamazdım herhalde değil mi?
Yaklaşan adım sesleriyle ayağında her zaman yer alan rugan ayakkabılarıyla beraber buraya geldiğini anladığım Karan, her şeyi batırmama sebep olacaktı.
Lütfen buraya gelmesin!
Lütfen buraya gelmesin!
Odanın kapısı yavaşça açılırken savsak hareketlerle içeriye giren bu tanıdık cüsse, nefesimi hızla tutmama sebep oldu.
Tek değildi.
Topuklu ayakkabı sesleri de işitiyordum.
"Karan, yarım saatte bu kadar dağıtamazsın sevgilim!"
Sevgilim mi?
Gizem?
Onun burada ne işi vardı? Beni hala daha fark etmemişti, içerisi çok fazla aydınlık değildi. Telefon çalıverdi odanın içerisinde.
"Kuzey ilacın etkisinde. Derhal mekana girin, gereken belgeler kilitli dolabın içerisinde. Şifresini kırabilmek için çok fazla zamanınız yok."
Kuzey'le telefonda konuşuyordu ve Karan'a sevgilim diyordu.
"Şifreyi kırmak için 10 dakika yeterli, oyala onu Gizem."
Bu ses.
Koray'a aitti.
Kuzey Koray Akkol'a.
İnfazcı 03
Onunla nasıl iletişim kuruyor olabilirdi? Burada neler dönüyordu böyle? Gizem telefonu kapatırken yatakta yatan Karan'ın üzerine doğru eğiliverdi. "Seninle baş başa olabilmek için ne anlar hayal ettim bir bilsen. O dudakların-" üzerine eğilecekken olacakları tahmin ederek hızla üzerine yürüyüp saçından çekerek cümleyi tamamlamasına engel oldum.
İçime aniden dolan öfkenin sebebini anlayamazken dudaklarım benden bağımsız konuşuyor gibiydi.
Kendime hakim olamıyordum.
"O dudakları tadamazsın, zehir ederim. Öldürürüm kızım seni, sen kimin kucağına çıkıyorsun! Kuzey'le birlik olup kime ihanet ediyorsun?" Yüzünü sertçe duvara art arda geçirirken arka belinden çıkarmaya çalıştığı silahı bana siper etmeye çalıştı aklınca ancak beni tanımıyordu.
Onu paramparça ederdim.
Niye böyle hissediyordum?
Sanki içimde bir başkası bunu yapıyor, ben de kukla gibi oynuyordum.
Bunu kime anlatsam bana kesinlikle deli derdi.
"Sen Kuzey'i nereden tanıyorsun?" Bakışları korkuyla bana dönerken arkamı kontrol etmeye çalışıyordu. "Kimsin sen, infazcılara çalışan bir ajan mı?"
Gözleri kısılırken bana nefretle bakındı. "Sen Kuzey'in infazcı olduğunu nereden biliyorsun? Yoksa sende mi infazcısın?"
Şu an bana oyun çeviriyor olabilirlerdi.
Mantığını kullan Ahu.
"Sence infazcı olsam bu kadar rahat konuşur muydum sanıyorsun? Sadece konuştuğun adamı tanıyorum!"
Elindeki silahı rahatlıkla bükerek avuç içerisine ateş etmesine sebep oldum. Daha fazla konuşmasına lüzum yoktu. "Bu." Nefretle kapıya doğru kaçmaya çalışırken bir yandan da bağırmayı ihmal etmiyordu. "Karan'a ihanet etmeye kalktığın içindi, onun kucağında oluşunun cezasını daha kesmedim küçük sürtük."
Gözlerimin içine nefretle bakarken şu an yapacağı en muhtemel şey, kaçmaktı. "Görüşeceğiz, bu b..burada bitmedi!" Haykırarak kapıyı sağlam olan eliyle açmaya çalıştı.
Ben, bu ben miydim?
Ne oluyordu bana?
Yanına yavaşça adımlayarak kapıyı açmasına yardımcı oldum. "Elbette görüşeceğiz, biteceğini sana düşündüren ne? Ona dokunmanın bedelini ödeyeceksin daha."
Onu kudurtmak için böyle konuşuyor olmak hoşuma gidiyordu. Odadan çıkması için tekme atarak yere kapaklanmasına sebep oldum.
Umurumda mıydı?
Hayır.
Adımlarım tekrar Karan'ın yanına ilerlerken ne içtiğini bilmediğimden gerginlikle yaklaşıyordum.
Git Ahu.
Kaçmalıyım.
Ya ayılırsa?
O kadar etkisi hızlı geçen bir şey olduğunu düşünmüyorum!
Ama ya ayılırsa?
Onun aklıyla oynarız, kes artık!
İç sesimle çatışmaya girdiğime inanamıyordum. "Efil." İnlercesine duyduğum ses gözlerimin yavaşça açılmasına sebep oldu.
Bana bakıyordu.
Yanına adımladım yavaşça.
Efil kimdi?
"Gerçek misin?" O kadar masumane bir şekilde konuşuyordu ki. Gözlerimi kapattım hafifçe. "Değilsin." Dudakları arasından hıçkırırcasına bir ses yükseldi. "Gerçek olsaydın yanımda olmazdın..."
"Efil..." Dudaklarım arasından dökülen bu isim içimin ürpermesine sebep oldu. Bu kadının kim olduğunu merak ediyordum. "Efil kim?"
Gülümsedi acıyla ancak soruma herhangi bir cevap vermediği esnada ellerimden tutarak aniden kucağına çekiverdi beni. O kadar güce nasıl sahipti bu haldeyken bu adam?
Şaşırtıcıydı.
"Hayal de olsan birkaç dakika ait olduğun yerde ol, lütfen." Burnunu boynuma yaslayarak kokumu içine çekiverdi derince. "O kadar gerçek gibisin ki. Uyanmak istemiyorum bu rüyadan."
Derin bir nefes çekti içine.
Hayır.
Kokumu çekti içine.
"Seninle sadece Ahu ve Karan olsak bugün."
Gözlerimiz birbiriyle kesişirken gülümsedi hafifçe. Bu gülüşü hiçbir zaman görmemiştim. "Okşar mısın saçlarımı akide? Yıllardan beri hissetmiyorum nefesini, saçlarımı masumca okşayışını..."
Akide...
Karan'ın ne dediğine anlam veremiyordum.
Parmaklarımı elleri arasına alarak saçlarına doğru götürdü. "Okşa lütfen." Onun saçlarını okşamaya başladım yavaşça. Başını göğsüme yaslayarak gözlerini kapattı. Ne kadar da masum görünüyordu. Elleri hiç kanlı değilmiş gibi.
"Parmaklarımı cidden seviyorsun sanırım?" yüzünde hafif bir gülücük peydah edindi.
"Onlarla yapacağım çok güzel şeyler var ama kaldırabilir misin bilmiyorum güzelim. Kolların arasında yaşadığım huzurun tarifi yok."
Karan Kızıltuğ, çocuk oldu benim yanımda.
O güçlü, gaddar adam gitmişti adeta.
Sesli bir şekilde ağlıyordu.
"Üşüyorum Ahu, bırakma beni."
Gözlerimin karardığını hissettim.
Bu cümle.
Beynimde çınlayan birkaç kelime.
"Amca!"
"Alma onu benden!"
"Sarıl bana Karan."
"Bırak öleyim, sen kurtulmak zorundasın!"
Saçlarını okşayan ellerim yavaşça duruverdi.
İçimin ürperdiğini hissettim. "Karan!" Yüzüne vurdum sertçe kendisine gelebilmesi için. Bunu yapmamamız gerekiyordu, ters giden bir şeyler vardı içimde.
Benim.
Benim buradan gitmem gerekiyordu.
Kendimi kötü hissediyordum.
"Gitme!" gideceğimi anlamış gibi kollarımdan sıkıca tutuvermişti bedenimi. Derin bir nefes çektim içime.
"Biraz daha böyle kalalım..."
Sessizce yüzünü seyrettim.
Yanağımı parmakları arasına aldı az önce ona vurmuş olmam umurunda olmadan. "Çok güzelsin." Dudakları arasından çıkan bu cümle gerçekti. Gerçekten de güzel olduğumu düşünüyordu. "Gözlerimin kör olmasına sebep olacak kadar güzel..."
Gözleri kapanırken sıcak dudaklarını dudaklarımda hissettim. Beni öpüyordu. Gözlerim kapalı gözlerini izlerken o an kendime ihanet ettim.
Neden ettiğimi de bilmiyordum.
Ancak onu öpmek istiyordum.
Bir yanım da gitmek istiyordu.
Aklım ve kalbim iki büyük fikir ayrılığı içerisindeydi.
Karan'ın büyüsüne kapılmış gibiydim.
Ellerimi onun yanağına yerleştirirken yüzümde olan ellerini belime yerleştirerek kendine biraz daha çok çekti beni. "Şeytanı kıskandıracak kadar güzelsin. Eres dolorosamente hermosa."
Acı verecek kadar güzeldim demek...
Dudaklarımız tekrar buluşurken odanın içerisinde duyulan ıslak sesler birer ahenk niteliğindeydi. Güç bela kendimi geri çekmeye çalıştım. "Ben gerçek değilim, bir rüya içerisindesin Kızıltuğ."
Söylediğim şeyi umursamadan bedenimi kendisine çekebilirmişçesine daha da sıkı sardı. Elleri o kadar sıkı ve bir o kadar korkuyla tutuyordu ki. "Bırakmam!" dedi özlemle.
Sesinde yatan özlemin sebebini anlayamadım.
"Dudakların en çok dudaklarıma yakışıyor Ahu. Nefesini yüzümde hissetmenin tarifi yok." Tekrardan dudakları dudaklarımı bulurken bu sefere hoyratça öpüyordu.
Alt dudağımı emiyor, acımadan kanatıyordu ve bu durumdan zevk alıyordu. Dudaklarımız arasından çıkan ıslak sesler içimin kıpır kıpır olmasına sebep olurken bu hissi sevdiğim için kendimden nefret ettim. Dakikalar devrilirken dudaklarımızı güç bela ayırıverdim.
"Dudaklarımdan neden kopamıyorsun Kızıltuğ? Dudakların zehirli, bu yatakta ileri gidersek ne sen durabilirsin ne de kucağında duran ben."
Dudaklarımı dudaklarına sürterek gülümsedi hafifçe. "Durmayalım o zaman, ihtiyacım olanı bana ver. Nefesini hissetmeme izin ver." Burunlarımız birbirine değerken ikimizin nefesleri karıştı birbirine.
Soluklanırken sakinleştiğini hissediyordum. Yılların özlemi birikmiş iki yarım aşka sahip insanlar gibiydik ancak gerçeğin bununla alakası bile yoktu.
Karan dudaklarıma tekrar uzanırken belimde duran eliyle de bel boşluğumu okşamaya başladı hafifçe. "Duramıyorum Ahu, senden kopamıyorum. Yapma bunu bana, benim gibi bir adamın radarına girme. Çıkarmam seni, öldürürüm ikimiz de."
Gülümserken kendimi geriye çektim hafifçe. Ellerim ensesindeki saçları okşarken ona yukarıdan bakıyordum. "Zaten öldürmeyecek misin beni? Nefretini görmek istiyorum, aşıkmış gibi davranma."
Gülümsedi hafifçe. "Haklısın." Kucağından yavaşça kalkarken yüzümdeki gülücüğü hızla soldurdum. "Senin radarına girmemem için bana yalvaracak haldesin ancak ikimiz de biliyoruz ki," Dudaklarımı kulağına yaklaştırarak fısıldamadan önce kulağını öptüm. "Ben senin radarına zaten yıllar önce girdim, benden kurtuluşun yok Kızıltuğ. Ben ölürsem tek gitmem. Düşmanlarından değil benden kork, seni ben bitireceğim."
Gözleri bayık bakıyordu. Bedenimi ani bir hareketle tekrar kucağına çekti. Ani hareketlere her zaman geriliyordum. "Asıl sen benden kork Ahu, beni daha tanımıyorsun. Sana kendimi öyle bir tanıtacağım ki, her gün daha beter pişman olacak, kollarımda ölmek için kendin yalvaracaksın. Daha ben başlamadım."
Kucağından hızla kalkarak kendime çeki düzen verdim. Kendimi kaptırdığıma inanamıyordum. "Ayrıca gördüğüm en güzel rüyaydın küçük hanım, nasıl olsa gerçek değilsin. Bu söylediklerimden haberin yok." Gözlerini kapatırken başını temiz yastığa yastırdı.
"Tanrım saçmalığa bak, gelmiş adamı öpüyorum. İradene hakim ol Ahu!" Adımlarım hızla kapıya doğru ilerlerken Karan beni böldü hafifçe. "Zemin kat, zemin kata git. Orada emanetim var Gizem. Onu al."
Saçmalığa bak şimdi birde beni Gizem mi sanıyordu?
Zemin kata gitmem gerektiğini söylüyordu.
"Ya sen beni nasıl-" sessiz bir şekilde uyuyan adama kızdığımı zannetmem saçmalık ötesiydi. Cümlemi yarıda keserek hızlı adımlarla dışarı çıktım.
Zemin kat ve bir alt kattaki birkaç oda tarzı yer kalmıştı kamera kayıtları için.
O benim neden zemin kata gitmemi istemişti ki?
Karan'ı gerçekten de çok fazla hafife alıyordum...
Kamera odası, zemin kattaydı. Karan burada Gizem'den ne istiyordu bilmiyordum ama kamera odasını bulmamı sağlamıştı.
Cidden işe yarıyordu.
Hızla içeriye girerken buranın boş olması kısa bir an şaşırmama sebep oldu. Neden boştu?
Ayrıca, buranın kartlı sistemi olması gerekiyordu. Neden kart kısmı çalışmıyor ve ben rahatlıkla girmiştim?
Normalde her dakika kameraları izliyor olmaları lazımdı. Karşımda duran mavi yüzlerce dosyaya bakarken yanlarında yazan yıl sıralamalarına göz attım hızlıca.
Bunlar da neyin nesiydi böyle?
Bakışlarım önce karşımda duran tonlarca bilgisayarlara kaydı.
Her bir dosyaya tek tek tıklıyordum.
Yılmadan.
Usanmadan.
Nasıl olurda bu klasörlerin şifresi olmazdı?
Hepsi boştu.
İkinci bilgisayara geçerek kırmızı renkte gördüğüm dosyaya tıkladım hızlıca. Bu diğerlerinden farklıydı ve bir neyi Truva atı gibiydi.
Virüs gibi.
Ağa düşebilmek için kurulan bir oyun gibi.
İki kere tıklayarak açılan videoyla göz göze geldiğim an erken kavuştuğum zaferle dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım.
Nasıl bu kadar hızlı bulabilmiştim?
Hızla silmeye koyuldum videoları.
Diğer klasörlerde de bu vardı.
Dakikalarca hepsini yavaş yavaş silerek zaferle geriye doğru ilerlediğim esnada gözüme çarpan açık mavi bir dosya kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.
CD kayıtları bile vardı.
Ne iş çeviriyorsun sen Karan?
Çaprazımda açık duran CD'yi merakıma yenik düşerek ellerim arasına aldım ve karşımdaki devasa bilgisayara takarken her bir kamera kaydını iki üç hızla izliyordum.
Kamera kayıtlarıydı bunlar.
İnsan niye cd yaptırırdı ki?
Her gün bara gelenler, tartışma çıkaranlar, eğlenenler...
Üst katlarda neler döndüğünü ellerinde siyah çantalarla yukarı çıkan adamlardan anlıyordum. Demek burada da ticaret gerçekleştiriyorlardı.
Bu yüzden bu kadar büyüktü burası. Gözüme ilişen siyah elbiseli kadın dikkatimi çekti.
Bu bendim çünkü.
İçeriye girdiğim andaydık.
Ancak ben böyle bir an hatırlamıyordum.
Yanına yaklaştığım adam fazlasıyla gergindi ve ben bizi izlemek yerine etrafı seyrediyordum. Karşı locaya benzer alanda oturan birkaç adam artık benim için tanıdıktı.
Karan Kızıltuğ beni izliyordu. Yanına yaklaşan garson kadını elleriyle geri götürürken tek yaptığı beni izlemekti.
Ben burada Karan'ın varlığının farkındaydım ve elimdeki kadehi ona kaldırarak içiyordum. Birbirimize delici bakışlar atıyor, sanki gizli bir rekabet içerisinde duruyorduk. Yanıma yaklaşan yabancı bir adamın yanağını öperken hala daha Karan'ı izliyordum.
Ne?
Bu da neyin nesiydi böyle?
İmkansızdı.
Ben böyle bir an hatırlamıyordum.
Elinde duran viski bardağını nasıl sıktığını görebiliyordum.
Ben, bunu niye hatırlamıyordum?
"Bu kayıdın sesi yok m-" Cümlemi yarıda kesen şey, dokunduğum tuşla beraber sesi duymaya başlamamdı. Etraf yine kalabalıktı.
"O burada ve birazdan beni öldürecek gibi duruyor. Halbuki sen benim kız arkadaşımsın, onun değil. Bu öfke de niye?"
Kollarımı yabancısı olduğum bu adamın kollarına dolarken gülümsüyordum. "Sevgilim, Karan'ın bana deli gibi aşık olduğunu bilmiyor musun? Ona şu an seni seviyorum desem ayaklarıma kapanacak kadar deli oluyor belli ki bana ama umurumda değil. Anla şunu artık!"
Ve devamında hafifçe dans ederek gülüşmeye devam ediyorduk.
Bu, ben miydim?
Yabancı birisiyle konuşuyordum.
Gözlerim hayretle açılıyordu.
Karan her şeyi tek tek başa sararak izliyor muydu?
Sanki bir şeyleri unutmamak için kaydetmiş gibiydi.
"Aklından geçen soruları tahmin edebiliyorum bayan yenge."
Kulağımın dibinde işittiğim tanıdık sesle oturduğum koltuktan çığlıklar eşliğinde kalktım. "Tanrım Poyraz sen delirdin mi!"
Bana hüzünle bakıyordu. "Kusura bakma, korkutmak istemedim. Görüntüleri görmek istiyorum deseydin ben sana getirirdim zaten, boşuna zahmet etmişsin buraya girmekle."
Kahretsin!
CD'leri izlemek için girdiğimi sanıyordu.
Şaka olmalıydı herhalde?
"Bu görüntüler ve dahası neden Karan'ın elinde Poyraz? Karan'ın bana aşık olmadığından eminim, neden videoda öyle konuşuyorum ve Karan bu görüntüleri saklıyor?"
"Kendisine acı çektirmek için. Bu anları tekrar tekrar izlemesinin tek sebebi bu, sana aşık olma mevzusuna gelirsek... Bunu benim anlatmam pek hoş olmaz."
Açıkça dile getirmişti.
Gözlerim kısılırken dudakları arasından çıkardığı cümle için şimdiden pişmandı çünkü pot kırmıştı. "Soruların varsa eğer ona sorarsın. Hem zaten buradan çıkınca beraber onun villasına döneceğimizi biliyorsun değil mi? Abim burada olduğunu biliyor."
Başımı olumlu yönde sallarken, "Evet az önce patronunun kucağındaydım." dedim soğukkanlılıkla.
Yüzüme far görmüş tavşan gibi bakarak kahkaha atmaya başladı. "Sen? Az önce abimin kucağında mıydın? Ne yapıyordunuz yüce İsa kuzu mu sayıyordunuz?"
Ellerimi yanağına yerleştirerek susmasını sağladım. "Yetişkinlerin yapacağı şeyleri yapıyorduk Poyraz, sen anlamazsın." Gözleri kısılırken, "Öptü mü seni!" dedi duygu yüklü bir tonla. "Allahım gitti kardeşimin bakireliği! Şimdi hemen düğünü yapmamız lazım. Ne giymem gerekiyor, beyaz gelinlik mi?"
Kardeşim.
Ne kadar da duygu yüklü gelmişti bana bir an da.
Benimle dalga geçmek hoşuna gidiyordu. Yüzündeki ifadeyi hızla silerek kollarını belime doladı. "Çok özledim kızım seni, kaç gün oldu. Bakma o evin neşesi sadece sensin."
Kollarımı boynuna dolarken söylediği şey yüzünden kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. "Kaç gün oldu derken?" Hayali göz yaşlarını silerek koluna girmeme izin verdi. "Seni göremiyorum kaç gündür, dört günün sonunda geleceğini biliyordum, bu yüzden günlerin dolmasını bekliyordum. Abim arabadadır muhtemelen, gidelim hadi."
Ne yani, buraya beni almaya mı gelmişlerdi?
Ayrıca ne demek beni görmüyordu? Beni birkaç saat önce arabayla bırakan zaten kendisiydi.
Ya da ben o zannediyordum.
Yoksa oyun mu yapıyordu dinlenme ihtimalimize karşılık?
Ona ayak uydurarak sessiz kaldım.
"O burada olduğumu biliyor değil mi? Siz buraya tesadüfen gelmediniz."
"Seni almaya geldik."
"Yukarıdaki mesele? Yalandan mı baygın rolü yapıyordu patronun?"
Dudakları şaşkınlıkla aralanırken kaşları çatıldı. "Ne bayılması?"
Demek haberi yoktu.
"Ona baksan iyi olacak." Adımlarım üst kata doğru ilerlerken ben çıkışa, Poyraz ise bir üst kata ilerliyordu. Kapıya yaklaştığım esnada işittiğim sesle adımlarımı durdurdum. "Ne yani sırf bir kadın içeri rahat girsin diye dakikalardır herkesin işini mi durdurdu? Patron iyice delirmiş."
"Öyle deme oğlum, Kızıltuğ hakkında mümkünse konuşma bile. Sen yenisin bilmezsin, duyarsa biri böyle konuştuğunu yaşatmazlar seni."
"O kadın neyi ki onun? Girerken adını verselermiş?"
"Ne olduğunu anlamadım pek ama onun değerlisi, bir şeyler dönüyor."
Üçüncü bir kişi konuşmaya dahil oldu birden. "Karan Kızıltuğ'un eski sevgilisi o kadın. Ona ihanet edipte yaşayabilen tek kişi bence konuştuklarınıza dikkat edin. Kadın şeytanın teki, hepimizi mahveder!"
Karan Kızıltuğ'un eski sevgilisi.
Eski sevgilisi...
Yok.
Bahsettikleri kişinin ben olma imkanı yoktu, olsaydı bilirdim zaten.
Gizem miydi?
Eski sevgilisi miydi o kız?
"Delirdin mi sen Ahu! Saçmalama!"
İç sesimi duymazlıktan geldim.
Kızıltuğ'un mekanıydı yani burası? Buradaki çalışanlar ise bilerek içeri alınmıştı. İyi de niye? Hangi kadın gelecekti de girişi rahat olsun istiyordu?
Buraya geleceğimi zaten biliyordu, resmen kendisi izin vermişti onun mekanına girmeme.
Kapıya yaklaşan ağır adım sesleriyle beraber onun geldiğini anladım. Belli etmemeye çalışıyordum ancak içim ürperiyordu.
İçeride yaşadıklarımız saçmalıktan ibaretti. Poyraz ona destek olarak yürümesinde yardımcı oluyordu.
Tüm herkes ya merakla ya da aşkla Karan'a bakıyordu, yürümesi yeriyordu dikkat çekmek için. İkimiz göz göze gelirken adımlarını yavaşça durdurdu.
Gözlerimiz konuştu sadece.
Kimse anlayamazdı bizi.
"İyi misin Savcı?" Üzerimde duran kabana rağmen omzumu hafifçe okşadı, üşüyormuşum gibi. "Aradığını bulabildin değil mi?"
Biliyordu işte.
Buraya neden geldiğimi...
Benimle kendince eğleniyordu.
"Buldum." Dudaklarım arasından dökülen tek kelime onun dudaklarının kıvrılmasına sebep olurken, "Memnun olamadın mı gördüklerine karşılık?" dedi tek kaşını kaldırarak.
Dudaklarımı dudaklarına yaklaştırarak kimsenin duyamayacağı bir şekilde fısıldadım cüretkâr bir tonla. "Bana yıllardır takıntılı olan bir mafya lideri olduğunu gördüm, nefreti takıntısından sonra geliyor. Söylesene," Parmağım keskin çenesini okşadı hafifçe. "Nasıl engel olacaksın bana? Cidden engel olabileceğini sanıyorsun, kendine çok güveniyorsun. Beni hafife alma mafya bozuntusu, ben istediğim şeyi söke söke sizden alacağım."
Annemi bana vereceksin Karan.
Seninle tek derdim bu.
"Şu an neden yanımdasın Savcı? Madem sana engel olamıyorum neden gitmiyorsun da ayaklarımın dibindesin?" Beni tehdit etmemiş gibi konuşması yok muydu? Beni resmen delirtiyordu. Saçımı hafifçe parmakları arasına dolayarak kokumu içine çekti. "Seni hafife almadım hiçbir zaman, alamam da. Karşımda duran kadının ne denli bir şeytan olduğunu bir tek ben biliyorum çünkü. İstediğin şey ne bilmiyorum ama alamayacaksın, sen bana mahkum olacaksın."
Çenem sinirden kasılırken kendimi gevşetmem için hafifçe okşadı tenimi. "Biz seninle daha yeni başlıyoruz Savcı. Sen ayağımda diz çökeceksin ve ben seni zevkle izliyor olacağım. Tam da bu pozisyonda sen emeklercesine otururken seni sadece izler miyim işte onu hiç bilmiyorum."
"Pisleşme! Senin gözü önünde ya da senin için asla eğilmem ben!"
"Ne o? Hayal dünyan fazla erotik galiba? Canlandıralım ister misin?"
"Sinirimi bozuyorsun!" Adımlarımı arabaya doğru ilerletirken, "Ön koltuğa geç, bana gidiyoruz." dedi soğukkanlılığını koruyarak. "Bakıyorum da ilacın etkisinden çabuk kurtuldun?" Gözlerim kısılırken dudaklarıma doğru eğildi gülümseyerek. Ben yine beni öpecek korkusuyla yüzümü sola doğru çevirirken kapımı yavaşça açarak gülümsemesini sürdürdü. "Sana ilacın etkisinde kim oldu dedi ki? Anlaşılan karşında duran bu adamı hafife alan sensin, hayatımda yaşadığım en iyi dakikalar arasına girersin."
Hızlı adımlarla sürücü koltuğuna ilerlerken yaşadığım şoku atlatamadan ağaçların arasındaki bir beden dikkatimi çekti.
Pamir, nefretle bizi seyrediyordu.
Ringde onun yanında olacaktım.
Kıyametin ta kendisiydim ben.
Arabaya binerken bizi nefretle seyreden diğer adamdan bihaberdik, hepimiz...
O adam, maskeli katildi.
Bizim için geliyordu.
Zaman daralıyordu.
2 saat sonra
Yanan şömineyi izliyordum. Karan çalışma odasında babamın davası ile ilgili bulduğu belirli şeyleri önüme sunacaktı. Aklımın yıkandığını sanıyordu ancak bilmiyordu ki ben hiçbir ihtimalde zaten ona inanmazdım. Babam, bana yalan söyleyebilecek olan son kişi bile değildi.
Gizem karşımda beni nefretle seyrederken dudakları arasından çıkarmak istediği şeyi söyleyip söylememe konusunda kararsızdı.
İki ihtimal vardı.
Ya Karan Gizem'le saçma bir oyun oynamıştı bana ya da gerçekten de ilacın etkisine sahip değildi ve yanında tuttuğu kadının, Gizem'in casus olduğunu biliyordu.
İlki doğruysa sorun yoktu ancak ikincisi doğruysa iki ihtimal vardı.
Karan İnfazcıların peşindeydi ya da benim onlarla ne bağlantım olduğunu bulmaya çalışıyordu. İkisi de aynı soruyu ortaya çıkarıyordu, infazcılarla derdi neydi?
Karan'ın tek derdi infazcılardı ama neden bize takıntılı olduğunu net anlayamıyordum. Bizim için ekstra bir çaba sarf ediyordu.
Örgütüne karşı bir örgüttü infazcılar ancak bu yeterli değildi. Karan'a karşı olan birçok örgüt vardı.
Karan diğerleriyle uğraşıyor olsa da onları öldürmek için çabalamıyordu mesela.
"Aklından geçen şeyleri tahmin edebiliyorum." Nefretle konuşan kadını kâle bile almak istemiyordum. "İnfazcılar kafanı karıştırıyor. Ancak kim olduğunu bilmediğine eminim, sen sadece Karan'ın gözüne girebilmek için gizemli davranmaya çalışan aptalın tekisin."
Gizem, ona zarar verdiğim için içten içe planlar kurduğuna emindim.
Ayrıca o, infazcılar hakkında ne kadar şey biliyordu? Kuzey ile arasında nasıl bir ilişki vardı?
Kuzey ile üsteyken çok fazla tartışırdık. Uygar abinin yerine geçmek için an kolluyordu.
(Üs'ten kastım, mekan canlarım.❤️🔥)
Onun gibi olmak için elinden geleni yapıyordu ancak olamazdı. Uygar'ın varisi tek bir kişi olacaktı ve kim olacağını bilmesem bile kimin olamayacağını biliyordum.
"İnfazcılar ne yapar bilmiyorum ve Kızıltuğ'un infazcılarda ne aradığını da bilmiyorum. Aradığın bilgi her neyse bende yok."
Gülümsedi hafifçe. "Yok zaten, senin tek işin dikkat çekmek. Aşık oldun Karan'ıma, onun ilgisini bulmaya çalışıyorsun. Yıllardır işini sabote etmeye çalışman da bu yüzden. İnfazcılar bizim düşmanımızdır Ahucuğum, onların sonunu getirecek Karan. Yer altının emri, infazcıların başındaki adamın kellesini istiyo-"
"Kes sesini Gizem, yeteri kadar konuştun." Merdivenlerden yavaş adımlarla ellerinde dosyalarla beraber inen Karan, fazlasıyla sinirliydi.
Yine.
Bipolar olduğu konusunda ciddi düşüncelerim vardı.
Ben biz infazcıları öldürmeye çalışan mafyaların arasında, yer altının kurucusunun olduğunu bilmiyordum.
İşte şimdi yanlış taşa kazığı çakmıştık.
Ben, adalet için devlete çalışan normal bir kadındım. Savcı Ahu Koral, benim tek yüzümdü. Diğer yüzüm, kapalı bir kutu içerisinde asla ortaya çıkmayacak bir sırdı.
Her şeyin üstesinden gelebilecek bir kadındım ben.
Karan'la göz göze gelirken yüzüme fırlattığı kağıtlar için, "Al kendin bak." dedi nefretle. "O itin kızla çekildiği fotoğraflar bunlar." Ellerim arasında aldığım fotoğrafları incelerken dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına engel olamadım.
Bu.
Babamdı.
Ve Karan'ın şu an ki öfkesi sonuna kadar babamaydı, bana değil.
Bir kafe içerisindeydi ve kapattırmıştı. Bunu hep yapardı. O kızla öpüşüyorlardı. "Şimdi bunlara montaj dersin o akıllı zekanla, videosu da burada." Ellerim arasına bıraktığı iPad'i kavrarken yutkunmadan edemedim.
"Korhan Vural'ın Gizem Aksaray'la ne gibi bir bağlantısı var Ahu söylemek ister misin? Altay'ı bile kaçırmasına sebep olacak kadar?"
"Korhan Altay'ı kaçırmadı!"
"Bundan nasıl emin olabiliyorsun kaçırmadıysa? Bana açıklama yap!"
Haklıydı.
Ne diyebilirdim ki...
Anneme aşık olan adam.
Annemi yıllarca arayan adam.
Onu bulabilmek için bizi nefretle büyüten adam.
Öpüşüyordu.
Videoyu izlerken gözümden düşen inci tanesinin sesi olsa, acıyla haykırırdı etrafta. Kucağına çekiyordu kadını, aşkla okşuyordu saçlarını. Saçmalıktı bu, yapmazdı benim babam.
Videonun devamında Altay geliyordu ve kız hemen kendisini geri çekerek role girmeye çalışıyordu. Aldatıyordu resmen...
Bu kadar basit olamazdı. Annem için deli divaneyken, onu her yerde aratıyorken yapamazdı. Babam Karan'ın annesini boşuna kaçırmamıştı sonuçta, anneme karşılık verecektik annesini. Son kozumuzdu bu bizim. Gözlerim öfkeyle kapanırken dudaklarımı yaladım hafifçe. "Korhan Vural'ın tecavüz etmeyeceğinden emin misin artık? Sana kalsa kız para avcısıydı değil mi? Görüyorsun, Korhan tacize uğruyor. Kızı kucağına almıyor, itmeye çalışıyor. Bak bak iyi bak."
Benimle dalga geçiyordu.
Babam her şeyi kendi isteğiyle yapıyordu çünkü.
Bana büyük bir açıklama yapmak zorundaydı.
"Korhan Vural yaşıyor Ahu, onu beraber bulacağız. Ancak önce sen, bu davayı tekrar açacak ve bu argümanları savcılığa sunarak davada delil olarak kullanacaksın. Kendi ellerinle gizlediğin her bir delili, yine sen sunacaksın. O üstüne taktığın cübbenin hakkını vereceksin!"
"Kamera kayıtları bunca yıl nasıl ortaya çıkmadı? Bu dava çok fazla ses getirdi çünkü. Maskeli katilin o kızı öldürdüğünü savunanlar ve..." cümleme devam edemedim kısa bir süre. "Korhan Vural'ın bunu yaptığını savunanlar birbirlerine girdi. Ölü bir adamı nasıl bulacağız Kızıltuğ?" Gözleri nefretle kısılırken ayağa kalktım yavaşça. İkimizin yüzüne yansıyan şöminenin ışığı çok güzel görünüyordu.
Ve yüzü.
Yüzünde yer alan yara daha derindi.
Ben bunu hiç fark etmemiştim.
Kehribar gözleri mânâlı bir şekilde beni izlemeye başladı. "O adamın yaşadığını ikimiz de çok iyi biliyoruz. Maskeli katil kızı öldürmüş olabilir ancak tecavüz eden o değildi. Zamanında davasında koruduğun ve baban gibi gördüğün adam tam bir suçlu. Ve sen Savcı Ahu, sen adalete çalışan bir savcı değilsin. Şeytansın sen, sadece gerçek yüzünü benim görebildiğim hain bir şeytan."
Şu an tanınmamak için babam sahte bir aile ayarlatmıştı bana ancak soyadlarımız aynıydı. Vural'dım yine. Annem ve babam başka biri gibi gösteriliyordu resmiyette o kadar. Babamın bu davasını ben üstlendiğim için de haliyle aile dostumuz diyerek babamı tanıdığım olarak göstermiştim. "Belki de Altay aldatılmayı kaldıramayarak kız arkadaşını öl-"
"Altay bunu yapacak bir adam değil Ahu!"
"Onu çok savunuyorsun, yakının mı? Ya da bir tanıdığın? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Kız arkadaşını öldürmüş olabilir dediğin o adam elini kana bulamayı biraz olsun sevseydi önce koltuğun başına geçer, yer altını yönetirdi. Bataklığa hükmeder, mafyacılık oynardı. Ama nefret ediyor! Altay böyle şeyleri sevmiyor, sadece bunu bil yeter!"
Az önceki benzetmelerine karşılık gülümsemeden edemedim. "Benim ne şeytanlığımı gördün? Aksine adaletim için çırpınan bir kadınım ben."
"Anahtarsın sen." dedi gülümseyerek. "Sadece benim kapılarını açabildiğim özel bir anahtar. Her şeyin sana bağlanıyor oluşu canımı sıksa da bir yandan hoşuma gidiyor. Bana mahkumsun Ahu Vural."
Küstahça dile getirdiği bu cümleyi ona mumla aratacak bir kadın olduğumu atlıyordu. "O kapıları açmaya çalışırken tuzağa düşecek olan aptalda sen oluyorsun o halde?" Dudaklarım arasına yerleşen gülümseme sinirini bozsada sakinliğini korumayı sürdürdü. Üzerinde duran kabanımı işaret ederek, "İçerisi sıcak oldu çıkar onu." dedi konudan kaçmaya çalışırcasına.
Üzerimdeki kabanı yavaşça çıkarırken gerginlikle mırıldandım. "İstediğin gibi yine dibindeyim ve sen de Yazgı'ya ya da bir başkasına hiçbir şey yapmayacaksın. O görüntüleri kopyasıyla beraber hepsini bana vereceksin Kızıltuğ." Emirli konuşmam bizi nefretle seyreden Gizem'in sinirini bozuyordu.
Hayır.
Beni nefretle izleyen demeliydim.
Kabanı ellerimi sağa doğru iterek yere fırlattım. "Bu seferlik hiçbir şey yapmayacağım. B-Ancak şunu o güzelim aklına kazı, bu evden kaçtığın an külahları değişiriz."
"Kuzey'i nereden ve nasıl tanıyorsun? Bana bunun cevabını vereceksi-" cümlesi yarıda kesilmişti yerde duran kabanı görmesiyle. "Lan kabanım niye yerde kızım!"
Kahkaha attım.
O kadar komik bir tepkiyle söylemişti ki bunu. Çatılı olan kaşları dudaklarım arasından çıkan gülüşe takılı kalırken yüzü eski haline doğru döndü yavaşça. "Bana çıkar dedin, git as demedin. Ben bana dediğini yapıyorum." O kabanı asmamı beklemiyorsunuz herhalde değil mi?
Hafifçe gülümserken başını olumsuzca iki yana doğru yasladı. "Bakıyorum da hoşuna gitti bu durum? İyi eğleniyorsun benimle."
"Yaşlı bir mafyayla ne kadar eğlenilebilirse o kadar yapıyorum işte."
Tek kaşı havaya kalktı hafifçe. "Aramızda alt tarafı altı yaş var, sen de çok küçük sayılmazsın. Yaşlı dediğin adamın eşi olacaksın yakında."
"Tabii tabii, ya kabul etmezsem? O zaman ne yapacaksın?"
"Bana bir dal sigara getirmelerini istemeliyim o zaman. Şanssızlığıma yakarım bu gece."
"Ha elli yaşına geldiğini kabul ediyorsun yani yaşlı bunak?"
Başını iki yana doğru salladı ve üzerime doğru eğilerek kulağıma fısıldadı. "Kaç yaşında olduğumu merak ediyorsan sorman yeterliydi güzelim. Otuz yaşındayım ben, tüm kadınlar peşimde pervaneyken pekte yaşlı sayılmıyorum bence?"
Senin egonu ben!
Neyse.
"Ya ya ne demezsin, hepsi pervane."
"Anlamadım? Bir şey mi dedin?"
"O peşinde koşanlar senin gerçek yüzünü görseler direkt kaçarlardı senden. İyi bir oyuncusun sadece."
"Sen yanımdasın, gitmiyorsun ve gitmeyeceksin bu yeter işte." Gülümseyerek yüzünü incelerken yarasına doğru kaldırdım parmaklarımı. Dalga geçtiğini ikimiz de biliyorduk. "Dokunabilir miyim?"
Hafifçe yutkunarak başını salladı olumlu bir biçimde. "Korkma sonra, dokunduğun için." Parmaklarım yarasının üzerinde gezinirken derin bir nefes çekti içine. "Kapatıcı kullanıyorsun sanırım, bu kadar derin olduğunu bilmiyordum."
"Nasıl olduğunu da anlatsana Karan, kimin sebep olduğunu!" Gizem sinirle ayağa kalkarken Karan fazlasıyla sakin bir şekilde beni izlemeye devam etti. Okşadım yarasını yavaşça. Gözlerini huzurla kapattı, sanki buna ihtiyacı varmış gibi. "Bu yara önemli değil, her kimse bu yarayı senin kalbinde açmış. Kim sana yara aldırtabilecek kadar önemi olan bu kadın?"
Her kimse, Karan'ın bildiğin zayıf noktasıydı.
Bana o kadar anlamlı bakıyordu ki.
"Bu yaranın nasıl olduğunu, bilmiyor musun?"
"Anlamadım, bilmem mi gerekiyordu?"
Bakışları mana dolu bir şekilde beni izlerken sessiz kaldı başta. Sanki bir şeyler söylemeye çalışıyor gibiydi.
"Sorun yok, önemi yok artık. Zamanında sevdiğim kadın için aldığım yara izi. Bu ize bakarak geçmişimi unutmamaya çalışıyorum ben o kadar. Biliyorsun, ben çok gaddar bir adamım Savcı. İçimde kalan son merhamet kırıntısı duruyorsa o da, bu yaranın olmasına sebep olan kadın yüzünden."
Gizem'in dudakları hayretle açıldı. "Sen bunca yıl sonra nasıl hala daha o sürtüğü savunur-" Yüzünü yavaşça Gizem'e doğru çevirirken, "Odana git artık." dedi soğuk bir ifadeyle sözünü keserek. "Haddin olmayan konulara karışma Gizem, Ahu kendini bıçakladığı zaman sana ne dedim ben? Bitti dedim, neyin nasıl olacağını görmek istiyorum dedim. Nefret var içimde sadece, anla bunu." Gizem'in bir atak yapmasını bekledim ancak o aksine dudaklarına hafif bir gülücük yerleştirerek, "Sen öyle diyorsan öyledir hayatım. Hem biz çok acıktık, hizmetlilere bir şeyler hazırlatamaz mısın?" Elleriyle karnını ovaladı imayla.
Ve devam etti cümlesine. "Dilersen odana geçebilirim."
Karan'ın bakışları kısıldı hafifçe. "Kendi odan Gizem, benim odama ayak basmaman gerektiğini çok iyi biliyorsun."
Karan'ın normal şartlarda kızmasını beklerdim ancak o önce gözlerini karnına indirdi ardından da sıkıntılı bir nefes çekti içine. "İstediğini yaptırtırım, dikkatli çık merdivenlerden ve geç dinlen hadi."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken yerde duran kabanın üzerine bastı bilerek. "Bunu da söyle de kirliliğe atsınlar, pislenmiştir şimdi."
Giymiş olduğumdan sebep böyle davranıyordu. Üzerine yürüyecekken Karan eliyle durdurdu beni. "Bu gece değil Savcı, dinlenmesi gerek."
Dudaklarım hayretle aralanırken büyük bir sakinlikle beni izliyordu. "Şömine önüne oturalım, üşüyorsun hala."
"Umurundaymış gibi davranma! Nerede bana kızan, zarar veren Kızıltuğ? Ben onu istiyorum, niye iyisin? Niye ona iyi davranıyorsun? Niye bana bu kadar sakinsin?"
Şömine önündeki mindere oturarak oturmamı bekledi. Tam o esnada telefonuma bir bildirim düştü.
Gönderen Pamir'di ancak mesajı açmadan karşısına oturdum sinirle. "Tamam bak oturdum, iki insan gibi konuşma çabamız ne zaman bitecek merak ediyorum."
"Kuzey Yıldırım'ı nereden tanıyorsun?"
"Yer altına neden ölüm emri verdin? İnfazcılardan ne istiyorsun?"
Derin bir nefes verdi. "Önce ben sordum küçük hanım."
"Ne bu, soruya karşılık soru mu?"
Bu gece gereğinden fazla gülümsüyordu. Mutluluk hapı falan mı almıştı o? "İlacım yanımda demiştim sana."
Sesli mi düşünmüştüm ben?
Deli misin sen Ahu!
Gözlerim kısa bir an kapanırken, "İnfazcıların ölmesi gerek çünkü hepsi bizim zararımıza çalışan birer ajan. Sana anlatsam da anlamayacaksın kaldı ki sana dile getirmem zaten, yürüyen bomba gibisin. Başlarındaki adamı aldıktan sonra çete gibi büyüttüğü tüm ajanlarını öldüreceğim. Emir emirdir, nedeni sorgulanamaz." Dedi ciddiyetle.
Gözlerim kısılırken onun bu diktatörlüğü karşısında hayrete düştüm. "Nesin sen yeni cumhurbaşkanı mı? Diktatör gibi davranma, bir emir veriliyorsa sebebi de paşa paşa anlatılır. Düşman mısın başındaki adama?"
Gözlerimin içine baktı, nefretle.
Ancak o gözlerde başka bir duygu daha vardı.
Adını koymak istemediğim bir duygu.
"Benim en değerlimi aldı zamanında Savcı, ölüm ona müstahak olacak. Uygar Sayar'ı öldürüp, sahip olduğu her şeye hükmedeceğim. Yer altında yükselenin başını ezerler, kurucu ne derse o. Ben onlara hükmediyorsam herkes bana biat edecek, karşı gelmeyecek. Uygar ve infazcılarının ne yapmaya çalıştığını ben biliyorum ve biz çok pis bir oyuna giriyoruz."
Karan Kızıltuğ'un da sevdiği birisi oldu demek hayatında. Onun için biz infazcıları öldürtebileceğini sanması ne kadar da acınasıydı.
Karşında duran kadına bakıyorsun ama göremiyorsun.
Benim onlarla bağlantım olduğunu biliyordu. Aklıma en mantıklı gelen yalanı ortaya attım.
"Kuzey'in infazcı olduğunu biliyordum ama şans eseri." Tam şu an da masum gibi görünmek zorundasın Ahu, en büyük kozunu oyna.
"Şans eseri derken?"
"Kuzey benim sevgilimdi, onunla seviştiğimiz gece ona gelen bir bildirimle öğrendim infazcı olduğunu. Bu konuda gerçekten bir bilgim yok ancak öğrendiğim için beni öldürmeye kalkacak kadar iki yüzlü birisiydi."
Kuzey hiçbir zaman sevgilim olmamıştı.
Şu an tamamen blöf yapıyordum inansın diye.
"Demek Kuzey'le sevgiliydim hatta seviştiniz ha?" dedi imayla gülümseyerek. "Haklısın, öyledir kesin."
Yalan söylediğimi ima ediyormuş gibi hissediyordum. "Kötü bir yalancısın."
Kolumu okşadım yavaşça. "Üşüdüm." dedim soğukkanlı bir şekilde yanından geçmeye çalışarak. Aniden kollarını bedenime doladı benim. "Üşüyemezsin, ben yanında olduğum sürece asla."
Yazgı benim için adliyeye çoktan dilekçe vermişti. Şu an raporlu gözüküyordum ancak gerçeğin herkes farkındaydı. Devlet bile bir noktada mafyaya ağzını açamıyordu.
Karan yüzünden işime geri dönemeyeceğimi biliyordum. Kendi davasını çözdürecek ve babamla olan bu davayı tekrar ele almamı sağlayacaktı ancak işimi yapmama engel olacaktı.
Yüzüm göğsüne gömülüyken, "Neden?" diye fısıldayıverdim meraklı bir tonla. "Neden benim için böyle bir şey yapacaksın ki?"
Saçımı kokladı hafifçe. "Çünkü bana borçlanmak zorundasın. Benden gidememen için mantıklı bir nedene ihtiyacım var. Ölümden korkmayan kadını, tehditle nereye kadar yanımda tutabilirim?"
Hafifçe yutkundum.
Çok mânâlı konuşuyordu.
İki ayrı Karan varmış gibi hissediyordum. "Davayı yarın açıyorsun, o adamın ölmediğini öne süreceksin. Nasıl olsa yaşadığını biliyoruz. Gerçekleri gör artık demek istiyorum ama sen onu korumak için yine olsa elinden geleni tekrar yapacak potansiyelde bir kadınsın."
Gülümsedim hafifçe.
Beni gerçekten de çözüyordu.
"Hamlelerimi iyi biliyorsun." dedim çenemi omzuna yaslayıp kokusunu içime çekerken. Kendisi sinirimi bozsa bile rahatlatıcı bir kokusu vardı. "Savcımı tanıyorum çünkü." Yaptığı ima hoşuma gitmesede çaktırmamıştım. Sanki savcı olarak farklı Ahu olarak farklı biriymişim gibi...
Tamam öyleydi ama Karan bunu bilmiyordu sonuçta.
"Bana mahkumsun derken ciddiydim, daha seni kullanacağım çok nokta var. Olacaklara hazırla kendini."
Haklıydı.
Yarın o dava açıldıktan sonra babamla tekrar konuşmam gerekecekti, her şey sarpa saracaktı. Üstüne o video konusunda bana mantıklı bir açıklama yapmak zorundaydı!
Annemi bulacaktım.
Sen beni değil, ben seni kullanacağım Karan.
Göreceksin.
"Kolların arasındayım ama kim kime mahkum olacak göreceğiz. Kokuma bile dayanamaz hale geldin, seni yakaladım Kızıltuğ." Gülümsediğini hissediyordum.
Telefonuma tekrar bildirim düşerken ellerim arasında olan telefonun ekranını açarak ne geldiğini okudum.
İlki Pamir'dendi.
💭"Yarın gece ringte olacaksın ve kimin tarafında olacağını unutma. Bugün gözlerinde gördüğüm o duyguyu bir daha görmek istemiyorum. Karşında duran adamın büyüsüne kapılma Ahu, o manipülatiftir. O seni sadece kullanacak."
İkincisi ise maskeli katildendi.
💭"Gittin, onunla olmayı tercih ettin. Ben benimsin dedim sana Roza, o arabaya binmenin bedelini maalesef ki en masum kişi ödeyecek. Yanındaki adam araba kaza süsüyle öldürmeyi zamanında başaramadı ama ben, yapacağım. Baş harfi E, kanlı bir geceye merhaba de."
E?
Edim.
Edim'i öldürecekti.
Telefonum ellerim arasından düşerken Karan geriye doğru çekildi ve yüz ifademe bakındı. "Ne oldu?"
"Edim." dedim hızla ayağa kalkarak. "Lütfen hemen onun yanına götür beni."
Düşen telefona bakarak yavaşça eğildi ve alarak arka cebine yerleştirip tekrar ayağa kalktı. Yüzümdeki paniğe çok nadir şahitlik ettiği için şu an doğal olarak garibine gidiyordu. "Sana beni Edim'e götür dedim Kızıltuğ, maskeli katil bu gece onu öldürecek!"
Edim'in konuşması lazımdı.
İç sesim nefretle bağırmaya başladı içimde.
"Bırak gebersin, anneni sana getirmeyecekti zaten! Bir işe yaramıyor Ahu!"
"Ne saçmalıyorsun ya sen? Ölmesine izin veremem, annemi bulmamda yardım edecek. Bir şeyler biliyor!"
"Aptalsın sen! Annen bir çıksın ortaya, onu öldüreceğim!"
Kanım donuyordu.
İç sesimle konuşmaktan ziyade sanki bir başkasıyla konuşuyormuş gibi hissediyordum.
Edim.
Annem hakkında en çok bilgiye sahip belki de o'ydu. Onun iyileşmesi için bizzat ben üstlenmiştim durumunu.
Araba kazasını tam da her şeyi öğreneceğim esnada ortaya çıkmıştı.
Araba kazası.
O mesaj.
Karan Edim'i öldürtmeye mi çalışmıştı?
Maskeli katil doğru mu söylüyordu yani?
Evin kapısı açıldı yavaşça.
İçeriye güle oynaya giren Poyraz ellerindeki pamuk şekerleri sallarken, bizim yüz ifademizle hızla ciddileşerek yaklaştı. "Biraz sevinelim diye şeker getirmiştim de bu haliniz ne böyle bayan yenge? Bu gece çok güzel bir gece olacak, ne bu suratsızlığınız?"
Ellerinde duran pamuk şekere Karan'la bakmış sonra birbirimize tekrardan bakakalmıştık. Gözleri anlamlı bakıyordu bana, duygu doluydu.
İmayla konuşması, içimin ürpermesine sebep olurken Karan yanına yaklaştı hızlıca.
"Niye şekerlerle geldin eve oğlum sen!"
"Abi baktım çok sertsin, biraz yumuşarız diye aldım. Hem iyi yapmamış mıyım? Birbirimizin ağzına veririz işte şekerleri."
Karan öyle bir bakıyordu ki Poyraz'a, ben bile geriliyordum.
"Şeker dedim abi, şeker vereceksin. Hani insanlar birbirine nezaketen şeker uzatır. O fesat aklın çalışmasın."
"Poyraz, kelimelerini düzgün seç ki ortam gerilmesin kardeşim. Ortam gerilirse açacağın bir ağzın kalmaz, kim kime şeker verir görürüz şerefsiz."
Poyraz bana dönerken hafifçe göz kırptı ve şekeri uzattı. "Sen seversin, o yüzden en büyüğünü aldım."
Dudaklarım arasında oluşan gülümsemeye engel olamazken zihnimde çınladı bazı cümleler.
"Efil, yine nereye saklandın sen!"
"Timur abi git odamdan! Size küstüm ben."
"Ama bak ben bize bir hediye aldım. En sevdiğinden?"
"Ne o, lolipop mu?
"Hayır, pamuk şeker. Sen seversin, o yüzden en büyüğünü aldım şekerci amcadan. Beraber yemezsek küsermiş bak!"
"Akide nerede? Akide de alsaydınız keşke..."
"Sırf o zibidi seviyor diye akide yediğine inanamıyorum!"
Gözlerim doldu hafifçe.
Bu sesler de neydi böyle?
Neden kulaklarımda Efil adı çınlıyordu?
Bu an yaşanırken sanki bir başkası gibiydim.
Poyraz bana geçmişimi hatırlatıyordu.
"Bayan yenge sen abimin bu fevriliklerine alış. Onun sakin ve mutlu olduğu an çok azdır. Ben her gün toprağa basmasını söylüyorum ama daha akıllanamadı."
"Poyraz, onun mafya lideri olduğunu unutuyorsun sanırım." Karan ciddiyetle bakıyordu ve ben Poyraz için endişeleniyordum.
Karan belindeki silahı hızla çıkarırken acımadan nişan aldı. "Kalk lan buradan, kalıpsız! Senin zırvalıklarını mı dinleyeceğim ben?"
"Senin de bu havalı hallerin sadece yengemin yanında oluyor abi. Karına hava atacağım diye çocukların eline almaması gereken şeyleri eline alıyorsun bak."
"Poyraz!" İki el ateş etti Karan acımadan.
"Yüce İsa, öldüm mü öldüm mü! Tanrım daha yetim doyuracaktım, gerçekten çok sevapkâr bir adamım, her dakika sevap dağıtırım. Kimsenin canını yakmam be-" Cümlesini yarıda kesen şey Karan'ın dudaklarını eliyle kapatmasıydı. "Oğlum sussana! Bıktım senin karga sesinden lan, az motorun soğusun. Otur ye şekerini, istersen ben yedireyim sana?"
Poyraz korkuyla yutkunarak hafifçe gülümsedi ve koltuğa doğru oturuverdi. Yüzü hızla düşerken çok fazla duygu geçişi yaşadığını fark ediyordum. "Bayan yenge eve geldiğine göre desenize kıyamet yakındır. Hangi beladan ayağımızı kurtaracağız hep birlikte görelim bakalım."
Hangi birinden kurtulacaktık?
Karan infazcıları ve başındaki kişiyi öldürtene kadar ortalığı yangın yerine çevirecekti.
Babamın davasından asla vazgeçmeyecek ve benim de başımı yakacaktı.
Annemi bulana kadar ortalığı ateşe verecek olan kişi de bendim. Ancak benim ateşim yavaş yavaş yakacaktı onları.
Karan babamı bulmak için elinden geleni yapacak ancak bu yolda kendisini feda etmek zorunda kalacaktı. Çünkü ona zarar vermesine izin vermeyecektim.
Biz büyük bir bataklığın içerisine giriyorduk gerçekten de.
İlahi Bakış Açısı
"Kuzey, gel içeri." Adam kendi elleriyle yetiştirdiği çocuğa bakındı minnetle. Kendi elleriyle bomba yetiştiriyordu ve bu durumdan fazlasıyla zevk alıyordu. Kuzey hayranlık duyduğu adama yaklaşırken saygıyla eğiliverdi hafifçe.
"Efil ne durumda? Hala daha onu merak ediyorum." Seviyordu kızı, her ne kadar atışsalar da burada çok fazla vakit geçirmişlerdi ve uzakta olmasına katlanamıyordu. Efil'in onu sevmiyor oluşu üzse bile üstesinden geleceklerdi.
Sevecekti çünkü.
Her elmas bir gün, sahibini bulurdu değil mi?
O kişi, Kuzey'di.
"O çok iyi, adamlarım yanında onunla ilgileniyor güzelce. Olacaklara hazırlıyorsun değil mi çömezleri?" Büyük bir patlama yaşanacaktı, iki gün sonra Kızıltuğ'un büyük sevkiyatını patlatacaklardı.
Uygar, insanın başına gelebilecek en büyük kara belaydı.
Ama kime göre?
İleride bunu göreceklerdi.
"O patlamada Efil'in ikizi de zarar görecek abi, isteğin üzerine kaçırttık çocuğu ama ya ölürse? Herkesi rehin aldıktan sonra diri diri yakacağız çünkü."
Maskeli katil hafifçe gülümsedi. Sonuçta Uygar böyle istemişti.
Onun acıması yoktu.
Efil bunu daha farklı bilecekti o kadar.
Ahu, her ne kadar babası sandığı Korhan Vural'a sadık olsa bile Efil o adamdan nefret ediyordu.
Nefret etmekle de sonuna kadar haklıydı.
"Görsün Kuzey? Ölmesi gerekiyorsa da ölsün, bize gereken tek kişinin Efil olduğunu biliyorsun. Kimse umurumda değil. İyi hazırlanın, iki gün sonra katliam çıkacak çünkü."
Uygar ve maskeli katil göz göze geldi, ikisi yıkım ikiliydi.
Felaket geliyordu.
Adımları yavaşça beyaz odanın içerisinde doğru ilerledi.
Aylardır esir aldığı kadını mutlulukla seyretti.
Bu kadına kavuşabilmek için yıllarını vermişti.
Artık onların zamanıydı.
Kızıltuğ'un tekrar bu kadını ele geçirmesine izin vermeyecekti.
Bilmiyorlardı ki Uygar Sayar, kendi elleriyle kızını küçüklüğünden beri kötü amaçlar uğruna yetiştiriyor, eğitiyordu. Ahu Vural onun en büyük bombası olacaktı.
Zamanı gelince çok güzel bir şekilde patlatacağı bir bomba.
"Alo Ahu, son durum ne? Kızıltuğ ne yapıyor her şeyi bana rapor et. Sana söz verdiğim gibi anneni onun ellerinden alacağız. Hala daha arıyoruz ancak Kızıltuğ onu iyi bir yere saklamış anlaşılan. Babasının döneceğini duydum, çok dikkatli ol. Sen neler olduğunu eksiksiz bir şekilde rapor et ve bu gece evin içerisindeki o kasayı ne yap et aç."
O kasanın içerisindekiler önemliydi.
Uygar yalan söylüyordu, yine.
Elindeki kadını kullanabilmesi için mağduru oynamayı iyi biliyordu.
Uygar ikisinin birbirine olan çekimini tekrar fark ediyordu ve engel olmanın tek bir yolu vardı.
Karan Kızıltuğ'a iftira atarak.
Efil'in annesi Karan'ın elinde değildi.
Uygar'ın elindeydi.
Sırf Ahu Karan'a karşı dolsun diye annesi Karan'ın elindeymiş gibi bahsediyordu Ahu'ya.
En masumu, en büyük suçlu ilan edeceklerdi. Yer altının en güçlü adamını devirmenin tek bir yolu vardı.
Ahu Vural'ın onu öldürmesini sağlayarak.
Efil'in yapamadığını Ahu yapmak zorundaydı. Yalanlar ortaya çıkmamalı ve Kızıltuğ'lar ait olduğu yeri, toprağı boylamalıydı. Efil aşkı için ölümü göze alacak kadar seven bir kadındı ve böylesi bir gücü kimse yok edemezdi.
Aşkları kazanacaktı.
Bir gün.
Kurnaz adam ve zeki kadın, asla bir araya gelmemeliydi.
Aşık olmamalıydı.
İlk kural çiğnendi, kalplere aşk tohumu serpildi.
Kurnaz adam ve zeki kadın yıllar sonra tekrar birbirlerine çekildi.
Yalanların ortaya çıkmasına az kalmıştı, zaman yaklaşıyor ve çember daralıyordu...
.
.
.
Hasta halimle tamamlamaya çalıştım ve ancak yetişti. Kuzularım bölüm hakkında sorularınız ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Yanıtlıyor olacağım!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |