
Sonraki bölüm ve ardından daha da detaylanacak olaylarımız, bu bölümler daha giriş aşaması gibiydi canlarım.
Teorileriniz o kadar güzel ki, Karan'ı anlamayı deneyin demem için daha çok erken ancak ileride hep birlikte göreceğiz. Ana karakter o ve değiştirmeyeceğim, aynı durumu Evren ve Kuzgun için de yapanlar olmuştu, ne Karan iyi bir adam ne de Ahu iyi bir kadın. Karan'ın çok yanlışı var ve belki de ileride olmaya devam edecek, bu hatalar ve kötülüklerle onu sevmeyi deneyin. :,)
Bölümü oylamayı ve o güzel yorumlarınızı eksik etmeyin olur mu? Sizi hissetmemin tek yolu bu!
instagram : wattyisigi | pazinwattpad
Keyifli okumalar dilerim herkese, yazım hatalarım için şimdiden affedin.🌹❤️🔥
DOKUZUNCU BÖLÜM
"Köprü, ikisinin ayrılış noktasıydı. Atladı kadın denize, suya kapıldı bilinmezliği."
Laura Branigan , Self Control
♠
"Ahu! Kendine gel Ahu!" Gözlerim yavaşça açılırken işittiğim sert sesle beraber olduğum yeri algılamaya çalışıyordum.
Ellerim.
Ellerim kan içerisindeydi.
Ve Karan yerde kanlar içerisindeydi.
Karnına sapladığım bıçak, benim eserimdi.
Bu benim tasarımımdı.
Ben Karan'ı bıçaklamıştım.
"Benden böyle intikam almak istediğini bilmiyordum." gözleri doluyordu titreyen dudakları arasından kelimeleri acımadan dökerken. "Ben seni deli gibi severken senin tek istediğin benim gücümmüş meğer."
Kulaklarım uğuldamaya başlarken başımı olumsuzca iki yana doğru sallıyordum. Beni mi deniyordu o?
Bu söyledikleri saçmalıktı, benim aklıma oynuyorlardı!
Hatta bu bir kabustu!
"Saçma sapan konuşma! Halimizi görmüyor musun hastaneye gitmemiz gerek!" Ağlıyordum.
Ben deli gibi ağlıyordum.
Bunu ona ben mi yapmıştım?
Nasıl yapmıştım?
"Ben sana zarar veremem. Öyle biri değilim. Yapmam, yapamam ki. Ben seni bıçaklamış olamam, rüya bu. Kötü bir rüya değil mi?"
Acıyarak gözlerimin içine bakıyordu.
Her yer kan içerisindeydi ve arkadaşları kolları bağlı bir halde bana nefretle bakıyordu.
Ben, Karan Kızıltuğ'u kendi ellerimle bıçaklamış, adamlarını da sırf onu kurtaramasın diye rehin almıştım.
Daha doğrusu böyle bir şey yapmamıştım. Karan beni deniyordu o kadar, burayı kendisi tezgahlamıştı.
Kolumdan sertçe çekerek üzerine çullanmama sebebiyet verdi yarasını göz ardı edip. "Bak bana." Dudaklarından zehir dökülse bile gözleri duygu doluydu.
Aşkla bakıyordu bana.
"Sen katilsin Efil Vural, ikinci kez ellerini kana buladın. Kalbin kararmış senin, seni sevene yazık." Gözlerim kararıyordu.
Ben katil değildim.
"Ben Efil değilim! O kim tanımıyorum bile..."
Ellerim gerçekten de kanlıydı.
Karan'ın gözleri kararıyordu.
"Seni, açtığın bu yaralar fiziken kapansa bile asla affetmeyeceğim yaralı kuş."
Son cümlesi bu oldu.
Yaralı kuş.
Bu kelime...
Poyraz'ın kollarıma yetiştiğini hissederken benim de gözlerim işittiklerime karşılık daha fazla ayakta duramadan çoktan kararmıştı.
"Senin kadar psikopat birisini görmedim abi ben, amacın bayan yengeyi ölüme terk etmek bildiğin. Herkes dağılsın, biz kulübede olacağız."
İlahi Bakış Açısı
"Ahu, uyan güzelim." Poyraz Efil'in rüya gördüğünün farkındaydı çünkü kadın tir tir titriyor hatta uykusunda konuşuyordu.
Yıllardır okşayamadığı, koklayamadığı kadının saçlarını okşadı usulca. "Canının yanmaması için inan bana çabalıyorum. Korkuyorum Efil, seni tamamen kaybedecek olmaktan çok korkuyorum." Sessizce acı dolu fısıldayışını duyan tek bir kişi vardı.
Ahu yavaşça gözlerini araladı ve bakışları sevdiği adama doğru kayıverdi hafifçe.
"Karan..." Bir hışım endişeyle ayağa kalkarak gözleri etrafta gezinirken karşısında duran koltukta yaralı olan adam, gözlerinin acıyla kısılmasına sebep olmuştu.
"Ona ne oldu, ben mi yaraladım?"
Poyraz hızla başını olumsuz yönde iki yana salladı. Elbette Ahu bir şey yapmamıştı.
İlk yardım malzemelerini getiren heybetli bedene bakışlarını kaydırırken derin bir nefes çekti içine. "Onu bana ver."
En azından onu kurtarmaya çalışacaktı, deneyecekti.
Kan akışı durması için kıyafetle tampon uygulanmıştı ve yüzünde yer alan terler, çok acı çektiğini belli ediyordu. Yarasını güzelce temizleyebilmek için gereken malzemeleri eline alırken bir yandan titremesine engel olmaya çalışıyordu ancak çok zordu.
"Güzelim, izin ver ben yapayım. Sen iyi değilsin." Poyraz'ın dile getirdiği son cümleye karşın dudaklarında oluşan acı dolu gülüşe engel olamadı.
"Haklısın." Kanlı bıçak masanın üzerinde yıkanmamış bir halde duruyordu. "Ben iyi biri değilim, kötüyüm ben."
Ahu yeni çıkmaya başlamış olan sakallarını okşadı özenle. "Gittikçe sana benziyorum." Boşta duran havluyu elleri arasına alarak alnında yer alan terleri sildi özenle, iğrenmeden.
"Eğer yardım etmezsem daha kötü olacak, boş boş duracağıma bir şekilde kendim temizlemeliyim." Karan işittiği bu cümleyle dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı ancak herhangi bir şey de söylemedi. Nefesini hissettiği kızın ne yapacağını merak ediyordu.
Poyraz gördüğü bu portre karşısında perişan hissediyordu. Geçmiş ve ailelerin yaşantıları yüzünden günahlarını çocuklar ödüyordu.
Ancak yine bedel ödeyecek olan hiçbir şeyden haberi olmayan Ahu'ydu.
Kötü olan Ahu'ydu.
Babasının kurbanı, intikam isteyen Ahu'ydu.
Efil masumdu.
Hastaydı kadın.
Karan anlayacaktı hasta olduğunu.
İyileştirecekti kadını.
"Tamam bırak." Poyraz daha fazla bu görüntüyü seyredemezdi. "Sen yeterince temizledin, abim iyi. Ağlama yenge, benim içim parçalanıyor seni böyle gördükçe."
"A..Ahu." Öksürükleri arasından zorla çıkan isim odada bulunan tek bir kişinin canını yaktı. Acı oyun, kadının ruhani kurbanıydı. Gözlerini zor bela açan adamla kesişirken, kehribar gözlerin ne kadar duygu yüklü olduğunu seyretti birkaç saniye.
"Ağlama, gözyaşlarının benim yüzümden akmasını istemiyo-" Cümlesini bölen şey öksürük sesiydi. Zoraki bir şekilde konuşuyordu.
Karan sanki hiç yara almamış gibi ayağa kalktı rahatlıkla. "Kızımın üzerinden parmaklarını usulca çek Poyraz." Yüzünü sağına doğru çevirerek mahvolmaya bin şahit olan kadını süzdü nefretle. Ahu titreyen elleriyle başını saracakken Karan hızla üzerine ilerledi ve kolundan acıtmayacak şekilde tutarak masa üzerinde duran kanlı bıçağa yüzünü yaklaştırdı.
"Teşekkür ederim, kısa bir an da olsa gözlerinde o duyguyu görebilmek için her şeyimi ortaya koyardım." Ahu kolları arasında ağlıyor başını transtan çıkamaz bir halde sallamaya devam ediyordu.
"Keşke." dedi içinden. "Keşke babanın süslü yalanlarına inanacak kadar masum bir kadın olmasaydın."
Gözlerinde gördüğü korku Karan için büyük bir umut olmuştu. "Söz veriyorum." dedi cümlesinin devamında. "Babanın gerçek yüzünü sana göstereceğim. Biz ikinci bir şansı daha hak ediyoruz."
2 ay, 60 gün.
60 gün acı çekmişti Karan'ın kardeşi.
Korhan ve Uygar yüzünden.
Bunun intikamını Poyraz'dan almıyordu mesela.
Karan Ahu kadar gaddar değildi.
Onlar kardeşine acımamışlardı.
Ahu sayıklamaya başladı aniden.
Neden birden atak geçirir olmuştu?
Bilmediği bir hastalığı mı vardı?
"Barın... Barın ben çok üşüyorum." Kız yere kapaklandı gözleri titrerken. "Geliyorlar, yalvarırım bırak. G..gideyim." Karan duyduğu isimle buz keserken ani refleksle kızın üzerinden ellerini çekmek zorunda kaldı.
Poyraz ise onlardan bir farkı olmadan şaşkınlıkla yaşanan durumun tepkisindeydi. "Ölecek, lütfen bırak bizi Barın! O ölmeyi hak etmiyor!" Elleri yüzüne sarılı bir şekilde sayıklamaya devam ediyordu.
"Senin yüzünden zarar verdim! Sevdiğim adamın canını yaktım! Baba bırakın beni, Karan'ın yanına gitmem gerek!"
"O beni kurtaracak! Lolipop vererek mutlu olmamı sağlardı, yine mutlu olacağız biz!"
"Buradan kurtulacağım, her şeyi öğrenecek!"
Karan ve Poyraz birbirini izliyordu şaşkınlıkla.
"Söyleyeceğim her şeyi Karan'a söyleyeceğim! Artık bitti, oyun sona erdi! O affeder. O beni hep affetti. Yine affeder..."
"Kriz geçiriyor, travmasını tetikledin amına koyayım!" Poyraz hızla yere eğilerek kızı kucağına çekti. "Eteri ver, bayıltacağım."
Karan hala daha duyduğu isimin etkisindeydi. "Abi kendine gel kız kriz geçiriyor amına koyayım! Sikeceğim şimdi seni yeter be!"
Kriz geçiren birini sakinleştirmesi gerekirlerdi, yanlış yapıyorlardı. Karan hala daha kendinde değildi.
Bu isim, duyması gereken en son şey bile değildi.
Nefretle gözleri kısıldı. "Unutmamış." Poyraz onun bencilliği karşısında yüzünü kırıştırdı ve masa üzerinde duran eteri elleri arasına alarak kızın burnuna tutuverdi acımadan. "Barın unutulacak adam değildi çünkü. Onun kim olduğunu sen unutmuşsun belli ki."
"Barın değil Poyraz! Lolipop verdiğimi unutmamış, görmüyor musun? Efil anılarını hatırlamaya başlıyor. Ne gerçeği, neyi anlatacak? Ters giden bir şeyler var amına koyayım."
Evet, lolipop veren çocuk Karan'dı.
Barın Kızıltuğ, Efil her şeyi unutup Ahu kişiliğine geçince Karan'ın rolünü çalarak lolipopları kendi verdiğini söyledi ve Ahu anıları yanlış birleştirdi. Aşık olduğu çocuk ona lolipop veren çocuktu ve onun Barın olduğunu sanıyordu.
Bu onlar arasında geçen son cümleydi.
Geçmiş çok sancılıydı.
Geleceği ise etkileyecekti.
Kötü bir şekilde.
Ahu Vural'dan
Yükseklik.
En büyük korkum.
Geçmiş.
Acı dolu travmalarım.
Bir haftayı deviriyorduk ve ben geçen o süre boyunca odamdan çıkmamış, gerekmedikçe de kimseyle konuşmamıştım.
Kendimi kötü hissediyordum.
Kulübede kriz geçirdiğimi söylemişti Poyraz ancak o ana dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Bu aralar fazla unutkanlık yaşıyordum ancak niye olduğu hakkında bir fikrim yoktu.
Ya da unutkanlık yaşıyorum sanıyordum ve başka bir durum vardı.
Kapatılmış olan lunaparka getirmişlerdi ve Karan hala daha yaralı olmasına rağmen gelebilmişti.
Kendimi berbat hissediyordum. Canlarını yakıyordum en az yandığım kadar. Siyah arabanın kapısı açılırken başımı hafifçe dışarı çıkartarak etrafa bakındım. "İn." dedi koruma bakınmayı bırakmam için. Emre itaat eden biri değildim ancak buraya gelmemizin bir amacı kesinlikle olmalıydı.
Sanki birkaç gün önce hiçbir şey yaşamamışız gibi davranıyorlardı. Poyraz fazlasıyla gergin bir haldeydi.
Çocukluğumun korkusuydu dönme dolap. Burada en son olduğum yaş, felaketin eşiğiydi.
Hayatımızın değiştiği gündü.
O kadar geriliyordum ki, ellerim hala daha zangır zangır titremeye devam ediyordu.
Karan yavaş adımlarla yanıma yaklaşırken gözlerinde gördüğüm hüzün, içimin acımasına sebep oldu. Üzerim fazlasıyla kalındı. Omzumu hafifçe okşayarak bakışlarını dönme dolaba çevirdi. "Dönme dolaba benimle bin Savcı, basit bir alet seni korkutmaz diye düşünüyorum?"
Gözlerim hızla büyürken bende onun baktığı yere, dönme dolaba doğru çeviriverdim bakışlarımı. Korkunun üzerine git Ahu.
En fazla ne olabilirdi ki?
Karan elimi tutması için elini uzattı yavaşça. Minik bebek adımlarıyla ona eşlik ederek ellerini ellerim arasına aldım. "Buna binmeyeli yıllar oluyor, bana eşlik etmene o kadar minnettarım ki sana anlatamam."
Ben.
Geriliyordum.
Dolabın içerisine binerek kapanmasına sebep olurken aletin çalışması için kullanan kişiye kayıverdi bakışlarım.
Ateş.
Nefretle beni seyreden yüzünde anlam veremediğim şeytani bir gülüş, ona eşlik ediyordu. "En tepesinde sana çok güzel bir sürprizim olacak." Karan beni pür dikkat seyrederken ses tonunu da garip bir şekilde sert tutmamaya özen gösteriyordu. Korktuğumu belli etmemek için omzumu hafifçe silkiverdim.
Saniyeler geçti geçti ve biz bu ölüm makinesindeymişim gibi hissettiren aletin en tepesine ulaşmayı başarabilmiştik.
"İnsanı itaatkâr yapan en büyük güç nedir biliyor musun?" Derin bir nefes çekti içine. Cevabını bildiğimi biliyordu. "Tehdit mi?" Başını olumsuzca iki yana doğru salladı. "Yanlış." Aniden üzerimdeki kazağı tutarak bedenimi kendisine yaklaştırdı ve dudaklarıma doğru fısıldayıverdi. "Doğru cevap, korku olacak. Korku bir insanın başına gelebilecek en kötü duygudur. Bugün sen bana istediğim cevabı verene kadar, bunu gözlerinde göreceğim."
Kaşlarım çatılırken burada bana ne yapacağını düşünmeyi umuyordum ancak bedenimi dönme dolabın kapısına dayayarak beni aşağıya eğen bu adam sert bir sesle bağırdı. "Söyle!" Yaşadığım ani hareketle dudaklarım arasından çıkan çığlıkları ve tutunma çabamı duyup görebilecek tek insan, onun adamlarıydı.
"Sen delirdin mi hasta mısın! İndir çabuk beni! Yardım edin! İmdat!"
"İnfazcılar kim, onlar hakkında ne biliyorsun!" Bedenim yarı aşağıya sarkar bir biçimde dururken ayağıma soğuk bir şeyin bağlandığını hissettim. Dudaklarım arasından korkuyla dökülen çığlıklar hoşuna gitmiyordu ancak öğrenmek için seçtiği bu yol, benim sonum olacaktı.
Dudaklarını kulağımda hissettim. "Korkma, sana hiçbir şey olmayacak."
Bu dengesizliği de neydi böyle?
Bir şey olmayacak diyordu ama beni resmen sarkıtıyordu!
Çığlık atıyor, çırpınıyordum ancak hiçbir işe yaramıyor aksine bedenim uyuşuyordu.
"Bu delilik! Sen sağlıklı düşünemiyorsun, hastalıklısın!" Ayağımı düşmemem için dolabın direğine kelepçelemişti. Tek bir kelepçeye güvenecek kadar psikopat ancak bir o kadar güvenemeyecek kadar da hastalıklıydı.
Bu yüzden ellerini üzerimden çekemiyordu.
Gözlerim kararıyordu.
Gerçekten de istediği şeye ulaşana kadar elinden geleni yapabilecek bir adam olduğunu yaşadığım bu trajedi sayesinde anlıyordum.
"Yalvarırım sana çek beni. Lütfen düşeceğim, çek!"
"Düşecek misin? Demek düşeceksin, bak bak hop-" Bedenimi itiyormuş gibi yaptı ve ardından fısıldadı. "Bana güvendiğini biliyorum, bırak kendini. Her şeyin bir sebebi var." Sıcak nefesini hissederken bedenimin titremesine engel olamıyordum. "Aldığın nefese ihtiyacım var. Senin ecelin benim kızım, ne ölmesi?" tam o esnada telsizden bir ses duyuldu. "Abi Poyraz delirmiş durumda, altı adam zor zapt ediyoruz." Karan'ın ne yaptığını göremiyordum. "Yalvarırım çek beni!" Dudaklarım arasından korkuyla dökülen bu cümle, onun acımadan dolabı sallamasına sebep oldu. Hep aynı şeyi tekrarlıyordum ve kalbim sancıyla ağrıyor bir o kadar da hızla atıyordu. Ölecek miydim? "Sana çıkış biletini sunuyorum Ahu, bana istediğim cevapları ver ben de seni kurtarayım! İnfazcılar nerede?"
Tam o an telsizden bir ses duyuldu.
Konuşan Poyraz'dı. "Tamam, Karan Ahu'yu bırak. O dönme dolaplardan çok korkar yeter amına koyayım! Biliyorum ben infazcıların yerini, söyleyeceğim sana!"
Karan Poyraz'dan yerleri öğrenebilmek için böylesi kötü bir şeyin içerisine girmiş olmaktan nefret ediyordu ancak başka çaresi yoktu.
Poyraz'ı en değerlisiyle tehdit etmişti.
Şaşkınlıkla dinlerken Poyraz'ın bunu nereden bildiğini düşünüyordum.
Bunu herkes bilemezdi çünkü.
Gözlerim kararıyordu, kan beynime ters bir şekilde akış gösteriyordu çünkü.
"Demek biliyordun? Bu ihanet sayılmaz da ne olur kardeşim? Söylemem için seni zaafından mı vurmam gerekiyordu! Ahu'nun korkmasına mı sebep olmam gerekiyordu lan!" Dönme dolap hafifçe hareket etti, kalbim gümbür gümbür atıyorken ben bayılmak üzereydim. Her yerim titriyor, gözlerim ise kayıyordu.
"Üzgünüm abi, ben sadece bu savaşın bitmesini istiyorum. Seni düşündüm, yemin ediyorum bu yüzden söylemedim."
Bu iki adam, benim hakkımda gereğinden fazla şey biliyordu.
"İsim ver bana Poyraz. İnfazcıların başını istiyorum. Bildiğini biliyorum!"
İnfazcıların başı derken Uygar'ın sağ kolunu, yani beni kastediyordu. "Kuzey tanıyor, o her şeyi biliyor! O da biliyor! Yalvarırım çek artık kızı oradan!"
Karan endişeyle bakışlarını bana çevirirken neden bu kadar duygu yüklü baktığını anlayamadan "Ben çok k..kötüyü-" diye mırıldandım ancak cümlemi tamamlayamadan bedenimin aniden çekilmesine karşın derin bir nefes çektim içime. Bedenimi hala daha dış tarafa doğru tutuyordu. "Özür dilerim küçüğüm, affet beni! Korkunu tetikledi bu kötü adam, canını yaktım. Bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödeyeceğim."
Gözlerine acıyla bakarken, sol gözümden bir yaş yaka yaka düşüverdi. Dişlerini sıkarak düşen yaşı seyrederken bedenimi geri kendisine doğru çekti ve kollarını bedenime doladı.
Hıçkırıklar eşliğinde daha beter ağlamaya başladım.
Hastaydı, Karan gerçekten de hasta bir adamdı. Sağlıklı bir insanın yapacağı hareketler değildi çünkü bu. "Çok yoruldum! Yalvarırım canımı yakma. Herkes canımı yakıyor sen yapma bari Karan." Elleri arasında titrediğimi hissediyordu, derin bir iç çekerek dudaklarını saçıma bastırdı. "Ben bildiğim her şeyi sana söylerim, yeter ki bir şey yapma olur mu?" Yüzümü okşayan eliyle beni tutarak hafifçe geri çekildi ve telsize uzanarak kısa bir şekilde konuştu. "Çalıştır, iniyoruz." Gözlerim kapanıyormuş gibi yaparak karanlığa bıraktım kendimi. Hızla bedenimi düşmemden korkar bir biçimde tutuverdi. Bedenim o kadar uyuşmuştu ki, yarı baygın bir haldeydim aslında.
Ben bunun üstesinden bile geldiysem, her şeyi halledebilirdim.
Birkaç dakika ölüm sessizliğiyle geçerken işittiğim yakarışlar, nedenine anlam veremediğim bir şekilde benim canımı yaktı. "Sizi orospu çocukları, delirdiniz mi lan siz! Kadını yukarıdan sarkıtmakta ne demek? Çekil geçeceğim!"
Karan bedenimi hiç yara almamış gibi rahatlıkla kolları arasına aldı. "Bırakın, kız elimde zaten." Tüm korumaların birkaç adım sesini işittim. Poyraz nefretle kükrerken hızla yanımıza ulaştığını beni kolları arasına almaya çalışmasından anlamıştım.
"Senin ben beynini sikeyim! Anladın mı beni, senin haysiyetin bu mu lan? Senin adamlığın bu kadar mı abi?"
"O ses tonuna paşa paşa önce ayar ver. Bilgiyi öğrenmem gerekiyordu, gerekeni yaptım."
"Kes be! İstesen bu kadının ayakları yere basıyorken de öğrenebilirdin! Sen onun üzerinde hüküm kurmak istiyorsun çünkü Ahu'ya baktığın zaman kendini görüyor oluşunu kaldıramıyorsun! Ahu tanıdığın diğer kadınlar gibi değil, bunu o beynin ne zaman anlar bilmiyorum ama-"
"Arabaya geç Poyraz, Ahu bayıldı onu eve bırakayım, biz de depoya gideceğiz." Hala daha Karan'ın kolları arasındaydım.
"Ve senin fişini de daha kesmedim, biletin elimde. Ona göre."
"Barın olsaydı şu an bu kızın tırnağına zarar gelemezdi!"
"Lan çünkü Barın olsaydı bir tek tırnağına zarar gelmezdi, o her gün Ahu'yu kendi elleriyle öldürürken bu kadın benim kollarımda hayat buluyordu it!"
Ne...
İşittiğim bu isim, hem beni hem de onu germişti. Sessizce bedenimi Maserati'sinin arka koltuğuna usulca yerleştirdi ve üzerimi kabanıyla örttü. "Kokumun seni rahatlattığını söylemiştin, belki gerçek değildi ama ben gerçek olduğu ihtimaline inanarak örtüyorum. Eve geçene kadar uyanmamış ol, ufaklık."
Arabanın kapısını kapatarak birkaç dakika tek kalmama sebebiyet verdi.
Uyumadığını bilmiyordu ancak Karan gerçekten de çok zeki bir adamdı.
En az benim kadar.
İlahi Bakış Açısı
Keskin bey, Uygar beyin ne yaptığı hakkında fikriniz artık var. O kadını unutamıyor efendim, onu seviyor. Biliyorum sizin için çok zor ama-"
"Kuzey." Adam derin bir nefes çekti içine. "Uygar onu sevmez, sevmemeli. Serap'tan uzak durmak zorunda anlıyor musun? Yakarım hepsini, kül ederim. Selamımı ilet ona, çoktan geldiğimi öğrenmiştir. Onunla buluşmak istediğimi de ilet, güzel bir akşam yemeği yiyelim. Kanlı olsun, anlar o neyi kastettiğimi."
Uygar zaten rahat bir adamdı ancak Serap'ın onu değil de Keskin'i seviyor oluşu delirtiyordu.
Kuzey Uygar'ın adamı gibi görüren ama aslında Keskin Ekrem Kızıltuğ'a çalışan bir piyondu.
Bataklığın koruyucularından birisiydi.
Keskin evli olduğu halde Serap'ı seviyordu.
Kuzey derin bir nefes çekti içine.
"Kadını günlerdir dövüyor, kaçmasına izin verecek. Verdiği anda da araba kazası geçirmesini sağlayacak. Biliyor savcılığın bu işin üzerine gideceğini, kusursuzlaştırmaya çalışıyor. Aşık olduğunu kadına bunu yaşatacak kadar psikopat birisi. Bunu neden ve niye yapıyor inanın bilmiyorum ama Ahu'nun delireceğinden eminim."
Dudakları arasından çıkardığı şey fazlasıyla geç kalmıştı. "Ahu? Şu sağlam olan savcıyı mı diyorsun, ne alakası var ki Serap'la onun? Serap'ı öldürecek çünkü kalbini çürütmesinin tek yolunu bulmaya çalışıyor."
Karan Ahu'nun kim olduğunu babasına söylememişti. Biliyordu Keskin'in acımadan öldürmeye teşebbüs edeceğini.
Kuzey kaşlarını çattı yavaşça.
"Benim eşim, kalp hastası oğlum. Serap ve Efil'in peşinde olduğumu biliyor. Türkiye'de de uygun olan iki kişide var ve o iki kişi de- "
"İkisi de üst üste gelemez? Efil ve annesi mi yani? Kadını elinde tutmasının tek sebebi, gücün onda olduğunu size göstermek. Onun ayakları önünde diz çökün istiyor. Peki ya Efil nerede efendim?"
Adam kaşlarını çattı olumsuzca. "Bilmiyorum, her neredeyse çok iyi saklanıyor ama oğlumdan sonsuza kadar kaçamaz. Karan'ın öfkesi beni ayakta tutan tek şey. Serap'ın kalbini almayacağım. Kızının kalbini alacağım ve Serap'la çok mutlu olacağız. Uygar adamlarını hazırlıyor, her yer yangın yeri olacak. Yer altına haber sal, toplantı düzenleyeceğiz."
"Efendim peki ya oğlunuz size oyun oynuyorsa?"
Kaşları çatıldı yaşlı adamın. "Ya Efil'in nerede olduğunu biliyor ve sizin kalbini alacağınız için onu saklayan kendisiyse?"
Bu ihtimali hiç düşünmemişti.
Böyle bir ihtimal de olamazdı zaten.
Keskin Efil'i en son 8 yaşında görmüş ve daha sonrasında Amerika'da olduğu için şu an ki halini bilme fırsatına erişememişti.
Ama Uygar ve Korhan kızlarının nasıl biri olduğunu biliyordu.
Telefon sesi konuşmalarını yarıda bölerken Keskin hızla telefonu yanıtladı. "Oğlun çok yanlış kişiyi karşısına aldı Keskin efendi. Beni hafife almayacaktı, şimdi kim Bey mi yaman, el mi yaman göstereceğim ona. Duydum ki çalıntı araba galeriniz elinizde patlamış, yazık oldu. Karan için çok önemliydi o arabalar, hepsini acımadan kül ettim. Selamımı iletirsin, asıl biz daha yeni başlıyoruz."
Arayan Pamir'di.
Bu cephede her şey birbirine girerken Pamir'in olduğu tarafta da pek farklı durumlar sayılmazdı. Gökçe iki kişinin arasında kalmak zorunda olduğu için içten içe nefret ediyordu. "Canın çok yanıyor mu?" Pamir gözlerini yavaşça aralarken, "Ağlama." dedi soğukkanlılıkla. "Ahu zaten acı çekiyor, birde sen benim yüzümden çekme."
"Sen misin maskeli katil?" Gökçe maskeli katilin Pamir olduğundan şüpheleniyordu. "Ahu bence Karan'ı seviyor, gözlerinin içine nasıl bakıyordu görmedin mi?" Pamir gözlerini yumarken ellerinin yumruk oluşuna da engel olamadı. "Sus. Her Karan deyişinde Ahu'nun beni ortada bırakıp onu seçmesini hatırlatıyorsun bana." Kadın ise bilerek inadına gitmeyi kafasına koymuştu bile.
"Bence iki çatlak birbirlerine çok yakışırlar, ikisi birbiri için yaratılmış. Hem bak-"
"Kes sesini Gökçe, sus güzelim sus. İkisi birbirini seviyor diye mi sinirleniyorum sanıyorsun sen? İkisi birbirini sevsin, sorun bu değil. Sorun en yakın arkadaşım tarafından ihanete uğramam."
Gökçe kaşlarını çattı anlamsızca.
"Boşver." dedi Pamir. "İleride anlarsın, bana o adamın adını söyleyip durma yeter."
"Aralarındaki çekimi gördün ama değil mi? Birbirlerinden nefret eden iki insan ama aslında değiller. Kendilerini öyle olmaya zorluyorlar. Ama bana kalırsa Barın daha iyiydi. Barın ve Efil, masumlardı bir melek gibi. Karan ve Ahu ise hainler tam olarak şeytan gibi."
Pamir duyduğu isimle daha çok gerildi.
Barın hepsinin kara belasıydı çünkü.
"O herifte bir boklar var ama daha anlayabilmiş değilim. Efil şu an bu haldeyse kesin onun bok yemesindendir."
Gökçe anlamsızca adamı izledi.
"Barın şu an neden yok Gökçe?" Kadın hafifçe yutkunurken buna verebilecek adam akıllı bir cevabı yoktu. "Karan istediği için. Karan istese adamı dünyadan silecek güçteyken Ahu'yla sevgili olmalarına nasıl müsaade etti peki? Sonuçta düne kadar bu kız Karan'ın sevgilisiydi?"
Taşlar oturuyor gibiydi.
"Müsaade etti çünkü işin içerisinde farklı bir durum var. Karan çözene kadar da harekete geçmez, tanıyorum onu. Dua et işin sonu kötü bir şekilde Roza'ya patlamamış olsun."
"Roza deyince farklı birinden bahsediyoruz gibi hissediyorum. Ahu'nun takma ismi gerçekten de geriyor beni."
"Karan bu olmasını istemişti, anlamının üstüne düşerek söylüyor bunu Ahu'ya."
Karan her şeye dikkat eden bir adamdı.
"Barın tekrar gelirse ne olacak peki Pamir?"
Adam endişeyle gülümsedi.
"O gelirse peşinde felaketi de getirir ve bir gün yanımızdan ayrılacak olursa bile bize bulaştırdığı felaketlerden kurtulamayız. Dua et de gelmesin, ölü gibi olduğu yerde kalsın."
"Sanki felaket kapımızdaymış gibi hissediyorum."
Pamir eline telefonu alırken yeni telefon Gökçe'nin dikkatinden kaçmamıştı. "Sen telefonunu hangi ara değiştirdin?" dedi anlam vermeye çalışarak.
Adam ise sadece omzunu silkmişti.
Hastaneden çıktığı gibi kaçıracaktı kızı.
Ahu'nun telefonuna bir mesaj düştü.
Ama bunu yazan Pamir değildi.
Bunu yazan maskeli katildi.
"Canını yakıyorlar Roza, yakanları yakacağım. Yanında duran adam şeytanın vücut bulmuş hali, söz veriyorum. Kazanan biz olacağız."
Önce Karan'ı bitirecekti.
Sonra Kızıltuğ'ları.
Ve Poyraz'ı, Pamir'i, Gökçe'yi.
Herkese gelecekti sıra.
Pamir hızla mesajı atarak telefonu kapattı.
"Ahu, şu an hastaneye gelmiş olabilir! Seni almaya geleceğim, derhal kaçmamız gerekiyor!"
Diğer tarafta gerginlik en üst seviyedeyken Koray bakışlarını Keskin beye çevirdi ve gerginlikle mırıldandı. "Efendim Serap hanım, bu akşam yapılacak fuhuş için kullanılacak. Yeri size söyleyebilirim!"
Ahu Vural'dan;
2 saattir Karan'ın depo olarak kullandığı bana kalırsa zindandan hallice bir yerde Kuzey'le yapacak oldukları konuşmaya şahitlik edecektim. Sanki dönme dolap içerisinden dışarı hiç sarkıtılmamış gibi.
Buraya bizzat gelmeme yardım eden kişi Poyraz'dı ve çok sinirliydi.
En az benim kadar.
Ölebilirdim.
Kalp krizi bile geçirebilirdim, hayal gibi bir andı çünkü o dakikalar. Gözlerim gerginlikle kapanırken saklandığım yerden Kuzey'i yaka paça getiren korumaları seyretmeye başladım sessizce.
"Vay vay vay. Dananın bir bacağını kolay yakaladık abi, görüyor musun?" Poyraz derin bir nefes vererek elleri kolları bağlı bir şekilde sandalyeye oturtulan Kuzey'in ağzında yer alan bantı sertçe çekti. "Tabii ben söyledim diye."
"Ne yapıyorsunuz lan siz bana?"
Poyraz elini ağzına götürerek hayretle bakındı. "Lan mı? Sen bana lan mı dedin? Duydunuz mu beyler, bana lan dedi." Kuzey'in saçını hafifçe geriye doğru tarayarak sertçe okşadı.
"O iğrenç ellerini saçımdan çek kardeşim, beni bırakmanız için üç dakikanız var. Bitiririm hepinizi, arkamda kimler var bilmiyorsunuz!"
Kuzey'in bu yersiz egosu, kendi ayağına balta olacaktı. Poyraz gülümseyerek şakayla karışık konuşmasına devam etti. "Arkandaki kişiler önemli mi? Çok önemliymiş abi, duyuyor musun? Bitirecekmiş bizi, git söylesene arkandakilere."
Kuzey onunla dalga geçildiğini anlamıştı ancak hala daha tehditlerini savurmaya devam ediyordu.
"Sana kötü bir haberim var küçük uşak, benim arkamdakiler sizi yer. Hem de tek bir ısırıkta!" Son cümlesini söylemeden önce ellerini iki yana doğru açıverdi ve bu davranışına refleks olarak Kuzey başını yana doğru çevirmek zorunda kaldı.
"Derdiniz ne sizin? Ünümü duydunuz, para mı istiyorsunuz? Güzel haber, sizinle anlaşma yapabilirim. İstediğiniz parayı verir buradan toz olur giderim."
Poyraz karşısında elinde olsa vatanını bile satabilecek olan adamla konuştuğu için tiksiniyor gibi gözüküyordu.
"Kötü haber şu ki bizde daha çok para var ve sandığın gibi kurtulamadan hikayen burada son bulacak." Karan yavaş adımlarla tam karşısına geçti. "Ahu her şeyi söyledi."
Bu cümle odanın içerisindeki oksijeni bıçak gibi keserek herkesin gerilmesine sebebiyet verirken, "İnfazcı olduğunu biliyorum. Bana diğerlerinin yerini vereceksin." dedi nefretle.
Kuzey ise dümdüz bir ifadeyle izliyordu karşısında duran kişiyi. "Ahu size geldi ve infazcı olduğumu söyledi demek?"
Karan'ın sinirlendiğini hissediyordum. "Karan." diyerek söze başlayacaktı ki yüzüne yediği sert yumrukla cümlesi yarıda kalmak zorunda kaldı.
"Bana Kızıltuğ diyeceksin lan! Kim sana ismimi o sikik dudakların arasına alabileceğini söyledi?" Bakışları sertliğini koruyarak Poyraz'a doğru döndü. "Üzerini ara."
"Ahu'yu gram tanımıyorsunuz. O kendisini ölüme iter, yine de bildiklerini söylemez. İnfazcılar hakkında bildiği hiçbir şey yok, çok yanlış kişiye sormuşsunuz."
Umarım sadece infazcıların ulaşım sağlayabildiği telefonu üzerinde taşımak gibi bir aptallık yapmamıştı. "Temiz abi, ne yapalım bu yanmış patatesi?" Karan gülümseyerek Poyraz'a, "Onu zemin katta misafir et öyle yolla o sikik patronuna. Mesajını alacak o bu piçin halinden sonra."
Zemin kat neresiydi?
Neden bu kadar basitti her şey?
"Sen yanında tuttuğun kadının önce gerçekte kim olduğunu ve kime çalıştığını öğren." Bakışları Poyraz'a doğru kayarken, "Esas düşmanların dibinde ama haberin yok, yazık." dedi tiksinç dolu bir ifadeyle.
Kuzey ima dolu bir sesle konuşuyordu.
Karan "ben ona ne yapacağımı biliyorum." dercesine başını sallarken, "Kim kimi öttürecek göreceğiz." dedi sert bir sesle.
Beklediğim hiçbir şey olmamıştı. Poyraz Kuzey'in ağzını bantlayarak adamlara işaret verdi ve odadan ilerlemeye başladılar. Belki de götürecekleri yerde konuşmak zorunda kalacaktı, ona ne yapacaklarını bilmiyordum.
Derin bir nefes çektim içime.
En azından şu an için korktuğun başına gelmedi Ahu.
Odanın içerisinde telefon yankılandı.
"Efendim baba."
Karan babasıyla konuşuyordu.
"Biliyorum, çocuklar iyi ağırladı mı seni? Küçük bir işim var onu hallettiğim gibi yanına geleceğim."
"Evet biliyorum. Süresi dolunca fişini keseceğim. 60 gün var. Vural'lar önce annemi verecek, sonra ise istediğim şeyi. Bunun bir savaş olduğunu bana yıllar önce yeteri kadar aklıma vura vura acılarla kazıdın, artık hesaplaşma vakti."
"Hayır Efil'i hiçbir yerde saklamıyorum. Sence ben yerini bilsem sana söylemez miyim? Aşık hallerim geçmişte kaldı, o kızı bulduğum gibi öldüreceğim."
Birkaç saniyenin ardından Karan'ın sesi kesiliverdi. Demek ki konuşma bitmişti, tam olarak neyi kastettiğini anlayamamıştım.
"Ne yapacağım ben seninle be kızım? Ya benim sonum olacaksın ya da ben senin."
Adımları yavaşça uzaklaşır diye umuyorken bir telefon araması daha geldi. Karşı tarafın maalesef ki ne dediğini çok merak etsemde duramıyordum.
Kimdi bu Efil? Sorusuna artık ufakta olsa bir cevap alabilmiştim.
Karan'ın sevgilisiydi o kadın.
Ya da sevdiği.
Artık geçmişte her ne yaşandıysa.
"Bebeğin durumu iyi değil mi? Onun kılına zarar gelirse yaşatmam hiçbirinizi."
Gizem'den mi bahsediyordu?
"Merak etme Ahu'yu ben halledeceğim, sakin ol sen." Sesi uzaklaşırken odanın kapısının açılıp kapanmasıyla gittiğini anlamıştım.
"Tanrım delirmiş mi bu adam! Hala daha bedel diyor, göstereceğim sana ben bedeli. Manda ayısı!" Elimle yüzümü sıvazlarken adımlarımı kapıya doğru ilerlettim. Sessizce söylediklerini kafamda tartarken sol omzuma konan büyük elle beraber dudaklarım arasından çıkacak olan çığlığın firar etmesine engel olamadım.
Olamadım çünkü bir eli ensemi diğer eli ise ağzımı kapıyordu. "Yakaladım seni."
Poyraz?
Hangi ara buraya girmişti ki o?
Ayrıca üstünü neden değiştirmişti bu adam durduk yere?
Bedenimi kendisine doğru çevirirken yine alışık olamadığım o soğuk ve donuk bakışlar bedenimi esir almaya başladı. "Sana vermem gereken bir şey varmış. Yazgı söyledi." cebinden çıkardığı ve İnfazcıların iletişim kurduğu telefonu ellerim arasına bırakarak benden açıklama bekler vaziyette beklemeye başlarken, "Bu telefon diğer herkesle konuştuğum esas telefonum işte Poyraz. Karan elimden alır diye kendimde tutamıyorum." söylediğim bu cümle onu pek çok tatmin etmişe benzemiyordu.
Ancak yine de bana hak verdiği bir kısım vardı çünkü Karan telefonumu elimden alıp, onun bilgisi dahilinde izlediği bir telefonu bana kullandırttığı için bu söylediğim bahane saçma bir şekilde oturmuştu.
"Sen neden geri döndün? Kuzey iyi mi?" Kaşları anlam veremez bir halde çatılırken söylediğim şeyi anlamaya çalıştı. "Geri mi döndüm?"
"Elinde olsa seni hiç görmedim diyeceksin. Benim buraya gelmeme yardım ettin ya Poyraz!"
Duyduğu son kelime onun sırtının yay gibi gerilmesine sebep oluverirken, "Evet." diyerek başını salladı. "Seni görmek için gelmiştim ben, nasıl olduğunu bilmiyorum Ahu. O piç sana bir şey yaptı mı?"
Bunu şakayla değil ciddiyetle dile getiriyordu.
Ve yine Karan'a piç diye hitap ediyordu.
Telefon hafifçe titrerken ben bu mesajın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum.
Görev.
Telefonun açılması için önce yüz taramam ardından gerekli şifreler ve parmak izi hepsi birden gerekiyordu. Hızla gereken bilgileri yaparak telefonun açılmasını sağlarken gelmiş olan mesajı gözlerim göz hapsine alıverdi hızlıca.
"İnfazcı 01, bu akşam asma köprünün arka girişi. Dağhan Solmaz, emir, ölüm. Yönlendirme, İnfazcı 02"
Ben, İnfazcı 02'yi öldürmesine yardımcı olarak gözlemek zorundaydım. Uygar abinin neden bunu istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu ancak yine de yapıyorduk. İnfazcılar arasında kan dökmemiş tek kişiydim ve o kişi de sağ kolu yapmayı tercih etmişti.
İşte bu durum herkesin garibine gidiyordu, benim de dahil. O kadar kıdemli paralı asker vardı ki etrafında, tercihi yine ben olmuştum.
Yakında katil de olurdum.
Mesajı onaylayarak telefonu kapatıp tekrar Poyraz'a doğru uzattım. "Bende durmasın, Kızıltuğ'un sağı solu belli olmuyor. Sen bunu tekrar Yazgı'ya teslim et-"
Tam telefonu verdiğim esna da odaya tekrar giren birkaç koruma ve o, gerilmeme sebep olmuştu. Poyraz büyük bir sakinlikle simsiyah kıyafetleri arasında gelen kişileri izlerken, beni fark eden Karan kaşlarını çatmak zorunda kaldı.
"Senin burada ne işin var?" Poyraz omzumu hafifçe okşayarak ilerlememe sebep oldu. Kendimi nedenine anlam veremediğim bir şekilde kötü hissediyordum.
"Burada olmasını istedim, oldu. Şimdi de gidiyor." Karan bu tepkiyi en az benim kadar beklemiyordu. Bakışlarını benim üzerimden çekerek ona doğru çevirdi. "Sana kim buraya kızımı getir dedi?"
Her kızım deyişinde içim titriyordu. Kimisine bu kelime irite edebilirdi ancak benim çok hoşuma gidiyordu ve bunu belli etmemek için elimden geleni yapıyordum.
"Senin kızın? Ahu senin kızın değil, nefret ettiğin kızın aklıyla oynama Karan."
İkisi arasında anlam veremediğim o soğuk savaşın tohumlarının etrafa serpildiğini hissettim. "Ben onun kalbiyle oynuyorum aklına gerek yok. Aslında haklısın, o benim kızım değil." Yanıma yaklaşarak gözlerinin içine baka baka elimi tutup kendisine doğru çekti bedenimi. "O benim müstakbel eşim, soyadımı taşıyacak olan kadın. Bilmem anladın mı?" Derin bir sessizlik oluştu bu cümleden hemen sonra.
Poyraz dişlerini sıkarak pür dikkat Karan'a bakıyordu. Yüzünde şeytani bir gülüş belirtirken, "Görüşürüz Ahu." dedi ve Karan'ın omzuna sertçe çarparak kapıyı kapattı.
"Ona bazen geliyorlar, takılma sen." Gözlerimi kehribar gözlere çevirerek bedenimi ilerletmesine izin verdim.
Ne duydun ya da ne gördün dememişti.
Sanki biliyormuş gibi.
"Telefonunu alabilir miyim?" Ön koltuğa oturmamı bekleyerek kendiside sürücü koltuğuna yerleşti ve ben direkt sormam gereken soruyu dile getirdim.
Bakışlarıyla beni süzerken nedenini bilmediği halde sorma gereğinde bulunmadan, "Ön cebimde." dedi soğukkanlılıkla. Parmaklarımı bacağına doğru ilerletirken derince yutkundu. "Araba kullanıyorum, aklından geçeni yaparak ikimizi de zor durumda bırakma."
Aksine öyle bir düşüncem hiç yoktu. Direkt telefonu almayı hedeflemiştim. Parmaklarım sağ bacağının üzerinde hafifçe gezinirken yüzümü hala daha stabil tutuyordum. "Benim bir dokunuşumla kendinden mi geçiyorsun yoksa?" Söylediğim şeyle direksiyon hafifçe yalpalarken, "Üzerimde nasıl bir etki bıraktığın hakkında hiçbir fikrin yok." dedi ve arabayı ani bir frenle kenara çekti. "Çek parmaklarını, dokunmaya devam edersen bu arabadan ikimizi de nefes nefese çıkarırım."
Ön cebinden telefonu hızla alarak geriye çektim kendimi. Benden etkilendiğini fazlasıyla belli ediyordu.
"Parmaklarıma karşı zaafın mı var senin? Bacağına dokundum alt tarafı. Ayrıca bunlarla güzel şeyler yapacağımızı da hayal etmiştin sanki?"
Onun üzerine gittiğimi fark ederek gülümsedi. "Ahu." Sol elimi sağ eli arasına alıp, okşamaya başladı hafifçe. "O parmaklarını bedenimde kaç farklı şekilde hayal ettiğimi bilemezsin. Ben kirli bir adamım, ikimizi de bu araba içerisinde cayır cayır yakarım. Anlıyor musun?"
Gözlerinin içine bakamıyordum. "Bak bakayım sen bana." Yüzüm yavaşça aşağıya doğru düşerken içimi saran o duygu, yüzümün kızarmasına sebep oldu. "Ha sen utandın?" Belki de günler sonra yine o eşsiz kahkahasını dudakları arasından döküvermişti. "Yavrum bacağımı okşuyorsun, şu dudakların kirli konuşabiliyor. Parmaklarınla yapacaklarımı üstü kapaklı dile getirmem mi seni utandırıyor?"
Ellerimle yüzümü kapattım refleksle. "Ya deme öyle! Sus lütfen..."
"İçinde gerçekten de birden fazla karakter var. Ama sanırsam," saçımı hafifçe okşadı. "En sevdiğim bu, utanınca çok hoş oluyorsun be kızım."
"Kızıltuğ." Şu bir haftada başıma hiçbir şey gelmemiş ve sanki onunla evlenecek olan, sevgilisiymiş gibi duruyor oluşum çok garipti. "Herhangi bir hastalığın var mı?" Bu sorum kaşlarının çatılmasına sebep olurken yüzü gerginlikle kasıldı.
"Evet var." Ardından bakışları tekrar kısa bir an beni bulurken arabayı çalıştırmıştı. "Sana hastayım, ilacım da yaram da sensin. Hem ilaç olan merhemsin gözümde hem de Meryem."
Başımı hafifçe yukarı aşağıya doğru sallarken aklıma düşen şeytani düşünce bulutuyla beraber kısa bir an yolu izledim.
"Benimle dalga geçmeyi hiç bırakmayacaksın sanırsam."
Karan benden hoşlanıyordu. Bu duyduğuma da kesinlikle gram inanmıyordum ancak Poyraz bunu dile getirdiği zaman hiçbir şekilde inkar etmemişti. Ve endişe dolu hareketlerinden ben de şüpheleniyordum.
"Kız arkadaşın neden yok?" Aniden sorduğum bu soru ikimiz arasında geçecek olan gidişatı değiştirecekti. Gözleri hafifçe kısılırken dudaklarının da kıvrılmasına engel olamadı. "Çünkü sen varsın. Benim soyadımı taşıyacaksın."
"Hayır, az ciddi ol. Zamanında yara mı aldın? Yüzünde yer alan izin de senin için önemli bir kadın yüzünden olduğunu söylemiştin. O muydu, yani sevdiğin?"
Arabayı yavaşça durdururken yüzünü yüzüme çıkardı. Sadece baktı yüzüme. "İn arabadan." Ne yani, yol kenarında mı bırakacaktı beni?
Onun istediğini yaparak araba kapısını açtım. "Kapıyı kapatmayı da unutma Ahu." İmalı bir şekilde konuşmuştu. Biliyordu yine açık bırakacağımı.
Yıldızlar bize eşlik ederken ellerimi birbirine kenetleyerek sürücü kapısına doğru yaklaştım. O da arabanın anahtarını eline alarak kapıyı kapattı. "Yanıma yaklaş." Adımlarımı üzerine ilerletirken aniden belimi tutup göğsüne doğru yaslamasıyla hafifçe yutkundum. Çenesini sol omzuma yerleştirerek kokumu içine çekiyordu ve bu durumun beni rahatsız etmesi gerekiyordu.
"Bak şimdi yıldızlara." Gözlerimiz yandan kesişirken, "Senin yıldızın ben değilim, gökyüzüne bak küçük hanım." Bakışlarımı yıldızların aydınlattığı gökyüzüne çevirirken, "Bu yıldızlar sensin." dedi ürpertici bir ses tonuyla. Dudakları kulağıma yaklaşırken aynı şekilde sol eli de boynuma doğru çıkıyordu. "Eğer sen gidersen, tüm her yer zifiri karanlık olur. O yüzden o yıldızlar hiç sönmemeli. Bu gökyüzü de benim. Benim yıldızım sensin, başkasına ihtiyacım yok. Senin ışığın bana yetiyor."
Derince yutkunurken kastettiği imayı anlamıştım. Bir daha kaçmamam gerektiğini dile getiriyordu. "Kimi seçiyorsun?" Ringte söylediği şeyi gerçekten yapacaktı, delirmişti.
"Ben Pamir'i öpmek istemedim." Yüzümü yüzüne doğru çevirirken ellerini belime yerleştirmesine izin verdim. Parmaklarım sakallarını okşarken dudaklarım arasından oyuncu bir tavırla aklıma gelebilecek en mantıklı yalanı dile getirdim. "Pamir bana Gizem ile ilgili aranızda olan her şeyi söyleyecekti. Buna karşılık ringe gelmeyi kabul ettim, o anlık gelişti. Yoksa ben-"
"Sen ne saçmalıyorsun?"
İşte tam sırası.
Dürüst ol Ahu.
Ona dürüst ol.
Sana kızmayacak.
"Pamir o balo gecesi karşıma çıktı. Senin nasıl biri olduğunu bana gösterdiğini söyledi. Sandığımdan daha farklı biriymişsin. Ben gerçekten özür dilerim olanlar için!"
Neden özür dileme ihtiyacında bulunduğumu bilmiyordum.
"Bunca yıl neden işlerini sabote etmeye çalışıyorum sanıyorsun?" parmaklarım dudaklarına doğru ilerlerken okşadıkça boğumlarım zonkluyordu. Karan'ın kastettiği şey bu olsa gerekti. "Ben bu duyguya yabancıyım. Neden bana böyle hissettiriyorsun? Bunu nasıl başarıyorsun?"
Gözleri hafifçe kısılırken bu cümleden çıkan anlamı aramaya çalıştı. "Anlıyorum, bu hissin nasıl bir şey olduğunu."
Belimde duran eli yavaşça yüzüme çıkarken çenemi okşadı hafifçe.
"Biz gerçekten birbirimizden nefret ediyor muyuz? Sanki içimizde bir hınç var ve bunun acısını çıkarırken birbirimize karşı bir şeyler hissediyormuşuz gibi hissediyorum."
"Bu bir itiraf mı küçük hanım?"
Sessiz kaldım.
Dudaklarını yaklaştırarak fısıldayıverdi sıcak nefesi yüzümü okşarken. "Kül olalım, bırak küllerimizden yeniden doğalım. Hem hayat buluyorum sen de hem de ölüm. Belki de söylediklerinde haklısın, biz birbirimizden nefret etmeyi bile başaramıyoruzdur."
Yanağına doğru çıkıverdi elim. Neden yanağına dokunmak istediğimi de bilmiyordum halbuki.
"Dokunuşuma dayanamıyorsun." Gözlerini hafifçe gözlerimden kaçırırken kaçmaya çalıştığını fark ettim. "Bu kehribarlar yakalandı, hissetsene."
Bunun adını koyamıyordum ama.
"Herkes bir gün bedel öder. Bunu biliyorsun değil mi?" Gözleri gözlerimi izlerken ne demeye çalıştığına anlam vermeye zorladım kendimi. "Bedel derken?"
"Anneni ve Edim'i ortaya koymayacağını biliyorum bu yüzden aile dostun Korhan ve Yazgı. İkisini öldürmek için çoktan ölüm emrini verdim. Bu, dün beni sinirlendirdiğin içindi."
"Ahu sakin ol, Karan bunu yapmayacak. Seni kandırıyor!" diyen iç sesim şok içinde kalakalmamı sağladı.
"Ölmediler değil mi?" Gözlerim acıyla dolarken dudaklarında yakıcı bir gülüş peydah edindi.
Konuşmak için ağzını açacaktı ki buna engel olarak üzerime yürümeye başladı. Ben de aynı zamanda geri gidiyordum.
"Bu kadar nasıl ileriye gidebilirsin? Korhan ve Yazgı'nın ölüm emrini vermekte ne demek!"
"Birinci derece yakının değil ikisi de? Bu öfken, korkun ve endişen değer verdiğin için mi Savcı?"
Gözlerim acıyordu.
"Söylesene, neden kendi kanından bir insana zarar veriyormuşum gibi öfkeyle yüzüme bakıyorsun?"
Çünkü babamın ölüm emrini vermişti!
Babamdı o adam!
"Beni ölümle korkutamazsın Kızıltuğ, atarım kendimi aşağıya! Korhan'ı ya da herhangi birini öldürecek olman bana işlemez! O yüzden yaklaşmaya devam etme sakın!" Gözlerinde gördüğüm o ifade, ilk defa ciddi anlamda ürkmeme sebep olmuştu. "Sen ölüme gözün kapalı gitmeyi bayılmak zannettin herhalde?"
"Köprüdeyiz diye ben kendimi atmadan sen mi beni aşağıya atacaksın?"
Gözleri hafifçe etrafta gezinirken çenesi gerginlikle kasıldı. "Seni yeni bulmuşken, ellerim arasından kayıp gitmene izin veremem ufaklık. Buradan düşersen peşinden atlarım, her daim bir adım arkanda olacağım. Ben senin gölgenim, benden kurtulamazsın!"
Buradan atlasam ölür müydüm sahiden?
Köprü o kadar yüksek değildi, dereye benzer bir akıntıydı burası.
Atlama Ahu!
Sadece kendince bir şeyleri anlamak istedi.
Seni denedi.
Kendimi de sağlıklı hissetmiyordum.
İki ayrı ses kulağımda çınlarken doğru olanı yapmamayı seçtim.
Boğazıma oturan yumruyla beraber yutkunamadım bir an.
Gözümden düşen yaşı izlerken söyledikleri boğazıma oturdu.
"Korhan Vural'a gerçekten de zarar verdin mi?" Cevap vermiyordu.
Aksine şüpheyle yüzüme bakıyordu. Yazgı'yı merak etmiyor oluşum ve bu sinirim onun şüpheye düşmesini sağlıyordu.
Ben tam köprünün oraya ulaşmış o ise birkaç adım geride yüzümü izliyordu. Tepkimi ölçüyordu.
Dediğim gibi.
Bir şeyleri anlamaya çalışıyordu.
"Bırak gebersin gitsin, Korhan Vural yaşamayı hak etmiyor!"
"İç ses kes sesini!"
"Anlamıyorsun Ahu, anlamıyorsun aptal!"
"Aptal olan sensin, ya babama zarar verdiyse? Ya gerçekten öldüyse?"
"Ölsün istiyorum zaten! Uygar'da baban dediğin adamda ölsün anlıyor musun! Sana iyilik yapmış olur Karan, kızma artık ona!"
Derin bir nefes alırken yüzüme şaşkınlıkla bakakaldı.
"Sen..." Dudakları aralandı hafifçe. "Kendi kendine ne konuşuyorsun öyle Ahu?"
Gözlerim şaşkınlıkla büyürken kapana kısılmış gibiydim.
Sesli mi konuşmuştum!
Karan duymuştu!
Ya beni hasta zannederse?
Ya hastaneye götürürse?
"Bakma bana öyle ben hasta değilim!"
"Karan sana iyilik yapmış olur dedin, sen kendi kendine konuşuyorsun."
Endişeyle üzerime yürümeye başladığı an gerginlikle arkama baktım.
Olacakları düşünmenin bir anlamı yoktu, ilerisini düşünmeden hızla demirin üzerine çıkarak bedenimi suyun içerisine attım.
Evet.
Ona verecek uzun bir cevabım yoktu.
Kendimi o akıntıya acımadan bıraktım.
Bu benim ilk intihara kalkışım değildi.
Bedenim suyun içerisine gömülürken gözlerim çoktan kapanmıştı bile. Arkamda bağıran adamın sesini duyamamıştım bile.
Peşimden geleceğini bilmiyordum...
"Aptalsın kızım sen! Seni köpek gibi seviyorum. Benim ellerimde büyüyecek ve çok güçlü bir kadın olacaksın. O zamana kadar seni ben kendi ellerimle büyüteceğim. Ben istemediğim sürece benden kurtulamayacağını hala daha öğretemedim sana. İkimiz de birbirimizin sonu olacağız ve ben sana yıllar önce çoktan kapılmış bir adamım. Benim zaafımsın. Bu kötü adamın önemsediği tek kişisin ve bu çok tehlikeli. Senin benim sonum olmandan çok korkuyorum."
.
.
.
Bölümü nasıl buldunuz bakalım? Çok hızlı gittiğini ya da yavaş gittiğini düşünen okurlarım, emin olun tam hızında ilerliyor. Karan çok zeki bir adam, bu yüzden ileride çok fena tökezleyeceğiz. Sorularınız olursa yazabilirsiniz, bölümü sevdiniz mi bakalım? Hepinizi çok seviyorum, sonraki bölümde görüşmek üzere!🥹
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |