4. Bölüm

3. BÖLÜM | Yarım Kalan Balo

mrsviia
mrsviia

Bölüme hazır mıyız? Sonraki bölümün taslağını oluştururken bile heyecanlandım. Bölüm için yıldızı tuşlayıp güzel yorumlarınızı eksik etmeyin canlarım.🤍🥹

 

Gelecekten geliyorum, ileride Ahu'nın Karan'a geçmişte yaşattığı olayların yanında Karan'ın ne kadar masum kalacağını öğreneceksiniz. İkisine de önyargı ile yaklaşmayın...🥺

 

 

instagram : pazinwattpad & wattyisigi

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

"Bir mesaj düştü kadının telefonuna. Katil katliam istemiyordu, katil kadını istiyordu. Kadın ise intikam istiyordu. Ya bir olacaklardı ya da katil, kadına da oyun oynayacaktı."

 

❄️

 

"Konuştuğumuz gibi, uslu ol ve benim kadınımmış gibi davranmaya bak Savcı. Bilirsin, sen iyi oyuncusun." Arabanın içerisinden inerek kapımı açtı yüzüne taktığı maskeyle.

 

 

Karan Kızıltuğ.

 

İki yüzlü bir adamın ta kendisiydi.

 

Manipüle yeteneğinin ne kadar güçlü olduğunu çok iyi biliyordum.

 

Kameralar bizi çekerken kırmızı halı üzerinde eli belimi sahiplenircesine kavramış bir halde ilerliyorduk. Arkamızda Poyraz ve birkaç adamı kameraları engelliyor, geçmemiz için yolu açıyordu.

 

"Karan bey, sizi görmek ne güzel bir şeref." Kapıda bizi karşılayan takım elbiseli yabancısı olduğum adam, büyük bir gülümsemeyle elini Karan'a uzatırken, "Bu gece çok güzel olacak." dedi imayla gülümseyerek.

 

Bakışları pis bir şekilde beni süzüyordu. Karan gözlerini kısarak, "O gözlerin çok yanlış kişiyi süzüyor." dedi tehditkar bir tonla. Sesinden ben bile ürkmüştüm. Adının ne olduğunu bilmediğim adam hafifçe boğazını temizledi.

 

Bakışları tekrar bana kayarken, "Savcım." dedi hafifçe baş eğerek. İkimizi bir görmeyi kesinlikle beklemiyordu. Bizi bir gören herkes şaşıracaktı, bundan adım kadar emindim.

 

Kızıltuğ belimde duran elini sıkılaştırırken, "Sahiplik eki?" dedi tek kaşını kaldırarak. Adam hızla başını iki yana doğru sallayarak, "Yanlış anladınız efendim, ben onun sizin olduğunu-"

 

"Kes sesini Ziya." dedi yüzünü buruşturarak. "Konuştukça daha da iğrençleşiyor cümlelerin." Birkaç takım elbiseli adam ve onlara eşlik eden kadınlar adının Ziya olduğunu öğrendiğim adamın yanına yaklaşırken, "Yanımda durabilecek ilk ve son kadın benimle. Bir daha o gözlerin ona kayarsa geriye bakabileceğin bir göz kalmaz. Baktığın her saniye için bedenini zevkle deşer, o gözlerini oyarım! Anladın mı beni?"

 

Adam korkuyla başını sallarken ağzını açamadı bile.

 

Kızıltuğ elini belime yerleştirerek adımlarımızı uzaklaştırmaya başladı.

 

Az önce kıskanmış mıydı o?

 

Kesinlikle kıskanmıştı.

 

Ve adının Ziya olduğunu öğrendiğim adamın benden bir eşya gibi bahsetmesi onu rahatsız etmişti.

 

Bakışların hepsi spot ışık misali üzerimize çekiliyordu.

 

 

"Bu kadın kayıp değil miydi?"

 

"Birlikteler mi?"

 

"Karan Kızıltuğ'un yanında bir kadın mı var bana mı öyle geliyor?"

 

"Tek geceliğidir başka kim olabilir?"

 

"Gizlediği eşi falan olabilir mi?"

 

Bakışlarım tek bir masaya odaklandı.

 

Yazgı.

 

Tam olarak bana bakıyordu.

 

Bize ayrılan masaya geçerken hızla yanımıza adımladığını fark ettim. Gece gece günü olaylı kapatacağımızın alarmı, şimdiden zihnimde çalmaya başlamıştı bile. "Ahu'm?" ellerini masanın üzerine koyduğum ellerime koyarak bedenimi ona doğru çeviriverdi. "Senin bu adamla, burada ne işin var?" Kızıltuğ garip bir şekilde şaşkınlığını şu an koruyordu. "O adam." dedi onu kastederek. "Adaletin ve senin düşmanın kaldı ki sen haftalardır ortada yokken, nasıl olurda onunla kol kola buraya gelebilirsin? Bize tek bir kelime haber vermeden?"

 

Sanki ortalıktan hiç kaybolmamışım gibi şu an en olmaması gereken adamla yan yana oluşum hem onu, hem de arkasında kalan diğer tanıdık arkadaşlarımın şoke girmesine sebep oluyordu. Mozart'a benzer bir melodi kulağımızı doldurmaya başlarken sessiz kalan düşmanıma, Kızıltuğ'a bakakaldım.

 

Başını hafifçe iki yana doğru sallayarak elini Dedektif Yazgı'nın omzuna koyuverdi. "Belki de düşmanı olmam için yanlış bir yol çizmiştir bunca zaman? Artık düşman olduğumuzu sanmıyorum." Gözleri hafifçe kısılarak hafifçe eğilip, elini bana uzattı yavaşça. "Bu dansı bana lütfet Savcı, herkes görsün ikimiz arasındaki kimyayı."

 

Yazgı nefretle gözlerini kısarken, "Saçmalık." diye fısıldadı. "Yıllardır senin işlerini sabote eden kadına, düşmanına dans mı teklif ediyorsun sen Kızıltuğ?" Ben ikisi arasındaki gerginliğin büyüyeceğini seziyorken bana elini uzatan adam, "Teklifi unut." diyerek kısa kesti hızla. "Nezaketen kızımı kaldırmak için teklif sunmuştum, izninle dedektif." Benden herhangi bir cevap duymadan elimden tutarak göğsüne çekti hızla ve adımlarımızı yavaşça büyük pistin ortasına doğru ilerletmeye başladı.

 

Gözlerimiz birbiriyle mekik dokurken, ne ben ağzımı açabiliyordum ne de o. Belimi saran parmakları o kadar sahiplenici bir sıkılıkta tutuyordu ki, dışarıdan birbirine aşık iki insan gibi gözüktüğümüze emindim.

 

"Belime sarılma, bizi sevgili sanıyor herkes Kızıltuğ!" Herkesin bakışları üzerimizdeydi. Elimi tutarak dans etmesini umarken o belimi daha sıkı kavradı ve göğsüne doğru çekiverdi. "Sevgili mi? Sanacaklarını sanmıyorum."

 

Ne kadar da emin yaklaşıyordu öyle.

 

"Ayrıca belinden tutmayacaksam nerenden tutacağım dans ederken güzelim? Ayağından tutup göklere mi çıkarayım seni?"

 

Nasıl da dalga geçiyordu benimle!

 

"Ne? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Dans edişimize bile nasıl bakıyorlar?" Sanki onların elinden sevgililerini almışım gibi kıskançlıkla bakıyorlardı bana.

 

Karan dudaklarını yalayarak bakışlarını kısa bir an etrafa çevirdi.

 

"Benim yanımda duran kadın sevgilim değil ancak eşim olur çünkü. Bizim dans edişimizi izleyenlere iyi bak. Birazdan seninle beraber herkes müstakbel eşim olduğunu öğrenecekler."

 

Gözlerim kısılırken bunu gerçekten diyeceğine bu dakikalar kesinlikle ihtimal vermiyordum. Aksine benimle her zamanki haliydi, eğleniyordu. Çoğunluk bizi nefret ve hasetle seyrederken dudaklarıma bakan Karan yavaşça yaklaşarak fısıldadı. "Bana öyle baktıkça, beni öpmek istediğini düşünüyorum. Benim sınırım yoktur, yaptırtma."

 

Hafifçe yutkundum.

 

"Sanki yapabilecekmişsin gibi." Ancak bu dediğimi sanırsam duymuştu.

 

Dudaklarını dudaklarıma değecek kadar yakın bir mesafeyle konuşmasını sürdürmeye devam etti. "Bana öyle bakman sahiden garip hissettiriyor." Kaşlarım anlamsızca çatılırken, "Ne o, seni öldürmeyi istiyor olmam çok mu belli oluyor?" dedim ona meydan okuyarak. Tüm herkes bizi izliyor, şaşkınlıkla anlam vermeye çalışıyorlardı. Fotoğraflarımızı çekenler, sesli bir şekilde dedikodumuzu çıkaranlar, her şeyi duyuyor ama herhangi bir şey yapmıyorduk.

 

Bu gece onun kadını gibi davranmam karşılığı buraya geldiğim için ağzımı açamıyordum. Yoksa burada yaşanacak olan senaryo, bambaşka bir şeydi. "Hayır aksine bana aşıkmış gibi bakıyorsun. Ve bu, hiç hoşuma gitmiyor." Sesinde yer alan tiksintiyi hissetmeme rağmen yüzündeki gülücükle bize bakan herkesi kandırabiliyordu.

 

Ya da hayır bu tiksinti değildi.

 

Sadece ben öyle hissedeyim istiyordu o kadar.

 

"O burada." dedim kendimden emin bir sesle.

 

"Maskeli katili neden arıyorsun? Zaten sizin içinizden birisi değil?" Yüzümde küçük bir gülücük peydah olurken gözlerinin içine baka baka yalan söyledim. "Evet, bizim içerimizden biri değil ama kim olduğunu merak ediyorum. Ve onu yakaladıktan sonra öğrenmem gereken bilgileri alayım, sonra icabına güzel bir şekilde bakacağım."

 

Maskeli katil kim bilmiyordum.

 

Her geçen gün bana ulaşan mesajlar ve mektuplar, beni anneme yaklaştırmıyor aksine elimdeki soru işaretleriyle kalakalıyordu. Bunu elbette düşmanım olan bu adama anlatmayacaktım.

 

"Ne yani, istediğin onu adalete teslim etmek değil mi? Katleden bir katilden ne gibi bir şey alabilirsin sen?" Yüzüne bakarken sessizliğimi korudum ve bu durumdan gram hoşlanmadı. "Hissediyorum." dedi yüzündeki maskeyi kısa bir süreliğine indirerek. "Başka şeyler var ve bana anlatmıyorsun."

 

Tek kaşım istemsizce havalandı. "Karşımda düşmanım var, kendi topuğuma sıkmama hiç gerek yok." Başını hafifçe sallayarak dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Doğru, senin tercihin kendi topuğuna sıkmak değil, kendini bıçaklamak."

 

Derin bir öpücük kondurarak şarkının bitimiyle bedenimi döndürüverdi hızlıca. Biz şarkıya senkronize olarak adeta kaybolmuştuk. Sırtım onun göğsüne değiyorken herkes bizi izliyor ancak birkaç kişi hariç kimse alkışlamıyordu.

 

Poyraz hızla ayağa kalkarak, "Biricik çiftim görüyor musunuz nasıl da aşkla bakıyorlar birbirlerine!" dedi ve yalandan gözyaşı düşmüşte siliyormuş gibi peçeteyle siliverdi. Kızıltuğ yüzünü yavaşça ona çevirerek sadece baktı.

 

Geriye ise sesini kesen bir Poyraz duruyordu.

 

Bu adam gerçekten kafası kırık birisiydi.

 

Ve çoğu hareketi bana çok benziyordu.

 

"Az sonra olacaklar için sakın ortamı bozma." diye fısıldadı hafifçe. Elimden tutarak konseyin olduğu üst sahneye ilerletmeye başladı bizi. Bir konuşma yapacaktı, hoş olmayan bir konuşma.

 

Tüm meslektaşlarım ucubeye bakar gibi bakıyorlardı bize.

 

Ancak bunun sebebinin sırf Kızıltuğ olduğunu biliyordum.

 

"Bu gece bu davete katılmış olmanız beni ve daveti düzenleyen arkadaşlarımı çok mutlu etti. Her birinizin neden burada olduğunu," derken bakışları kısa bir an ban döndü. "Biliyorum. Bu gece düzenlenen balonun esas sebebine geçmeden hemen önce yanımda duran bu mükemmel kadınla bir yola girdiğimizi bilmenizi istiyorum." Bizi çeken birkaç paparazzi her bir anımızın görüntüsünü alıyordu. Bu yoldan kasıt iş birliği içerisinde olmamızdı ancak bunu bu büyük salonun içerisinde doğru anlayan tek kişi, beni çok iyi tanıyan Yazgı'ydı.

 

Başını olumsuzca iki yana doğru sallarken dudaklarını oynatarak, "Sen ne işler çeviriyorsun kızım?" diye konuştu. Ben çok iyi dudak okuyabiliyordum. Kızıltuğ'un bakışları onun üzerinde gezinip geri bana dönerken, "Bana güven." dedim soğukkanlılığımı koruyarak.

 

Kızıltuğ elimi elleri arasına alarak, "Şu an yanımda duran ve durabilecek olan tek kadını görüyorsunuz. Yanımda müstakbel eşim Ahu Kızıltuğ duruyor. Karşınızda bir savcı olmadığını bilerek, haddinizi koruyun ve onunla iletişim kurmadan önce iki kez düşünün. Ona yapılan tek bir yanlışı, kendime yapılmış arz ederim." Kızıltuğ'un iş adamları şaşkınlıkla alkışlamaya başlarken daha tek bir kelime edemeden büyük salonun ışıkları teker teker kapanmaya başladı.

 

Maskeli katil.

 

Buradaydı.

 

Korkuyla oluşan kargaşayı dinliyordum sadece. Herkes biliyordu birazdan burada olacakları. Birinin cesedi çıkacaktı buradan, bu yüzden kaçmaya çalışıyorlardı. "Kapılar kilitlenmiş, camlar açılmıyor!"

 

Herkes bağırıyordu.

 

"Sessizliği koruyun, polisler buradayken bu sefer onun da kaçma şansı yok. Şansın varken göster kendini piç!" Bu ses Yazgı'ya aitti.

 

Büyük karmaşayı dinlerken arkamda soğuk bir ürperti hissettim.

 

"Demek onun kadınısın ha Savcı?" İşittiğim bu uzak ses tonu, tüylerimi diken diken ederken herkesin aradığı maskeli katilin arkamda olduğunu hissediyordum. "Düşmanına aşık mı oldun yoksa?"

 

Yutkunurken dudaklarımı oynatamıyordum bile.

 

"Anneni yıllardır rehin tutan bu adama, aşık olacak kadar gurursuz bir kadın mıydı benim Savcı'm?" Sağ gözümden düşen yaşla beraber, "Ben..." diyerek kekeledim istemeden. "Demek artık onun tarafındasın, yanlış yaptın. Bu gece ki kurbanımı seçtim." dedi nefretle fısıldayarak. "Ben hedef şaşırtmayı çok severim, sana yazık olacak. Yıllar geçse de üstünden sen hala Kızıltuğ'un dibindesin. Onun yanında olabilmek için gizliden gizliye çırpınıyorsun."

 

Çırpınmıyordum.

 

Sadece adaleti sağlıyordum.

 

"Onun yanında olduğun her an senin canın yanacak, doğru kişinin yanında olman gerektiğini sen anlayana kadar sana ve çevreye zarar vermeye devam edeceğim. Benim olana kadar!" Aniden karnımda hissettiğim soğuk metalle beraber dudaklarım arasından çıkan iniltiyle beraber arkamda hissettiğim ağırlık kayboldu.

 

"Göremediğin kız kardeşinin ölümü belki biraz hatırlatır bu acı sana."

 

Kız kardeşim...

 

Kızıltuğ'lar yüzünden ölmüş olan ve hiç görmediğim kardeşim.

 

"Savcı!" Kızıltuğ'un sesi çok uzağımda değilken dudaklarımdan çıkan ses, yüksek bir notaya ulaşamıyordu. Ben, iyi değildim. Zaten yaralı olan bedenime saplanan ikinci bıçak, benim için ölümün kıyısında gözü kapalı gezmekle aynı şeydi.

 

"Ahu!" Karan'ın sesi artık fazlasıyla endişeli geliyordu. Dakikalar süren hengamenin üzerine ışıklar yavaş yavaş açılmaya başlandı.

 

Karşımızda duran devasa kapıya yazılı olan yazıya bakakaldı herkes.

 

"Her şeyin başlangıcı da sonu da yazının tam karşısında duran kişide saklı. Kadını verin, mutluluğa erin."

 

Yazının tam karşısında, ben vardım.

 

Kırmızı yazıdan bakışlarını çeken herkes kan ter içerisinde iki büklüm dizlerimin üzerine düşen bedenime bakakalırken şaşkınlıkla nidalar ve yakarışlar dökülüyordu. "Bıçaklanmış!"

 

Yazgı bağırarak, "Ahu!" diye yanıma adımlamaya başlarken başımın üzerinde duran devasa avizenin üzerime düşecek olduğunu ancak fark ediyordum.

 

Benim için çok geçti.

 

Kolları arasına beni hızla alarak ikimizi de kenara çeken heybetli bedene bakamadan, "Canım, çok yanıyor anne..." diye fısıldadım acıyla.

 

Ağlamak sana yasak Ahu.

 

Ağlayan her kadın güçsüzdür.

 

İç sesim nefretle bağırdı.

 

"Ağlamak kadar doğal bir şey yok. Senin en büyük silahın göz yaşları! Nefret ediyorum senden Ahu!" İç sesim öfkeyle benimle konuşuyordu.

 

"Seni." dedi nefretle etrafa bakarken bir o kadar bu bakışlara tezat bir şekilde saçımı şefkatle okşayan kehribar gözlü bu adam. "Öldüreceğim, kendini öldürmeye çalıştığın için bunun bedelini çok kötü ödeyeceksin Savcı!"

 

Ancak cümlesini kurarken o kadar samimiyetsizdi ki. Çaprazımızda bizi seyreden adama kaydı bakışları. Sanki insanlar duysun diye bilerek bağırıyor gibiydi.

 

Kendimi bıçakladım sanıyordu.

 

"Ahu'yu bana ver Kızıltuğ!"

 

Silahını uzatıyordu Yazgı acımadan. Aniden büyük salonun içerisinde yer alan ortalama 25-26 adam silahlarını Yazgı'ya doğrulttular. "Bu kadın, benim kollarım arasında tedavi görecek. Onu kendi ellerimle ben iyileştireceğim dedektif. Yaşamak istiyorsan, o silahı indir ve işine bak."

 

O kadar sakin konuşuyordu ki.

 

Adamlarına tek bir baş işaretiyle burayı kana bulayacağını biliyordum.

 

"Duyamadım dedektif, ne diyordun az önce?" Kızıltuğ ben kucağındayken ona yaklaştı nefretle. "Ahu'nun müstakbel eşim olacağına ne zaman inanırsın bilmiyorum ama çabuk kabullensen iyi olur. Çünkü ikimizi çok fazla bir arada göreceksin, anlarsın ya." İmayla gülümseyerek ilerlemeye başladı.

 

Kahretsin!

 

Hızla ilerliyordu.

 

Gözlerimin karardığını hissediyordum. "Poyraz." diye bir ses yükseldi uzaklardan. "Derhal tüm gece kameraları izlensin. Hastaneye götürüyorum ben Ahu'yu."

 

İsmimi zikreden dudakları ne kadar güzeldi öyle.

 

Bunu ölümün kıyısında dolaşan ben, çok geç fark etmiştim.

 

"Bunun bedelini ödeyeceksin, benden izinsiz bu canı tekrar yaktığın için seni yeminim olsun ki mahvedeceğim!"

 

"O sesini bana yükseltme!" Acıyla mırıldandım ve o hissettiği bu ses tonumla beraber yüzünü düşürüverdi hafifçe. "Buradan çıkana kadar söylediğim hiçbir şeyi ciddiye alma Ahu. Nedenini sorma, sadece bana he de geç."

 

Bu adamın derdi neydi?

 

Söylediklerinde ciddi değilse neden bu derece gerçekçi oynuyordu?

 

Kafamdaki sorular gittikçe çoğalıyordu.

 

Gözlerim kapandı yavaşça.

 

Maskeli katil ve Gizem dışında herkes çok kötüydü bu gece.

 

İlahi Bakış Açısı

 

1 hafta sonra

 

"Abi, sakin olur musun? Stilettolu yenge durduk yere orada kendini neden bıçaklasın? Bak anlıyorum ona güvenmiyorsun ama yaralı lan kadın! Hangi deli cesaretli birisi kendisini tekrar bıçaklar?"

 

O kişi Ahu'ysa yapardı.

 

Kızıltuğ nefretle gözlerini kaparken, "Bana kadını savunma Poyraz." diye mırıldandı. "Dudaklarıyla konuştu o ikisi, plan spontane gelişti ve ışıklar kapandıktan sonra kendisini bilerek bıçakladı. Dedektif Yazgı onu kaçıracaktı ve böylelikle kurtulacaktı. Sözümü çiğnedi anlıyor musun, benim iznim olmadan kendisine ikinci defa zarar verdi ve kollarım arasından kaçmaya çalıştı!"

 

Gizem onları izliyordu.

 

O kadın uyandıktan sonra Kızıltuğ ona hiçbir şey yapmayacaktı, biliyordu.

 

Poyraz derin bir nefes verdi.

 

"Senin yüzünden kız kendini bıçakladı! Ona zarar vermeden de evin içerisinde rehin tutamıyor musun?"

 

Karan kısa bir an duygu duvarını kırarak endişeyle baktı sevdiği kadının olduğu odanın kapısına. Ona zarar verecek olsa çoktan yapardı.

 

Ahu'nun zarar görmesini istemiyordu.

 

Sessiz kalmak çok zordu.

 

Karan Poyraz'ın çenesini parmakları arasına alarak acımadan sıkıverdi. "Sen bana hesap mı soruyorsun lan? Dua et yatağımda yatan kadın yaralı yoksa o ağzını bir güzel sikmiştim."

 

"Abi eşya mı lan bu? Kendisine zarar vermek için senden izin mi alacaktı birde? Sensörlü cevap gibi, 'izin veriyorum ya da vermiyorum.' de de tam olsun istersen. Hem senden nefret ettiğini biliyorsun, o kadın senin düşmanın. Senin kolların arasından kaçmamaya çalışacakta ne yapacak?" Poyraz ileri gittiğinin farkındaydı ancak umurunda değildi. Haksız yere kimsenin zarar görmesine katlanamıyordu. Kızıltuğ bildiği şeyleri sesli bir şekilde duyuyor olmak, hiç hoşuna gitmiyordu.

 

Efil'in ona yaşattıklarını hala daha hazmedemiyordu.

 

İhanet etmişti ona.

 

Canını acımadan defalarca yakmıştı.

 

Karan'ı öldürmüştü Efil.

 

Kendi elleriyle yeni bir Karan yaratmıştı.

 

Tıpkı Ezel gibi.

 

"Kendisine zarar vermemeliydi, gerekirse izin alacak. Bu dudaklar arasından evet çıkacağını bekleyecek kadar aptal mısın sen amına koyayım? Ayrıca ben izin vermediğim müddetçe bırak yanımdan gitmeyi, kucağımdan bile kalkamayacak!" Kızıltuğ başını ovarken, Poyraz gözlerini kıstı hafifçe. "Sanki onun canını yakmıyormuş da el bebek gül bebek ilgileniyormuş gibi davranman yok mu? Sen çok büyük iki yüzlüsü-"

 

Cümlesini bölen şey, duyulan birkaç öksürük sesiydi. Kehribar gözleri koyulaşan adam hızla ayağa kalkarken onun gidişini seyreden Poyraz, "Gazamız mübarek olsun, bugün ölmezsek yeridir!" diyerek ellerini hava kaldırıp yüzünü sıvazladı.

 

Kızıltuğ işittiği cümleyle aniden adımlarını durduruverdi.

 

"Düşmanım dediğin kişiye iyiliğin dokunmaz senin. Senin iyiliğini görmeyeli yıllar oldu abi yoksa bula bula düşmanının kızına, Savcı'ya aşık mı oldun?"

 

Kızıltuğ nefretle gülümserken dumura uğradığını belli etmemeye çalıştı.

 

"Ya da şöyle mi demeliyim? O içeride sana ihanet etmiş olan eski sevgilini hala daha köpek gibi seviyor musun?"

 

"Ne saçmalıyorsun? Onu gördüğüm an bile yüzüm nasıl ekşiyor, görmüyor musun? O boynundan büyük işlere kalkışan küçük hanıma mı aşık olacağım ben?"

 

"Benim gördüğüm onun o kalın dudaklarını öpmek için an kolladığın abi. Yüzünden çok dudaklarına bakıyorsun yengemin-"

 

"Poyraz!"

 

Hızla dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Ne yani ben aslında gerçekleri söylemiştim?"

 

Fısıldayışına karşılık Karan derin bir nefes vererek, "Akıl akıl gel peşime takıl amına koyayım!" dedi ve hızla odadan ayrıldı.

 

Poyraz yavaşça yüzünü düşürdü.

 

Gizem hızla yanlarından ayrılan adamın gidişini seyrederken peşinden ilerleyen Poyraz eğlenceli kişiliğini geride bırakarak ciddiyetle, "Bakışlarından hoşlanmadım Gizem, o yatakta yatan kadının kim olduğunu unutma ve haddini aşacak hiçbir şey yapma." dedi ileride bir şeyler olacağını önden sezerek.

 

Gizem gözlerini devirerek ilerlemeye başladı. "Ben yerimi unutmuyorum, biliyorsun kimden emir aldığımı. Ben bana söyleneni yapıyorum Poyraz. Bana bildiğim şeyleri söyleme."

 

Odanın içerisine giren adam yatakta etrafı seyreden kadına bakarak, "Uyandın demek." dedi soğukkanlılıkla. "Ölmediğin için içinden yalvarıyor musun yoksa?" Yavaşça yanına yaklaşarak yatağın kenarına oturdu.

 

Aslında içten içe üzülüyordu.

 

Onu bu halde görmek canını yakıyordu.

 

Karşısındaki kadın onu birçok kez ölümün kıyısına çıplak ellerle itmiş olmasına rağmen yine de dayanamıyordu Karan.

 

Yaralı kadın onun bu kadar sakin oluşuna anlam veremiyordu.

 

Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi.

 

"Beni kızdırdın." dedi gülümseyerek. "Hemde çok." Bakışları yaralı karnında gezinirken parmakları da üzerinde dolaşıyordu yavaşça. "Bu hayatta her bir seçimin sonucu vardır, bilir misin Savcı?"

 

Kadının içi ürperiyordu.

 

Bu kadar sakin konuşuyor olmasını normal bulmuyordu. "Acıyor mu?" dedi dikişin üzerinde parmaklarını dokundurmaya devam ederek. Başını olumsuzca iki yana doğru sallarken, "Peki ya şimdi?" diyerek dikişin üzerine hafifçe dokunmaya başladı yavaşça.

 

Kadının nefesi kesilmişti.

 

"Sen." dedi gözyaşlarına engel olamadan. "Neden hep canımı yakmak zorundasın Ahu?" Parmakları kızın çenesine ulaşırken, "Bu ruh, bu beden sana ait mi sanıyorsun? Nasıl yaparsın?" dedi acıyla. Sanki başka bir şeyden bahsediyordu ama Ahu anlamıyor gibiydi.

 

Efil anlıyordu.

 

Efil Karan'ın ağlamasına dayanamıyordu.

 

İçinden "Özür dilerim sevgilim." dedi acıyla. Ahu ise gerginlikle izliyordu o kadar.

 

Kadın acının getirdiği kramp yüzünden ağzını adam akıllı açamıyordu bile. Nefesi kesilmişti hissettiği acıdan dolayı. "Cehennem nasıl bir yer, göreceksin ama önce bu yaranın iyileşmesi gerek. İyi olman gerek." Karan transa girmiş gibi sadece iyileşmesini istiyordu.

 

Arkalarından onu seyreden Poyraz ise hazırlıkta bekliyordu.

 

Karan içmesi için bir ilaç verdi.

 

Ahu ise ses etmeden içiverdi.

 

Biliyordu ki eğer şu an onları ayırmak için uğraşacak olsa, başarısız olurdu. Duygu duvarını tekrar kapatan Karan soğukkanlılıkla Efil'i kolundan sürüklemeye başladı. Mahzene benzer pis kokan bir odanın içerisine yavaşça iterek bedenin düşmesini sağladı ancak bunu yaparken bile kötü hissediyor gibiydi. Sanki bu yaptığını birine göstermeye çalışıyor gibiydi. "Bu gece burada kal da aklın başına gelsin." Ellerini iki yandan sarkan zincirlere kelepçelerken, "Kendi canını yakmanın bedelini ödüyorsun." dedi ve ilerlemeye başladı. Ses uzaklaşmaya başlarken kız kıvranamıyordu bile.

 

O kadar mecali yoktu ki.

 

Hissetmiyordu ellerini.

 

Başı bile ağrıyordu.

 

Ne içirmişti ona?

 

"Yapma..." dedi yalandan bir korkuyla etrafını seyrederek. "B..beni burada tek bırakma Kızıltuğ." Kısa bir an duraksadı adam. Merhametine dokunmayı başarmış mıydı yoksa? Başını hafifçe sağına doğru çevirirken, "Seni, bu odada yalnız bıraktığımı kim söyledi ki güzelim?" dedi nefret dolu bir ses tonu. Ardından büyük kapılar üzerine sert bir şekilde kapanıverdi.

 

Korkuyla etrafına bakıyormuş gibi yapan kadın, başının dönmesine engel olamıyordu. "Buradan b..bir çıkayım." dedi içinde yanan acıyla. "Asıl ben s..seni öldüreceğim." Ayaklarında hissettiği ıslak bir şeyle, "Kahretsin!" diye haykırarak timsah gözyaşlarıyla birlikte ağlamaya başladı.

 

Şu an Ahu vardı burada.

 

İntikam isteyen, babası tarafından beyni yıkanmış olan Ahu...

 

"Çıkar beni buradan Karan!" Bağırması umurunda bile değildi. "Yalvarırım çıkar beni, ben burada yapamam! Korkumu bana yaşatamazsın!" Fareydi ona dokunan. Hissediyordu.

 

Karanlık onu boğmuyordu, kadın alışıktı. Ayağını tutan bir el hissetti. Öldürmeyecekti onu, biliyordu. Buradan kurtulacaktı. "Ölmek istemiyorum." dedi yalandan ağlamaya devam ederken. "Annemi arıyorken, hayat beni bu kadar erken çekemez."

 

Efil annesini öldürecekti çünkü.

 

Ahu annesini ararken, Efil öldürecekti.

 

Gözleri kararıyor gibiydi.

 

Başı yere düşerken yüzünü okşayan soğuk elleri hissetti. "Bayan stilettolu yenge." dedi endişe dolu bir ses tonu. "Sakin ol, seni buradan çıkarmaya geldim." Kadın gerçekle sanrıyı fark edemez bir haldeydi. Kelepçeler teker teker çözülürken adamın kolları arasına düştü bedeni. "Beni..." idrak edemiyordu. "Kurtarma." dedi korkuyla.

 

Karan bunu görmemeliydi.

 

Poyraz'dan şüphe etmemeliydi.

 

Poyraz onu kurtarmak için kendisini tehlikeye atıyordu ve Efil bunu istemiyordu. Kimse onun için kendini feda etmemeliydi. "Sana da acımaz." sesinde yatan öfkeye engel olamazken başı omzuna düştü adamın. Kucağına rahatlıkla alan adam gülümsedi hafifçe. "Hiçbir abi kız kardeşinin ölümüne göz göre göre seyirci olamaz." dedi uzaklaşan bir ses tonu. "Kızıltuğ bana hiçbir şey yapamaz."

 

Kızıltuğ ona hiçbir şey yapmayacaktı.

 

Çünkü zaten Poyraz'ın içeriye girdiğini biliyordu ve kurtarmasına da o izin vermişti. Kıza neler yapabileceğini göstermişti.

 

Gözleri kapanmadan önce son kez işitti kulakları. "İyi olacaksın yaralı kuş."

 

Korkuyu severdi Kızıltuğ.

 

En büyük silahıydı oyun oynayarak insanları kandırmak ve kendisine bağlamak.

 

Savcı'yı da böylelikle kendisine bağlayacaktı.

 

Sonsuza dek.

 

Ahu Vural;

 

Gözlerim yavaşça aralanırken tanıdık olmadığım bir odanın içerisini izlemeye başladım. Ancak içten içe biliyordum ki, Kızıltuğ'un evindeydim hala daha. Camı seyreden Poyraz benim uyandığımı fark etmeden telefonda konuşuyordu. "Sevkiyatı gerçekleştirin. Kızıltuğ'u ben halledeceğim." Telefonu kapatırken, derin bir nefes verdi. "Poyraz." diyerek sessizce mırıldandım.

 

Duyduğum şeyi elbette belli etmeyecektim.

 

"Stilettolu yenge!" Yanıma yaklaşarak alnıma ellerini koyuverdi. "Ateşin yok." Ona bakarken, hafifçe gülümsedim. "Daha ölmedim, hoşuna gitmedi sanırsam?"

 

Yüzü hızla asılırken, "Delirdin mi sen!" dedi elini kalbine götürerek. "Sen ölürsen ben nasıl yaşarım, bana lazımsın juliet." İkimizde kıkırdarken odanın kapısı hızla açıldı ve Kızıltuğ siyahlar içerisinde giriş yaptı. "Poyraz." dedi soğukkanlılıkla. "Adamlar ulaştı, hazırlan birazdan orada olacağız."

 

Birazdan nerede olacaklardı?

 

Poyraz'ın bakışları kısa bir an bana dönerken, "Korkma." dedi memnuniyetsizce. "Gizem onunla ilgileniyor olacak." İkimizin de gözleri hızla büyürken, "Kızıltuğ." dedim duygu barındıran bir ses tonuyla. Adımları yavaşça yanıma yaklaşarak yanağımı elleri arasına aldı. "İyisin." dedi hafifçe mırıldanarak. "Gizem benimle kalmasın, ben o kadına güvenmiyorum." Gözlerinde gördüğüm milisaniyelik o duygu duvarının kırılışını, fark etmiştim. "Bu cümleden-"

 

"Sana da güvenmiyorum." dedim gözlerimi kaçırarak. "Sadece o kadında haz etmediğim şeyler var. Bu gece benimle beraber kalamaz mısın?" Elimi elinin üzerine koyarak yavaşça okşadım.

 

Bu bir manipüle tekniğiydi.

 

"Gözlerime bak." dedi yanağımı usulca okşamaya devam ederken. "Başıma bela olacaksın sen bu gidişle, biliyorsun değil mi?" Sanki onun yanında olmak için can atan benmişim gibi davranması yok muydu?

 

"Abi, stilettolu yengeyi burada rehin tutan sensin hatırlatırım."

 

"Poyraz." dedi bakışlarını yüzümden çekmeyerek.

 

"Efendim abi?"

 

"Odamızdan çık, Poyraz."

 

Burası bizim odamız mı olmuştu yani? Benim neden haberim yoktu?

 

"Eğer sizi baş başa bırakırsam burada birbirinizi parçalarsınız."

 

Kızıltuğ gülümsedi hafifçe.

 

"Tam olarak birbirimizi parçalamamıza engel olduğun için çık diyorum sana zaten. Ama istersen kal ve olacakları izle."

 

Ben bu hallerine belli belirsiz kıkırdarken Poyraz söylediği bu ima dolu cümleyi yanlış anlayarak, "Anlaşıldı, ben hemen çıkıyorum. Kesinlikle sizi bölmem, gözlerimi kapadım bile! Aşağıda bekliyorum seni abi." dedi hızla.

 

Hızla yanımızdan topuklayarak odanın kapısını yavaşça kapattı. Derin bir nefes alırken kapı tekrardan açılıverdi. "Dikkat et kendine yenge, dokuz canın yok!"

 

Kızıltuğ hızla ayağa kalkarak, "Lan şimdi seni-" kapıyı hızla kapatarak koştuğunu hızlı ayak seslerinden anladığım Poyraz, ikimizinde gülümsemesine sebep oldu.

 

O.

 

Ne kadar da güzel gülüyordu aslında.

 

Bu gece ilk defa, Kızıltuğ'un gerçek gülümsemelerinden birini görmeyi başarmıştım. Onun gülüşüne takıldığımı fark etmesiyle yüzünü hızla düşürerek, "Dava için gerekli tüm bilgileri çalışma odasına koydum. Altay denen adamı bulman için tek yolum sensin." dedi ciddiyetle.

 

"Beni burada tutmanın başka bir sebebi var değil mi?" Gözleri kısılırken sessiz kaldı. Devam etmemi bekliyordu. "Yıllardır her işine çomak sokmanın intikamını alacağını düşünmüyorum. Sen benden bu dava dışında da bir şeyler istiyorsun. Nefretinin," parmaklarım sakallarını okşarken acımadan zehrimi akıtmaya devam ediyordum. "Başka bir sebebi var ve her ne için buradaysam, beni buraya kapattığın her gün için pişman olacaksın. Ben senin ellerin arasında patlayan o bomba olacağım. Sonunu ben getireceğim Kızıltuğ." Ses tonumdaki nefret, belli etmemeye çalışsada şaşırmasına sebep oldu.

 

"Ellerim arasında tuttuğum bir bomba olduğun doğru Savcı." dedi gülümsemesi yüzünden eksilmezken. Burnunu boynuma indirerek kokumu derince içine çekti. "Ancak ben bombayı yaratanın ta kendisiyim ve senden korkum yok. Bombanın pimini bizzat ben çekeceğim ve sen, ben ne zaman istersem o zaman patlayacaksın."

 

Ayağa kalkarak, "Üzerindekileri çıkarmak için yanına Gizem'i yollayacağım." dedi adımları kapıya ulaşırken. "Kötü kokuyorsun, seni yıkamam gerekiyor."

 

"Ben senin istediğin zaman istediğini yapacağın bir eşya değilim!" Sesim yükselirken kahkahası tüm koridorda yankılandı. "Elbette eşya değilsin, sen benim kızımsın." dedi beni sahiplenerek.

 

Bunun beni sinirlendireceğini biliyordu ve uğraşmayı çok seviyordu.

 

Bundan bildiğin zevk alıyordu.

 

Aynı şeyi kendim için söyleyemezdim.

 

"Ben kızın falan değilim, senin hiçbir şeyin değilim! Saçma sapan sahipliklerle hitap etme bana!"

 

Sesimi duyduğunu biliyordum ancak umurunda değildi.

 

Beni sinir etmek için öyle söylemişti zaten.

 

Birkaç dakikanın ardından odanın içerisine giren kızıl saçlı kadın, tüm kötü enerjisiyle ban bakıyordu. "Bana bak diye yollamadı seni efendin." dedim üzerime gelmesini umarak. Bu kadında cidden bir şeyler vardı, ben sezilerime fazlasıyla güvenen bir kadındım.

 

Gözleri kısılırken, "Bana bu hasta halinle emir verebileceğini sanıyor musun rehine?" Üzerime doğru gelerek eğildi. "Ecelinin kolları arasında olduğunu unutuyorsun galiba." Bakışlarım onun üzerinde gezinirken sessiz kaldım. Kıyafetlerimi acımadan, sertçe çıkarıyordu. "Üzülüyorum sana." Bakışlarım tekrar ona dönerken, "Sinirini kimseden çıkaramadığın için bana sataşıyor ve üzerimdeki kıyafetlere baskı uyguluyorsun. Hiç mi önemsemiyorlar seni?"

 

Tek gözü seğirirken acımadan bana baktı.

 

"Savcı Ahu, farklı olabilmek için uğraşmanın sonucu mu bu fevriliğin?" Yüzümdeki ifade ışık hızında solarken duyduğum bu kelimeyle içimde patlayan öfkeye engel olamadım. Sol tarafımda duran komodinin üzerindeki bardağı hızla ellerim arasına alarak kafasında patlatıverdim. "Ne farklı olması, o dilini parçalarım senin!" Her yer paramparça olurken acıyla ağlamaya başladı.

 

Kırılan parçalardan birisini ellerim arasına alarak, yaramın açılacağını umursamadan boğazına dayadım cam parçasını. "Senin ecelin de şu an ellerim arasında duruyor, onu ne yapacağız?" Kanlar yere doğru akmaya başlarken cam parçasıyla derin olmayacak bir çizik attım.

 

"Ve bu öksüz kadının zekasını daha hiç bilmiyorsun." diyerek elimde duran cam parçasını elleri arasına zorla aldırarak, boğazıma dayamasına izin verdim. Duyduğum ayak sesleri az sonra bu oda içerisine ulaşacaktı.

 

Hızla üzerime çıkarak beni boğmaya başladı. Yaralı olmasına rağmen hala daha gücünü koruyabiliyordu.

 

"Seni öldüreceğim, bunun bedelini çok kötü ödeyeceksin!"

 

Odanın kapısı ardına kadar çarparak açılırken içeriye giren bedenlere yüzümü çeviremeden, "Kızıltuğ..." dedim acıyla. Canım gerçekten de yanıyordu. "Lan sen ne yapıyorsun!" üzerimde duran kızı hızla alan Poyraz'la göz göze gelirken durumu anlamamış gibiydi.

 

"Bu kadın deli, kendi kafasında bardak kırarak bana suç atmaya çalıştı!" Öksürerek derin nefes alıp veriyor, kendime gelmeye çalışıyordum. "Yetmedi boğazlamaya çalıştı, gelmeseydiniz öldürecekti beni!"

 

Kızıltuğ bakışlarını kısarak durumu anlamaya çalışıyordu. Vücudumda gezinen kehribar gözleri hızla durumu kavrayarak otoriter bir sesle konuşuverdi. "Gizem'i buradan götür Poyraz." dedi fısıldadı, soğukkanlılıkla. "Ardından da sevkiyat için depoya git. Bu gece Ahu'yla kalacağım."

 

Tehlikenin burada olduğunu anlaması gerekiyordu.

 

Tehlike bendim.

 

Yüzünü aydınlatan ışık, yara izini fazlasıyla belli ederken bu yara izini bir yerde daha gördüğümü fark ettim. Ancak neresi olduğundan emin değildim. Güçlü adımları yanıma ulaşarak bedenimi yavaşça yerden kaldırdığında, masumane bir bakışla onu izlediğim gözlerimi korkuyla yere indiriyormuş gibi yaptım.

 

"İlk defa haklı çıktın sanırım Savcı." dedi memnuniyetsiz bir ses tonuyla konuşarak. Üzerindeki kabanı hızla çıkararak yatağıma fırlattı ve bedenimi kolları arasına alarak, ebeveyn lavabosuna doğru götürmeye başladı. "Yaralı halinle kendine zarar verdiğini dile getiriyor. Daha seni yeni uyarmışken üstelik. Böyle bir şeye cesaret edemezsin değil mi?" Kendi kendine soruyordu aslında bu soruyu.

 

Gözleri o kadar ürkütücüydü ki.

 

Hafifçe yutkundum.

 

Arkamızdan bize bakan Poyraz benim oyun oynadığımı anlamış bir şekilde, "Sen harikasın, senden korkulur bayan stilettolu yenge." diye sessizce ağzını oynattı. Dudaklarını okuyabildiğimi biliyordu. Kızıltuğ'un kucağındayken ona hafifçe gülümsedim.

 

Arkamızdan Gizem'in herhangi bir şey demesine izin vermeden ciddiyetle, "Seni daha yeni uyardım, nasıl o kadını bu ellerle boğmaya kalkarsın? Sana olacaklar için hazırlıklı olsan iyi edersin!" dedi.

 

Bu evde Poyraz dışında bana sıcak davranan kimse yoktu ancak onun da bu yakınlığına anlam veremiyordum. Herkese yakın birisiydi bunu biliyordum ama yine de bana karşı olan tavrı fazla samimi geliyordu.

 

"Kızıltuğ." dedim hafifçe yutkunarak. "Ağrı kesici krem var mı?" Bakışları yaramda gezinirken, "Çok mu ağrıyor?" dedi sakince. Ciğerlerime derin bir nefesin dolmasını sağlayarak, beni küvetin içerisine koymasına izin verdim.

 

Bakışları kasıklarımda ve karnımda gezinirken, "Sana kremi kendi ellerimle süreceğim ama beraber duş aldıktan sonra." dedi ciddiyetle.

 

Gözlerim hızla irileşti. "Ne yani, beraber mi duş mu alacağız!" Ses tonumun istemsizce yükselmesine engel olamamıştım.

 

Gözleri hafifçe kısılırken, "İstemiyor musun?" dedi imayla bedenimi inceleyerek. "Yoksa duş alırken bana kendini bırakmaktan mı korkuyorsun? Vücuduna değen tek şey su olmayacak çünkü."

 

Manda ayısı!

 

Sesindeki dalgadan benimle uğraşmak için böyle konuştuğunu anlamıştım.

 

"Benimle uğraşmak hoşuna mı gidiyor? Gidip başkasına sarsana sen, neden benimle uğraşıp duruyorsun?"

 

Hafifçe burnuma vurarak, "Sen kollarım arasındayken böyle aptallaşıyorsun ve bu halin çok hoşuma gidiyor." dedi.

 

Benimle cidden eğleniyordu.

 

Başımla sessizce onaylayarak dudaklarımı aralama zahmetine bile girmedim. Altımda yer alan eşofmanı çıkarmamıştım ve o ellerini iplerinde gezdirerek, "Yardımcı olmamı ister misin?" dedi niyetini belli ederken.

 

"Arkanı dön." dedim gözlerimi kehribar gözlerine dikerken. Bana yardımcı olmasını istemiyordum. Düşmandan gelecek olan el, gün gelir zehir de olurdu. Altımdaki eşofmanı güç bela çıkarmayı başarırken, "Dönebilirsin." dedim tekrardan. "Yaraya su temas etmemeli bu yüzden seni yıkamama izin ver."

 

Başka bir çarem de yok gibi duruyordu.

 

"Evde yer alan diğer çalışanlar beni yıkasa? Diğerleri nerede?" Yüzü aniden gerilerek işittiği bu cümleyle sakin kalmaya çalıştı. "Evde geride kalan kırk beş korumadan birinin seni yıkacağına izin vereceğimi sanıyorsan yanılıyorsun. Tek kadın Gizem'di, onunla girdiğin münakaşa sonucu bence bir araya gelmemelisiniz."

 

"Neden bu kadar sakinsin?" Şu an bana zarar verdiği için ona zarar vermesi gerekiyordu. "Şu an en kötü ihtimalle ona zarar veriyor olman gerekiyordu." Parmakları arasına aldığı şampuanı saçlarıma özenle sürerken sadece gülümsemekle yetindi.

 

Gömleği dirseğine kadar kıvrılmış bir haldeydi ve şu an o kadar yakışıklı duruyordu ki, onu böyle gördüğüm ve güzel bulduğum için kendimden utandım.

 

Kol kasları vardı ve belli ki spor yapıyordu. Ona bakakaldığımı fark ederek istemsizce gülümsedi. "O gözlerin, çok yanlış yerlere bakıyor. Beni böyle yiyecekmiş gibi bakarsan bu duştan ikimizi de sağ çıkarmam."

 

Gözlerimi kıstım hafifçe.

 

"Bunu yapacak cesaret sende var mı Kızıltuğ? Daha benimle aynı havayı soluyamıyorsun."

 

Tek kaşı havalanırken ona karşılık vermeme şaşırdı belli etmemeye çalışsada. "Beni hafife alıyorsun, ben şaka yapmam. Sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın ve ben bu duşun içerisinde ikimize de acımam yavrum."

 

Yüzüm istemsizce düşerken o da gerçekliğe uyanmış gibiydi.

 

Onun kim olduğunu unutma Ahu.

 

Duş başlığını elleri arasına alarak saçımı arkamdan suyu akıtacak şekilde dökmeye başladı. "Saçların yumuşacık." dedi konudan bağımsız bir şekilde. "Kim bu kadar okşuyor saçlarını, o it mi?"

 

Cevabını bildiği bir soru soruyordu aslında.

 

Gözlerim gözleriyle kesişirken kendime engel olamayarak dürüstçe cevap verdim. "Kimse." dedim soğukkanlılıkla. "Kimse okşayamamıştı saçımı, bu saçlara dokunan ilk adamsın sen Kızıltuğ." duyduğu bu cümlenin benim için ağırlığını anlayabiliyordu.

 

Bunu söylerken kendimi kötü hissetmiştim.

 

Benimle ilgili bir şey duymasını, bir şey öğrenmesini istemiyordum. Ben gizli bir kutuydum ve öyle kalacaktım.

 

Ahu Vural, sahte ailesiyle hayatını devam ettiren normal bir savcıydı. Bu cümlede doğru olan tek şey vardı. O da savcı olduğum. Annem gerçekte kayıptı ve ben onu bulabilmek için Savcı olmuştum.

 

Torpille.

 

Hayallerimi bir kenara bırakmıştım.

 

"O halde sadece ben olayım." dedi saçımı okşamaya devam ederken. "Benden başka kimse okşamasın saçlarını."

 

"Söz." dedim gözlerinin içine bakarak. Burnuma fiske atarak, "Siz hukukçular seversiniz yalanı." diyerek kendisini geriye çekti. Gerçekte aslında konuşmaya açık birisiydi. Sırtımı köpürtmesinin ardından suyu dökerken aniden bana döndü bakışları.

 

Kısa bir an ikimiz de burada sıradan Ahu ve Karan gibi normal iki insan olmayı başarmıştık.

 

Sanki düşman değilmişiz gibi.

 

Sanki katil değilmiş gibi.

 

Sanki Savcı değilmişim gibi.

 

Yüzü hızla eski halini alırken, "Bitti." dedi buz gibi ses tonuyla. Sesinde yer alan bu soğukluğun tüm bedenimi sardığını hissettim sıcak su içerisinde olduğum halde. Göz bebeklerim onun üzerinden çekilerek yavaşça ayağa kalkmamla, son buldu.

 

Beyaz bir bornoz uzattı bana. "Al, giy bunu." Başkasının vücuduna değen şeyi giymezdim ben. Gözlerimle o bornozu parçalayacakmış gibi bakmamı fark etmesiyle, "Korkma." dedi nefretle. Ardından bornozu hızla yüzüme fırlattı umursamaz gözükmeye çalışırken. "Her şey yeniletildi. Ve senin temas ettiğin her şey günün sonunda tek bir yeri boylayacak Savcı." Adımları odanın dışına doğru ilerlerken, "Çöpü!" diye bağırmayı ihmal etmedi.

 

Ancak Karan Kızıltuğ, ben senin o kilitler vurduğun kapının bir zincirini çözmeyi başardım.

 

İşte bu yüzden kork benden.

 

Elinde tuttuğun bomba, senin elinde patlayacak.

 

Adımlarım odanın içerisine ilerlerken her yer temizletilmişti. Üzerimi giyinerek aşağıya inecektim...

 

3 saat sonra

 

Gece saat 3'ü geçiyordu ve Kızıltuğ'la beraber şöminenin bize eşlik ettiği büyük odanın içerisinde oturuyorduk. Normalde bu gece ne sevkiyatı olduğunu bilmediğim yere Poyraz'la beraber gidecekti ancak beni dinlemişti.

 

Bizim için çok nadir bir andı.

 

Yanımızda duran Gizem'den bahsetmiyordum bile.

 

Yaralı haline rağmen elindeki ne olduğunu bilmediğim belgeleri okuyor ve çalışıyordu.

 

İçeriye giren yabancı bir bedenle gözlerim çakışırken, "Abi." dedi yabancı bir ses. Elinde tuttuğu viski bardağını kenara bırakıp, ayağa kalkan Kızıltuğ, "Gel Ateş." dedi eliyle boş deri koltuğunu göstererek. "Poyraz abi gelmek üzere ancak bir sorun var."

 

Elinde duran belgeleri cam sehpaya koyarak bakması için sessizce başını yere eğdi. "Ne bu?" Cevap beklemeden eline aldığı belgeleri okumaya başladı hızlıca. Ardından bakışları nefretle bana dönerken içeriye bahçe camından giren Poyraz, "Abi!" diye bağırdı. "Sevkiyat elimizde patladı, Pamir Alabağ'ın adamları oyuna getirmeye kalktı bizi ancak malları kurtarabildik."

 

Bakışları Kızıltuğ'un elinde duran belgelere kayarken içerisinde ne olduğunu biliyor gibiydi. "Adamları toplayıp baskın yapalım, seni hafife alacak kadar yürek yemişler." Kızıltuğ'un yanına ilerleyerek karşısında durdu.

 

"Sen ne saçmalıyorsun, nasıl sevkiyat patladı anasını satayım? Yapacağınız tek şey uyuşturucuları teslim etmekti!"

 

Onları zamanında basmama rağmen hala daha devam ediyordu demek bu işe.

 

"Ben ne olduğunu bile anlayamadan adamları etrafımızı sardı ve 'Efendine söyle, malları ödemeden alıyoruz. Siz itlerini üzerimizden salsın, Vural'lar ödeme yapmaz, çökerler.' dedi ve hepsini çuvalladılar."

 

Vural'lar mı?

 

O telefonda geçen cümleler kulağımda tekrardan çınladı. Poyraz, oyun mu oynuyordu? Gözlerim istemsizce kısılırken bu durumu anlamaya çalışıyordum. "Adamlara gerek yok, tek gideceğim." dedi umursamazca. "Sen tabutu hazırla, bu gece kanlı bitecek."

 

Kızıltuğ'un karşısında kimse duramaz sanıyorduk ancak demek ki bu algı kırılmaya başlanmıştı. O da herkese dersini vermek için uyarı çekecekti kendince.

 

"Bu belgeler." dedi bakışları bana dönerken. "Bunun hesabını bana vereceksin!"

 

Belgeleri nefretle masaya fırlatırken kayıtların içeriğinin yazıldığını gören gözlerim, fotoğraflara doğru ilişti. Maskeli katil kulağını bana yaslamış bir şekilde bana bir şeyler anlatılırken kamera kayıtlarına görüntülerimiz net bir şekilde yansımıştı.

 

Poyraz önce fotoğraflara ardından gerginlikle bakışlarını bana çıkardı. "Şu an en son konuşacağımız şey bu olmalı abi." dedi beni savunarak. "Hem stilettolu yenge boğuluyordu, biliyorsun." Kızıltuğ bakışlarını ona çevirirken, "Gerçekten mi?" der gibi bakıyordu ona.

 

Gizem'e nefretle bakıyordu.

 

"Hala daha burada durabiliyor musun? Çıksana kızım odana!" diyen Poyraz'a karşılık Gizem ayağa kalkarak yavaş adımlarla karşımıza geçti. "Ben Karan'dan emir alıyorum Poyraz, senden değil. Burada işime devam edeceğim."

 

Karan?

 

Herkes Kızıltuğ diyorken o, adıyla hitap edebiliyordu.

 

Gözlerim gözleriyle kesişirken gözlerini devirerek geri yerine oturdu.

 

Tam bu esnada telefonuma bir bildirim düştü. Daha telefonu elimden almamıştı hala daha bendeydi ancak her hareketinin dinlendiğini ve telefonumdaki bildirimlerin ona da gittiğinden adım kadar emindim.

 

Mesaj bilinmeyendendi.

 

"Yanlış adamı seçtin, ben de oyunu sana çevirdim. Anneni rehin alan adamı iyi izle, onu öldürmelisin tez vakitte. Anneni beraber bulalım, bu oyunda elimi tutmalısın. Ölen tüm herkesin sonucu sensin, benimle bir olmazsan sana da acımam elenirsin. Tüm suçu sana atabilirim ama ikinci bir şansı herkes hak eder bilirsin. Tut elimden, intikamına ortak olayım tüm her yerden. Gücün, gücüm sonları olsun Efil Vural."

 

Maskeli katilin istediği bir şey vardı.

 

 

Efil Vural'ı istiyordu.

 

Bu isim.

 

Efil...

 

Karan'ın yıllar önce bana söylediği isimle aynıydı.

 

Ben Ahu Vural'dım.

 

Peki ya kimdi bu Efil Vural?

 

Acaba o isimde bir kadını bana mı benzetiyordu? Belki ölmüştü ya da kaçmıştı.

 

Her bir cinayetin kurbanının bedeninde bir yerlerde yer alan mektuplar artık geride mi kalmıştı yani?

 

Onca derdimin arasında birde başıma bela olan bir katille mi uğraşacaktım?

 

Yakalanma korkusunun getirdiği o adrenalinle mesajı hızla sildim.

 

Her şey daha beter arap saçına dönecekti, bu daha başlangıçtı.

 

"Merak etme." dedi Kızıltuğ bakışlarını benim üzerimden çekip, adımları evin kapısına doğru ilerlemeye başlarken. "Kötüye hiçbir şey olmaz. Tercihinin sonucunu yaşadı o. Kafasında kırmasaydı, Gizem onu boğmaya kalkmazdı değil mi?" Gözlerimiz aynı anda büyürken Kızıltuğ'un bunu yemediğini şu an fark ediyorduk.

 

Demek Gizem'e inanmıştı.

 

"Üzerine düzgün bir şeyler giy Savcı." dedi kabanını elleri arasına alıp tekrardan yanıma adımlayarak. Telefonuma neden baktığımı sormamıştı.

 

Kızıltuğ'un telefonuna ulaşıp ne olur ne olmaz kontrol etmem gerekiyordu.

 

"Kabanı," parmaklarımla siyah uzun kabanı işaret ettim. "Elinde tuttuğun kabanı üzerime giymek istiyorum."

 

Büyük ihtimalle telefonu cebindeydi ve o kabanı giymem gerekiyordu.

 

Bana nefretle bakan adının Ateş olduğunu öğrendiğim adama karşı bakışlarım kayarken aynı şekilde ona bakıyordum. Kızıltuğ'un gözleri anlamsızca kabanına iniyorken neden istediğimi düşünüyordu.

 

Aklıma gelen ilk yalanı söyledim.

 

Amacım beni nefretle izleyen Gizem'i delirtmekti çünkü.

 

"Kokun Kızıltuğ, kokun beni rahatlatıyor. Hem kalın hiçbir şeyim yok. Bu yüzden onu giymek istiyorum." Yanıma adımladı yavaşça. Bakışları koltukta sargı bezleriyle başı sarılmış kadına dönerken bunu neden söylediğimi çabuk kavradı ancak bozmadı beni.

 

Hoşuna mı gitmişti onun?

 

Saçmalama Ahu, senin nefret ettiğin gibi o da senden nefret ediyor!

 

Özenle elinde tuttuğu kabanı bana giydirirken, "Seni rahatlatan tek şey kokum olmamalı Savcı." dedi yüzündeki maskeyi düşürerek. "Ben yanında duruyorken, kabanımın işlevsiz kalması gerek, anlıyorsun değil mi? Kabana değil, bana sarılmalısın."

 

Benim nabzımı ölçüyordu, şu an yüzüne maske takıyordu. Kızıltuğ'un hastalıklı olduğunu düşünüyordum. Belki bipolar olabilirdi tam olarak emin değilim ancak sağlıklı olmadığı kesindi.

 

Kabanın cebine gitti ellerim. Telefon buradaydı, fark etmediği bir an da mesajlarını kontrol etmeli ve daha sonrasında telefonu ona vermeliydim.

 

Gözlerim yavaşça kısılırken sessiz kaldım. Düğmelerimi özenle kapattıktan sonra dudakları arasından dökülecek olan o zehir cümleleri dökmekten gram çekinmedi.

 

Gerçek yüzüyle karşı karşıyaydım şu an da.

 

"Bu gece benimle geliyorsun ve amcan Doğan Vural'ı ve Kulaksız'ı ziyaret edeceğiz. Amcanı bizzat kendin öldüreceksin."

 

 

Bahsettikleri Doğan Vural benim evlat edinilmiş gösterdiğimiz ailemdeki amcamdı. Yani öz amcam değildi.

 

O böyle pis işlerle uğraşmazdı, nasıl uyuşturucu almış olabilirdi?

 

Babam kendisini ölü gösteriyordu ve ben kayıp olan annemi arıyordum. Bu süreçte daha ben küçükken kimliğim tamamıyla değişerek babamın kendi kurduğu plan doğrultusunda üvey bir aileye verilmiş ve kendi kurduğumuz hayatı yaşamaya başlamıştım.

 

Babamın şu an yaşadığı bilinirse eğer, Kızıltuğ'lar sağ bırakmazdı.

 

Çünkü Karan'ın annesi benim babam tarafından rehin tutuluyordu ve onlar babamın ölmediğini, hepimizin saklandığını biliyorlardı. İkizim babamın yanında, yurt dışındaydı.

 

Beni neden yurt dışına götürmelerine izin vermediklerini bilmiyordum. İntikamımızı ancak sen alırsın diye diye beni ülke içerisinde tutarak bir nevi günah keçisi ilan etmişlerdi.

 

Annem yüzünden Karan'ın ailesi dağılmıştı. Annesi annemden nefret ediyordu çünkü annemle babası yasak aşk yaşıyorlardı.

 

Karşımda annemi rehin alan adam vardı ve ben, onun yüzünden gerçek olmayan ailemden birini katletmek zorunda kalacaktım. Doğan amca babamlarla iletişimde olan birisiydi.

 

Çok geç fark edecektim ancak bu, Karan Kızıltuğ'un intikamının bir parçasıydı. O, kurunun yanında yaşı da yakıyordu.

 

Düşmanının eline bir koz geçerse eğer, acımadan onu kullanır.

 

Ben de bunun sonucunu yaşıyordum şu an.

 

Poyraz hafifçe yutkunurken, "Sakin ol." diyerek dudaklarını oynattı hafifçe. Ben, hiç kimseye güvenmeyen ben onun bu sözüne tutunmak istedim bu dakikada.

 

"Abi, bayan yenge şu an iyi değil ve bence-"

 

"Poyraz." dedi otoriter bir ses tonuyla. "Savcı'nın nasıl olacağına bırakta ben karar vereyim kardeşim. Sana fikir beyan et dedim mi ben?"

 

Poyraz hızla başını yere doğru eğdi.

 

Cevap vermemesi sinirlendiriyordu.

 

"Soru sordum, cevap versene lan bana! Konu Savcı olunca bülbül gibi şakıyorsun, bu kadını düşünmesi sana mı düştü?" Gözlerimi kapattım hafifçe, çok çabuk sinirleniyordu.

 

"Affet abi, sınırımı aştım."

 

Kızıltuğ'un bakışlarını üzerimde hissediyordum.

 

"Gözlerini aç ve bana bak." Onun sesinin sertleştiğini hissediyordum. Gözlerimi açmaya cesaret edemezken, soğuk parmaklarını yanağıma yerleştirirken hafifçe okşadı. "Gözlerin, gözlerim dışında hiçbir şeyi görmesin istiyorum. Sana bir sürprizim var, o yüzden bana bak."

 

Hafifçe gözlerimi aralayarak onun kehribar gözleriyle gözlerimin çakışmasına izin verdim. Gözleri o kadar nefret dolu bakıyordu ki, hani dudaklar yalan söyler ama bakışların sahtesi yoktur diyorlardı ya.

 

Bu, Kızıltuğ için tam tersiydi.

 

Onun dudakları doğruları döküyorken gözleri yalan söylüyordu.

 

Nefretle bakıyordu bana.

 

Kendi adaletini yazarken benim adaletimin üzerini çiziyordu. Ellerim arasına ikimizin baş harfinin yazılı olduğu silahı özenle ellerim arasına bırakarak, "Bu silahı sana vermek için nasıl can atıyorum bilemezsin. Amcanı öldürmeye hazır ol Savcı." dedi gülümseyerek. "Eğer amcanı gözümün önünde öldürmezsen o adamı, yatalağı acımadan ben öldürürüm."

 

Edim'i bana karşı kullanacağını biliyordum.

 

Karan Kızıltuğ, kalbi kararmış bir adamdı.

 

Mafyaya mahkum olan bir Savcı'nın hikayesinin mutlu bitmemesi için elimden geleni yapacaktım. Onun gideceği son yer, mezar olacaktı çünkü.

 

Edim'i konuşturabilmek aylarımı vermiştim ve ondan öğreneceğim çok şey vardı. O, annemin eski bir arkadaşıydı ve kaza geçirmeden önce onunla iletişim kurabilmiş olan son kişiydi. Annemin nasıl olduğunu nerede tutulduğunu ve ona ne yaptıklarını biliyor olabilirdi.

 

Herkesi kandırarak sanki bir dava için Edim'e ihtiyacım varmış gibi davranıyordum ancak gerçek işte tam olarak buydu. Bu adam, benim için kilit noktaydı ve aylar önce aniden geçirdiği kaza sonucu felç kalma riskine sahipti.

 

Hala daha tedavi görüyordu.

 

Konuşuyor olsa bile bilinci gidiyordu ve iyileşmiş sayılmazdı.

 

Onun iyileşmesi için elimden geleni yapmak zorundaydım çünkü annemi bulabilmemin iki yolu vardı.

 

İlki, Edim'di.

 

İkincisi ise Kızıltuğ.

 

Ve maalesef ki ikinci şık, benim için fazlasıyla tehlikeliydi. Ölümün kıyısında gözüm kapalı ince bir iplik üzerinde yürümem kadar tehlikeliydi. Benim gerçek kimliğimi öğrendiği an yaşatmayacağını biliyordum.

 

Hala daha babamları arıyorlardı çünkü.

 

Bir davayı çözmek için girmeye zorlandığım bu yolda bambaşka şeylerle devam ediyor, mahkum ediliyordum.

 

Davayı çözüp kurtulmak istiyordum. Kurtulduğum ilk anda da intikamımızı güzel bir şekilde almayı başaracaktım.

 

Üvey ailemin katili olabilecek miydim? Sırf kendi çıkarım, annem için bencil olabilecek miydim?

 

Karan Kızıltuğ'un da dediği gibi, doğru ya da yanlış tercihlerimizin sonucunu yaşıyorduk.

 

Kulağıma eğilerek fısıldamadan hemen önce dudaklarını yavaşça kulak mememe bastırdı. "İçindeki adalet duygusuna ihanet etmeye, bu mafya yüzünden Hazır mısın Savcı, seninle daha çok eğleneceğim."

 

Ardından gülümsediğini hissettim. "Unutmuşum, sen zaten adalete çalışan bir savcı değilsin. Sen davaları kendi lehine çeviren hain bir kadınsın. Bu senin için basit bir çerez olacak."

 

.

 

.

 

.

 

Sorularınız olursa buraya fırlatabilirsiniz!💖

Bölüm : 27.01.2025 21:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...