
Merhaba 👋
ÖNEMLİ❗️❗️
Arkadaşlar pano bölümüne arada gelin sohbet edelim. Oradan bölümler hakkında bilgi veriyorum. Sizinle etkileşimde olmak beni mutlu ediyor. Bekliyorum sizleri. Öpüldünüz♥️
Bölümü yıldızlamayı unutmayın lütfen😘
Bol bol yorumlarınızı bekliyorum, ballarım.🍯
Umarım beğenirsiniz💜
İyi okumalar🐣
🍯
Sabah namazına kalktıktan sonra uyumamıştım. Dava hakkındaki düşünceler beynimi istila etmişti. En sonunda dayanamayıp hazırlanmaya başladım.
Siyah blazer ceketimi, beyaz gömleğimi ve kumaş siyah pantolonumu dolabımdan alıp giydim. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra siyah şalımı bağladım. Çantamın içine gerekli eşyaları da koyduktan sonra odadan sessizce çıkıp aşağı adımladım. Ayakkabılıktan siyah stilettolarımı elime alıp evden çıktım.

Kapının önündeki terliklerimi ayağıma giyip arabamın yanına ilerledim. Ali Asaf'ın camına baktığımda kapalıydı. Uyuyordu büyük ihtimalle.
Arabaya binip yola koyuldum. Yol boyunca dava hakkında kendi kendime tez ürettim. Arkadaşları çok şüpheli geliyordu gözüme. Ya olay yaşanırken şahit oldular ya da bizzat kendileri olayı gerçekleştirmişlerdi.
Merkeze gitmeden kendime ve ekibe kahve almıştım. Elimdeki kahveler ile merkeze girdim.
"Günaydın, arkadaşlar."
"Günaydın, savcım." Elimdeki kahveleri masanın üzerine bıraktım.
"Afiyet olsun." diyerek Akın ve benim kahvemi alıp odasına ilerledim.
"Sağolun, savcım."
Evden çıkarken mesaj atmıştım merkeze gelmesi için. Odaya girdiğimde ayakta uyukladığını gördüm. Kapıyı biraz sert kapatıp uyanmasını sağladım.
"Savcım, hoş geldiniz." diyerek ayaklandı. Bir eli ile de gözlerini ovuşturuyordu. Bu halini Alkım'a anlatmazsam ölürmüşüm.
"Al şu kahveyi iç de kendine gel. Gün aymamış sana daha. Bir an önce aydınlansın çünkü bugün çok işimiz var." Elimdeki kahveyi alması için uzattım.
"Teşekkürler, savcım." Kahveden büyük bir yudum aldı hemen. Bende elimdeki eşyaları bırakıp koltuklardan birine oturdum.
"Evet, var mı bir gelişme? Artık çıkmış olsun şu otopsi." dememle kapı tıklatılıp açıldı. Elinde kağıtlarla adli tıptan Defne gelmişti.
"Günaydın, Asel savcım. Günaydın, komiserim."
"Günaydın, Defne. Evet, çıktı mı sonuçlar?" dedim. Elindeki kağıtları uzatınca hızla elindekileri alıp göz gezdirmeye başladım, bir yandan da Defne'yi dinliyordum.
"Savcım, maktül uzun bir süre şiddet görmüş. Boynu bıçak ile kesilmeye çalışılmış ama bıçak keskin olmadığından kesememişler büyük ihtimalle. Boynunda aynı zamanda iple boğulma izleri de mevcut. Tam kalbine denk gelmeyen bıçak izleri de mevcut. Karın kısımlarında da bıçaklanmalar var. Yani sayısızca farklı yerlerinden bıçaklanmış. Ayrıca rahminde zorlanmalar var ama herhangi bir dna'ya denk gelemedik. Maktül'ün ölme sebebi ise canlı canlı yanması ile gerçekleşmiş." diyerek baştan sona anlattı.
"Vücudunun herhangi bir yerinde dna'ya rastlanıldı mı peki?"
"Elimizde bir kadın dna'sı mevcut. Tırnak aralarında bulduk. Bu dna ise Sude Gün'e ait." demesiyle kafamda şimşekler çakmıştı.
"Tamam, Defne. Teşekkürler her şey için. Sen çıkabilirsin."
"İyi çalışmalar, savcım." diyerek odadan çıktı.
"Akın, Sude Gün cesedi bulan şahıstı değil mi?"
"Evet, savcım."
"Hemen Sude Gün'ü ve Sıla Özcan'ı ifadeye getirin." dememle onaylayıp odadan çıktı. Telefonumun çalması ile masanın üzerinden alıp ekrana baktım. Ali Asaf'ın aradığını görmemle gülümseme yayıldı yüzüme. Açıp kulağıma götürdüm.
"Efendim."
"Nasılsın, güzelim?" Sesi uykudan yeni uyandığını belli ediyordu. Boğuk ve kalın.
"İyiyim merkeze geldim, sevgilim. Sen nasılsın?" Masanın üzerindeki kahvemden bir yudum aldım.
"Yeni uyandım bende. Araban kapının önünde olmayınca anladım gittiğini. Kahvaltını yaptın mı?"
"Daha yapmadım, sevgilim. Birazdan yaparım. Sen ne zaman çıkacaksın?" Kahvaltı işini aklıma not etmiştim. İşe daldığım için çoğu zaman unutuyordum.
"Yarım saate çıkarım. Kolay gelsin, güzelim. Kahvaltı yapmayı unutma." Dedi kesin bir dille.
"Tamam, yapacağım mutlaka. Görüşürüz, dikkat et kendine."
"Sende, yavrum." diyerek kapatmıştı. Telefonu bırakarak kahvemi elime aldım. Bir yandan kahvemi içiyor bir yandan da dosyayı gözden geçiriyordum. Olayla ilgili tahminlerim doğru çıkacaktı galiba. Kapının tıklatılıp açılmasıyla oraya döndüm.
"Savcım, Sıla Özcan sorgu odasında. Sude Gün birazdan burada olur." diyen Akın'ı onayladım.
"Gidelim, bakalım." Sıkıntıyla nefes verip dosyayı masaya koydum. Ayağı kalkıp üzerimi düzelttirip odadan çıktım.
Sorgu odasına gelince camdan bir süre Sıla Özcan'ı inceledim. Tedirgin görünüyordu. Akın ile birlikte cam bölmenin yanındaki kapıdan içeri girdik. Sıla'nın gözleri bize dönmüştü hemen. Karşısına yan yana oturduk ve elimdeki dosyayı masaya bıraktım.
"Evet, Sıla Özcan. Buraya neden getirildiğini biliyor musun?" diyerek konuşmaya başladım.
"Bilmiyorum." dedi titreyen sesi ile.
"Ben sana hemen anlatayım neden geldiğini. Tanımadığınızı iddia ettiğiniz maktül'ün üzerinde dna örnekleri bulduk. Aynı zamanda bir kayıp ihbarı geldi ve bu ihbar sizin üniversitenize kayıtlı Hayat Tan'a aitti. Uzun süredir haber alınamıyormuş. En son görüldüğü yer ise okul. Okuldan çıkarken yanında iki kişi varmış. İkisi de kadın. Bu kadınlardan biri sen diğeri ise Sude Gün. Çok yakın üç arkadaş olduğunuzu öğrendik. Arkadaşınızın kayıp olduğunu biliyor muydun?" diyerek elimizdeki kanıtlardan biraz bahsettim. İtiraf etmesi için biraz üzerine gitmem gerekiyordu.
"Be-n b-bilmiyordum." dedi kekeleyerek. Asla göz teması kuramıyordu.
"Bir insan yakın arkadaşının kayıp olduğunu nasıl bilmez! O gün okulun bahçesinde kavga ettiğinizi söyleyen şahıslar var. Ne için kavga ediyordunuz?"
"H-hatırlamıyorum." diyerek ağlamaya başladı.
"Hayat'ın kaybolduğu günden beri okula da gitmemişsiniz. Neredeydin? Neden gitmedin okuluna? Yoksa arkadaşınızı öldürmekle mi meşguldünüz?" dedim sakin bir sesle.
"B-ben y-yapmadım." dedi hızlıca. Sinirle ayağı kalkıp masanın yan tarafına geçtim. Ellerimi masaya dayayıp önüne doğru eğildim.
"O gün neden ormanlık alandaydın o zaman? Gecenin bir yarısında orada ne yürüyüşü yapıyordunuz? Kimsenin olmadığı yerde sizin ne işiniz vardı? Yoksa orada yatan yakın arkadaşınız Hayat mıydı?" dedim yüksek sesle. İyice ağlamaya başlamıştı. Konuşmayacağını anlayınca üzerine gitmeye devam ettim.
"Nerede öldürdünüz? Hayat Tan'ı öldürme amacınız neydi? Cevap ver!" Daha çok bağırarak elimi masaya vurdum.
"Ben yapmadım. Yemin ederim ben yapmadım. Hayat'ı ben öldürmedim." Hayat olduğunu kabul etmişti. İşte şimdi çorap söküğü gibi devamı gelecekti.
"Kim yaptı o zaman?! Sen yapmadıysan kim yaptı? Neden oradaydın?" dedim elimi masaya vurarak tekrar. Ağlaması iyice şiddetini artırmıştı.
"Ben engellemeye çalıştım. Yapma dedim. İlk başta böyle olacağını bilseydim yardım etmezdim. Ben yapmadım." dedi ağlamaları arasında.
"Hayat Tan'ı kim öldürdü, Sıla?" Dedi Akın.
"Sude'ye yapma dedim. Engel o-olamadım. H-Hayat ö-özür dilerim. Engel olamadım. Özür dilerim." diyerek başını masaya yaslayıp hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Sıla kendine gel. İç şu suyu ve en başından anlat bize olayı." diyerek açılmamış şişeyi önüne uzattım. Suyu alıp bir iki yudum titreyerek içti. Boğazını temizleyerek konuşmaya başladı.
"Sude, Hayat ve ben çok yakın arkadaştık. Kardeş gibiydik. Sürekli birlikte takılırdık, ayrılmazdık hiç. Sonra üniversite ikinci sınıfta Sude'nin sevgilisi oldu. Hayat'ın tanıdığı sayesinde tanışmışlardı. Sude delicesine seviyordu onu. Murat'da Sude'yi öyle seviyordu. Üçüncü sınıfa kadar aralarında bir sorun yoktu hiç. Ama bir zaman sonra Murat, Sude'den uzaklaşmaya başlamıştı. Kısa bir süre içinde de ayrıldılar ama Sude asla peşini bırakmadı. Murat'ı takıntı haline getirmişti. Üniversite dördüncü sınıfların mezuniyetine katılmıştık. Murat da oradaydı. Sude'nin gözleri sürekli onun üstündeydi. Murat biraz zaman geçtikten sonra masamıza gelip Hayat'ı dansa kaldırmıştı. Zaten ne olduysa o andan sonra olmaya başlamıştı." diyerek nefeslenip suyundan bir yudum daha aldı.
"Sude çıldırmıştı. Elinde olsa oracıkta ikisini de öldürecekti. O gecenin ertesi günü okula gittiğimizde bahçede Hayat ve Murat'ın konuştuğunu gördük. Sude'nin Hayat'a olan nefreti iyice büyümüştü. Hafta sonu Sude benim evime geldi ve benden yardım istedi. Hayat'a sadece küçük bir ders vermek istediğini söyledi. Ben aslında Hayat ile iyi anlaşırdım ama ailem sürekli onu bana örnek göstermesine sinir oluyordum. İçimdeki bu kıskançlık Sude'nin teklifini kabul etmeme itti. Ama böyle olacağını bilseydim asla kabul etmezdim. Hayat'ı arayıp buluşmamız için ısrar ettim. O da kabul edince Sude'nin arabasıyla evinden almaya gittik. Onu evinden alıp ıssız bir yere gittik. Yarı yolda Hayat bir terslik olduğunu anlamıştı ve kaçmaya kalkışmıştı. Sude yanındaki bıçağı çıkarmasıyla Hayat korkuyla ben ise şokla bakmıştım ona. Çünkü benimde haberim yoktu böyle bir şeyden." dedi ve durakladı.
"Evet, devam et. Sonra ne oldu?" dedim.
"Hayat'ın ellerini ve ayaklarını bağlamamı söyledi ama ben yapmak istemediğimi söyleyince delirdi. Yapmazsam beni de öldüreceği söyledi. Korktum. Yapmak zorunda kaldım. Hayat'ı bağladıktan sonra ona vurmaya bıçak ile kesikler atmaya başladı. Zorla bana da yaptırdı. Kaç saat orada ona işkence ettik bilmiyorum. Hayat onca şiddete rağmen kendindeydi. S-sonra Sude Hayat'ın üzerini soymaya başladı. Arabadan gidip uzun ve kalın bir şey getirdi. Onunla ne yapacağını sorgulayamadan o şey ile Hayat'ın rahmine işkence uyguladı. O anki korkuyla ne yapacağımı bilemedim. Sadece sessizce izleyebildim. Hayat'ın o yardım çığlıkları kulağımdan gitmiyor." diyerek iki eli ile kulaklarına baskı uyguladı.
"Devam et." dedim sinirle.
"Bir zaman sonra Hayat acıya daha fazla dayanamadı. Öldü zannettik çünkü çok fazla kan vardı. Korkuyla ne yapacağımızı söyleyip durdum. Sude çok rahattı. Kanlar içinde yerde yatan Hayat'a bakıp gülüyordu. Ben deli gibi ağlıyordum. Sude sesimi kesmezsem benim sonumun da öyle olacağını söyledi. Ondan kurtulmamızın en iyi yolu yakmamız olduğunu söyledi. Bende kabul ettim. Eğer bu olay duyulursa hapse girmekten korktum. Şehirden uzakta çevremizde kimse olmadığı için onu orada yaktık. Tanınmayacak hale gelene kadar yandıktan sonra söndürdük. Sonra arabaya koyup başka bir yere götürmeye karar verdik. Başka bir yere bırakıp sanki biz onu tesadüfen bulmuşuz gibi polisi arayacaktık. Saat çok ilerlediği için ertesi gün başka bir yere götürmeye karar vermiştik. Cesedi arabanın bagajında bırakıp evlere dağıldık. Ertesi gün hava karardıktan sonra o ormana götürüp bıraktık. Sonra da sizi aradık zaten." dedi.
İşte bitmişti. Gerçeği öğrenmiştik sonunda. Rahat bir nefes verip arkama yaslandım. İfadeden sonra Sıla ve Sude'yi sulh cezaya sevk etmiştim. Hakim'e gerekli delilleri ileterek Sude'nin cinayetten, Sıla ise suça yardım ve yataklıktan yargılanmıştı. Sonuç ise Sude'ye müebbet, Sıla'ya ise 20 yıl hapis verilmişti.
Asaf aramış biraz erken çıkmamı istemesiyle saat iki üç gibi adliyeden yorgun bir şekilde çıktım. Arabasına yaslanmış beni bekleyen bir adet Ali Asaf ile karşılaştım. Hızlı adımlarla yanına adımlayıp kollarımı boynuna doladım. O da hemen ellerine belime dolayıp burnunu boyun girintime sokmuştu.
"Yorgun görünüyorsun, güzelim." dedi belimdeki kollarını iyice sıkılaştırarak. Kokusunu içime çektim derince.
"Seni görünce bütün yorgunluğum gitti." diyerek gülümsedim. Onun da tebessüm ettiğini hissettim. Biraz uzaklaşıp alnıma öpücük kondurdu.
"O zaman gidip nikah tarihimizi alalım artık. Ne dersin?" dedi göz kırparak.
"Olur, derim sevgilim."
🐣🐣
Evettt, bölüm nasıldı?
Umarım beğenmişsinizdir💜
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, ballarım🍯🐣
'Yanlış anlaşılmaktansa
anlaşılmamayı tercih ederim...'
~Bilal Sami Gökdemir
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |