14. Bölüm

14. Bölüm

Sinem Kargı
msmarvi

Keyifli Okumalar.

Ağustos gecesinin boğucu sıcağı bütün şehri yakıp kavuruyordu. Bir yarasa hızla camın önünden geçerken gölgesi Alçin'in üzerine düşmüştü ama Alçin bunu fark etmedi. Gecenin geç saatleri olmasına rağmen ruhundaki sızı yetmezmiş gibi bir de bütün bedenini saran dayanılmaz bir acı vardı. O kadar acıya rağmen parmağını kıpırdatmıyor, sesini çıkarmıyordu. Oysa içten içe inlemeleri öyle derindi ki... Vücudundaki ağrıdan mı zihnindeki acıdan mıdır bilinmez bir türlü uyuyamamıştı. Saatin kaç olduğunu bilmeden saatlerdir yatağında uzanıyordu. Gecenin ortasında bir de pişmanlık çıkıp gelmişti. Alçin'in içini yiyip bitiren bir pişmanlık canını çok sıkıyordu. Merih'in karşısında öylece ağlarken aklından ne geçiyordu ki? Ne kadar güçsüz göründüğünü hiç mi fark etmemişti? Oysa geçmişini büyük bir duygusuzlukla atlattığını düşünmüştü. Hatta neredeyse unuttuğunu sanıyordu. Ama sinsi bir mahluk gibi içinde bir yerde saklanmış en olmadık zamanda vurmuştu onu. Alçin derin bir nefes alarak açık gözlerini kapattı. Hemen aklına Merih'in onu saran kolları geldi. Sırtını sıvazlayıp omzunu tutan büyükçe bir el nazikçe Alçin'in başına götürüp göğsüne doğru bastırmıştı kafasını. O güven dolu güçlü göğse küçücük ve savunmasız bir kuş gibi sinmişti. Kokusunda duyduğu huzur zihnindeki acıyı bastırmaya yetmişti sanki. Üstelik vücudunun sıcaklığı... Alçin düşüncelerinin arasında kaybolup giderken birden neler düşündüğünü fark ederek kendine engel oldu. Biraz yanakları kızarmış biraz da bilinmedik bir öfkeyle kendisiyle dalga geçmişti. Merih'in hemen diğer odada uyuduğunu bilmek onu tekrar düşüncenin kollarına atarken bu kez onun nasıl uyuduğunu merak etmiş kendince tahminlerde bulunmaya çalışmıştı. Düşüncelerini fark ettiği an onları ekinlere dalmış tavuklar gibi öfkeyle kovalıyor çok geçmeden kendini yine onu düşünürken buluyordu. Böyle bir döngüde hapsolup güneş doğana dek devam etti savaşı. Günün ilk ışıklarıyla birlikte ağrıları biraz hafifler gibi olur olmaz bilinçsizce uykuya dalmıştı.

O günün akşamı yine herkes toplandığında Alçin'in hiç de ilgilenmediği bir konu hakkında konuşan Oğuz bir yandan onun omuzlarından düşen hırkayı yukarı çekerek iyice örtüyordu. Yanlarında Umut'tan başka kimse yoktu. Dilay ve Buğra mutfakta Merih ise diğer odadaydı. Mutfaktan görünen Buğra içeridekilere yemeğin hazır olduğunu bildirdiğinde bir kere daha yüksek sesle yemeğin hazır olduğunu söyleyerek Merih'in duyduğundan emin olmuştu. Oğuz ayağa kalktığında bir an Alçin'i tek başına bırakmak istemeyerek duraksamıştı. O sırada odadan çıkan Merih yavaşça odanın kapısını tekrar kapattığında Oğuz birden "Hadi Alçin" dedi, "kalkabilecek misin bir dene." Alçin şaşırmış hiç beklemediği bu teklifle üzerinde düşündüğü şeyi bile unutmuştu. Başını hafifçe Oğuz'a çevirdiğinde Oğuz eğilip onun üzerindeki örtüyü çekmiş ardından nazikçe iki kolundan tutarak ona destek olmak istemişti.

"Merih, sen de yardım eder misin?"

Alçin onun adını duyar duymaz edeceği itirazdan hemen vazgeçti. Dün yeterince güçsüz düşmüştü zaten gözünde. Daha fazlasına tahammül edemezdi. Merih onlara yaklaşıp Alçin'in diğer kolunu tuttuğunda Alçin onlardan destek alarak yatağında biraz süründü ve ayaklarını aşağı sarkıtıp yere bastı. Bir süre öylece duraksadığında yapabileceğinden emin olamadığı için bir an vazgeçmiş onu bırakmalarını söylemek istemişti ki Merih onun vazgeçeceğini anlamış gibi hemen belini kavramış ve yavaşça onu yerinden kaldırmıştı. Günler sonra ilk kez ayakta duran Alçin bacaklarından aşağı doğru bir karıncalanma hissetti. Ayak parmaklarına sanki mikro iğneler batmış gibi ince bir acı duymuştu. Başta bir süre başı dönse de yavaşça o his kayboldu. Uzun boyuyla bir selvi misali ortada dikilirken endişeyle yutkundu. Merih elini onun belinden yavaşça çekmiş hemen ardından kolunu bırakmıştı. Ama sanki küçük bir bebeğin ilk ayakta duruşuymuş gibi onun düşebileceği ihtimaliyle eğer düşerse hemen yakalamak için kollarını iki yana açarak başında bekledi. Aynı tepkiyi Oğuz da vermiş onun hiçbir destek almadan ayakta duruşunu sevinçle izlemişti. Kimse bir şey söylemedi. Onu böyle gördüğü için Merih'in içi rahatlamıştı. Düşündüğünden çok daha çabuk toparlıyordu. O tanıdığı en güçlü kadındı. Merih içten içe ona hayranlık duyuyor kendiyle kıyasladığında onun ne kadar çok acı çektiğini anlayabiliyordu. Oysa bu dünyadaki en acı hayatı kendisi yaşamış gibi gelmişti her zaman. En büyük acıyı o tatmış en sıkıntılı geçmişi o yüklenmişti omuzlarına sanki. Ama Alçin'in çocukluğundan bu yana süregelen bir acısı vardı. Merih'in geçmişi geçmişte kalmış yarası arada kanasa da çektiği o çile nihayetinde son bulmuştu. Alçin'in ise yarını bile acı doluydu. Bitmek bilmeyen bir acının içinde varıyla yoğuyla savaşıyor insanların gördüğü kör ve zayıf haliyle her şeye baş kaldırabilecek gücü taşıyordu içinde.

"Harika. Şimdi yürü bakalım."

Oğuz'un neşeli teşvikiyle Alçin de heyecanlanmıştı. Odada herkesin varlığını hissedebiliyordu. Dilay ve Buğra ses çıkarmadan mutfak kapısından onları izliyordu. Buğra onu ilk kez ayakta görünce şaşırmış sessizce Dilay'a "Ne kadar uzun öyle." demişti. Dilay sanki kötü bir şey söylemiş gibi onu susması için azarladığında Buğra içeri bakmaya devam etti. Alçin derin bir nefes alıp birkaç adım attığında sorunsuz yürüyebildiği için herkesin yüzünde bir gülümseme belirmişti. Hatta Alçin bile kendine şaşırmış görünüyordu. Ama bu durum fazla uzun sürmedi. Hemen ilerisindeki orta sehpaya bacağını çarptığında sendeleyerek durdu. Onu tutmak için hazırda bekleyen Merih'in kolundan sıkıca tutunduğunda yüzündeki belli belirsiz gülümseme de anında silinmişti. Çünkü o an kendini bir boşlukta buldu Alçin. Hiç tanımadığı bilmediği bu yerde yürüme düşüncesi onu korkutmaya başladı. Kendi evinde belli adım sayıları ve heykellerle bulduğu yolunu burada bulamazdı. Her an bir şey çarpıp düşebilir, kendini yaralayabilirdi. Koca bir boşluğun ortasında duruyormuş gibi öylece ortada dikili kaldığında birinin yardımı olmadan bu evde yürüyemeyeceğini anlamıştı. Oğuz hemen diğer koluna girdi.

"Şöyle gel. Evet öyle..."

Oğuz'un yardımıyla mutfağa gidip yine onun yardımıyla yemeğini yediğinde pek de mutlu görünmüyordu Alçin. Duygularının gölgesini dahi taşımayan yüzü her zamanki gibi soğuk ve donuk görünüyordu. Öyle ki bedenin her zerresi dayanılmayacak kadar sızlamasına rağmen suratında mimik kıpırdamıyordu.

"Bizi evinize kabul ettiğiniz için teşekkür ederim..." diyerek söze başladı Alçin. Buğra ona yöneltilen buz gibi bir sesle irkilmiş adını söyleme gereği duyarak "Buğra." demişti. Alçin yarım kalan sözlerini tamamladı.

"Evinize kabul ettiğiniz için teşekkürler Buğra. Verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü ayrıca özürlerimi sunuyorum."

Buğra hayatında duymadığı resmi ve saygılı sözler karşısında ne yapacağını bilemedi. Özgüvensiz her insan gibi bu sözler altında ezildiğini hissederek hemen itiraz etmişti.

"Böyle şeyler söylemeyin. Benim için problem yok."

Alçin onu dikkatle dinliyordu. Resmi olmaya çalışsa da beceremeyen titrek ses tonundan onun kendinden çekindiğini anlayabiliyordu. Üstelik hissettiği hareketlerinde nedensiz bir mahcubiyet vardı. Sanki bu evde misafir olan kendisiydi.

"Bizi evinizde ağırladığınız süreçte girdiğiniz masraflar tarafımca fazlasıyla karşılık bulacaktır. En kısa zamanda eve döneceğimizden emin olabilirsiniz."

Merih, Alçin'i ilk defa bu kadar saygılı görüyordu. Normalde herkesi paylayan bu arsız kadın ona yapılan iyiliğe gereğince karşılık veriyordu. Demek bu cadı minnet duygusunu biliyordu. Buğra bu sözlerin ardından coşkuyla güldü.

"Olur mu öyle şey! Dilediğiniz kadar kalabilirsiniz. Değil mi Merih?"

Buğra, Alçin'in sözlerinden sonra cebine girecek paranın sıcaklığını sezmiş gibi eriyip bitmişti adeta. Büyük bir neşeyle söylediği sözlerin ardından Merih'e döndüğünde Merih'in onun niyetini tüm çıplaklığıyla gördüğünü anlamıştı. Bakışları adeta onu delip geçmiş büyük bir öfkeyle yakıp kavurmuştu. Buğra karşılaştığı öfkeyle boğazında kalan yemekle öksürürken gülen yüzü solarak hemen önüne döndü.

"Öksürürken ağzını kapatmalısın."

Buğra'nın yanında oturan Dilay o öksürürken ondan uzaklaşmış ve bunları söylemişti. Buğra ağzını kapatıp bir bardak su içtiğinde tekrar yemeğine döndü. O sırada telefonu çalan Oğuz diğerlerinden müsaade isteyerek sofradan kalktı ve içeri gitti. Sofrada daha fazla konuşan olmadı. Mutfakta yalnızca tabağa çarpan kaşıkların sesi duyuluyordu. Aradan birkaç dakika geçmişti ki Merih yemeğini bitirerek tabağını tezgaha bıraktı, içeri girdi. Telefon konuşmasını henüz bitiren Oğuz tekrar mutfağa yönelmişti ki Merih onu durdurdu.

"Oğuz."

Oğuz dönüp Merih'e baktı.

"Alçin neden yürümekte tereddüt etti?"

Oğuz mutfağa bir göz atıp ona yaklaştı ve sesini alçaltarak "Senin gözlerini kapatıp hiç bilmediğin bir eve bıraksalar öylece yürüyebilir miydin?" dedi. Merih bunu nasıl düşünemediğini sorguladı bir an.

"Bu zamana kadar defalarca çarptı, düştü, kayboldu... Haliyle korkuyor."

Buruk bir gülümsemeyle Merih'in omzunu sıkan Oğuz tekrar mutfağa girdiğinde Merih olduğu yerde birkaç dakika dikili kalmıştı.

Sabahın erken saatlerinde herkesten önce uyanan Oğuz, Alçin'i de alarak biraz hava alması için onu dışarı çıkarmıştı. Buğra işe gitmiş evde sadece Merih, Dilay ve Umut kalmıştı. Dilay kulağına ilişen hışırtılarla gözlerini açtı. Yatağın içinde biraz kıvranmış hemen yanı başındaki Merih'in yerinin boş olduğunu görünce dirseğinden destek alarak doğrulmuştu. Hışırtıların geldiği yöne dönüp gözlerini ovuşturduğunda Merih'in sırtını gördü. Dolabın karşısına geçmiş bir şey arıyordu.

"Kıyafetlerin orada değil."

Dilay'ın uykulu sözleriyle onu uyandırdığını anlayan Merih ona dönmeden "Kıyafet aramıyorum." diye yanıt verdi.

"Ne arıyorsun o zaman?"

"Bir ara örgü işine merak sarmıştın ya, yarım kalan iplerini arıyorum."

Dilay şaşkınca "Örgü örmek mi istiyorsun? Ama örgü örmek kadınların işidir." diyerek oturumuna geldi. Merih onun tepkisiyle gülmüş ve "Pek sayılmaz. Sadece biraz ipe ihtiyacım var." demişti. Dilay başını kaşıdı. Hâlâ uykulu olduğu için ne söylediğinin çok farkında değildi.

"Aşağıda, üçüncü çekmecede mor poşetin içinde."

Neyse ki bir arşiv gibi olan hafızası vardı. Hiçbir şeyi kolay kolay unutmaz en ince detayına kadar hatırlardı. Merih poşeti bulduğunda içini karıştırdı. Eline geçen bir top kırmızı kurdeleyle aradığını bulmuş gibi diğer ipleri bırakıp ayağa kalktı.

"Makas var mı peki?"

Dilay oğlunun ne yapmaya çalıştığını anlamasa da ona cevap veriyordu.

"İlk çekmecede görmüştüm."

Merih makası da bulduğunda elindeki kurdeleyi yaklaşık yirmişer santim uzunluklarla kesmeye başlamıştı. Bir süre bununla uğraştı, ardından içeri girdi, Alçin'in yattığı yatağa ilerleyip oturdu. Derin bir nefes alarak gözlerini kapattı ve tekrar ayağa kalktı. Birkaç tur kendi etrafında dönerek başının döndüğünden emin olduktan sonra durdu. Artık tamamen yönünü kaybetmiş nerede olduğundan habersizdi. Ellerini iki yana açarak dikkatle adım atmaya başladı. Birkaç adım sonra ayağını bir şeye çarpmasıyla duraksadı. Ayağını vurduğu yere bir kurdele bırakıp ilerlemeye devam etti. Biraz sonra kolunu çarpmış ve oraya bir kurdele daha bırakmıştı. Devam edip bir kurdele daha, bir tane daha ve bir tane daha bırakarak tüm evi dolaşmaya başladı. Sessizce onu izleyen Dilay ve Umut şaşkın görünüyordu. Umut "Tek başına körebe mi oynuyor?" diye sorduğunda Dilay anlamsızca oğluna bakmaya devam ediyordu.

"Galiba."

Umut başını hafifçe yana eğdi.

"Ona katılsak mı?"

Dilay emin olamadı. Oğlu oyun oynamayı çok uzun zaman önce bırakmıştı oysa. Kafası karışmıştı.

"Emin değilim."

Merih elindeki kurdeleler bitene dek devam etti. Son kurdeleyi de bırakıp nihayet gözlerini açtı. Ardından kurdeleleri bıraktığı yerlere dönerek tek tek çarptığı eşyalara bağlamaya başladı. Ortadaki sehpanın etrafına dört tane, lambaderin üç ayağına, koltukların etrafına... Gözleri kapalıyken çarptığı tüm eşyaları kırmızı kurdelelerle işaretlemişti adeta. Kapıların girişini belirleyen kırmızı şeritler çekmiş, mutfakta oturduğu sandalyeyi de kurdeleyle işaretlemişti.

"Artık korkmadan evde dolaşabilir."

Kendi kendine bunları söyleyip etrafa bakınmıştı. Gece uyumadan önce Alçin tam düşeceği zaman Merih'in koluna tutunduğunu hatırlamıştı Merih. Bileğindeki kırmızı bileklik sayesinde kolunu fark edip tutunmuş olmalıydı. Bu ona böyle bir fikir vermiş, işe yarayacağını düşünmüştü.

"Bunu neden yaptığını biliyorum."

Umut'un yumuşak sesi duyulmuştu mutfakta. Merih'e gülümseyerek bakıyor farkına vardığı gerçekle övünç duyuyordu. Merih kaşlarını kaldırdı.

"Öyle mi?"

Umut başını salladı.

"Ablamın bu kırmızı kurdeleleri takip etmesini istiyorsun."

Merih gülümsedi. Onun başını şefkatle okşadığında yere doğru çöktü.

"Ne diyorsun? İşe yarayacak mı sence?"

Umut düşünür gibi yaptı.

"Bilmiyorum."

Merih'in gülümsemesi daha da genişlerken kapı zili duyuldu. Umut koşarak kapıyı açmaya gittiğinde Merih mutfak kapısının önünde dönüp içeri giren Oğuz ve Alçin'e baktı. Oğuz farkına dahi varmadan Alçin'i yönlendirmekle meşgulken Alçin özensizce onun koluna tutunuyordu. Umut hemen ablasının elbisesine asıldı.

"Abla, abla göz bağını çözmelisin!"

Heyecanlı sözleri Alçin'i biraz telaşlandırmıştı. Çekiştirilen eteğine bakılırsa Umut gerçekten sabırsızdı.

"Ne oldu?"

Umut ısrar etmeye devam edince Alçin yavaşça gözlerindeki bağı çözdü. Başını kaldırıp bakışlarını karşıya diker dikmez gözlerine belli belirsiz kırmızılıkların gölgesi düştü. Başta anlam veremedi ama biraz daha bakmaya devam ettiğinde ayaklarının ucundan başlayıp ona bir harita gibi yol gösteren kırmızı kurdeleleri fark etti. Seçmekte zorlanıyordu ama dikkatli baktığında kolayca fark ediliyordu. Alçin şaşkınca Oğuz'un kolunu bıraktı ve günler sonra ilk kez korkmadan bir adım attı. Hemen solda duran eski bir dresuara bağlanmış kurdeleye dokunduğunda eliyle dresuarı yoklayarak ilerlemeye başlamıştı. Kapı girişini odaya bağlayan hol kısa ve dardı. Holü geçer geçmez hemen sağda diğer odaya açılan kapının kolunda bir kurdele bağlıydı. Kapının hemen girişi kırmızı şeritlerle belirlenmiş içeride ise eşyaların çevreleri belirlenmişti. Alçin için çok da tanıdık olmayan bir his doldurdu içini. Boşluğa yayılan ince bir sis bulutu gibi huzurlu bir şaşkınlıkla dolup taşmıştı.

"Anlıyorum..." diyebildi fısıltıyla sadece. Gönlünden 'görebiliyorum' demek geçmişti ama diyebildiği yalnızca 'anlıyorum' idi. Merih onun bu tepkisiyle gülümsedi. Hatta biraz kalbi hızlanmış ve heyecanlandığını hissetmişti. Ağzından daha fazla kelime duymak istedi bir an. Gerçekten işe yaramış mıydı?

"Bütün bunları Merih abi yaptı."

Alçin bu sözlerle duraksadı. Açıkçası ısrarına bakılırsa bu fikrin Umut'tan çıktığını düşünmüştü.

"Ne?"

Alçin'in şaşkınlık dolu sözleriyle Umut yeniden onun yanına koştu.

"Evet, böyle gözlerini kapattı ve evde yürümeye başladı. Sonra çarptığı yerleri bu kırmızı kurdelelerle işaretledi. Senin evde daha rahat yürütebilmen için yaptı."

Merih niyetinin öylece ortaya çıkmasından biraz çekinse de önemli olan fikrinin işe yaramasıydı. Alçin gözlerini bu kez Merih'e doğru çevirdi. Onun nerede olduğunu bileğindeki kırmızı bileklikten anlayabiliyordu. Merih bunun farkında olmadan Alçin'in doğruca ona dönmesiyle çekingenliği arttı. Alçin yavaş adımlarla Merih'in hazırladığı yoldan ona doğru yürümeye başladı. Adımlarını öncekinin aksine korkusuzca atıyor tereddüt etmiyordu. Bu açıkça ona ne kadar güvendiğinin bir göstergesiydi. Tam birkaç adım kalmıştı ki Alçin'in ayağı ucu kalkmış eski parkenin kenarına takıldı. Dengesini kaybederek doğruca öne atıldığında Merih refleksle onu kucakladı. Alçin korkuyla onu kucaklayan bedene tutulduğunda Merih'in kokusu burnuna çarpmıştı. Bu durum Alçin'i hiç de utandırmadı. Hatta hoşuna bile gitmiş sayılırdı. Ondandır ki geri çekilmedi. Sıkı sıkı tuttuğu tişörtünün dokusunu avuçlarında hissettikçe güven dolup taşıyordu sanki. Üstelik hemen alnına çarpan sıcak nefesini hissetmek onu heyecanlandırmış bedenin sıcaklığı içini ısıtmıştı. Dilay içinden kopup gelen yırtıcı bir kıskançlık duygusuyla kaşlarını çattı. Biricik oğluna kendinden başka bir kadının sarıldığını düşünmek bile onu fazlasıyla rahatsız ederken şimdi gözlerinin önünde kendini oğlunun kollarına atan Alçin'i görünce nefretle dolup taştı. Oğuz onları biraz yalnız bırakma gereği duyuyordu. Alçin'i tanıdığı için herkesin içinde Merih'e bu ince tavrı için teşekkür edeceğini sanmıyordu.

"Hadi gelin, size yeni aldığım oyuncakları göstereyim." diye sessizce Dilay ve Umut'u itekleyerek diğer odaya götürmüştü. Dilay'ın gitmek istemediği açıkça ortadaydı ama direnmedi. Gözleri oğlunun üzerinde, kıskançlık ve nefretle doldukça neredeyse ağlayacaktı. Onları ayırma isteği vardı içinde ve bu isteği durduramıyordu. Ama bunu yapmaya dahi fırsat bulamadan Oğuz onu Umut'la birlikte diğer odaya sürüklemişti bile. Oğuz kapıyı kapatana dek gözlerini Merih'ten ayırmadı. Kapının o küçücük aralığından oğlunu kaybetmek istemeyerek gözleriyle takip etti. Kapı kapandığında ise bütünüyle dikkati dağıldı. İçine düşen derin bir kıskançlıkla Oğuz'un onları oyalamak adına gösterdiği oyuncaklara dönüp bakmadı dahi. Yüreğinde derin bir üzüntüyle sessizce onlardan uzaklaşarak camın önüne gitti ve dışarı baktı. Ellerini pencerenin küpeştesine koyduğunda dar sokaktan peş peşe geçen arabaları izledi, dükkanlara girip çıkan insanları, koşuşturan küçük çocukları ve okunan ezanı dikkatle dinledi. Alçin'den zaten hoşlanmıyordu ama artık ondan nefret ettiğinden mutlak suretle emindi. Ezan okunurken Alçin'in bir an önce iyileşip evine dönmesi için dua etti içinden. Bir de oğlunun annesini çok sevmesi için dua etmiş sonsuza dek onunla kalmak istediğini de söylemişti. Neticede küçük çocukların bir anneye ihtiyacı olurdu. Tek bir istekle başlayan duası gittikçe çoğalmaya başlamış gözleri öylece sokağa dalıp gitmişti.

İçerde bir başlarına kalan Alçin ve Merih hiç konuşmadılar. Alçin hâlâ Merih'e tutunuyor bundan büyük bir mutluluk duyuyordu. Merih kendine geldiğinde onun omuzlarından tutup kendinden uzaklaştırmak için bir hamle yapmıştı ki Alçin geri çekilmedi.

"Ah Merih..." diye söze başladı. Başını yana çevirip yavaşça onun göğsüne yasladı, "Hayatın onca silsilesine rağmen nasıl bu kadar saf ve güzel bir kalbin var aklım almıyor."

Merih dikkatle onu dinlemiş ardından başını kaldırıp gözünü karşıdaki bağlı kurdeleye dikmişti.

"İyi veya kötü olmak insanın kaderi değil insanın bir seçimidir. Hayatın ne kadar acımasız olduğu önemli değil; lotuslar da kirli bataklıkta yetişir ama üzerinde tek bir çamur izi bulamazsın."

Alçin sakince geri çekildi. Yüzünde farkına dahi varmadığı ufacık bir gülümseme vardı.

"En büyük kötülükler de en iyi yüreklerden doğar." dedi ve kısa bir süre duraksadı, "bir zamanlar iyilik dolu en güzel yüreklerden."

İşte bu yüzden iyi yüreklerin azabı bütün kötülüklerden daha korkunçtur. Neticede ışık ne kadar güçlüyse gölge o kadar belirgin olur.

Alçin bir şey söylemeden ona baktı bir süre. Ardından odadan önce Umut hemen ardından Oğuz çıkmış ve içeri yönelmişlerdi. Merih odaya geçenlerin arasında Dilay'ın olmadığını fark ettiğinde onun ellerinden sıyrılarak diğer odaya yöneldi. Alçin önünden hızla geçip giden bedenin rüzgarına doğru dönerken ondan uzaklaşan adımları dinlemekle yetinmişti. Merih annesini camın kenarında dalgın bir halde bulduğunda sessizce arkasından yaklaşıp onu kucakladı. Dilay hafifçe irkilirken dönüp oğluna bir göz attı ardından tekrar önüne döndü. Merih bir sorun olduğunu hemen anlamış onu gevşetmek için yanağına içten bir öpücük kondurmuştu.

"Annem..."

Dilay onun kollarından kurtulmak ister gibi bir hareketle çekilir gibi yaptı.

"Dilay temastan hoşlanmıyor, biliyorsun."

Merih kaşlarını kaldırdı.

"Oğlun olsam bile mi?"

Dilay omuzlarını silkti. Merih ise yumuşak bir sesle "Ama ben seni çok seviyorum." demişti. Dilay belli etmemeye çalışsa da gülümsedi. İçine dolup taşan evlat sevgisiyle "Peki... o zaman, sen biraz sarılabilirsin." diye karşılık verdi. Merih neşeyle "Biraz mı? Akşama kadar sarılacağım." diyerek onu daha sıkı sardığında Dilay hafifçe gülmüştü. Onun gülüşüyle Merih, Dilay'ı gıdıklamaya başlamış odayı keyifli bir kahkaha sarmıştı. Onunla birlikte Merih'in de gülüşü duyuldu. Onları içeriden dinleyen Alçin de kahkahaların sebebini büyük bir merakla bilmek istiyordu. Hatta az kalsın Oğuz'a soracak gibi olmuş son anda kendini tutmuştu.

Ancak akşam vakti tekrar toplanabildiler. Bu kez sayıları eksikti. Buğra mesaiye kalacağını söylemiş, Oğuz ise halletmesi gereken işler olduğunu söyleyerek erkenden gitmişti. Masada bir sessizlik hakimdi. Umut yemeğini hızlıca yemeye çalışıyordu.

"Umut biraz yavaş ol. Boğazına kaçacak."

Onun bu telaşını fark eden Alçin küçük kardeşini bu şekilde uyarmıştı. Umut onu üzmemek için biraz daha yavaşlasa da ardı ardına ağzına bastığı yemeği hızla çiğnemeye devam ediyordu. Son lokmasını yutar yutmaz sandalyeden atladı.

"Dilay abla, yemek için çok teşekkürler. Ellerine sağlık, sen bu dünyanın en iyi aşçısısın!"

Çocuksu ama gür sesiyle bunları söylediği gibi içeri koştu. Dilay'ı utandıran bu küçük çocuğun arkasından bakan Merih de gülmüş annesiyle bir an göz göze gelmişti. Umut'un koşturarak içeri girdiğini duyan Alçin "Ne bu telaş?" diye söylenmişti. Ona cevap veren Merih oldu:

"İzlediği çizgi film yarıda kalmıştı."

Alçin onu dinlerken ağzındaki lokmayı yutup duraksamış bir an tereddüt etse de "Yarın... doğum günü." demişti. Dilay heyecanla lafa karıştı.

"Doğum günü mü? Doğum günlerini severim. Çilekli pastalar ve hediyeler olur. En sevdiğim kısım ise mumu üflemek. Umut'un en sevdiği kısım ne? Hediyeler mi?"

Alçin duygularını asla belli etmeyen yüzüyle Dilay'ı dalgınlıkla dinledi. Dilay'ın art niyetsiz çocuksu sorusuna soğukça cevap verdi.

"Muhtemelen bilmiyor, doğum günü hiç kutlanmadı."

Dilay'ın heyecanı yavaşça söndü. Anlam verememişti. Oysa herkesin doğum gününün kutlandığını düşünürdü.

"Hiç kutlanmadı mı?" diye bir mırıltı döküldü dudaklarından.

"Onun doğum günü, annemizin ölüm yıl dönümü. Yılın her bu zamanında evde yalnızca yas olur, kutlama değil. Umut geçen sene doğum gününü kutlamayı çok istemişti; aşçılardan ona Messi konseptli pasta yapmalarını istemiş istediği hediyeleri kağıtlara yazıp evdeki herkese dağıtmıştı. Her şey hazırlandı; salon süslendi, gerekli organizasyon yapıldı. Başımıza süslü şapkalardan taktırdı, pastasına mumları kendisi dizdi. İyi ki doğdun şarkıları eşliğinde tam mumunu üfleyeceği sırada babam çıkageldi. Bu şamatanın ne olduğunu sordu herkese. Ardından çalışanların başındaki şapkalarını alıp ayaklarının altında çiğnedi, benim elimdeki pastayı yere çaldı ve Umut'a dönerek annesini öldürdüğü için mi kutlama yaptığını sordu. Umut'un bacaklarıma sarılıp korkuyla nasıl titrediğini hiç unutamıyorum. Ufacık çocuğa bir pasta üflemeyi bile çok gördü."

Dilay bu duruma o kadar içerlemişti ki "Çok üzülmüş olmalı..." demişti kendi kendine. İçeride her şeyden habersiz çizgi film izleyen Umut'a baktı bir süre. Gözüne hep Merih'in küçüklüğü geliyor Umut'a derin bir şefkat besliyordu. Merih bir süre düşünmüş üzüntüsünü belli etmemeye çalışarak yemeğine devam etmişti. Yemekten sonra Alçin, Umut ile ilgilenmek için içeri geçti. Mutfağın toplanmasına yardım eden Merih düşünceliydi. Onu annesinin sorusu kendisine getirdi.

"Merih benimle markete gelir misin?"

Merih elindeki tabakları bulaşık makinesine yerleştirip annesine döndü.

"Neye ihtiyacın varsa ben alayım."

Dilay itiraz etti.

"Hayır benim de gitmem lazım."

"Neden?"

"İşte, sürpriz. Söylemem."

Merih ısrar etse de annesinin ağzından tek kelime alamayacağını iyi biliyordu.

"Tamam, öyle olsun."

Dilay alışveriş yaparken Merih onun ne aldığına dahi bakmadan gözünü telefondan ayırmıyordu. Bir şeyle meşgul olduğu açıktı. Dilay oğluna bir göz atıp kasada ödeme yaptıktan sonra dayanamayıp "Yürürken telefona bakmamalısın, yoksa düşersin." demişti. Onun sözlerinin ardından Merih dikkatini ona verdi.

"Hallettim, hallettim."

Telefonunu cebine koyduğu sırada Dilay poşetleri karıştırıp içinden bir çikolata buldu ve oğluna verdi.

"Sana en sevdiğin çikolatayı aldım."

Merih çikolatayı alıp elini annesinin omzuna attı ve diğer elindeki poşeti aldı. Yavaş adımlarla birlikte yolu uzatarak yürümüşler ardından eve geçmişlerdi.

Ertesi gün Merih uyandığında annesini yanında göremedi. Erkenden kalkmış olmalıydı. Saate baktığında daha öğlen olmadığını ark etti. Uzun zaman sonra ilk kez kabussuz bir gece geçiren Merih uykusunu güzel almıştı. Doğrulup iyice gerindi. Üzerine geceden çıkardığı tişörtü tekrar giydi, yatağı toparladı ardından içeri geçti. Alçin de yatağında görünmüyor mutfaktan bazı tıkırtılar geliyordu. Merih'in ilk işi banyoya yönelmek oldu. Elini yüzünü yıkayıp bir an önce ayılmak istiyordu. Ama banyoya girdiğinde birden olduğu yere çakılı kaldı. Alçin duş başlığından akan suyun altında sırtı kapıya dönük bir şekilde duruyordu. Uzun siyah saçlar çıplak bedenine yapışmış beyaz tenine su damlaları yer etmişti. Suyun sıcaklığıyla etrafa nemli bir sis bulutu dağılıyor aynayı buğuluyordu. Kapının açılmasıyla Alçin hafifçe yan dönerek başını omzunun üzerinden uzattı ve dinledi. Hafifçe yan döndüğü için küçük göğsünün ucu suyun altında parlamıştı. Küçük banyoyu dolduran su şırıltısı ve şampuan kokusundan dolayı içeri girenin kim olduğunu anlayamadı.

"Affedersin." dedi Merih afallayarak. Başını yana çevirmiş gözlerini hemen ondan kaçırmıştı, "ben banyonun boş olduğunu düşünmüştüm." Neden açıklama yaptığını dahi bilmiyordu.

"Sorun değil." dedi Alçin soğukça. Ardından tekrar sırtını dönmüştü. Bir süre bekledi ama Merih hâlâ yerinden kıpırdamamıştı.

"Ne bekliyorsun?"

Alçin'in asabi tavrıyla Merih kendine geldi. Hızla geri dönmüştü ki annesinin sesi duyuldu.

"Merih! Neredesin?"

Kapının aralığından annesini görür görmez ne yapacağını şaşırdı. Dışarı çıkmadan hızla kapıyı kapattı. İsteyeceği son şey annesine bu şekilde yakalanmaktı. Alçin durumu fark edip derin bir nefes aldı, suyu kapattı ve Merih'e doğru döndü.

"Ne o?" dedi Alçin, "annenden mi çekiniyorsun?" Merih geriye dönemeden doğruca kapalı kapıya bakıyordu. İki elini kapıya dayamış başını yere doğru eğmişti. Arkasından ona doğru yaklaşan ıslak adım sesleri duyduğunda gerildi. Alçin gittikçe ona yaklaşıyordu.

"Asıl çekinmen gereken kişi benim."

Alçin'in alaycı sözleri Merih'i utandırıyordu. Genç kadının istediği de tam olarak buydu. Yüzünde muzip bir gülümseme belirip anında kayboldu. Biraz daha eğlenmek isteyerek yutkundu ve sesini yükselterek "Ah! Merih." diye bağırmasıyla Merih aniden geri döndü, Alçin'i yakaladığı gibi sırtını kapıya yasladı ve eliyle ağzını kapattı.

"Sakın." diye fısıldadı sinirle, "o ne şakayı ne de sahte çığlığını anlayacak biri değil." derken elini ağzından çekmişti.

"Sen anlıyorsun ama." diye karşılık verdi Alçin.

"Şakayı da sahte çığlığı da sevmiyorum."

"O zaman gerçeğe çevir." dedi Alçin tereddütsüz. Ona biraz daha yaklaşıp kelimelerin üzerine basa basa "Sahtesini sevmiyorsan gerçek bir çığlık attır." demişti. Merih'in kaskatı kesildiğini hissettikçe o kadar keyif alıyordu ki genişçe gülümsedi. İyice kısılan çekik gözleri parlarken Merih burnuna çarpan güzel çiçeksi kokularla iyice yalpalamıştı. Bu kadınla baş etmek her şeyden daha zordu. Nerede ne yapacağı hiç belli olmuyor yalnızca kendi keyfine göre hareket ediyordu. Kelimenin tam anlamıyla canı nasıl isterse öyle davranıyordu. Korkudan, hatta bütün duygulardan bir haberdi sanki. Öyle ki Alçin uzun boyuna rağmen Merih'in kollarının arasında küçücük kalıyordu. Buna rağmen onunla çekinmeden uğraşma cesareti gösteriyor bu durumdan oldukça keyif alıyordu.

"Ne o? Utandın mı yoksa... Avcı?"

Son kelimesiyle Merih içinden kopup gelen bir sinirle ona bir adım yaklaşıp burnunun dibinde bittiğinde bile Alçin ürkmedi. Hatta başını onun yüzüne doğru kaldırmıştı. Bakışları Merih'in dudaklarına hizalandığında saçlarından yüzüne düşen bir su damlası çenesinden arsızca göğüs oluğuna süzüldü. Alçin'in yüzündeki gülümseme genişledi ve keyifli bir kıkırdamayla gülmeye başladı. Merih gözlerini onun gözlerine dikmişti yalnızca. Çok eğlendiğinin farkındaydı ve bu durum onun iyice sinirini bozmaya başlamıştı. Birden parmaklarından avuçlarına doğru akan bir sıcaklık hissettiğinde bakışlarını Alçin'in kolunu tuttuğu eline çevirdi. Genç kızın kolundan oluk oluk akan kan hem onun hem de Merih'in parmaklarından yere doğru akıyordu. Alçin'in kıkırtısı artarak yerini keyifli bir kahkahaya bıraktığında Merih, Alçin'in kolunu fazla sıktığını fark ederek elini önce gevşetti ardından yavaşça onu bırakıp bir adım geriledi.

"Kolun..."

Alçin uzun süre, gözlerinden yaş gelene dek gülmeye devam etti. Onun bu iri cüssesine rağmen bir kedi gibi utanmasından o kadar keyif almıştı ki, bir ömür buna gülebilirdi. Merih'in siniri yerini önce şaşkınlığa ardından bir endişeye bırakmıştı.

"Alçin kolun..."

Merih'in endişeli sözlerini Alçin gülmeyi yavaşça sonlandırarak kesti.

"Biliyorum. Kanıyor değil mi?"

Merih ayak ucuna damlayan kana bakarken Alçin'in sözleriyle tekrar koluna baktı. O ana kadar fark etmediği morlukları fark ettiğinde kaşları çatıldı. Özellikle kolunun eklem yerinde rengi artık siyaha çalan morluklar vardı ve neredeyse tüm kolunu kaplamıştı. Nihayet gözlerini Alçin'in bedenine çevirecek cesareti buldu. Bu bakışlar arzu dolu bir bakıştan ziyade bütün bedenini yer yer lekelemiş morluklara merakla dikilmiş bakışlardı. Önüne düşmüş uzun saçlar göğüslerini kapatsa da bütün morluklar belli oluyordu. Merih öyle bir dehşetin içine düşmüştü ki tek kelime edemedi.

"Nasıl bu kadar cüretkar olduğumu merak ediyorsun değil mi?"

Alçin sırtını kapıya yaslamış az önce kahkahalarla gülen o değilmiş gibi bir yüz ifadesiyle bunu sormuştu.

"Böyle bir bedene kim dokunmak ister?"

Bunu öyle bir umursamazlıkla söylemişti ki neredeyse tekrar gülecekti. Vücudunu göremese de ne durumda olduğunun farkındaydı. Hatta hayalinde o kadar çok kötüleştiriyordu ki her düşündüğünde midesi bulanıyordu. Merih onun neden bu sıcakta bile çuval gibi kat kat ve ellerini dahi örten bol giysiler giydiğini şimdi anlıyordu. Bedeninin ne halde olduğunu en iyi kendisi biliyordu ve ancak onu bu şekilde gizleyebiliyordu. Alçin tekrar duşa doğru yöneldi, suyu açtı ve kolundan akan kanı eliyle ovarak yıkamaya çalıştı.

"Bedenim her geçen gün çürüyor Merih. Babamın kanımı düzenlemek için verdiği ilaçlar, deneyler beni bu hale getirdi. En ufak darbede böyle kanıyorum. Dışım bu haldeyse içimi düşünemiyorum bile. Beni buraya getirerek hayatımı kurtarmadın, yalnızca ölümümü erteledin."

Merih köşeden kaptığı havluyu kaptığı gibi onun yanına ilerleyip suyu kapattı, Alçin'in kolunu nazikçe tutup havluyla kanamaya tampon yaptı ve onun söylediklerini duymamış gibi "Dokunduğum halde böyleyken bir de sana çığlık attırmamı istiyorsun." dedi. Sözleri Alçin'i yeniden hafifçe gülümsetti. Merih devam etti:

"Beni katil yapmaya mı çalışıyorsun?"

Alçin kayıtsızca "Sen zaten katilsin." diye cevap verdi. Merih ona bir bakış attı.

"Bu daha fazla katil olmak istediğim anlamına gelmiyor."

Alçin "Laboratuvar köşelerinde ölmekten iyidir." dediğinde Merih onun bu haldeyken bile alay peşinde olduğuna inanamayıp istemsizce güldü. Bir süre aralarına sessizlik çöktüğünde sessizliği bozan Alçin oldu.

"Normalde evde olsaydım, muhtemelen şu an acıdan çığlık çığlığa bağırıyor olurdum."

Merih diğer havluyu da alıp onun omzuna attı. Alçin havluyu tutup bedenine sardı.

"Kan alma ve deneylerden sonra o kadar çok ağrım, acım oluyor ki ölmek istiyorum. Kanımın yapısını bozacağı gerekçesiyle ağrımı kesecek bir ilaç almam yasak. Ne kadar yalvarsam da bağırıp çağırsam da boş. Herkes evde yok oluyor sanki. Ne bir cevap veren oluyor ne de yanıma uğrayan. Günlerce... Günlerce o acıyla yaşıyorum."

Merih işe başladığı günün gecesinde duyduğu o çığlıkları hatırlayınca kanı dondu sanki. Çalışanlar onun yalnızca insanları huzursuz etmek adına bağırıp çağırdığını söylemişlerdi. Oysa Alçin dayanamadığı bu acı için yardım çığlıkları atıyordu. Merih bunu görmezden gelip onun kapısının önünden dönmüştü. Eğer o gün içeri girse her şey çok daha farklı olabilirdi. Belki Alçin bu kadar acı çekmezdi. Merih'in yüreğini parçalayan bir vicdan azabıyla ona bakarken Alçin duraksayıp derin bir nefes aldı.

"Neyse ki burada ağrı kesici alabiliyorum. Üstelik bir doktor bile tedavi ediyor beni. Yani..." dedi ve kolunu göstererek, "Bu acı neredeyse hiçbir şey. Burada hiç olmadığım kadar iyi hissediyorum." diye ekledi. Kapıya doğru yöneldiğinde tekrar durdu.

"Ayrıca... Bana öyle bakma."

Merih hafifçe irkildi. Yoksa ona kötü bir niyetle baktığını mı sanmıştı?

"Ben sadece..." derken Alçin onu susturdu.

"Biliyorum. Ama emin ol bana bu acıyan gözlerle değil de arzu dolu gözlerle baksan beni bu kadar rahatsız etmezdi."

Merih ona cevap vermedi. Onu anlamak gerçekten zordu.

"Sen daha ne kadar burada kalmayı planlıyorsun? Çık da rahat rahat üzerimi giyeyim bari."

Alçin'in serzenişiyle Merih kapıya yöneldi ama kapıyı açamadan duraksadı. Alçin kulak kesilmiş onu dinliyordu.

"Şey, annemin içeride olup olmadığına göz atabilir misin?"

Alçin derin bir nefes aldı ve cevap verdi.

"Şakaysa komik, şaka değilse çok daha komik."

Merih anlamayarak "Ne?" dediğinde Alçin sinirle "Merih ben körüm. Nasıl göz atabilirim?" dediğinde Merih'e jeton yeni düşmüş afallamıştı.

"Ah..."

Merih'in bu tepkisine kadar Alçin gerçekten onun alay ettiğini düşünmüştü. Bu durum onu öyle sinirlendirmişti ki derin nefesler alarak bir an önce çıkmasını bekliyordu. Ama Merih banyodan çıkmadan toparlamaya çalıştı.

"Özür d-" derken Alçin öfkeyle bağırdı.

"Merih çık dışarı! Yoksa sadece annen değil tüm apartman öğrenesiye kadar bağırırım!"

Merih onun öfkesiyle kendini hemen dışarı attı. Alçin elinde tuttuğu elbisesini onun ardından sallamıştı ki Merih'in çıkar çıkmaz kapattığı kapıya sıkışan elbiseyle Alçin daha da sinirlendi.

"Bilerek mi yapıyorsun!?"

Alçin'in banyoda yankılanan sesiyle tekrar kapıyı aralayan Merih "Hayır." diye yanıt vermişti.

"Merih!"

Alçin'in onun adını haykırmasıyla hızla kapıyı kapattı. Ne diye bu kadar sinirlenmişti ki?

"Bu erkekler neden bu kadar aptal?"

Alçin'in içeride söylenişini duyan Merih ne yaptığının dahi farkında değildi.

"Merih kapının önünden defol!"

Alçin'in son haykırışıyla Merih irkilerek kapıdan uzaklaştı.

"Gözle görülmeyecek şeyleri bile görüyor. Sonra ben körüm diyor. Huysuz cadı."

Merih kendi kendine sessizce söylenirken banyodan bir ses daha duyuldu.

"Tahammül edemiyorum aptallıklarına!"

O sırada mutfaktan görünen Dilay merakla Merih'e baktı.

"Neler oluyor?"

Merih annesini görür görmez eli ayağına dolaşmış boş bulunarak yaslandığı lambaderi devirmişti.

"Ah şey.. Hiç."

Lambaderi yerden kaldırırken Dilay endişeyle sordu.

"Kız sanırım bağırıyordu. Yardıma mı ihtiyacı var yoksa?"

Merih hızla annesine ilerleyip omuzlarından tutarak onu mutfağa itekledi.

"Bakma sen ona. Deli o, deli."

Dilay oğlunu uyardı.

"Öyle söylememelisin."

Merih umursamadan "Boş ver..." dedi, "hadi kahvaltı yapalım."

BÖLÜM SONU.

OY VERİP YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN, DİĞER BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE...

SEVGİLERİMLE

 

Bölüm : 23.09.2025 21:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...