1. Bölüm

1. Bölüm

ฅ⁠^⁠•⁠ﻌ⁠•⁠^⁠ฅ
muahh_optumm

Selamlarrr, bu kitabın daha önceden silinip tekrar yazılacağından bahsetmiştim ve ilk bölümü şükür ki yazdım.

 

Bu kitabı önceden takip edenler bilir, normalde bu kitap -ilk başlarda- gerçek ailem kurgusuydu. Aslında bu kitaba hangi akılla öyle şeyler yazdım hiç bilmiyorum jsydjxydhhsjd. Bir anda heveslendim ve hem askeri, hemde gerçek ailem kurgusunu yani bunu yazmaya başladım. Arada bu kitabı silmek istesem de kıyamıyordum silmeye, öyle boş boş duruyordu. Bende dedim ki tekrar yazayım. Yani bence iyi demişim. Neyse sizleri sıfırdan bir başlangıçla karşılıyorum ve bölümle baş başa bırakıyorum.

 

*

*

*

 

Etrafımda bulunan bu dağlara taşlara baktım. Hepsi hakkıyla kazanılmış Türk toprağıydı.

 

Bu toprakları kazanmak için ne kadar çok Mehmetçiğimiz şehit olmuştu. Bu toprakların hepsinde onların kanı vardı.

 

Gözlerimi etrafta dolaştırdım. Yakınlarda bir yerde illa ki bir tane bile olsa mağara olmalıydı.

 

"Hızlanın yakınlarda bir mağara olması lazım." Gözlerim hepsinin üzerinde tek tek dolaştı. Eren yaralanmıştı. Yarasını her duruma göre Dursun dağlamıştı ama fazla dayanabileceğe benzemiyordu.

 

"Komutanım." diyen zayıf sese döndüm. "N'oldu Eren?"

 

"Komutanım," dedi ve derin bir nefes aldı. "Beni geri de bırakın. Ben size yük oluyorum." denmesiyle kaşlarım en derinden çatıldı. "Saçmalama Eren! Asla böyle bir şey olmayacak."

 

"Ama ko-" diye başlayan Eren'in hemen sözünü kestim. "Aması maması yok Eren! Biz bir bütünüz, bir bütün olarak kalmaya da devam edeceğiz!"

 

"Pekala komutanım..." diye sessizce mırıldandığını duysam da pek fazla umursamadım. Azıcık daha hızlanırken gözlerim etrafta dolaştı.

 

Gördüğüm mağara ile aniden durdum. Gözlerimi birkaç kez kırptım doğru mu görüyorum diye. Ve evet sonunda bir mağara bulabilmiştik. Arkamda duran time döndüm. "Az daha sabredin aslanlarım, şu ileride bir tane mağara var. Vardık sayılır."

 

"Emredersiniz komutanım." diyip benim peşine düşen başarılı askerlerime göz gezdirdim. Hepsi benim gözümde çok başarılıydı. -Arada şımarsalar da-

 

Biraz daha yürüdükten sonra mağaraya iyice yaklaşmış olduk. "Fatih biz ikimiz etrafta az biraz gözcülük yapacağız. Ardından temiz olduğuna kanaat getirdiğimizde ise sizler geleceksiniz, hepiniz dediğimi anladınız değil mi?"

 

"Tamamdır komutanım." diyerekten etrafı incelemeye başladı Fatih. Gözlerimi yine timde dolaştırdım. "Sorumun cevabını alamadım asker!"

 

"Emredersiniz komutanım!" dediler aynı anda, fazla bağırmamaya özen göstermişlerdi. Sonuçta daha burayı bilmiyorduk. Her yerden terörist çıkabilirdi. Belli olmazdı bu kanı bozuklara.

 

Büyük bir taşın arkasına saklanan time son bir bakış atarak ilerlemeye başladım. Ortalık günlük güneşlikti, yanlış tahmin etmediysem şuanda öğlen saatlerinde olmalıydık.

 

İlerlemeye devam ederken gözüme giren güneş ışığı yüzünden gözlerim istemsizce kısıldı. Gözlerim kısık bir halde etrafıma baka baka ilerlemeye devam ettim.

 

"Komutanım." dedi Fatih kulaklıktan seslenerek. "N'oldu Fatih?"

 

"Komutanım buranın yakınlarında bir tane kamp var."

 

"Konum ver Fatih."

 

"Komutanım Kuzey Doğu bölgesinde." Sağıma doğru hafifçe döndüm. Yere doğru baktığımda karınca yuvalarının girişlerinden dolayı güneyde olduğumu anlamıştım. Hafifçe doğuya doğru döndüm. Az ileride durak Fatih'le buluştu gözlerim. El işaretleriyle bana bir yeri işaret ediyordu. Elim kulağımda bulunan kulaklığıma gitti. "Fatih, artık ekstra dikkatli ol, yakınlarda mayınlar olabilir."

 

"Emredersiniz komutanı-" derken arkadan gelen sesler Fatih'in sesini kesti.

 

Aceleyle konuştum. "Fatih? Fatih iyi misin? Neler oluyor?"

 

Fatih'e doğru baktığımda Güney Doğuya doğru koştuğunu fark ettim. Ardından da nefes nefese bir halde konuşmaya çalıştı. "Komutanım," Birazcık soluklandı. "Fark edildim sizde çabuk koşun farklı bir yöne."

 

Allah kahretsin! Yanımızda mühimmatta yoktu. Şimdi ne yapacaktık?

 

Aklıma gelen planı koşarken Fatih'e anlattım. "Anladın mı beni Fatih?"

 

"Komutanım olmaz, ben yapamam böyle bir şeyi." dedi Fatih hafifçe sağa kayarak. Bende hızla sol tarafıma kayıp bana doğru gelen kurşundan kurtuldum. Fatih ve ben bir sağa kayıp bir de sola kayıyorduk, kurşunlardan kurtulmak için.

 

Ayağımda hissettiğim acıyla duraksadım. Benim durmamla Fatih'te durmuştu.

 

Şuan ayağımda katlanılamaz bir acı vardı. Kurşun yemiştim. Nefes nefese bir şekilde Fatih'le konuşmaya çalıştım. Hem belli bir süredir koşuyordum hem de ayağıma yediğim kurşunun acısıyla uğraşıyordum. "Fatih sen git,"

 

"Komutanım olmaz, sizi burada bırakamam." Arkama doğru baktım. Teröristler yaklaşmıştı şimdiden. "Fatih çabuk git, ya tek ben şehit olacağım ya da ikimiz şehit olacağız. Sen git Fatih. İki kişinin şehit olmasındansa bir kişi şehit olsun. Bak hem seni evde bekleyen bir kızın var."

 

Fatih bir arkamda duran ve bize yaklaşmakta olan teröristlere bir de bana baktı. Gözleri hafifçe dolmuştu. "Sizi asla burada bırakmayacağız, komutanım. Er ya da geç sizi bulacağız."

 

Gülümsemeye çalıştım. "Sana, size güveniyorum Fatih." Benim bunu dememle birlikte yere yığılamam bir oldu. Fatih'te koşarak uzaklaşmıştı yanımdan.

 

Az önce de dediğim gibi, iki asker kaybetmektense bir asker kaybetmek daha iyi. Hem Fatih'in evde onu bekleyen bir karısı birde biricik kızı Masal vardı. Çok babacı bir kızdı kendisi. Görevlerden döndüğümüzde direkt Fatih'in bacağına yapışır asla da bırakmazdı. Fatih'ten bunları çok duymuştum ama inanmamıştım bir çoğuna, ta ki kendi gözlerimle görene kadar.

 

Fatih gözden kaybolurken teröristler yanıma gelmişti. Yerde dizlerimin üzerine düşmüştüm ve hala o vaziyette duruyordum. Kafamı kaldırdım ve yanıma gelen teröristlerin birkaçına göz gezdirdim çatık kaşlarımla.

 

Bir tane terörist benim çatık kaşlarımı fark etti ve alayla konuşmaya başladı. "N'oldu? Yaralandın mı sen?"

 

"Orospu çocuğu," diye mırıldandım. Sessizce mırıldanmama rağmen dediğimi anlamış olacak ki yüzüme bir tane yumruk attı. Yüzüme yediğim darbeyle başım sola doğru döndü.

 

Ağzıma gelen demir tadıyla dudağımın patladığını anladım. Gözlerim tekrardan bana yumruk atan teröriste kaydı.

 

Yanıma gelen iki terörist kendi aralarında konuşmaya başladı. Diğeri her bir hareketini takip ediyordu. Kalan diğer terörist ise alayla sırıtıyordu. "Sen uf mu oldun?" dedi alayla, eli çenemi buldu. Çenemi kendine doğru kaldırdı. "Kıyamam."

 

İçimdeki nefret daha da büyümeye başladı. Bu nefret gözlerime de yansımış olacak ki kaşları hafiften çatıldı. "Bizden nefret mi ediyorsun sen?" diye alayla konuşmaya devam etti. "Heh, söyle bakalım. Nefret mi ediyon sen?"

 

Ayağımdaki acının geçmesi için dişlerimi sıktım, ama nafile. Acısı hala devam ediyordu.

 

"Kes sesini." diye mırıldandım. Nefes aldıkça vücuduma daha fazla ağrı giriyordu.

 

Derin bir nefes aldım. Gözlerim hafiften kaymaya başlamıştı ve ben gözlerimin kapanmaması için kendimi baya zorluyordum.

 

Karşımda çenemi tutan teröristin gözleri nefrete bulandı ve çenemi bir hışımla geriye doğru ittirdi. Onun ittirmesiyle beraber hafiften geriledim.

 

Konuşan o iki terörist sonunda konuşmasını bitirmişti. "Bağlayın şunu." dedi ve arkasını dönüp bir tane araca ilerlemeye başladı. Diğer kalan adam da, "İlk önce yarasına bir bakın, kan kaybından ölmesin." dedi ve o da diğer adamın peşinden ilerledi.

 

Benimle konuşan adam bileklerini arkadan bağlarken diğer adam da yaramla ilgileniyordu.

 

Ardından beni sürüklediler ve arabaya bindirdiler.

 

*

*

*

 

Kalanı? Kalanını hatırlamıyorum. En son arabaya bindim ve şuan bu mağarada gözlerimi açtım.

 

Ellerimi tavana zincirlemişlerdi. Daha yeni yeni kendime geliyordum. Görüşüm net değildi. Gözlerimi kıstım. Etrafa daha dikkatli bakmaya başladım, ama nafileydi. Gözlerimi kısıp etrafıma bakmamda bir işe yaramamıştı. Bunun üzerine gözlerimi birkaç kere kırptım. Ne yaparsam yapayım gözlerimdeki pus bir türlü gitmedi.

 

"Uyandın demek," diyerek içeri giren adama yine en nefret dolu halimle bakmaya başladım. Alaylı bir şekilde konuşmaya devam etti. "Bu kadar nefret bu kadar fazla değil mi be güzelim?"

 

"Size az bile." diye konuşmaya çalıştım.

 

"Ne kadar üzüldüm, tahmin bile edemezsin." dedi ve başını olumsuzca sağa sola salladı.

 

"Bak gördün mü? Burada can vereceksin ve belki de parçanı bile bulamayacaklar."

 

Nefretle konuşmaya başladım. "En azından şehit olurum. Siz ölünce terörist öldü, biz askerler ölünce şehit."

 

Gözlerindeki derin bir nefretle bana baktı. Gözleri kısıldı ve kısaca vücudumu süzdü. "Vücuduna yazık olacak." dedi ve cık cıkladı.

 

Bende onun gibi cık cıkladım. "Asıl sizlere yazık olacak." Kafamı iki yana salladım onaylamaz şekilde.

 

Karşımdaki terörist gözlerini gözlerime dikti. Kaşları çatılırken konuştu. "Niyeymiş o?"

 

"Madem bu kadar aksiyon istiyordunuz, asker olsaydınız ya." Birden aklıma birşey gelmiş gibi durdum. "Haa, doğru ya. Siz kıskançlıktan birbirinizi öldürecek kadar maldınız!" diye bağırmamla yüzüme yumruk yemem bir oldu. Maldınız ne Umay, Allah aşkına?

 

Derin bir nefes aldım. Bilincim gelmişti ve ben ne kadar hareket edersem -ister istemli ister istemsiz- o kadar canım yanıyordu.

 

Gözlerimi kapadım ve yavaşça dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde gezdirdim.

 

Bir kaç saniye gözlerim kapalı halde durdu. Adım sesleri gelmeye başlayınca gözlerim yavaşça açıldı. Birkaç tane daha terörist gelmişti.

 

Hepsinin üzerinde gözlerim gezindi. Teker teker hepsini inceledim. Aralarından biri yaralıydı.

 

"Ee, ne yapacağız?" diye sordu aralarından biri. Diğeri de durur mu, hemen atladı. "Bana yaptıklarını." Bunu diyen ise yaralı olan teröristti. Sen, bana ne yapabilirsin ki?

 

Biri sırıttı, bana da kısa bir bakış atarak konuştu. "Sen başla o zaman." yanıma geldi.

 

Yan tarafımda duran, direkt olarak sağımda kalan masaya yaklaştı. Elini masanın üzerinde duran bir kaç bıçakta gezdirdi.

 

Masanın üzerinde duran bir tane bıçak dikkatimi çekmişti. Üzerinde Türk Bayrağı olan bir bıçak vardı. Bunlar Türklere düşmanken bile Türklerin bıçağını mı kullanıyorlardı?

 

Dur bir saniye... o bıçak benim bıçağım.

 

"Seni kendi bıçağınla öldürmek güzel olurdu." diye mırıldandığını duydum. Orospu çocuğu...

 

Eline bıçağı aldı ve birkaç kez döndürdü bana doğru yaklaşırken. Tam önümde durdu. "İlk nerenden başlamamı istersin?"

 

Gözleri birkaç yerimde gezindi. "Yüzüne ne dersin? Bu yüze de yazık olur gerçi." dedi ve ani bir hareketle bıçağı sağ baldırıma sapladı. Tam da vurulduğum bacağıma. Ağzımdan acı iniltiler döküldü.

 

Bıçağı çıkardı, kanlı olan bıçağımı yüzümde gezdirmesiyle yüzüm kendi kanımla yıkanmış oldu. Adam tekrar konuşacaktı ki içeriye koşarak gelen bir terörist onu böldü. "Topal!"

 

Önümdeki adam sinirle konuşan adama döndü. "Ne var lan?"

 

"A- askerler gelmiş." dedi nefes nefese bir halde. "Ne?"

 

"Duydun işte." dedi ve sırtındaki çantayı yere indirdi. İçinden birkaç şeyi boşalttı. "Burayı patlatabiliriz. En azından öldüğümüzü falan düşünürler."

 

Elindeki bombayla Topal adlı adama yaklaştı. Benimde gözlerim kaymaya başladı. Çok fazla kan kaybetmiştim. Bileklerimdeki zincirler olmasa şuanda yerde olabilirdim.

 

Bombayı arkamda bir yerlere ayarladılar. Ardından bileklerimdeki zincirleri çözdüler. Çözmeleriyle yere yığılmam bir olmuştu. Sağ bacağım daha önce hiç yaşamadığım acıyı yaşatıyordu. "Neden çözdün?" dedi teröristlerden bir tanesi. "O bacakla kaçması imkansız." Türklerin ne zaman zorlandığını gördün?

 

Teröristlerin hepsi koşar adım çıktı. Çıkmalarıyla da derin bir nefes aldım.

 

Etrafıma -daha doğrusu mağaranın içine- baktım. Teröristlerin hiçbiri ortalıkta gözükmüyordu.

 

Sağ ayağımdan vurulmuştum, sağ baldırıma da bıçak saplanmıştı. Dişlerimi sıktım, ama acı bir türlü geçmiyordu.

 

Yutkunup ayağa kalkmaya çalıştım ama olmadı. Acıyan bacağım bu duruma engel oluyordu.

 

Bir an da bir ses geldi. Bu bombanın patlamasına en az on saniye olduğunu belli eden bir sesti. Bomba yaklaşık on saniye sonra patlayacaktı. Bomba çok yakınımda değildi. Belki sağ kalacaktım belki de şehit olacaktım.

 

Bomba patladı ve vücudum geriye doğru savruldu. Kulaklarımın çınlaması eşliğinde gözlerimi karanlığa bıraktım.

 

*

*

*

 

"Komutanım, Vatan timinden haber alınamıyor ne yapacağız?"

 

Albay Mustafa, arkasında kalan askere omzunun üstünden baktı. "Ne kadar zamandır haber alınamıyor?"

 

"Komutanım bu günle beraber iki gün oluyor. İlk başta dağda sinyal çekmez diye düşünmüştük, ondan haber sağlayamıyoruz zannetmiştik ama hâlâ daha iletişime geçemedik."

 

Albay derin bir nefes aldı. Karargâhın en başarılı timlerinden biriydi; Vatan timi. "Kasırga timine haber verin. En fazla yarım saat içinde yola çıkacaklar."

 

Albayın arkasında kalan asker elini alnına götürdü ve "Emredersiniz!" diye bağırdı. Koşarak albayın odasından ayrıldı ve Kasırga timinin kaldığı yere doğru koşarak gitti.

 

Tim normalde bugün izinliydi ve hepsi de bugünü yatarak geçirmeyi planlıyordu ama planları tam şuanda bozulmuştu. Vedat timin kaldığı odanın kapısını alacaklı gibi çalmaya başladı.

 

Uykulu bir halde ayağa kalktı Timur. Zira zor zar uykuya dala bilmişti ama ona rahat yoktu. Gözleri uyuyan tim arkadaşları üzerinde dolaştı. Hepsi de mışıl mışıl uyuyordu. Hafif horlamaları oluyordu ama Timur buna dayanabiliyordu, bir tek Selim'in horlaması dışında. Öyle bir horluyordu ki sanki gök gürlüyor, şimşek çakıyor veya yıldırım düşüyor! Öyle bir horlamaydı Selim'in ki. Bir de hemen Timur'un üstünde olunca bu durum Timur için işkence oluyordu.

 

"Ne bu tantana kardeşim ya!" diye söylene söylene kapıyı açtı Timur. Karşısında albayın postası Vedat'ı görünce kaşları çatıldı. Albayın postası Vedat, genellikle bir görev olduğunu bildirmek için gelirdi yanlarına. Tabii arada çay içmek için ve iki laf etmek içinde gelirdi. Ama bu seferki başkaydı. Vedat'ın telaşından anlamıştı bu durumu. "Görev mi?" Vedat kafasını Timur'u onaylar şekilde salladı. Şuan kendisini konuşabilecek gibi hissetmiyordu. Nefes nefese halde hâlâ aynı şekilde duruyordu. En sonunda konuşabildiğinde "Albay, yarım saate helikoptere binmeniz gerektiğini bildirdi." dedi.

 

Timur'un kaşları çatılırken "Bu şimdi mi söylenir, geri zekalı!" dedi ve arkasını dönüp tim arkadaşlarını uyandırdı.

 

Tim arkadaşlarının bazıları uyandı, bazıları ise hiçbir şey duymamış gibi uyumaya devam ediyordu. "Lan kalksanıza oğlum!" diye bağırdı tüm gücüyle ama tim arkadaşları onu yine duymamazlıktan geldiler.

 

Timur'un bakışları Araf'a döndü. "Komutanım?" dedi Araf'a doğru ilerlerken. Araf, aynadan bakarak üniformasını düzeltirken hafifçe Timur'a döndü. "Rica etsem siz..." demişti ki Araf onun ne demek istediğini anlayıp en gür sesiyle bağırıp uyuyanların uyanmasını, ayakta üniformasını giymekle uğraşanların ise yerinde sıçramasına sebep olmuştu.

 

*

*

*

 

Tüm hazırlıkları bitirmişlerdi. Araf'ın "Kasırga, helikoptere bin!" emriyle teker teker helikoptere binmişlerdi.

 

Yaklaşık bir, bir buçuk saat sonra hedefledikleri bölgeye gelmişlerdi. Teker teker helikopterden indiler. "Selim, Mirza ve Kerem siz Güney Doğu bölgesinde arayın. Timur, Alp ve ben de Doğu'da arayacağız." dedi otoriter bir sesle. Ardından iki gruba ayrılarak Vatan Timini aramaya başladılar.

 

Her iki grupta yaklaşık iki saat boyunca Vatan Timini aradı. Ama görünürde bir iz yoktu.

 

Timur, Alp ve Araf Doğu bölgesini aramaya devam ederken Kerem kulaklıktan onlara ulaştı. "Komutanlarım?"

 

"Ne oldu, Kerem?" diye sordu Araf. "Komutanım, yakınlarda yeni patlatıldığını düşündüğümüz bir mağara var." Derin bir nefes aldı Kerem. Selim ve Mirza çoktan mağaraya doğru ilerlemeye başlamışlardı. "Mirza ve Selim şuan mağaraya doğru gidiyor, bende şimdi onlara katılacağım."

 

Araf kurumuş dudaklarını diliyle ıslatırken "Pekala," diye mırıldandı. Timur, Alp ve Araf ayrılıp daha geniş bir alanı aramaya başlamışlardı. Bu sefer Araf'a ulaşan kişi Alp'ti. "Komutanım, bir tane köye rastladım. Yaklaşık yüz ila yüz elli metre var."

 

Araf, Alp'i iyice dinledikten sonra "Köyü incele, Alp. Belki köye teröristler sızmıştır bilemeyiz ama dikkatli olup önlem alabiliriz." dedi.

 

Alp "Emredersiniz komutanım." dedi ve köye yaklaşmaya başladı. Alp köye yaklaştıkça bir kargaşa yaşandığını fark etmişti. Kargaşayı fark eder etmez adımlarını hızlandırıp neredeyse koşar pozisyona gelmişti.

 

En sonunda insanların çember şekilde durdukları kalabalığa ulaşmıştı. Boyu her ne kadar uzun olsa bile etrafındaki şeyleri göremiyordu. Zıplaması bile fayda etmiyordu. En sonunda pes etti ve kenarda kalabalığı izleyen amcaya doğru ilerledi. Amcanın durduğu gibi kalcasını duvara yasladı ve yanındaki amca gibi kalabalığı izlemeye başladı.

 

"Sen asker misin?" diye bir soru yöneltti yanında durduğu amca. Alp ise hafifçe amcaya dönerek "Evet amca, Türk askeriyim ben." dedi gururla. Amcanın dudağı hafiften yukarı doğru kıvrıldı. Bir askerle karşılaşmak onu gururlandırmıştı. "Amcacım?" dedi Alp hâlâ daha amcaya bakarken.

 

"Efendim, evladım?"

 

"Bu kalabalık neyin nesi, sen biliyorsundur." Yaşlı adam kafasını ağırca aşağı yukarı salladı. "Evet, biliyorum." Yaşlı adam derin bir soluk aldı ve vücudunu Alp'e bakacak şekilde çevirdi. "Daha bu sabah," Hafifçe duraksadı. "Yani bu sabah dediğime bakma saat 05.28 idi. Güneş de yeni yeni doğmuştu. Sabah işte birkaç asker geldi. Açlardı, yorgunlardı ve de aralarından biri yaralıydı."

 

Alp boğazına bir şey oturmuş gibi hissetti, bu yumruyu geçirmek için ise derince yutkundu. "Peki, peki şuan da askerler neredeler?"

 

"Bazılarımızın evlerindeler, mesela benim evimde bir tanesi var. Yaralı olan, kızım sağ olsun o ilgileniyor." Yaşlı adamın hareleri Alp'ten ayrıldı ve etrafta gezinmeye başladı, özellikle de kalabalıkta. "Kızım doktordur benim." dedi hafifçe göğüs kabartarak. Kızının mesleği ile gurur duyuyordu. "Diğer askerleride tam olarak bilmiyorum ama buradaki evlerde duruyorlardır. Bir tane de komutanları varmış sanırım, onun için bazıları radyo yayınlarının yapıldığı yere gitti. Oradan iletişim kurmaya çalışıyorlarmış ama başarılı olamamışlar diye duydum."

 

Tam konuşmasına devam edecekti ki kızının sesini duydu. "Baba!" İkisininde bakışları yaşlı adamın az ötesinde bulunan kapıya döndü. Yaslandıkları evlerin kapısıydı. "Asker uyandı, kalkmak için direniyor ve de arkadaşlarını soruyor. Ne yapmalıyım?"

 

"Ben yardımcı olabilirim," dedi Alp hafifçe öne çıkarak. Ardından karşısındaki kızın rahatsız olabileceğini düşünerek "Tabii eğer isterseniz." diye ekledi. Kız hafifçe gülümsedi ve babasına baktı izin verip vermediğini anlamak için. Yaşlı adam izin verdiğini belirtircesine göz kırptı.

 

Genç kız babasına gülümsedi ve "Hadi, çabuk gel." dedi. Genç kız ilerlerken Alp'te onu takip ediyordu. En sonunda Eren'in kaldığı odaya geldiler. Alp'in kaşları, Eren'i gördüğü gibi en derininden çatıldı. Aceleci ve telaşlı bir tavırla Eren'e yaklaştı. "Eren?" Eren cevap vermedi. "Eren! Eren, oğlum duymuyor musun beni?"

 

"Duyuyorum, Alp! Duyuyorum. Umay komutan nerede? Diğerleri nerede? Ben neredeyim?" diye sıraladı Eren sorularını. Alp, Eren'i sakinleştirmek için yatıştırıcı bir sesle konuşmaya çalıştı ama Alp'in de içi gidiyordu. Ya, Umay komutanına bir şey olduysa? Eğer Umay komutanına bir şey olduysa, Araf komutanını nasıl sakinleştirirdi?

 

"Eren, sakin ol. Şuanda bir köy evindesin. Umay komutanın ya da diğerleri nerede bilmiyorum ama en kısa sürede öğreneceğim."

 

Genç kız naif bir sesle araya girdi. "İsterseniz sizi radyo yayınlarının yapıldığı yere götürebilirim." Alp kafasını olumlu anlamda salladı ve genç kıza doğru bir iki adım attı. "Pekala, hadi gidelim." Eren'in de yerinden kalkmaya calıştığını görünce kaşlarını çattı. "Eren! Otur oturduğun yerde, zaten yaralısın. Bir de ayağa kalkmaya çalışıp adamı sinir etme!"

 

Eren de kaşlarını çatarak Alp'e bakmaya başladı. "Asıl sen adamı sinir etme! Benim burada komutanım ve tüm arkadaşlarım yeri belli olmayan bir yerde! Zaten Umay komutanım nerede onu da bilmiyorum." Sinirden kıpkırmızı kesilmişti Eren. Eren derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. "Ulan Umay komutanım şehit oldu mu, olmadı mı belli değil! Söyle Alp, Umay komutanım nerede? Şehit mi oldu?"

 

Eren'in hafiften gözleri doldu, gözyaşları akmak için Eren'le savaşıyordu. "Alp, Umay komutanım ve diğerleri nerede? İyiler mi?"

 

Alp yutkundu. Silah arkadaşına bir an ne diyeceğini bilemedi. Diğerleri iyi diye biliyordu ama Umay komutanlarının sağ olup olmadığını bilmiyordu. Alp bir şey diyemedi, sessiz kaldı. Eren ise cevabını bu sessizlikle aldı. Tam o sırada Alp'in telsizinden ses geldi.

 

"Alp? Alp orada mısın?" Bu ses Araf'a aitti.

 

"Evet, komutanım."

 

"Köy ile ilgili bir gelişme var mı, Alp?"

 

"Var komutanım, Vatan timi burada ama Umay komutanım burada mı bilinmiyor." Alp'in ten bir sözü ile yerle yeksan oldu Araf. Kalbi aniden bur endişeyle doldu; Umay'ı kaybetme duygusuydu bu. Araf telsizini kapattı ve ilerde gördüğü mağaraya daha hızlı ilerlemeye başladı.

 

Umay'ı kaybetme düşüncesine bile katlanamıyordu.

 

Araf hâlâ daha mağaraya doğru ilerliyordu. Mağara ile arasında yaklaşık 100 metre kaldığında telsizden Alp'in sesini işitti. "Komutanım, Umay komutan haricinde Vatan Timi tam olarak bu köyde. Diğerlerine de haber verdim, bu köye doğru geliyorlar."

 

Araf mağaraya ilerlemeye devam ederken cevap verdi; "Tamam Alp ama ben biraz daha Umay'ı arayacağım. Onunla ilgili bir bilgi bulduğunuzda bana haber edin."

 

Araf daha da hızlandı. Umay o köyde değildi, diğer aradığı yerlerde de bulamamıştı. Peki ya, Umay neredeydi? Başına bir şey mi gelmişti? Eğer Umay'ın başına bir şey geldiyse Araf, buna dayanamazdı. Onun küçücük yarasıyla bile ilgilenen Araf, Umay'ı kaybetmeyi nasıl göze alsındı?

 

Araf'ın aklına bir an da 'Ya şehit olduysa?' düşüncesi yer aldı. Araf kafasını iki yana salladı ve bu düşünceyi kafasından tamamen atmaya çalıştı. Her ne kadar kafasından attığını düşünse de hep zihninin bir köşesinde yaşamaya devam edecekti bu düşünce.

 

Araf nefes nefese kalmış bir şekilde mağaraya yaklaşmıştı. Gözleri etrafı dikkatlice inceliyordu. Etrafta görünürde pek bir şey yoktu ama mağaranın patlatıldığı dışarıdan belli oluyordu. Az önce ki 'Ya şehit olursa?' düşüncesi tekrardan baş göstermeye başlamıştı.

 

Araf mağaranın dışında göze çarpan pek bir şey fark etmediği için mağaranın içine girmeye karar vermişti. Mağaranın içine doğru ilerledi. Yerlerde bazı kararmış tahta parçaları gördü. Ama umursamadan ilerlemeye devam etti. Karanlık mağarada ilerlemeye devam ederken bastığı bir şey aniden onu durdurdu. Etimsi bir yapıydı bastığı bu şey. Araf bu bastığı şeyin terörist leşi olduğunu düşündü.

 

Araf aslında çok yanılıyordu. Araf nereden bilebilirdi ki bu bastığı etimsi yapının sevdiği kişinin, sevgilisinin kolu olduğunu?

 

Bölüm : 15.12.2024 17:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ฅ⁠^⁠•⁠ﻌ⁠•⁠^⁠ฅ / Ateş ve Vatan / 1. Bölüm
ฅ⁠^⁠•⁠ﻌ⁠•⁠^⁠ฅ
Ateş ve Vatan

382 Okunma

58 Oy

0 Takip
1
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...