10. Bölüm

10. Bölüm: 2. Toplantı: Gözlerin Hakimiyeti 

Muhammet Asım Görü
muhammetasimgoru

Saat gece yarısını biraz geçmişti. Gökyüzü zifiri karanlıktı; ay puslu, yıldızlar çekingen. Sokak lambalarının ulaşamadığı o terk edilmiş boş arsada, insan kalabalığı birikiyordu. Betonun ve paslı metalin yaydığı keskin, paslı koku ciğerleri kemiriyordu adeta. Herkesin en az beş kişi getirmesi gerektiğini söylemiştim. Nasıl getirdiklerini sormadım. Umrumda da değildi. Tehdit mi ettiler, kandırdılar mı, para mı verdiler… Fark etmezdi. Önemli olan şuydu: geldiler.

Aralarında öyle tipler vardı ki; ayakta zor duruyorlardı. Kimisinin kolu sargılı, kimisinin yüzü morluk içindeydi. Ama daha da dikkat çekenler vardı. O mahallelerin dipsiz sokaklarında doğmuş, büyümüş, hayatta kalmak için acımasızlaşmış tipler… Altın zincirli, dövmeli, kasketli. Gözlerinde kendilerine güven değil, başkalarına korku salma alışkanlığı vardı. Halk arasında “keko” denilen, o kaygan ve patlamaya hazır kesimden.

Ve tam ortalarında ben vardım. Yeni aldığım sim siyah takım elbisem içindeydim. Altına bembeyaz bir gömlek. Soğuk bir cellat gibi… Yanımda Orkun, Arda ve Fatih vardı. Alperen arka tarafta, kalabalığın göbeğinde karışmış haldeydi. Tetikteydi.

Batu yanıma geldiğinde kulağına eğildim, Zeynep’in evini tarif ettim.
“Yanına dokuz-on kişi al. Oradaki biraları getirin,” dedim.

Batu kısa sürede döndü. Kasa kasa biralar ellerinde. Kalabalığa döndüm:
“Herkes bir bira alsın.”

Saat 01:00. Bir adım öne çıktım.
“TOPLANTI BAŞLADI!”

Kalabalıkta uğultu yükseldi. Yükseltiye çıktım. Tam konuşacaktım ki Fatih yaklaştı.
“Ahmet abi aradı. Silahlar bir hafta sonra iskelede olacakmış.”

“Güzel,” dedim. “İlk işin bu o zaman.”

Yüzümü kalabalığa döndüm.

“İyi akşamlar gençler. Büyük ihtimalle hiçbiriniz buraya neden getirildiğinizi bilmiyorsunuz. Ama şimdi öğreneceksiniz. Buraya getirilmenizin sebebi, yeni kurulan İzmir Ölüm Çetesi’ne katılmaya layık görülmenizdir.”

Kalabalığın ortasında karışıklık başladı. Özellikle birkaç tip, öne çıkmadan sinirli sinirli homurdanıyordu. Dövmeleri, sigaraları ve havaya kaldırdıkları kaşlarıyla dikkat çekiyorlardı. Mahallenin belalılarından, o “dokunulmaz” zannedenlerden…

Konuşmaya devam ettim:
“Bu çetenin amacı İzmir’deki ve sonrasında Türkiye’deki uyuşturucu ticaretini bitirmek. Her satıcı, her torbacı temizlenecek. Kökünden.”

Ve işte o an geldi. Kalabalığın arkasından biri bağırdı:
“Ha siktir git lan! Uyuşturucu biticekmiş… Kralsan gel, bi de bana anlat.”

Eli kolu dövmeli, vücut dili meydan okuyan. Gömleği açık, zinciri parlıyor. Yanındaki arkadaşıyla güldü. O da aynı tıynette; saçları jöleli, ayakta bile zar zor duruyor ama egosu Everest.

İşaret ettim:
“Sen. Öne çık.”

“Yoo ben değil, kralı ayağımıza gelir,” dedi. Kahkahalarla güldü. Diğer “keko” tayfa da kahkahaya katıldı. Göz göze geldik. Sadece göz göze... O an içimdeki karanlık huzur uyandı. Adımlarımı ona doğru attım. Kalabalık açıldı. Gözlerinin içine baktım.

İçimdeki güç kıpırdadı. Onun zihnine sızdım. Zihni ılık bir balçık gibiydi; direnemedi.
“Artık benim emrimdesin.”

Bedenindeki gerginlik bir anda çözüldü.
“Emredersiniz efendim,” dedi.

Geri döndüm:
“Şimdi hepinizin önünde özür dile.”

“Özür dilerim! Yanlış yaptım!”

Kalabalık dondu. Gözlerimde sadist bir ışık belirdi. Döndüm. Yumruğumu olanca gücümle suratına geçirdim. Dişleri kırıldı, yüzü kana bulandı. Yere yığıldı. Acıyla kıvrandı.
“ Özür dilerim…” yere kan tükürdü ve ardından “Efendim” diyebildi sadece sonra sessizce kalabalığın içine girdi. Tam tekrar yükseltiye çıkarken ikinci ses patladı:

jöleli saçlarıyla parlayan, üzerindeki markalı eşofmanla kendini padişah sanan, sokak ağzıyla başıboş bir sokak köpeği — üzerime yürümeye başladı.

“Yeter lan! Kimsin sen! Burda racon kesiyon ama biz senin gibi çok gördük. Orospu çocuğu!

Kalabalık bir uğultuya dönüştü. Herkes bir adım geri çekildi. Orkun’la Arda ellerini dahi kıpırdatmadı. Çünkü anneme ne olduğunu ve bu konuda ne kadar hassas olduğumu biliyorlardı. İçimdeki güç devreye girmişti.

Adımlarını saydım. Bir... iki... üç... dördüncü adımında göz göze geldik.

Güç, içimde lav gibi aktı. Göz bebeklerine sızdım. Zihni uyuştu. Kontrolü devraldım. Gözleri büyüdü, nefesi hızlandı ama bedeni dondu. Şimdi artık ipleri benim elimdeydi. Tıpkı bir kukla gibi.

Adım adım yaklaştım. Onun donmuş bedenine rağmen, gözlerinde hâlâ inatçı bir parıltı vardı. Güçle beynine fısıldadım:

“Diz çök.”

Bacakları çözüldü. Betonu öptü.

“Kaldır kafanı.”

Gözlerime baktı. Onun içindeki nefreti, korkuyu ve kafasının içindeki panik çığlıklarını hissediyordum. Bu hissi seviyordum. Bu çaresizlik, tanrısal bir tat veriyordu.

Ceketimin iç cebinden yavaşça paslı, kısa ama keskin bıçağımı çıkardım. Kalabalığa dönmedim bile. Herkes susmuştu. Zaman durmuş gibiydi. Sadece bıçak ve onun kafasının içindeki çığlıklar vardı.

Yavaşça konuştum:
“Bazen bir ibret yaratmak gerekir.”

Sol elimi ensesine koydum. Başını hafifçe geriye çektim.

Bıçağı göğsüne batırdım. Bastırmadım. Sadece derisini yırttım. Kan sızdı, sıcak ve koyu. İçimdeki tatmin büyüyordu.

Sonra, tam kalbinin altına bir kez daha sapladım. Bu kez daha derine. Derin bir inilti çıktı. Ama nefesi yetmedi bağırmaya. Ciğerleri kontrolümdeydi.

Yüzünü yakınıma çektim. Fısıldadım:

“Canını alabilirim... ya da seni burada bir hayvan gibi bırakarak, süründürerek de cezanı verebilirim. Ama şanslısın. Bugün öleceksin.”

Ve o anda... bıçağı boğazına bastırdım. Yavaşça... yavaşça kestim. Etinin yırtılma sesi yankılandı. Kan fışkırdı, sıcak damlalar yüzüme sıçradı. Gözlerinde hâlâ hayat vardı. Ama hızla sönüyordu.

Son bir nefes... Son bir bakış. Sonra sessizlik.

Bedenini yere bıraktım. Kan hâlâ akıyordu. Beton zeminde kırmızı bir göl oluşuyordu.

Arkamı döndüm. Kalabalıkta kusanlar oldu. Ağlayanlar... yere çöküp dua edenler...

Sadece güldüm.

“Batu, bu piçi çöpe at. Çürümeye bırak.”

Batu tereddüt etmeden geldi. Cesedi sürüklemeye başladı.

Ve o an... kalabalıkta artık hiç kimse konuşmuyordu. Hiç kimse göz göze gelmeye cesaret edemiyordu. Gözlerimde bir şey vardı. Güç değil... Tanrısallık. Sadist bir tanrı gibi... Hem can alıyor, hem huzur dağıtıyordum.

Kimse kıpırdamıyordu. Kimi ağlıyordu, kimi tiksinmişti. Ama hiçbiri ses edemedi. Bunlar olurken yavaş yavaş yükseltiye çıktım herkesin bana bakması için bağırdım ve her birinin gözlerinin içine bakarak

“Artık tamamen benim emrimdesiniz!” diye bağırdım. Böyle bağırır bağırmaz tüm kusmalar korkular hepsi tamamen yok oldu ve yavaş yavaş emrime girmeye başladılar.

“HİZAYA GİRİN. SAĞ BAŞTAN SAY!”

Kalabalıkta yankılanan sayılar... 183 kişi. İkiye bölünmelerini emrettim ve doksan bir kişi doksan bir kişi bölündüler. Ortada bir kişi kalmıştı.

“Ortadaki sen! Kişisel korumamsın.”

Fatih ve Alperen’e grupları verdim. Orkun ve Arda kollarıma girdi. Geride kalanları bırakıp çıkarken, gücümün sınırlarını aşırı zorladığımı fark ettim sesler boğuklaşmaya başladı ve sokağı döndükten hemen sonra gözlerim karardı her şey siyahlaştı en son boğuk bir şekilde Orkun’un Arda’ya “KALDIR, BURDAN UZAKLAŞIP AMBULANSI ARAYALIM” dediğini duydum ve sonra her şey tamamen karanlıktı...

Bölüm : 19.05.2025 17:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...