2. Bölüm

2. Bölüm: Yeni Düzen 

Muhammet Asım Görü
muhammetasimgoru

 

Üç ay sonra –

 

Zeynep’le aynı çatı altında üç ay geçti. Üç ay, bazen bir ömür kadar uzun, bazen bir rüya kadar kısa. Ama her gün, hayatta kalmanın ne kadar zor olduğunu yeniden hatırlatıyordu. Özellikle de Zeynep için.

 

FMF hastasıydı -Akdeniz Ateşi-. Çoğu zaman ağrılar içinde kıvranıyor, odanın bir köşesinde sessizce dişlerini sıkarak acısını gizlemeye çalışıyordu. Bazen elini tuttuğumda parmakları buz kesiyordu. Her ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da o anlarda ne kadar kırılgan olduğunu görebiliyordum. Bir de beyinciğinde hasar vardı, dengesini kaybetmesine ve bazı günler yürümekte zorlanmasına sebep oluyordu. Sürekli hastaneye gitmesi gerekiyordu ama buna rağmen bana kol kanat germekten hiç vazgeçmedi.

 

Onun varlığı beni hayatta tutan tek şeydi belki de. Kendimi ne zaman kaybolmuş hissetsem, gözlerimdeki boşluğu fark ederdi. Zorla da olsa konuştururdu beni. Sessizliğimin altında sakladığım öfkeyi görür ve yargılamadan yanımda kalırdı. Bana hiçbir şey sormadı. Neden bu kadar yaralı olduğumu, geçmişte ne yaşadığımı ya da neden geceleri kabuslarla uyandığımı merak etmiş olmalıydı. Ama sormadı. Çünkü o da kendi savaşını veriyordu.

 

Benim için bir anne gibi koruyucuydu, ama aynı zamanda bir kardeş kadar yakın ve savunmasızdı. Ve bu… beni korkutuyordu.

 

Çünkü ben, dokunduğum her şeyi mahvediyordum.

 

Geceleri uyuyamadığımda, geçmişim peşimi bırakmıyordu. Kafamı yastığa koyduğum an, o günün görüntüleri tekrar tekrar zihnimde canlanıyordu. Babamın yüzü… Abimin sessiz çığlığı… Annemin titreyen elleriyle bıraktığı veda mektubu. Kaç kere “Başka çarem yoktu,” diyerek kendimi ikna etmeye çalıştım bilmiyorum. Ama bir gerçeği kabullenmek zorundaydım: Bunu ben seçtim. Karanlığa adım atmayı ben seçtim.

 

İnsanlar, ölümden korkar. Ama ben… İlk kez ölümün sıcaklığını hissettiğimde içimde bir şey uyanmıştı. Ve o şey, gitgide büyüyordu.

 

En korkutucu olan da bu gücü hissetmeye başlamamdı.

 

Başta sadece bir yanılsama olduğunu düşündüm. Komadan çıktığımda beynimin oynadığı bir oyun… Ama yanılmıştım. Ne olduğunu bilmiyorum ama bazen insanlara baktığımda, içimde bir baskı oluşuyordu. Sanki onların zihinlerine dokunabilirmişim gibi. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum ama merak ediyordum—ve merak, tehlikeliydi.

 

İlk kez mahalledeki bakkalda fark ettim.

 

Bir gün evin ihtiyaçlarını almak için girdiğimde, içimde bir gerginlik vardı. Bakkalın kasasında oturan adamla göz göze geldiğimde, garip bir şey oldu. Kalbim hızlandı, gözlerim yanmaya başladı. İçimde bir fısıltı vardı, sanki bana ne yapacağımı söylüyordu. Ve ben, o fısıltıya karşı koyamadım.

 

“Kasadaki tüm parayı ver,” dedim.

 

Sözlerim boğazımdan çıktığında, sesim bana ait değilmiş gibiydi. Soğuk ve keskin. Adamın gözlerinde bir boşluk oluştu. Bir an bile tereddüt etmedi. Kasayı açtı, içindeki tüm parayı avuçlayıp bana uzattı. Ne yaptığının farkında değildi, sanki kendi iradesini kaybetmişti.

 

Parayı almadan önce geri çekildim. Kalbim deli gibi çarpıyordu ve başım deli gibi ağrıyordu. Onu gerçekten ben mi yaptım? Yoksa adamın zaten kafası mı karışıktı?

 

Bir cevap arıyordum ama korkudan titriyordum da.

 

Bu neydi? Nasıl olmuştu?

 

Ve daha önemlisi—bu gücün sınırı neydi?

 

Ama bir şey beni daha çok endişelendiriyordu: Bu yetenek Zeynep’te işe yaramıyordu. Ne yaparsam yapayım, ona söz geçiremiyordum. Aynı şey, son üç ayda hayatıma giren diğer dört kişi için de geçerliydi.

 

Alperen, Orkun, Arda ve Fatih.

 

Beni hayatta tutan şeyler belki de onlardı.

 

Alperen, grubun aklıydı. Zekiydi, fazla zekiydi. Kağıt üzerinde bir şeylere bağımlı görünmese de aslında en çok bağımlı olan oydu: müziğe. Hayatın pisliğinden kaçmak için kafasını rap şarkılarına gömüyordu. Ama ne kadar kaçarsa kaçsın, içinde bir şeyler kırılmıştı ve bunu kimseye göstermiyordu.

 

Orkun, içlerinde en tehlikeli olanıydı. Yumruğunu sakınmazdı. Dünyaya öfkeliydi ama bunu saklamaya çalışmazdı. Kimseye boyun eğmezdi. Ama onun öfkesinin altında, aslında bir çocuk gibi sevilmeye aç olduğunu görebiliyordum. Kimseyi içeri almıyordu ama bir kere güvendi mi, arkasını asla dönmezdi.

 

Arda, her şeyi şakaya vururdu. Hayatın karanlığını, kahkahalarıyla dağıtmaya çalışıyordu. Ama o kahkahaların arkasında, kimsenin bilmediği bir yalnızlık vardı. İnsanların ne kadar kırılgan olduğunu herkesten iyi bilirdi. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı.

 

Fatih ise bambaşkaydı. Hayatı umursamaz gibiydi ama tehlikeliydi. Bir gölge gibi. İnsanları okur, fırsatları koklar ve her zaman kazanmanın bir yolunu bulurdu. Onun gözlerinde, hayatı ciddiye almayan biri gibi bir ifade vardı ama bu sadece bir maskeydi. Gerçekten ne düşündüğünü anlamak zordu. Yer altı dünyasında benim bile sahip olmadığım bağlantıları vardı.

 

Bu dördü, benim çetem değildi. Belki öz ailem bile değillerdi ama… yalnız olmadığımı hatırlatan tek şey onlardı ve onlar benim farklı anne ve babadan kardeşlerim gibilerdi.

 

Ama neden? Neden onlara güç yetiremiyordum?

 

Onları gerçekten sevdiğim için mi? Yoksa bu gücün bende bile anlamadığım bir sınırı mı vardı?

 

Bir gün, bu gücün ne olduğunu bulacaktım. Ama o güne kadar bir karar vermek zorundaydım: Ya bu gücü kontrol edecektim… ya da bu güç beni yok edecekti.

 

Ve ben, kaybetmeye niyetli değildim.

 

-6 Hafta Önce-

 

Aklımı kurcalayan o soruyu sormanın zamanı gelmişti.

 

“Zeynep… Neden tanımadığın birini evine aldın? Ya kötü biri olsaydım, sana zarar verseydim?”

 

Gözlerini kaçırmadan, sakin bir sesle cevap verdi:

“Hissettim sanırım.”

 

Kaşlarımı çattım. “Nasıl yani?”

 

Omuzlarını hafifçe silkerek gülümsedi.

“Hislerime güvenirim. Bazen… Bazı şeyleri bilirsin. Sebebini bile anlamadan.”

 

Cevabı kafamda dönüp dururken sessizlik çöktü aramıza. Ne diyeceğimi bilemedim. Onu korkutmamış olmama şaşırdım belki de. Bu konuşmadan sonra, Zeynep’le kalmadan önce yaşadığım o yıkık eve gitmeye karar verdim. Orada kalan birkaç parça eşyam vardı. Belki de geçmişime veda etmem gerekiyordu.

 

Bina hâlâ aynıydı—dökük, karanlık ve sessiz. Nefesimi tutarak içeri adım attım. Burası, hayatıma son vermek istediğim yerdi. En üst katta, eski sahiplerinden kalma bir koltuk vardı; orada uyuyordum. O koltuk, hayatta olduğumu hatırlatan tek şeydi.

 

Merdivenlerden çıkarken kulağıma yumuşak bir gitar sesi çalındı. Adımlarımı yavaşlattım. Binada yalnız olmadığımı fark ettim. Adrenalin tüm bedenime yayıldı. Dördüncü kata çıkarken üçüncü katta durup duvara yaslandım. Sesleri dinledim.

 

“Yardım et, yardım et, hayatımın mimarı olan hırsızı, karanlıktan çekip kurtar beni bir gün çoban yıldızım…”

 

Şarkının sözleri içime dokundu. Ses o kadar temiz, o kadar gerçekti ki… Beni bu kadar huzura sürükleyen bir şey duymayalı uzun zaman olmuştu. Bir süre öylece durup dinledim. Sonra gitar sesi kesildi, kahkahalar yükseldi. Seslerinden sarhoş olduklarını anlamak zor değildi.

 

O an içimde bir şey kıpırdadı. Hiç arkadaşım olmamıştı. Yalnızlık, omuzlarımda bir yük gibi taşınıyordu hep. Onların birbirine takılması, şakalaşması… Bana ait olmayan bir dünyayı izliyordum. Ama oraya ait olmayı istiyordum.

 

Derin bir nefes aldım. Cesaretimi toplayıp yukarı çıkmaya başladım. Koltukların olduğu odaya yöneldim ve kendimden emin adımlarla kapının eşiğine vardım. İçeri baktığımda, benim bir zamanlar uyuduğum yerde dört kişi oturuyordu. Önlerinde iki büyük şarap şişesi vardı.

 

Beni fark ettiklerinde aralarından biri—sonradan adının Orkun olduğunu öğrendim—hızla elini beline attı. Sustalı bir bıçak çıkardı. Gözleri kan çanağıydı ama tetikteydi.

 

Ellerimi havaya kaldırdım. “Sakin olun. Size zarar vermek için gelmedim. Eskiden burada yaşıyordum, birkaç eşyam kalmıştı. Onları almaya geldim, sonra giderim.”

 

Aralarından biri—güler yüzlü olan—başını kaldırdı. “Burada mı yaşıyordun?” diye sordu.

 

İç geçirerek başımı salladım. “Evet.”

 

Bir an duraksadı, sonra gülümseyerek koltuğa yaslandı. “İstersen otur, sohbet ederiz.”

 

Şaşırmıştım. “Sizin için de sakıncası yoksa?”

 

Hepsi başlarıyla onayladı. Tedirginliğim biraz dağılırken karşılarındaki boş koltuğa oturdum. Sohbet etmeye başladık.

 

Alperen gitarını eline aldı ve birkaç parça daha çaldı. Herkes rahatlamıştı. Zaman ilerledikçe ben de gevşedim. Şarap içtik, güldük, dertlerimizi paylaştık. O gece, daha önce hiç hissetmediğim bir sıcaklık sardı içimi—kardeşlik.

 

Hepsi benim gibiydi. Kırık, eksik ama bir şekilde hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Aralarındaki bağ çok güçlüydü. Birbirlerine hep destek olmuşlardı. O gece anladım ki kardeşlik, sadece aynı kandan gelmek değildi. Aynı acıyı paylaşmaktı.

 

Orkun’un kollarında jilet izleri vardı—tıpkı benim gibi. Alperen, dışlanmış ve küçümsenmişti ama müziğe tutunmuştu. Spotify’a yeni yeni şarkı yüklemeye başlamıştı ve birkaç kişi dinliyordu. Fatih, aralarındaki en umursamaz gibi görünüyordu ama alkolün etkisiyle içini döktükçe onun da ne kadar zorlandığını fark ettim. Arda… O neşeli maskesinin arkasında bir şeyler saklıyordu ama kimseye göstermemek için çabalıyordu.

 

Sabaha kadar oturup konuştuk. O gece beni gerçekten anladıklarını hissettim. Ve ben de onları anlamıştım.

 

O günden sonra hep birlikte takılmaya başladık. Bazen hiçbir şey yapmıyorduk; oturup kola ve çekirdek alıp liseli çocuklar gibi gülüyorduk. Ama önemli olan ne yaptığımız değildi. Önemli olan, yalnız olmadığımızı bilmekti.

 

Bölüm : 03.04.2025 14:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...