6. Bölüm

6. Bölüm: rüya ve değişim

Muhammet Asım Görü
muhammetasimgoru

 

 

Odaya loş bir ışık hâkimdi. Hava dışarıda serindi ama burası sıcaktı. Güvenliydi. Kollarımın arasında dünyadaki en değerli varlık yatıyordu. Başını göğsüme yaslamış, nefesini hissedebiliyordum. İncecik parmakları tişörtümün kumaşında dolaşıyor, varlığını her saniye hissettiriyordu.

 

Elimi saçlarının arasına daldırdım, parmaklarımı yavaşça gezdirerek o ipeksi dokuyu içime çektim. Hafifçe başını kaldırıp bana baktı, gözlerindeki o tanıdık sıcaklığı gördüğümde içimde tuhaf bir huzur doldu.

 

"Sonsuza kadar böyle kalabiliriz, değil mi?" diye fısıldadı.

 

Gülümsedim, ona daha da sıkı sarıldım. "Bunun için bir sebep göremiyorum, güzel bebeğim," dedim.

 

Kıkırdadı, ama bu gülüşte hafif bir hüzün vardı.

 

Parmaklarını yanağıma koyup hafifçe dokundu. "Bazen düşünüyorum da," dedi, gözlerini kaçırarak. "Ya bir gün, ben artık yanında olmazsam?"

 

Kaşlarımı çattım. "Böyle şeyler söyleme."

 

"Gerçekleri konuşuyoruz, değil mi?" dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı. "Düşünsene... bir gün gittiğimde ne yapacaksın?"

 

Onun bu tavrı içime bir sıkıntı yerleştirdi. Bir şeyler söylemek istedim ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Sonunda, onu daha sıkı sardım. "Sen gitmezsin," dedim. "Gidemezsin."

 

Yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi. "Peki ya giden sen olursan?"

 

Başımı iki yana salladım. "Saçmalıyorsun."

 

Elimi tuttu, parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. "Beni ne kadar seviyorsun?"

 

Kollarımı gevşetip yüzüne baktım. O an, onun her şeyi olduğunu fark etmiştim. Onsuz bir hayatı hayal bile edemezdim. O benim nefesim, yaşama sebebim, her şeyimdi.

 

"Sonsuzluğun bile ötesinde," dedim.

 

Gülümsedi ama gözlerinde bir gölge dolaştı. "Keşke zaman durabilse," diye mırıldandı.

 

Ben de aynı şeyi düşünüyordum. Bunu gerçekten istiyordum. Ama o anda, bir şey değişti.

 

Sıcaklığı... azaldı.

 

Kucağımda hala yatıyordu ama sanki teni solmuş, varlığı daha hafifleşmişti. İlk başta önemsemedim. Belki de sadece yorgundum. Ama sonra fark ettim—etrafımızdaki dünya soluyordu.

 

Odanın duvarları silikleşti. Renkler, sanki eski bir fotoğraf gibi solmaya başladı.

 

Panikle gözlerine baktım.

 

Ve donakaldım.

 

Gözlerindeki ışık yok olmuştu.

 

O canlı, kahverengi gözler şimdi bomboş bakıyordu. Sanki içinde hiçbir şey kalmamıştı.

 

"Bebeğim?" diye fısıldadım, sesim titreyerek.

 

"Ben artık yokum," dedi. Sesi uzak ve yankılıydı.

 

Boğazım düğümlendi. "Hayır... hayır, buradasın. Sen hâlâ benimsin."

 

Başını iki yana salladı. "Ben artık yokum."

 

Ellerimi yüzüne koydum, avuçlarımın arasında hissedebilmek istedim. Ama sanki... sanki artık orada değildi.

 

"Gelecekte tekrar buluşacağız," dedi. Sesi yankılanıyordu, bulunduğumuz dünya erirken bile o, sakince konuşuyordu.

 

Her şey kaybolmaya başladı. Onu tutmaya çalıştım, sarıldım, ama kollarım boşluğu kavradı.

 

Ve sonra, o buz gibi sesiyle fısıldadı:

 

"Her şey senin suçun." Bu kulaklarımda yankılandı, vicdan azabı beni parçaladı.

 

Dünya yıkıldı.

 

Yer ayağımın altından kaydı, karanlığa düştüm.

 

Onu tutmaya çalıştım sanki uzansam yetişebilecek kadar yakındım ama bir o kadar da uzak yavaş yavaş karanlığa doğru çekilirken benim tek yapabildim ismini haykırmak oldu sonra gözlerim yaşlarla doldu ve uzun bir süre ardından tekrar ağladım en son ağlayalı belki yıllar geçmişti. Ağladım bağırdım sanki canımdan bir parça eksilmiş kalbimi söküp almışlar gibi ağladım.

 

Ve o, kaybolmadan önce bana son bir kez baktı.

 

Ben çırpındım, bağırdım, ona ulaşmaya çalıştım. Ama her şey için çok geçti. Gözümü açtığımda kabus olduğunun farkına varmıştım, Gözlerimi açtığımda, içimde bir boşluk vardı.

 

Ama bu, sıradan bir boşluk değildi.

 

Bu, her şeyin anlamını kaybettiği, varoluşun ağırlık yaptığı, nefes almanın bile bir yük gibi hissettirdiği türden bir boşluktu. Sanki içimdeki tüm ışık çekilip alınmış, yerini sonsuz bir karanlık kaplamıştı. Bir an hâlâ kabusun içinde olup olmadığımı anlayamadım.

 

Her şey bulanıktı. Karanlık, derin ve boğucu. Ama bir süre sonra fark ettim. Bu, bir kabus değildi.

 

Gerçekti.

 

Odanın loş ışığında tavana bakarken hissettiğim şey, sadece kötü bir rüyanın bıraktığı ürperti değildi. Bu, geçmişin izleriyle şekillenmiş, yıllardır içimde birikmiş tüm acının, bir kez daha yüzeye çıkmasıydı.

 

Nefesim düzensizdi. Göğsüm sıkışıyordu. Ellerim ter içindeydi, parmaklarım hafifçe titriyordu. Sanki boğuluyordum ama suyun altında değildim. Yatağımdaydım, serbesttim ama bir türlü nefes alamıyordum. Ve o an anladım.

 

Yine aynı yere dönmüştüm. Yine geçmişim beni esir almıştı.

 

Beynimin içinde yankılanan anılar...

 

Bitmeyen sesler...

 

O eski hisler...

 

Her şey geri dönmüştü. Ve ben, her zamanki gibi, buna engel olamamıştım. Uykudayken bağırmış olacağım ki düşüncelerle boğuşutuğum sırada, kapım hızla açıldı.

 

Zeynep içeri daldı. Hızlı adımlarla yanıma yaklaştı ama yüzüme baktığında bir an duraksadı.

 

Bana baktığında gözlerinde endişe, korku ve belki de biraz şaşkınlık vardı. Sesinde hafif bir panik seziliyordu. Ama endişesini bastırmaya çalışıyordu.

 

— "Ne oldu? İyi misin?"

 

Cevap veremedim. Kelime bulamıyordum. Çünkü kelimeler yetersizdi. Çünkü içimde olup biteni tarif edecek tek bir kelime bile yoktu.

 

Boğazım düğümlenmişti. Sanki konuşmaya çalışsam bile sesim çıkmayacak gibiydi. Bana bir adım daha yaklaştı ama ben hâlâ hareket etmiyordum. Gözlerimi kaçırıyordum. Çünkü ona bakarsam... Tüm o duygular gözlerimden okunacaktı. Ve ben, onların görünmesini istemiyordum. Ama saklanamazdım.

 

Çünkü Zeynep, gözlerimi kaçırdığımda bile ne hissettiğimi anlayacak kadar iyi tanıyordu beni. Ve tam o anda... Her şey içimde patladı. Ona doğru bir adım attım ve sarıldım. Ama bu, sıradan bir sarılma değildi. Bu, yıllardır içinde tuttuğun, kimseye anlatamadığın, sırtında bir yük gibi taşıdığın acının sonunda taşmasıydı.

 

Bu, yıllardır kırılmamak için direndiğin ama sonunda pes ettiğin o anın yansımasıydı.

 

Omuzlarım titremeye başladı. Nefesim düzensizleşti.

 

Ve gözyaşlarım, engel olamayacağım bir şekilde akmaya başladı. Hıçkırıklar boğazıma düğümlendi.

 

Ama tutamadım. Tutmaya çalışmadım bile.

 

Çünkü bu yük artık taşınamayacak kadar ağırdı. Ve o yükü taşımaktan yorulmuştum.

 

— "Her şey benim suçum..."

 

Bunu kaç kere söyledim bilmiyorum. Belki on kere ,Belki yirmi.

 

Ama Zeynep hiçbir şey söylemedi. Sadece beni sarıp sırtımı sıvazladı. Ve fısıltı gibi bir sesle, yumuşak ama kesin bir şekilde konuştu:

 

— "Her şey geçecek, kardeşim..."

 

Ama geçmeyeceğini biliyordum. Geçmiyordu. Hiçbir şey geçmiyordu.

 

Bunlar sadece anlık dalgalardı. Geçici fırtınalar gibi görünebilirlerdi ama aslında hiç kaybolmuyorlardı. Sadece bazen derinlere gömülüyorlardı.

 

Ve sonra, en beklemediğin anda, en savunmasız olduğun anlarda geri dönüyorlardı. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

 

Zeynep ne kadar süre boyunca öylece beni tuttu bilmiyorum.

 

Ama zamanın bir anlamı yoktu. Sadece onun yanında durması yetti. Sadece orada olması, hiçbir şey söylemeden beklemesi bile bir şeyleri değiştirdi. Yavaş yavaş gözyaşlarım dindi. Ama hâlâ titriyordum.

 

Ve içimdeki boşluk... Hâlâ oradaydı. Zeynep bir adım geri çekildi ve yüzüme baktı.

 

Gözlerim kıpkırmızı olmuştu, yüzüm sırılsıklamdı. Ona bakmadım, bakamadım. Beni daha fazla bu halde görmesini istemedim.

 

Ama onun bana baktığını hissettim

 

Sonunda, sessizliği o bozdu.

 

— "Kendini nasıl hissediyorsun?"

 

İçimi çektim.

 

Boğazımdaki düğüm hâlâ tam olarak çözülmemişti ama konuşabildim.

 

— "Rezalet."

 

Gülümsedi.

 

Ama bu gülümsemenin içinde hüzün de vardı.

 

Sadece başını hafifçe salladı ve daha fazla bir şey söylemedi. Sonra, tereddütle konuştu:

 

— "Sakıncası yoksa... neden ağladığını sorabilir miyim?"

 

İç çektim. Gözlerimi kaçırdım. Ve sonra, alçak bir sesle cevap verdim.

 

— "Sana daha önce neden intihar ettiğimden hiç bahsetmedim, değil mi?"

 

Başını olumsuz anlamda salladı.

 

— "Hayır. Hiç."

 

Bunu zaten biliyordum. Ama şimdi... Anlatmam gerekiyordu. Her şeyin başladığı yere dönmem gerekiyordu.

 

Geçmişi anlatmam gerekiyordu. Ve bunu yapmaya hazır olmasam bile. Artık saklanamazdım.

 

Yavaşça derin bir nefes aldım.

 

Ellimi sıktım, gözlerimi tavana diktim. Ve geçmişin karanlık koridorlarına adım attım.

 

— "Her şey bir kızla başladı..."

 

Ve o an, zaman geriye doğru akmaya başladı.

 

Derin bir nefes aldım.

 

Ve kelimeler, boğazımda sıkışan bir düğüm gibi zorla çıkmaya başladı.

 

— "Biliyorsun... O gün intihar ettiğim için hastanedeydim."

 

Gözlerimi kapattım.

 

Bir an için sanki gözlerimle geçmişi görüyordum. O eski, karanlık günler... Anılarımın her bir köşesi, kararmış duvarlar gibi etrafımı sarmıştı.

 

İçimde, hala geçmeyen bir sancı vardı. Sanki yıllar önce yaşadıklarımın her bir anı, içimde bir yara gibi kanamaya devam ediyordu.

 

Bunu anlatmam gerektiğini biliyordum. Ama her kelime, her cümle, yeniden o karanlık duyguları uyandırıyordu. Yeniden o korkuyu, çaresizliği hatırlamak... O kadar kolay değildi.

 

Bir süre sessiz kaldım. Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Ama bu sefer, yaşların anlamı farklıydı. İçimdeki acının dışa vurumuydu.

 

Zeynep sabırla bekliyordu. Yüzündeki merak, hiçbir şekilde aceleci değildi. O, benim hikayemi anlamaya çalışıyordu, her kelimeyi dikkatle dinliyordu.

 

Ve ben, o her kelimenin altında kaybolan gerçekleri biraz daha açığa çıkarmaya karar verdim.

 

— "Hep çalkantılı bir hayatım olduğunu biliyorsun. Abim... babam... her şey darmadağındı."

 

Sesim titredi. Ne kadar zorlandığımı, ne kadar acı verdiğini fark ettiğimde, Zeynep'in elinin omzumda olduğunu hissettim. Hafifçe, ama ısrarla... Hemen yanında olmak, bana bir tür güven veriyordu.

 

— "Ben daha 16-17 yaşlarındayken bir kızla tanıştım..."

 

Sözlerimi bitirirken bir an duraksadım. İçimde bir şeyler kabardı. Onun ismini söylesem, bir daha asla geri dönemezmişim gibi hissettim. O eski acıyı tekrar yüzüme vuran o ismi söylemek, her şeyin tekrar canlanması demekti.

 

Ama devam etmeliydim. Duramam.

 

— "Bu kız... benim tüm hayatımı gördü. Hatta evimin bile olmadığını bildiği halde benimle çıktı."

 

Bu sözleri söylerken bir gülümseme belirdi yüzümde. Ama bu, sevinçten değil, içimdeki hüzünle kararmış bir gülümseme, yitirilen bir şeyin hüzünlü hatırlanışıydı.

 

— "İki yıl boyunca sevgili kaldık. Yeri geldi annem oldu... yeri geldi ablam. O benim ailemdi, Zeynep. O beni kimsesizlikten çıkardı. İntiharın, ölümün, karanlığın içinden çekip aldı."

 

Bunu söylerken gözlerim doldu. Hıçkırıklara boğulmadan, sadece derin bir iç çekerek devam ettim. O anı düşündüm; yüzündeki gülümsemeyi, bana sunduğu güveni... O sıcak ellerini. Ama en çok, o ellerin bir gün kaybolmuş olmasını düşündüm.

 

Zeynep hiç bir şey söylemeden, sadece başını hafifçe sallayarak beni dinledi. Benim için de susmak en doğru şeydi. Bazen bazı hikayelerde, kelimeler ve cümleler sadece gözle anlaşılır, anlatılmak istenenlerin en iyi şekilde hissedildiği yer sessizliktir.

 

— "O kadar alışmıştım ki ona... O kadar bağlanmıştım ki... Onsuz hayatı düşünemiyordum. Onun varlığı, benim için nefes almak gibiydi. Sıradan, ama hayati."

 

Bir an gözlerimi tavana dikip, geçmişi inceledim. O anı tekrar yaşamak, her şeyin yenisini görmek gibi geliyordu. Ama sonra ışığın, bir şekilde söndüğünü hatırladım.

 

— "Ama sonra beni tekrardan çıkardığı o karanlık çukura geri attı."

 

Sesim boğuk bir şekilde çıkmıştı. Her bir kelime, içimdeki o boşluğu daha da derinleştiriyordu. Ama daha kötüsü, henüz yaşanacak en kötü anıların bir kısmıydı.

 

— "Ve bu tamamen benim suçumdu."

 

Bu cümleyi söylerken gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Ama bu sefer... içimdekileri biraz olsun dışarı atmak istiyordum. Çünkü her bir kelime, benden bir parçayı alıyordu.

 

— "Aslında belki tam olarak benim suçum değildi. Ama olsun. Aptallık ettim. İlişkimizin son zamanları gerçekten çalkantılıydı. O sakin bir insandı. Benim gibi değildi. Ben... fazla karmaşıktım. Fazla düzensiz, fazla öfkeliydim."

 

Ellerimi, sessizce sıktım. Sanki o anın acısını hissediyordum. Zeynep'in elinin omzumda olması, bana bir şeylerin hala yolunda olduğu duygusunu veriyordu. Ama bir yandan da içimdeki kırılmalar devam ediyordu.

 

— "O dönemde biz bir süre ayrılmıştık. Ve ben... salak gibi başka bir kızla konuştum."

 

Bunu söylerken, kelimeler bana bir darbe gibi geldi. İçimdeki pişmanlık, o anı düşündükçe daha da büyüyordu.

 

— "Aslında tek amacım onu gerçekten sevip sevmediğimi anlamaktı. Aptalcaydı, saçmaydı... Ama o an mantıklı gelmişti. O kızla iki, üç gün ya konuştum ya konuşmadım. Ama yapamayacağımı anladım. Ve hemen onun peşinden koştum tekrar."

 

Bir an, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Zihnimde o anı tekrar canlandırdım. Yüzü, gülüşü, gözlerinde ki o belirsizlik... Hepsi gözümün önündeydi.

 

— "Tek sorun bu olsa, belki yine düzelirdi. Ama olmadı. Barıştık... Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Sürekli kavga ediyorduk. Ve ben... ben gergindim. Aşırı gergindim. Sürekli içimde bir öfke vardı."

 

Durdum. O an, kendimi daha fazla savunamayacağımı hissettim. İçim boşalmıştı, ama bir yanda bu boşluk, derinleşerek artıyordu.

 

Zeynep, beni sabırla dinliyordu. Onun varlığı, bana güven veriyordu ama her geçen saniye, içimdeki acıyı daha da belirginleştiriyordu.

 

— "Bir gün... bir kafede oturuyorduk. Yine tartışıyorduk. Onun arkadaşı... bir şey söyledi. Küçük bir şeydi. Ama ben patladım. Çocuğun üstüne saldırdım. Kavga ettik."

 

Ellerimi sıktım. İçimdeki öfkenin yeniden canlanışını hissettim. Sanki tüm o yılların öfkesi tek bir noktada toplandı ve kendimi kaybettim.

 

— "Onu üzdüm, Zeynep. Korktu benden. Gözleri doldu. Beni oradan kovdu. Ne yaptığımın sonradan farkına vardım, eve giderken geçeceğinden emin olduğum bir yolda saatlerce bekledim ama onu uzakta gördüğümde gözleri ağlamaktan şişmişti yanına gitmeye çalıştığımda bir adım geriye attı, benden korkmuştu ama sonra onu bir şekilde ikna ettim ve sarıldım bu sarılma belki de yarım saat sürdü omzunda ağladım ama artık pişmanlığın bir önemi yoktu o günden sonra onu bir daha göremedim."

 

Gözlerimden bir damla yaş daha süzüldü. Ama bu sefer başka bir şey vardı. Bu yaş, kan kırmızısıydı, belki de gerçekten kandı.

 

Banyoya girdiğimde, her şey bir anda sessizleşti. Yavaşça gövdemi aynada yansıyan siluetime dönerken, sağ elimle yüzümü tuttum. Su gibi akıp giden düşüncelerimi temizlemeye çalışıyordum. Ellerim, sert bir şekilde yüzümde gezinirken, sol gözümde farklı bir şey hissettim. Bir sıcaklık, bir tuhaflık vardı. Gözlerimden akan yaşın kırmızı olduğunu fark ettiğimde, ilk başta şaşırdım. Ama tuhaf bir şekilde... korkmadım. Aksine, içimde bir şeyler kaynamaya başladı.

 

Kırmızı yaş, yanaklarımdan süzüldü ve sanki bir iz bırakıyormuş gibi yüzümde küçük bir çizgi gibi kaldı. Hızla elimi gözlerime götürdüm, ama o sırada bir şey fark ettim. Sol gözüm... Tamamen siyaha dönmüştü. İçimden bir soğukluk, bir gariplik yayıldı. O gözün içinde, o karanlıkta, kırmızı bir çarpı beliriyordu.

 

Gözlerimi kısıp baktım. Bu, kesinlikle normal değildi. Ama, garip bir şekilde, bu değişim beni rahatsız etmek yerine... cazip hale getirdi. Havanın soğukluğu gibi, derinlikten gelen bir çekicilik vardı. O çarpıyı gördükçe, bir güç, bir hissiyat kendimi daha güçlü hissettirmeye başladı. Yavaşça dudaklarımda bir gülümseme belirdi.

 

Bunun farkına varmak... çok farklıydı. Bir şeyin değiştiğini hissedebiliyordum. Artık yalnızca bir insan değildim. Kendimi hissettiğimde, o acı, o korku, artık sadece bir bulanık hatıra gibiydi.

 

Aynaya bir kez daha baktım. O karanlık göz beni terk etmiyordu. İçimdeki o gücün sesini duydum, bir tür yankı gibi, ama fazla gürültü yapmadan, derinlerden gelen bir melodiydi. Güçlüyüm, farkındaydım. Bu yeni halimi, bu değişimi, bir tehlike gibi değil, bir özgürlük gibi hissediyordum.

 

Buz gibi suyun altına girmem gerektiğini biliyordum. Soğuk, bende bir uyandırıcı etki yaratacak gibiydi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve suya kendimi bıraktım.

 

O soğuk su, bedenimi sararken içimde bir ateş yanmaya başladı. Vücudum, daha önce hissetmediğim bir güce sahipti. Artık dışarıdaki dünya, bana dokunmak istese de, o soğuk duşta bile beni sarmalıyordu.

 

Kendimi bir yandan soğuk suyun içinde, bir yandan da o karanlık gözde hissediyordum. Artık kesinlikle... farklıydım. Değişmiştim...

 

Kendimi buz gibi suyun altına bıraktığımda düşüncelerim, suyun soğukluğunu bile hissettirmeyecek şekilde üstüme battaniye gibi sarıldı. Pişmanlık, üzüntü ve çaresizlik... Nereye kaçarsam kaçayım, peşimi asla bırakmayacak gibiydi. Kaçacak bir delik kalmamıştı sanki. Belki de deliriyordum. Gerçekten... Delirmekten korkuyordum. Arkadaşlarımı, Zeynep'i tanıyamamaktan korkuyordum. Ya zihnim beni ele geçirirse? Ya artık ben, ben olmazsam? Ya bu güç beni yavaş yavaş eritip bambaşka birine dönüştürüyorsa?

 

Su, bedenimde ince bir iğne gibi hissettiriyordu. O kadar soğuktu ki nefes almak bile zorlaşıyordu. Ama bu his bile zihnimde dönen fırtınayı susturamıyordu. Bir an, suyun altında daha fazla kalırsam belki de tüm düşüncelerim silinir gider diye düşündüm. Ama hayır, gerçekler öyle işlemiyordu. Suyun bile beni unutturamayacağı

kadar derin bir boşluğun içindeydim.

 

Düşüncelerim beni sıkıca sararken, aniden kapı sert bir şekilde açıldı. Arda, elinde biralarla içeri daldı ve gür sesiyle bağırdı:

 

"MANS BREAKFAST!"*

 

 

 

*Mans Breakfast: internet aleminde "erkek adam kahvaltısı " olarak geçen bir meem

 

Bölüm : 04.05.2025 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...