
“Lan dur, çıplağım!” diye bağırdım ama onun umurunda bile değildi. Gözlerini kısıp alaycı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı.
“Ya nolcak olm? Çök bir köşeye, kahvaltı yapıyoruz.”
Kahvaltı dediği de kişi başı dört bira. Nasıl oluyor bilmiyorum ama bu çocuk kendimi en kötü hissettiğim anlarda yoktan var olup keyfimi yerine getiriyor. O an istemsizce gülümsedim. Sanırım, Arda’nın en sevdiğim yanı buydu. Hayatın en berbat anlarında bile bir yerlerden fırlayıp “haydi içiyoruz” diyerek her şeyi unutturması…
Altıma bir havlu sarıp çıktım. Banyodan aldığım birkaç havluyu yere serip oturduk. Arda, biraları açarken gözleri bana takıldı. Kafasını eğdi, inceleyici bir bakış attı ve gülerek sordu:
“Oğlum, o değil de… Senin göze ne oldu? Çok kıyak duruyor.”
Fark etmemesini beklemiyordum. Her ne kadar umursamaz ve dikkatsiz görünse de bir o kadar da dikkatliydi. Gözümün etrafında hafif morluklar vardı. Aynaya her baktığımda kendimi daha da yabancı hissediyordum.
“Ya, hiç sorma. Ben de bilmiyorum. Salak saçma bir rüya gördüm, sonra bir kalktım, gözüm böyle işte.”
Arda, dudaklarını büzüp kafasını salladı. Beni sorgulamak istiyordu, biliyordum. Ama o an zorlamadı. Bunun yerine birasını kafasına dikti ve ardından geniş bir gülümsemeyle, “Belki de gücünü fazla kullandın,” dedi. “Bence biraz tatil yapmalıyız. Yarın Bornova’ya gidelim, barlara falan takılalım, eğlenelim biraz. Ne dersin?”
Bunu bir an düşündüm. Kafam o kadar doluydu ki bir an bile olsa kendimi unutmak istiyordum. Arda’nın teklifi fena gelmemişti.
“Aslında, harbi iyi olur,” dedim. Sonra şeytani bir gülümsemeyle ekledim, “Hem kafa dağıtmış oluruz, belki sana da bir manita buluruz he?”
Arda, kahkahayı patlattı. “Oğlum, bak gene saptın mevzudan! Ama sevdim bu fikri.”
Ve böylece karar verdik. Yarın gece Bornova’da bir bara ya da kulübe gidecektik. Hayvan gibi eğlenecektik. Belki de… bir anlığına da olsa kafamızın içindeki lanet düşüncelerden kaçabilecektik.
Arda birasını kaldırdı, gözlerini kısıp bana baktı. “Bari şerefimize içelim lan, en azından bir akşamlık dertleri boş veriyoruz.”
Biralarımızı tokuşturduk. İçim hâlâ darmadağındı ama en azından, şimdilik, buz gibi biranın boğazımdan akıp gitmesine izin verecektim.
Yarın gece nasıl geçecekti? Kim bilir… Ama bir şeyden emindim. Arda’nın yanındaysam, işler her zaman çılgınca ilerlerdi.
Akşam olmuş, şehir ışıkları sokakları aydınlatırken biz de eğlenmek için dışarı çıkmaya karar vermiştik. Alperen, Fatih, Arda, Orkun, Zeynep ve ben önce bir puba gidip biraz içmeyi, sonra da bir kulübe geçip sabaha kadar eğlenmeyi planlıyorduk. Havada hafif bir serinlik vardı ama hepimizin keyfi yerindeydi.
Puba adım attığımızda içeriden gelen akustik gitar sesi ortamın sıcaklığını hemen hissettirdi. Loş ışıklar, tahta masalar, duvarlara asılmış eski konser afişleri ve hafif alkol kokusu ortama nostaljik bir hava katıyordu. Köşedeki sahnede bir adam, gitarı eşliğinde yumuşak bir sesle şarkılar söylüyordu. Alperen’in kulağına eğilip gülümseyerek, “Kanka, sen çalsan burası çok daha kıyak olmaz mıydı?” dedim. O da hafif bir tebessümle başını salladı.
Boş bir masa bulup oturduğumuzda garson sipariş almak için yanımıza geldi. O anda Arda’nın gözlerinin büyüdüğünü fark ettim. Baktığı yere döndüğümde nedenini anlamam uzun sürmedi. Garson kız, 1.70 boylarında, sarışın ve mavi gözlüydü. Üzerinde beyaz, hafif bol bir gömlek ve vücut hatlarını ortaya çıkaran kumaş pantolon vardı. Gömleğini pantolonunun içine sokmuştu, bu da ince belini belirginleştirerek ona zarif bir hava katıyordu. Arda’nın bakışları fark edilmemek için fazla keskindi, ama biz tabii ki anlamıştık. Hafifçe Fatih’in koluna dürttüm, o da Arda’ya bakıp sırıtarak başını iki yana salladı.
Sipariş vermek için ağzımı açmıştım ki Fatih hızlıca lafa girip, “Truth or drink oynayalım!” dedi. Bir an şaşkınlıkla ona baktım. Yüzümdeki ifadeden daha önce hiç oynamadığımı anlamış olacak ki açıklamaya başladı.
“Öncelikle 100’lük bir tekila alacağız. Herkesin önüne birer shot bardağı koyacağız ve sırayla sorular soracağız. Ya soruyu dürüstçe cevaplayacaksın ya da içeceksin,” diye açıkladı. Alperen ve Arda, daha önce oynamış olacaklar ki Fatih’in sözlerine gülümseyerek başlarını sallamakla yetindiler.
Garson kıza döndüm, “Pekâlâ, bize 100’lük bir tekila, beş bardak, ayrıca tuz ve limon getirebilir misin?” dedim. Garson kız tatlı bir ses tonuyla “Tabii ki, hemen getiriyorum,” dediğinde, Arda’nın gözlerinin içinin parladığını görmek zor olmadı.
Kısa süre sonra siparişimiz geldi. Şişeyi masaya koyarken, limonları küçük bir tabağa yerleştirmişlerdi. Tuz ise şık bir cam şişede masaya konmuştu. Bardaklar önümüze dizildiğinde hepimiz oyunun başlaması için sabırsızlanıyorduk. Fatih, şişeyi açıp bardaklara tekilayı paylaştırırken, Arda hafifçe öksürerek kendine çekidüzen verdi. Oyun başlıyordu ve kimse bu masadan sırrı açığa çıkmadan ya da sarhoş olmadan kalkamayacaktı.
Oyunu bilenler olarak sıralamayı Alperen, Fatih, Arda, Zeynep ve ben olarak belirledik. Herkes önce kendi bardağını hazırladı, ardından tekilasını koydu ve oyun başladı. İlk soru Alperen'e sorulacaktı. Ona uzun zamandır merak ettiğim bir soruyu yönelttim: "Neden rap?"
Alperen hafifçe gülümsedi, bir an düşündü ve sonra içtenlikle cevap verdi: "Bilmem ki... Belki de duygularımı en rahat bu şekilde dökebildiğimden. Belki de doğarken böyle doğmuşum. Kendimi bildim bileli rap dinlerim ve küçükken bir gün ben de bu adamlar gibi, hatta onlardan daha iyi olacağım diye kendime yemin ettiğimi hatırlıyorum. Sanırım bu yüzden rap."
Cevabı beni tatmin etmişti, başımı sallayarak Fatih’e döndüm. Tam ağzımı açıp bir soru soracakken, Arda sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi öne atılıp, "Bu bağlantıları nasıl edindin?" diye sordu. Fatih, bir saniye bile düşünmeden elindeki bardağı kafasına dikti. Hepimiz şaşkınlıkla birbirimize baktık. Oyun gerçekten ciddileşmeye başlamıştı.
Fatih bardağını masaya koyduktan sonra, "Arda, şimdi sıra sende," dedi. Hafifçe sırıtarak ekledi: "Dürüst ol bakalım, şu garson kıza dibin düştü, değil mi?"
O anda Arda’nın ilk kez kızardığını gördüm. Kaçamak bir bakış attı ama cevap vermek yerine elindeki bardağı hızla kafasına dikti. Masada birkaç saniye süren sessizlikten sonra Fatih kahkaha atarak, "Cevap vermene gerek kalmadı!" dedi. Biz de gülmeye başladık, Arda ise daha da kızarıp başını eğdi.
Sıra Zeynep’e gelmişti. Ona dönüp merak ettiğim bir soruyu sordum: "Ölmekten korkuyor musun?"
Masa bir anda buz kesti. Herkes bir bana, bir Zeynep’e bakıyordu. Zeynep hafifçe yutkunarak, titreyen bir sesle, "Evet... Kim ölmekten korkmaz ki? Ama sanırım benim asıl korkum, şu kısa sürede tanıyıp kardeşlerim, ailem olarak gördüğüm sizden ayrılmak..." dedi.
Bu sözleriyle gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Bunu gizlemek istercesine hemen bardağını eline aldı, yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek, "Şerefe!" dedi. Biz de bardaklarımızı tokuşturup içtik. İçimizde bir şeyler düğümlenmişti ama bunu kelimelere dökemiyorduk.
Herkes bir kez daha bardaklarını doldurdu ve sıra bana geldi. Masadakilere bakıp, "Evet, hadi bakalım, gönder gelsin," dedim.
Arda hafifçe eğilip yüzüme baktı ve sesini alçaltarak sordu: "Gözün neden o hale geldi?"
Soruyu duyduğumda bir an duraksadım. Tekila bardağına ve Arda’nın yüzündeki telaşlı ifadeye baktım. Gerçekten meraklıydı, belki de cevapsız bırakmanın ayıp olacağını düşündüm. Derin bir nefes alarak, "Bir rüya yüzünden oldu sanırım. Uyandığımda böyleydi," dedim.
Zeynep dışında herkes gözlerini bana dikmişti, devam etmemi bekliyorlardı. Ama ben bardağıma uzanıp, "Soruyu cevapladım, hadi devam edelim," dedim. Kimse karşı çıkmadı, ama sessizlik anlık da olsa ağır basmıştı. Sonra aniden bardağı kafama diktim ve masaya sertçe koydum. Oyun devam ediyordu.
Sıra tekrar Alperen’deydi. Bu kez Zeynep nazik bir şekilde sordu: "Bize hiç ailenden bahsetmedin, biraz bahsedebilir misin?"
Alperen derin bir nefes aldı. Gözleri bir an uzaklara daldı ve ardından konuşmaya başladı: "Ailem rap konusunda hiçbir zaman arkamda durmadı. Derslerimde iyi olduğum için okuyup beyaz yakalı bir köle olmamı istediler."
Arda, ortamı yumuşatmak istercesine gülümseyerek, "Şimdi Tyler Durden’a bağlayacak," dedi. Hafif bir kahkaha yükseldi, ama Alperen sadece gülümseyip devam etti:
"Tek arkamda duran kişi abimdi ve o da bir noktadan sonra beni desteklemeyi bıraktı. O kadar kırıldım ki... O eve başarmadan dönmemek için yemin ettim ve kendimi sokağa attım."
Sözleri masada yankılandı. Hepimiz bir an sessiz kaldık, çünkü söyledikleri ağırdı. Fatih, ortamı biraz olsun yumuşatmak istercesine Zeynep gibi bardağını kaldırdı ve, "Alperen’e!" dedi. Hepimiz bir bardak daha tokuşturduk ve içtik.
Oyun devam ediyordu ama artık sadece bir oyun değildi. Her birimiz, geçmişimizin ve hayallerimizin yükünü masaya bırakıyorduk.
Sorular devam ettikçe ortam yavaşça gerginliğini kaybetti ve samimiyete döndü. Artık herkes çakır keyf olmuş gibiydi. Arkada hafif akustik müzik çalıyor, hepimiz gülüyoruz, eğleniyoruz. Çok güzel bir ortamdı, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan eğlencenin içine dalmıştık. Bir anda Arda’ya döndüm, gülümseyerek, “Arda, kızı getireceğim şimdi, zaten kızı gözlerinle yiyip bitirdin,” dedim.
Ayağa kalkarken, Arda korkmuş bir şekilde bağırdı: “Kanka, yapma, yapma!” Ancak yüzümdeki gülümseme daha da genişledi. Yavaşça kızın olduğu yere doğru ilerlemeye başladım. Gözlerim bir an onun gözleriyle buluştu ve hafif bir bakış atarak, “Selam,” dedim. Gülümseyip elimi kaldırarak selamımı verdim. Kız da samimi bir şekilde karşılık verdi. “Sakıncası yoksa isminizi öğrenebilir miyim?” diye nazikçe sordum.
“Gizem ben,” dedi ve elini bana uzattı. Elini sıkarak, “Tanıştığımıza memnun oldum,” dedim. Ardından gülümseyerek, “İşin yoksa biraz takılmak ister misin?” diye sordum.
Gizem hafifçe gülümsedi, ancak cevabı netti: “Çok güzel olurdu ama patronum izin vermez, maalesef gelemem.”
Yüzümdeki gülümseme kayboldu, bir an derin bir düşünceye daldım. “Sen o kısmı sıkıntı etme,” dedim, “Patronunuzun ismi neydi?”
“Cafer,” dedi ve gözlerindeki umutsuzluk bir an fark ettim.
Benim için bir engel yoktu. Gözlerim ona kilitlenmişti ve gizliden bir bakışla ona etki etmeye başladım. Yavaşça, sakin bir şekilde, “Cafer’i halledeceğim,” dedim. Gözlerinin içine biraz daha derinlemesine bakarak, kendimden emin bir şekilde devam ettim: “Beni izlersen, hemen izni alırım.”
Gizem’in biraz tereddütlü ama sonunda güvenle başını sallaması, işlerimle ilgili kontrolü sağladığımı hissettirdi. Hemen Cafer’i bulmak üzere masadan kalktım. İçeriye adım attığımda, Cafer’i yerinde buldum. Birkaç saniye sadece ona baktım, gözlerimle içinden geçmesine izin verdim, ondan hiçbir tepki almadım ama kalbine işleyen bir sakinlik, bir ikna hali hissettirmeye başladım.
İçimden bir huzur yayıldıkça, dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi. Gözlerime bakarken, Cafer’in kendine güveni azalmaya başladı, sanki bir yandan da içindeki isyanı bile törpülenmiş gibi oldu. Sonunda yumuşadı ve başını eğerek, “Tamam, sorun değil,” dedi. “Onlara izin ver, birlikte eğlenmelerine bir engel yok.”
Gizem’in yüzündeki şaşkınlık bir anlık olsa da ardından rahatlamıştı. Bana dönüp, “Gerçekten mi?” diye sordu, ben de sadece başımı salladım. Gizem bizimle gelmeye karar verdi.
Mekânın loş ışıkları, ağır ağır dönen disko topuyla birlikte yansıyor, ortama garip ama bir o kadar da keyifli bir hava katıyordu. İçerisi kalabalıktı, müzik ritmi yükselmişti ve insanlar dans pistinde iç içeydi. Barın kenarında bir yer bulup oturduk, içkilerimizi söyledik. Arda, Gizem’in hemen yanına ilişti ve beklediğim gibi elinden gelen tüm sempatikliğiyle konuşmaya çalışıyordu. Ben ise hafif bir gülümsemeyle içkimi yudumluyor, ortamın tadını çıkarıyordum.
Gizem, Arda'nın yanındaki sandalyeye geçtiğinde gözleri hafifçe parladı, belli ki ilgisini çekmişti. Arda, biraz fazla heyecanlanmış olacak ki ilk cümlesini kurarken bocaladı.
"Şey... yani burada sık sık çalışıyor musun? Yani çalışıyorsundur tabii ama... şey... anladın işte."
Gizem hafifçe güldü. "Evet, genelde buradayım. Ama genelde benden bir şey istemeye gelen insanlar daha iyi cümle kurabiliyor."
Arda bozulmuş gibi yüzüme baktı. Ben, omuz silkip içkimi yudumladım. "Dostum, bir şansın vardı ama onu cümle kuramama hakkınla harcadın."
Arda toparlanmaya çalışarak elini saçlarından geçirdi. "Tamam, tamam. Baştan alalım. Aslında dans etmeyi sever misin diye soracaktım ama sanırım şimdi cevabı biliyorum."
Gizem hafifçe başını yana eğdi. "Bence de biliyorsun ama şansını kaybetmiş sayılmazsın. Eğer iyi dans edebiliyorsan... belki de affederim."
Arda’nın gözleri ışıldadı. “İyi dans mı? Gizem, sen şu an tarih yazılacak bir anın başlangıcına şahit oluyorsun.”
Ben göz devirdim. “Hadi bakalım, tarihe geçişimizi izleyelim.”
Arda hemen elini uzatıp Gizem’i dans pistine çekti. Ben de eğlenerek onları izlemeye koyuldum. Dans pistinin ortasında, Arda kendine güvenli bir duruş sergilemeye çalışırken Gizem’in ona hafif meydan okuyan bakışlarla baktığını görebiliyordum. Arda, müziğe uyum sağlamak adına birkaç absürt hareket yaptı. Biri omuz sallama, diğeri garip bir bacak hareketi... ve sonrasında Gizem kahkahayı patlattı.
"Bu nasıl bir dans, Arda?"
Arda umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Özgünlük diye bir şey duymadın mı? Kendi tarzımı yaratıyorum."
Gizem başını iki yana sallayarak ona yaklaştı. "Tamam, peki. Şimdi benimle uyumlu hareket etmeyi dene bakalım."
Sonrasında Arda'nın pek de fena olmadığını fark ettim. En azından artık bacaklarını bir balerin gibi açıp kapamıyordu. Ritmi yakalamıştı ve Gizem de onunla birlikte hareket etmeye başlamıştı. Etraftaki birkaç kişi bile onları izlemeye başlamıştı.
Tam her şey yolunda gidiyor derken, Arda bir an kendini fazla kaptırıp büyük bir dönüş yapmak istedi. O dönüşü yaparken ayağı yere takıldı ve büyük bir hızla yana devrildi. Ama neyse ki Gizem de onu tuttu ve ikisi de birbirine sarılmış şekilde kalakaldılar.
Ben kahkahalarımı tutamayarak alkışladım. "İşte budur! Dans tarihine geçen an bu olmalı!"
Gizem gülerek Arda’nın omzuna vurdu. "İyi misin?"
Arda hızla toparlandı ve büyük bir ciddiyetle başını salladı. "Planlanmış bir hareketti. Senin kollarına düşmem gerekiyordu, çünkü romantik filmler bunu söylüyor."
Gizem başını iki yana salladı. "Eğer filmler böyle şeyler söylüyorsa, sana kesinlikle yanlış filmleri izlettirmişler."
Ben kahkahalarımı tutamadan içkimi yudumladım. Arda’nın çabaları eğlenceliydi ama Gizem de ona ayak uyduruyordu. Onların bu halleri gecenin en güzel anlarından biri olmuştu bile.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 899 Okunma |
412 Oy |
0 Takip |
13 Bölümlü Kitap |