36. Bölüm

35.) SABRIN SONU 🎬

Kübra Ç
muhayyell_

Nazenin idrak ettiği gerçekleri kaldırmaya takat getirememiş ve kendini koyvermişti. Oracıkta bayılan kadının imdadınaysa yine sevdiği adam yetişmiş yere düşmeden kucağına almayı başarmıştı onu.

 

"Nazenin! Nazenin aç gözünü!"

 

Ali Haydar endişe içinde bir dizine dayadığı kadının yüzünü öteki eliyle sarsıyor ve kendine gelmesi için uğraşıyordu. Fakat nafileydi bu. Hamilelik hormonları her duruma çarpı iki hassasiyet gösterirken böyle bir anda sakin kalması beklenemezdi elbette.

 

"Kızım!" diyerek kollarındaki evladına uzanan dayısı ile burada durmalarının birazdan fazlaca göze batacağını düşündü Ali Haydar.

 

"Dayı, bize çıkalım. Hadi!" diyerek doğrularak hızla binanın kapısına yöneldi genç adam. Fakat dayısının arkada kaldığını hissedip ona döndüğünde öylece beklediğini gördü. Kararsız bir ifadeyle apartmanı izleyen adamla yüreği burkulmuştu Ali'nin.

 

"Dayı, gelmeyecek misin?" Kucağında karısı ile daha fazla beklemek istemiyordu burada.

 

Tarık Bey'in zoraki yutkunuşu ve aldığı darbeler yüzünden izlerle dolu yüzündeki kederi derinden etkiliyordu Ali Haydar'ı. Ya bir gün o da karısına ve sevdiklerine yıllarca hasret kalırsa... Ne yapardı?

 

Adamın acısını bütün ruhunda yaşarmışcasına hissetti genç adam. Canından bir parçaydı bu adam ve onun canı yanarken, Ali ferahlayamıyordu bir türlü.

 

Nihayet cesaretini toplayan Tarık Bey'in adımları yeğenini takip etmiş ve kızının evine gelmişlerdi. Gözleri karşı kapıya, kendi evinin kapısına değdiğinde kor bir alev gönlüne gelip oturdu adamın. Sevdiği kadını yıllarca onsuz bırakmıştı. Evlatlarının hiçbir anına şahitlik edemeden çeyrek asıra yakın ömrünü hasret içinde geçirmişti.

 

Şimdi buradaydı lakin neye yarar?

 

Bütün vazifelerini layığıyla bitirip gelmişti. MİT'in Ortadoğu'daki elinin parmaklarından biriydi Tarık. Gerek SMO da, gerek Suriye zindanlarında devleti ve mazlum insanların refahı için çalışmıştı. Her türlü işkence, her türlü zulmü tatmış, he türlü savaşın baş aktörlerinden biri olmuştu şu yaşına kadar.

 

Artık bitmişti. Ortadoğu'daki görevi de, vatan borcu da tamamdı. Şehit olamadan eve dönmek çok zoruna gidiyordu adamın ancak, belki de Allah Teala'nın Lütfuydu bu... Onca yıl hasret çektiği sevdikleriyle yeni bir hayat bahsetmişti Rabb'i.

 

Ona en çok koyan şeyse öldü bilinmekti hiç şüphesiz. Suriye'ye giderken bu şartla gitmişti. Ölmeden ölmek, bu vazifenin ilk şartıydı. Yerine getirmişti bu şartı, ölmüştü.

 

Giderken oralarda ölüp gideceğine o kadar emindi ki... Ailesi erkenden buna alışsa daha iyi olurdu.

 

Fakat ecel onu bulmamıştı bir türlü. Bazı zamanlar Allah affetsin de ölmeyi çok istemişti adamcağız. Nasip, diyordu. Kader böyle yazıldıysa vardır bir güzel muradı...

 

"Dayı kapıyı açar mısın?" diyen Ali'ye güç bela çevirdi yüzünü.

 

Elindeki anahtarı alıp evladının yuvasını açtı. Yeğenine yol verip kızıyla beraber salona gidişini izledi ve aheste bir şekilde karşı evin kapısından gözlerini güç bela çekerek kapıyı kapattığını zannetti ve çocuklarının arkasından gitti.

 

"Güzelim, aç gözünü canım." diyerek koltuğa yatırdığı karısının başında, elindeki kolonyayı bileklerine sürdü Ali Haydar, burnuna koklattı daha sonra.

 

Dayısı da hemen yanına çökmüş sessizce izliyordu kızını. Anlaşılan şoka giren, hisleri karmakarışık olan bir tek Nazenin değildi. Ali Haydar adamın koluna dokunup " Dayıcığım, merak etme. Heyecandan bayıldı Nazenin. Birazdan kendine gelir." deyip ona dönen adama tek bir baş hareketiyle teselli vermeye çalıştı.

 

Karısına döndüğünde kirpiklerinin oynadığını ve gözlerinin yavaş yavaş yumulup en sonunda açıldığını gördü.

 

"Nazenin... İyi misin?"

 

Ellerini okşayıp tam yüzüne doğru yaklaşacakken yanındaki adam aklına gelmişti. Boğazını temizleyip geri çekilirken, karısının ona çevrilen kahvelerine kilitlendi.

 

"Ali? Geldin mi? Hayal görmüyorum değil mi?" derken yerinden doğrulan genç kadın kocasının hemen yanındaki adamla yeni bir şok dalgasının içinde hissetti kendini.

 

"B-baba! Rüya değilmiş! Sen, s-sen gerçekten buradasın!" deyip hızla adamın boynuna atıldı Nazenin. Yerde dengesini zar zor sağlayan Tarık Bey "Kızım! Buradayım gülüm! Nazenin'im..." demiş ve onları izleyen yeğenine huzur dolu bir tebessüm göndermişti.

 

Nazenin sarıldığı babasından ayrılıp onu da ayağa kaldırmış ve koltuğa oturmasını sağlamıştı. Yerde onları izleyen kocasını da bileğinden tutup diğer yanına oturttuğunda bir babasına bir kocasına bakıyordu mutlulukla. İki adam ortalarındaki kıza sevgiyle bakarken Nazenin direkt başlamıştı sorularına.

 

"Babam, nerelerdeydin bunca zaman? Neden öldü dediler senin için? Çok özledik seni, annem hasretinden günlerce uyku uyumadı. Enes senin yüzünü dahi hatırlamıyor. Hoş, az kalsın ben bile unutuyormuşum ya! Alıştık dedik ama biz hiç alışamadık sensizliğe biliyor musun? Neden bırakıp gittin bizi onca sene baba, ne için?"

 

Kocaman adam kızının dedikleriyle ağlayacak kıvama gelmişti ancak tuttu kendini, sıktı dişlerini ve gülümsemeye çalıştı.

 

"Görev, kızım. Vatan için gittim. Görevim bittiği için de döndüm. Devletim beni emekli etti. Rabbul Alemin de size bağışladı gülüm. Şimdi buradayım ve ömrüm yettiğince burada, sizinle olacağım inşaAllah."

 

Babasının ellerini yüzünde hisseden genç kadın huzurla kapattı gözlerini, açtığındaysa Ali'ye döndü ve "Anneme sen giderken söyledikleri için az da olsa kızmıştım ama..." deyip ellerine indirdi bakışlarını Nazenin. Kızmaya hakkı yokmuş annesine, anlamıştı.

 

"Şimdi hak veriyorum dediklerine. Sen de dönemeseydin... Neyse bunları düşünmeyelim şimdi." deyip yerinden kalktı daha sonra.

 

O kalkarken söylediği cümlenin ağırlığı Ali Haydar'ın yüreğini ezmiş geçmişti bile. Yine de boş verdi genç adam. Ağızlarının tadını bozmaya hiç gerek yoktu.

 

"Bugün annemde kahvaltı yapacaktım, beni bekliyordur. Nasıl yapsak? Babacığım, annem seni gördüğünde yüreğine inmesin. Alıştıra alıştıra mı -"

 

"Kızım, annen ölmediğimi biliyor."

 

Nazenin'in sözünü kesen cümle evde bıçak kesiği gibi bir havaya sebep olmuştu. Genç kadın kaşlarını çattı "Ne demek biliyor? Bize neden senin yasını tutturdu o vakit?" dedi öfkeyle, lakin daha çok kırgın hissediyordu.

 

Tarık Bey ayağa kalktı ve kızının eline uzandı.

 

"Annene kızma. Bunu ben istedim, daha doğrusu teşkilatın isteği ve görev icabı bu şekildeydi. Dönüşü olmayan bir yere gittim ben. Yüzde bir ihtimal vardı ölmeden dönmeme ve o küçük ihtimal gerçekleşti. Ölmedim. Şehitlik nasip olmadı kızım. Belki annen de umudu kesmiştir, öldüm diye düşünüyordur ama herkesin öldü bildiği gün, o bunun yalan olduğunu biliyordu."

 

Nazenin'in kanı çekilmiş gibiydi. Yüzde bir ihtimal... Lakin o ihtimalin gerçekleşmesi de olasıyken neden MİT babasından öldü görünmesini istemişti? Geri döndüğünde ne olacak, diye kimse mi düşünmüyordu? Öldü, demeseler ne olurdu ki?! Geri döndüğünde ailesine nasıl bu durumu açıklamasını isteyebilirlerdi? İşte gelmişti babası! Buradaydı ve babaannesi ve dedesi başta olmak üzere ailedekilerin yüreği şu yaşanılan durumu kaldırmaya güç yetirebilecek miydi?!

 

"Neden baba?! Neden bunu yaptınız bize? Bu ihtimalin gerçekleşmesi, hiç mi olası değildi? Bak, buradasın şimdi!"

 

Genç kadın ilk heyecanını atlattıktan sonra daha aklı selim düşünmeye başlamıştı. Sorguluyor ve buna mantıklı bir cevap bulamıyordu.

 

"Güzel kızım." diyerek sol elindeki küçük parmakları bırakıp kızının yüzünü avuçladı yine tek eliyle Tarık Bey. Bunu nasıl söyleyeceğini o da bilemiyordu.

 

Gözleri kendi sağ koluna ve ellerine kaydı önce adamın. Daha sonra bunu bilen tek kişiye yeğenine, damadına baktı hüznünü saklamak ister gibi, ne söylesem bilmiyorum, der gibi...

 

Nazenin'se babasından bir açıklama bekliyordu kıvrılmış kaşlarının altından bakarak.

 

Yeniden kızının gözlerinin içine baktı dikkatle Tarık Bey.

 

"Bizler, vatanı için çalışanlar için emeklilik diye bir şey söz konusu değil normalde... Ben Suriye'den dönsem de teşkilat için çalışmaya ve ölmeden ölmeye devam edecektim Nazenin. Kanımın son damlasına kadar bu vatan için çalışmaya yemin ettim ben. Ancak şimdi... İşlevini yitiren uzuvlarım buna engel oluyor. Kolumdaki sinirleri yaşadığım son çatışmada kaybettim. Hem de sağ kolumdaki... Dahası sen henüz fark etmedin ama ayaklarım da eskisi kadar iyi değil. Aylardır tedavi görüyordum. Bir süre yarı felçli kaldım. Fakat vazgeçmedim kızım! Ben vatan bayrak İslam için vazgeçemedim kendimden! İşte, şimdi olduğu kadar yürüyebiliyorum. Lakin kullandığım, silah tuttuğum sağ kolum ve elim sinir kaybından ötürü işlevini yitirdi. Vazgeçmek zorunda bırakıldım, uğruna yaşadığım her şeyden... Bütün bunlar olmasaydı ben yine bugün burada olmayacaktım. Şu an sizin karşınızda olmayı da zindanlarda geçirdiğim felce borçluyum... Gazi Tarık Erdem olarak bugün size geldim kızım. Ve artık ömrüm yettiğince buradayım."

 

Nazenin babası konuştukça çağlayan gözlerini silip hızla sarıldı boynuna adamın. Neler yaşamış, ne zorlukları atlatıp da gelmişti meğer babası...

 

"Babam! Ben bilmiyordum, affet. Biz sağ olalım diye sizler nelerle mücadele ediyorsunuz?! Canım babam!" diyerek yumduğu gözlerini açtı genç kadın. Babasına öyle bir sarılıyordu ki... Fakat açtığı gözleri salon kapısında onları izleyen kadınla kocaman olmuştu.

 

"A-anne."

 

Aysel Hanım kahvaltıyı hazırlamış ve bir müddet Nazenin'in gelmesini beklemişti Enes'le. Vakit geçse de gelmeyen kızıyla endişelenip evden çıktığında, karşı kapının tam kapanmadığı fark edip evin önündeki erkek ayakkabılarının da varlığıyla hızla içeri dalmıştı.

 

Fakat salona girdiğinde koltukta oturan damadını gördüğünde sevinçle konuşacakken tanıdık bir adam sesi kulaklarına dolmuştu.

 

Tarık Bey'in anlattığı her şeyi duymuştu Ayşe Hanım...

 

Yirmi yıla yakın bir zaman sonra bu sesi duymak yüreğini al aşağı ederken henüz yüzünü görmemişti kocasının.

 

Ölmemişti...

 

Geri dönmüştü çocuklarının babası, sevdiği adam.

 

Kal gelen kadın kapıdan bir adım içeri atamazken onu görüp seslenen kızıyla istemeden ıslanan yüzünü alel acele silip odaya yaklaştı. Biliyordu! Kocasının ölmediğini ve bir gün geri döneceğini biliyordu!

 

Bu yüzden ayrılmamıştı bu apartmandan. Bu yüzden ölene dek de olsa bekleyecekti kocasını. İşte! Buradaydı. Yine takım elbiselerini giymiş, yavrusuna sarılıyordu.

 

Tarık Bey Nazenin'in anne deyip kendinden ayrılmasının üzerine yerinde doğruldu. Arkasına dönmeye korkuyordu. Karısının ona nasıl baktığını bilmiyordu. Eskiden olduğu gibi aşkla bakmazsa, bir başına bırakılmış terk edilmiş bir kadının sevgisiz bakışları gibi bakarsa ne yapardı?

 

"Tarık... Döndün mü?"

 

Aysel Hanım ona başını kaldırıp bakamayan adamın karşısına geçmişti. Nazenin de annesine yol açıp kendisi de ayaklanan kocasının yanında yerini aldı. Ali Haydar kolunu karısına sararken genç kadın başını sevdiğinin göğsüne yaslamış pür dikkat anne ve babasını izliyordu.

 

Babası mahcubiyetle kaldırdı başını, adını seslenen karısına doğru. Çektiği acılarla yorulduğu her halinden belli olan adamın koyu yeşil gözleri, kahve gözlerle buluştuğunda ikisi arasında uzun bir aradan sonra birbirini gören iki aşığın yürek hoplatan bakışması gerçekleşti.

 

"Aysel..."

 

İkisi de öyle değişmişti ki! Gençlikleri bitmiş, orta yaşı bile devirmek üzerelerdi neredeyse... Fakat ne Aysel Hanım, ne Tarık Bey bunun farkına varmadı. O kırışmış yüzlerinin ardındaki genç ve sevgi dolu kadın ve adamı gördüler.

 

Aralarında bir kaç adımlık mesafe kaldığındaysa "Döndüm Aysel'im!" dedi adam.

 

Sanki bir kaç aylık bir ayrı kalış gibi normal davranıyorlardı.

 

"Hoşgeldin Tarık! Sonunda... Bir daha seni göremeyeceğimi sanmıştım."

 

Tarık Bey dayanamadı sımsıkı sarıldı tek koluyla karısına. Öyle özlemişti ki!

 

Onları böyle gören Nazenin de yeniden başladı yaşlarını akıtmaya. Bunu gören Ali ise başını iyice göğsüne gömdü karısının. Yüzünü eliyle yaşlardan temizledi. Başının üstüne derin ve kokulu bir öpücük kondurdu. Onun da gözleri dolmuştu, çenesini sıkıyordu ağlamamak için.

 

Hep birlikte karşı eve geçip kahvaltı ettikten sonra yeniden evlerine dönmüştü ikili. Enes'in babasını gördükten sonra ki tepkisine salya sümük ağlayan Nazenin'in yine başı tutmuştu. Ne yapsa geçiremediğinden yeniden eve dönmüşlerdi.

 

Ali Haydar'sa hala baba olacağından bir haber karısının bu duygusallığına karşın onu öpüp kokluyor ve yanaklarını siliyordu.

 

"Tamam artık karıcığım. Yeter döktüğün göz yaşları. Kıyamıyorum, sen böyle ağlarken içim titriyor be çiçeğim!"

 

"Ali bana süt ısıtır mısın? Hüüü!"

 

Ali Haydar hala ağlamaya devam eden karısına başını iki yana sallayıp, "Tabii ki ısıtırım. Sen yeter ki ağlama." diyerek yerinden kalktı.

 

Sütü ısıtıp getirdiğindeyse gülerek karnına dokunan karısıyla karşılaşmayı beklemiyordu elbette.

 

"Al bakalım sütünü!"

 

Nazenin gülümseyip başını kaldırdığında yoğun parıltılar içeren gözlerle kocasına bakmıştı. Neden bu kadar duygusal olduğu aklına geldiğinde bu haberi kocasıyla henüz paylaşmadığını da hatırlamıştı az önce.

 

"Teşekkür ederiz, babası." deyip sütü ağzına dayarken tek dikişte bitirdi sütünü.

 

Ali Haydar ise kadının dediğine bir anlam vermeye çalışmakla meşguldü. Babası mı?

 

"Nazenin sen az önce, ne dedin?" deyip koltuğun diğer köşesine oturup tek ayağını kıvırarak karısına döndü. Pembe yanaklarıyla bir hayli yemelik duran kadını öpmemek için kendini zor tutuyordu adam.

 

"Aaa, şey... Ne demişim ki? Oğlumun babasına ikimiz adına teşekkür ettim." diyerek bütün dişlerini göstererek gülümsemişti Nazenin. Artık anla be adam!

 

Ali Haydar şok olmuş bir ifadeye bürünürken büktüğü ayağını yere bırakıp karısına iyice yaklaştı ve kollarına uzandı.

 

"Ne dedin sen?"

 

Nazenin durur mu? Kollarındaki kemikli uzun parmakları alıp karnına götürdü. Aslında kendini göstermeye başlamıştı oğluşu ama demek ki Ali'si bunu kiloya yormuştu.

 

"Tanıştırayım. Oğlum bak, bu baban Ali Haydar. Ali'm, bu da oğlumuz... Daha ismi yok. Sen koy istedim. Babası gibi cesur ve iyi kalpli bir adam olmasını istiyorum çünkü!"

 

Ali Haydar'ın yüreği kış gününde açan güneşin ısıttığı kar gibi ermişti. Bu kadın hazan ömrüne bahar getirmeye devam ediyordu Allah'ın izniyle. İçinden binlerce şükür cümlesi geçse de dili tutulmuş gibiydi adamın. Allah'a hamd ediyor ama başka cümle kuramıyordu. Dudakları titrerken elinin biri dudaklarını örtmüştü şaşkınlıkla. Hala inanamıyordu. Koyu yeşil gözlerindeki ışıltı her yanlarını sarmıştı. En sonunda usulca kollarının arasına aldı Nazenin'i genç adam. Kırmaya korkar gibi hareket etmişti.

 

"Elhamdulillah! Bana nasıl bir müjde verdin bilemezsin güzelim. Aylardır ettiğim sabrın mükafatı gibisiniz. Canlarım benim! Güzel karım, aslan oğlum! Baban sizi verene kurban!" deyip bir elini kadının karnında gezdirdi, bir eliyle de Nazenin'in kendine çekip öpüp kokladı.

 

Bu böyle gece boyu devam edeceğe banziyordu...

 

 

 

•••

 

 

Wattpad ve Instagram: muhayyell_

Bölüm : 25.12.2024 16:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...