16. Bölüm

15. BÖLÜM – DUYGUSUZ DUYGULAR

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Bade gözlerini zar zor açmıştı. Beline dolanan elleri görünce gülümsedi, bir elini alıp sevgiyle sardı. İçi ürpermişti ve onu istiyordu ama şimdi daha önemli bir görevi vardı. Kahvaltıdan sonra belki birazcık yaramazlık yapabilirlerdi. Kıkırdayıp, Burak’ı dürttü. Evet işte başlıyordu.

Adamdan ses gelmeyince bu sefer seslenerek yeniden dürttü. “Burak!”
“...”
Sesini biraz daha yükseltti, “Burak!”
“Hı...”
“Burak ya!”
“Efendim canımın içi,” dedi gözleri yarı açık bir şekilde.
“Kahvaltı?”
“Ne olmuş kahvaltıya?”
“Canım bugün ilk sabah, senin kahvaltı hazırlayıp, yatağa getirmen gerekmiyor mu romantik bir koca olarak?”
Burak dirseğinden destek alarak durdu; gözlerini kısıp, diğer eliyle kafasını kaşıyordu.
“Dışarı çıkalım mı kahvaltıya ya da sipariş falan verelim?”
“Hayır...” dedi cilveli bir sesle, “İlk kahvaltımızı yatağımızda ve baş başa yapmak istiyorum.” İşaret parmağını adamın çıplak göğsünde gezdirdi. “Hem kahvaltıdan hemen sonra da seni istiyorum…”
Burak gözlerini yumdu. “Bade, yapma! Çıkamam yoksa. Hem öyle şeyler diyorsun hem kahvaltı hazırlamamı bekliyorsun.” O da kadının çıplak omzunu öptü, “Bence bırakalım şimdi kahvaltıyı azıcık yaramazlık yapıp daha da acıkalım.”

“Olmaz, biz çok acıktık bebeğimle,” deyince Burak ofladı. Zayıf yerinden vuruyordu onu.

“Peki hayatım,” dedi yataktan kalkarak. Boxerını giyerken kadın da kalkmıştı yataktan.
“Tamam, hadi bekliyorum. Bende ufak bir duş alayım.”
“Tamam.”
“Ha tostumu kaşarlı, krepimi de çikolatalı severim. Ayrıca yumurtam haşlama olsun. Ne tam pişmiş ne tam çiğ. Turuncu olsun içi.”
Burak kaşlarını çattı. “Garson muyum kızım ben. Ayrıca ben krep mi yapmışım ömrümde. Ne anlarım krepten? Onu yapamam yani.” Bir iki yemek tamam da krep neydi arkadaş?
“İnternette yazıyor tarifleri. Zor değil. Sen ne yemekler yapıyorsun bu mu zor gelecek sana?” deyip, sarıldığı çarşafı üzerinden atarak banyoya koştu.
“Çarşafı da attı üzerinden bak, deli edecek beni,” diye homurdanıp kalktı. “Bari bende duş alsaydım, birlikte alırdık,” Bu sefer bağırmıştı.
“Önce kahvaltı kocacım, açız biz.”
“Sanki biz insan değiliz. Soyun dökün önümde sonra da açız biz.” Söylene söylene indi mutfağa. Havanın kapalı olmasından dolayı mutfak da biraz karanlıktı. Letleri yaktı sadece ve karısının söylediği şeyleri hazırlamaya başladı. Yumurta tamamdı, onu yapar. Tostta basitti. Ama krep?
“Krep ne ya krep ne arkadaş? Anamızın evinde her gün krep yiyorduk sanki. Küçükken annem verirdi ekmeğin içine sürdüğü çikolatayı yerdik. Krep mi vardı eskiden?”
İnternetten tarife baktı. Okudu, okudu ve yine okudu. Mutfak önlüğünü taktı ve iki yumurtayı eline aldı.
“Yaparsın Burak, ne kadar zor olabilir ki? Sen ki şu cadıyı evliliğe ikna ettin. Bir krep mi yapamayacaksın? Hah! Şimdi görürdü o krep nasıl yapılır.”
Bir saatin sonunda kahvaltı tepsisi kadının istediği şekilde hazırdı. “Evet şekilsiz oldu ama tadı iyi en azından.” Gülümseyip, hazırladığı tepsiyi odaya çıkardı. Odaya girdiğinde Bade yatakta bornozu ile oturmuş, telefonla konuşuyordu. Muhtemelen ailesinden biriydi.
“Sorun yok Eva gerçekten.” Bade elinde tepsi ile odaya giren kocasını görünce gülümsedi. “Bak hatta sevgili kocam elinde tepsi, yatağa kahvaltımı getirdi. Ooo yok yok ha. Krep bile yapmış.”
“Krep mi?” diye sordu şaşırarak, Çınar’a döndü, “Bak Burak yatağa tepsi ile kahvaltı getirmiş sevgilim, örnek al böyle adamları.”

Çınar elindeki sandviçi yerken yüzünü buruşturdu, “Kötü örneksin Burak Şimşek!” diye bağırdı telefona doğru.

Eva aklına gelen şeyle, kız kardeşine sessizce fısıldadı, “İyi de Bade sen krep sevmezsin ki.”
Bade ise elinde tepsi ile yanına gelen yarı çıplak adama aşkla bakıyordu, “Canımız çekti bebişimle.”
“İyi, peki. Selam söyle hadi tutmayım ben-“
Burak karısının elinden telefonu alıp, “Hadi baldız hadi. Biz yeni evliyiz. Bu ne çene ya! Bak bunlar Çınar’a geri döner ben size söyleyeyim,” diyerek açıkça tehdit etti kızı.
“Elimden almasaydın kapatıyordum zaten enişte.”
“İyi hadi bay o zaman,” deyip, kızın suratına kapattı telefonu.
“Bay ne ya, hiç ağzına yakışmıyor,” diye homurdandı Bade.
Burak kahkaha attı. “Ne yakışıyormuş benim ağzıma mesela?”
Bade gözlerini açtı ve hayretle “Hii, sen ne edepsiz çıktın ya?” dedi cırlayarak.
“Valla dün gece sen de pek edepli değildin sevgili karıcım. Özellikle gözlerini bağladığımda, ‘hadi aç gözlerimi Burak her yerini görmek istiyorum,’ diye inlerken.”
“Burak bak yemin ederim başka odada yatarsın bu gece.”
“Çok beklersin sevgili karıcığım. Bundan sonra asla ayrı kalamam senden.” Sonra tepsiyi önüne koydu, “Siparişleriniz eksiksiz geldi Bade hanım, afiyet olsun,” dedi. Bade tepsiye baktı, açıkçası bu kadarını beklemiyordu. “Beğendin mi?”
“Teşekkür ederim, harika görünüyor,” dedi ve krep hariç bütün tepsiyi sildi süpürdü.

“Krepleri yemedin.”
“Ya ben krep sevmem. O an canım çekti gibi oldu. Ama şimdi çekmiyor. Doydum diye her halde.”
Burak kadına ters ters baktı. “Ben bunları hazırlamak için bir saat uğraştım. Sen benimle dalga mı geçiyorsun acaba bayan Şimşek?”
“Ama doydum canım, ne dalgası?”
“Öyle mi?”
“Evet.”
“Ama ben daha bir şey yemedim, malum bir şey bırakmadın,” derken aklından geçenler çok da masum şeyler değildi.
“Evet, çok acıkmıştım.”
“İyi, çikolata ziyan olmasın o zaman.”
Burak sakince kadının kucağındaki tepsiyi alıp, nutella ile komodinin üstüne koydu ve kadının bornozunun kuşağını açıp, kıza fırsat vermeden kuşağı bornozdan ayırdı. Ellerini geriye atıp, yatağa bağlarken Bade kocaman gözlerle izliyordu adamı.

“Burak?”
“Yatağın başlığını özellikle böyle istedim biliyor musun?”
“Ne yapıyorsun ya delirdin mi? Hamileyim ben.”
“Merak etme, canını yakmayacağım. Sadece kahvaltımı edeceğim.”
Kızın ellerini bağladıktan sonra ağırlığını hafifçe ayaklarına bastırıp, onları da sabitledi ve bornozun açılan yerlerini izledi. Komodinin üzerindeki nutella kavanozunu aldığında sallayıp, şeytanca gülümsedi.
“Sakın Burak! Yeni duş aldım.”

“Sana birlikte alalım dedim ve Bade Şimşek az sonra birlikte alacağız.” Elindeki çikolatayı kızın göbeğine sürdü önce, sonra “Bir çikolata hiç bu kadar lezzetli olmamıştı,” deyip, kızın açıkta olan her yerini çikolataya buladı.
Bade bir yandan gıdıklandığı için gülüyor, bir yandan da homurdanıyordu. Ama Burak’ın şu an çok daha önemli işleri olduğu için onu dinlemiyordu bile.
Anlaşılan Bade’nin her hamlesine karşılık verecekti. Çetin ceviz çıkmıştı vesselam.
***
“Hapşu!... Bana bakın, bana hemen o doktor Duygu hanımı çağırın. Onun yüzünden ben bu hale geldim.”
“Beyefendi doktor hanım bugün izinli.”
“Beni ilgi-hapşu!- ilgilendirmez. Bana numarasını-hapşu!- ver, ben ararım, gelsin hemen!”
Hemşire yine bu delinin geldiğini gördüğü an, Duygu’yu aramıştı. Ama Duygu ona ‘İzinli olduğumu söyle’ demişti. Şuanda da bu söylediğine pişman olmuştu. Çünkü adam çekilmez bir olaydı.
hemşirenin durumu gören bir doktor, yanlarına gelip “Neler oluyor burada?” diye sordu.
“Şey doktor bey, bu beyefendi üşütmüş-“
“Üşütmedim-hapşu!- grip oldum. Gripten kaç insan ölüyor haberin var mı? Bir de hemşire -hapşu!- olacaksın. Cık cık cık-hapşu! Hem gribin domuzu-hapşu- var, deli danası var-hapşu!”
“Her neyse, grip olmuş. Doktor fobisi mi ne varmış. Bir tek Duygu hanıma muayene olurmuş.”
Adam şöyle bir baktı Pars’a, “Neyiniz var bir bakalım önce,” dedi ateş ölçeri eline alarak.
“Ben Duygu’dan başkasına-hapşu!- muayene olmam. Onun yüzünden -hapşu!- bu haldeyim.” Mendili ile burnunu sildi.
Adam tavana bakıp, derin nefes aldı. “Tamam hemşire hanım, Duygu hanımı çağırır mısınız, demin acildeydi zaten. Gelsin o muayene etsin.”
“Ama hocam-“
“Dediğimi yapın!”
Pars gülümsedi “Hani izinliydi, pis yalancı hemşire-hapşu. Seni sevmedim,” diye fısıldadı gözlerini kısarak.
“Ben bayılmıştım sana ya.”
“Hadi çağır dok-hapşu!- doktorumu.”
Hemşire Duygu’yu bulup çaresizce bakınca Duygu “Hayır!” diyerek inledi.
“Maalesef, acildeki doktor sizi ispiyonladı ve sizden başkasını istemiyor. Hastahaneyi ayağa kaldırdı.”
Duygu yumruklarını sıktı ve öfke ile acile doğru yürüdü. Onu sedyede uzanmış hapşırırken görünce, hızla yanına ilerledi.
“Ne var?”

“Neyin var, diyeceksin. Ne biçim-hapşu- doktorsun sen?” dedi üzgün sesi ile.

“Pars!”
“Senin yüzünden hastalandım. -hapşu!- beni iyileştirmek zorundasın.”
“Kapımın önünde kedi gibi gezmeden önce düşünecektin.”
“Banane! Hapşu! İyileştir beni hadi.”
Duygu başını salladı ve yandaki çekmeceyi açtı. İçinden iğne ve ilaçları çıkardı. Pars’ın gözleri korkudan büyürken, Duygu elde ettiği zaferle gülümsedi.
“iğne mi o?”
“Evet.”
“Onu bana vurmayacaksın her -hapşu- halde?”
“Ya ne? Ben doktorum Pars bey, sizde hasta. Size burada sebzeli çorba yapıp içirmemi beklemiyorsunuz her halde. Bunu yapınca bir şeyiniz kalmayacak,” dedi sevimsiz bir şekilde gülümseyerek.
“O şeyi benim taş gibi kalçama asla -Hapşu! sokamazsın ve şuan çok sevimsizsin!” derken kalçalarını tutuyordu.
“Öyle bir sokarım ki,” dedi ve iğneyi havaya tutup biraz sıktığında Pars yüzünü buruşturdu.

“Saçmalama kızım ya -hapşu- uzak tut onu benden.”
“Dön arkanı Pars, hadi.”
Güldü, “Asla! Anladın mı as-la!”
“Peki sen bilirsin,” Etrafa bakınıp, “Sabit!” diye seslendi hasta bakıcılardan birine.
“Buyurun Duygu hanım.”
“Hastamızı ters çevirir misin rica etsem?”
“Sen! Sakın bana dokunma-“ demesine kalmadan adam onu yan çevirip, tuttu. Duygu adamın eşofmanını azıcık indirip, iğneyi sert bir şekilde kalçasına batırınca, Pars “AH!” diye bağırdı. Duygu ciddi anlamda bağıran adama neredeyse kahkahalarla gülecekti.
İğneyi çıkardı ve pamuğu yerleştirip eşofmanını yukarı çekerken “İşte bu kadar,” dedi sevimli bir sesle. “Acıdı mı?”
“İntikamım çok acı olacak Duygu-hapşu! Nasıl bari taş kalçamı beğendin mi?”
Duygu yüzünü buruşturdu, “Ne yapacaksın çok merak ediyorum.”
Pars şeytanca sırıttı ve hapşırdıktan sonra burnunu elindeki peçete ile silip, çöpe attı. Kalçası hala sızlıyordu. Tişörtünü düzeltip, tam kızın karşısında durdu. Cebinde gördüğü siyah gölgenin telefonu olduğunu anlamıştı ve hızlı bir hareketle cebinden çıkarıp eline aldı.
Duygu da aynı hızlılıkla atılsa da Pars elini havaya kaldırınca, minicik boyuyla ona yetişemedi. “Ne yapıyorsun, versene şunu?”
“Bir saniye.” Kendi numarasını girip, çaldırdı ve kıza telefonunu uzattı. “İşte bu kadar!”

“Adi!” gözünden öfke kıvılcımları çıkıyordu resmen.
Pars kızın beklemediği bir şey yaptı ve onu yanağından öpüp, sonra herkesin duyacağı bir şekilde “Görüşürüz sevgilim!” diye bağırdı giderken.
Herkes birden dönüp Duygu’ya bakınca, Duygu kıpkırmızı olmuştu. “Aptal, hayvan,” diye homurdanarak o da çıktı acilden.


Üç dakika sonra...

P: “Ne yapıyorsun sevgilim?”
D: “Sana beddua okuyorum. Ayrıca bana sevgilim deme!”-hani bu kimseye bu sıfatı kullanmazdı?
P: “Ne diyorsun çok merak ettim.”
D: “Yazıp durma, git başımdan.”
P: “Anladım işin var. Bende seni özledim. Görüşürüz.”

On dakika sonra...

P: “Sevgilim, çok terledim. Bu yaptığın iğneden mi? Normal mi yani?”
D: “Evet, az sonra nefesin darlaşacak ve boğularak öleceksin. Ayrıca yine söylüyorum, bana sevgilim deme!”
P: “Allah korusun.”
D: “Canın da pek değerliymiş.”
P: “Canım değil değerli olan sensin. Senin arkamdan akıtacağın yaşların önemli.”

Pars bile şu yazdıklarına şaşırıyordu.

D: “Emin ol, tüm hastahaneye baklava dağıtacağım.”
P: “Bir de adın Duygu. Ne duygusuz çıktın sen ya. Ben burada romantizmin dibine vuruyorum, zirvedeyim şuan o derece, senin dediğine bak.”
D: “Git başımdan Pars!”
Ve Pars öldürücü vuruşu yapar...
P: “İnan bana benden etkilenmeseydin ve gerçekten sana yazmamı istemeseydin. Değil cevap vermek, ben numaramı gördüğün an engellerdin Duygu perisi. Öpüldün.”

Pars yatağına attı kendini ve “O da benden hoşlanıyor,” diye mırıldanıp, sırıttı.
***
“Ay... Deniz, kum, güneş... Kışın ortasından buraya gelmek ilaç gibi geldi,” dedi Bade önünde uzanan kumsala bakarken.
Burak arkasından sarılırken, boynuna öpücükler konduruyordu, “Senin de bu mutluluğun bana ilaç gibi geldi.”
Bade duyduğu şeyle gülümseyerek ona döndü, “Hadi yüzelim.”
“Olur.”

Bade alkışlayarak valizinin oraya gitti ve valizini açarak bikinilerini tek tek çıkarmaya başladı. Burak çıkardığı bikinileri görünce dişlerini sıkmıştı.
“O minicik şeyleri giymeyeceksin değil mi bebeğim?” sevimli görün Burak, yoksa inadına giyinir.
“Yok ne? Elbise ile mi yüzeceğim?”
“Yok da, daha usturuplu şeyler giyebilirsin. Mayo gibi, ne bileyim şortlu bir şeyler de giyebilirsin.”
“Ben bunlarla mutluyum Burak, saçmalama lütfen.”
Burak kafasını kaşıdı, onu ikna etmeliydi. Bu şeylerle erkeklerin gözü önüne çıkaramazdı sevdiğini.

Bade bikinilerini ve deniz kıyafetlerini valizden çıkarıp, dolaba dizerken bir yandan da annesi ile babasının bir anısını anlatıyordu, “Bizim yazlığımız vardı. Her sene giderdik. Babam da orada annemin peşinden ‘Ecrin çıkar şu bikiniyi, Ecrin ne olur giyme!’ diye diye. En sonunda annem patladı birgün ve güneşlenirken babama ‘gerçekten çıkarmamı mı istiyorsun Cem?’ diye bağırdı, babam da ‘Evet Ecrin. Bunlar ne?’ dedi. Annem de karın üstü yatıp, bikinisinin üstünü çıkardı ve babama sırıtarak ‘oldu mu hayatım, rahatladın mı?’ diye sordu. O günden beri babam annemin bikinilerine karışmaz.”

Burak yutkundu, bu kız anasına çekmişse, işi işti. Karışmadan bir yol bulmalıydı. “Bahçedeki havuza mı girsek acaba? Başbaşa, daha iyi değil mi?”
Bade bıkkınca nefes aldı, anlattığından ders çıkarmamıştı anlaşılan, “Ya Burak ne sıkıcı ya, insan içine karışalım işte.”
“Peki Bade,” deyip, havlusu ile kapıya çıktı, o da Bade’nin yolundan giderdi: Kıskandırmak. Kız da bikinisini giyip, üstüne de deniz için aldığı seksi bir elbiseyi giyince adamın arkasından çıktı ve birlikte karşılarında olan kalabalık kumsala yürüdüler.
“Çok kalabalıkmış ya.”
“Evet,” diye yanıtladı onu Burak. İki şezlong bulup, havlularını yerleştirdiler.
Burak özellikle iki kız grubunun ortasındaki şezlongları seçmiş, Bade de buna dikkat etmemişti neyse ki.
Kız üzerindeki elbiseyi çıkarırken şişmiş karnı ve azıcık çıkmış basenleri olsa da adam onu görünce nefessiz kalmıştı. Bu hali bile onu deli ediyordu. Seksiliğinden ve güzelliğinden bir şey kaybetmemiş, aksine daha kadınsı olmuştu.
Fark ettirmeden çekti bakışlarını ve tişörtünü ensesinden tutup yavaşça çıkardı. Yandaki kızların gözleri adamı bulduğunda hepsi de bakışlarını adama çevirip, kendi aralarında kıkırdayarak konuşmaya başlamışlardı.
Bade bir an kızlara baktı sonra kocasına, resmen taş gibi bedenini kızlara sergiliyordu bu adam. Kazdığı kuyuya kendi mi düşmüştü şimdi? Çıkmış göbeği ile hangi akla hizmet getirdi ki onu buraya? Delirmiş olmalıydı.

“The married man is married!” (Evli o adam evli) diye yüzüğünü uzatarak, çemkirdi kızlara. “Edepsizlere bak ya!” Sonra kocasına döndü. “Sen de giy o tişörtü Burak!”
“Bebeğim tişörtle mi yüzeyim?” dedi onu taklit ederek.
Yerinden kalkıp, havlusunu aldı ve elbisesini yeniden giydi, “Odamıza gidelim Burak. Bahçedeki havuza gireriz.”
“Ama orası sıkıcı bebeğim. İnsan içine karıştık ne güzel.” Dedi gözlüğünün arkasından kalabalığa bakarak.
“Burak kalk dedim sana!” diye bağırdı.

Burak içinden ‘Böyle dediğime gelirsin işte Bade hanım’ diyerek kalktı. Kızlar ona üzgünce bakarken, onlara sırıttı “Emir büyük yerden kızlar,” dedi Türkçe ile, kızlar anlamadıkları için gülümsediklerinde, Bade Burak’ın kafasına havlu ile vurdu. “Of, bu acıdı ama hayatım!”

“Daha da bakıyor kızlara ya!”
“Üzüldüler ama yazık. Açıklama yaptım.”
“Burak yemin ediyorum elimde kalacaksın yürü.”

Burak kimseye aldırmadan kadını belinden tutup kendine çekti ve dudağından uzun uzun öptü. “İstediğin kadar kilolu ol, istersen ömrün boyunca böyle kal. Yine de hayatımdaki tek kadın olacaksın Bade Şimşek,” dedi ve tekrar dudaklarına yapıştı. Bu kadına gün geçtikçe daha çok bağlanıyordu.

 

Bölüm : 18.11.2024 21:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...