
Duygu eve girip, çantasını bir köşeye atarken, kendini de koltuğa bıraktı. Bu evde yalnız olmaktan bıkmıştı. Şuan birileri olsa yanında, mesela babası... Ya da babaannesi... Öyle çok özlüyordu ki onları.
Sonra aklına dün geldi. Pars’ın yanağından öptüğü an. Kabul etmek istemese de etkilenmişti. İçinde var olduğunu yeni fark ettiği bir duyguyu titretmişti. İğneyi vurduğu an aklına gelince, istemeden de olsa gülümsedi.
Telefonu eline alıp, internetteki haberlere bakarken, elinin ne ara Pars Enver yazdığını anlamadı bile. Sonra da çıkan haberlere tek tek baktı. Kendisinin peşinden koşarken Allah bilir geceleri kaç kadınla beraber oluyordu. “Ahlaksız!” diye mırıldandı.
İlk çıkan fotoğrafta onu bir kızla görünce, “Aha da ilki...” diyerek hemen haberi açtı.
“Uzun zamandır geceleri boy göstermeyen Pars Enver, Burak Şimşek ve Bade Ernez’in düğününe aile dostlarının kızlarıyla katıldı.”
“Yok bu aile dostlarının kızlarıymış. Şuna bakalım.” Diğer resmi açtı. “Bu kız o geçen hastaneye geldiği değil mi?- bakayım... hım, o. Evlenmiş.” Sonra tek tek fotoğraflara baktı, son zamanlarda hiçbir kadınla görünmemişti. Bu ilginçti ve kabul etmek istemese de hoşuna gitmişti.
En son onun tek olduğu bir fotoğrafı açtı ve öylece dakikalarca inceledi. Deri ceket altına, beyaz atlet giymişti. Gözlüğünü hafifçe indirirken, yüzünde serseri bir gülümseme vardı. Evet yakışıklıydı. Derin nefes aldı. Kabul çok yakışıklıydı. Ama çapkının tekiydi. Sadece inat yapıyordu, emindi Duygu bundan. Duygu’yu elde ettiği an, bitecekti her şey, o heves yok olacaktı. Oysa Duygu sahiplenilmek istiyordu, kimsesizliğini paylaşmak, istediği an yanında olsun istiyordu.
Pars bunların hiçbirini ona veremezdi. O anlık ilişkilerin adamıydı. İnternetten çıktı ve mesaj kısmına geldi. Çevrim içi görünüyordu. Bekledi... Bekledi... Acaba ona mı yazıyordu? Yine bekledi, ama sonra bir anda çıktı.
“Pislik Allah bilir kimle yazışıyordu.” İki dakika sonra tekrar çevrim içi oldu. “Kimle yazışıyorsun acaba?”
Sonra kendi yazmaya karar vereceği an, alttaki “fjlasjhdflasjkhdgla” gibi anlamsız bir şey yazdığını gördü. Elleri tuşlara değmişti anlaşılan, sildi ve o an yukarıdaki ‘yazıyor...’ yazısını gördü.
“Hii!” demesine kalmadan mesaj gelmişti bile, derin nefes alarak gelen mesaja baktı.
P: “Allah aşkına güzelim, destan mı yazıyorsun iki saattir. Bakıyorum, çıkıyorum, yine bakıyorum ‘yazıyor’ diyor. Ama bir şey gelmiyor.”
Duygu yüzünü yelledi, rezil olmuştu adama. Lanet olsun, ona bakıyormuş iki saattir. Bir de bir şey yazdığını sanmıştı. Hemen durumu kurtarmalıydı.
D: “Sadece nasıl oldun diye soracaktım?”
P: “:) eminim. Seni düşünüyorum ve sanırım bu beni iyi ediyor. Sen ne yapıyorsun?”
D: “Hiç.”
P: “Ne hoş, az konuşan bir kadın, tam idealim. Çok hastayım. Bak yatıyorum.- fotoğraf.”
Duygu fotoğrafı görünce gülümsedi. Ne tatlı çıkmıştı öyle. Üstünde siyah bir tişört vardı. Uzandığı yer ise oturma odasına benziyordu.
D: “İyi Allah şifa versin ve sen çok yılışık adam, hiç benim tipim değilsin.”
P: “Ama benim şifam sensin, o zaman Allah seni bana versin, amin çok. Gelip bir çorba yapsana. Ablam, annem bile bakmıyorlar bana. Herkes bıraktı beni. Hem yakışıklı sevmiyor musun sen?”
D: “Banane be. Delinin zoruna bak. Ayrıca çok da ukalasın. Neyse geçmiş olsun. Ben sadece ölmedin mi daha diye kontrol ettim.”
P: “Neden direniyorsun?”
D: “Direnmiyorum, istemiyorum.”
P: “Yalan söylüyorsun.”
D: “Bak ben anlık bir ilişki istemiyorum anladın mı? Ben senin aksine ‘sevgili’ kavramına inanan biriyim. Hatta benim sevgilim değil, sevdiğim olmalı hayatımdaki adam. Yatağımda değil, yanımda olmalı. Dudaklarımı değil, alnımı öpmeli, bedenimi değil, ruhumu, kalbimi istemeli, tutku değil, aşk istiyorum ben. Sen ise tutkunun, anlık heveslerin peşindesin. O yüzden ben sana olmam, seninle hiç olamam. Lütfen benim hayatımdan ve benden artık uzak dur. Ben çok ağlarım, yanımda bir omuz isterim, güleceğim zaman benimle delirsin isterim, başımı dizlerine koyup, saçlarımı okşamasını isterim. Bir gece sadece bir çikolatayı vermek için aniden kapımı çalsın ve gelsin isterim. Sen bana bunları veremezsin. En önemlisi de beni sahiplenemezsin. Benim en çok ihtiyacım olan şey sen de yok. Hoşçakal...”
“Çünkü ben çok yalnızım be adam...” diye mırıldandı gözyaşlarını silerek..
*
Pars okuduğu her satırla, öfkelendi, üzüldü, sinirlendi, kıskandı... Onun hayatına girip, onu sahiplenecek kişinin kendisinin olmasını istedi. O omuz onun omzu olsun istedi. Evet bu kızı yatağında değil, hayatında istiyordu. Ama bunu kıza anlatamıyordu. Allah aşkına hangi kızla bir kafeye gidip, pasta yemişti. Ama bu kızı davet etmişti. Sürekli peşinden gelmişti. Anlatamıyordu işte ona.
P: “Ben sana hiçbir zaman yatağımın kadını ol, demedim. Senden beni tanıman için şans istedim. Ama sen bunu bile vermedin bana. O magazin sayfalarında gördüğün Pars’ı görmek istedin. Oysa ben senin kimsenin görmediği bir Pars’la tanışmanı istedim. Bunu bir marifetmiş gibi söylemiyorum Duygu ama inan bu güne kadar hiçbir kıza sana yaptıklarımın birisini bile yapmadım. Ama seni yatağımda değil, hayatımda tanımak istiyorum. Lütfen bana bir şans ver. Beni tanı ve öyle karar ver.”
Pars o an itiraf ettiği ve içini döktüğü şeylerle rahatladığını anlayınca gülümsedi. Artık top Duygu’daydı ve telefonuna gelen bildirim sesi ile, gözlerini yumarak bir iki saniye bekledi ve Telefonu eline alıp, mesaja bakmadan açtı.
“Gerizekalı gibi davranıyorsun oğlum. Bu sen değilsin. Hadi bak şu mesaja!” dedi kendi kendine. Sonra bakışlarını telefona indirirken içinden dua ettiğinin farkında değildi. Ama gördüğü mesajla mutluluktan yerinden fırladı.
D: “Canım şuan acayip pasta çekiyor ;) – Not: Çikolatalı olsun”
“Dünyadaki tüm çikolatalar sana feda olsun sana...” dedi arabasının anahtarını alıp, cüzdanını arka cebine koyarken.
*
Kızın evinin kapısına geldiğinde derin bir nefes alıp, zile basarak bekledi. Heyecandan elleri titriyordu, ne oluyordu ona böyle, salak gibi davranıyor ve şuan şapşal bir ergen gibi gözüküyordu. Kendi haline neredeyse kahkahalarla gülecekti ve emindi ki ailesinden biri şu halini görse bunu seve seve de yapardı.
Duygu kapıyı açtığında üstüne baktı Pars ve gülümsemesine engel olamadı. “Doktor Duygu’nun ev hali çok şekermiş.” Üstündekiler gerçekten çok yakışmıştı ve Pars kızın bu haline bayılmıştı.
Duygu da ona gülümsedi. “Hoşgeldin. Belki vazgeçersin diye ev halimle kaldım.”
“Valla bana daha çok her halinle mükemmel ve olağanüstü çekici olduğunu kanıtlıyorsun gibi geldi.”
“Şansını fazla zorluyorsun Pars Enver.”
Pars kaşlarını çattı ve gökyüzüne baktı. “Taş da yağmıyor, elma da... Su hiç yok.” Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kıza çevirdi bakışlarını, “Doğruyu söyle doktor, sen iğne diye bana zehir verdin ve o beni yavaş yavaş öldürecek, sen de vicdan yaptın, üzerimden günah çıkarıyorsun değil mi?”
Duygu kahkaha attı. “Pars ne saçmalıyorsun?”
“Hoşgeldin dedin bana. İlk defa. Sonra evine girmem için kapıyı açtın. Çok tuhaf hareketler bunlar.”
“Pars!” derken kapıyı kapatacakmış gibi oynattı.
“Peki peki giriyorum,” deyip, elindeki pastayı kıza uzatıp, içeri girdi. Eve şöyle bir baktı. Oturma odası rengarenkti, her koltuk farklı bir renk, kırlentlerin her biri farklı bir desendi. “Evin çok şirin. Biraz karışık ama tarzın güzel.”
“Senin o saraylarına benzemez ama ben seviyorum.”
“Şaka yapmıyorum. Gerçekten çok beğendim. Ayrıca benim asıl kaldığım ev de ufacık.”
Duygu kaşlarını kaldırdı. “Ufacık?”
“Gerçekten. Bir yatak odam, bir banyom, mutfağım ve oturma odam var. O kadar.”
“Ailenle yaşamıyor musun ki?” diye bağırdı mutfaktan.
“Cık. On sekiz yaşımda ayrı eve çıktım.” Duvardaki çerçeveli fotoğraflardaki hallerine bakarken konuşmaya devam ediyordu. “Üniversiteyi kazanınca ayrıldım yani. Tabi azıcık sorun yaşadım.” O sırada Duygu elinde bir tepsi ile geldi. Çayları iki tekli koltuğun ortasındaki masaya, pasta tabaklarını da yanına bırakıp, yandaki tekli koltuğa oturdu. Pars da fotoğrafları izlemeyi bırakıp koltuğa geçti.
“Nasıl sorun yaşadın?”
“Annem ve ablam hiç istemediler. Özellikle ablam; evdeyken zapt edemiyoruz seni, ayrı evde nasıl başa çıkacağız, deyip duruyordu. ”
Duygu dudaklarını ısırdı. “Ablan?”
Pars güldü, “Evet, internette yazılanları kastediyorsan, doğru. Annesi benim annem değil. Ama öz ablam o benim. Babamdan önce o tavlamış annemi,” dedi gülerek.
“Peki onun annesi?”
“Kaybetmiş. Çok küçükmüş o zamanlar. Sonra annemle tanışmışlar. Annem bana hamileyken de anneme ‘anne’ demeye başlamış. Annem asla ayırım yapmadı aramızda. Hatta kadın dayanışması bile yapıyorlardı benle babama karşı. Gerçi bizde az değildik.”
Duygu gülümsedi. “Siz ne yapardınız.”
“Kısa olan elbise ve eteklerini keserdik ve göbeği açık kıyafetlerini. Ha, bir de telefondaki erkek isimlerini silerdim. Sonra herkesi kız ismiyle kaydetmeye başladı.”
Duygu kaşlarını çattı. “Çok kötüsünüz. Az bile yapmışlar. Evden atmadıklarına dua edin. Ben olsam atardım valla.”
“Sonum belli desene.”
“Ne sonu?”
“Kapının önüne koyulurum.”
“O nedenmiş?” bu sefer kaşları havalandı.
“Çünkü senin de eteklerini, elbiselerini keseceğim. Çok yakında.”
“Halt etmişsin, dokunamazsın. Hem ne hakla keseceksin çok pardon? Ay barbara bak!”
“Keseceğim gün sayarım sana haklarımı.”
“Sana o hakkı verirsem ya da her hangi bir hakkın olursa sayarsın.”
“Peki o gün gelince konuşuruz.”
Pastaları yerken, Pars Duygu’dan gözlerini ayıramıyordu. Ne de tatlı yiyordu pastayı küçücük dudakları ile. Ama ona çevrilen bakışlarından ve yüzündeki ifadeden ciddi bir konu konuşacağını anlamıştı. Hadi bakalım başlıyorlardı.
“Pars seni evime davet etmemden yanlış bir şey anlamanı istemiyorum. Ben hala sözlerimin arkasındayım. Sadece sana karşı haksızlık yaptığımı düşündüm. Daha doğrusu o geçen su dökme olayının özrü gibi düşün. O fazlaydı biliyorum.”
Pars gülümsedi. “Konu istemediğim yerlere neden geldi yine, anlamadım?”
“Çünkü, biz seninle çok farklıyız Pars. Sen kalabalık bir ailede, sevgi dolu büyümüşsün. Hayatına giren kadınlar bile sana harika bir erkek olduğunu hissettirmiştir.”
“Yani harika bir erkek olduğumu kabul ediyorsun?” diye sordu sırıtarak.
“Pars!” dedi uyaran bir sesle. “Bak bugüne kadar benim hayatıma giren tek erkek babam. Yani şuan hayatıma girecek erkek ilk olacak ve bu ilke seninle başlamak istemiyorum. Yanlış bir şekilde adım atmak istemiyorum. Senden sonra ben dağılırım ve benim arkamda beni toplayacak kimsem yok. Seninle olursa aşktan nefret ederim ve bu beni her şeyden herkesten soğutur. Bana bu kötülüğü yapma. Çünkü-”
Pars derin nefes alıp, yüzünü sıvazladı. “Neden anı yaşayamıyoruz Duygu onu anlamıyorum. İkimizde istiyoruz.”
“Ben değil, ben istemiyorum.”
“Bak sende, bende bir ilk olacaksın. Az çok okumuşsundur, okumuşsun da farkındayım. Ben hiçbir kıza ‘sevgilim’ demedim. Bu kadınlara o sıfatı layık görmediğimden değil, sevgilim olmadıklarından demedim. Paylaştığımız birkaç saat olan bir kadına ‘sevgilim’ deseydim, hayatıma girecek gerçek bir aşkın farkı olmazdı. Bir özelliği olmazdı.”
Duygu’nun elindeki çayı dudaklarında dondu. ‘Aşk’ mı demişti o?
Pars ise devam etti. “Bak canım, sana karşı duygularımı bilmiyorum. Yabancıyım bu şeye. Ama seni sadece yatağımda istemediğimi bil. Yani seninle şu anı bile paylaşmak bana mutluluk veriyor. Hatta o peşinden koştuğum anlar bile keyif veriyordu. Seni kıskanıyorum, hem de deli gibi. Ne bileyim, bana gül istiyorum, sadece bana bak istiyorum. Kızım ben senin için iğne vuruldum, elimi jiletle kestim ya bunların hiç mi anlamı yok sende?”
Duygu jilet lafı ile sırıttı ve kaşlarını kaldırdı. “Yani kendini kestiğini kabul ediyorsun.”
Pars ellerini saçlarından geçirip, ağzında bir şeyler geveledi. “Evet doktor hanım kabul ediyorum. Sırf senin ilgini çekmek için kestim.”
Duygu derin nefes aldı, “Bilmiyorum.”
“Biliyorsun. Oyunu bitirelim ve yaşayalım Duygu. Kendini sadece bana bıraksan?”
“Tamam yakışıklı, bırakalım bakalım, sadece anı yaşayalım.”
“Carpe Diem diyorsun.” -Neden kızın bu düşüncesi onu rahatsız etmişti ki?
“Aynen.”
“Peki doktor anlaştık.”
O anda çalan telefondan ikisi de hoşlanmamıştı. Pars arayanın Çınar olduğunu görünce yüzünü buruşturdu. “İntikam mı alıyor nedir?” diye geveleyip açtı telefonu. “Efendim dostum, intikam almak için harika-”
“Pars neredesin?” diyerek sözünü kesti onun, ayrıca sesi telaşlıydı.
“Bi arkadaşın yanındayım, sorun ne?”
“Annen...”
Pars derin nefes aldı. Elindeki çay halının üstüne düştü. “An-anneme ne oldu?” yutkunamıyordu, nefes alamıyordu. Pars şuan yaşam belirtilerinin hepsini yitirmişti.
“Bilmiyoruz. Trafik kazası...” derken sesini yitirmiş gibi zorlanarak konuştu. “Bende yoldayım.“
“Hangi hastane?” diye gürledi.
O an Duygu da elindeki bardağı bırakmış ve ayağa kalkmıştı.
“Burakların hastanesine alınmış.”
“Hemen geliyorum,” deyip, kapattı.
“Ne-ne olmuş?” diye telaşla sordu Duygu.
“Annem, trafik kazası geçirmiş.”
“Bende seninle geliyorum. Yardımım dokunabilir.”
Duygu üzerindeki eşofmana aldırmadan montunu üzerine geçirdi ve Pars’ın peşinden arabaya koştu.
“Sakin ol, iyi olacak,” derken adamın vitesin üstündeki elini tuttu.
Pars da o eli avuçlarının arasına aldı. “İyi olacak. Olmak zorunda.”
Hastaneye geldiğinde, kapının önünde bir gazeteci ordusu vardı. Sorulan sorulara cevap vermeden, Duygu’nun beline elini yerleştirdi ve içeri koşar adım yürüdüler.
Ailesinin olduğu yere geldiğinde babasını gördü Pars ve yanına koştu. Duygu da müdahale odasından çıkan doktora “Durumu nedir?” diye sordu. Doktor kısaca Duygu’ya kadının durumu anlattı.
Duygu “Neden ameliyata alınmıyor?” diye gürleyince, doktor kaşlarını çattı. “Karahan beyi bekliyoruz. Bakın dediğim gibi beyin sarsıntısı geçirmiş, üstelik başına saplanan demiri çıkarırsak-“
“Onu çıkarmalısınız. Bende beyin cerrahi asistanıyım ve az çok durumun farkındayım. Beklediğiniz her saniye kadının aleyhine işliyor.”
“Yaşamaz.”
“Bu durumda da yaşayamaz.”
“Bakın heyecanınızı anlıyorum doktor hanım ama, benim tecrübelerim-“
“Sizin tecrübeleriniz benim umurumda değil, onu derhal ameliyata almazsanız, hastayı kaybedeceğiz. Sizin derdinizi gayet iyi biliyorum. Ameliyatta başarısız olursanız bu size eksi olarak dönecek, ama onu kendi halinde ölüme bırakırsanız da inanın bana hakkınızda suç duyurusunda bulunmaktan bir dakika bile çekinmem.”
Pars Duygu’nun hararetli bir şekilde doktorla konuştuğunu görünce babasının yanından ayrılmış ve yanlarına gelmişti. Perişan görünüyordu.
“Sorun ne?” dedi aciz sesi ile.
“Sorun yok, şimdi ameliyata alınıyor.”
“Ama-“
“Ama yok, ama yok doktor bey. Bende ameliyata gireceğim.”
“Siz bu hastanede çalışmıyorsunuz.”
“Bu önemli bir ayrıntı değil, eminim Pars bey gerekli izinleri ayarlar.” Ona döndüğünde, “Neyinin neyi bu hastanenin sahibiydi senin?” diye sordu.
“Bade’nin kocası.”
“İyi ara onu ve izni çıkarsın.”
Pars olumlu anlamda başını salladı.
“Güzel. Bende öyle düşünmüştüm. Şimdi hastayı hazırlayalım.”
Duygu gitmeden önce Pars ona yaklaşıp, sarıldı ve kulağına usulca fısıldadı.
“Annem sana emanet sevgilim. Ona iyi bak, lütfen.”
Duygu da aynı şekilde gülümsedi. “Onu sana getireceğim sevgilim.”
Pars gülümsedi, “Sana güveniyorum.”
Hastayı hazırlarken Karahan neyse ki yetişmişti ameliyata ve Tamer ile ailesinin içini rahatlatıp, Duygu’yu da alarak hazırlanmak için içeri geçtiler.
***
Bade odalarının önündeki havuzda ayaklarını suya sokmuş, oturuyordu. İçindeki sıkıntı gitmiyordu. Annesini aramak istediği an arkasından ona sarılan kollarla gülümsedi.
“Neden yatakta yanımda değilsin?”
“Uyuyamadım. İçimde bir sıkıntı var. Annemi aramak istiyorum.”
“Tamam, telefonunu getireyim.”
“Olur,” dedi yanağına bir öpücük kondurarak.
Saat gece yarısına geliyordu. Annesini iki kere aradı, ama açmadı. Tam Eva’yı arayacakken, Burak elinden telefonu aldı.
“Bebeğim, rahat olur musun? Bir şey olsa, açarlardı. Demek uyuyorlar. Telaşlanacaklar şimdi.”
Adamın haklı olduğundan bir şey demeden, telefonu arkadaki şezlonga bıraktı. Burak da yanına oturup, ayaklarını suya soktu. Altında sadece şortu vardı. Bade de kısacık bir elbiseyle ayaklarını sallıyordu. Burak kadını izlerken sırıtıyordu.
“Yüzelim mi?” deyip, göz kırptı.
“Şimdi hiç gidip bikinimi giyinecek halim yok.”
“Sana git bikinini giy diyen mi oldu? Sadece soyun,” derken elbisesini eteklerinden tutup, yukarı çekti.
“Burak ne yapıyorsun Allah aşkına? Sapıklar gibi, çıplak mı yüzeceğiz?” dedi kıkırdayarak.
“Sapıklar gibi değil. Tutkulu karı kocalar gibi çıplak yüzeceğiz,” diye açıklama yaparken Bade’yi soymuştu bile, kendi de şortunu çıkarıp, havuza atladı.
Havuzun içinden başını çıkardığında kadının hala oturduğunu gördüğünde kaşlarını çattı yalandan, “Hadi artık gelir misin Bade?”
Bade kendini suya yavaşça bırakırken, ürperdi, “Ay üşüdüm,” dedi gülerek.
Burak iki üç kulaçta yanına gelip onu havuzun köşesine sıkıştırdı. “Demek üşüdün? Isıtayım mı?”
Bade ellerinden kurtuldu ve diğer tarafa yüzmeye başladı, “Yüzersem geçer. Isınırım bay fırsatçı.”
“Kovalamaca mı oynamak istiyor benim biricik sevgilim? Bana uyar, kovalayalım bakalım.”
“Hayır, yüzmek istiyor.”
Adam yeniden ona yetişip ellerini kızın beline dolayarak kendine çevirdi. Ona konuşma fırsatı vermeden de dudaklarına yapıştı. Bade bu temasla kendini anında kaybetmiş ve ayaklarını Burak’ın beline dolayarak, adamın sesli bir nefes vermesine neden olmuştu.
Yavaşça dudaklarından ayrılıp, kızın yüzünü inceledi, “Beni öldüreceksin biliyorsun değil mi?”
“Hayır, bilmiyorum hiç söylemedin.”
Burak kahkaha attı. “O zaman sana bizzat göstermekten zevk duyacağım.”
Merdivenlere yönelip, çıktı ve havuzun sağında kalan dışardaki yatağa uzandılar. Yıldızların altında sevişen çiftin o an düşündükleri sadece gelecek yılların aralarındaki bu tutkuya değmeyeceğiydi, bundan ikisi de emindi. Onlar her zaman öyle kalacaklardı. Her an birbirlerine ait kalacakları.
Burak içinde yaşadığı duyguların artık yüreğine sığmadığı bir andaydı ve boynuna öpücüklerini bırakırken, dudaklarından “Seni seviyorum Bade Şimşek,” sözlerinin çıkmasına engel olamadı. “Seni çok seviyorum.”
Bade sessizce adamın öpücüklerine kendini kaptırmışken, birden duyduğu cümleyle kaskatı kesildi. Bir şey diyemiyor, sırtındaki elleri okşamayı bırakmış, adamın ikinci kez tekrarladığı şeyi düşünüyordu. İnanmak istiyordu çocuk yanı, ama o olgun yanı kesinlikle reddediyordu bunu. Sonra o anki duygu yoğunluğuna verdi. Ama adam konuşmaya devam ediyordu.
“Sana aşığım... Sana deliler gibi aşığım.”
Ne demeliydi? İnanacak mıydı şimdi? O anın büyüsünden olduğuna inanmak daha kolaydı ve neyse ki imdadına telefonun sesi yetişti bu sayede de cevap vermekten kurtuldu.
Ayağa kalkacağı an, Burak dirseğinin üstünde doğrulup, kolundan tuttu ve gözlerine cevap bekliyorum, der gibi baktı.
“Telefon-“
“Bırak şimdi. Annen sen aradığın için dönmüştür. Bir şey dedim Bade,” dedi sinirle gülerek.
“Ama içim rahat etmez.”
Burak bıkkın bir nefesle kendini yatağa bırakıp, yıldızlara baktı. Neden kaçıyordu ondan. Her şeyi yapıyordu, ama hala o duyguyu kızda yakalayamıyordu bir türlü. Sevişiyorlardı, normal evli çiftler gibiydiler, birbirlerini kıskanıyorlardı, aralarındaki tutku zirvedeydi, ama kadında eksik bir şeyler vardı. Kendini Burak’a tamamıyla bırakmıyordu.
Bade sanki annesi onu görecekmiş gibi, elbisesini üzerine geçirdi. Hala Burak’ın söylediği o kelimelerin etkisindeydi. Olabilir miydi? Burak onu gerçekten seviyor olabilir miydi? Ona aşık olabilir miydi?
Telefonu eline aldı ve cevapsız çağrıya dokunup, kendi aradı. İkinci çalışta açıldı bu sefer telefon. Ama Eva’nın ağlayan sesi geldi kulağına. Bade ayakları onu taşıyamadığı için dizlerinin üstüne çöktü. Kime ne olmuştu. İçi boşuna sıkılmıyordu işte.
Burak onu görünce hemen yerinden kalktı ve şortunu üstüne geçirip, kızın yanına koştu.
“E-Eva ne oldu?”
Alacağı cevaptan korkuyordu. Hem de çok...
“Çağ-Çağla teyze... O...” diyebildi ve tekrar ağlamaya başladı. Bade telefonu tutamadı. Elinden bıraktı. Burak eline aldı ve o konuşmaya çalıştı. Ama Eva konuşamıyordu bile.
“Gidelim, Burak ne olur hemen gidelim,” dedi hıçkırarak. Burak onu kucağına alıp, içeri taşıdı. Zor bir gece onları bekliyordu. Hem zor hem de çok uzun...
***
“Hastayı kaybediyoruz.”
“Hayır, bırakmayacağız,” dedi Karahan kararlılıkla. Karahan Duygu’ya çevirdi bakışlarını, “Duygu beni asiste etmek ister misin?”
“Ben mi?” diye sordu şaşkınlıkla.
“Evet. Dışarıda sana annesini teslim eden bir sevda var. Hadi gel,” dedi kıza güven vererek
Duygu o an Pars’ın dedikleri aklında dönüp duruyordu.
“Annem sana emanet sevgilim. Ona iyi bak.”
Onu bırakamazdı.
“Evet Duygu, kanaması çok, başarabilecek misin?”
Duygu kendinden emin bir şekilde müdahale ediyordu ki, adama bir an bakıp, “Eğer şurayı kapatabilirsem ve siz izlemeyip bana yardım ederseniz başarabiliriz,” diye çıkıştı.
Karahan başını sallayarak denileni yaptı. “Seni kapabilirim. Mükemmelsin.”
“Teşekkür ederim.”
‘Ona iyi bak’ demişti, Duygu da ona söz vermişti. Pes etmeyecekti.
Son dikişle alnındaki teri sildi ve normalleşen değerlere baktı.
“Bu bir mucize,” dedi diğer doktor dayanamayarak.
Duygu gülümsedi. “Evet, bu kadın hayata tutunmayı biliyor çünkü.” Karahan’a bakıp “Bana güvendiğin için teşekkür ederim,” dedi.
Yüzündeki maskeyi ve başındakini çıkarıp, yandaki çöpe attı. Derin bir nefes alarak, kapıya çıktılar Karahan’la.
Onları gören aile hemen ayağa kalktı. En önde Pars duruyordu. Duygu ona gülümsedi.
“Başardı. Şimdi yoğun bakıma alınacak. Sabaha uyanır.”
Peri ayaklarının üstüne düşüp, hem ağlıyor hem gülüyordu.
Pars önce tavana bakıp gözyaşlarını sildi sonra hiç düşünmeden Duygu’yu belinden tutup, dudaklarına yapıştı. Duygu şok olmuş bir şekilde donup kalmışken, Pars dudaklarını sertçe öpüyordu.
Sonra hemen ayrılarak. “Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim,” diye sayıklarken, kadını sarmayı bırakmamış, alnını onun alnına dayamıştı.
Sonunda Duygu’nun kıpırtıları ile ayrılabildiğinde kız kıpkırmızı olmuş, adama şaşkınlıkla bakıyordu.
Tamer Karahan’a yaklaşıp, omzuna dokundu. “İkinize de teşekkür ederim.”
Karahan Duygu’ya baktı. “Ben değil, o başardı,” dedi. “Gelinin bir efsane,” diye ekledi sonra.
Pars kızı ellerinden tutup, kendine çekerek yine sardı onu, “İyi ki seni tanıdım en derin Duygu’m, iyi ki...” İyi ki de aşık olmuştu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.18k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |