
Pars delirme noktasındaydı, çünkü sevgilisi onun evine geldiği günden beri tuhaf bir şekilde ondan kaçıyordu. Ve işte yine bir soğuk telefon konuşması daha yaşıyorlardı.
“Duygu ne yapıyorsun güzelim?”
“İyiyim.”
Pars yüzünü buruşturdu, “Sağol sevgilim bende iyiyim. Sorman yeterli.”
Duygu acı ile gülümsedi, neyseki telefonda olduklarından birbirlerinin surat ifadelerini göremiyorlardı, “Yoğunum biraz Pars acil mi?” -Kaç ki kovalasın!
“Yok Duygu acil değil, görüşürüz!” deyip kapattı ve kendini Burak’ın karşısındaki koltuğa attı.
“Hayırdır?” diye sordu Burak sırıtarak.
“Abi ben ne ara peşinden koşulan erkek kulvarından siktir edildim de kadın peşinde koşan erkek kulvarına buyur edildim anlamadım yemin ederim. Kız bildiğin kıymetlisine takmıyor beni!”
Burak tam kahkaha atacaktı ki Cem girdi içeri, “Kim seni neresine takmıyor?” dedi kocaman açılmış gözlerle.
“Bir kız var Cem abi, acayip bir şey ama beni umursadığı yok. Aramışım aramamışım tın. Hatta aradığımda resmen suratıma kapatıyor.”
Cem yüzünü buruşturdu, “Tam hayalimdeki kız. Keşke benim de kızlarım böyle olsaydı da,” Burak’a baktı, “Birilerinin suratın suratına telefonları, kapıları kapatsaydı.”
Burak rahat bir şekilde arkasına yaslandı, “Ya işte böyle Cem abi. Benim de hayalimdeki kız tam senin kızın, nereyi istersem hepsi açık.”
Cem dehşete düşünce, Pars araya girdi yoksa Burak arada gidecekti. “Cem abiciğim o kapı anlamında telefon şeysinde diyor. Onlar hep açık açık. Yani o şeysinde diyor. Hiç kapanmıyor telefonlar!” diye bağırıp acı ile Burak’a baktı. “Ne kadar çok sevmişim lan ben seni! Seni kurtarmaya çalıştığım konuya bak bir de önüne atladığım konunun baş kahramanı adama bak: Cem Ernez!”
“Öldün sen vırraklı damat! Bittin.”
Burak yüzünü buruşturdu, “Ah öldürmek ve bitirmek işini kızınız layıkıyla yapıyor sayın Ernez. Size gelene kadar!”
Cem birden bağırıp atlayacaktı ki Rüzgar girdi içeri. Burak ise köşeye kaçmıştı. Pars Rüzgar’ı görünce, “Hah, çok şükür Rüzgar amca. Koş!” dedi.
Rüzgar “Burak! Burak!” diye inleyip Cem’i tuttu. “Tamam abi sakin, sakin!”
“Ne sakin olacağım ya! Siz bu çocukları benim kızlarıma özel mi yetiştirdiniz de böyle sapık oldular? Anlamadım!”
Burak masum bir şekilde dudaklarını büzdü, “Rüzgar amca valla bir şey yapmadım ben. Pars’ın sevgilisi telefonu onun suratına kapattı. Ayıp bir şey bu sonuçta. Bende Cem babama dedim ki, ‘Sen ne güzel ne terbiyeli bir kız yetiştirdin hiç telefonu suratıma kapatmıyor, dedim. Maşallah dedim. Sonra böyle bir celallendi bir delirdi, hiç anlamadım yani.”
Cem hayretle gözlerini açarken, Pars ‘Pes’ der gibi ağzını oynattı. Rüzgar ise ona zerre inanmamıştı.
“Şimdi tam olarak böyle mi dedin Burak?”
“Ana düşünce buydu en azından,” dedi gülümseyerek.
“Ya Rüzgar bırak öldüreyim şunu sende kurtul bende. Allah aşkına.”
Rüzgar onu tutarak dışarı çekti, “Bırak kendi edepsizliğine ver.”
Tam çıkacakken Çınar’la kapıda karşılaştılar, “Aa iki babam yanyana. Ne tatlı oldunuz siz böyle.”
Cem birden ona döndü ve gözlerini kısarak adama baktı, “Senden beteri damadın olsun, benim kızımdan fazla kızın da o adama aşık olsun Çın Çın Çınar! Seni de sevmiyorum!” dedi ve Rüzgar’la odadan çıktılar.
Çınar yutkundu, “O ne biçim beddua ya, çirkin çirkin! Hayır kabak neydi de benim başıma patladı onu da anlamadım.”
Pars “Ooo... sağlamdı yani,” dedi.
Burak da yüzünü buruşturdu, “Çok sağlamdı hemde.”
“Hayır neden ben günah keçisi oldum onu anlamadım,” dedi.
“Sonuçta diğer kızını da sen aldın. Yüzde ellisi senin,” diyerek güldü Burak adama.
***
“Birazdan gelecekler Cem ve sen de o çeneni tutacaksın!”
Cem küçük çocuk gibi koltukta oturmuş, ellerini göğsünde birleştirmiş, somurtuyor, bir yandan da homurdanıyordu. “Bana bak bayan meleğin melek kaynanası, ben bir şey yapmıyorum. O her an bana kızımla birlikte olduğunu hatırlatan bakışlar atıyor. Babayım ben! Bunu bilmesi lazım. Zaten bugün şirketteydi gereksiz, yeterince zıvanadan çıkardı bence onu uyar! Şansını fazla zorlamasın!”
Ecrin başını sağa sola salladı. “Cem, benim de babam vardı ve sen de benimle birlikte oluyordun.”
“Ama ben ona ‘demin kızınızla sevişiyordum’ bakışları atmıyordum ve üstelik korunuyordum!”
“Cem çok ayıp!” diye çemkirdi Ecrin. “Allah da o kullandığın prezervatiflerin belasını versin, yeter artık!”
“Ayıp, senin o kendini bir halt sanan damadının yaptığına denir.”
“Bana bak Cem, yemin ediyorum yatağa almam seni gece!”
“Hah, tehdide bak! O ahlakı bozuk adam yüzünden mi beni atacaksın odadan? Çok beklersin. Kızına bak, benim için atıyor mu adamı, yok. Anca sen at! Kızın bir kez demiş midir acaba ‘Burak bugün sen babamı üzdün, çık odadan’ diye. Nerde?”
Zilin çalması ile, Ecrin adama uyaran bakışlar atıp, kapıya gitti. Cem ise yerinden bile kalkmadı. “Bir de ayağına mı gideyim cibilliyetsiz herifin!”
***
“Burak lütfen!”
“Bana değil, o babana söyle onu Bade!” diye çıkıştı karısına. “Hep bana çemkiriyor.”
“Sende az değilsin. Kendine melek muamelesi yapma lütfen.”
“Bana ne hacet meleklikte, baban dururken. Ben anca bir faniyim onun karşısında. Zavallı, mağdur ve korunmaya muhtaç bir fani.”
“Vah sana!” dedi Bade gülerek alay eder bir tonda.
O sırada kapı açılmıştı, “Hoşgeldiniz gençler.”
“Hoşbulduk annecim,” diyerek annesine sarıldı kız.
“Hoşbulduk melek anne.” Burak sırıtarak kadını öpmüştü.
“Hadi geçin sizi gidi minik tatlı şeytancıklar.”
“Çok tatlıyız ama, seviyorsun sen bizi.”
“Ya bayılıyoruz ailecek sana Burak.” Başını sağa sola salladı Bade ceketini çıkarırken, sonra annesine “Babacım nerede benim?” diye sordu.
“İçeride.”
Burak da ceketini çıkarıp, kollarını sıvazladı.
“Burak!”
“Deplasmandayım, o pas vermeden gol atmam söz,” deyip, göz kırptı karısına.
İçeri girdiklerinde Cem kızını gördüğü an gülümsedi. “Prensesim, hoşgeldin.”
“Hoşbuldum benim birtanecik babacığım.”
Cem Burak’a bakıp, sırıtışını arttırınca Burak hemen araya girdi. “Eskiden size ‘Aşkım’ dermiş, sanırım o sıfatı ben kaptım!”
Cem ellerini yumruk yaptı. Ecrin ise bıkkın bir nefes verdi. “Burak, ama sende laf sokma oğlum. Başlamayın yine!”
“O bakış attı önce melek anneciğim.”
“Ecrin! Bak laf soktu gördün. Sıra bende!”
“Ay Cem anlaşamayan iki küçük çocuk gibisiniz. Susun hadi sofraya geçelim.”
Masaya otururken, Burak Bade’nin sandalyesini çekti ve kadın oturduktan sonra, saçlarına öpücük bıraktı. Hemen yanındaki sandalyeye otururken Cem’e göz kırptı.
“Gözünü oyarım senin!”
“Cem!” dedi Ecrin inanamayarak.
“Alaylı alaylı göz kırptı Ecrin.”
Bade kocasına dönüp, “Burak!” dedi uyarır gibi.
“Hayatım gözüm seyirdi, yarası mı var nedir üstüne alınıyor?”
“Of!” dedi Ecrin ve servisi yapıp, oturdu. “Mezelerden siz istediğinizi alın,” diye de ekledi.
“Tamam anneciğim.”
Burak cacıktan kendine bir kepçe koyduktan sonra, Bade’nin kasesine de iki kepçe koyduğu an “Bade cacık sevmez,” diye araya girdi Cem ukala bir gülümseme ile.
Burak gayet kendinden emin bir şekilde “Ama ben ona yedirdim ve çok beğendi,” dedi. Sonra da içinden ‘Damat spor 2 – Kayınbaba spor 0. Deplasmanda bile alt ediyorum ya,” diye geçirdi.
Cem bir şey demeden yemeğine devam etti. Bu adamı sevmiyordu işte! Ecrin ile Bade ise gerginlikten yemeklerine konsantre olamıyorlardı. Özellikle de Bade!
“Kızım, okuluna devam etmeyi düşünüyor musun?”
Bade ona yöneltilen soru ile bakışlarını babasına çevirdi, “Aslında seneye evet babacım. Burak’la konuştuk. O da destekliyor beni. Dersleri daha hafif bir bölüm seçeceğim. Bakıcı tutacağız. O şekilde bir süre idare edeceğiz.”
Ecrin araya girdi. “Bakıcı istemem kızım. Görüyoruz televizyonda neler olduğunu. Benle baban tüm gün evdeyiz. Eğer sizde isterseniz, yani uygun görürseniz, biz bakalım. Hem Burak’ın da annesi evdeymiş, geçen konuştuk. Dönüşümlü bakacağımızı söyledik.”
Cem yemeğini yerken “Bu damat ona da kulp bulur,” diye homurdandı.
“Aslında çok iyi düşünmüşsünüz melek anneciğim. Yani bu devirde herkese güvenilmiyor. Çocuğumuza sizin bakmanız bizi mutlu eder. Gözümüz arkada da kalmaz. Hem zaten Bade’nin okulu da yarım gün olur. Bir final zamanı biraz yoğun olur.”
Cem’in suratı değişince, Ecrin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Ah, çok mutlu oldum. Değil mi Cem sende mutlu oldun?” dedi ayağına vurarak.
“Çok!” Sesini bilerek hoşnutsuz çıkarmıştı.
Yemek bitince, koltuklara geçtiler. “Ee Burak, o bahsettiğin iş ne oldu? Yurt dışına gidecektin ya bir kaç haftalığına,” diye sordu Ecrin.
“Evet aslında iki ay sürecekti ama ben üç haftaya indirdim.”
“O sürede Bade burada kalır,” diye yine araya girdi Cem.
“Tabi ki babacığım, burada kalacağım. Burak da öyle düşündü.”
“Hay ben onun düşüncesine,” dedi homurdanarak.
“Bir şey mi dedin hayatım?” Ecrin öfke ile baktı adama.
“Yok, hayatım. Mutlu oldum. Bak damadımız arada sırada düşünebiliyormuş. Ne hoş değil mi? Oysa düşüncesizin teki diye biliyorduk.”
Burak tam ağzını açacakken, Bade kolunu sıktı.
“Cem, lütfen! Koltuğu unutma.”
Cem Ecrin’e çevirdi bakışlarını ve fısıltı ile konuştu. “O laf sokunca dudaklarını birbirine bastır, gül. Ben sokunca ‘koltuk’. Onun karısı diyor mu ona ’koltuk’? demiyor. Maşallah babasına sokulan her laftan memnun. Anca sen de.”
“Ben çaylara bakayım,” dedi Ecrin ayağa kalkıp.
“Bende sana yardım-“
“Hayır Bade!” diyerek aniden döndü Ecrin. “Sen burada kal kızım. Asayiş sana emanet,” dedi Cem ile Burak’ı göstererek.
Bade el mecbur oturdu. Tatlıları da yedikten sonra Bade esnemeye başlamıştı.
“Uykun mu geldi kızım?” diye sordu Cem gülümseyerek.
“Evet ya, hamilelikten sonra sürekli uykum geliyor.”
Burak eğilerek kulağına fısıldadı. “Evlendikten sonra demen daha doğru olur bence.” Cem bunu duymuştu, zaten Burak da bilerek duyurmuştu.
“Ecrin faul ama bu düpedüz!”
“Burak Allah aşkına sus ya!”
Bade ile Ecrin başlayan laf dalaşı ile oflayarak kulaklarını kapadılar.
***
Duygu mesaisinin bitmesine yakın, tam önlüğünü çıkarıyordu ki, kapısı çaldı.
“Duygu hanım, bir hastanız var. Acilmiş.”
“Tamam, alın lütfen.” Omuzlarından indirdiği önlüğünü tekrar giydi. Tam yerine geçecekken, kapıdan içeri giren adamı gördü.
“Pars?”
“Bebeğim?”
“Senin ne işin var burada.”
“Özledim.”
“Pars burası benim iş yerim. Öyle her kafana estiğinde gelemezsin.”
“Hastayım ben ya. Allah Allah. Bu ne biçim muamele?”
“Beyninde hasar mı var?”
‘Cık’ yaptı adam. “Biri var. Sürekli beynimi meşgul ediyor. Düşünme diyorum beynime, sadece iki dakika düşünme ya diyorum, olmuyor söz dinlemiyor arsız beynim. Bütün gün içinde dönüp duruyor. Ama o da az değil yani, bana soğuk davranıyor, uzak duruyor, kaçıyor. Nedenini bilmiyorum. Bir de merak ettiğim şeyler var, mesela bugün bana yemek yapar mı acaba? Sonra dizlerimde uyur mu? Bir de-“
“Tamam gerisini getirme.”
Pars kaşlarını çattı ve kıza yaklaştı. Düşünceli bakışlarla kızı süzerken, “Ya doktor hanım, sizde azıcık odunluk var mı acaba?” diye sesini kısıp sordu.
“Sensin odun.”
Birden kızdan uzaklaştı. Masanın üstündeki şekerlerden alıp, tembel hareketlerle açtı. “Çarpılırsın kızım bana odun dersen. Çok romantiğim ben.”
“Ya maşallah.”
“Bugün benimlesin değil mi? Kaçmayacaksın benden?”
“Hadi çıkalım,” dedi Duygu. “Birileri madem benden yemek bekliyor.”
“Gerçekten mi?” çocuk gibi gülümsemişti.
“Gerçekten,” derken adamın burnunu sıkmıştı.
“Mum da olacak mı?”
“Şansını zorluyorsun Pars Enver,” dedi gülerek.
“Tamam ya onu da ben yakarım, sorun yok.”
*
Birlikte adamın evine gelmişlerdi. Duygu çantasını çıkarıp koltuğa bıraktı ve adama dönüp elini beline koydu, “Anlamadım, madem ben sana yemek yapacağım, neden benim evime gitmedik?”
Pars gözlerini devirdi. “Bir susmadın güzelim ya. Dedim ya dünya kadar alışveriş yaptım diye. Hadi geç. Hem burası da senin mutfağın.” Gülümsemesi Duygu’nun içini titretmişti.
Ona olan hislerini fazla sorgular olmuştu. Bu basit bir hoşlantıdan çıkmıştı. Daha yoğun, daha farklıydı ve bu hisler Duygu’yu korkutuyordu. Adamın fark etmesinden daha de çok korkuyordu. O yüzden de uzak duruyordu ondan ama direnmesi işte buraya kadardı. Bir gülüş bir tatlı söz ve Duygu eriyordu adamın karşısında.
Kız domatesleri doğrarken, Pars da aynı düşüncelerle soğanları doğruyordu.
İkisi aynı anda durup, birbirlerine baktılar.
“Duygu...”
“Pars...”
İkisi aynı anda konuşup, aynı anda sustular. Bir kaç saniye daha bakışıp, aynı anda dudaklarını buluşturdular. Fazla sert, fazla ateşliydiler.
Pars ileri doğru adım atınca kız tezgaha yaslandı ve elini arkaya dayayıp, güç aldı.
Kızın dudaklarını bırakıp, boynuna inmeye başladı. Gömleğinin bir kaç düğmesini açarken, Duygu bulutların üstündeydi sanki. Eteğinin altından elini geçirdi, “Bu eteklerini parçalayacağım. Sevgilin olma hakkıyla.”
“Asla...” diye inledi Duygu.
Kızın inlemesi adamı daha da ateşlemişti. Tam o anda çalan zil, bir anda durdurmuştu onları. Ama Pars bir iki saniye sonra kaldığı yerden devam etti öpmeye.
“Pars kapı!” diyerek adamı üzerinden itmeye çalıştı Duygu.
“Umurumda değil, çalar çalar gider.”
Duygu şaşkınlıkla adama baktı. “Tanıdık biriyse arabanı görmüştür. Lütfen. Rezil olacağız.”
“Şuan açarsak emin ol daha çok rezil olacağız. Dudaklarına ve boynuna bakmak ister misin? Benim durumumu hiç söylemeyim,” derken gözü ile aşağıyı gösterdi.
Duygu adamı üstünden itip, inledi. “Hii!” eli ile yüzünü kapattı. “İnanamıyorum Pars ya!”
“PARS! İÇERİDE OLDUĞUNU BİLİYORUZ DOSTUM. AÇ VE TESLİM OL. ETRAFIN SARILDI VE KALABALIĞIZ. HİÇBİR YERE KAÇAMAZSIN. AYRICA YEDEK ANAHTARIN VAR. TOPLANMAN İÇİN SANA BEŞ DAKİKA VERİYORUZ.”
Çınar’ın sesini duyan Pars küfretti. “Has siktir, piç kurusu. İntikam alacak anı buldun.”
“Ne intikamı?”
“Kapatıcın var mı?”
“Evet.”
Nefeslerini düzenlemeye çalışıyordu, “Tamam, banyo şurada, sen onu hallet, ben de kapıya bakayım. Yollamaya çalışacağım onu.”
Duygu utançtan kıpkırmızı olurken yüzünü yelledi, “Kötü kalpli adam! Ne hale getirdi beni,” dedi fısıltı ile ve banyoya koştu.
Pars da tişörtünü çekiştirerek kapıya gitmişti. Kızın banyoya girdiğinden emin olduğunda kapıyı açtı.
Karşısındaki kalabalığı görünce şok oldu. Tam kapatacakken Çınar ayağını koydu.
“Hops! Ne yapıyorsun dostum, çok ayıp!”
“Bu ne lan?” diye çıkıştı sinirle.
“Sürpriz! Doğum günün kutlu olsun birtanem,” dedi Peri elindeki pastayı adama uzatarak.
Pastayı gören Pars yüzünü buruşturdu. Şeker hamurundan yapılmış kalpli pastanın üstünde ‘jilet, iğne şırıngası, bir kova, yara bandı, ateş ölçer, ilaç kutusu...’ gibi objeler vardı. Alt tarafında da; ‘İYİ Kİ AŞIK OLDUN PARS’ yazıyordu.
“Aşk ne lan?” diye homurdandı Pars sessizce.
“Değil misin abicim?”
“Ya saçmalamayın, biz daha yeni çıkıyoruz. Hadi alın pastanızı da defolup gidin!”
“He canım he, benle Burak da öyle takılıyoruz zaten,” dedi Bade adamı takmayıp içeri girerek. Onun ardından da diğerleri girmişti sırayla.
“Lan buyur eden mi oldu da giriyorsunuz?”
“Hoşbulduk bebeğim,” dedi Çınar yanaklarını sıkarak.
Bade “Ee Duygu nerede?” diye sordu atkısını çıkarıp, vestiyere asıp.
“İçeride.” Banyonun kapısını gösterdi.
Bade sırıtarak diğerlerine baktı, “Kapatıcım iyidir,” diye fısıldadı Pars’a.
“Onunki de iyidir merak etme,” dedi o da aynı ses tonu ile.
“İyi tamam süpermiş.”
Çınar ise tembel hareketlerle odaya geçerken şarkı söylüyordu.
“Acelem yok ki benim o intikam alınacak...” (Demet Akalın – İntikam) Pars duyduğu şarkı ile kaşlarını çatınca Çınar yanına yaklaştı. “Keşke sende banyoya geçseydin,” diye mırıldandı. “Zira göz zevkimi bozuyorsun.” Yüzünü buruşturdu.
Pars yumruğunu adama salladı. “Defol git o zaman dostum,” diye tısladı.
Çınar adamın bu hareketi ile bilerek sesini yükseltti. “Aa ne ayıp Pars kardeşim. Biz doğum gününü kutlamaya gelelim, sen bizi kov.”
Pars sabır çekti. O sırada Duygu banyodan çıkabilmişti sonunda. Utançtan ölebilirdi. Mutfak ile oturma odasının olduğu alana döndüğünde gördüğü kalabalıkla gözleri büyüdü.
“Ürküttünüz kızı. Yavaş yavaş gelseydiniz.” Kızın yanına geldi ve elini tuttu. “Gel hayatım,” dedi onu diğerlerinin yanına getirerek.
Duygu hepsine gülümsedi, “Hoşgeldiniz.”
“Ablamı falan tanıyorsun. Kuzey, Ezgi Yine kuzenlerim sayılırlar. Meltem’le de tanışmıştın. İzmir’de Eva ile okuyor.”
“Memnun oldum. Evet hastanede tanıştık,” dedi gülerek yüzünü buruşturarak.
“Bizde memnun olduk Duygucum. Doğrusu bizim çapkın Pars’ı yola getiren kızı bayağı merak ediyordum,” dedi Kuzey kızı öperek.
“Uzak dursan ya!” Pars hafifçe adamı itmişti.
Kız pastayı fark edince “Pasta?” dedi Pars’a dönüp bakarak.
“Bugün benim doğum günüm, onlar da sürpriz yapmak istemişler.”
Duygu kaşlarını hayretle havaya kaldırdı, “Doğum günün mü? Bugün mü?”
“Evet.”
Diğerlerine bakıp kibarca gülümsedi “Bir saniye izninizle,” dedi Pars’ı kolundan tutup, koridora sürükleyerek. “Pars doğum günün olduğunu neden söylemedin.”
“Söyleyecektim.”
Duygu mahcup bir şekilde içeri doğru baktı. “Ya şimdi mi? Hediye alırdım en azından.”
“Yemek istedim ya senden.”
“Aynı şey mi ya? Ne kadar ayıp!”
“Gel benimle,” dedi ve elinden tutup, yeniden içeri geçirdi onu.
Müzik sisteminde şarkı açtı, “O zaman doğum günüm başlasın!”
Herkes alkışlarken, Duygu’nun gözlerinin içine baktı.
“Benimle dans et,” derken cevap beklemeden onu kendine çekti. Bir elini beline yerleştirirken diğer elini avcuna hapsetti.
Herkes etraflarında daire şeklinde koltuklara yaslanmış onları gülen gözlerle izliyorlardı.
“Sen o gün sadece benim bedenime değil, ruhuma, hayatıma ve kalbime de çarptın Duygu.” Duygu anlamadan kaşlarını çatınca Pars güldü, “Aslında demin gözlerin bana dünyanın en güzel hediyesini verdi.” Kulağına eğildi ve fısıldadı. “AŞK...” diye fısıldadı. “Seni seviyorum Duygu.”
Duygu “Pars?” dedi şaşkınlıkla.
Adam sadece gülümseyince Duygu ellerini adamın yüzüne koydu ve adamı öpmeye başladı. Pars’ın gözleri şaşkınca açılmıştı, ama sonra o da diğer elini beline yerleştirip onu kendine daha çok çekti. Bu sefer öpücükleri daha sahiplenici, daha vericiydi.
“Uuu...”
“Ooo...”
Islık...
Herkesten farklı tepkiler gelirken, Kuzey Ezgi’nin gözlerini kapatıyordu.
“Ya abi +18 olmak zorunda mı?”
“Abi ben +18’im. Of ya!”
Bu söz ile Duygu adamdan uzaklaşmıştı hemen. Kendi bile yaptığının şaşkınlığını yaşıyordu. Bunu fark eden Pars kızı alıp, göğsüne bastırdı.
“Seni çok seviyorum en derin duygum.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.18k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |