
Duygu bambaşka bir heyecan içindeydi. Birazdan bu heyecanını Pars’la paylaşacaktı ve emindi ki çok şaşıracaktı.
Pars pastasını üflerken Peri birden cırladı.
“Dilek tut minik fare.”
Pars ablasına bakarak homurdandı. “Eşinin tayininin Afrika’ya çıkması ve senin de onunla gitmen! Oldu mu bu?”
Peri burun kıvırıp “Gıcık!” dedi.
Pars Duygu’nun elini sıkıca tuttu ve kulağına fısıldadı, “Sonsuza kadar benim olman, tek dileğim bu.” Duygu gülümsedi ve ikisi bir mumları üfledi.
Pars kıza yüzünü buruşturdu. “Neden benim pastamdaki mumları üflüyorsun ya?”
Kız kıkırdadı ve adamın kulağına eğilip, “Çünkü bugün benim de doğum günüm,” dedi.
Adam kaşlarını havaya kaldırdı. “Nasıl yani?”
“Basbayağı. Ama tamamen aklımdan çıkmış. Babamdan başka kutlayan olmadı. O yüzden yıllardır kutlamıyordum.”
Pars gibi diğerleri de şaşırmıştı. Sonra kızı kollarına alıp, sardı ve kulağına “İyi ki doğdun, iyi ki karşıma çıktın, iyi ki beni peşinden koşturdun aşkım,” diye fısıldadı.
“İğne ile bir kova suyu unuttun.”
“Onlar için iyi ki dememi beklemiyorsun her halde Duygucuğum?”
Herkes kahkaha atmıştı, sonra da onları öpüp, doğum günlerini kutladılar. Pars herkesin koltuklara kurulduğunu görünce kafasını kaşıdı.
“Beyler bayanlar, eğer ‘geç oldu gidecez’ diyorsanız; pastayı evlere servis yapabilirim.”
Çınar başını sağa sola salladı. “Benden yana sakıntı yok. Evim karşıda.”
“Düşersin elime.”
“Düştük, sonunu da gördük. Bir de sen vurdun.”
Hep birlikte pastalarını yedikten sonra, Duygu onlara kahve yaptı. Sohbetleri ve sıcak davranışları Duygu’yu mutlu etmişti. Hiç yabancılık çekmemiş, sanki sürekli onların arasındaymış gibi hissettirmişlerdi.
Peri Duygu’nun elbisesine acıyarak bakınca, Duygu da kendine bakma ihtiyacı hissetti.
“Bir şey mi var Peri abla?” dedi üzgün bir sesle.
“Elbisene baktım. Bayağı da güzelmiş. Yazık olacak.”
Duygu kaşlarını çattı, “Neden?”
“Pars’ın tam bir mini etek ve elbise pirinası olduğunu bilmiyor muydun?”
Duygu birden gülümsedi. “Ah evet duydum da, benim eteklerimden uzak duracağına dair söz verdi. Değil mi Pars?” dedi adama bakarak.
Pars duymamış gibi yapıp “Anlamadım, canım ne dedin?” diye sordu.
“Anlatırım ben sana sonra.”
Pars kıza sevimli bir şekilde gülümserken içinden “Çok beklersin,” dedi.
Peri ise sinirle kardeşine çevirdi bakışlarını, “Onun ayrıcalığı ne Pars bey? Hani senin kalbine giren kız böyle giyinemezdi?”
Pars yine gülümseyerek ablasına baktı. “Ablacım tavşanı ürkütmemek lazım ki kaçmasın, değil mi? Yavaş yavaş, sakin sakin...” deyip, göz kırptı.
Duygu bu sözle kaşlarını çatmıştı ki araya giren Meltem yüzünden sustu.
“Ne yalan söyleyim, Mert Ali de çok kıskanç, ama hoşuma gidiyor yani. İnsan kendini ayrı bir hoş hissediyor. Ayrıca çok karizmatik oluyor.” Sesi içli içli çıkmıştı.
Duygu yüzünü buruşturdu “Eteklerini parçalarken mi?”
Meltem kıza baktı, “Hayır ya, böyle kıskanırken falan. Kıvranmaları çok tatlı yani.”
“Bence çok sevimsiz,” diyerek başını salladı Duygu. Hayır erkeklerin kıskançlıklarına bayılan kızları anlamıyordu gerçekten. Kim her dakika ‘neredesin, kimlesin, ne giydin?’ sorgulamasından hoşlanır ki? Saçma!
Koray içeceğini bitirip, Peri’yi elinden tuttu ve diğerlerine bakarak “Hadi beyler bayanlar, geç oldu, kalkalım,” dedi.
Çınar sırıtarak daha fazla yerleşip, ayak üstüne ayak atarak geriye yaslandı, “Benden yana sıkıntı yok. Benim ev karşıda zaten. Değil mi ortak?”
Meltem Pars’ın bakışlarını gördüğü an abisinin elinden tutup onu kaldırdı ve sürüklemeye başladı, “Aaa abiciğim daha beni eve bırakacaksın. Hadi.” Sonra da fısıltı ile, “Seni burada bırakmama Cem amca çok sevinirdi eminim de ben seni çok seviyorum işte, kıyamadım!” dedi.
Pars birden gülümseyerek Meltem’e baktı. “Bu iyiliğini unutmayacağım kuzen.”
“Sevinirim. Hadi herkese iyi akşamlar!”
Hep birlikte çıkıp gittiklerinde, Pars kapıyı kapattı ve arkasını dönüp kıza baktı, “Oh be! Hiç gitmeyecekler sandım.” Ardından da rahat bir nefes verdi.
Duygu çekinken bir gülümseme ile yanıtladı adamı. Evet çok güzel şimdi umarım ‘nerede kalmıştık’ diyerek gecenin başına dönmezlerdi. Bir an adamın bakışlarını fark edip hemen çantasını aldı “Ben de gideyim, geç oldu.” -Kaçmak en iyi çözümdür.
Pars gülümseyerek kızın yanına geldi ve elindeki çantayı alıp, koltuğa fırlattı “Sen hiçbir yere gitmiyorsun,” deyip, kızı belinden kendine doğru çekti. “Evet güzellik bu arsızlar gelmeden önce nerede kalmıştık?”
“Pars...”
Kızın inleyerek ismini söylemesi ile dudaklarına dudaklarını değdirdi, “Burada değil...” diye fısıldadı ve boynuna indi. "Galiba burada...” Gömleğinin düğmelerinin birkaç tanesini açtı, “Bunları da açmıştık sanırım...” omuzlarını açıkta bırakıp, “Duygu...” dedi inleyen sesi ile.
“E-efendim...”
İkisi de konuşamıyordu, “Kendimizi durdurmasak mı?”
“Ol-olmaz Pars.”
“Neden?” sesi acı çeker gibi çıkmıştı ve kızın boynundan uzaklaştırdı kendini.
“Olmaz işte Pars.”
“Duygu demin biz seninle onlar gelmeseydi sevişecektik biliyorsun değil mi? Yani o an devam etseydik ne sen ne de ben duramazdık ve-”
“Biliyorum Pars teslim olmuştum ama...” Anlatamıyordu işte. İçindeki o tedirginliği kelimelere dökemiyordu.
Pars kızın gözlerindeki kararsızlığı ve tedirginliği şuan fark etmişti. Duygu’nun dağılan saçları, sıyrılan gömleği kafasını karıştırsa da onun isteği olmadan yapamazdı. Konuşabilmesi için kızın gömleğini omuzlarından yukarı çekip, ilikledi. Saçlarını da elleri ile düzeltti.
“Bana hala güvenmiyorsun değil mi?” dedi kırgın bir sesle.
“Hayır Pars. Öyle olsa bu eve bile gelmezdim.”
“O zaman ne Duygu ne? Lanet olsun ben sana demin seni sevdiğimi söyledim, cevap bile vermedin! Beni sevmemeni anlıyorum, gerçekten anlıyorum seni. Önceki yaşantıma bakarak değerlendiriyorsun ve evet, maalesef ki pisliğin tekiydim. Ama değiştim. Seni gördüğüm o andan beri kimse olmadı. İçime, isteklerime, yüreğime, aklıma öyle bir işledin ki kendini, senden bir başkasını düşünemiyorum. Sana sonrası ne olur bilemiyorum da demiyorum. Ben kendimden eminim Duygu. Seni o kadar çok seviyorum ki, yaşantımın hiçbir anında senden ayrı bir hayat düşünemiyorum.”
Duygu adamın boynuna sarıldı, o an içindeki tüm biriktirdiği o aşkı ona sadece söylemek değil hissettirmek ister gibi sarıldı, “Ben de, ben de seni çok seviyorum Pars. Hemde öyle çok seviyorum ki bu sevginin gücünden ödüm kopuyordu, o yüzden uzak durdum senden, o yüzden kaçtım. Seni kaybetmemek için, aşkımı fark edip kaçmaman için,” dedi.
“Duygu beni seviyor musun?” diye sordu inanamayarak.
“Hemde çok seviyorum şapşal şey.”
Adam gülerek kızı koltuk altından havaya kaldırıp döndürdü. Duygu kahkaha atarken adam bir tek “Seni çok seviyorum!” diye bağırıyordu. Sonra onu yere bırakıp, şevkatle kızın saçını okşadı. “Senden ayrı kalmak istemiyorum. En azından bu gece yanımda uyursun değil mi?”
Duygu olumlu anlamda başını sallayınca Pars mutlulukla elinden tutup, odaya götürdü onu. Duygu için huzurlu, Pars için uykusuz bir gece olacağı kesindi.
Kıza kendi tişörtlerinden birini verdi ve onun giyinmek için banyoya gittiğini görünce başını sallayarak gülümsedi. Kendi de sadece şortunu giyinip, yatağa girdi.
Duygu da onun yanına geldiğinde ona sıkı sıkı sarılıp, öpmeye başladı ve sonu gelmeyeceği için fazla derinleştirmeden uzaklaştı kızdan, “İyi geceler en derin duygum.”
“İyi geceler asi prensim.” İkisi de birbirlerine sokulup uyudular.
*
Sabah uyandığında Duygu keyifle kollarını açıp, gerindi. “Ah çok güzel bir geceydi.” Pars kaşlarını çatıp kıza baktı. Duygu da aynı şekilde cevap verdi ve adama çemkirerek “Ne?” dedi.
“Bütün gece kımıl kımıl panda gibi dönüp durdun. Uyuyamadım.”
Duygu hızla ve öfkeyle yataktan kalktı, “Allah Allah, bir daha yatmam seninle. Rahatınızı bozduysam özür dilerim Pars bey.”
Pars gülümsedi ve yerinden doğrulup, kızı tekrar yatağa, kucağına çekti, “Şaka yapıyorum. Evet uyuyamadım, çünkü her hareket ettiğinde, beni mahvettin,” deyip, kızın dudaklarına kısa bir öpücük bıraktı ve Duygu’nun yanakları kırmızıya geçiş yaptı. Sonra aklındakini söylemek için derin bir nefes aldı. “Duygu?”
“Efendim sevgilim.”
Pars yeniden dudaklarını öptü, “Her sevgilim dediğinde öpesim geliyor.”
“Herkesin içinde demeyeyim o zaman.”
“Yok, de. Çok de hemde. Hep de. Çok güzel söylüyorsun.”
“Sen bir şey diyecektin sanki.”
Pars kafasını kaşıdı ve karışmış olan saçlarını daha beter karıştırdı, “Şey diyecektim.”
“Ne diyeceksin, de artık?”
“Bana taşınsana. Birlikte yaşayalım. Hem bak gayet de rahat durdum gece.”
“Sen ciddi misin?”
“Evet, çok ciddiyim.”
Duygu yataktan kalkıp, ileride duran puftaki elbiselerini aldı ve adama dönüp gülümsedi, “Güzel teklif. Değerlendirmeye alacağım.”
“Çabuk al ama. Yani değerlendirmeye diyorum, çabuk al.”
“Tamam elimden geldiğince acele ederim.”
Tam banyoya gidiyordu ki adamın sesini duydu, “Burada giyinsene. Bana harika işkence olur.”
“Edepsiz!” diyerek terliklerinden birini ona fırlattı.
Pars çarşafı başına çekerek kendini koruduktan sonra kıza hayretle baktı, “Valla nasıl doktorsun anlamıyorum ha. Beynimi yaracaktın.”
***
Burak kapıyı tıklattı ve Bade ile elele odaya girdiler. Kafasındaki kırmızı kurdele ile çok sevimli olan kardeşine sevgiyle bakıyordu Burak. Ne tatlı bir anne olmuştu öyle ve Bade’yi düşündü, her halde doğum anında kafayı yiyebilirdi.
“Abicim, hoşgeldiniz.”
“Hoşbulduk prenses. Geç haberimiz oldu.”
“Evet aniden başladı doğum.”
Gidip onu alnından öperek sıkı sıkı sarılmıştı ki Karahan öksürmeye başladı. “Yani bunun rövanşı da var ya, malum Bade de hamile.”
Sevda kocasına hayretle bakıp, kaşlarını çatmış, Burak ise hemen kızdan ayrılmıştı.
“Tamam be bak ayrıldım hemen,” sonra da pembe beşikte uyuyan yeğenine baktı. “Bu çok küçük ya,” diye mırıldandı. Bade de yanına geldiğinde “Çok küçük değil mi?” diyerek onay bekledi.
“Evet, ama daha birkaç saat önce doğdu. Normal değil mi?”
“Bilmiyorum,” başını çevirip kadına baktı, “Bizim de bebeğimiz böyle mi olacak? Minicik.”
“Evet.”
Kadının yanağına sevgi dolu bir öpücük bırakıp, yeniden yeğenine baktı.
O sırada Sevda abisine seslendi, “İstediğimi getirdin mi?”
“Evet,” deyip, cebinden minik hediye paketini çıkardı.
Sevda eline aldığı paketi ile Karahan’a elini uzatıp yanına çekti. Kocası hemen yanına oturunca, minik kutuyu adama uzattı. “Doğum günü hediyeni bir hafta erken vereceğim. Çünkü o güne kadar bekleyemem,” dedi ve adamın hediyesini açmasını heyecanla izledi.
Herkes merakla beklerken Karahan hala kendine gelememişti. Bebeği ilk kollarına verdiklerinde, yaşadığı duygunun tarifini yapamıyordu.
Kutuyu yavaşça açtı. Gördüğü kimlikle önce kaşları çatıldı.
SAYGIN NEVRA...
Karahan anlamayan gözlerle kadına bakınca, Sevda açıkladı. “Annenin adını vermek istedim. Onu tanımayı çok isterdim Karahan, senin gibi bir evladı yetiştiren kadını tanımayı inan çok isterdim. O da eminim senin bu mutluluğunu görmeyi, torununu tanımayı isterdi.” Karahan başını aşağı yukarı sallıyordu. Uzun zaman sonra ilk defa gözlerinden yaş geliyordu. “O yüzden bizimle yaşasın istedim. İkimizle.” Sonra beşikte uyuyan kızına sevgiyle baktı. Karahan kadını kollarına alıp, sıkıca sardı.
“Çok, ama çok teşekkür ederim. Bu benim için çok önemli ve değerli bir hediye.”
Sonra Tarık bey yaklaştı oğluna. O da hediyesini vermek için, önce oğlunu sonra gelini öptü ve elindeki kağıdı adama uzattı. Yıllar önce yasak ilişkisinden doğan ve yıllarca tanımadığı oğluna hem bir özür hem de telafi hediyesiydi bu.
“Geç bir adım biliyorum ama, başlarda kabul etmeyeceğini düşünüp, çekindim.”
Karahan kağıdı açtı ve soru işaretleri ile adama baktı. “Soyadımı almanı istiyorum oğlum,” dedi.
Karahan ayağa kalktı ve adama sarıldı. “Bu beni çok mutlu eder baba ama-“
Adam susturdu oğlunu “Lütfen Karahan...”
Karahan Sevda’ya baktı. Onun gülümsediğini ve gözleri ile onayladığını görünce, başını sallayarak kabul etti.
Bade’nin hıçkırarak ağladığını gören Burak gülümsedi, “Sana ne oldu acaba?”
Bade dudaklarını büzdü “Hor-hormonlar,” diyebildi.
Burak gülerek kızı kollarına aldı, “Fazla ayakta kaldın. Hadi eve gidip, dinlenelim biraz.”
“Peki.”
Burak anne ve babasına açıklama yaptıktan sonra, odadaki diğer herkesle vedalaşıp, çıktılar.
Koridorda yürürlerken arkalarından bir ses geldi. Kırık Türkçesi ile bir kadın onlara sesleniyordu. İkisi aynı anda dönmüş, Burak hayretle kadına bakarken, Bade kaşlarını çatmıştı.
Kadın yanlarına kadar hızla geldi ve “Burak, inanmıyor ben,” deyip, adama sarıldı.
Burak kadının sarılması ile sinirlenmişti. Boynuna dolanan elleri hızla üzerinden uzaklaştırdı. Bade ise sinirden adamın kolunu sıkıyordu. Kim bu kadın demeye çok korkuyordu?
“Sen ne arıyorsun burada?” dedi Burak Almanca konuşarak.
Karen yanındaki kadına küçümseyerek baktı, sonra tekrar Burak’a çevirdi bakışlarını, “Kız kardeşim estetik yaptıracak. Bende sizin hastanede olmasını istedim. Biliyorsun o Türkiye’de yaşıyor ve burası çok donanımlı bir hastane.”
“İyi, geçmiş olsun,” dedi ve yanında ikiliye sinirle karışık hayretle bakan karısının elinden tutup, gitmeye yeltenmişti ki o an kadın tekrar konuştu.
“Ben boşandım.”
Burak alay eder gibi gülüp, baktı kadına, “Senin adına üzüldüm ama adam adına sevindim. Bu arada ben de evlendim.” Sonra Bade’ye sevgi dolu gözlerle baktı. “Yakında da bir oğlumuz olacak.”
Karen dumura uğramıştı. Yumruklarını sıktı ve kadına bakarak yalancı bir gülümseme yollayarak Türkçe yanıtladı, "Yaa tebrik eder o zaman. Ben Karen. Burak eski sevgili.”
Bade adama daha da sokuldu ve kadının eline küçümseyerek baktı, ama elini sıkmadı.
“Anladı ben onu. Yani eski sevgili olduğunu. Ben de karısıyım. Bu arada bizim burada midemiz küçüktür. Öyle sizinki gibi geniş değildir. Yani medeni medeni el sıkışıp, memnun oldum diyemeyeceğim.” Sonra kadına bir adım daha yaklaştı. “Ve sen siyah sürtük, kocamdan ve benden uzak dur!”
Arda uzaktan fark etmişti onları ve kadını görmesi ile de şok olmuştu. Ne işi vardı bu kadının burada Allah aşkına? Hemen koşar adım yanlarına geldiğinde Burak kıs kıs gülüyor, Bade ise kadına öfke ile bakıyordu. Karen de resmen morarmıştı.
“Bir sorun mu var?” diyerek araya girdi Arda. Bade’nin üzülmesini ya da kırılmasını istemiyordu. O yüzden de Karen’e bakışları hiç de sıcak değil, aksine gayet mesafeliydi.
Karen Arda’yı görünce ona döndü, ama Bade konuşmasına fırsat vermeden yanıtladı adamı, “Evet bir sorun var. Bu kadın bozuntusunun kardeşi burada ameliyat olacakmış, bende senden yardım isteyecektim,” dedi gülümseyerek.
“Tamam, ne istersen yengeciğim. Söylemen yeter.”
“Ah çok teşekkürler Ardacım. Hanımefendinin (!) kardeşi burada yatış yapmış, ameliyat için.”
“Öyle mi haberim yoktu?”
“Evet öyle. Şimdi oldu haberin, ameliyatı bu hastanede olmayacak! Bu konu ile ilgilenirsen sevinirim,” dedi ve kocasını çekip, oradan uzaklaştı.
“Vay bebeğim, çok ateşliydin!” diyerek kadına sarıldı Burak.
“Ben sana evde ateşi de suyu da yangını da koru da göstereceğim Burak bey. Çok sinirliyim şuan! Bana ‘yeter bebeğim!’ diye bağırırken, Türkçeni de geliştirirsin artık.”
“Hayır. Beni yine bağlamayacaksın değil mi?” dedi acı çeker bir şekilde.
“Beter edeceğim Burak.”
“Hadi ama ben mi getirdim onu?”
“Valla pek de kardeşi için gelmiş gibi de değil. Ben boşandım ne ya, bize ne yani senin ne halt ettiğinden?”
“Çok haklısın. Bize ne ya ne içinse ne için, beni hiç ilgilendirmiyor.”
Bade bir an durunca Burak onun karşısına geçti. Kızın düşünceli hali onu üzmüştü.
“Bade bebeğim yapma ama.”
“Onu gördüğünde bir şey hissettin mi Burak?”
Burak kızın gözlerine baktı ve “Evet,” dediğinde Bade ellerini yumruk yapmıştı. “Hissettim. Zamanında ne kadar aptal olduğumu, ona hissettiğim duyguların aşk olmadığını, pişmanlığımı hissettim. Sana olan aşkımın ne kadar yüce ve büyük olduğunu hissettim.” Kadının ellerini tuttu. “Bade ben seni seviyorum, seni her şeyden herkesten çok seviyorum. İçimdeki aşkının, tutkunun, sevginin bir sınırı bir limiti yok. Bunu kelimelere bile dökemiyorum. Gerisi de umurumda bile değil. Olmak istediğim yerde, olmak için delirdiğim kişiyleyim.”
Sözlerini bitirdiğinde kadın onun yanaklarını avuçlarına hapsetti ve “Sen sadece benimsin Burak Şimşek, duydun mu sadece benim!” diyerek adamı öpmeye başladı.
Burak da karısının belinden tutup, kendine daha çok çekmişti. Bade’nin ellerini adamın boynunda saçlarında geziyor, ikisine de oldukları yeri unutturuyordu. Ve duydukları o ilahi sesle bulundukları pozisyonda donup kaldılar.
“DAMAT!”
“Has siktir!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.18k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |