
“DAMAT!”
“Has siktir!” Burak arkasına bakamıyordu, “Bade ne olur babam değil de. O sesi duymadığımızı söyle! Bu kadar bahtsız olamam ben ya.”
Bade ise gözlerini yummuştu, “Valla babam Burak. Çekil üstümden de uzaklaş bari.”
“Görmezden gelip, kaçsak ya?”
“Saçmalama!” dedi adamı üstünden iterek.
“O zaman şimdiden özür dilerim hayatım,” diye yalancı bir gülümseme yollayarak kayınbabasına döndü. “Babacığım?”
“Damat! Ne arıyorsun sen kızımın dudaklarında?”
“Belamı.”
“Buldun mu bari?”
“Valla tam bakıyordum, o buldu beni.” Burak karısına eğildi “Neyseki damat olarak benimsemiş beni,” diye fısıldadı.
“Ecrin bak diyorum edepsiz bu damat!”
“Valla Cem kusura bakma da, adam karısını öpüyordu, sen daldın.”
“Yemin ediyorum senin kadar koca düşmanı damat yanlısı bir kadın görmedim. Çınar’a da yap bunu da, onu da öyle çıkar tepemize.”
Burak parmağını uzatarak araya girdi, “Yalnız lafınızı nutella ile bölüyorum da ben değil, kızınız beni öpüyordu. Yani birden yanaklarımı tutup öpmeye başlayınca, bende karşılığını verdim tabi ayıp olmasın diye-” demişti ki Bade’den dirseği yedi.
“Burak Şimşek! Sen öldün!”
“Başta özür dilemiştim.”
“Bak gördün mü Ecrin, kızımızı da kendine benzetmiş bu edepsiz damat. Hep senden ötürü!”
“Ne ya, seviyorum ben damatlarımı,” dedi Burak’a sevgiyle bakarak.
Burak da ona gülümsedi. “Her şey karşılıklı anneciğim.”
Cem iğrenerek baktı, “Duydun mu benden nefret ediyor?”
“Öyle bir şey demedi Cem.”
“Karşılıklı dedi. Ben ondan nefret ettiğime göre, o da benden ediyor.”
“Duydun mu Bademim, baban benden nefret ediyor?”
“Ne büyük sürpriz oldu sana da. Oysa biz seni çok sevdiğini düşünüyorduk.”
“Doldurma lan kızımı bana!”
Ecrin hemen araya girdi, yoksa akşama kadar sürerdi bu çatışma, “Neyse, hadi hayatım, bebeği görelim.” Adamı kolundan tutarak kendine çekti ve damadına baktı. “Siz gelmiyor musunuz?”
“Biz şimdi yukarıdaydık. Bade biraz yoruldu da eve gidelim dinlensin.”
Cem adama kaşlarını çattı. “Çok dinlendi, eve gidip yorulsun demiyor da...”
“Cem!”
“Baba!”
“Yemin ederim müneccim gibi adamsınız, geleceği görüyorsunuz.”
“Burak!” dedi bu sefer Bade.
“Ama bu sefer bozmadım onu, destekledim.”
Cem sinirden delirecekti, “Ben yukarı çıkıyorum Ecrin! Tansiyonuma da baksınlar tansiyonuma! Kalp başladı bende valla ölüp gideceğim bu densizler yüzünden. Kalbime de baktıralım!”
“Tamam hayatım. Sinir sistemini de kontrol ettiririz.”
“Sakinleştiricilerle uyuttur istersen Ecrin! Sen de damatlarınla mutlu mesut yaşarsın!” diye bağırıp yanlarından ayrıldı.
Burak karısına döndü, “Çok seviyor beni.”
“Bayılıyor sana! Ama şuan çok daha önemli bir sorunumuz var.”
Burak gülümsemeye çalıştı, “Korkuyorum!”
“Kork Burak, kork! Altına sıç hatta korkudan! Yürü!”
*
“Ya Bade sök ellerimi Allah aşkına ya. Ne bu sürekli?”
“Cezalısın Burak Şimşek!” dedi ve çantasından silahını çıkardı.
Burak’ın gözleri gördüğü şeyle resmen büyüdü, “O ne o?”
Kadın elindekine baktı ve sonra bakışlarını adama yöneltti. “Nutella. Ailemizin daimi her öğünlük tatlı mı tatlı ateşli mi ateşli yemeği. Canım acayip çekti biliyor musun? Aşerdim sanırım. Ben küçükken de çok severdim bunu.”
“Bade hayır. Öldürüyorsun beni öyle yaparak.”
“Merak etme bebeğim, ölsen de cennete uçacaksın.”
Kapağını yavaşça açtı ve ıspatulayı içine daldırıp adama yaklaştı. Sonra daldırıp çıkardığı ıspatulayı adamın çıplak olan göğsünde yavaşça gezdirirken dudaklarını da diliyle ıslatıyordu.
“Şu an enfes görünüyorsun!” dedi kadın en kışkırtıcı sesi ile ve adamın bu ses tonuna deli olduğunu biliyordu.
“Has siktir...” diye mırıldandı Burak, şuan ölebilirdi.
“Cık, cık, cık... çok ayıp,” diyerek kıkırdadı ve kendi üzerindeki kıyafetleri yavaşça çıkardı.
“Bade yapma. Allah aşkına kadın çıkmış gelmiş benim suçum ne?”
Bacaklarını açarak kucağına oturdu ve tekrar nutella kavanozu ile ıspatulayı aldı, “Nerene dokunmuştu, boynuna mı?” deyip, kaşığı boynunda dolaştırdı, daha sonra da dili ile tüm çikolatayı temizledi.
“Bade!” diye gürledi adam. Sadece iç çamaşırlarıyla kalan kadının bedenini gözleri ile resmen sömürüyordu.
“Çok tahrik edici bakıyorsunuz Burak bey, baştan çıkıyorum ama...” diye kulağına yaklaşıp, ısırarak fısıldadı.
"Sen şu ellerimi bir çöz bak neler yapıyorum sana. O çamaşırları üzerinde parçalayacağım-“ kadın adamın iç çamaşırını sıyırınca adam “Has siktir!” diye bağırdı.
Bade kahkaha attı. “Cık, cık, cık... Ağzınız gittikçe bozuluyor Burak bey, ağzınızı da bağlayım mı?”
“Sakın!”
Çalınan kapı ile ikisi de birbirlerine baktılar. Bade tam kalkacakken, Burak bacakları ile kalkmasını engelledi. “Hayır! Açmayı aklından bile geçirme! Bu şekilde bırakamazsın beni.”
“Saçmalama Burak. Kapı çalıyor, aa ne kadar ayıp!” derken adamın üstünden kalkmıştı bile.
Burak kadının gülüşünü görmesi ile gözlerini sinirle yumdu ve açtı, “Bana bu bir oyundu deme!”
Kadın yalancı bir alınmayla “Aa ne alakası var hayatım, tamamen tesadüf!” dedi ve elbisesini hızla üzerine geçirdi.
“Bade! Sakın!”
“Gecikme!”
Adamın ellerini gevşetip, kapıya kaçarken kocasının arkasından “Elime geçersin sen küçük şeytan!” diye bağırdığını duymuştu.
Burak homurdanarak üzerindeki çikolataları ıslak mendillerle temizlerken kotu ile tişörtünü üstüne geçirdi.
“Hoşgeldin babacım.” Lafını duyunca Burak’ın sinirleri iyice zıplamıştı.
“Sensoru mü var lan bu adamın?” diye söylenerek kapıya çıktı.
“İki saattir kapıdayız kızım. Hem arayıp çağırıyorsun, hem kapıyı açmıyorsun.”
Burak duyduğu şeyle kaşlarını havaya kaldırdı.
Cem ise Burak’a bir şey diyecek gibi oldu ama boynundaki çikolatayı görünce sırıttı. “Çikolatayı yemeyi bilmiyor daha Ecrin bak, kızımız iki çocuk büyütecek. Boynunla mı yiyorsun çikolatayı?”
Burak yandaki aynaya baktı ve elindeki peçeteyle silerken sinsice güldü. Bade ona ‘sakın’ bakışları atarken, Burak çoktan adama cevabı yapıştırmıştı.
“Yok kızınız bilmiyor. Yani inanır mısın nereye nasıl sürüp yiyor anlamıyorum. Her yerim-yani her yer çikolata oluyor.”
Cem Ecrin’e dönüp, “Ecrin!” diye gürlerken, Bade Burak’a yumruk atıyordu ve Ecrin ile Burak ise aynı cevabı vermişlerdi.
“Sen kaşındın hayatım!”
***
“Nasılsınız Ferit bey?”
“İyiyim Duygu hanım siz?”
“Ben de iyiyim.”
“Çıkıyor musunuz?”
“Evet,” dedi kadın kibarca gülümseyerek. Ferit hastanenin finans müdürüydü ve bir yıldır Duygu’nun peşindeydi. Adamın kibarlığından ve Duygu’yu bariz bir şekilde rahatsız etmediğinden, ne yazık ki Duygu adamı tersleyemiyordu. Sürekli kibar bir arkadaş gibi yaklaşıyor, Duygu onu reddettiğinde de anlayışla karşılıyordu ve işte yine bu da o anlardan biri.
“İşin yoksa bir kahve içelim mi?”
“İşi var koçum, sevgilisi ve onun ailesi ile yemek yiyecek.”
Duygu arkasından gelen sesle gözlerini devirecekti neredeyse. Bu adam az (!) kıskanç mıydı acaba?
Ferit “Duygu?” diyerek kızın yüzüne anlamsızca bakarken, Pars kızın yanına gelip, elini tuttu.
“Bir sorun varsa bana sor?”
“Yok, bir sorun-“
“Güzel. Bende öyle düşünmüştüm. Gidelim mi sevgilim? Annemler bekliyor,” derken adamdan gözlerini ayırmadan konuşmuştu.
“Gidelim sevgilim (!)”
Pars kızı çekiştirirken sinirden çenesinin seğirdiğini Duygu fark etmişti ve bu onu korkutuyordu. Hayır onun ne suçu vardı ki? Adam gelip konuşmuştu onunla.
Arabaya bindiklerinde, Pars gözlerini kapattı ve sakinleşmek için içinden saymaya başladı.
“Pars-“
“3...4...5...” bu sefer sesli saymaya devam etti.
“Anlamadım?”
“8...9...10...”
“Ne sayıyorsun?”
“Keçilerimi!” diye gürledi. “Oldu mu? Keçilerimi sayıyorum. Daha doğrusu keçi boynuzlarımı!”
“İyi misin sorun ne? Seni aldatmışım gibi davranıyorsun!” bu sefer Duygu da bağırmıştı.
Pars anlamıyormuş gibi kıza baktı. “Adamın kafasına su dökmedin? Ya da kıçına iğneyi batırmadın! Ben görmedim yani. Gayet de medeni medeni sana asılmasına izin verdin!”
“Konuşmalarına dikkat et Pars Enver! O senin gibi eline ufacık bir delik açıp, pansuman için beyin cerrahını ayağına çağırmıyor.”
Pars öfkeden çıldıracaktı. “Ama o beyin cerrahının sevgilisi varken, onu kahve içmeye davet edebiliyor.”
“Sen de sevgilim olduğunu zannederken yapmadın mı aynısını?”
‘Bu kadın hiçbir şeyi unutmaz mıydı? Her şeye de cevabı hazır maşallah!’ “Ben sana aşıktım!”
“İyi bende sana aşığım. Diğerlerinin önemi var mı?”
“Var!” diye gürledi. “Kimse yaklaşamaz sana. Kimse bakamaz, kimse aşık olamaz, kimse benim gibi seni hayal edemez! Çünkü sen yalnızca benimsin!”
“Alnıma yazayım istersen ‘benim sahibim var, yaklaşmayın’ diye. Saçmalığın zirvesindesin Pars Enver.”
Adam başını hayır anlamında arkaya yatırdı. “Cık.” Sonra arabayı çalıştırdı. “Benim daha iyi bir fikrim var.”
İstanbul trafiğine takıldıklarında, Pars arabanın içinde çıldıracaktı. Cebinden telefonu çıkardı ve ismi bulup arama tuşuna bastı.
“Neredesin?”
“...”
“Bekle beni. Ben gelmeden çıkma.”
“...”
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu kız.
“Gidince görürsün.”
“Pars şuan gerçekten bir maço gibi davranıyorsun.”
“Gibisi fazla güzelim.”
“Odun.”
“Ha onu da bildin.”
“Ya seni tanıyamıyorum.”
“Aynı DUYGU’ları paylaşıyoruz. Ben de kendimi tanıyamıyorum.” Gerçekten tanıyamıyordu ve şuan yaptıklarına da yapacağı şeye de inanamıyordu.
Mekana geldiklerinde, girdikleri ara sokağı inceliyordu Duygu.
“Burası neresi?”
“İn ve benimle gel.”
“Pardon ama böyle arka sokaklarda mafyacılık mı oynayacağız?”
“Yok, evcilik oynayacağız. İn ve gel Duygu. Yoksa taşırım,” deyip tehditkar bir bakış atarak indi arabadan.
Duygu el mahkum peşinden gitti. İçeri girdiklerinde etrafında pırıl pırıl parlayan mücevherlerin arasında küçük dilini yutacaktı genç kız.
“Burası neresi?” diye fısıldadı hayretini gizlemeyen ses tonu ile. “Aman Allah’ım!”
“Ateş ile Cem amcamın atölyesi.” Merdivenlerden yukarı çıktılar. Bir odanın içine girdiklerinde genç bir adam karşıladı onları.
“Merhaba Orhan. Nasılsın?”
“İyiyim ortak sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim.”
“Hayırdır, bekle dedin?”
“Bana tasarım yüzüklerini çıkarır mısın?” dedi sabırsız bir şekilde ellerini masada tıngırdatarak.
Duygu duyduğu şeyle bir an adama baktı. Orhan ise tezgahın altından çıkardığı göz kamaştıran yüzükleri masaya koyuyordu.
Pars Duygu’ya döndü. “Seçer misin? Seçeyim mi?”
“Ne?”
“Bir tanesini seçer misin? Ben mi seçeyim?”
Duygu başını sağa sola salladı. “Sen gerçekten odunsun. Gerçekten bu şekilde bir yüzük seçip, sonra da o yüzüğü takacağımı mı düşündün? Eğer düşündüysen, tam bir aptalsın Pars!” deyip, kapıya yöneldi.
Pars kaşlarını çattı. “Ne dedim ben şimdi?”
Orhan yüzünü buruşturdu. “Bir şey demedin de, saf öküzlük yaptın abi.”
“Bu kadınları anladığım gün tüm erkekleri aydınlatmak için kitap çıkaracağım.”
“Yazarlık düşünmemen güzel,” dedi adam kahkaha atarak.
Pars o sırada yüzüklere bakıyordu ve gözüne ilk çarpan yüzüğü eline aldığı gibi, kızın peşinden koştu. Merdivenin bariyerlerinden atlayarak, kıza yetişti.
“Duygu!”
“Gelme peşimden seni odun kafalı-“ Pars kolundan tutup, kendine çevirdi ve dudaklarına yapıştı. Kısa öpücüğünün ardından, nefes nefese konuşmaya başladı.
“Özür dilerim. Öküzlük ettim. Ama çok kıskandım. Bana ettiğin onca şeyin ardından o adama öyle davranman delirtti beni.”
“Çünkü sana aşıktım ben gerizekalı. O yüzden uğraşıyordum, uğraşmak senin peşimden koşman hoşuma gidiyordu. Bu adama karşı zerre bir şey hissetmiyorum. O yüzden kaile bile almıyorum. Anladın mı?”
Pars gülümsedi, “Yani taş popomu görmek için vurdun o iğneyi?”
Duygu alay eder gibi bakıp o da gülmeye başladı, “İnan o an o taş kıçın umurumda bile değildi. Bakmadım bile.”
“Yalancı!” diyerek kahkaha attı. “Ah güzelim, ayrıca o ağzınıza bu laflar çok yakışıyor. Şimdi şu işi tam yapalım,” dedi ve önünde diz çöktü. “Bir ömür boyu senden başkasına muayene olmayacağıma, bir tek senin bana iğne vurmana izin vereceğime, asla ama asla sana ihanet etmeyeceğime, nefes aldığım sürece seni seveceğime söz veriyorum. Benimle evlenip, bir ömür sadece benim olur musun?”
Elindeki yüzüğü ona uzattı. Duygu da sağ elini uzatınca; özel pırlantalarla tasarlanmış çiçek şeklindeki yüzüğü kızın parmağına taktı.
“Emin ol, sağ elinde çok durmayacak.”
Ve ikisi aynı anda birbirlerinin dudaklarına sahip oldular.
***
“Ay lunaparka gelmeyeli yıllar oldu,” dedi Duygu ellerini çırparak.
Çınar gülümsedi. “Biz bu zıpırlar yüzünden gelirdik hep.”
Eva ellerini beline koydu. “Sensin zıpır. Edepsiz! Sanki zorla geliyordu.”
“Doğru söylüyorsun sevgilim. Senin yanında olmak için katlanıyordum işte.”
“Kimse bakmasın diye demiyor da...”
Çınar kahkaha attı, “Valla o da var ne yalan söyleyim.”
Pars sevgilisini kendine çekti. “Nereden başlayalım?”
“Çarpışan otolardan,” diye bağırdı.
Bade de bir heyecanla el çırptığı an Burak önüne atıldı. “Sakın. Çarpışan oto olmaz. Hamilesin.”
Bade surat asmıştı. Burak da dayanamayıp ona sarılınca “Ama-“ diye sızlanacaktı ki, adam sözünü kesti.
“Bade olmaz. Imm...” etrafına baktı. “Dönme dolap olmaz, tepede sancın tutabilir.”
“Altı aylık bebeğim Burak.”
Adam omuz silkti. “Crazy Dans olmaz, çocuk ağzından uçabilir.”
“Çüş.”
“Hah, buldum.” Bade sevinçle adama baktı. “Atlı karınca. Ona binebilirsin.”
Bade kaşlarını çattı. “Sen bin ona. Hatta git, devenin hödüğüne bin Burak!” deyip, köşedeki banklara gitti.
“Tabi banklarda oturmak da bir seçenek. Biz banklardayız,” deyip karısına yetişti hemen.
Meltem Mert Ali’ye bakıp “Bence tek tek binelim,” diye bir fikir sundu onlara. “Çok eğleniriz.”
“Yok bebeğim. Sonra buradaki dingilleri tek tek dövmek zorunda kalırım.”
“Saçmalama Mert ya.”
“Mert Ali haklı,” diye araya girdi Çınar. “Bende tek bindirmem sevgilimi.” Mert Ali ile Çınar çaktırmadan el çakıştılar arkadan. “Yemin ederim aynı kafadayız.”
“Kesinlikle. Adamsın!”
“Ama biz tek tek binmek istiyoruz Çınar!” diye çemkirdi Eva.
Duygu da onlara katılınca, sonuç olarak kızlar kazandı ve herkes bir arabaya bindi.
Zil sesi ile arabalar çalıştı. Kızlar birbirlerine çarparken çığlık atıyor, erkekler ise birbirlerine komut veriyorlardı.
“Çınar sağ taraftan Duygu’yu kolla.”
“Pars sol çapraza dikkat!”
“Merto Eva!”
“Eva! Oradaki kız Pars’a çarpacak!” diye cırladı Duygu.
“Tamam Dido. Bende o!”
“Meltem Çınar’a uç!”
“Enik miyim ben be!”
Duygu arkadan çarpan biriyle sarılınca, Pars arabadan durdurup hızla indi. “Lan sen nasıl çarparsın benim nişanlıma?”
Çocuk ürkek bakışlarla Pars’a bakıyordu ki diğerleri de Pars’ın yanına toplandı.
“A-abi a-adı üs-üstünde çarpışan-otolar,” diye korkudan kekeledi çocuk.
“Ben şimdi sana bir çarparım, arabaları değil, havada uçan mekikleri görürsün.”
Duygu adamı çekiştiriyordu. “Pars saçmalama lütfen. Gelir misin? Rezil olduk.”
Çınar adamı tutup, pistten çıkarırken, Pars hala bağırıyordu.
“Çarpamaz benim sevgilime.”
Mert Ali de arkadan homurdandı. “Ben de çarptırmazdım.”
Meltem ona dirsek atınca, hemen döndürdü lafı, “Abi o kadar da değil yani. Azıcık medeniyet lütfen.”
Pars Mert Ali’ye uzaylı gibi baktı, “Medeniyetini de kılıbıklığını da sikeyim Merto. Kızı kuzeninden kıskanıp, horoz gibi diklenen bendim de mi?”
“Tamam hadi bence korku trenine binelim.”
Çınar yutkundu, “Şey bence hız treni daha güzel.”
“Yaa... Hadi ama,” dedi Eva elini tutup çekiştirerek.
“Kızım trene ne gerek var? Evinize gidip, bahçede iki tur atalım, Melek Cem bizi korkutur. Ondan korkunç şey mi var? Cennetten düşmüş sarı benekli melek.”
“Babamla alay etme Çınar!”
“Alay etmiyorum. Sadece bir seçenek,” diye homurdandı ve sonuçta kazanan Çınar olmuş hep birlikte hız trenine binmişlerdi.
Parktan çıkarken hepsi de çok eğlenmişti. Açık otoparka geldiklerinde hala gülüyorlardı. Birden karşılarına yirmiye yakın adam çıkınca kızları arkalarına alıp, kaşlarını çattılar.
“Bunlar mıydı?”
“Evet abi, şuydu!” dedi çarpışan otolardaki çocuk parmağı ile Pars’ı göstererek. Adamlar ceplerinden çakıları çıkardılar.
Bunu gören Çınar yüzünü buruşturdu ve “Şimdi sıçtık!” diye mırıldandı. “Hadi ama konuşarak anlaşabiliriz,” dedi onlara gülümserken. Adamlardan biri çakıyı açınca kaşlarını kaldırıp indirdi, “Anladım dilimizi bilmiyorsunuz.”
Adamın çakıyı açtığı gören kızlar ise çığlık atmış, Burak da bakışlarını onlara çevirmişti. “Lanet olsun!” deyip cebinden anahtarı çıkararak onlara attı. “Arabaya binin ve içeriden kilitleyin."
Bade başını sağa sola çevirdi. “Seni bırakmam!”
“Bade, bebek!” diye bağırınca. Meltem ile Eva onu sürükledi. Duygu’nun gitmediğini gören Burak, bu sefer ona bağırdı. “Duygu lütfen!” Öyle bir gürledi ki, kız koşarak girdi arabaya.
Tam o anda diğer grup saldırmaya başlamışlardı. Çınar, Pars, Burak ve Mert Ali başlarda gayet iyi gitseler de, sonlara doğru, sayılarının çokluğu ile yumrukları yemeğe başlamışlardı. Pars elinde bıçak olan adamın eline tekme atarak bıçağı yere düşürmüştü ama daha ne olduğunu anlamadan, arkadan biri Pars’ı kollarından tuttu. Yere düşen bıçağı alan diğer adam ise Pars’ın karnına bıçağı saplar saplamaz, kaçmaya başladılar.
Çınar ne olduğunu anlamasa da “Kaçarsınız tabi!” diye bağırıp, arkalarından güldü.
Pars onlara döndüğünce, hepsi dondu kaldı.
Arabada Duygu ise ilk andan görmüş, arabanın içinde kendini parçalıyordu.
“Pars kardeşim...” diye mırıldanan Çınar’ın tüm yaşam fonksiyonları acı ile kavruluyordu.
“İ-iyiyim. Sık-sıkıntı yok!” dediği an dizlerinin üstüne çöktü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.18k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |