29. Bölüm

28.BÖLÜM – MASUM BİR BAŞLANGIÇ VERDİM AVUÇLARINA

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

“Çıkmıyor maşallah o evden, fark ettin mi Bade? Hep oradalar.”

Bade dudaklarını birleştirmiş, gülmemeye çalışıyor bir yandan da adamın kravatını bağlıyordu.

“Yani görmüyorum sanki ben. Ama bebek bir doğsun görür o. Göstermeyeceğim bebeğimi ona.”

Bade başını sağa sola sallayınca, “Sen de sallama o başını!” diye çıkıştı, “O ne demek? Saçmalıyor muyum ben?”

Bade derin derin nefesler alıyordu. Sonra da adamdan uzaklaşarak ona baktı, “Burak farkında mısın, Pars’tan babamı kıskanıyorsun. Sence de saçma değil mi?”

Burak yüzünü buruşturdu, “Ne kıskanması Allah aşkına, ne kıskanacağım babanı? Banane. Yani yarın öbür gün bebek olunca kıymete bindirmesin bizi.” Sonra aklına bir şey gelmiş gibi geri döndü, “Hem Pars onun damadı mı? Değil. Benim onun damadı ben. Ne o öyle, her gün ordalar? Ama söyleyim mi, annen de az değil. Benim o irmikli tatlıyı sevdiğimi biliyor, gitmiş Pars’a da yapmış.”

Bade patlama noktasındaydı, “Burak sana da yapıyor. Ayrıca Allah aşkına, tesadüf oldu iki akşam üst üste gittiler. Her gün orada değiller. Sen de ortamdaydın.”

“Ya lütfen bana babanı savunma!” Bade adama gözlerini devirip, giyinme odasından çıktı. “Devirme o gözleri, devirme kocaya!” diye bağırdı kadının arkasından.

Bade’nin karnına bir ağrı girince “Ah...” diyerek kapı pervazına tutundu.

Burak olduğu yerde kalakalmış ve Bade yere çöktüğünde de, bacaklarından akan sıvıyı gördüğünde de yerinden kıpırdayamamıştı. Sadece “Bade...” diye fısıldadı.

Bir iki dakika sonra Bade “Burak yardım et!” diye bağırdığında, Burak’ın algıları açıldı ve kadının yanına koştu.

“Bade, bebeğim.”

“Do-doğum baş-başladı.” Yutkundu ve derin nefesler aldı. “Dok-doktoru ara-aramalısın."

Burak kadına dokunamıyordu bile, “Tamam, sakin ol. Derin nefesler al sen. Düşünme, konsantre ol.” Kapı çaldığında da resmen küfretmişti gelene.

“Sev-Sevdalar gel-geldi.”

Bade’nin son kurduğu cümle buydu, gerisi sadece çığlık ve bağırmalardı. Burak en sonunda tüm cesaretini toplayıp, kadını kucağına alarak kapıya koştu. Kapıyı tek eli ile açtığında Karahan ve Sevda ona korkuyla baktılar.

“Doğum başladı!”

Karahan kaşlarını çattı, “Ne demek o?”

“Vaktimiz yok Karahan suyu geldi.”

Karahan saatine baktı, “Kaç dakikada bir geliyor sancı?” Bade sadece bağırınca, “Bade bana yardımcı olman lazım!” diyerek kadını uyardı.

“Ağrıdan duramıyor. Arabanın kapısını açın-“

“Vaktimiz olmayabilir,” dedi Karahan ve kadını kendi kucağına alıp içeri geçti. “Sevda arabadan çantamı getir.”

Burak kaşlarını çattı, “Manyak mısın oğlum, sen mi doğurtacaksın karımı?”

Karahan adama baktı ve ona “Beğenmiyorsan sen doğurt. Başka seçeneğin var mı?” diye çıkıştı, sonra da “Böyle bakma da yardımcı ol, çarşaf getir!” dedi adama bağırarak. Burak gidince de Bade’ye döndü. Gözlerindeki korkuyu görünce onu sakinleştirmek için gülümsedi, “Başaracağız Bade Şimşek. Tamam mı? Sadece bana yardımcı ol. Ben her şeyi halledeceğim. Sen Ecrin ile Cem’in kızı Burak’ın da eşisin, yapabilirsin!” dedi ona güven ve cesaret vermek ister gibi.

Sevda çantayı getirdiğinde hızla açarak makası çıkarıp, iç çamaşırını kesti. Burak’ın getirdiği çarşafla da kızı örttü, “Sıcak su. Acele.”

Çarşafın altından baktığında, “Doğum çoktan başlamış. Hastaneye yetişemezdiniz.” Derin nefes aldı. “Şimdi Sevda, Bade’nin elini tut.” Sevda hemen denileni yaptı. “Canın biraz yanacak Bade, dayan olur mu?”

Bade sadece bağırıyordu. Burak ise sıcak su ile geldiğinde “Zaten acıyor Allah’ın cezası! Zevk çığlıkları atmıyor!” diye bağırdı adama.

“Sen bi sussana birader! Konuşacağına ambulansı ara da çenen bir işe yarasın!” Kadına döndü. “Başlıyoruz Bade, derin nefes al ve ıkın. Sakın geri çekme, ileri it.”

Bade söyleneni yaparken, Karahan karnına baskı yapıyordu, “Devam Bade, harikasın!” diye bağırdı. “Böyle devam et! Hadi!”

“Harika demesene lan karıma!”

Karahan onu dinlemedi ve devam etti, “Şimdi bir kere daha Bade!”

Tekrar denileni yapınca Karahan gülümsedi, çünkü bebek ellerindeydi şuanda, “Süpersin Bade, hadi güzelim son kez!”

“Elimde kalacaksın Kara-“

“Lan bi siktir git!” diye gürledi.

Burak’ın derdi aslında Bade’nin çektiği acıydı. Elleri ile yüzünü kapattı. Boşluk... evet hissettiği şey buydu. Karısının her çığlığı ile o boşluktan aşağı düşüyor, bütün kemikleri kırılırcasına canı yanıyordu...

Bade’nin karnına son kez baskı yapan Karahan, kadının da son attığı çığlıkla, gülümsedi, “İşte bu kadar!” diyerek bebeği kucağına aldı. “Hoşgeldin ufaklık!”

Burak sadece bebeğe bakarken, Bade bayılmış gibi gözlerini kapattı. Karahan bebeğin kordonunu kestikten sonra klasik bir şekilde ters çevirip, poposuna vurdu. Bebek ağlamaya başladığında, Burak gülümsedi ama karmakarışıktı. Hissettiği şeyi tarif edemiyordu. Rahatlama... olabilirdi. Mutluluk... kesinlikle... şaşkınlık... Fazlasıyla. Ama en çok sevgi. Ömründe Bade dışında ilk kez gördüğü birine bu kadar sevgiyle bağlanmamıştı Karahan’ın kucağındaki minicik beden, ona kocaman bir dünya vermişti.

Burak önce karısının alnına öpücük kondurup, onun iyi olup olmadığına baktı. Kadın ona sevgiyle gülümseyince rahatlayıp, tekrar oğluna döndü ve “İyi ki doğdun,” diye fısıldadı ona bakarak.

Ama bir tek Sevda sesli konuşabildi, “İyiler mi?”

Karahan gülümsedi “İyiler,” deyip, bebeği onlara doğru tuttu. “Gözlere bak, aynı Burak. Ama temiz bir çarşaf daha getirin. Üşüyor gibi.”

Burak’ın Bade’nin yanından ayrılmayacağını düşünen Sevda hemen yukarı koştu. Temiz bir çarşaf ve bebeğin çantası ile aşağı indiğinde, ambulansın sesi duyulmuştu.

“Ah şükür geldiler.”

Karahan’a çarşafı uzattı ve o sırada da çantadan bebeğin kıyafetlerini ayarlıyordu. “Hastanede kontrolden sonra yeni kıyafetlerinden giydirelim prense.”

“Evet,” dedi Karahan iyice örterek ve Bade’nin kucağına verdi.

Burak kadının terli saçını okşuyordu. Bade kucağına verilen oğlunun kokusunu içine çekince, gözyaşlarını tutamadı. İkisi de bebeği izliyorlar, ama duygularını dile dökemiyorlardı.

Burak “Çok küçük,” diye fısıldayabildi sadece.

Karahan peçete ile alnını silerek Sevda’yı kollarına aldığında Sevda ona “Seninle gurur duyuyorum kocacığım, mükemmelsin!” dedi.

“Senin kocan olarak mükemmelim galiba.”

Açık kapıdan giren görevliler manzarayı görünce şaşırdılar. Karahan hemen öne geçip, onlara bilgi verdi, “Karahan Saygın, cerrahım. Başarılı bir doğum oldu. Anne de bebek de iyi. Sadece bebek biraz üşüyor. Vücut ısısı düşük.”

“Tamam doktor bey, tebrik ederiz,” dedi görevlilerden biri.

“Ee küçük Kartal, dünyaya hoşgeldin!” dedi Sevda bebeğe bakarken.

Bade minnetle Karahan’a baktı, “Hayır, Karahan. Karahan Şimşek. Tabi izin verirsen?"

Karahan yutkundu, kadına yaklaştı ve terli alnını öptü, “Çok mutlu olurum. Çok onur duyarım Bade, teşekkür ederim.”

“Ben teşekkür ederim Karahan.”

“Öpmeden Kara, öpmeden!”

“Lan bi yürü git abi!” dedi Karahan ciddi bir sinirle, “Deli midir divane midir?”

“Aşığım!”

 ***

Duygu beşikteki bebeğe bakarken, gözleri doldu. Kimseye çaktırmamak için sürekli gözlerini kırpıştırıyordu.

“Darısı size Duygucum artık,” dedi Arya gülümseyerek.

Duygu kadının iyi niyetinden şüphe duymadan sadece tebessüm etmişti. Cevap ise kocasından geldi “Daha yeni evliyiz kızım bi dur. Karıma doyamadım.”

Duygu yine aynı bıçak darbesini hissetti kalbinde. Odadaki kalabalık şuan ona sadece yalnızlığını hatırlatıyordu. Kimsesizliğini, çaresizliğini...

Beşiğin başından ayrıldı ve “Benim lavaboya gitmem lazım,” deyip, odadan çıktı. Hızla lavaboya geçerken, lavabonun fayansına ellerini koydu. Hissettiği soğukluk yüreğini üşütüyordu ama şuan sadece yüreğindeki acıyla ilgileniyordu. Acıyordu, acıtıyordu işte.

Kapıyı aralayan kişiye başını çevirdiğinde Eva’yı gördü ve hızla gözyaşlarını sildi. Ama geç kalmıştı, Eva fark etmişti ağladığını. Hatta odadaki üzüntüsünü, burukluğunu, gözlerinin dolu dolu olmasını... Hepsini fark etmiş ve kadının peşinden gelmişti.

Hızla kapıyı kapatarak onun yanına geldi, “Duygu iyi misin? Neyin var?”

“Yok bir şey.”

“Yok bir şey mi? Bu mu yok olan? Ağlıyorsun. Odada da halin farksızdı.”

Duygu başını sağa sola salladı ve gülümsemeye çalıştı, “Bebek, biraz duygusallaştırdı. Bir şeyim yok gerçekten.”

Eva başını yana eğdi “Söyler misin?”

Duygu taşıyamadı, fazlaydı bu yük çünkü. Tek başına taşımak için çok fazlaydı ve hıçkırarak kıza sarıldı, “Eva ben hamileyim.”

Eva bir an dondu, sonra oda sarıldı ama mutluydu, “Bu... Bu çok güzel bir haber. Neden ağlıyorsun ki?”

“Neresi iyi? Pars’ı duymuyor musun istemiyor?”

“Saçmalama Duygu, o olmayan bebek için konuşuyor. Ama-“

“Aması yok.”

“Ne yapacaksın yani, aldıracak mısın?” dedi sinirli bir söylemle. “Parçalarız o Pars’ı, annesine babasına kalmadan bizim elimizde kalır. Ayrıca o da istemez aldırmanı.”

“Asla aldırmam! Beni terk etse bile yapmam!” diye inledi Duygu.

Eva kaşlarını çattı, Duygu ise sessiz kaldı. Çaresiz bir sessizlikti bu.

 ***

Eve girdikleri anda, Duygu odasına gitmek istedi, yalnız kalmak istiyordu. Yol boyunca sessizliğine Pars da kendi sessizliği ile eşlik etmişti.

“Ben odaya çıkıyorum.”

“Yemek?” dedi Pars kadına bakarak.

“Aç değilim.”

“Olmaz Duygu, şimdi çıkarsan uyursun biliyorum. Yemek ye, öyle çık. Sabah da miden kötüydü yiyemedin.”

“Açlık hissedersem iner yerim. Hem iki kurabiye yedim. O beni-“

“İtiraz istemiyorum. Hadi. Yarın istersen bir doktora gidelim.”

Duygu birden bakışlarını adama çevirdi, “Neden?” sesi istemsiz sert çıkmış, eli de karnına gitmişti. Bebeğini korur gibi tutuyordu karnını. Pars önce kadının gözlerine, sonra sadece bir saniye ellerine baktı.

“Nedeni mi var? İştahsızsın, hiç iyi görünmüyorsun üstelik sapsarısın-“

“Mevsimdendir.”

“Tamam mevsimdense söyler. Hadi şimdi yemeğe gel,” deyip, mutfağa geçti. Duygu da adamın peşine takıldı.

Masada oturup, Pars’ın hareketlerini izleyen Duygu, onun da dalgın olduğunu fark etti. Onu neyi düşünüyordu acaba?

Yemeği ısıtıp, bir tabak kadına bir tabak kendine koyduktan sonra hazırladığı salatayı da masanın ortasına yerleştirdi ve kadının karşısına geçti. İkisi de sessizce yemeklerini yediler.

Yemekten sonra Duygu odaya çıkmış, Pars ise salona geçmişti. Telefonunu eline aldı ve annesini aradı. Uzun uzun konuşmamıştı ama yeterliydi onun için. Kendini toplaması için, kendine gelmesi için yeterliydi.

Telefonu kapatır kapatmaz hızla merdivenlere yönelip, odaya geçti. Duygu pencerenin önündeki iki kişilik koltukta oturmuş, yağmuru izliyordu.

“Uyuyacağını sanıyordum.”

“Uyuyamadım.”

Pars yanına oturarak elini kızın yanağına koydu. Tenine değen kadının gözyaşları ile, gözlerini yumdu. “Özür dilerim,” diye fısıldadı.

Duygu irkildi, “Ne-neden?”

Adam elini bu sefer kadının karnına koydu, “İkinizden de özür dilerim. Bir an, sadece bir an onu istemediğimi düşündürdüğüm için. Bunun sevincini senden esirgediğim için ve en önemlisi bu haberi bana sevinç çığlıkları ile vermeni engellediğim için, özür dilerim sevgilim.”

Duygu gülümsemek ile ağlamak arasında gidip gelirken “Pars...” diye mırıldandı.

“Sen lavaboya gidince Eva da peşine takılınca merak edip bende gittim. Sonra... Eva ile konuşurken duydum. Çok şaşırdım. Ama yemin ederim mutlu oldum. Hatta yemek yememene ondan öfkelendim.”

Duygu adama bakarken gözlerini kırpıştırdı, “Bu bebeği istiyor musun?”

“Hem de her şeyden çok. İkinizi de her şeyden çok istiyorum.”

Duygu kahkaha atarak, adamın boynuna atladı, “Seni seviyorum.”

“Ben de sizi seviyorum,” dedi Pars kadının dudaklarına yapışarak.

 

ANNESİ İLE KONUŞMASI

“Oğlum?”

Pars derin nefes aldı, “Anne... Beni aldırmayı düşündüğün an ne hissettin?”

Çağla’nın kaşları çatıldı, sanki oğlu görecekmiş gibi, ”Nereden çıktı Pars şimdi bu soru?”

“Anne lütfen.”

“İstemedim. Hiç aldırmayı istemiyordum.”

“Acı çektin mi? Yani o anlarda...”

“Hem de çok.”

“Anne!”

“Efendim.”

“Babaanne oluyorsun...”

Kadının sevinç çığlıklarını dinlemeden telefonu kapattı. Mutluydu... Hem de çok...

 ***

Yıllar geçip giderken aileleri her geçen gün büyüyordu, küçük Karahan’dan sonra Alihan da katılmıştı aralarına, daha sonra Çınar ve Eva’nın da çocukları küçük Cem ve Ecem de dahil olmuşlardı bu kocaman aileye.

Ve şimdi de Bade ile Eva’nın kardeşleri Can yıllar sonra yurt dışından dönüşünde bir sürprizle çıkagelmişti. Hatta iki sürprizle.

Angela Daisy Adel...

Ecrin ve Cem’in gelinleri ve yeni gelecek torunlarının annesiydi. Bu iş en çok Burak ve Çınar’ı eğlendirmişti. Kızın Türkçe bilmemesi ise çok işlerine yaramış, kafalarına göre şeyler öğretmişlerdi.

Düğün hazırlıkları son hız sürüyordu ve hiçbiri nefes dahi alamıyordu çünkü Angela karnı büyümeden gelinlik giymek istiyordu.

Bade ile Ecrin mutfağı toplarken, Can onlarla sohbet ediyordu. Tabi ki sohbet içerik ve konusu ‘YENİ GELİN’di.

“Ne yani Türkiye’de yaşamayacak mısınız?” diye sordu Ecrin inanamayarak.

“Anne yapma, ben yıllardır New York’ta yaşıyorum zaten. Şimdi Angela’ya suçu atma.”

“Ama dönecektin, dönmüştün.”

“İstemeyerek!” diye sinirle söylendi. “Anne benim için de yurt dışı daha iyi olur. Ya İlker abime bak, ne güzel yıllardır bir düzen kurdu orada, yaşıyor. Neden şimdi sen sorun yaratıyorsun bana?”

“İyi tamam oğlum, ne yaparsanız yapın! Valla yüreğim de sabrım da yetmiyor artık size. Yetişemiyorum. Babana da sen anlar durumu-” birden işaret parmağını uzattı, “Ben yokken! Her iki dakikaya bir kulağımın dibinde ‘Ecrin!’ diye bağırmasını istemiyorum çünkü.

“Of iyi tamam. Hadi içeri girelim. Angela sıkılmıştır.”

Ecrin oğlu görmeden yüzünü ekşitince Bade kıkırdadı, “Ay sen resmen dişi Cem oldun ha, kaynana Ecrin!”

“Ben kaynana değilim Bade ne alakası var. Kaynanalık mı yapıyorum? Sadece ne güzel ülkesine dönmüştü oğlum, şimdi yeniden alıp gidiyor. Üstelik torunum da onlarla gidecek. Hayır her şeyi geçtim, çocuk babaanne, dede, kuzen sevgisinden mahrum büyüyecek,” dedi huysuz bir sesle.

“Ama bak burada da bir evleri olacak, gelip kalacaklar. Belki bir süre sonra burada yaşamaya da karar verirler.”

“Haa... Tabi ev aldılar... Bir iki haftalığına geldiklerinde bizde kalmamak için ev aldırdı kız ona. Tabi rahat rahat sevişemeyecekler ya!”

Bade kahkaha attı, “Çok haklısın valla. Herkes bir Ecrin Ernez ya da Cem değil. Oysa siz gittiğiniz her yerde çok rahat sevişiyordunuz. Sınırsız ve engelsiz!”

Ecrin elindeki bezi attı kızına, “Edepsiz, işine bak sen.”

“Bitti işim.”

“İçeri yürü o zaman.”

Ecrin ve Bade içeri girerlerken Can da lavabodan çıkmıştı. Üçü birlikte salona girdiler, Ecrin fazlasıyla telaşlıydı, "Ne zaman gelecekmiş babası?"

"Yarın. Ama saati bilmiyorum," sonra sevgilisine baktı. "Meleğim?"

Cem ile Angela aynı anda dönünce Burak kahkahasını tutamadı, "Nasıl da benimsemiş melek lafını," dedi yanına oturan karısına.

"Sus Burak ya."

"Şey babacım aslında ben müstakbel karıma seslenmiştim."

Cem huysuzca konuştu, "Ben zaten karıma baktım, sana bakan mı var?"

Ecrin gülerek oturup, kocasına sarıldı, "Özledin mi sen beni?"

"Çok. Bırakalım bu sevimsiz tayfasını odamıza gidelim. Saat geç oldu," diye mırıldandı.

"Biraz daha sabret dedecik."

Bu sözle Cem oğlu ile Burak'a baktı. "Hep bunların lüzumsuz işlevlerinden dede oldum ben, yoksa daha çok gençtim-"

"Evet ve daha iki senen vardı."

"On senem vardı Ecrin."

"O sekiz yıl önceydi birtanem."

O sırada Pars, Duygu ve Çınar ile Eva kucaklarında bir sürü albümle odaya girdiler.

"Bakın neler bulduk," dedi Eva kucağındakileri ortadaki masaya bırakarak.

Ecrin sevinçle en üstte 'EFSANE DÜĞÜN' yazan albümü aldı, "Aaa düğün albümümüz Cem bak."

Burak da 'EFSANE BALAYI' yazan albümü eline aldı. "Bu da balayı sanırım."

Angela ile Can da bir albüm aldılar kucaklarına, "Bak Angela bunda annem ablamlara hamileydi," dedi İngilizce ile.

Ecrin ile Cem düğün albümlerini açtılar, "Ah bak Cem burada babam sana şarkı söylüyordu."

Burak kafasını kaldırdı, "Hangi şarkıyı söylüyordu babacım, 'Bu gece uzun olacak besbelli'yi mi?"

"Yok! 'Beddua' şarkısını söylüyordu. Sonuç da ortada zaten; tuttu," dedi huysuzca.

"Ne çektirdiyseniz artık, yazık adama." Burak albümün ilk sayfasını açtığında balayında kaldıkları evi gördü. "Vay!" dedi beğeni ile, "Bade baban da zevkliymiş ha bebeğim. Kaldıkları eve bakar mısın?"

Cem başını uzattı ve böbürlenerek "Evet, mükemmel bir balayıydı. Değil mi hayatım?" dedi.

"Kesinlikle," derken iç çekti Ecrin.

"Neresiydi burası, bizde gidelim. Eve baksana efsane ya!"

Cem suratını astı, "Orası benim fikrimdi. Uzak dur kıskanç damat!"

Çınar ile Pars da kalkıp baktıklarında Pars ıslık çaldı, "Yalnız Cem baba bildiğin zirvedesin yemin ederim. Sana bundan böyle Fantezi kralı Cem baba diyeceğim."

Cem yanındaki kırlenti adama fırlattı, "Terbiyesizler."

Çınar Pars’ın benzetmesi ile kahkaha attı, "Yalnız babacım Pars haklı. Hem bu eve bakınca kimin aklına terbiyeli şeyler gelir ki?"

Burak Çınar'a hak verir gibi ellerini çakıştırdılar, "Allah'tan korunuyormuş Çınar."

"Yani."

"Yalnız babacım benle Bade'nin de balayı yeri harikaydı. Yatağın ucunda havuz vardı. Çok mükemmeldi ya!"

"Senin balayı fantezilerin ilgimi çekmiyor Burak!" dedi Cem öfkeyle.

Ecrin adama yaklaştı, "Valla hayatım babamın da çekmiyordu ama sen camından tut, şöminesine kadar adamı her şeyden soğuttun," diye fısıldadı kulağına.

"Sen sus damat yanlısı sevimli kaynana," sonra Cem kızına döndü, "Sen neden çıkardın albümlerimizi ya! Bunlar bizim özelimiz. Aile arası kalmalı."

"Babacım onlar da aileden. Kocalarımız bizim," dedi Eva kocasına aşkla bakarken.

Can en sonunda isyan etti, "Ya millet ya İngilizce konuşun ya da yavaş. Tercüme istiyor bayan meraklı, yetişemiyorum yemin ederim."

Herkes gülerken Cem de onlara ayak uydurmuş ve hep birlikte albümleri izlemeye başlamışlardı. Bir yandan da anılarını anlatıyorlardı bir yandan gülüp eğleniyor, fotoğraflara bakıyorlardı. Tatiller, düğünler, geziler. Burak, her ne kadar Bade’nin çocukluğundaki anılarında Pars ve Çınar’ın da olması ile kıskançlıktan çıldırsa da çok renk vermedi. Ama bu durum onu sinir etmişti.

"Ah bu bizim ilk dansımız. Yağmur'la Ateş'in nişanıydı. Bak Cem!"

Cem homurdandı, "He şu aşkı becerdiği geceydi. Herkes aşık oldu, maşallah." Pars’a baktı, “Bak babanın da kıçına Eros bu nişanda oku fırlattı.”

Ecrin ona vurdu, "Cem! Kalbinize geldi o ok kıçınıza değil."

"Tamam sustum. Haklısın, kınalarında kıçımıza gelen tekmeydi."

“Dansözlere para sıkıştıran ben değildim.”

Çınar “Ah ah o dansözler,” dedi iç çekerek. “Ne geceydi ama.”

Bu sefer Eva adama dirsek attı, “O kadar geriye gidip de beynini yorma aşkım, bizim de veda gecemiz çok görkemliydi.”

“Tamam ya, bende sustum,” dedi ağzına fermuar çekerek.

Bayağı ilerlediklerinde çıkan fotoğrafla ortalık bir an sessizleşti ve birden kıyamet gibi kahkaha sesleri yükseldi.

"Ecrin bunun ne işi var bu albümde?" diye gürledi Cem melek kostümlü fotoğrafına bakarak. Zamanında karısıyla girdiği iddiayı kaybedince, melek kıyafetleri giymiş, ama tüm gençlere yakalanmışlardı. Yıllarca Cem’in o hali dillerden düşmemişti. En çok da beyaz kanatları ,dantelli sutyeni ve tütülü eteği...

"Ne bileyim hatıra olsun diye eklemiştim."

"Hatıra? Yalnız bu hatıra olmamış Ecrin!"

Burak albümü aldı Ecrin'in elinden, "Ya birde aynada kendini çekmişsin babacım ya!"

Bu sefer Çınar aldı albümü, "Versene şunu. Çok duydum ama hiç fotoğrafı görmedim ya. Amcam bile göstermedi düşün! Yalvarmıştım ona, Hain adam!" derken karnını tutuyordu, "Yalnız Cem babacım gerçekten tütülü etek yakışmış."

Pars da kriz geçirenlerdendi, "Ya çok tatlı ya! Sutyen kaç numara Cem baba! Otuz mu?"

"Sutyenini- Pars!"

Duygu kocasına baktı, "Sen de giysene hayatım. Sana da çok yakışır."

"Benim en fantastik kıyafetlerim tenim bebeğim, memnunum ben kendimden."

Duygu "Hii! Edepsiz!" dedi etrafına bakarken.

“Alış artık Duygucuğum alış, yıllar oldu. Hepsi edepsiz bunların.”

Burak arkasına yaslandı ve "Size bir şey söyleyeceğim," dedi. "Ben o elbisenin gerçeğini gördüm."

Çınar "Şaka!" dedi gülerek.

Cem elinden aldı albümü, "Yeter bu kadar hatıra! Verin şunu! Elbiseyi de ebenin nikahında giy gez de azıcık ben sana güleyim!"

"Valla sizden melek olmasın nurlara şad oldu benim ebem."

"Burak! Şansını zorlama evladım!"

Burak sevinçle karısına döndü, "Bana evladım dedi gördün mü? Valla melek diye boşuna demiyorlar babana. Sevdi sanki beni."

Sonra Çınar bir kaç gazete haberini gördü, "Vay Ecrin anneme bak, bunları da mı saklıyorsun?" -EFSANE'NİN AŞKI

"Evet. Babanız zamanının en hızlı çapkınıydı," dedi huysuzca.

Cem karısına baktı, "Ve anneniz benim en sıkı takipçimdi."

"Hızınıza yetişemiyordum Cem bey. Takip makip hak getire."

Cem kahkaha attı ve çocuklarına döndü, "Bir ara oturmuşuz annenizle-"

"Aa gördün mü sevgilim arada oturuyorlarmış," dedi Çınar fısıldayarak.

"Çıngıraklı Çınar, duyuyorum seni," diye uyarıp, devam etti. "Anneniz de benim profilimdeki kızları soracak. Takip sayım yüz bini aşmış."

"798.678 kişi," dedi Ecrin sıkıntı ile.

Herkes gülerken Bade Burak'a döndü, "Senin ki bir eksik diye mi gülüyorsun aşkım?"

Duygu başını salladı, "Pars'ın ki de bir fazla."

"İşte o kadarcık bir şeydi. Bir sordu, iki sordu... Baktı olacak gibi değil. Komple kapattı hesabı, yeni hesap açtırdı," diyerek anılarını İngilizce anlatırken, Ecrin de mutlulukla izliyordu hepsini.

“Babanız da ikiletmedi valla hemen sildi.”

Çınar başını sağa sola salladı, “Valla helal babacığım, süper bir hareket. Bende de var seninkinin bir üst modeli.”

Angela gülerek adama, "Siz çok yakışıklı ama baba. Can çekmiş size," dedi.

"İşte gözleri ve ağzı sağlam biri. Tabiki öyleyim."

Sonrasına Türkçesi yetmediği için İngilizce konuştu, "Ve ımm... Özgüveniniz bence mükemmel."

Cem aşkla baktı karısına, "Benim aşkımdı mükemmel olan," dedi.

Ecrin de elini adamın yanağına koyup, okşadı, "Ben sadece aşkına sahip çıkandım Cem. Sen ise o aşkın mimarısın."

"Bak Angela, annem burada ablalarıma yedi aylık hamileydi. Bir kafede çekilmişler. Bu iki kardeşten erkek olanı da babamın ilk düşmanlarından. Adı neydi baba?" dedi Can başını kaldırıp babasına cevabı ister gibi bakarken.

O an Cem'in gözleri kocaman oldu ve bakışlarını Burak'a çevirdi. Ecrin'in ise yüzü ekşimiş, tedirginlikle kocasına bakmıştı.

"Cem sakin!" diye mırıldandı. Cem sadece Burak'a bakıyordu. O sırada Ecrin de kızı ile damadına baktı, sonra albümü kucağına alıp, o günü anlattı. "O gün biri beş yaşlarında sarışın küçük bir kız, biri de on yaşlarında yakışıklı bir çocuk yanıma geldi. Ellerini karnıma koydu ve 'Burada bebek mi var?' diye sordular. Bende 'İki tane kız var' dedim. İlgilerini çok çekti, özellikle ikiz olmaları."

"Kız olmaları ilgisini çekmişti," dedi Cem Burak'tan gözlerini ayırmadan.

"O sırada ikinizden biri tekme attı ve ben 'bakın tekme attılar' dedim. Erkek olan hemen elini tekrar koydu ve gülümsedi. Hissetmişti. Ama babanız tabi çocuğa demediğini bırakmadı." Burak'ın kaşları çatılmıştı. Hikaye ona tanıdık geliyordu. Ecrin ise anlatmaya devam ediyordu. "Bende babanız adına çocuktan özür diledim ve adını sordum. Bana döndü ve adını söyledi," derken Burak'a baktı.

"Burak! BURAK ŞİMŞEK dedim-dedi!" diye Cem ile Burak aynı anda kadının cümlesini tamamladılar.

Herkes birden Burak'a bakınca, Burak Ecrin'in elinden aldı albümü.

"Bu sen misin?" dedi Bade kocasına bakarak. "İnanmıyorum."

Burak konuşamıyor, sadece fotoğrafa bakıyordu. Sonra fotoğrafı bıraktı ve yandaki balkona attı kendini. Gökyüzüne bakıp gülümsüyordu. Mutluydu, çok mutluydu.

Bade merakla arkasından gidince, diğerleri de kapı eşiğinde bekledi onları.

"Burak iyi misin?"

Burak başını aşağı yukarı salladı, "Hiç bu kadar iyi olmamıştım."

"Ne oldu?"

Karısına döndü, "Seninle hep en masum şekilde tanışmak istemiştim. Geçmişindeki o geceden daha masum, daha kusursuz. Sanırım şimdi masum bir tanışma hikayemiz oldu."

Kadın kocasına sarıldı, "Burak ben o geceden bir gün bile pişman değilim."

"Biliyorum. Ama yine de sana çok özel bir başlangıç yaşatmak isterdim."

Kadın uzaklaştı ve elini yanağına koydu, "Evlendiğimiz gece... Çok özel ve unutulmaz bir başlangıçtı Burak Şimşek."

"Sen o günü hatırlamıyorsun doğal olarak. Aslında bende unutmuştum. Annen anlattıkça hatırladım. O gün çok çok özel oldu şimdi benim için."

Cem karısına baktı, "Sana o günde demiştim Ecrin. Bu adam potansiyel damat adayı diye!"

"Evet bebeğim ve her Çınar'ı andığında ardından 'Burak Şimşek'i de sevmemiştim zaten' diyordun. Bak ikisi de damadın oldu."

Pars adama sarılıp, başını onun omzuna koydu, "Bende sizin manevi damadınızım ama. Benden de nefret ediyorsun değil mi babacım?"

"Hem de çok evladım, hem de çok! Belayı ağzımla çağırmışım ben ya!"

Bölüm : 23.11.2024 21:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...