29. Bölüm

28.BÖLÜM – BİR NEW YORK MASALI

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Yüreğime ekeceğim seni,

Sonra her gün aşkla sulayacağım sevgini.

Sen içimde koskocaman bir aşk olacaksın

Ve ben varlığınla nefes alacağım sevgilim.

 

Genç adam minik el çantasını omzuna asmıştı, otele girdiğinde sinirle gözlüklerini çıkarıp, resepsiyona doğru geldi.

Mükemmel sayılabilecek İngilizcesi ile “Her zamanki oda lütfen. Can Ernez,” deyip, anahtarını bekledi. Bu sırada resepsiyonda ona hayran gözle bakan zenci kıza değil, etrafa bakıyordu. Bu oteli seviyordu. Otantik ama modern. Tam Can Ernez tarzıydı.

Kadın bilgisayara baktıktan sonra mahcup bir şekilde başını kaldırdı ve “Efendim geleceğinizden haberimiz yoktu ve oda başkasında. Bu seferlik normal süitlerimizden versek?” dedi. Ama Can’ın karşısında konuşurken sesi titriyordu.

Can ise yeterince gergindi ve kadınla kavga etmemek için başını sallayıp, cevapladı; “Tamam, ama acele lütfen!” üstü başı batmıştı zaten. Hemen duş alması gerekiyordu.

Kadın bilgisayara baktı, tek bir süit kalmıştı. O da bu sabah boşaltılmış gözüküyordu ama o kadının çıktığını da görmemişti. Emin olmak için arkadaki adama baktı, “Angela Daisy Adel odayı boşalttı mı?”

Adam oldukça meşguldü ve kadını geçiştirerek “Evet, elbette boşalttı,” dedi aceleyle.

Kadın kart yerine bakmadan çekti ve gülümseyerek Can’a kartı uzattı. Can bıkkın ama sabırla “Teşekkürler,” diyerek uzandı karta. O sırada telefonu çaldı. Arayan babasıydı. Hemen cevapladı.

“Ajanların gecikmeli haber verdiler sanırım. Olay iki saat önce oldu,” derken gülüyordu. Bu sırada da asansör yerine merdivenleri kullandı.

“Yok aslında ajanlarım tam da olay anında aradılar ama ben toplantıdaydım.”

“Vay, iyiymiş.”

“Ne oldu Can?” dedi babası bıkkın bir şekilde.

“Baba inan bu sefer masumum. Fazlasıyla.”

“Can oğlum evde sürekli bir şeyleri tamir edeyim derken beni batıracaksın.”

“Babacım bu seferki çok basitti. Sadece su tesisatında sorun vardı. Birden ne olduysa boru patladı ve finalde ev su içinde.”

Cem ofladı, “Tamam. Ben ilgileniyorum. Sen neredesin?”

“Her zamanki otele geldim. Daimi ikinci evim,” dedi gülerek. “Neyse baba, ben odaya geldim. Duştan sonra ararım. Sen anneme bir şey deme.”

“Demem.”

“Hadi Cem Ernez, o şeytan senin gibi meleği hep kandırıyor.”

“Zevzek!” dedi sinirle ve telefonu oğlunun suratına kapattı.

Can sırıtarak kartı okuttu ve odasına girdi. İçerideki sıradışı ve baştan çıkarıcı kadın kokusu onu gülümsetti. “Başarılı,” dedi kendi kendine. Sonra üstünü hızla çıkardı. Dolaba eşyalarını yerleştirmeden çantasını toplanmış yatağa fırlattı ve çıplak bir şekilde banyoya yürüdü.

Kapıyı açması ile burnuna yine o koku doldu. Gülümseyerek başını sağa sola salladı ve kapıyı kapayıp içeri girdi. Ama göreceği bu manzaraya hazır değildi. Jakuzide bir kız sırtı dönük, bir şarkı mırıldanıyor ve köpüklü suda ayaklarını havaya kaldırıp, okşayarak sabunluyordu.

Can nefesini tutuyordu. Kahverengi saçlarını tepede dağınık toplamıştı ve muhtemelen kulağında kulaklık vardı. Can daha yüzünü bile görmediği bir kadından bu kadar etkilenmesini kokusuna verdi. Evet koku... Kesinlikle kokusu başını döndürmüştü. Çok... Çok seksiydi.

Yandaki havlulardan birini alıp, beline sardı. Çünkü görüntü hiç de hoş olmayabilirdi. O sırada kız ayağa kalktı ve Can’ın eli beline sardığı havluda kalakaldı. Kalçaları, uzun ince bacakları kesinlikle bir ölüm sebebi olabilirdi. Hayır hayır daha fazla izlemeyecekti.

Hemen yandaki havlulardan birini kaptı ve kıza koşarak “Hey... Hey... bu kadar erotik gösteri yeter!” diye bağırdı.

Kız gördüğü adamla ne çığlık atabiliyordu, ne konuşabiliyordu, ne de hareket edebiliyordu. Sadece donmuş adama bakıyordu. Adam kızı havluyla sardıktan sonra ilk kez başını kaldırıp kızın yüzüne baktı. Evet gerçekten güzeldi. Bu şaşkın hali ile fazla güzeldi. Ama o kıza dalıp gitmişken, kız kendine gelmiş ve yandaki süs cismini adamın kafasına geçirmişti. Can’ın son hatırladığı şey kızın yardım isteyerek dışarı fırlamasıydı.

Angela banyodan çıktığında havluyu kendine daha rahat bir şekilde sardı ve elini kalbine koydu. Telefona koşup, sarıldı ve resepsiyonu aradı.

“Odamda hırsız var, yardım edin!” diye bağırdı. Oda numarasını söyleyip, kapattı. Sonra aklına adam gelince koşup, banyo kapısını kilitledi.

Can başını tutup, zorla ayağa kalktı. “Ooo... Çok sertti,” derken gülüyordu. Kapıya gittiğinde kulpu iki üç kere indirip, kaldırdı ama açılmadı. “Hey! Dışarıda kimse var mı?”

“Kes sesini seni gibi banyo röntgencisi pis sapık!” diye bir ses gelince, Can yüzünü buruşturdu.

“Ya ne sapığı? Aç şu kapıyı!”

“Şimdi bütün otele rezil edeyim de seni gör! Yanlış kişiye çattınız bayım.”

“Bayına başlatma kızım, aç şu kapıyı! Manyak!”

Kapı çaldığında Angela hemen açtı kapıyı, “Burada banyoda.” Kapıdaki müdür, resepsiyon sorumluları ve görevliler kadına mahcup bir şekilde baktılar. Müdür kadından özür dileyerek konuştu, “Hanımefendi çok özür dileriz. Sizin otelden ayrılmayacağınızı ve üç gün daha kalacağınızı ilgilimiz resepsiyon sorumlumuza söylememiş. O yüzden bay Ernez’e de bu odayı vermişler.”

Angela anlamadan bakıyordu adama, “Bakın bayım, şimdi babamı aramamı ve bu olayı anlatmamı istemiyorsanız bu sapığı banyomdan derhal alın.”

“Sapık diye sana derler! Hey! Sana diyorum, üstünü örttüm lan ben, nerem sapık?”

Angela onun söyledikleri ile ilgilenmeden kapı kilidini açtı ve sinirden kıpkırmızı olan adamla yüz yüze geldi.

“Bay Ernez, çok özür dileriz.”

“Özür dileyeceğinize bu baş belasını odadan çıkarın!” -Baş belası mı demişti o, hayır canım o kadar da değildir. Ağzından kaçtı. Babası ile aynı değildi Can. Aşk saçmalıktı. Ama... Yani babası annesine baş belası dediğinde... Hayır hayır, bu kadın olamaz! O bildiğin cadıydı.

“Ama efendim-”

Angela girdi araya, “Burası benim odam bay çıplak heykel.”

“Hayır benim odam!”

Müdür araya girdi, “Bay Ernez!”

“Siz susun bay Dark. Hanımefendi çıkacaktı zaten.”

Kadın ellerini beline koydu ve meydan okuyarak baktı adama, “Hayır çıkmıyorum!” diye cırladı.

“Öyle mi? Ben de çıkmıyorum. Ne olacak?”

Angela’nın dudakları titredi. “Babamı ararım.”

Can alayla güldü, “Hadi ya, ne korktum. Ne diyeceksin babana çok merak ediyorum. Arasana!” derken ellerini göğsünde birleştirdi.

Angela adamın kasları ve görüntüsü ile yutkundu. “Odamdan derhal çıkın.”

Başını sağa sola salladı, “Hayır. Çıkmayacağım. Sen çıkacaksın, hemde hemen.”

Müdür araya girdi, “Bayan Adel size hemen-”

“Hayır bay Dark, odamdan çıkmıyorum.”

Can müdür ve diğer çalışanların suratına kapıyı kapattı, “Güzel, o zaman ikimizde bu odadayız. Ben Can,” dedi alayla elini uzatarak.

Angela sinirle ayağını yere vurdu, “Tamam dostum. Seni pişman edeceğim!” dedi ve banyoya girdi.

“Hey hey hey! Dur, ben ban-” suratına kapanan kapı ile Can sinirlen başını kapıya dayadı, “yoya girecektim.”

Kapıdan uzaklaştı ve havlu ile koltuğa oturup, ayaklarını uzattı. Kızın kokusu odayı sarmıştı. Ama ne koku. Büyülü gibiydi. Yanında duran koca meyve tabağını kucağına alıp, yemeğe başladı.

Bir süre sonra banyo kapısı açıldı ve kız sinirli bir yüz ifadesi ile çıktı.

“Hey sen banyo faresi, meyvelerimden uzak dur!”

Can ayıplar gibi baktı kıza, “Aaa koca odayı paylaşıyoruz. Bir meyve tabağının lafımı olur.”

Kadın adama yüzünü buruşturdu, “Lağım faresi gibi kokuyorsun.”

Adam kahkaha attı ve ayağa kalkıp, banyoya doğru gitti, “Sana yıkanmam gerektiğini söylemiştim.”

Can banyoda fazlaca oyalanmıştı. Aslında o hemen yıkanıp, çıkanlardandı ama o kadını bir kez daha çıplak ya da yarı çıplak görmeye niyeti yoktu. Sinirle bir daha bedenini yıkadı. Boynunda ve bedeninde oluşan dün geceki kadının izleri sinirini bozmuştu. Nereden yatmıştı onunla. Kendisinden en az altı yaş büyüktü ve fazla sertti.

Banyodan çıkar çıkmaz havluya sarıldı ve bu sefer dişlerini fazla fazla fırçaladı.

Sessizce küfredip, banyodan dışarı attı kendini. Neyseki kız giyinmişti. Ama ne giyinme. Üstündeki tişörtten emindi de, altında bir şey var mıydı emin değildi. Şuan küçük yaramaz, afacan kız çocuklarına daha çok benziyordu. Gülümseyip, çantasından giyeceği kot ve tişörtü çıkardı. O sırada yeniden telefonu çaldı. Evet ailenin meleği görev teslimi şeytana yapmıştı anlaşılan.

“Efendim anne?” derken kız birden ona baktı. Türkçe konuşması dikkatini çekmişti. Ama bir türlü bu dili öğrenme fırsatı olmamıştı.

“Can bebeğim nasılsın?”

“Bebeğin iyi anne. Maşallahı var, altını temizledi, gazını çıkardı, şimdi atta yapacak. Kızlarla kardeş kardeş evcilik oynayacak. Sonra da meme alacak ve oo ooo yapacak.”

“Terbiyesiz. Anneyle dalga geçmeye utanmıyor musun?”

Can kahkaha attı, “Sen yirmi beş yaşına gelmiş birine ‘bebeğim’ demeye utanmıyor musun?” üzerindeki havluyu çıkarması ile Angela birden arkasını döndü. Bu Can’ı güldürmüştü.

“Yirmi beş yaşında gibi değil de beş yaşındaki haylaz çocuklar gibi davrandığın için olabilir mi Junior Ernez?”

Can alay dolu bir ses çıkardı, “Aaahee... Dev Efsane Ernez yine şeytana yenildi anlaşılan. Kaç kereye sattı biricik oğlunu?” boxer ile kotunu üzerine geçirirken annesine de laf yetiştiriyordu.

“Can edepsiz misin sen?” oğlunun kahkahası ve eğlenceli konuşması Ecrin’in sinirini bozmuştu.

“Edep? Terbiye? Annecim gözünü seveyim Ernez ailesinden bahsediyoruz. Annemle babam kim ki bende edep arıyorsun? Hele o ikiz kule ablalarımı hiç söylemiyorum. Çınar eniştemi kaç kere ablamla odamda bastım, Burak eniştemin vukuatlarına hiç girmeyelim, hele çatı katındaki fantezinin sınırı olmayan dünyanızdan bahsetmek bile istemiyorum. Harry Potter’ın senaristinde bu kadar hayal gücü yok yemin ederim.” Tişörtünü de giydi.

Ecrin artık diyecek laf bulamıyordu. “Can anlamadığım ben seni azarlamak için aradım. Oğlum sen suçluyken nasıl bir anda haklı tarafa geçebiliyorsun ben hala çözmüş değilim.”

“Eee o da Ernez erkeklerinin özel bir yeteneği.” O sırada hala arkası dönük olan kıza baktı ve İngilizce ile “Giyindim dönebilirsin,” dedi.

“Kim var yanında Can?”

“Utangaç, masum köylü kızı. Kim olacak anne, bir bayan işte. Dersin bana el değmemiş bakire.”

Ecrin oğlunun dediklerinden bir şey anlamadı, “Giyindim dönebilirsin de ne?”

“Boşver. Uzun hikaye. Ben bu ayın sonunda dönmeye karar verdim.”

Ecrin birden çığlık attı, “Temelli mi?”

Can annesinin sevinci ile mutlu oldu, çok seviyordu bu kadını çok. “Evet anne. Babamın dediğini düşündüm. Hem yeğenlerimi de çok özlüyorum. İnanmayacaksın ama eniştelerim bile gözümde tütüyor. Karahan yedi yaşında kocaman adam oldu. Alihan da büyüyor. Cem de öyle. Onları özlüyorum. Büyüdüklerini görmek istiyorum ve hemen evlenip, bir çocuk yapmak istiyorum.”

Ecrin gülümsedi, neyse ki oğlu bu konuda babasına çekmemişti. “Aşık mısın yoksa? Biri var mı? Can Allah aşkına bana yabancı birini getirme!” dedi telaşla.

Can birden yanındaki kıza baktı, neden baktığını bilmiyordu. Kız ayakkabısını giyiniyordu. Onu bir an sevgilisi, eşi olarak düşündü. Sonra da bebeğinin annesi olarak. Bu onu gülümsetse de annesinin sesi ile birden gerçek dünyaya döndü.

“Can! Sana diyorum.”

“Anne evlenmek için aşka değil, kadına ihtiyacım var. Aşka hala inanmıyorum.” Kızın ayaklandığını görünce, hızla “Kapatmam lazım,” dedi ve annesinin cevap vermesine fırsat vermeden kapattı. Kadının peşinden kapıya gitti. “Hey!” kız kaşları çatılarak dönünce, sevimli bir şekilde gülümsedi. “Hadi ama çatma artık kaşlarını. Adını bilmediğimden hey dedim. Sanırım bayan Adel de diyebilirim.”

Angela gözlerini devirerek elini uzattı, “Angela Daisy Adel. Des de diyebilirsin.”

“Peki Des, ben de Can Ernez.”

“Türk müsün?”

“Evet.” Kız ilk kez gülümsedi ona, Can ise ilk kez bir gülümseme ile nefessiz kaldığını hissetti. “Peki sen buralı mısın?” diye sordu Can kendine gelerek.

Kız başını sağa sola salladı, “Hayır. Colorado eyaletinden geldim. Ben parfüm üretiyorum ve burada bir şirketle anlaşmak için buluyordum.”

“Anladım. Colorado’ya bir kere gittim. Gerçekten muhteşem bir yer.”

Kız pencereden dışarı baktı, “New York gibi bir yerde yaşayan birinin öyle bir yeri beğenmesi ilginç.”

Can güldü ve kıza bir adım daha yaklaştı, “Peki sen New York’u beğendin mi? Yani senin dediğine bakılırsa senin de burayı beğenmemen gerekecek.”

“Aslında tatilimi o yüzden üç gün daha uzattım. Şehri pek gezemedim. İşim dolayısıyla da pek gezemiyorum. Tatillerimi de genellikle anneannem ve annemle geçiriyorum.”

Can yüzünü buruşturdu, “Yaşlı mı seviyorsun?”

Angela kaşlarını kaldırdı, “Ailemi seviyorum.”

“Ooo... Taşlamayı seviyoruz,” dedi Türkçe ile, sonra kıza en karşı konulmaz gülüşünü sergiledi. “Peki... New York’u benim gözümle gezmeye ne dersin?” derken elini uzattığının o da farkında değildi. Hatta kızın yumuşak elinin bütün bedenini esir ettiğinin bile farkında değildi.

Can Ernez... Aşka inanmayan adam... Aşık olduğunun henüz farkında değildi. Ama henüz... Güneşin batışı ikisine de neler getirir bilinmez.

 

Bölüm : 27.11.2024 10:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...