
Yüreğimin sana geliyor sevgili,
Gittiğime bakma.
Gidişim, dönmek içindi,
Çünkü kavuşmalardır aşkı güzel kılan.
Can bir dakika bile elini bırakmıyordu kızın. Sanki yıllardır yaşadığı şehri ilk kez görüyor gibi kızla her şeye heyecanlanıyor, her şeyi yeniden keşfediyor gibi izliyordu. Şimdi onu 103 katlı olan Empire State Binasına getirmişti ve şehrin manzarasını izliyorlardı. Angela büyülenmiş gibi bakıyordu manzaraya. Can da ona...
“Beğendirebildim mi sana New York’u bayan Adel.”
Kız heyecanla döndü ona, “Hem de çok. Üç gün yetecek mi bilmiyorum.”
Can bunu duyunca gülen yüzünden o tebessüm bir anda silindi. “Üç gün sonra gitmek zorunda mısın?”
Kızın da o gülümsemesi yok olmuştu, “Evet. Gitmem lazım. Üretim için beni bekliyorlar.”
Can kıza bakmadan karşısındaki ışıl ışıl manzaraya bakmaya başlamıştı. Ne demeliydi ki? Hem yirmi gün sonra da o gidecekti nasılsa. Ama kız kal dese, belki... “Ben de yirmi gün sonra Türkiye’ye kesin dönüş yapacağım,” dedi ellerini cebine koyarak. Gülümsedi ama bu içine işlenen o acının maskesiydi. Nedense onun da canı yansın istedi. “Yani temelli döneceğim.”
“Öyle mi? Senin adına sevindim,” diye konuşmaya çalışırken o da gözlerini manzaraya çevirdi. İkisi de düşüncelerini ölçerken, birden birbirlerine baktılar ve aynı anda dudakları birleşti. Her ikisinin de dudak darbelerinde tek bir kelime vardı saklanan, sessizce haykırılan, susulan ama gözlerindeki o duyguyla bağıra bağıra kalplerinde yankılanan; ‘GİTME!”
Can dudaklarını sertçe çekti ondan ve elini tutarak, oradan ayrıldılar. Takside sessizdiler, asansörde heyecanlı ve odalarının kapısının önünde sabırsız iki aşıktılar.
Henüz kapıyı açmadan, Can yeniden dudaklarını esir aldı kızın, kapı açılıp, ardından kapandığında, ışıkları yakmadan, dudaklarını birbirlerinden ayırmadan, yatak odasına gittiler.
Can için asıl olay o gecenin sonunda kızın attığı o ufak çığlık, gözünden akan bir damla yaş ve yataktaki silik izdi. Gözlerini yumdu. Bu hayatında yaşadığı en muhteşem andı.
“Angela?” diye mırıldandı.
Kız ise gülümsedi ona, “İyi ki beklemişim,” dedi nefes nefese.
“Neden?”
Omuz silkti, “Özel olması için, özel biri olması için.”
Can alnını alnına yasladı ve gülümseyerek baktı ona, “Beni özel yapan ne?”
Angela gözlerini yumdu, “Sen sadece bedenimi istemedin Can, dudaklarından önce, ruhun ruhumu öptü. Benim bedenimden önce, kalbim bakireydi ve o da artık öyle değil. Her şeyimle seninim.”
Can kendini yana bıraktı, gözlerini kapatarak kız anlamasın diye Türkçe mırıldandı, “Yapma bana bunu yapma. Gidemem, gitmeye kalksan bırakamam.”
Ama öyle olmamıştı. Üç gün boyunca ikisi de hayatlarının en özel ve en unutulmaz günlerini yaşamışlardı. Can birkaç kere kalması için konuşmak istedi ama Angela onu durdurdu. Çünkü Angela masumdu. Bağlanacağı kadar bağlanmıştı. Bu ayrılık bile ona zor geliyordu. Daha da kalırsa, yirmi günün sonunda kimse toparlayamazdı onu. Giden o olmalıydı.
Can ise darmadağındı. Yirmi gün kabus gibiydi. Yatağında, evinde ruh gibi dolaşıyor, ama elinden bir şey gelmiyordu. O günden sonra Angela onu aramamıştı, Can ise bir kaç kez arasa da ya açmamış ya da çok kısa konuşup, hemen kapatmıştı. Can artık o ilişkinin ikisi içinde üç günlük bir büyülü masal olduğuna inanmış ve bittiğini kabullenmişti.
Şimdi mi? Elinde valizi ile annesine ve babasına doğru yürüyordu. O kara düşünceleri yok ederek karşısında ona gülümseyip, “Oğlum!” diyen ve özlemle ona sarılan kadına odaklandı.
“Annecim,” derken sesinde o eski mutlu tını olmasa da kadın onun yorgunluğuna verdi bunu.
“Gel buraya koca oğlan,” dedi Cem de oğluna özlemle sarılarak.
Sonra Can annesinin ayaklarının arkasında saklanan, siyah boncuk gibi parıl parıl parlayan gözlere baktı.
“Arkanda kara bir fare mi var bana mı öyle geliyor?” dedi o tarafa fazla bakmayarak.
“Aa yok fare falan,” derken annesine de ona ayak uyduruyordu.
“Öyle mi? Tüh, bende şu çantadaki kocaman siyah arabayı o minik fareye getirmiştim,” dediği an Karahan “Dayıcım,” diyerek ona atladı.
“Pis çıkarcı fare,” diye mırıldandı Can yeğenine sevgiyle sarılarak.
“Gün sayıyordu resmen Can, görmelisin.”
Can annesine gülümseyerek baktı, “Ben de öyle. Özellikle o oteldeki üç gün sonrasında işkenceden beterdi orada öyle beklemek.”
Birlikte eve döndüler ve Can için asıl işkence o zaman başladı.
1 AY SONRA...
“Bu gece de mi gelmeyeceksin?” diye sordu İlker ona.
Başını sağa sola salladı, “Siz gidin abicim. Tadım yok.”
İlker montunu çıkardı. “Hiçbir yere gitmiyorum Can. Zaten geldiğinden beri tadın yok. Anlat artık ne oldu?”
“Bok içindeyim,” derken yatağa attı kendini. “Burada o kadar çaresiz gibiyim ki. Sanki oradayken avucumdaydı. Her an tutabilirdim. Ama buraya geldiğimden beri, asıl ayrılığın şimdi başladığını anladım ve ne yapacağımı bilmiyorum.”
İlker kaşlarını çattı, “Yemin ederim bir şey anlamadım,” dedi.
Can yataktan birden kalktı ve abisi gibi gördüğü İlker’e baktı. “Aşık oldum. Olan bu. Aşka inanmayan ben, bildiğin köpekler gibi aşığım o kıza.”
İlker mutlulukla gülümsedi, “Gerçekten mi? Can çok sevindim oğlum ya. Ee neden getirmedin, neden o orada kaldı?”
“Çünkü hanımefendinin orada siktiğim bir düzeni var!” diye sinirle söylendi.
İlker ona yaklaştı, “Git ve dağıt o siktiğin düzeni bence,” dedi göz kırparak.
“Nasıl yani?”
“Tut kolundan getir diyorum.”
“Sen ciddi misin?”
“Hemde hiç olmadığım kadar.”
“Git getir diyorsun?”
“Hayır, eksik söyledin. Git, al, getir ve evlen diyorum.”
“Annem Amerikan gelin istemiyor.”
“Ona bakarsan deden de babanı istemiyordu. Baban da damatlarını. Burcu abla da Meltem’i istemiyordu. Ama sonuç ne? Avuçlarını yalamaktan oluşan bir tükürük kokusu. İğrenç”
Can kahkaha attı. “Çok haklısın dostum. Gidip almalıyım,” dedi ve hemen yerinden kalkıp, kendine ufak bir valiz hazırladı.
Ailesine ise “BİRAZ DİNLENMEK VE KAFAMI TOPLAMAK İÇİN UZAKLAŞIYORUM. BİR HAFTAYA DÖNERİM,” yazılı bir not bırakarak, havaalanına doğru yola çıktı.
***
“Bade bir daha oku şu notu!” diye cırladı Ecrin.
Bade bıkkın bir nefes bıraktı, “Anne kısaca bunalmış, dinlenip döneceğim demiş. Ünlü olmaya kaçmış gibi davranmasan mı? Koca adam.”
Ecrin sinirle ayağa kalktı, “En son benim on dokuz yaşındaki kızım kafa dinlemek için kız kardeşinin yanına gittiğinde hamileydi.”
Burak öksürdü, “Can cinsiyetten yırtıyor Ecrin annecim. Demek ki endişelenecek bir şey yok.”
Ecrin sinirle ayağa kalktı ve Burak’a döndü, “Ona bakarsan benim oğlumun dinlendirecek bir kafası da yok, ama hamile bırakacak organları eminim çok sağlıklıdır.” Sonra odada dönmeye başladı, “Telefonu kapalı. Dağ evinde değil. Yazlıkta da yok. Ay ben Cem’e ne diyeceğim?” diye inleyerek başını tuttu. “Adam iki kızından sonra oğlunu da duysa kalpten gider.”
“Anneciğim oğlun sadece tatilde. Babama öyle de,” dedi Eva kadına su uzatırken.
“İstemez su. Aman da aman benim kızlarım ne kadar geniş ve hoş görüler, maşallah." sonra gözlerini kıstı. “Bana bakın babanızın önünde dördünüzü koruduğuma bakmayın. Aslında yaptığınız şeyler affedilir cinsten değil!” diye gürledi.
Çınar gözlerini devirdi, “Sanki onlar çok normaldi, bizdik suçlu,” diye homurdandı sonrasında.
“Ne dedin?”
“Dedim ki anneciğim Allah’tan Cem abi korunmuş, yoksa bize söyleyecek başka lafınız olmazmış.”
Ecrin tam konuşacakken çalınan kapı ile kendini koltuğa attı, “Ay Cem geldi yemin ediyorum geldi. Eva kapıyı aç. Oğlun kaçtı, annem bayıldı de.”
“Oldu adam da kalpten gitsin.” Eva söylene söylene kapıya gitti. Açtığında babası gülerek girdi içeri.
“Arabalarınızı gördüm. Kızlarım mı gelmiş benim? Hani torunlarım?”
Eva babasını öptü. “Cem’i Beste anneme bıraktık. Karahan okulda. Alihan da Arda amcasıyla iş yerine gitmiş bugün.”
“Ama biz buradayız babacım,” diye bağırdı içeriden Burak.
Cem yüzünü ekşitti, “Sevimsiz ikili Sünger Bob ile Patrick’i de mi getirdiniz. Gereksizler.”
“Baba!” dedi Eva uyarır gibi.
Cem huysuzca omuz silkti ve içeri girdi. Karısını koltukta baygın görünce koştu. “Ecrin! Ecrin birtanem!”
“Geldiğinizi görünce sevinçten bayıldı babacım,” dedi Çınar gülerek.
“Ben şimdi seni zevkten bayıltacağım, zevzek.”
“O işi kızınız layığıyla yapıyor ama...” Eva ayağına vurunca sustu, zaten Cem de o an Ecrin’le ilgilendiği için pek duyamamıştı.
“Bade, Eva ne oldu annenize. Bu iki gereksizin esprilerinden bayıldı değil mi?”
Bade tam Burak’ı susturacaktı ki geç kalmıştı. “Yok babacım, senin de işin gücün bizim günahımızı almak. Melek olmak da bir yere kadar. Günahlarımızdan hep sebep başına geliyor bunlar.”
“Valla kaderdaşım diye demiyorum ama Burak sonuna kadar haklı babacım,” diye araya girdi Çınar. “Can da dayanamamış demek ki, kaçmış gitmiş çocuk.”
Cem duyduğu ile gözleri kocaman olurken, Eva ile Bade kocalarına homurdanıyordu. Ecrin ise, “Dördünüz de defolup gidin!” dedi gözleri kapalıyken.
“Ne kadar da kibarsın bebeğim,” dedi Cem ve ikiliye döndü, “Bence anneniz damatlarına kibarlık yapıyor. Siz ikiniz için daha uygun kovma sözcüklerim var ama kızlarımın kocasısınız bir yerde, susuyorum. asaletimden.” Sonra karısına döndü, “Can nerede?”
Ecrin bir daha bayılıyormuş gibi yaptı, “Ayyy...”
“Ecrin! Ölsen kurtuluşun yok, anlat.”
Burak yaptığı bir telefon konuşmasından sonra odaya döndü, “Can’ı buldum,” dedi. Hepsi ona bakınca, “Amerika’da,” diye sırıtarak tamamladı cümlesini.
COLORADO
Can heyecanla yeniden baktı kızın sosyal hesabına. Yaptığı yer bildirimini navigasyona girdi ve kiraladığı arabayı o adrese doğru sürdü. Dilinde ise “Peşinden az koşmadım ki, ele güne rezil oldum’ şarkısı dönüyordu.
Girdiği adrese geldiğinde önünde duran kocaman seraya bakıp, gülümsedi. O kokular bu seradaki çiçeklerden çıkıyordu demek ki. Sonra yan koltuktaki çiçeğe çevirdi bakışlarını. “Ne hoş, koca serasını olan kıza, bir buket çiçek getirmen çok romantik,” diye mırıldanarak indi arabadan.
İçeri girdiğinde etrafta kimseler yoktu. “Kimse yok mu?” diye seslendi. Küçük, bodur ağaçların arasından bir adam çıktı. Çok güleryüzlü, kır saçlarına rağmen oldukça yakışıklıydı.
“Buyurun delikanlı?” dedi ellerindeki çamuru önündeki önlüğe silerek.
“Merhaba. Ben bayan Adel’e bakmıştım.”
“Ah, Des’ten bahsediyorsan, arka tarafta. Ama kötü bir günde geldin,” dedi gülümsemesini gizleyerek.
Can yüreği yerinden çıkacaktı heyecandan ve şuan konuşmak istemiyordu, bir an önce ona gidip, sarılmak, öpmek ve gerekirse bu serada ona yeniden sahip olmak istiyordu.
“Neden?” diye sordu dili, oysa kalbindeki cümle ‘Bi siktir git’ti.
“Ah, uzun hikaye. Hemen şurada,” dedi arka tarafı gösterirken.
Can gülümsedi ve hızla o tarafa doğru yürüdü. Bir süre sonra bakışlarının hedefine giren kızla solukları kesilerek durdu.
Angela resmen çiçekleri budamıyor, onlarla savaşıyordu. Bu Can’ı güldürmüştü.
“Hey, benim gibi yakışıklı ve karizmatik bir erkeği, böyle narin bir çiçekle bir tutman hoş değil bence.”
Angela sesin geldiği yere bakışlarını çevirdi. Önce hayal gördüğünü sandı. Elindeki budama makası yere düşünce Angela da irkilerek kendine geldi ve koşarak adama sarıldı. “Can!” dedi sevinçle.
Can da hasretle karşılık verdi ona, burnunu boynuna gömdü ve “Çok özledim Des, çok özledim,” diye mırıldandı.
“Neden bu kadar geciktin?” diye mırıldandı kadın.
“Aklım başıma geç geldi diyelim.” Sonra kadından biraz uzaklaştı ve yüzünü izledi. “Sen neden aramadın, aralamalarıma cevap vermedin?” sesi hafif sinirliydi.
“Gel, demekten korktum.”
“Gelirdim.”
Kız başını aşağı yukarı salladı, “Gelirdin, biliyorum. O yüzden diyemedim. Türkiye’ye dönecektin. Vazgeçirebileceğimi bildiğim için sessiz kaldım.”
Can birdaha sarıldı kıza, “Seni asla bırakmayacağım bu sefer. Benimle geliyorsun.”
Angela birden uzaklaştı, “Nereye?” dedi şaşırarak.
“İstanbul’a. Bırakmam Angela bırakmam seni.”
“Ama işim.”
“Sikerim işini de gücünü de,” dedi Türkçeyle, sonra kızın anlayacağı şekilde İngilizce söyledi bu sefer, “Ben sana İstanbul’da istediğin iş yerini kurarım, yani.”
“Gerçekten mi? İyi de neden?”
Can kızın gözlerine baktı, uzun bir öpücüğün ardından, “Her sabah seninle uyanmak için, her gece seninle sevişip, uyumak için, çocuklarımızın olması için ve en önemlisi bunların gerçekleşmesi için, evlenmemiz için. Asıl sebebim ise seni çok ama çok sevdiğim için Angela Daisy Adel. Benimle evlenir misin?” dedi.
Angela karnını tuttu, sonra Can’ın elini tutup, karnına götürdü, “Evet. Evleniriz,” diye yanıtladı onu gözyaşları içinde.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 22.63k Okunma |
1.94k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |