36. Bölüm

35.BÖLÜM – HER SON MUTLUDUR

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Adım adım gelir mutluluk

Ve bir çırpıda biter hayatın...

Aşk bana cömert davrandı ama,

Yetmedi seni yaşamaya baş belası...

 

YİNE YİNE SENELER SONRA...

 

Cem sıkıntı ile indi arabadan. Eva ile Çınar gülümseyerek Mert Ali ve Meltem’le selamlaşırken. Cem kız kardeşi Ecem’e anlam veremeden bakıyordu. Etrafa hep sırıtmak zorunda mıydı?

“Kapa ağzını kapa! Sinek kaçacak. Dağlık yer burası.”

“Tam senin mekanın.” Diye tersledi onu Ecem. Eva ile Çınar, ikinci çocukları kız olunca. Ecrin ile Cem’in adlarının birleşimi olan Ecem ismini koymuşlardı. Hem de oğullarının ismi ile de uyumlu olmuştu.

Cem herkesle selamlaşırken, Yaz bıkkınlıkla dışarı çıktı. “Boran!” diye cırladı. Boran gözlerini yumdu ve ‘sabır’ diyerek kadına döndü.

“Ne var hayatımın bitmeyen yazı.” Asık yüzü anında gülümsemişti.

“Yine yok!” diye elini bacaklarının yanlarına vurdu.

“Tamam, çok uzaklaşmamıştır. Birazdan döner.”

Cem annesine yaklaştı ve “Ben yürüyeceğim.” Dedi.

Annesi de “Uzaklaşma kaybolursun.” Diye uyardı.

“Kaçıncı yüzyıldayız anne ya. Navigasyon diye bir şey icat edildi.”

“Ama hiç bir icat benim merak etmemi engellemiyor Cem, lütfen uzaklaşma.”

Cem oflayarak yürüdü. Karahan ve ailesi akşam uçağı ile geleceklerdi. Çok sıkıcıydı. Neden geldiyse buraya.

Yürüyeli bir saat olmuştu. Hafif bir inleme sesi duydu.

“Kim var orada?” diye bağırdı. Tekrar biri inler gibi oldu. Cem kaşlarını çattı. “Kim var dedim.”

“Benim. Düştüm, dizim ağrıyor. Çıkamıyorum. Yardım eder misiniz? Yürüyüş yapıyordum ben, birden ayağım kaydı. Yağmur yağmış her halde. Kaygandı-“

“Sen Yaz teyzenin kayıp kızı mısın acaba?” diye espri yaptı. Kendi kendine güldü. Bir yandan da dal gibi bir şey arıyordu. Kız gözükmüyordu. Ama dal uzatırsa onu çekebilirdi.

“Nereden bildin? Tanıyor musun sen annemi? Kayıp derken? Beni mi arıyorlar? Hii, ay merak etmişlerdir tabi-“

“Ben şaka yapmıştım ya.” Diye homurdandı.

“Ne şakası? Şakanın sırası mı canım? Ben düşmüşüm burada canım acıyor. Komik mi bu şimdi? Gülünesi bir durum mu?”

“Yok, çok acınası bir haldeyim.” Bir dal buldu. “Bak sana bir dal uzatacağım. Ona tutun, seni çekeceğim.”

“Zeytin dalı mı? Iğğ, berbattı, tamam.”

Cem başını sağa sola salladı. “Çattık.” Diye mırıldandı.

“Hey, dizim acıyor. Kulaklarım sağlam.”

“Hey maşallah. Allah zeval vermesin bi yerine.”

“Amin.”

Telefonunu çıkardı. “Lanet olsun, telefon da çekmiyor.”

“Asıl sana hey maşallah, çünkü benim aklıma gelmedi telefonla annemleri aramak. Salağım ya ben-“

Genç adam kızın sözünü kesti ve dalı uzattı. “Gördün mü dalı?”

“Evet.” Dedi. Sıkıca tutundu. “Çek. Ama dikkat et, bir daha düşmeyim.”

Adam çekmeye çalıştı. “Kızım kaç kilosun sen?” dedi zorlanan bir sesle.

“Elli. Fitim.”

“He filsin. Doğru.”

“Fit, fit. Kıt mıdır nedir?”

Ortadan kırılan dalla Buse tekrar yere çakıldı. “Popom!” diye bağırdığı an, yanına koca bir kütle düştü. “Sen de nereden çıktın?”

Adam da düşmüştü.

“Gökten zembille indim.” Diye homurdandı. Poposunu sıvazlıyordu. “Kırılmamıştır inşallah.” Ayağa kalktığı an Buse adamın kalçalarına baktı.

“Taş gibi maşallah, bi şi olmaz.” Sonra dediği şey yüzünden Cem birden ona döndü.

“Ne?” kaşlarını çatmıştı.

“Şey, taş yok, bir şey olmamıştır inşallah, dedim.”

“Duydum küçük hanım.”

“Hım..”

Cem kafasını kaşıdı. Sonra tekrar kıza baktı. ‘Lan ne güzel olmuştu bu kız?’

“Kaldık burada.” Diye fısıldadı.

“Bulurlar mı bizi?”

“İnşallah.”

Kız adama bakıp sırıttı. “Seni bir yerden gözüm ısırıyor.”

“Cem ben. Cem Soylu. Tanıdın mı?”

“Ah, çocukluk aşkım.”

Cem de o günü hatırladı ve gülümsedi. “Aynen.” Herkesin içinde ‘Beni ne zaman istemeye geleceksiniz?’ diye sormuştu.

“Beni istemeye mi geldiniz?” diye şaka ile sordu.

“Valla gelirken öyle bir niyetim yoktu. Ama giderken tek gitmeyeceğim kesin.” Deyip, göz kırptı.

Buse kızardı, “A-anlamadım.”

“Şuradan sağ çıkarsak anlatırım.”

“Olur. Bekleyelim bari.” Çantasını kurcaladı. “Çubuk yer misin? çokoprens de var. Bir de çokomel var. Bayılırım. Aa, çokonatla albeni de var. Bir de metro var. Aa, jelibon, çok severim. Bonibon da var.”

Cem kıza hayretle bakıyordu. O çantada bir mini market mi taşıyordu?

“İyi bak, sucukla ekmek de çıkarsa, ateş yakarız. Sucuk ekmek yeriz.”

Buse birden başını kaldırdı. “Sucuk mu?” tekrar çantasına soktu başını. “O yok.” Dedi masum bir sesle.

Cem kahkaha attı. “İyi çubuk ver o zaman.”

Buse gülümseyerek çubuğu adama uzattı.

“BUSE!”

“CEM!”

Sesleri duydukları an, ikisi aynı anda “BURADAYIZ!” diye bağırdılar.

"Allah’ım kurtulduk. Ölüp gidecektik bu çukurda.”

“Ben ölmene izin vermezdim.”

İkisi birbirinin gözlerine baktı. O sırada ikisinin tam ortasına bir ip düştü.

“Hey, İstanbullu; kızımdan uzak dur!” dedi Boran kaşları çatık.

“Bu kıç kadar yerde mi Boran abi? Ayrıca kızını kurtarırken düştüm.”

“Ben peşin peşin söyleyim de, sonra çiçek çikolata sohbetlerinde bulmayım kendimi.”

“Kendinden biliyorsun galiba?”

İlk Buse’yi çıkarmışlardı. Sonra da Cem’i. Eva oğlunun yüzüne gözüne bakıyordu.

“İyi misin?”

“Çok iyiyim.” Derken Buse’nin gözlerine bakıyordu. Buse de ona “Ben de...” diyerek karşılık verdi.

 ***

Cem şirkette oturmuş, elinde telefonu evirip, çeviriyordu. Meltem’in kızından almıştı kızın numarasını. Ama arayıp, ne diyeceğini bilemiyordu açıkçası. Üstelik Mardin’deydi şimdi. Daha yaz sonunda gelecekti İstanbul’a. En azından o zamana kadar sohbet etseler.

Kapı çalınmadan açıldı.

“Kuzen, akşam nereye gidiyoruz?”

“Cehenneme. Yer ayırt.”

“Ooo, yanalım diyorsun.”

“Defol git diyorum Karahan, neyini anlamadın?”

“Ya hadi, kafa dağıtalım. Burçin’ler de gelecek.”

“O kızdan nefret ediyorum.”

“Ya of, ne sıkıcı biri oldun lan sen.”

“Senin gibi etrafta seks makinesi gibi dolaşmıyorum diye mi?”

“Kıskanıyor musun?” gözlerini kıstı.

“Sorma! Nasıl deliriyorum hasetimden. Anlatamam.” Arabasının anahtarını aldı ve Karahan’la çıktı.

Gece kulübünde otururken, aklı o kumral cadıdaydı. Ne yapıyordu acaba şuan. Sosyal medyadaki fotoğrafları hep kapalıydı. Ekleyemiyordu da.

Elindeki içkiyi bir dikişte içti. “Yavaş oğlum, gece yeni başlıyor,” dedi.

Karahan yanındaki esmeri neredeyse kucağına alacaktı.

 

“İyiyim ben.” -değildi. İyi değildi. Şuan sesini duymazsa da iyi olmayacaktı.

Dışarı çıktı ve telefonu eline aldı. dördüncü çalışta açılmıştı.

“Efendim.” Sesi uykulu geliyordu. Saate baktı, ikiydi. Salak, bu saatte aranır mıydı?

“Buse?”

“Benim. Siz kimsiniz?”

“Geç saatte aradım özür dilerim. Ben Cem. Cem Soylu.”

Buse elini kalbine koydu. İnanamıyordu. Cem onu mu aramıştı?

“Bir şey mi oldu?” belli etmemeliydi, etmedi de.

“Ya ben seni her istediğimde arayabilir miyim?”

“Arayabilirsin.” -şaşkındı.

“Böyle kafam estikçe, yanına gelebilir miyim? Yani her fırsatta. Yaz sonuna kadar.”

“Gel.” -ne diyordu bu?

Cem gülümsedi. “Peki istediğim an, elini tutsam?”

“Tut.” -uçtu...

“Öpebilir miyim?”

Buse yutkundu. “Öp.” -sapıttın kızım.

“Seni seviyorum, desem?”

“Deme!” -Allah’ım sana geliyorum.

“Neden?”

“Yani şey anlamında, yani de, söyle de, hani lafın gelişi derler ya-“

“Sevgilim olsana?”

“Olurum.” -of...

İkisi de telefonun ucunda gülümsüyordu.

“İyi geceler o zaman.”

“İyi geceler.”

 ***

C: “İyi akşamlar nasılsın Buse?”

B: “İyiyim Cem, sen nasılsın?”

C: “Sesini duyamadım, iyi değilim. İki kere aradım seni.”

B: “:( babam hep yanımdaydı, açamadım.”

C: “Ya Buse, sen Mardin’den ne zaman döneceksin?”

B: “Var daha, neden? Buradan Karadeniz’e bir daha geçeceğiz.”

C: “Karadeniz olmaz! Tüm tehlikeli kişiler orada. Mardin’e gelsem, seni görmeye olur mu?”

B: “Olur, gel.”

C: “Gerçekten mi?”

B: “Evet.”

C: “Buse...”

B: “Cem...”

C: “Seni yeniden görmek güzel olacak.”

B: “İyi geceler.”

C: “Sana da prenses.”

 ***

Arabayı park etti ve geldiği yere baktı. Doğru adresteydi her halde. Arabaya yaslanıp, bekledi. Köşeden dönüp, gelen kızı görünce gülümsedi birden ve doğrulup o da kıza doğru yürüdü. Kalbi ağzında atıyordu şuan. Karşı karşıya geldikleri an birbirlerine sıkıca sarıldılar.

“Hoşgeldin,” dedi Cem burnunu kızın saçlarına dayayıp.

“Asıl sen hoşgeldin.”

Fazla uzaklaşmadan gözlerine bakmak için geri çekildi, “Nasılsın Buse?”

“İyiyim. Sen?”

Başını eğip kızın gözlerine baktı, “Şimdi çok iyiyim.”

“Zor oldu mu gelmen?”

“Yollar bitmedi,” dedi ve birdaha sarıldı. “Nereye gidelim?”

“Merkeze gidelim, burada herkes tanır beni.”

Cem kaşlarını çattı, “Kim tanırmış benim sevgilimi? Öldürürüm onları.”

Buse duyduğu şeyle gülümsedi, “Sevgilin mi? Sen bana az önce sevgilim mi dedin Cem? Ben yanlış duymuş da olabilirim. Hayır kulaklarım sağlam Allah’a şükür, ama olabilir insanlık hali.” Cem kızı susturmadan daha ne kadar konuşabileceğine bakıyordu. “Yani yanlış duyabiliriz, doğru duyar yanlış anlayabiliriz. Bazen de doğru duysak da işimize geldiği gibi anlarız.” Adamın sırıttığını görünce sustu. “Ne?” dedi sadece.

Cem kahkaha attı, “Gerçekten ne kadar konuşabileceğini merak ettim. Ve Busecim, doğru duydun, Sevgilim dedim,” dedi burnunu öperek.

Birlikte arabaya bindiler. Tüm gün Buse’nin bitmek bilmeyen konuşması Cem’i güldürmüştü. Bilerek konu açıyor, takılıyor ve dakikalarca konuşmasını sağlıyordu. O an düşündüğü tek şey ise, bu kızın bir ömür bu çenesini başına taç edeceğiydi.

“Baban anneni nasıl susturuyordu,” dedi gülerek.

İşte Buse tuzağa düşmüştü, “Ah babam, çapkın hergele. Öperek sustur-” Cem’in dudaklarına teması ile susmuştu. Ömründe böyle güzel bir suskunluk yaşamamıştı.

Cem dudaklarını oynatmaya başladığında, Buse de ona karşılık verdi. Diliyle zorlayarak dudaklarını araladı kızın. Kızın ıslak dudakları Cem’i yoldan çıkarmıştı. Zar zor ayrılmıştı kızdan.

“Senden kopamam... İstanbul’a gel.”

“Hep böyle mi susturacaksın beni?” dedi nefes nefese.

“Ömrümün sonuna kadar.”

Kız kaşlarını çattı, “Ama Cem icabında ben o an sana önemli bir şey söyleyecek olurum, bir hadise anlatacak olurum. Hep hep de kesme sözümü. Bak önemsizse-” ve yine o dudakları kızın dudaklarını esir aldı.

 ***

“Ne demek bu doktor bey, tam olarak anlayamadım,” dedi Ecrin kalbini tutarak.

Cem onun elini tuttu, “Sakin olur musun hayatım?” dedi gülümseyerek.

“Hayır, olamam. Dediğini duymadın mı?”

Ecrin’in ömründen ömür gidiyordu şuanda. Bu doktor kocasının kanser olduğunu söylüyordu ama Ecrin anlamıyordu. Kanserdi de ne demekti?

“Ameliyat-” diyebildi Ecrin hıçkırıklarını yutmaya çalışarak.

“Bakın, ameliyat tabiki bir seçenek. Ama kesin çözüm değil.”

“Ben ameliyat olmak istemiyorum zaten!”

Ecrin dehşetle kocasına baktı, “Ne demek ameliyat olmak istemiyorum be adam, delirdin mi?”

“Aklım gayet başımda Ecrin, olmak istemiyorum.” Doktora döndü, “Süreç ne?”

Doktor üzülerek baktı adama, “Öncelikle her iki süreçte zorlu olacak Cem bey, bunu söylemeliyim. Eğer ameliyat olursanız, -ki bünyeniz kaldırır mı bilmiyorum. İki sonuç var. Ameliyat başarılı geçerse, kemoterapi başlayacak. Ameliyatı kaldırsanız bile, o ağır ilaçlara dayanabilir mi vücudunuz bilemiyorum. Tabi bir de ameliyatın başarısız geçme ihtimali var.”

“O zaman ne olacak? Kocam ölmeyecek her halde değil mi?” dedi Ecrin adama öfkeyle bakarak.

“Bakın Ecrin hanım, konuşması kolay sanıyorsunuz ama inanın değil. Cem beyin yaşı dolayısıyla bu ameliyatı başarıyla atlatacağını düşünmüyorum.”

Ecrin sinirle masaya vurdu, “Bana ameliyat başarısız geçerse ne olacağını söyle!” diye bağırdı.

Cem onun elini tuttu, “Bebeğim, sakin olur musun artık?”

“Kocanızın o ameliyattan sağ çıkması çok zor.”

Cem gözlerini yumdu. “Ameliyat olmazsam?”

“Bir süre normal yaşamanıza devam edebilirsiniz. Sonra muhtemelen nefes darlığı çekeceksiniz, ağrılarınız başladığında onlar için ağrı kesiciler kullanabiliriz. Ama dediğim gibi çok fazla-”

“Kes!” diye bağırdı Ecrin. Çantasını ve montunu alırken sadece homurdanıyordu, “Bunların hepsi saçmalık! Bizim torunlarımız var!” doktora döndü ve onun gözlerinin içine bakarak konuştu, “Daha onları evlendirmedik bile! Ölmek için çok ama çok erken! Benim kocam benden önce ölemez! Çünkü ben güçlü değilim!” diye bağırıp, odadan çıktı. Cem de peşinden gitti. Koridorda onu durdurduğunda Ecrin yere çökünce Cem de onun karşısına geçip, çömeldi.

“Ecrin, yapma!”

“Sen yapma Cem! Ne olur yapma! Ameliyat olursan-”

“Olursam ölebilirim. O masada kalabilirim.”

“Ama kurtulabilirsin de...”

Cem alayla güldü, “Saçsız, kel bir adam olarak ölmek istemiyorum. Baş belası üç damadım var. Hala çok yakışıklılar hergeleler.”

Ecrin de gözyaşlarının arasında güldü, “Cem...”

Cem karısının ellerini tuttu, “Bebeğim, ne olur. Ben ömrümün son günlerini hastahanelerde, ilaçlarla, kusmalarla geçirmek istemiyorum. Beni kimsenin böyle hatırlamasını istemiyorum. Son günlerimi seninle geçirmek istiyorum. Bir aysa her gününü, bir yılsa her anını bir tek seninle geçirmek istiyorum. Ecrin birgün olacağını biliyorduk.”

Ecrin adama sarıldı, “Hazır değilim.”

“Biliyorum, bende hazır değilim. Ama hazırlanmamız için bir zaman var önümüzde ve ikimizde buna hazırlıklı olmalıyız. O gün geldiğinde elimi tutarak veda etmelisin bana. O vedaya ihtiyacım olacak Ecrin. Bana veda etmene ihtiyacım olacak.”

“Cem hayır, Cem hayır! Sana veda edemem! Yapamam! Bana bunu yaşatamazsın!” diye bağırıp, birbirlerine ağlayarak sarıldılar.

“Of baş belası, beni bu dünyada ağlatan tek kadınsın. Sen bir de beni düşün, seni nasıl bırakıp gideceğimi düşün.”

Bölüm : 27.11.2024 10:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...