8. Bölüm

7.BÖLÜM – EFSANE

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Şimdi sana ne desem yalan olur kadın...

Asla bırakmam diyemem...

Seni seviyorum desem,

Kalpsizim ben Sevemem...

Ama mutluyum yanında,

Gitmeni de isteyemem...

Kimi sevdiysem gitti be kadın,

Sevmemi isteme benden!

 

Cem arabayı hızla sürerken Ecrin keyifliydi. Bu baş belası adam farkında değildi belki ama bal gibi de ondan hoşlanıyordu. Bu daha iyi günleriydi. Ecrin elindeki şeytan mızrağını tam kalbine sokup, onun kalbini yerinden sökecek ve sonsuza kadar kendinin içinde hapsedecekti.

"Şarkı çok güzelmiş ya, değil mi Cemcim?" dedi alay eder gibi ve sesi daha fazla açıp, eşlik etti şarkıya, "Gezeceğim, seveceğim... Görürsün sana neler edeceğim. Bir yerine bin cezayla hakkından geleceğim senin!" son sözlerde adam öfkeyle ona bakarken Ecrin de onun gözlerinin içine içine bakarak şarkıyı söyledi.

Kızın evinin önüne geldiğinde son anda frene bastı. Derin ve öfkeli bir nefes alıp, verdikten sonra ona döndü, "Şimdi bu neyin nesiydi Ecrin?" dedi sinirle.

"Ne neyin nesiydi Cem? Anlamadım. Şarkıyı mı diyorsun?"

Cem daha çok sinirlendi. "Siktirtme şarkını Ecrin!" diye bağırdı.

"Sen de sikmek için bahane arıyorsun zaten."

"Ha şunu bileydin. Ama şarkıyı değil se-"

"Terbiyesiz,” diye bağırıp, sözünü kesti Ecrin. “Rüyanda ancak!”

"Senle bir başbaşa kalalım, sen o zaman görürsün gerçeği de rüyayı da; edebi de terbiyeyi de. Terbiyesizliğin baştan sona kitabını yazmayan şerefsizdir."

"Ya Cem ne demek istediğini anlamıyorum gerçekten. Yaptıklarının da anlamı-"

"Anlamadın mı? Gerçekten anlamadın mı Ecrin? O kadar saf mısın sen yoksa saf numarası mı yapıyorsun asıl ben anlamıyorum? Poyraz'ın sevgilin olmadığını neden söylemedin?"

Ecrin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. "İyi de Cem, ben Poyraz'ın sevgilim olduğunu da söylemedim. Sen nereden bu kanıya vardın onu da anlamadım. Ayrıca neden böyle davrandın onu daha çok anlamadım. Yok yani sanane ayrıca," dedi adamın gözlerine bakarken.

"Ben de anlamadım." Kafasını kaşıdı, ilk kez bir kadının hatta küçücük bir kızın karşısında salak durumuna düşmüştü ve bu Cem'i ciddi anlamda sinirlendirmişti. En iyisi uzatmamaktı. Çünkü uzattıkça batacaktı. "Neyse Ecrin. Yarın görüşürüz," deyip kadının arabadan inmesini bekledi.

İsterse öperdi onu ama bu kadın hayatında gerçekten tehlike teşkil eder olmuştu. Uzak durmalıydı, bu kızdan kesinlikle uzak durmalıydı.

Ecrin keyifli bir şekilde arabadan indiğinde Cem arkasından ters ters ona baktı. "Söylediği şarkıya bak," diye homurdandı ve gaza basıp, oradan uzaklaştı.

 *

Ertesi gün Cem tüm gün atölyede olacağını sekreterine bildirmiş ve iş yerine gelmemişti. Ama anlamadığı neden özlemişti? Çok özlemişti kızı ve kendine hakim olmakta zorlanıyordu. Bu da onu daha asabi yapıyordu. Normalde kendisi pamuk gibi bir adamdı. Ama bu kız hayatına girdiğinden beri canavara dönüşmüştü. Çünkü bedeni o kızın her yeri için yanıp kavruluyordu ve kahretsin ki başka hiç kimseyi istemiyordu.

Onsuzken bir bilinmezlik içindeydi hep. Neden bir boşluk hissetmiş ve o boşluğun adını o sarı şeytan koymuştu bilmiyordu mesela? Neden şimdi onun yanına gidip, onu delice sarmak istemişti? Cem’in aklındaki tüm ‘neden’ ile başlayan sorularının cevap anahtarı kalbindeydi ama Cem o soruları cevapsız bırakmaya niyetliydi. Şimdilik...

"Cem, ne işin var oğlum burada?"

Cem arkasına baktı, Ateş'i görünce daha çok sinirlendi. Hep bunun yüzünden başına gelmişti tüm olaylar. O sarmıştı başına o sarı cadıyı.

"Sana ne? Gelemez miyim?" diye tersledi adamı.

"Gelirsin tabii de şaşırdım sadece. Ne yapıyorsun? Bu arada iyi misin?"

"Değilim abicim iyi falan değilim." dedi sinirle.

Ateş adamın bu haline kahkaha attı. "Ecrin mi?"

"Ecrin değil abi bildiğin cadı o. Şeytan hatta. Boynuzları bile var tepede böyle kırmızı kırmızı." parmaklarını başına koyup salladı. “Eline almış o sivri uçlu mızrağını, kıçıma kıçıma batırıyor!"

Ateş resmen gülme krizi geçiriyordu. Bu kız bu adamı deli etmişti anlaşılan. “Yalnız benden sana bir sır, o mızrak kıçına değil, yukarıda sol tarafındaki bir yerlere batıyormuş gibi geldi bana,” diye fısıldadı.

“Ne solu lan ne solu? Solmuş! O kız benim belimden yukarı olan hiçbir şeyimi işgal edemez, zarar veremez, dokunamaz! Duydun mu?”

“Duydum abicim duydum. Bu sözleri söyleyeni çok duydum. Sonlarını da gördüm,” diyerek kahkaha attı. " Yalnız şeytan benzetmesi süpermiş. Sana da melek gibisi yakışmazdı zaten. Tam bir baş belasısın."

"Görecek o ebesinin belasını yakında."

Ateş kaşlarını kaldırdı. Bu adamın sonu da yakındı. "Neyse abi yarın akşam bizim uçağımız var biliyorsun. Şirkete gelemeyebilirim."

Cem adama sırıtarak baktı. "Ön balayı ha?"

"Fuara gidiyoruz Cem," dedi adam bıkkın bir şekilde.

"Yemişim fuarını. Bana bu masallarla gelme Ateş. Aynı odayı ayırttığını biliyorum." cebinden çıkardığı sakızı ağzına attı.

"Kes sesini Cem. Sen kendi işine bak diyeceğim ama, işin de yok ki. Yazık sana."

"Abi elimde kalacaksınız ha, cümleten."

“Valla bu aralar elini bizimle kirletme derim, malum bayağı bir zaman lazım olacak. Zeval, zarar gelmesin ondan da olacaksın.”

“Ateş!” dedi sinirle.

Adam gülerek uzaklaşınca Cem ardından homurdanıyordu. "Gerçi o iki sütun bacaklı şeytan altımda kalacak, elimde değil! Görecek o görecek!" derin nefes aldı. “Hayır sana neyse? Derdi başına kaldı sanki!”

 ***

Cemre o geceden beri adamın ne sesini duymuş ne yüzünü görmüştü. "Öküz işte, resmen öptü beni ya. Sonra da arazi. Ağır geldim adama tabi. Taşıyamadı beni. Odun!"

Telefonu çalınca heyecanla koştu ama abisiydi. "Bi sen ara zaten," diye homurdanarak açtı telefonu. "Efendim sarı civcivim."

"Civciv diye sana derler. Çirkin siyah ördek yavrusu."

"Ne var abilerin prensi?"

"Ha böyle şeylerle gel bana," dedi gülerek. "Hazırlan, seni almaya geliyorum. Bir yerlere gidelim."

"Tamam, olur." İşte ona iyi gelecek şey-dağıtmak!

"Hadi gecikmem," deyip, kapattı telefonu. Cemre de koşarak odasına hazırlanmaya gitti.

 ***

"Buğra çok mu aradın bu mekanı? Çok kalabalık. Birbirimizin sesini duyamayız burada ya!"

Buğra yanındaki kadına kaşlarını kaldırıp baktı, "Sesini duymak istemiyorum zaten ayrıca konuşmak hiç istemiyorum? Kafa dağıtmaya geldim ben," elindeki içkiden büyük bir yudum aldı. Aklından çıkmayan kızın o darmaduman halini biraz olsun unutmak istiyordu. Ya da kalbindeki bu can sıkıcı baskıyı.

"İyi de sen demedin mi konuşalım diye? Çağırdın beni, Bursa'dan kalktım geldim senin için."

Buğra bıkkınlıkla nefes alıp verdi, "Sanki bana bin kilometre yol gelmiş," diye homurdandıktan sonra, kıza baktı, "Yol şu tarafta Berim, gidebilirsin."

"Manyak mısın be?"

"Evet." başını oturduğu koltuğun arkasına yasladı ve gözlerini yumdu. Yine gözünün önüne kızın kucağındaki görüntüsü geldi ve hemen açtı gözlerini, "Lanet olsun!" diye tıslayarak, başını kaldırdı. İşte o an ne olduysa oldu. Kızı esmer bir adamın kollarında dans ederken gördüğünde öfkeden delirdi. Elindeki bardağı sinirle masaya koymadı resmen fırlattı. Berim baş parmağını damağına koyup, çekerken adamın gözlerindeki öfkeden tırsmıştı.

"Kuzen ne oldu?"

"Gel benimle!"

"Nereye?"

"Dans edeceğiz. Oturmaya gelmedik ya!" sesinde buz gibi bir tını vardı.

"Of Buğra ya!"

Buğra kıza öfke ile bakınca kız hemen ayaklandı.

Sahneye arka arkaya gittiler. Tam kızın yanında dans etmeye başladığında Cemre hala onu görmemiş, Tamer'le dans ediyordu.

"Çok oldu görmeyeli, özledim."

"Eminim o da seni özlemiştir. Seninle yaramazlığı iki katına çıkıyor."

Cemre hoş bir kahkaha attı. Ama Buğra duyduğu şeylerle kuzeninin kemiklerini kıracaktı.

"Buğra canımı yakıyorsun. Elini gevşet."

"Gevşet deme bana, zaten tepem atmış." Sonra tekrar kızın dediklerine dikkat kesildi.

"İyi o zaman yaparız birkaç kaçamak senin ufaklıkla."

"Al senin olsun güzelim, hiç şikayetçi olmam. Besle, büyüt, bak, ilgilen. Eminim o da şikayetçi olmaz."

Buğra sabrının sonundaydı artık. Kadına yavaşça yaklaştı ve kulağına eğildi. "Merhaba Cemre hanım," dedi buz gibi bir fısıltıyla.

Cemre duyduğu sesle kaskatı kesildi ve birden arkasını döndü. "Buğra..." sonra Tamer'i hatırlayıp, hemen toparladı kendini, "Şey yani Buğra bey," zoraki bir gülümseme ile devam etti, "Bu ne hoş bir tesadüf."

"Ya çok hoş," dedi kızın gözlerine öfke ile bakarak. Sonra yanındaki adama baktı.

Cemre de Tamer'e bakınca Tamer sırıttı, "Sanırım tanıştırılmayı bekliyor. Ben Tamer. Tamer Enver."

Buğra kaşlarını kaldırdı, ona uzatılan ele bakıp, "Buğra Özsoylar," dedi dişlerinin arasından ve adamın elini kibarca sıktı(!)

Cemre Tamer'in yüzünü buruşturduğunu gördüğünde birleşen ellerine baktı. Buğra resmen presliyordu adamın elini.

"Buğra?" dedi Cemre inanamayarak.

Tamer zor da olsa elini kurtarmıştı. "Manyak mısın biraderim?" diye inledi Tamer sakin bir şekilde.

Buğra adamı bu sefer kendine çekti ve "Bir daha o elini o kızın bedeninin hiçbir yerinde görmeyeceğim. Yoksa o ufaklığını tümden alır, ufaltır, boğar ve yok ederim. Anladın mı beni?" dedi.

Tamer bu sefer sinirlenmiş, adamı üzerinden itmişti. "Eh! Yürü git be! Manyak mıdır nedir?"

Cem ve diğerleri olay olduğunu anladıkları an koşup gelmişlerdi. Cemre ise elleri ile yüzünü kapatmış, başına gelecek belanın boyutunu düşünüyordu.

"Neler oluyor burada Tamer?" dedi Cem Buğra'ya öfke ile bakarak.

"Ya boşver abi, sıkıntı yok. Ufak bir yanlış anlama." Tamer olayı anlamıştı ve Cemre'nin başını belaya sokmak istemiyordu.

Buğra Cemre'ye döndü ve başı ile dışarıyı işaret etti. Ama Cemre onu dinleme niyetinde değildi. "Cemre dışarı!" diye diretti Buğra.

Cemre bıkkın bir nefes verdi ardından da hemen abisi ve arkadaşlarının peşinden gitti. Bir anda gecesi alt üst olmuştu. Tamer'in de onu sorguya çekeceği kesindi.

Bunları düşünürken telefonuna gelen mesajla irkildi.

B: "Cemre dışarıda bekliyorum seni. Çabuk gel!"

C: "Ya sen kimsin ya? Sen kimsin benim gecemi mahvediyorsun? Ne duruma düşürdün beni farkında mısın?"

B: "Özür dilerim hanımefendi ama o ufaklığı olan sevgiliniz iki gece önce kalçalarının avuçlarımın içinde, bacaklarının bacaklarımın üzerinde, dudaklarının da benim dudaklarım arasında olduğunu biliyor muydu?"

C: "Öküz!"

B: "Öküz mü? Çık dışarı diyorum sana! Çıkmazsan asıl o zaman görürsün öküzlüğü!”

C: "Odun!"

B: "Delirtme beni Cemre içeri girer sırtıma attığım gibi alırım seni dışarı! Abinde o lavuk sevgilin de sikimde değiller."

C: "Terbiye yoksunu. Bak buradan çıkamam. Eve girdiğimde haber veririm. Orada konuşuruz."

B: "Bekliyorum. Sadece bir saatin var Cemre."

Tamer'in bakışlarını üzerinde hissedince yutkundu. Ama belli etmedi.

 ***

Zar zor kendini evine bıraktırdığında bir saati geçmişti. Kapının önüne gelip, anahtarı çıkardığı an Buğra ile yüz yüze geldi.

"Hii! Manyak! Ödümü kopardın!"

"Daha dur, o adamı sardığın ellerini de koparacağım senin, o lafları söylediğin dilini de."

"Çok korktum," dedi alaylı bir tavırla ve kapıyı açıp, içeri girdi. Yürürken ayağını havaya kaldırıp, önce sağ sonra sol ayağındaki topuklularını çıkarıp, attı ve kendini bitkince koltuğa bıraktı.

Buğra kızın arkasında durmuş onu izliyordu. Sonra sabır çekerek peşinden girip, kapıyı kapattı. O da kızın yanındaki koltuğa çöktü. Bir süre ikisi de başlarını koltuğa dayayıp, sessiz kaldılar. İlk konuşan Cemre oldu.

"Beni öptün."

"Biliyorum," diye mırıldandı adam.

"Sonra da defolup gittin."

"Farkındayım. Piç gibi davrandım."

Cemre başını kaldırdı ve öfkeyle adama baktı. "Ya derdin neydi Buğra! Madem siktir olup gidecektin, ne diye gelip öptün?"

Buğra da başını kaldırıp, kıza aynı öfkeyle baktı, "Ben siktir olup gittim diyelim, sen ikinci günden neden o adamın kollarındaydın?"

"Senin kolların da pek boş sayılmazdı Buğra bey!" dedi gözlerini kısarak.

"Kuzenim o benim. Konuyu saptırma."

"O da benim abimin arkadaşı. Abim sayılır."

Adam konuşurken eğildi ve kızın gözlerine baktı, "Lan adamın organından bahsediyordun lan! Ne abisi?"

"Ya sabahtan beri diline dolamışsın şunu. Ne organından bahsettim be, deli mi ne?"

"Yok özledim ufaklığı, yok ilgileneceğim onunla, falan. Gebertirim seni Cemre! Bak şakam yok, o adamı da vururum."

Cemre kahkaha attı, "Ay inanmıyorum. Ufaklık derken sen onu mu anladın? Kıyamam." Sonra ciddileşip, o da adama doğru eğildi, "Birincisi, sen benim hiçbir haltım değilsin, o yüzden de hiçbir bok yiyemezsin. İkincisi ufaklık dediğimiz Tamer'in kızı. Üçüncüsü konuşmamız bittiyse gidebilirsin. Yorgunum uyuyacağım."

Buğra içindeki o ağırlığın ve baskının hafiflediğini hissetti. "Konuşma bitti, ama hiçbir yere gitmiyorum küçük," dedi ve kızı kendine çekip, dudaklarına yapıştı.

Gitgide derinleşen öpücükle Buğra Cemre'yi kucağına oturttu. Bir süre daha öpüştükten sonra, kız adamdan uzaklaştı.

"Bir daha ortadan kaybolma," diye fısıldadı, adamın yanaklarını avuçlarına alarak.

"Kaybolmam. Ama sende sadece o adamla değil, hiçbir erkekle yakın olma Cemre. Aklımı oynatacaktım." Eli kızın bedenini sertçe okşuyordu.

"Onlar benim abilerim sayılır. Hepsinin de sevgilileri var."

Adam kızı sertçe kendine daha çok çekti, "Umurumda mı Cemre? Hiçbiri dedim. İsterse haremleri olsun."

"Peki," dedi kıkırdayarak.

"Şimdi madem uykunuz var hanımefendi ben sizi daha fazla rahatsız etmeyim. Kuzenim olmasa, asla bu gece seni bırakmazdım ama..."

"Hımm, e git madem."

"Yarın ararım," deyip, tekrar kızı uzun uzun öptü ve kendisi ile birlikte kızı da kaldırıp, yere bıraktı.

"İyi geceler güzelim."

"İyi geceler."

***

Ecrin dün şirkete hiç gelmeyen ve kendisini hiç aramayan adamı aklından çıkarmaya çalışıyordu. Ondan ona yar olmazdı artık kabullenmesi ve önüne bakması gerekiyordu, boş hayaller kurmanın da ondan gelecek aşkı da beklemenin alemi yoktu. Evet son kararı buydu. Dün geceden beri bir kaç kereden çok daha fazla değişmişti bu karar ama en son kararından emindi. Uğraşmayacaktı. O günden sonra adam resmen ondan kaçıyordu, Ecrin de onun istediğini ona vermeyecek, Cem Ernez’i kovalamayacaktı. Bir yerden başlamalıydı onu unutmaya.

Mesela şu günlerdir onu yemeğe davet eden pazarlama müdürü ile yemeğe çıkabilirdi. Adam Cem gibi uçarı değil ve ciddi ilişki isteyen biriydi, belli ediyordu kendini. Evet evet öyle yapmalıydı. Çünkü Cem ile hayat geçmezdi. O kendine günlük eğlence arıyordu ve Ecrin'i sadece bir gece için istiyordu. Oysa Ecrin tıpkı Ateş ve Yağmur gibi, Poyraz ve Mısra gibi uzun vadeli, tutkulu, bir aşk istiyordu. Kimseden saklanmadan, kimseden utanmadan el ele yürüyeceği, evlilik hayalleri kuracağı ve herkese sevgisini haykıracağı birini hayatına almak istiyordu. Bu da kesinlikle Cem Ernez değildi.

Kararını son kez aklında onayladıktan sonra, telefonu eline alıp, dahili numarayı çevirdikten sonra bekledi. Karşısındaki tok sesi duyunca zoraki bir kibarlıkla konuştu.

"Bora bey merhaba ben Ecrin."

"Ecrin hanım, merhaba. Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?" -Tabi adam iş için arandığını sandığı için resmiydi.

"Eee şey... aslında ben iş için aramadım Bora bey. Kaç defa yemeğe davet ettiniz, müsait değildim. Telafi etmek istedim. Tabi ki özrümü kabul eder benimle yemeğe gelirseniz."

Adam bir an cevap veremedi, ama sonra çok sevindiğini ses tonundan anlamıştı Ecrin.

Bora bir an yanlış duyduğunu sansa da hemen toparlandı, bu kız gerçekten onun tam aradığı kişiydi. "O nasıl bir soru. Tabiki gelirim. O zaman yarım saat sonra aşağıda buluşalım. Bildiğim harika bir yer var, buraya da çok yakın."

Ecrin de kabul edince telefonu kapattılar.

Ama Ecrin'in içinde tarifsiz bir sıkıntı vardı. Cem onunla dalga geçerken bile mutlu olan bu aptal gereksiz kalbi, bu adamla yemeğe çıkacağı için hiç mutlu değildi.

"Zaten nerede gereksiz, kalpsiz biri var ona heyecanlan sen. Sonra seni kırdıklarında da gelip benim içimi sıkma kalp bozuntusu. Oh! Sefasını, mutluluğunu sen sür; gözyaşını ben dökeyim. Oldu."

"Ne o yine kendi kendine konuşuyorsun?" dedi onu gülerek izleyen adam.

Ecrin ise irkildi ve kapıda ona gülümseyen adama baktı ve işte yine o gülüşle içinde oluşan tarifsiz heyecan baş göstermişti.

"Kalbimle konuşuyordum kendimle değil. Ayrıca sana ne acaba? Seni ne ilgilendiriyor benim kimle konuştuğum ya da kimle yemeğe çıktığım. Sana hesap mı vereceğim?" ne saçmalıyordu Allah aşkına? Sanki adam sormuştu ona kimle yemeğe çıktığını.

"Vay atarlıyız bu gün. Kim kızdırdı seni?"

Adam yemeğe çıkma kelimesini anlamamıştı neyse ki. "Sana ne ki? Sen kendi işine bak," dedi ve önündeki evraklara döndü.

Adam da küçük bir kahkaha atıp, yanağından makas aldı ve odasına geçti.

*

Cem odasında oturup, evraklara gömülse de aklı Ecrin’deydi. Ne zamandır bir kızın huzurunu, mutluluğunu ya da üzüntüsünü düşünür olmuştu bilmiyordu ama bu kızın üzüntüsü, siniri onu geriyordu.

“Yaşlanıyor muyum nedir? Huzur ne lan?” Başını gülerek sağa sola salladı ve kızın gönlünü almaya karar verdi.

"En iyisi barışalım şu cadıyla da üstüme büyü müyü yapmasın," dedi kendi kendine mırıldanarak.

Yarım saat sonra öğle yemeği için Ecrin'i aramış fakat telefonu açmamıştı. Sonra sekreterini aradı.

"Azra hanım Ecrin hanım neredeler?"

"Öğle yemeğine gittiler efendim. Öğle arası."

"Öğle arası olduğunu biliyorum da nereye gitti yemeğe?"

"Bilmiyorum efendim ama Bora beyle çıkacaktı."

Adam Bora'nın adını duyunca sinirden elindeki telefonu sıktı. Fazla olmaya başlamıştı bu cadı. Çok ama çok fazla... O adamla yemeğe çıkmak da neyin nesiydi. Soracaktı hesabını, hem de çok ama çok sert bir şekilde! Telefonun ahizesi kulağındayken elindeki kalemin kırıldığını fark etti ama önemsemedi.

"Süründürmenin de bir şekli bir adabı var. Başka erkeklerle yemeğe çıkmak da ne demek?" diye içinden söylendi. Elindeki kırık kalemi duvara fırlatıp, sekreterine sert bir şekilde konuştu.

"Gelince odama gönder! Hemen!"

 

Bölüm : 17.11.2024 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...