
Eğer benden bir adım uzaktaysan,
Saçına değen rüzgarı bile kıskanırım...
Benden kilometrelerce uzaktasın,
Sen düşün halimi be sevgili,
Aldığın nefesi bile kıskanırım...
Çünkü nefesim nefesinse,
Aldığın her nefes benim tenimi okşamalı...
Yüreğim ellerindeyse,
O kalp yalnız yanımda atmalı...
Ben kıskanç bir adam,
Sen deli gibi kıskanılansın...
Gurur duy kendinle,
Bundan öte ölümüm yokluğundan olur kadın!
Eva sabah gerinerek uyandı. Her tarafı ağrıyordu, özellikle kasıkları. Elini oraya götürüp, yüzünü ekşitti ve hızla yataktan kalkıp banyoya geçti. Regl olması imkansızdı, zaten öğle bir ağrı da değildi. İç çamaşırında gördüğü leke ile bir an endişelendi. Daha yeni regl olmuştu bu neyin kanamasıydı böyle. “Lanet olsun,” dedi kendi kendine.
Hızla duşa girdi, çıktığındaysa giyinip Bade’nin odasına koştu. Kapıyı tıklatıp, içeri girdi. Bade koltukta oturmuş, dışarıyı izliyordu. Yine dalgındı. O adamı bir bulsalar... Elinden çekeceği vardı! Bir insan genç bir kızla birlikte olup, nasıl onu bırakıp giderdi ki? Ardında ne bir isim ne bir telefon bırakmadan! Üstelik o adam salak değilse Bade’nin ilk erkeği olduğunu anlamış olmalıydı.
“Bade, günaydın,” dedi tedirgin bir sesle.
Bade arkasına baktı. “Günaydın Eva, girsene.”
Eva girip, önce başına, sonra da karnına öpücük kondurdu. Bade’nin gözleri doldu, “Eva?”
Eva hemen karşısına oturdu. “O benim yeğenim. O kadar çok kargaşa çıktı ki, ben bu ayrıntıyı yeni fark ettim biliyor musun?” kızın elini tuttu, “Bade ben teyze olacağım.”
“Ya küçük teyze ve küçük anne. Bakalım nasıl başaracağız.”
“Canın bir şey çekiyor mu?” diye sordu.
“Biliyor musun bunu bana soran ilk kişisin.”
Eva kıza sevgiyle sarıldı, “Özür dilerim Bade. Seni suçladığım, sevinmediğim için özür dilerim.”
“Can parçam, ben sana kırgın değilim ki, özür dileme.”
Kızdan ayrılıp gözlerine baktı, “Söyle bakalım canın ne çekiyor?”
Bade dili ile dudaklarını yaladı ve “Nutella!” dedi.
“Annesi kılıklı,” dedi kapıdaki ses. “Aynı ben.”
Bade “Anne?” diye endişe ile baktı kadına.
“Bende size hamileyken nutella aşerirdim.” Bade gülümseyince, “Ben sana hazırlayıp, getiriyorum,” diyerek odadan çıkacakken, Bade ona seslendi.
“Anne!”
“Efendim?”
“Teşekkür ederim.”
Ecrin gülümsedi, “Sen benim içimden bir parçasın. İstesem de söküp atamam Bade’mim.”
Bade başını aşağı yukarı salladı.
Ecrin çıkınca Eva’nın bakışları kızı buldu ve Bade bu bakışlardaki endişeyi fark etmişti.
“Ne oldu Eva? Bir sorun mu var?”
“Ben sana bir şey soracağım Bade.” Elleri ile oynuyordu.
“Sor da, korkutuyorsun beni.”
Eva derin bir nefes aldı ve dışarıya baktı. “Siz... Yani onunla... İlk kez şey olduğunda... Ertesi gün kanaman oldu mu?”
Bade kaşlarını kaldırdı, “Eva?” dedi ellerini ağzına bastırarak.
“Sus Bade. Soruma cevap ver. Lütfen! Senden başka kimseye diyemem bunu.”
“Hayır, hafif sızı olmuştu ama. Kanamam olmadı. Ama olması da normal diye biliyorum.”
Eva dudaklarını ısırdı. “Of!” diye inledi.
“Eva, siz Çınar’la?”
“Evet,” dedi elini başına koyup, “Dün evine gittik, öğleden sonra. Birlikte olduk. Ama... Yani şey... Birden gelişti.”
“Lan hadi ben içmiştim kendimde değildim. Ya sen?”
“Of Bade! Yapma şunu, yeterince gerginim,” deyip, ayağa kalktı ve odasına gitti. Girdiği an telefonunun çaldığını gördü. Hemen koşup açtı.
“Günaydın.”
“Günaydın güzelim neredesin kaç kere aradım?”
“Bade’nin odasındaydım, sen ne yapıyorsun, neredesin?”
“Şirketteyim de senin sesin neden kötü geliyor? Bir sorun mu var aşkım?”
“İyiyim yok bir şey. Sadece sabah biraz ağrım ve kanamam oldu. Ondan tedirgindim.”
“Doktora gidiyoruz, hemen. Ben gelip-“
Eva hemen itiraz etti, “Saçmalama Çınar ya, ben şimdi internetten bakarım. Eğer önemliyse, gideriz.”
“Ama bebeğim-“
“Tamam Çınar. Sıkıntı yok. Ağrım da geçti zaten.”
“Peki, onun haricinde keyfin nasıl?” -Bugün nasılsa tüm gün birlikteydiler.
“İyiyim, bugün teyze olacağımı fark ettim, garip bir duygu,” dedi gülerek.
“Vay... Doğru ya, bende enişte olacağım.”
Bu sefer Eva kahkaha attı, “Ay olaya bakış açın da çok güzel. Hemen kendine bir pay çıkar.”
“Ee, eniştesi olacağım. Teyzesinin kocası olacağım o küçük böceğin.”
“Sensin böcek. O mercimek tanem benim.”
“Mercimek çok sevimli çünkü.”
“Sen ne zaman çıkarsın şirketten?”
“Bir saate toparlarım. Akşam bizimkilerle toplanacağız. Plan yapmayın.”
“Tamam. Ben de bir saate hazırlanırım.”
“Yeni mi uyandın?”
“Evet.”
“Tamam, kahvaltı yapma o zaman birlikte kahvaltı yaparız.”
“Peki sevgilim.”
Çınar gülümsedi. “Seni seviyorum sevgilim.”
“Kimi seviyon lan?” dedi kapıdan giren Pars.
“Neyse birtanem, ararım ben seni çıkarken. Öptüm.”
“Tamam. Bende öptüm,” dedi kıkırdayarak.
Telefonu kapatıp, Pars’a ters ters baktı. “Ne sokuyon lan o bok çukuru burnunu konuşmama.”
Pars burnunu tuttu. “Lütfen seksi burnum hakkında doğru konuş.”
“Birgün kıracam o seksi burnunu göreceksin.”
“Akşam çıkıyor muyuz?”
“Evet. Bugün gidip, Bade ile biraz konuşacağım. Sonra da ikisini alır, gelirim. Bade’nin morale ve desteğimize ihtiyacı var.”
Pars başını koltuğa koydu. “O pezevengi bir elime geçirsem... Ya nasıl adını bile vermez lan?”
Çınar başını kaşıdı. “Ben öyle olduğunu sanmıyorum abi. Başka bir şey var bu işte.”
Pars başını salladı. “Haklısın galiba. Zaman gösterecek. Bade daha fazla üzülmesin de.” Odadan çıkarken de “Ben akşam için rezervasyon yaptırıyorum her zamanki mekana,” dedi.
“Tamamdır.”
Çınar da elindeki işleri hemen bitirmek için masasına döndü.
***
Arabaya binen kızın ensesinden tutup dudaklarını uzun uzun öptü. “Nasıl oldun bebeğim? Var mı hala ağrın ya da kanaman?”
Eva yüzünü nereye sokacağını bilemedi. “Ya Çınar susar mısın? Yok bir şeyim iyiyim. Ayrıca normalmiş.”
Çınar gülümseyerek yanağını okşadı. “Çok özledim. Yarın gidince ne yapacağım bilmiyorum. Daha zor olacak her şey.” Gaza basıp, ilerlemeye başladılar.
“Gelirsin. Zaten maşallah her fırsatı değerlendiriyorsun.”
“Sen de o Ulaş denen adamı iyi soktun gözüme. Allah’tan Meltem’den öğrenmiştim de zararsız olduğunu, cinayet çıkmadı.”
“Sen de benim arkadaşıma yazdın.”
“Yazmadım. Seni kıskandırmak içindi. Daha doğrusu sinirlendirmek.”
Eva adamın elini tuttu. “Yapma bir daha.”
“Yapmam, senden başkasını gözüm de gönlüm de görmez.” Eva gülümserken, Çınar sakalları ile oynadı. “Eve gidiyorum. Uyar mı?”
“E kahvaltı?” diye dudak büktü.
“Tamam, evde her şey var. Hem tost yaparım sana.”
“Üç kağıtçı.”
Çınar gülerek kaşlarını çattı, “Ben mi?”
“Evet sen. Kahvaltıya diye çağırdın. Ben ne güzel bir sofranın hayalini kurdum, sen iki tostla beni kandıracaksın.”
Çınar iç çekerek elini kızın bacaklarına koydu, “Bebeğim, şu günleri ne çok bekledim bilemezsin, sana yemin ediyorum ve sayılı gün buradasın. Her anını seninle başbaşa geçirmek istiyorum.”
Eva da onun elini okşadı, “Bende zaten şaka yapıyorum. Çünkü bende her anını seninle dudak dudağa, içimde seni hissederek geçirmek istiyorum. Her anlamda...” diye fısıldadı en seksi sesiyle.
“Ooww... Bu daha iddialı!”
“Kesinlikle. İddia benim işim küçük bey,” diyerek boynundan hafifçe ısırdı.
“İzimi de bırakırım, diyorsun.”
Eva kahkaha attı, “Benim izim boynundaki geçici morluklar olmaz Çınar Soylu. Kalıcı bir şekilde kıpkırmızı kalbinde olur.”
“Ah Cem Ernez’in kızı, her şeyinle farkını ortaya koyuyorsun,” deyip başını geriye atıp güldü, “Başım büyük dertte.”
Siteye geldiklerinde arabayı park edip, yukarı çıktılar. Yoldan da bir kaç şey almışlardı. Eve girip, hazırlık yaparken, adam rahat durmuyor, her fırsatta Eva’nın dudaklarını öpüyor, her yerini okşuyordu.
“Bir an önce karnını doyuralım sonra da odaya gidip akşama kadar çıkmayalım,” dedi Çınar kendini kıza bastırıp, inlemesine sebep olurken.
Ve kapının çalınma sesi ile ikisi de dondu. Bekledikleri bir şey değildi ve Eva tedirgin olmuştu. “Kim?” diye sordu Eva korkarak.
“Kapıcı falandır. Bakarım ben.”
“İnşallah odur.”
Çınar delikten baktığında Pars’ı gördü. “Lanet olsun,” diye tısladı. “İçeri geç. Pars gelmiş.”
“Bunun şirkette olması gerekmiyor mu?”
“Ne bileyim, yollarım şimdi.” İkisi de fısıltılarla konuşuyorlardı.
Kız içeri geçince, Çınar da kapıyı açtı.
Pars “Ne haber ortak?” deyip, Çınar daha konuşamadan içeri girdi.
“Müsait olup olmadığımı sorsaydın keşke Pars. Zira müsait olmadığımı söylerdim.”
“Neden müsait olmayacakmışsın canım? Allah Allah!” diye bağırdı.
“Misafirim olabilir belki.”
“Hani şu geçen haftaki esmer mi? Yoksa üç gece önceki kızıl mı?”
“Kes sesini ya, ne saçmalıyorsun? Yalan yanlış şeyler!” elini saçından geçirdi, “Ayrıca ne bağıra bağıra konuşuyorsun?”
Pars piçliğe vurmaya devam etti. “Valla geçen ki esmer senden çok memnun kalmış. Bu gece takılalım mı yine dedi. İşimiz var diye, yarına erteledim. Uygun musun?”
“Lan ne esmeri ne kızılı, kes sesini! Saçma şeyler diyorsun, Allah korusun inanır-”
“Gören de içerde sevgilin var sanır.”
Çınar dudaklarını ısırdı, “Sanane!” diye homurdandı.
Pars daha fazla uzatmak istemedi ve masaya oturdu, “Eva gelsene kuzum, kahvaltı edelim.”
Çınar kaşlarını çattı bu sefer. “Piç kurusu. Bilerek yaptın.”
“E herhalde. Gördüm Eva’yla geldiğinizi.”
Eva içeriden çıktı. “Esmer kim, kızıl kim Çınar?” diye cırladı.
“Bebeğim, bu o itici göt-yani itici poposundan uydurdu. Yok öyle bir şey!”
Pars yüzünü buruşturdu. “Seninkidir itici. Benimki gayet de çekici,” dedi. Sonra Eva’ya döndü. “Ne haber Eva. Yoksa Eva yenge mi diyelim?”
“Kes sesini ve defol git.”
“Niye ya? Hayatta gitmem. Tost yiyeceğim. Açım ben.”
“Oğlum bak düşersin elime,” diye tehdit onu Çınar, ama Pars pek de oralı olmadı.
“Allah düşürmesin,” dedi bir tane zeytini ağzına atarken. “Siz ne yapıyordunuz baş başa evde? Cem ve Ernez’in haberleri var mı?”
Çınar dişlerini sıktı, “Yok abiciğim hiç bir halt kimsenin haberi, o yüzden o düşük çeneni tut!”
“Aaa aşk olsun benim çenem düşük mü? Hiç sevmem dedikoduyu,” deyip iki zeytin daha yedi.
Eva ofladı, “Ben yumurta kızartayım en iyisi hayatım!” diye sinirle çıkışta.
“Tamam aşkım.”
Pars gözlerini kıstı, “Ooo... Aşkım’lar, hayatımlar... Maşallah size. Oğlum sen gençliğine acımıyor musun? Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk, diye bir saçmalık yok! Yalan! Bu kızın babası varya, hani Cem Ernez olan, seni varya hani daha altında bezin varken bile sevmediği seni, yumurtanın sarısı gibi çırpar çırpar, sonra da kızgın tavada kızgın yağla kızartır. Manyak mısın lan? Bir de ‘Aşkım’ diyor ya! Tam deli.”
“Deliyim lan sanane! Değil Cem Ernez, sülalesi gelsin bu kız benim!” adama yaklaştı, “İster ben isterim seve seve verir, yoksa o sevgiyi çok farklı yerlere taşıyıp, istemeden almasını bilirim. Anladın mı?”
Pars başını aşağı yukarı salladı sırıtarak, “Anladım da hadi bekliyorum, yapın şu tostları. Çok acıktım ben ya.”
Çınar homurdanırken, Eva adama dil uzattı.
Pars ayıplar gibi cık cıkladı. “Kendimi istenmiyormuş gibi hissediyorum ama, kırılırım. Sonra da gidip sizi babanıza şikayet ederim. Beni evden kovdular, derim.”
Eva “Çok isteniyorsun ya,” diye geveleyince, Çınar da “Yüzsüz ya,” diyerek homurdandı.
Pars onlara takılsa da ikisinin adına çok sevinmişti. Yıllarca birbirlerine nasıl baktıklarını fark etmişti, birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini Çınar’ın ağzından bir kere bile duymasa da gözlerinden anlıyordu. Ve kimseye bakmayan o gözleri bas bas ‘Ben Eva’ya aşığım’ diye bağırıyordu zaten.
***
“Bade güzelim, istediğin bir şey var mı?” diye bağırarak sordu Çınar. Müziğin sesi çok yüksekti.
"Ya burada çikolatalı bir şeyler var mı?” dedi acı dolu bir sesle.
“Çikolata mı?” dudaklarını büzdü, “Soralım dur,” derken kıza gülümsüyordu. Eva’nın beline elini yerleştirip hafifçe eğildi, “Sen bir şey istiyor musun canım?”
“İçkim bitti,” dedi dudaklarını büzerek.
Çınar onun dudaklarına bakarak iç çekti, “Büzme o dudakları Eva, sülale, kardeş, kuzen falan dinlemem kaparım.”
Eva küçük bir kahkaha attı ve eğilip kulağına fısıldadı, “Şuan burada değil de, senin evde, senin odanda, senin yatağında ve senin sıcaklığınla yanmak isterdim.”
Çınar “Buyur burdan yak!” diye sinirle homurdandı. “Gidelim isterseniz küçük sarı şeytan, seve seve yakarım sizi?” dedikten sonra kendi kendine güldü, “Şuna bak hanımefendinin içinden kocaman bir ateş parçası çıktı. İyi mi?”
“Valla içimden çıkana değil, o ateşi yakıp da harlayana bak sevgilim! İşiniz de oldukça başarılıydınız.”
Çınar hayretle başını eğdi, “Başarılarımın devamını dilerim o zaman. Sonuçta her ateşli erkeğin arkasında olduğu -ah pardon içinde olduğu bir kadın vardır. Kendi marifetini küçümseme.”
“Ah bunu aklımda tutacağım,” dedi pipeti ağzına koyup dudaklarını büzerek içeceğini içerken. Sonra da biten bardağı salladı, “Bak bitti.”
Çınar sadece kızın dudaklarına bakıyordu, “Bende bittim...” diye homurdandı.
Can ikiliye bakıp kaşlarını çattı, “Pars,” dedi yanında oturan genç adama.
Pars ise etrafı süzüyordu, “Ha!” diye yanıtladı onu.
“Bu Eva ile Çınar’ın arasında bir şey mi var? Tuhaflar.”
“Saçmalama lan. Babanın kızıyla aralarında ne olabilir ki? Çınar eminim kendini canlı olarak seviyordur. Kızarmış ördek olarak çok da sevilesi olmaz.”
“Ne bileyim geldiklerinden beri birbirlerinden gözlerini ayırmadılar.”
“Onlar hep öyle, bilmez misin? Boşver ufaklık, hadi önüne bak. Kolanı iç kolanı!” bu da gider şimdi babasına abuk abuk anlatırsa her şeyi, Çınar biterdi.
“Of ya! On sekiz yaşına geleyim, sizinle takılmayacağım artık! Hep kola içiriyorsunuz bana!”
Bade çocuğun kafasına vurdu, “Bacaksıza bak, büyümüş de kolayı beğenmiyor.”
Meltem Kuzey ile sohbet ederken çalan telefonunu müzik sesinden zar zor duymuştu. Baktığında dört mesaj vardı, hepsi de Mert Ali’dendi. “Şimdi sıçtım!” dese de, küs olduklarından çok da renk vermeyecekti ona, tüm gün aramamıştı neticede beyefendi.
Ma: “Bebeğim, hala küs müsün bana?”
Ma: “Özür dilerim her ne yaptıysam”
Ma: “Cevap ver ama, ben kendimi kötü hissediyorum böyle. Zaten uzaktasın. Deli gibiyim şuan sensiz...”
Ma: “Meltem neredesin? Bak arıyorum ha! Ne bu ya? Daha da İstanbul yok sana, bitti! Ben nereye sen oraya!”
M: “Kuzenlerimle dışardaydım, müzik sesinden duymadım. İyiyim sıkıntı yok.”
Ma: “Dışarda mısın? Neden haberim yok Meltem? Hani hiç çıkmayacaktın? Hani vaktin olmayacaktı? Bu ne şimdi?”
M: “Gündüz konuşmadığımız için, akşam da hesap vermek için arayasım gelmedi Mert Ali. Ayrıca Bade’nin morali bozuk diye çıktık.”
Ma: “Kızım sen küstün kapattın telefonu, benim suçum ne?”
M: “Odunluk.”
Ma: “Meltem!”
M: “Ne?”
Ma: “Nerede ve kimlerlesin?”
M: “Kuzenlerimle, canlı müzik yapılan bir yerdeyiz.”
Ma: “Say sen bi şu kuzenlerini?”
Meltem bir an ofladı.
“Ne oldu?” diye sordu ona Çınar.
“Kıskançlık krizi tuttu yine, ne olacak?” dedi sinirle sırıtarak.
Çınar kahkaha attı. Meltem ise abisinin dünden beri neşesine anlam veremiyordu. Fazla neşeliydi. Eva ile de bir değişiklerdi. Ama aklına hiç yanlış bir şey gelmiyordu nedense.
M: “Çınar, Eva, Bade, Pars, Can, Kuzey, Ezgi, Oğuz, Sertaç, Serdar, Sera, Cennet ve İlker. Oldu mu? Tanıdın mı?”
Ma: “Yok olmadı. Yarısını tanımıyorum. Nasıl kuzense.”
M: “Ya tanışmadığın için olabilir mi acaba? Neden sinirlisin ayrıca?”
Ma: “Haber vermeden gece çıktığın ve bana ‘bir yere çıkmayacağım Mert Ali’ dediğin için olabilir mi acaba aşkım?”
M: “Abim yanımda hayatım. Merak etme.”
Ma: “ Ederim ben merak Meltem! Sevgilim gecenin bir yarısı sokaktaysa ve ben yanında yoksam, ederim! Kuzey kim? Hiç duymadım!”
M: “Amcamın oğlu.”
Ma: “Öz mü?”
M: “Öz!”
Ma: “O ünlemi sil bakayım! Ayıp. Bağırıyormuşsun gibi. Neyse, o olur. Amca baba yarısıysa oğlu da abi yarısıdır, diğer yarısını bana kestirtmesin! Oğuz? İlker? Serdar? Sertaç? Onlar kim?”
M: “Sadece de erkekleri soruyorsun. Oğuz Rüya halamın oğlu. İlker de Ateş amcamla Yağmur teyzemin çocukları. Ateş amcam babamın yakın arkadaşı. Sertaç, Serdar da Yağız amcamla Eyşan teyzemin oğulları. Yağız amcam annemin kuzeni, aynı zamanda da babamın ortağı. Birlikte büyüdük. Pars ile Can’ı biliyorsun zaten. Oldu mu?”
Ma: “Hayır, hala kıskanıyorum. Hiç yardımcı olmadı.”
Ma: “Eve gider misin Meltem lütfen ya?”
M: “:) Saçmalama Mert ya. Sen gece barda çalışıyorsun, ben de o zamanlar kıskanmıyor muyum sanıyorsun?”
Ma: “:) Bak sen! Kıskanıyor musun?”
M: “Evet, hem de çok.”
Ma: “İyi, sen şimdi eve git, ben de yarın istifa edeyim. Güzel anlaşma bence.”
M: “İşin o senin. Para için de değil, sevdiğin için yapıyorsun. Bu yüzden bunu senden isteyemem.”
Ma: “İsteyebilirsin bebeğim. Bak ben ne güzel istiyorum eve gitmeni.”
M: “İyi geceler bebeğim. Eve girince haber veririm.”
Ma: “Yarım saat!”
Ma: “Duydun mu beni?”
BİR SAAT SONRA
Ma: “Meltem!”
M: “Ne?”
Ma: “Eve girmedin mi hala?”
M: “Hayır. Bardan çıktık. Köfte ekmek diye tutturdular. Sahildeyiz.”
Mert Ali artık sinirden yumruklarını sıkıyordu.
Ma: “Eve Meltem! Çabuk! Gecenin üçü ya, farkında mısın? Deli edecek beni!”
M: “Arkadaşlarımla alem yapıyormuşum gibi davranma bana Mert. Abim ve kuzenlerimleyim.”
Ma: “Lan ne kuzeni? Yemişim kuzenlerini. Hepsi babanın arkadaşlarının bilmem neyleri. Bunu çok fena ödeyeceksin. Görüşeceğiz. İyi eğlenceler sana Meltem hanım.”
M: “Uçağım yarın sabah dokuzda.”
Meltem cevap gelmeyince fena bozuldu. Diyemiyordu ama onu deli gibi özlemişti. Bu kadar kısa zamanda bu kadar alışması normal miydi? Bu onu korkutuyordu, hem de çok. İleride ilişkileri bitmese bile, onun okulu Meltem’den önce bitecek ve o kendi memleketine dönecekti. Karadeniz’e dönmese bile İstanbul’a yerleşecek. Peki o zaman nasıl yapacaklardı? Özellikle böyle, bu derece birbirlerini kıskanırken. Derin bir nefes alıp verince Çınar onu sardı.
“İyi misin birtanem? Bütün gece dalgındın.”
“Mert Ali. Yani onunla biraz bozuştuk da. Ona canım sıkkın.”
“Ooo... Bozuşmalar da başlamış. Özel mi?”
“Hayır. Mesafe olunca kıskançlığı devleşti. Sizlerden bile kıskanıyor.”
Çınar gülümserken bir an Eva’ya baktı. “Yanında değildir diye o. O aslında bizleri değil, senin varlığını kıskanıyordur. Olur öyle, hepimizi tanıdıkça azalır.”
“O ne demek?”
“Senin onun yanında olmanı istiyordur. Şöyle söyleyim, bizim seninle zaman geçirmemizi hazmedemiyordur. O da seni görmek, sesini duymak istiyordur. Kıskançlığı güvensizlikten değildir yani, emin ol. Yani bende olsam kıskanırdım.”
Meltem gülümsedi. “Sen bana iyi geliyorsun ya,” dedi ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.
Yanlarına oturan Kuzey, Meltem’i Çınar’ın kollarından alıp kendi kollarının arasına çekti. “Kıskanıyoruz ama!” dedi çocuksu bir tavırla. “Biraz da bize sarıl.”
Meltem onu da yanağından öptü. “Oldu mu kıskanç kuzen?”
“Oldu, oldu.”
Çınar eğilerek Kuzey’e fısıldadı. “Abi, sevgilisi hem kıskanç hem Karadenizli söyleyim. Az uzak dur.”
Kuzey kaşlarını kaldırdı. “Kimdir da bu canına susamış uşak? Bak sen şu ufaklığa, büyüdü de sevgilisi mi olmuş, maşallah!”
“Mert Ali, Mert Ali Alahanlı,” dedi Meltem sırıtarak.
“Hım, şu Mert ve Ali’yle oynayalım azıcık.”
“Oynayalım derken?”
“Çınar demedi mi kıskanç diye?”
“Ee?”
Telefonunu çıkardı. “Ee’si güzellik şu. Erkekler sevgililerinin yanında değilken, hele de yanlarında başka erkekler varsa, delirirler.”
“Demek normalmiş...” diye mırıldandı Meltem.
Kuzey telefonunun kamerasını açtı, “Öp bakalım demin ki gibi.”
Meltem başını sağa sola salladı oflayarak. “Yemin ederim çocuksunuz. Ne istiyorsun sevgilimden?”
“Ben medeniyim kızım. Adamı yumruklayamadığımıza göre, böyle çektireceğiz. Şiddete tamamı ile karşıyım!”
Meltem bu sefer kahkaha attı. O an Kuzey yanına yaklaşıp, bir poz çekti. Sonra Meltem onu yanağından öperken, yüzüne komik bir ifade verip, yine fotoğraf çekti. Kızı sarıp, göğsüne bastırdı, o kadar sıkmıştı ki, Meltem suratını ekşitmişti. O halde de çekti ve kolajlayıp, Meltem’e attı.
“Şimdi onu paylaş,” dedi sırıtarak.
“Emin misin?”
“Eminim.”
“Bak kırk yılda bir doğru dürüst bir adam buldum, o da elimden giderse seni boğarım!” dedi gözlerini kısarak.
“Ne kıymetli sevgiliymiş arkadaş! Eminim eminim, paylaş,” diyerek güldü.
Meltem de paylaştı.
“Kuzenle eğlenceli dakikalar...”
Ma: “Sikecem o kuzenini, ilk gördüğüm yerde Meltem.”
Meltem mesajı gördüğünde gözlerini pörtleterek okudu. “Sikecem ne be? Edepsiz!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.65k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |