
Ve büyük gün gelip çatmıştı. Düğün töreni için herkes hazırlanmış ve büyük bir konvoy eşliğinde düğünün yapılacağı eski bir saraya gelmişlerdi. Bade ile Burak onlar için hazırlanan bekleme odasına giderlerken, diğer herkes salona girmişti.
Karadeniz Meltem için kabus gibi başlamış ama rüya gibi bitmişti. O kadar ki- özel bir davetiye ile Burcu ve Ali Efe de düğüne çağrılmıştı, onlar da büyük bir zevkle katılacaklarını bildirmiş, düğün günü İstanbul’a gelmişlerdi.
Rüzgar, Beste ve Meltem ile Mert Ali ikiliyi kapıda bekliyorlardı. Kapıdaki tüm gözler son model arabadan inen Burcu’ya yöneldi. Üzerinde kış ayına uygun kadife, uzun kol, mini, kırmızı bir elbise vardı. Sarı saçları omuzlarına dökülmüştü. Kesinlikle yıllara meydan okuyan bir kadındı. Ali Efe büyük bir onurla karısını koluna alıp çiftin karşısına geçip elini uzattı.
“Ali Efe Alahanlı, Mert Ali’nin babasıyım,” dedi.
Burcu da hemen elini uzattı, “Bende Burcu. Annesiyim.”
Rüzgar kibarca gülümsedi, “Çok memnun oldum Ali Efe bey, bende Rüzgar, Meltem’in babasıyım. eşim Beste."
Beste ile Burcu birbirlerini öpmüştü, “Çok memnun oldum. Oğlum sizlerden çok bahsetti.”
Beste de memnun olduğunu iletip, Ali Efe’nin elini sıktı.
Burcu ile Ali Efe Mert Ali ve Meltem’i de öptükten sonra hep birlikte içeri geçtiler. Düğünün yapılacağı mekan gerçekten nefes kesiyordu. Tam kış düğününe uygundu her şey. Buz mavisi ve beyazın ağırlıklı olduğu bir konsepti. Tavandan sarkıtılan kar taneleri ise çok şıktı. Gizli ısıtma sistemiyle de içerisi bayağı sıcaktı.
Mert Ali ile Meltem salona elele girmişlerdi, arkalarında da anneleri ile babaları vardı. Meltem hemen kuzenlerinin ve arkadaşlarının olduğu masaya koşup, Mert Ali’yi hepsi ile büyük bir mutlulukla tanıştırdı.
Masaya oturduklarında Mert Ali hafifçe eğildi kulağına, “Bu gece gerçekten nefes kesiyorsun,” diye fısıldadı.
Meltem’in yanakları kızardı, “Mert Ali yapma.”
Onu kollarına çekerek sarıldı, “Seni çok seviyorum Meltem. Sakın ayrılmayalım olur mu?”
“Bugün bunu kaçıncı kez söyledin. Ayrılmayacağız Mert Ali. Seninle birlikte yaşlanacağız söz.”
Ve düğün başlamıştı. Tüm aile sahnedeydi, herkes coşmuş, şarkılarla eğleniyorlardı. Çınar ve Meltem’in zorlaması ile Mert Ali de sahneye çıkmıştı, ama çıkarken Meltem’i de sürüklemişti.
“Gel buraya, sensiz söylemeyeceğim.”
Meltem başını sağa sola salladı, “Saçlarım toplu, olmaz.”
“O zaman gözlerime bak sadece...”
Öyle de olmuştu. İki şarkıyı da adamın gözlerinin içine bakarak söylemişti. Sonra Meltem sahneyi Poyraz amcası ile Mısra yengesine bıraktı. Mert Ali onlarla şarkı söyleyeceği için bayağı heyecanlanmıştı.
“Sizinle şarkı söylemek bir onur,” dedi Mert Ali ikiliye bakıp gülümseyerek.
“O onur bize ait.”
Ve art arda herkesi coşturacak şarkıları sıralamışlardı. Herkes oynarken, Çınar ile Eva birbirlerinin gözlerine dalmış, bedenleri de birbirlerine yapışmış bir şekilde dans ediyorlardı.
“Eva... Çok güzelsin. Kalbimi durduracak, beni delirtecek kadar güzelsin.” Burnunu boynuna bastırıp, içine çekti. “Ve Eva Ernez bu gece odandayım, benimsin.”
“Ne?” etrafına bakındı önce, neyseki kimseye yakın değillerdi, “Saçmalama Çınar.”
“Sus ve sarıl. Aksine beni ikna edemezsin çünkü.”
“Deli.”
“Olabilir.”
“Manyak!”
“Kesin.”
“Aklını kaçırmışsın!”
Çınar kızın gözlerinin içine baktı, “Seninleyim Eva. Cem Ernez’in kızıyla. Sence aklı başında birinin yapacağı şey mi bu? Cık cık cık!” yapıp gülümsedi.
“Öldürürüm seni Çınar Soylu!” dedi adamın dediğine şaşırarak.
“Gece ellerinizle ölmeye geleceğim küçük hanım.”
“Babamın elinden ölme de...”
“Bakacağız artık, kısmet,” dedi ve onu kendine çekip dans etmeye devam etti.
Ve duygusal bir vedalaşmanın ardından Bade ile Burak yeni hayatları için yanlarından ayrılmıştı.
Beste misafirleri olan çifte döndü, “Bu gece bizde kalın. Odalarınızı hazırlattım.”
“Çok teşekkür ederiz ama burada evimiz var zaten orada kalacağız.”
Beste ile Rüzgar çok ısrar etse de kendi evlerine gitmeyi tercih etmiş ve onlar da mekandan ayrılmıştı.
*
“Çınar sana inanamıyorum, annemler duyarsa?”
Çınar cebinden kravatını çıkarıp salladı, “İşimi garantiye almayı severim.”
“Hayır, onu bağlamayacaksın!” dedi gülerek, bir yandan da adamın gömleğini çözüyordu.
“Bu gece beni delirttin! Kıyafetinle, gülüşünle, bakışınla ve Eva Ernez, her ne kadar çığlıklarınla bu evi ayağa kaldırmak için delirsem de daha ölmek için çok gencim.”
Eva kıkırdadı, “Peki. Canın önemli sonuçta.”
Kızın elbisesi de iç çamaşırları da çıkmıştı, “Kapı kilitli değil mi?”
Eva onu yatağa itti, “Kesinlikle.”
Adam üstünde olan kızı altına aldı, “Şu tatil için gün sayıyorum,” diyerek kızın boynuna, dudaklarına öpücükler konduruyordu.
“Ah bende... kar, kayak, sen, ben, şömine...”
“Yatak, şömine, sen, ben, şarap ve bir daha yatak. Başka aktivite yok güzelim.”
Eva adamı geriye itip, yine kendi üste çıktı, “Tatile gidiyoruz, Soylu! Ayrıca yalnız olamayacağız.”
“İnan umurumda bile değil, hiç ve kimse!”
“Saçmalama ya!”
Çınar yeniden tek hamle ile onu altına alıp, dudağına uzun bir öpücük bıraktı, “Bakalım, eğer gece bana yeterse belki gündüz bir iki saat seni özgür bırakabilirim.”
“Edepsiz!” diyerek gülüştüler ve bu aralarındaki son diyalogdu. Sonrası ateşti...
***
Otele giriş yapan grupla bütün gözler onlara çevrilmiş ve fısıltılar başlamıştı. Çınar ayırtılan odaların kartlarını bir bir dağıttı.
“Tamam mı herkes?”
Mert Ali sevdiği kızın yanına gelip, “Biz neden aynı odada kalmıyoruz Meltem?” diye sordu.
“Ya tamam Mert, dedim ya sana gece gelirsin. Şimdi ne söyleyeyim abime? Biz sevgilimle aynı odada kalacağız mı?”
“Evet Meltem öyle de! Bak o çekiniyor mu Can’dan? Maşallah! Sülaleniz bir bana rahat değil her halde!” dedi homurdanır gibi.
Meltem kıkırdadı, “Valla düşününce çok haklısın. En edepli kız sana düştü bu ailede. Şansına küs! Ben ailemin gözünün içine baka baka ‘Ben bu adamla yatıyorum’ diyemiyorum, ne yapayım?”
Mert Ali alayla güldü, “Ben ailenin gözünün içine baka baka sevişelim demiyorum zaten, odamızda yapalım. Ayrıca ne yatması Allah aşkına, onu da tam beceremiyoruz! Öyle söylerim ben abine.”
“Şikayetiniz varsa buyurun Mert Ali bey tutmayalım sizi! Belki her anlamda becerebileceğin kızlar vardır. Ben önünüzde durmayayım.”
“Yok! Ben seni ölsem bırakmam Meltem Soylu! Onu sil aklından da azıcık artık ileri gitsek diyorum, yani en azından beni yarım bırakmasan-”
“Mert Ali sus Allah aşkına, ne kadar ayıp!”
“Ayıbını... Tövbe ya Rabbim! Tamam Meltem’im sustum!”
“Süper...”
Herkes odalarına dağılmıştı. Eva eşyaları yerleştirirken arkasından beline sarılan kollarla gözlerini yumdu.
“Çınar, seni çok seviyorum.”
Adam onu kendine çevirip, dudaklarına yapıştı. “Bende seni çok seviyorum. Aslında burada seninle sabaha kadar sevişmek istiyorum ama bizimkiler program yapmış. Mesaj atmışlar.”
“Evet ya, yıldızların altında ateşin başında şarkı söyleyip çılgınlar gibi dans edelim.”
“Ee hadi sıkı giyin o zaman.”
Birlikte hazırlanıp, çıktılar odadan. “Meltemlere kapıyı çalalım.”
“Onlar inmiş. Aşağıdalar,” dedi onun elini kendi elinin arasına alıp yürürken.
“İyi tamam.”
Dışarı çıktığında atmosferin büyüsü ile şaşkınlıkla bakmıştı etrafına. “Ay şu manzaraya bak Çınar,” dedi ahşap yoldan yürürken. Her yer bembeyazdı. Ahşap yolun çitleri sarı led ışıklandırmalarla doluydu. Çınar yanında sessizce yürüyordu sadece. “Bayıldım. Balayına da buraya gelmeliyiz. Ben istemiyorum yurt dışı falan.”
Herkesin olduğu yere geldiklerinde süslemeler daha bir belirgindi. Kalpli balonlar, ağaçlardan sarkıtılan nazar boncukları, ikisinin yıllarca çekilmiş fotoğrafları ile fenerler, varillerde yanan ateşin etrafında toplaşan arkadaş ve kuzenleri ve ‘SENİ SEVİYORUM ÇOCUKLUK RÜYAM’ yazan kocaman bir pankart.
Onlar yanlarına geldiklerinde Pars hemen ‘başlat’ düğmesine basıp geniş ekrana bir görüntü verdi. ‘EFSANE AŞKLARIN ÇOCUKLARININ MASALI II’ yazan yazının ardından video başladı. Bu Eva ile Bade’nin birinci yaş günleriydi. Eva ağzını kapatarak izliyordu.
“Eva hadi söndür mumları da pastamızı yiyelim ya,” diye bağıran Pars’tı.
Ama ne Eva ne de Bade mumları üflemiyor, korkarak babaları ile annelerine sığınıyorlardı. En sonunda Eva kendi pastasını ayağı ile itip yere düşürmüştü ve Çınar da yerden pastanın bir parçasını alıp Cem ile Eva’ya fırlatmış, ardından da herkes pastaları birbirine atmaya başlamıştı.
Ve ardından hızlı hızlı Çınar ile Eva’nın olduğu bir sürü video oynatıldı. On sekizinci yaş gününe kadar... En son video ise Bade ile Eva’nın beşinci yaş günüydü.
“Hadi dilek tutun meleğim!”
Eva ellerini çenesinin altında birleştirip, bağırdı, “Çınar ile evlenmek!”
Ve video durdu...
Çınar tam arkasındaydı, “Dileğini gerçekleştireyim mi?” diye fısıldadı.
Eva gözünden sicim gibi akan yaşlara inat, gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı, sonra da adama döndü. “Gerçekleştir...” diye fısıldadı.
Çınar kızın önünde diz çöküp kutuyu açtı. O sırada her şeyi kameraya çeken Kuzey, “Baksana Cem Ernez mi yaptı yüzüğü?” diye sordu.
Pars “Siktir, olaya bak!” dedi bağırarak, “Lan Cem’e mi yaptırdın yüzüğü? Kral hareket yemin ederim.”
Çınar onlara bakıp, “Çaktırmayın lan, o anneme yapıldığını sanıyor. Doğum günü hediyesi olarak,” dedi ve kahkaha attı.
Herkes ‘Ooo...” derken, bir kısmı da ıslık çalıyordu. Kuzey ise çekerken, arkadan konuşuyordu, “Evet sayın seyirciler, gördüğünüz bu yüzük ‘asla kızımı kimselere vermem’ diyen efsane melek Cem Ernez tarafından, damadı kızına evlenme teklifi etsin diye özel olarak yaptırılmıştır. Ondan aynı performansı bizim için de yapmasını bekliyoruz. Valla süper yüzük. Eline sağlık Cem abi, öpüyoruz seni.”
“Susun lan, erken yaşta ölmek istemiyorum.”
Eva “Çınar et artık şu teklifi!” diye bağırınca Çınar sesini düzeltip, başladı.
“Sen benim çocukluğumsun Eva, haylazlandığım tek yürek, akıllandığım tek düşünce, hırçınlaştığım tek öfke, durulduğum tek ve ilk aşk, sığındığım tek limansın. Sen benim hem kendimi kaybettiğimsin hem de kendimi bulduğum tek kişisin. Öptüğüm, dokunduğum tek tensin. Benim bugüne kadar ne yanımda, ne hayatımda, ne rüyalarımda, ne hayallerimde senden başkası olmadı. Olmasın da...”
“Olmasın da...” son kelimeyi ikisi aynı anda söylediler.
Çınar gülümsedi, “O zaman benim ilk ve son yaram, benim ilk ve son aşkım, benim ilk ve son tutkum, benim her şeyim olur musun? Benimle evlenir misin Eva?”
Eva yine başını aşağı yukarı salladı, “Evet! Evet evlenirim!” diye bağırdı.
Çınar hızla ayağa kalkıp, özel olarak yaptırdığı yüzüğü parmağına takıp dudaklarına yapıştı.
“Bunu da çekeyim mi?” diye sordu Kuzey gülerek. -Zaten durdurmamıştı çekimi.
Çınar öpücüğünün arasında, “Sakın durma!” diye söylenip, yeniden öpmeye devam etti. Hem öyle bir öpücüktü ki bu, ateşi her taraftan hissediliyordu. Etraf bu anı çekenlerle, ıslık çalanlarla kaynıyordu.
Ve Mert Ali oturduğu yerde gitarını kucağına alıp, Çınar’ın istediği şarkıyı çalmaya başladı. Mikrofon Sertaç’taydı ama şarkıları hep bir ağızdan eğlenerek söylüyorlardı.
“Mevzu derin konu gözlerin...
Uuuu!
Harelerine hapsettin!
Sözlerin yakar yıkar beni,
Duyamadım birileri buna aşk mı dedi?”
...
“Lafı mı olur dar ağacına vur beni?
Sözü mü olur yedi düvene sor beni?
Yetti canıma!
Yeterki anla!
Sevdalardayım...”
...
“Dünyaya geldik bir kere!
Kavgayı bırak her gün bu şarkımı söyle!
Sevdikçe güler her çehre!
Mutluluklar bir olsun, acı birlikte...”
...
“Elden ele dolaşır yüz yıllardan beri
Değişmeden bir tek kelimesi!
Kim yazmış,
Kim çizmiş,
Kim basmış belli değil...
Hecelenir bu aşk alfabesi...”
Ve sıcak şarabın olduğu kadehler havalandı...
“En kötü günümüz böyle olsun!”
“Hiç ayrılmamak dileği ile...”
“Aşkla dolu yıllara...”
***
Öte yandan İstanbul’da Cem hop oturup, hop kalkıyordu. “Ecrin! Edepsize bak sen, babasını da kullanmış, yüzüğü ben yaptım ben! Ellerimle yaptım. Taşlarını tek tek seçtim. Ama Rüzgar’la Ateş’in ısrarından anlamalıydım. Hayır ben Finans müdürüyüm arkadaş beni ne sokuyorsun atölyeye?”
“Ama Cem bak ne güzel anı kaldı işte-”
“Kızımı öpmüş!” diye bağırdı ve tekrar videoyu açıp gösterdi, “Bak! Gördün mü? Bir de altına yazmışlar, Finans, tasarım ve her türlü yapımda emeği geçen CEM ERNEZ’e sonsuz teşekkürlerimizle! Hem edepsiz hem beleşçi. Yazdım bende altına, ‘Beleşçi edepsiz damat’ yazdım.”
“İyi ettin meleğim,” dedi Ecrin gülümsemeye çalışarak.
“İyi ettim tabi! Geberteceğim onu. O yüzüğü ona yutturup, sonra geri bir yerlerinden bağırttıra bağırttıra çıkartacağım.”
Ecrin ofladı ve çaktırmadan yandan yandan mutfağa kaçtı. Yoksa susmayacaktı.
2 YIL SONRA...
Meltem kaçıncı kez geldiğini bilmediği bu şehirde gerçekten çok huzur buluyordu. Derin bir nefes çekip bir taksi durdurup bindi ve son arayan numarayı tuşladı.
Telefonu açar açmaz “İndin mi?” diye sordu Reyhan.
“İndim indim. Sen dediklerimi hazırladın mı?”
“Her şey hazır. Sabahtan beri bu odadan uzak tutacağım diye akla karayı seçtim.”
“Tamam. Mert Ali inandı ama benim gelemeyeceğime. Çok bozuldu, bir an demek istedim. Kıyamadım ya...”
“Aaa yengeciğim. Günlerdir bunu hazırlıyoruz. Sabah hediye paketi gelince asıl sen suratını görecektin. Sanki bomba varmış gibi bakıyordu kutuya. ‘Hediye istedik sanki, kendi gelseymiş’ diye tüm gün homurdandı.”
Meltem kahkaha attı, “Görünce şok olacak. Evde değil mi? Ben gelince nasıl gireceğim o odaya?”
“Yok ya, bir telefon geldi iki saat önce çıktı. Gelir şimdi.”
Meltem’in gülümsemesi soldu ve telefonu kapatmadan son attığı mesaja baktı. Uçaktan inince ona ‘ne yapıyorsun?’ diye mesaj çekmişti. Hatta telefonu kapalıydı diye iki saat dırdır etmişti. Dışarıdaydım, şarjım bitmiş, sözüne inandırana kadar akla karayı seçmişti Meltem. Tüm bunlar tam tamına on beş dakika önceydi...
Ma: “Evdeyim hayatım. Seni düşünmekten başka ne yapabilirim.”
“Meltem orada mısın?” diye üçüncü kez tekrarladı sorusunu Reyhan.
Meltem birden ayılmış gibi irkildi, “Bur-buradayım. Tamam Reyhan, işi çıkmıştır acil falan, ben yayla yolundayım, yarım saate geliyorum.”
“Tamam. Abim de gelmiş olur o saate.”
Telefonu kapattığında Meltem’in içinde oluşan sıkıntı büyüdü. Zaten birkaç gecedir de üst üste kabuslarla uyanıyordu. Dün gece ise kapkara bir gökyüzünün altında kaybolmuş olarak gördü kendini, çığlıklar atıyor, bağırıyor ama kimse onu duymuyordu. Sol tarafındaki deniz kudurmuş gibi dalgalarını ayaklarına vuruyor, rüzgar tüm şiddeti ile esiyor ve Meltem sadece korkudan tir tir titriyordu.
Yutkundu...
Neredeyse üç senedir bu adamla beraberdi... Ve Mert Ali ona ilk kez yalan söylemişti. İyi de neden?
*
Meltem eve geldiğinde o kadar sıcak karşılanmıştı ki, sıkıntısını bir an unutmuştu bile. Odanın içindeki son hazırlıkları da yapıp bitirdiğinde Reyhan heyecanla “Abim geldi!” diye bağırdı. Meltem üstündeki elbiseyi eliyle düzeltti ve beklemeye başladı.
Mert Ali iki gecedir yaşadığı yorgunluk yüzünden bitkin bir şekilde indi arabadan. Yaşadığı şok, aldığı haber, süreç... gerçekten zorluydu.
Bir hafta önce çaylık yolunda bir ağacın altında baygın, burnundan akan kanlarla bulmuştu Kader’i. Hastaneye yetiştirene kadar korkudan ölmüştü. Ne olursa olsun o kız onun her şeyden önce arkadaşıydı bir zamanlar. Özellikle öğrendiklerinden sonra, kim olursa olsun o halde bırakamazdı. Bunun Kader ya da Ayşe’yle ilgisi yoktu.
Hastanede aynı gün hem hamile olduğunu hem de kanser olduğunu öğrenmişlerdi. Mert Ali ısrarla bebeğin babasını sormuştu o gün ona. Ama ‘Bilmiyorum’ kelimesine anlam verememişti. Sonra da ‘İstemedim. Tanımıyordum,” kelimeleri ile beyninden vurulmuşa döndü. Tecavüze uğramıştı. Bu gerçekle kanı donmuştu. Nasıl bir erkek böyle şerefsiz olabilirdi. Nasıl bir genç kızın hayatını karartabilirdi. Kader’in yalvarmasıyla şimdilik hukuki süreç başlatılmamıştı, ama bu işin peşini bırakmayacaktı. O adamı adaletin önüne atacaktı.
Ama onları asıl bekleyen kötü sürpriz, tedavi sürecinde bebeğin anne için de bebek için de tehlike içerdiğiydi. Bebeği doğurması riskliydi. O yüzden iki gün önce bebeği aldırmak zorunda kalmış, Mert Ali de sabaha kadar hastanede kızın yanında kalmıştı. Çünkü kimseye söyleyememişti Kader hamile olduğunu. Mert Ali hak vermişti, ailesi onu öldürürdü.
Ama Mert Ali kızın hastalığını en yakın zamanda babasıyla konuşacak ve Kader’i yurt dışında tedaviye gönderecekti. Bir insanın göz göre göre ölmesine izin veremezdi.
Eve geldiğinde kapıyı açıp, “Ben geldim!” diye seslendi.
Reyhan hemen kapıya koştu, “Abiciğim iyi ki doğdun!” diyerek boynuna sarıldı.
“Teşekkür ederim meleğim. Nasılsın bakalım?”
“İyiyim. Bu arada abiciğim sana bir kargo daha geldi.”
Mert Ali kaşlarını çattı, “Öyle mi? Kimden?”
“Evet. Salonda. Açmadım, bilmiyorum. Sen açmak istersin diye düşündüm,” dedi kıkırdayarak.
Başını salladı ve “Tamam bakıyorum,” diyerek ayaklarını sürüye sürüye salona gitti. Kapıyı açtığında karşısında olan manzara ile donup kaldı. Etraf... mumlar... çiçekler... süsler... yemekler... pastalar... ve Meltem...
Gülümsedi. Tüm yorgunluğuna rağmen, tüm bitkinliğine rağmen gülümsedi. “Meltem’im...” diye mırıldandı.
“İyi ki doğdun sevgilim,” deyip koşarak adama sarıldı. O an ne söylediği yalan aklındaydı ne de Mert Ali’nin bitkinliği dikkatini çekmişti.
“Çok özledim! Meltem çok özledim seni!” diye inleyip onu yüzünü göreceği bir mesafeye doğru uzaklaştırıp, dudaklarına yapıştı.
Arkadan gelen öksürük sesi ile bu teması fazla sürmeden yarıda kesilmişti. İkisi de kızararak birbirlerine bakıp gülümsediler. “Yakalandık,” dedi ve arkasına dönüp ailesine baktı. “Güzel filmdi, oyunculuk ise muhteşemdi gerçekten.”
“İyi ki doğdun oğlum,” diyerek sarıldı Burcu ona.
“iyi ki doğurdun diyeyim bende o zaman,” dedi Mert Ali gülerek. Sonra da babasına sarıldı, “Sana da ne demeliyim bilemedim, iyi ki korunmadın mı?” Mert Ali şuan hayattaki en mutlu adamdı.
Ali Efe kafasına vurdu, “Bak bu da abinle geze geze edepsiz oluyor, babana bilgi ver bence. O da ailedeki en efendi, en edepli damat bende diye sevinmesin boşuna,” dedi Meltem’e bakıp gülerek.
“Ah evet fark ettim. Üzüm üzüme baka baka.” -Ne tatlı bir edepsizdi bu adam. Gizli edepsizdi bir kere. Telefonda yaptırdığı şeyleri bilseler... Of of! Banyoda bile rahat yoktu!
Sonra da Reyhan’la sarıldılar birbirlerine, “Yeniden doğum günün kutlu olsun abilerin en yakışıklısı, iyi ki doğdun, anneciğim sende bizi iyi ki doğurdun, sezaryenle tabiki, babacığım sende iyi ki korunmadın!” sonra Meltem’e baktı, “Sende iyi ki abime aşık oldun yengeciğim! Evet seremonimiz bittiyse pastamızı keselim. Sonra da yemek yiyelim, çok açım.”
“Bu küçük hediyem de size Burcu teyze.” Meltem Burcu hanıma hediyesini uzattığında Burcu şaşkınlıkla kaşlarını havalandırdı.
“Aa aaa... Çok şaşırdım.”
“Hayatımın aşkını size borçluyum. İyi ki doğurmuşsunuz Mert Ali’yi.”
Burcu sevgiyle sarıldı kıza, “Çok teşekkür ederim güzelim. Sen de iyi ki ailemize girdin.”
Ali Efe alıngan bir şekilde baktı, “Benim katkılarım da hemen yabana atıldı. Bak oğlum ne güzel dedi, iyi ki korunmamışsın baba, diye.”
Meltem kahkaha attı, “Tamam, diğer doğum gününde de size alırım.”
Burcu küçük kutuyu açtığında gördüğü kolye ile gülümsedi, “Meltem bu harika.”
“Burak’ın kız kardeşi Sevda da görmüştüm. Çok beğendim.”
İç içe girmiş halkaların her birinde bir isim yazıyordu. Ali Efe-Burcu-Mert Ali-Reyhan diye.
“Çok güzel. Ama keşke senin de ismin yazsaydı.”
Meltem utanarak omuz silkti.
Herkes gülerek masadaki yerini alıp, keyifli bir akşam yemeği yediler ve bütün akşam hepsi gülerek eğlenerek zaman geçirdiler.
Ve ilerleyen saatlerde herkes iyi geceler dileyip odalarına çekildi. Aslında niyetleri iki genci biraz başbaşa bırakmaktı. Mert Ali de Meltem’i elinden tutarak dışarı bahçeye çıkarmıştı. Koltuklarda otururken kıza sarılarak kokusunu içine çekti. “Çok özlemiştim. İyi ki geldin.”
“Mert Ali bugün neredeydin sen? Bana evdeyim yazmıştın. İlk kez yalan söyledin ama ben kötü düşünmek istemiyorum.”
Mert Ali kızın sorusu ile donup kaldı, bu konuyu tamamen unutmuş, kızın tüm akşam ki normal tavrından da böyle bir soru beklememişti. Kısacası hazırlıksızdı ve hayatında yapmayacağı şeyi bir daha yaptı. Yalan söyledi. Söylediği an pişman olsa da şuan için artık yapabileceği bir şey yoktu. Çünkü Meltem Kader konusunda çok katıydı. Ama o kızı da çaresizce bırakamazdı. Üstelik başına böyle bir şey gelmişken, “Şey... Amcam çağırdı, acil çıktım. İşle ilgili.”
“Cumartesi günü?”
“Zaten hafta içi ben işe gidiyorum aşkım, çağırmasına gerek yok. Hem şimdi bırakalım da şu konuları, sen anlat bakalım bana, bu sürpriz kimin fikriydi?”
“Tabiki benim,” diyerek yanağına bir öpücük bıraktı.
“Bu öpücük bir doğum günü çocuğu için biraz sade değil mi? Özellikle bu senin sevgilinse.”
Meltem’in içi titredi. Aslında buraya gelmeden önce hazırlamıştı kendini ama yine de şuan çok çekiniyordu.
Adam elini kızın yanağına koydu. Sanki bir şeyler söylemek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibiydi. “Meltem...” dedi tam yüreğinden çıkan bir ses tonu ile, “Bana söylemek istediğin bir şey mi var?”
Kız başını aşağı yukarı salladı, “Var.” Yanaklarının kıpkırmızı olduğuna emindi.
“Ne?” Mert Ali’nin eli yavaşça boynuna inmişti. Kızın yavaşça gözlerini yumduğunu görünce, “Odama çıkmak ister misin?” diye sordu. Kız yine başını aşağı yukarı salladı. “Meltem konuşur musun? İstediğini bilmek değil, duymak istiyorum.”
“İs-istiyorum.”
Mert Ali yavaşça ayağa kalkıp, elini uzattı. Meltem onun büyük avuçlarına küçük elini bırakıp onu kaldırmasına izin verdi ve birlikte yukarı çıktılar. Odaya girdiklerinde Mert Ali yavaşça odasının kapısını kapatıp kilitledi. Kızı kendine çekip öpmeye başladığından ruhundaki boşluk dolmuştu sanki.
Ve bir mesaj sesi Meltem’in kaşlarını çatmasına sebep oldu. “Mert Ali telefonun,” diyerek uzaklaştırdı onu.
“Boşver. Kuzenlerimdir, doğum günümü kutluyorlardır.”
Kızı taşıyıp, yatağa yatırdığında telefonunu komodine koydu, ardından da tişörtünü çıkarıp kenara attı ve iki saniye sonra bir daha telefonundan mesaj sesi geldi.
“Mert Ali bakar mısın şu telefona, dağıldım, gerildim çünkü?”
Mert Ali ofladı ve tam eline alacakken Meltem kafasını uzatıp ekrana baktı. ‘Kader’ yazısını görünce adamdan önce eline aldı telefonu. “Bu ne şimdi gecenin bir yarısı?”
Mert Ali korkudan titriyordu. Daha çok ne diyeceğini bilemediği içindi bu korkusu. Hayır, yanlış bir şey de yapmamıştı ama ne yazık ki o duruma düşmüştü.
“Meltem...”
“Ne Meltem,” dedi sinirle ve mesajı açtı. Okuduğu mesajla öfke tüm bedenine yayılmıştı. Yavaş yavaş yukarılara çıkıp diğer mesajlara da baktı. “Bu ne ya? Gece gündüz bu kızla mı mesajlaşıyorsun sen?” diye bağırdı.
“Hayır tabiki!”
“Ne hayır tabiki? Bunlar ne?”
K: “Bu arada doğum günün kutlu olsun.”
K: “Ya bugün fırsat bulamadım, o koşuşturmamızda, unuttum :)”
Öncekiler...
K: “Saat kaçta alabilirsin beni?”
K: “Yanımda olduğun için teşekkürler Mert Ali.”
K: “Tamam, ararım birazdan o zaman...”
.
.
.
Meltem sinirle telefonu kenara attı, “Bu ne ya?” diyerek yataktan kalktı.
“Meltem dinle lütfen, düşündüğün gibi değil. Gerçekten değil.”
“Ne? Ne bu Mert Ali? Bugün tüm gün -DOĞUM GÜNÜNDE ÜSTELİK- bu kızla mıydın?”
“Meltem o hastaydı, hastaneye-”
“Ya Allah’ın cezası ambulans mısın sen? Neden seni çağırıyor? Neden sen götürüyorsun?” elini saçlarından geçirerek sağa sola gitmeye başladı, o an kendi kendine sayıklıyordu, “Bana yalan söyledin! Bu kız için bana yalan söyledin!”
Sesleri duyan Burcu ve Ali Efe kapıyı tıklattılar. “Mert Ali, bir sorun mu var?”
“Hayır anne, gidebilirsiniz!” diye bağırdı kapıya doğru.
Meltem birden durdu, “Ben sana kendimi verecektim. Nasıl dokundun bana? O kızın yanından gelerek nasıl bana dokundun?”
“Meltem şuan gerçekten saçmalıyorsun!” diye bu sefer Mert Ali bağırdı. “Ben sana ihanet etmedim! Seni kıracak, incitecek bir şey yapmadım! O hastaydı ve-”
“Kes! Bana yalan söyledin!” dedi gürleyerek.
“Söylemek zorunda kaldım, çünkü o-” dediği an annesi ile babası içeri girdiler.
Ali Efe “Kusura bakmayın karışmak istemezdik ama-” derken oğlunun üstsüz olduğunu fark edip derin bir nefes aldı. “Üstünü giyer misin Mert Ali!”
“Baba sorunumuz sence şuan benim üstsüz olmam mı?” kıza döndü, “Meltem şimdi uyu, sabah sakin sakin konuşuruz. Lütfen!”
Meltem alayla güldü, “Ben hala burada ne yapıyorum ya!” dedi ve odadan çıkmak için hareketlendi.
“Saçmalıyorsun nereye?”
“İstanbul’a!” ikisi de birbirlerine bağırıyordu.
“İstanbul’a mı? Meltem oturur musun oturduğun yerde, sabah sakin sakin konuşuruz.”
Bu sefer Burcu araya girdi, “Meltem olay ne bilmiyorum ama Mert Ali haklı, sabah sakinken konuşsanız? Hem bu saatte uçak da yoktur.”
“Gerekirse sabaha kadar havaalanında otururum ama burada bir dakika bile kalamam. Lütfen!” dedi ağlayarak.
“Sorun ne? Konuşalım mı birlikte?”
Meltem başını sağa sola salladı ve Mert Ali’nin dolan gözlerinin içine bakarak, “Aşkıma, aşkına, aşka olan inancımı kaybettim.”
Bu sözle Mert Ali hayretle baktı kıza, “Ne?” diyebildi sadece. İşte o an içindeki her şey kırılıp yerle bir olmuştu. Mert Ali de Meltem de o yıkımın altında kalmıştı. Bir daha çıkabileceklerini de hiç sanmıyorlardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.65k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |