22. Bölüm

22.BÖLÜM – SON VEDA * SİMSİYAHIM...

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Bana anlatsana bensiz günleri,

Ben sana sensizliği tek bir saniyesini son nefes diye tabir edeyim.

Hadi durma anlat bana,

Seni sevmediğimi düşün bi mesela, o hissi anlat!

Ben anlatayım,

Tek bir damla anestezi almadan bir kurşunun

İçinden çıkarıldığındaki acıyla eş değer...

Hadi sen bana sensizliği anlat,

Bir sabah aynada kendini göremediğini düşün...

Ölüm gibi değil mi?

Sensiz öldüm sevgili...

 

Mert Ali delirmek üzereydi. Gitmişti... Onu dinlemeden, açıklamaya fırsat vermeden gitmişti. Tepedeki kayalıklara oturmuş, karşısındaki hırçın denize bakıyordu. Yanına oturan kişiyi fark edince başını başka tarafa çevirip, gözyaşını sildi.

“Silme...” diye mırıldandı babası.

“Gitti. Telefonu da kapalı.”

“Annen de gitmişti, ama geri geldi. Sadece bekle tamam mı? Dönecek.”

“Dönmez...”

“Anlat bana ne oldu Mert Ali, bu kız ufak bir kıskançlık yüzünden seni terk edecek bir kız değil.”

Mert Ali hayatında ikinci kez utanıyordu. Biri bir gün önce Meltem’in önündeydi, biri de bugün babasının karşısında...

“Yalan söyledim,” dedi başını öne eğerek.

“Ne?” diye bağırdı, “Kıza yalan mı söyledin? İyi de neden?”

Ve Mert Ali başından geçenleri bir bir anlattı babasına, anlattıkça ağladı. “Baba ben Meltem’e o kıza tecavüz etmişler nasıl söyleyim ha? Ben daha kendime söyleyemedim. Ne olursa olsun o benim bir zamanlar sevdiğim kızdı, şimdi ona karşı bir şey hissetmesem de ona sırtımı dönemedim. Ne yapsaydım baba? ‘Banane’ deyip yoluma mı baksaydım?”

Ali Efe onu kendine çekip sardı, “Eğer sırtını dönseydin benim oğlum olmazdın!” derken sırtını sıvazladı, “Ama Meltem eğer senin gerçekten sevdiğin kadınsa, sen ona anlattığın zaman emin ol o senden daha çok ilgilenirdi o kızla, daha hassas olurdu. Senden daha çok elinden tutardı. Bir kadın asla böyle bir durumda hemcinsine sırtını dönmez. Hele bu Meltem gibi bir kızsa.”

“Ya korktum baba, ne bileyim. İlkinden sonra devamı geldi. Böyle bir şey olduğunu tahmin bile edemezdim. Bu kadar uzayacağını da. Ama isteyerek değildi. Lanet olsun ona ihanet etmedim, ama şimdi o duruma düştüm.”

“Peki planın ne?”

“Ne yapacağım, İzmir’e gideceğim tabiki. Gerçi daha hangi cehennemde onu bile bilmiyorum!” diye sinirle bağırıp, ayağa kalktı ve elini saçlarından geçirdi, “Ben onsuz yapamam baba, çok özlerim. Ölürüm ya, ölürüm. Nefes alamam.”

“Tamam, sen havaalanına git. Ben uçağı hazırlatıyorum. Nerede olduğunu da öğrenirim.”

Mert Ali birden gülümsedi ve babasına sarıldı, “Baba teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim,” dedi ve hızla arabasına binip, havaalanına doğru yola çıktı.

 ***

“Meltem neden gelmedi?” diye sordu Cem kızına.

“Ya Mert Ali’nin doğum günü ya babacığım, o Karadeniz’e gitti. Ben de buraya kaçayım dedim haftasonu için.”

Cem yüzünü buruşturup, sevimli (!) bir gülümsemeyle baktı kızına, “Canım benim, Ecrin duydun mu kızımız bizi özlemiş?”

“Uğraşma Cem kızla.”

Cem sinirle karısına döndü, “Ne uğraşma! O sarı civciv için kaç kilo metre yol gelmiş. Ama ben çağırsam, ‘Derslerim var baba gelemem’ der! Valla bu kızlar çok kocacı oldular Ecrin’im. Gitti kızlarım. Zincirlemem edepsiz damatlar kazasına kurban ettim kızlarımı.”

“Biz ona aşk diyoruz Cem’im!”

“Aşk? Ah! Bunlarınki edepsiz aşk. Hiç edep yok!”

“Aynı biz,” deyip kıkırdadı Ecrin.

Cem ağzı açık karısına baktı, “Ecrin Allah aşkına ‘aynı biz’ deyip beni zıvanadan çıkarma. Lan o anları bir ben mi yaşadım anlamıyorum. Bunlar aynı bizse, ben öldürürüm o adamları.”

Eva başını salladı, “Bak, bizden edepsizmişsin.”

O sırada elinde koca buket çiçekle Çınar girdi bahçeden içeri, “Selamlar Ernez ailesi.”

“Hah geldi! İti an-” Eva ters ters babasına bakınca, Cem memnuniyetsiz bir şekilde, “İyi insan da tam sövülmesinin üzerine gelirmiş,” dedi. Eva’nın surat ifadesi değişmeyince de “Bu kadar çevirebilirim kızım, bundan dahası kurtarmaz. Damat sevmiyorum ben. Hayır herkes beni böyle sevdi, bir size kendimi sevdiremedim!” diye ekledi.

“Babacığım nasılsın?” dedi ellerini yanlara açıp.

Cem hafifçe eğildi ve resmen tısladı, “Sevmiyorum seni Çınar, duydun mu sevmiyorum?”

“Ah ya, bu adamın her fırsatta bana olan sevgisini (!) bana böyle haykırmasına bayılıyorum.” Sevgilisine baktı, “Sevgilim, valla baban senden çok haykırıyor bana olan sevgisini, söyleyim.”

Eva başını sağa sola salladı, “Hadi Burak ile Bade bekliyor Çınar,” dedi adamın yanaklarından öperken.

“Tamam, çıkalım. Yüzüğünü de taktın mı?” derken Cem’e bakıyordu.

“Taktı taktı. Bak elinde kocaman! Kı-lların kadar. Ama merak etme, düğün için sana takacağım üçü bir yerdeyi de hazırlıyorum.”

Çınar kahkaha attı, “Cimri olma Cem Ernez, beşi bir yerde o. İkisini kime taktın?”

“Burak’a!”

Çınar gülerek kızın elini tuttu, “Bak Eva baban benimle şaka yapmaya da başlamış, seviyor beni. Neyse ben, nişanlım ve yüzüğümüz biraz gecikebiliriz Ecrin teyzeciğim merak etmeyin. Burak ile Bade şehir dışındaki evdelermiş.”

“Tamam, siz eğlenmenize bakın.”

Çınar ile Eva bahçeden çıkıp arabaya binerken Ecrin Cem’in kesintisiz bir şekilde onlara baktığını gördü. “Cem ne oldu?” diye sordu merak edip.

“Hiç! Ben, şeytanlarım ve planlarım şuan Çınar’ı gömüyoruz! Öldüreceğim ben bu adamı, karar verdim.”

Ecrin başını sağa sola sallayıp, mutfağa geçti.

 ***

Çınar Eva’yı kollarına almış, Bade ve Burak’la sohbet ediyorlardı. Dördü kısa sürede çok iyi anlaşmaya başlamışlardı. (!) ne de olsa ortak noktaları çoktu.

“Size kahve mi yapayım, soğuk bira mı içersiniz?” diye sordu Bade kocası ve Çınar’a bakarak.

“Bira olabilir hayatım,” dedi Burak gülümseyerek. Çınar da onaylayınca, Bade Eva ile içeri geçtiler.

Çınar kızların içeri geçtiğini görünce, Burak’a döndü, “Şimdi Cem babacığıma fotoğraf atalım, özlemiştir bizi.”

Burak dişlerini sıktı, “O adamın ne alıp veremediği var bizimle -daha doğrusu benimle- anlamadım. Hayır kızını seviyorum, aşığım, evliyim. Derdin ne arkadaş?”

“Onunki kişisel değil, üstüne alınma. O bay damatsevmez. Damat sevmiyor adam. Bir de sen korunmadın ya, ondan ekstra sevmiyor seni. Ben şimdilik korunduğum için çok bi sıkıntı yok.”

“Ben sevdireceğim yakında ona damadı. Tövbe ya Rabbim. Korunmadım abi, korunmayacağım da. İyi ki korunmamışım! Yoksa bu cadıyı evliliğe de ikna edemezdim, suratıma da bakmazdı.”

Çınar kahkaha attı, “Bade mi? Neden?”

Burak kafasını kaşıdı, “Ben az öküzlük yaptım da ilk karşılaşmamızda.”

“Az mı?” Çınar şüpheyle baktı.

“Düpedüz öküzlük yaptım, oldu mu?” derin bir nefes alıp verdi, “Ama kabullenememiştim aşık olduğumu, korkmuştum.”

Çınar bir an Eva’yı düşündü, “Ben Eva’yı gördüğüm an aşk olduğunu anladım.”

Burak yüzünü buruşturdu, “Lan sen bebekken görmedin mi bu ikiz cadıları?”

“Ya Bade çok ağlardı, hiç sevmezdim onu. Hep Eva’yı alırdım kucağıma, daha da indirmedim. Bak hala kucağımda. Ah mazi...”

Burak gülümsedi, “Çok mu ağlardı?”

“Of! Zillinin tekiydi. Eva ise tam bir prensesti, asildi asil. Canım benim.”

O sırada elinde bira ve çerezlerle gelen kızlardan Bade adama çıkıştı, “Asıl Eva çingenenin tekiydi, asil olan bendim. Zilli de seninkine derler, Çın çın Çınar’la, Zilli Eva bak uyumlu oldunuz.”

Çınar kızın saçını çekip, telefonunu eline aldı, “Eva sen şurada yanıma otur. Bade sen de Burak’ın koltuğunun kenarına otur." diye direktif verdi. Hepsi yerlerine geçince, Çınar telefonun ön kamerasını açıp, bir kaç poz çekti.

Sonra da hemen sosyal medyada paylaştı.

 

Çınarsoylu: -fotoğraf

“KIZ BİZİM KEYİF BİZİM :) AŞKIN CAN BULMUŞ HALİ BUNLAR, UZATIR ÖMRÜ...”

Ve tabiki Cem’den hemen cevap geldi.

CemEcrinErnz: “Çok uzun değil o ömür, malum ‘kızlarımı aldınız!’ Dikkatli olun.”

Burakbadeşimşek: “Ama neden öyle dediniz babacığım. Kızlarınız ne güzel bakıyor bize :)”

CemEcrinErnz: “Bende size çok güzel bakacağım. Kezzaplı ballarla besleyeceğim sizi, asitli sularla yıkayıp, çamaşır sularıyla paklayacağım. Hoş siz hiçbir şekilde paklanmazsınız ya.”

Burakbadeşimşek: “Ya baba çok güzel cevap verirdim de, burada olmaz. Ama dur özelden yazacağım.”

 

B: “Merak etme babacığım kızın hergün elleriyle yıkıyor beni :) pas verme bir daha bana ;)”

C: “Lan! Gebertirim seni!”

B: “Görüşürüz babacığım. Bu arada Çınar’ın elleri dolu, cevap yazamadı, selamı var.”

C: “O ellerinizi koparacağım ben! Görürsünüz siz!”

 ***

Mert Ali neredeyse yarım saattir kızın kapısındaydı. Ama içeriden tekbir ses gelmiyordu. En sonunda kapının önüne çöktü, “Meltem aç yalvarıyorum. İçeride olduğunu biliyorum. Konuşmamız lazım. Ben seni aldatmadım.”

Ve sonunda kapı açılmış, Mert Ali de hemen yerinden doğrularak “Meltem?” demişti heyecanla.

“Bana bedeninle ihanet etmediğini biliyorum. Bunu yapacak kadar şerefsiz değilsindir her halde. Ama gözümün içine baka baka yalan söyleyecek kadar-”

“Sakın!” dedi sinirle. “Ben şerefsizlik yapmadım.”

“Bana yalan söyledin. Kendimi o kızın karşısında nasıl hissettim biliyor musun?” diye bağırdı, “Salak gibi!”

“Ben keyfimden gitmiyordum yanına. O-”

“Şimdi de sen sakın! Sakın bana açıklama yapma! Geç kaldın Mert Ali. O yalanlar yerine bana açıklama yapacaktın. Benim güvenimi yerle bir etmeden önce. Sana dönersem, kavgalarımız seviyesizleşir. Çünkü benim sana zerre kadar güvenim kalmadı. Güvenemem. Unutamam...”

“Son sözün bu mu Meltem Soylu?” içi acıyordu. İçi paramparçaydı...

“Son sözüm bu Mert Ali Alahanlı.” Tüyleri diken dikendi ve o dikenler yüreğine batıyordu.

“Birgün karşına çıkacağım. O zaman yanımda hiç kimseyi, gözlerimde de hala kendini gördüğünde senin yokluğuna bile ihanet etmeyeceğimi anlayacaksın. O gün böyle büyük bir aşkı harcadığın için şuan benim çektiğim acının aynısını çekeceksin ve ben seni son nefesime kadar unutmadığım gibi sende beni son nefesine kadar unutmayacaksın. Çünkü kimse seni benim kadar sevemeyecek. Hoşçakal... Birdaha karşına çıkmayacağım, seni aramayacağım, bir daha beni görmeyeceksin Kızıl Güneş...”

Mert Ali apartmanın merdivenlerinden hızla inip dışarı çıktığında arabanın kaputuna elini koydu. Derin derin nefesler alsa da boğulacakmış gibi hissediyordu kendini. “Sebebim olacaksın Meltem, sebebim olacaksın!” gözündeki yaşı elinin tersi ile silip, arabaya bindi ve dönmemek üzere İzmir’i son kez terk etti.

Meltem ise duvar kenarına çöküp, bağıra bağıra ağlıyordu. Elinde Mert Ali’nin ona aldığı bebek vardı ve sinirinden saçlarını yolduğunun farkında bile değildi. “Öldüreceksin beni Mert Ali! Ölümüm olacaksın!”

 ***

Reyhan çantasını aldı ve eve bakıp, geldikleri o ilk gün ki abisinin mutluluğunu getirdi gözlerinin önüne. Nasıl gelmişlerdi, nasıl gidiyorlardı buradan. Gözyaşını sildi ve kapıyı kapattı. Tam aşağı inecekken karar değiştirip hızla merdivenlerden yukarı çıktı, zile basarak kapının açılmasını bekliyordu ki Meltem yavaşça açmıştı kapıyı “Reyhan?” dedi titreyen sesi ile.

“Gidiyorum. Sana veda etmeye geldim.”

Meltem’in kaşları çatıldı, dünden beri ne uyku uyumuştu ne de ağzına bir lokma bir şey koymuştu. O yüzden bir an hayal gördüğünü sandı. “O ne demek?”

“Abim iyi... değil. Onun yanında olacağım. Eğer geçiş sınavını kazanırsam Trabzon’da okuyacağım. Kazanamazsam da yeniden sınava gireceğim. Yani kendini eve kapatmana gerek yok. Artık biz yokuz burada.”

“Abin... Neyi var?”

“Mert Ali Meltem, onun adı Mert Ali. Hani şu senin sevdiğin adam, hani şu senin için Trabzon’u bile yakacak olan adam! Hani şu senin uğruna, seni bir saat görebilmek için İzmir’e gelen adam. İyi değil. Meltem’i yok, aşkı yok, nefesi yok ve o hiç iyi değil. Pişman olacaksın Meltem, seni onun kadar kimse sevmediğinde pişman olacaksın. Birgün gerçekleri öğrenince pişman olacaksın. Hoşçakal!”

 

Ve ONSUZ GEÇEN GÜNLER...

 

MERT ALİ...

Zaman ona acımasız davranıyor, ne saatler ne günler geçmiyordu. En sonunda Trabzon’da annesinin restorasyonunu yaptığı bir barda sahne almaya başlamış, şarkı söylemek ona biraz iyi gelmişti. Ama söylediği tüm şarkılarda gözlerini kapatıyor, karşısında Meltem varmış gibi söylüyor, gözyaşları bir an olsun dinmiyordu.

Yine aynı şekilde şarkı söylediği bir akşam Reyhan daha fazla dayanamamıştı. Abisi eriyordu, ölüyordu. Madem abisi acı çekiyordu, o da çeksin; diye bencilce bir düşünce ile abisini videoya alıp, Meltem’e gönderdi.

Altına da,

R: “Abim seninle rengarenkti... tüm renklerini çalıp gittin Meltem!” yazdı.

 

“Aklıma geldikçe senin gözlerin,

Kimse bilmez seni nasıl özledim...

Sanma sakın yoldan geri dönerim,

Söyle seni nerde bulabilirim?

 

Yola çıktım tam şu anda aniden.

Ve dönmeyeceğim seni tekrar görmeden.

Vazgeçtim ben kan kırmızı kalbinden.

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

 

Acılarım tutun beni kaldırın,

Aşkın gelmiş geçmişine saydırın...

Suçum aşksa ben cezama razıyım.

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

Suçum aşksa ben cezama razıyım.

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

 

Bir yağmur yağsa yüzüme yüzüme...

Kalbim yeter daha fazla üzülme!

Su değse de baştan aşağı tenime,

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

 

Acılarım tutun beni kaldırın,

Aşkın gelmiş geçmişine saydırın...

Suçum aşksa ben cezama razıyım.

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

Suçum aşksa ben cezama razıyım.

Simsiyahım farkın yok hiç geceden...

 

Şöyle biraz uzansan bir kuytuya...

Düşman oldum sanki ben bu uykuya.

Hiç görünmez oldum senin uğruna,

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

 

Yola çıktım tam şuanda aniden!

Ve dönmeyeceğim seni bir kez görmeden!

Vazgeçtim ben kan kırmızı kalbinden!

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

Simsiyahım farkım yok hiç geceden...

(Mustafa Ceceli – Simsiyah)

 

MELTEM

“Yapma Mert Ali yapma!” diyerek ağladı. Sabaha kadar o videoyu ne kadar izledi bilmiyordu ama ağlamaktan helak olmuştu.

Günlerdir Eva onu odasından çıkarmak için türlü şebeklikler yapıyor, Çınar ile neredeyse onu sürüklüyorlardı, ama sadece okula gidip geliyordu.

Ve dört ayın sonunda odadan çıkıp ilk kez yanlarına salona geçti. Cuma akşamıydı ve yine Çınar gelmişti yanlarına -Her haftasonu olduğu gibi. Eva’yla birlikte yanyana uzanmış film izliyorlardı. Meltem’i gördüklerinde sevinçle ayağa kalktılar.

“Meltem prensesim,” dedi Çınar onu omzundan tutup koltuğa oturtarak.

Eva da heyecanla yanına gitmişti, “Birtanem, bak harika bir film izliyoruz. Başa çekelim mi?”

Başını sağa sola salladı.

“Peki, mısır yer misin? Yeni patlattım. Sen seversin.”

Yine başını sağa sola salladı.

“Müzik... Hah, müzik programı açalım. Dolapta şarabımız da var. Değil mi Çınar?”

“Harika bir fikir bence.”

“Ben... Onu görmek istiyorum.”

Çınar ile Eva aynı anda birbirlerine baktılar. Sonra Çınar başını salladı, “Tamam güzelim, yarın sabahtan seni götürürüm. Hatta şimdiden de çıkabiliriz yola. Eminim gece yarısı onu uyandırdık diye çok kızmaz. Hadi kalk,” derken deli gibi mutlu olmuştu. Çünkü ona Mert Ali’den başkası ilaç olamazdı.

Başını sağa sola salladı, “Öyle değil. Tek gitmek istiyorum. Beni görmeyecek. Sadece onu görmeye...” yutkundu, “Abi ben onu çok özledim. Onu görmeye ihtiyacım var.”

Ağlayarak ona sarıldığında Çınar da onu kollarının arasına aldı, “Güzelim bize ne olduğunu anlat artık. Bak o da konuşmuyor. Kafayı yiyeceksiniz ikinizde. Konuş ki çözelim. Annemler, annesi hepsi seferber olurlar sizi barıştırmak için.”

“Cumartesi günleri bir mekanda sahne alıyor. Bana mekanı bulmanı istiyorum sadece.”

Başını aşağı yukarı salladı, “Tamam meleğim tamam bulacağım, ama lütfen cesaretini topla ve onunla en azından konuş.”

Meltem bir şey demeden arkasına yaslandı ve pencereden dışarı bakmaya başladı. O sırada Eva da Beste’ye mesaj çekiyordu.

E: “Beste teyze Meltem odadan çıktı.”

B: “Nasıl peki?”

E: “Aynı. Çok kötü. Terapi için ikna etmeye çalışacağım.”

B: “Tamam Eva çok teşekkür ederim. Doktor odadan çıkması çok önemli demişti. Yavaş yavaş toparlanır. Hala anlatmadı mı olayı?”

E: “Hayır. Kimseye anlatmıyor. İşin kötüsü Mert Ali daha da kapalı kutu. Ne olduğunu anlamadık bir türlü.”

B: “Tamam. Çınar orada mı?”

E: “Evet. Sevdiği bitki çayından yapıyor ona.”

B: “Tamam güzelim. Öpüyorum sizi.”

 ***

“Bugün nasılsın Mert Ali?”

Mert Ali karşısındaki kadına bakıp, “Dürüst mü olayım, yoksa annemin mutluluğu için yalan mı söyleyim?” diye sordu.

“Tabiki dürüst ol.”

“O zaman anneme siz yalan söyleyin oldu mu? Onun benim için daha fazla üzülmesini istemiyorum Çiçek hanım.”

Orta yaşlardaki kadın şefkatle gülümsedi adama, “Burada konuşulan her şey emin ol bu odada kalıyor. Gizlilik politikası önemli. Şimdi nasıl olduğunu söyler misin?”

“Özlemden gebermek üzereyim. Her sabah uyandığım dakika sosyal hesabına giriyorum kendi şifresiyle. Çünkü hanımefendi engellemiş beni. Belki yeni bir fotoğraf koyar da görürüm diye giriyorum işte, merak ediyorum onu. Çünkü diğer fotoğraflardaki saçının telinin duruşunu bile ezberledim. Videolarındaki hareketlerini ezberledim.” Gözündeki yaşı sildi. “Bu nasıl lanet bir aşk böyle. Bu kadar severken neyin, kimin ahını çekiyorum ben?”

Kadın acıyla gülümsedi, “Bu sınav Mert Ali. Sınavınız ne zaman biter ve bir araya gelirsiniz bilmiyorum, ama o geldiğinde birbirinize sarılmanız için ayakta dik durmaya bak. Bırakma kendini. Çünkü aşk acısı, acizi bitirir, güçlü olana ise yenilir.”

“Yani ya ben biteceğim ya da bu ayrılık bitecek öyle mi?”

“Bence bu ayrılık bitecek. Sabırlı ol tamam mı?”

“Umarım...”

 ***

Meltem en köşedeki masada oturdu. Onu tanımasın diye başına fular takmıştı. Etraftaki ışıklandırma çok zayıftı zaten, onu göremezdi. Ahşap, çok şirin bir yerdi. Ahşap masalar, küçük sandalyeler, tam bir Karadeniz motiflerinden oluşan çok güzel bir mekandı.

Elleri titriyordu. Garson geldiğinde bir bardak şarap istedi sadece. Ve işte sahneye çıkmıştı. Onu gördüğü an gözünden yaşlar akmaya başlamıştı bile. Başını yana eğdi, elini ağzına götürmüş, hıçkırıyordu.

Mert Ali gitarı kucağına koyup, direkt şarkıya girdi.

 

“Geçtim senle dolu sokaklardan...

Ne hallere düştüm yaşananlardan...

Yorulmuşum bütün olanlardan...

Öptüm nefesinden uzaklardan!

 

Dağılır her yere feryadım karayım.

Bir ümidim olsun her zaman arayım...

Sesini duyup da öylece kalayım,

Bıktım sensiz sessiz akşamlardan!

 

Mert Ali şarkının ortasında kaşlarını çattı. Yüreği deli gibi atmaya başlamıştı. Bu bir tek o etrafındayken olurdu. Yutkundu ve çaktırmadan gözleri ile tüm mekanı taradı. Ama ışık yetersizdi. Delirecek gibiydi. Şarkıyı bir an önce bitirmek istiyordu. Gözünden yine yaşlar akıyordu.

 

Bir bilsen ağlamak çare de değil ki...

Ölücem mi kalıcam mı belli mi?

Bir sor nasıl geçiyor burada günlerim?

Vazgeçilmez oldun kararlardan...

 

Geçtim senle dolu sokaklardan!

Ne hallere düştüm yaşananlardan!

Yorulmuşum bütün olanlardan!

Öptüm nefesinden uzaklardan...

(Mustafa Ceceli & Ekin Uzunlar -Öptüm Nefesinden)

 

Meltem de oturduğu yerde farklı değildi. O da gözündeki yaşlardan önünü göremiyordu, nefes alamıyordu. “Yapma, ağlama artık,” diye fısıldadı.

Ve Mert Ali şarkısı bitince hızla ayağa kalktı, sahneden inip masaların tam ortasında durdu. Tüm mekanı taradı ve köşedeki masada duran kadehi gördü. Garsonu çağırdı hemen yanına, “Burada kim vardı?”

“Şey... Tek başına bir kadın oturuyordu.”

Mert Ali derin bir nefes aldı, “Ne-nerede şimdi?” sözcükler boğazında düğümleniyor, sesi titriyordu.

“Masaya para bırakıp çıkmış.”

Mert Ali hızla dışarı çıktı. Yağmur deli gibi yağıyordu. Kapıda duran adama seslendi, “Şimdi mekandan bir kız çıktı, ne tarafa gitti gördün mü?”

“Şu tarafa gitti. Ama koşuyordu. Acelesi vardı her halde.”

Mert Ali hızla o sokağa doğru koşmaya başladı. Köşeyi dönünce ileride gördü onu ve durup, “Meltem!” diye bağırdı.

Meltem yerinde donup kalmıştı. Nereden görmüştü onu? İmkansızdı görmesi. Nasıl tanımıştı?

“Meltem dur!”

Meltem bir an arkasına baktı ve yanından geçen taksiyi durdurup, binerek hızla oradan uzaklaştı.

“Bende seni çok özledim Kızıl Güneş... Bende seni çok özledim. Hoşçakal...” bu son vedaydı, biliyordu. Bir daha birbirlerini nerede görürlerdi ikisi de bilmiyordu...

Bölüm : 20.11.2024 22:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...