
KIZIL GÜNEŞ –2. PERDE
Yıllar yordu...
Ezdi geçti yokluğun
Geride bir enkaz bıraktı.
Yollar anlamsız,
Bu şehir bile sensiz tatsız...
Güneş mi?
Kızıl olmadıkça o da anlamsız...
Başlatma artık geçmişe, geleceğine de yeter sövdürme!
Geri dön bize!
2 YIL SONRA...
“Ecrin Eva nerede?” diyerek kaşlarını çattı Cem.
“Alışverişe gittiler Çınar’la hayatım. Gelinlik, birde eksik olan ev eşyalarını falan alacaklarmış.”
Cem tabletten haberlere bakıyordu, “Bu saatte?” dedi yüzünü buruşturarak. “O hergele de kapıda mı sabahlıyor nedir, her fırsatta alıp kızı götürüyor.”
Ecrin bir şey demeden kahvaltıyı hazırlıyordu. “Hıı...” dedi sadece.
Cem haberlerde aşağılara indikçe “Bu ne? Banane,” diyerek geçiyordu. Bir haberi daha tam geçecekken tanıdık yüzlerle durakladı.
“Ünlü Mimar Çınar Soylu ve Nişanlısı Ünlü Takı Tasarımcısı Cem Ernez’in kızı Eva Ernez Ön Balayında Görüntülendiler...”
Üç hafta sonra evlenecek olan çift samimi pozları ile çok konuşuldu. Ön balayında olan çiftin düğünleri merakla bekleniyor.
“Ecrin!” diye bağırıp ayağa kalktı. Gördüğüne inanamıyordu, “Çınar kızımı kaçırmış!”
“Ne?” dedi kadın adamın yanına gelerek.
“Bak, yazmışlar. Ön balayında Paris’telermiş.”
Ecrin eli ile adamın omzuna vurdu, “Ay iftira atıyorlar canım. Alıverişe gittiler, ön balayı falan değil.”
“Yani Paris’teler?”
Ecrin bir salatalığı ağzına attı, “Evet. Gece uçtular.”
Cem elini kalbine koydu, “Ecrin, benim neden haberim yok?” diye dehşetle bağırdı.
“Ay hayatım uyuyordun, uyandırmak istemedim. Suç mu?”
Adam inanamıyormuş gibi kahkaha attı, “Lan bütün gece seviştik, ne uyuması?”
Kadın ellerini adamın boynuna doladı, “Yani sevgilim, o anı mı bölseydim? Ayrıca uçtuklarında uyumuştun.” Sesi oldukça ateşli çıkmıştı ve bu Cem’i delirtmişti.
“Gel buraya baş belası gel!” kendine çekip masaya oturttu.
***
Çınar kızı kollarına alıp sardı. “Günün nasıl geçti?”
“Mükemmel!”
“Eksik gibi,” derken hafifçe kalçalarını okşadı.
“Hımm... Ne eksikti acaba?”
“Cadısın! Bayılıyorsun süründürmeye değil mi?” dudaklarını kendi dudaklarıyla örttüğü an telefon sesi anı bölmüştü ama Çınar’ı Eva’nın dudaklarından ayırmaya yetmemişti.
“Çı-Çınar tel-”
“Siktir et! Devam!” kızı kucaklayarak banyoya götürüyordu ki Eva’nın cebindeki telefon yeniden çalmaya başladı. Çınar sinirle kızı banyodaki lavaboya oturtarak telefonu cebinden çıkarıp yanıtladı. “Efendim sevgili babacığım?”
“Hırsız! Hem kızımı çalıyorsun hem de telefonu cevaplamıyorsun!”
Çınar başını sağa sola salladı. Yok akıllanmayacaktı bu adam, hep böyle kendi kalesine gol yiyordu.
Eva, babasının dediklerini duymuştu, duymamasına imkan yoktu ve sevgilisinin de surat ifadesini görmüştü, “Hayır Çınar, sakın!”
“Şimdi babacığım, kızın gayet de ön kapıdan tıpış tıpış yürüyerek çıktı. Kaçırma durumu yok yani. Üstelik ağzımız doluydu, açamadık ondan, kusura bakma!”
Eva elini alnına koydu, “Manyak!” diye inledi.
Cem ise gürledi, “Seni öldüreceğim Çınar Soylu.”
“Hep laf!”
Telefonu kapatıp, kızı kucakladığı gibi suyun içine soktu. Tüh, o anın büyüsü ile de korunmayı unutmuşlardı...
***
M. Ali
“Şifre değişmiş yine, maşallah,” derken sinsi sinsi güldü. “Hanımefendiye bak! Kendini çok zeki sanıyor.” Meltem her şifre değiştirdiğinde mailinden geçip alıyordu şifreyi. Zaten bilgisayar işinde de çok iyiydi.
“Bak bak bak, poza bak! Hayır görende mutluluktan uçtuğunu sanır. Ben bilmiyor muyum senin mutlu halini sanki.” -SİL!
“Bu kim her fotoğrafa yorum atmış? Bakalım,” diyerek profili açtı. “Hayatımda ailesinde böyle birini duyduysam da Allah belamı versin.” –Engelle.
“Hep iş çıkarıyorsun başıma!” başını sağa sola sallayarak yatağa attı kendini ve fotoğraflarını izlemeye devam etti.
*
Meltem
“Ya delireceğim ya!” diye inledi Meltem. Şirkette annesinin odasındaydı.
“Ne oldu?” dedi annesi incelediği bir yazıdan başını kaldırarak.
“Fotoğraflarım siliniyor. Anlamıyorum. Geçen Arda aradı, Burak’ın kuzeni.”
“Ee?”
“Beni neden engellemişsin kız cadı, dedi. Ben engellemedim ki.”
“Meltem?”
“Efendim anne,” dedi Arda’ya yeniden istek gönderirken.
Beste’nin aklına bir şey gelmişti ama, “Şifreni değiştirdin mi hiç?”
Meltem gözlerini devirdi, “Anne saçmalama, evet değiştirdim. Ayrıca onun işi gücü yok beni mi takip edecek? Bir kere bile istek yollamadı.” Halbuki o başka isimlerden bir sürü yollamıştı, hiçbiri de kabul olmamıştı, pis şey. O da şifresinden geçip bakmıştı ama yeni hiçbir fotoğraf yoktu. En son ikisinin çekildiği fotoğraf duruyordu profilinde de paylaştıklarının arasında da. Yeni hiçbir şey yoktu.
“Neyse ben kızlarla yemeğe çıkacağım. Şirkete dönmeyebilirim.”
Beste “Tamam kızım çık,” dedi gülümseyerek.
***
“Ne yani kız kardeşine oyun mu oynayacağız?” diye inanamayarak sordu Eva.
Çınar ofladı, “Saçmalama Eva. Sadece ufak bir dokunuş diyelim.”
“Çınar emin değilim. Kız daha yeni yeni toparlandı, onu görürse dağılır. Geçirdiği o krizleri unuttun mu? Bir sene olmadı biteli.”
Çınar çenesini sıvazladı, “Eva, o toparlanmadı, iyi falan da değil. Sadece toparlanmış gibi yapıyor. İlaçlarla ayakta duruyor, ilaçlarla yaşıyor. Öyle olmaz. Bu tedavi değil. İlacı da bu saçma sapan haplar hiç değil. Ben o evdeyim, onu izliyorum, görüyorum. İki gün önce ışığını açık görüp içeri girdim. Elinde fotoğraflarla ağlaya ağlaya uyuyakalmış. Bütün yastığı sırılsıklamdı. O duyguyu ikimizde çok iyi biliyoruz.”
Eva adam anlattıkça gözlerinden yaşlar akıyordu. Arkadaşının bu hali onu mahvediyordu. “Çok iyi biliyoruz.”
“O yüzden her şeyi göze aldım ben. Son bir krizi de. Ama sonra iyi olacak.”
Burak hafifçe eğildi, “Peki abi, öbür cephede durum nasıl? Ya hayatında biri varsa.”
Çınar kendinden emin bir şekilde arkasına yaslandı, “Yok kimse hayatında. Araştırdık o kadarını. İşte ortak bir tanıdık diyelim, aracı olmamızı, o mekanda çıktığını falan söyledi.”
“Bu ortak arkadaş kim acaba aşkım?”
Çınar onu kollarına alıp, “Burcu Alahanlı,” diye sır verir gibi konuştu. Ama hepsi duymuşlardı.
Pars iki elini birbirine vurdu, “O halde yapıyoruz. Her şeyi göze alıp, yapıyoruz. Ya tam bitecekler-”
“Yada kurtulacaklar,” diyerek onu tamamladı Bade.
Burak ayaklandı, “Mekan bende. Ben yer falan ayarlarım.”
“Öyle bir yer olsun ki, ikisi de birbirlerini görsün,” dedi Pars’ın eşi Duygu heyecanla.
“Merak etme doktor. Ben çıkıyorum o zaman. Keşif falan yapayım. Gündüz orada olmaz değil mi?”
Çınar başını salladı, “Sanmam. Annesi sadece Cuma-Cumartesi çıktığını söyledi. Hafta içi orada olacağını sanmıyorum.”
“Tamam, çıktım ben.” Burak ile Bade çıktıktan sonra Pars araya girdi.
“Eva ve Çınar Meltem sizde. Siz getirirsiniz.”
“Anlaştık.”
Pars sinsice sırıttı, “Ya bunların bir şarkısı falan var mı?”
Eva biraz düşündü, “Bence ikisinin şarkısı değil de, böyle şu durumlarını anlatan bir şarkı lazım da planın ne?”
“Program başlamadan, özel olarak o şarkı ile başlamalarını isteyeceğim. Anladın?” dedi göz kırparak. “Böyle sanki birbirlerine söylüyorlarmış gibi olsun.”
“Süper de, dediğim gibi o zaman bu durumlarını anlatan şarkı olsun daha iyi. Böyle dönmeli falan.”
Hepsi düşünmeye başladılar...
“Yok bu düşünmekle olmayacak,” diyerek telefonundan tek tek şarkıları açmaya başladılar ve yorumlar başladı.
“Yok ya, bu şarkıda Mert Ali’yi resmen gömüyoruz.”
“Bencede, olmaz.”
Diğer şarkı...
Eva cık cıkladı, “Bu ne ya, bu da sanki Meltem yalvarıyormuş gibi, kızımızı da o kadar gömmeyelim.”
“Yani.”
Diğer şarkı...
“Ay... Bu da dönsen de olur, dönmesen de totoma kadar, der gibi... Olmaz.”
Diğer şarkı...
“Yok bu hiç olmaz. Sanki ondan sonra hayatına bir sürü girmiş gibi. Döneceği varsa da dönmez bizim cadı. Ne demek canım, herkese aşkım dedim.”
Deminden beri onları kapıda dinleyen Çınar’ın amcasının eşi Mısra başını sağa sola salladı, “Şuna ben el atayım, yoksa bunlar bir şarkı bulamayacak,” dedi yanında duran Beste’ye.
Telefonundan şarkıyı açıp, gidip masanın ortasına koydu. “BUDUR!” diye kendini beğenmiş bir edayla saçlarını savurup geri çekildi.
Hepsi durup şarkıyı dinlerken “Ooo... Süper. Tamam bulduk,” dedi Çınar gülerek.
“Ben de olmasam ne yapacaksınız acaba?”
“Sen ayaklı MP5’imsin benim ya, yengem,” dedi Çınar kadını kocaman öperek.
Geriye ortamı ayarlamak kalmıştı.
***
Genç adam ahşap kulübenin önüne çıktı. Hafif serin havaya rağmen üzerinde sadece kotu vardı. Etrafındaki ağaçlığa bakıp, kahvesini yudumluyordu. İçinde garip bir hisle uyanmıştı bugün. İki gündür de öyle hissediyordu. Neyseki bugün cumartesiydi de sabah biraz uyumuş, uykusunu almıştı.
Aylar önce babasının yaptığı yeni bir anlaşma için İstanbul’a yerleşmişti. Ama şehir yerine, bir ormanda küçük bir kulübede yaşıyordu. Şehir ona yalnız olduğu zamanlarda iyi gelmiyordu. Evini seviyordu. Küçük bir oturma odası vardı, şömineliydi. Mutfağı açıktı. Yatak odası ve banyosu ikinci kattaydı. Ve yatağının tam karşısındaki duvarı Meltem’in güldüğü bir fotoğraf süslüyordu. Siyah beyazdı ve Mert Ali her sabah bir tek o resmi görebilmek için gözlerini açıyordu.
İlk geldiği zamanlarda sokaklarda yürürken ya da bir mekandayken gözleri hep onu arıyor, bu durumda onu yoruyordu. Kaç kere evlerinin önüne kadar gidip, geri dönmüştü bilmiyordu. Artık vazgeçmişti, bunca zamandan sonra onu görmek ne derece akıl karıydı bilemiyordu, çünkü bu gözler onun yanında birini görürse sonsuza kadar kapanır, nefes alamazdı.
Kahvesi bitince içeri girip hazırlanarak, prova için mekana doğru yol aldı.
***
“Hiç gelesim yoktu ya.” -Özellikle bugün. Çok canı sıkkındı, içinde hem bir kıpırtı hem korku vardı.
Eva koluna girdi, afişi görmemeliydi. “Aaa... Harika bir mekanmış. Herkes çok övdü.”
“Sertaç’ın mekanı neyinize yetmiyor acaba?”
Çınar ofladı, “Meltem insanın saçını beyazlatırsın ya, bi sus da gir hadi içeri.”
Daha fazla uzatmadan mekana girdiler. Çok şık bir mekandı. Fazla prestijli olduğu belliydi. Siyah hakimdi her yere. Kırmızılar az, grilerin çok olduğu detaylar ise harikaydı.
Sahneyi net gören bir yere geçip oturdular. Herkes gelmişti. Bade Meltem’i yanına çekip oturttu.
“Nasılsın minnoş?” dedi yanaklarını öperken.
“İyiyim, sen?”
“Şuan içim karardı. Yeter ama ben eski cıvıl cıvıl Meltoşumu istiyorum,” derken dudaklarını sarkıtmıştı.
“Al bende de o kadar. İkiz olduğumuz ne kadar belli,” dedi Eva kız kardeşi ile çakışarak.
“Valla beni buraya getirin diye yalvaran olmadı. Hem sizin düğününüz yok mu Cumartesi günü? Hazırlıklarınız bitti mi?”
Eva karnını tuttu, “Ay evet. Bir hafta kaldı. Gebereceğim heyecandan. Midem alt üst oluyor kaç günden beri. Heyecandan her halde.”
O an Çınar ile Burak birbirlerine baktılar. Çınar yutkundu, Burak da ona “Sıçtın oğlum sen!” diye fısıldadı. “Hayır yüzdün yüzdün kuyruğuna geldin, bir ay daha korunamadın mı?”
“Ya Paris’te sadece iki kez korunmadık. Onda da çok bir şey olabileceğini düşünmedim. Yoktur da her halde, çok da emin olamadım şimdi.”
“Çok iyi düşünmemişsin. Gözünaydın Cem Ernez ikinci torun geliyor.”
“Tamam sus şimdi bir şey deme, nikah işlemleri için sağlık raporu alacağız hafta içi, bakarım ben oradan, önce emin olmam lazım. Sonra da Ernez’e müjdeyi veririm.”
“Lan düğünü riske atma bence.”
“Saçmalama. Düğünden bir gün sonra falan vereceğim müjdeyi. Hoş düğünden bir gün sonra kızının nasıl bir aylık hamile olduğunu düşünürken biraz beyni yanabilir, ama yapacak bir şey yok. Allah’ın takdiri derim.”
“O beynin yanında seni de yakacak.”
“Ateşler sönmesin o zaman,” deyince ikisi kahkaha attı.
Eva nişanlısına yaklaştı, “Ne oldu sevgilim?” diye sordu.
“Sen ver bakayım şu şarabı. Hem midem bozuk diyorsun, hem içki içiyorsun. Düğün haftası hastanelerde sürünmeyelim.”
“Ya Çınar!”
“Şişş! Nişanlıya çemkirilmez, ne kadar ayıp,” diyerek onu tutup dudağından öptü. “Bu gece bendesin değil mi?”
“Edepsiz. Hep yalancı oldum senin yüzünden.”
“Valla benden yana sıkıntı yok, istersen babana da annene de sonuna kadar dürüst olabilirsin. Ben her daim yediğim her haltın arkasındayım.”
“Yemin ederim sen bir Burak iki, edepsizlikte sınırınız yok yani.”
Çınar kısık bir kahkaha attı, “Hakikaten ha. Babanda garibim bizim gibi adamların eline düşürdü kızlarını.”
“Çınar!”
“Eva!” diyerek kızın taklidini yapıp, kızın ağzına elma soktu, “Özledim.”
“İki gün oldu sadece Çınar.”
“Özlemişsem demek ki. Evlenince ne demek istediğimi anlayacaksın.”
Meltem sıkıntı ile arkasına yaslandı. Hepsi vıcık vıcık. Niye geldiyse buraya. Zaten kalbi sıkışıyordu, elleri uyuşuyordu. Kalp krizi mi geçiriyordu acaba?
*
Mert Ali sahneye çıkmadan önce koca bir şişe su içti. Burası bir arkadaşının mekanıydı ve İstanbul’a geldiği ikinci ayda burada çıkmaya başlamıştı. Şarkı söylemek ona iyi geliyordu. Ruhu biraz olsun rahatlıyordu, çünkü o anlarda kesintisiz onu düşünüyordu. Sanki o hala yanındaymış gibi hissediyordu.
Tıpkı şuan gibi...
“Ne oldu?” diye sordu arkadaşı.
“Bilmiyorum. İçimde garip bir sıkıntı var. Kalp krizi geçirirsem şaşırmam yani.”
“Saçmalama. Hadi çık o sahneye ve kalp krizi geçirme.” Sonra kağıdı verdi, “Ya bir adam karısı ile evlilik yıldönümüymüş neymiş, özellikle bu şarkıyı istedi. Çalar mısın ilk olarak?”
“Olur,” dedi ve gitarını alarak sahneye çıktı. Yerine yerleşirken etrafına bakmıyordu ama kalp çarpıntısı deli gibiydi.
Gitarını kucağına alıp, şarkıya girdi.
“Görmesem daha iyiydi -Meltem duyduğu sesle birden sahneye baktı. Elleri deli gibi titremeye başladı.
Seni orada o gece...
Aradan yıllar geçti, -Hayır, diyordu kalbi. O değil, diyordu... Bakma, diyordu... Hayal yine, diyordu.
Silinmedin hafızamdan...
Ama değildi işte. Oydu... gözünden yaşlar akarken abisinin kolunu ne kadar sıktığının farkında bile değildi. “O mu?” diye fısıldadı. “O değil mi? Hayal değil bu sefer?”
“Meltem, abicim iyi misin?” dedi Çınar onu sarsarak.
“Bak o...” sanki farklı bir boyutta, bambaşka bir zamandaydı.
Her gece gibi bir geceydi
Seni görene kadar... -Adamın sesini duydukça gülümsüyor, ağlıyor, hıçkırıyordu.
Birer birer çıktılar -Deliriyordu galiba.
Yerlerinden hatıralar...
Hatıralar unutulmaz!
“Meltem yalvarıyorum konuş benimle, lütfen!”
Duygularıma esir oluyorum seni görünce,
İnsan bin kere mi yanıyor bir kere sevince?
Ruh bedenden ayrılıyor çekimine girdim,
Bir kere daha yandım ama canım gördüğüme sevindim!
Görmesem daha iyiydi
Seni orada o gece...
Aradan yıllar geçti,
Silinmedin hafızamdan...
Mert Ali gözlerini kapadı... Onun gözleri sanki üzerindeydi... Delirmiş olmalıydı. Bir kere daha terapiste gitse bu sefer kliniğe yatırırlardı onu. Zaten kesin kliniklik olmuştu.
Her gece gibi bir geceydi... Gözlerini yavaş yavaş açarak karşıdaki masaya baktı.
Seni görene kadar... ve onu gördüğü an şarkıyı sonlandırdı.
(İlhan Şeşen – Gördüğüme sevindim)
Mert Ali hipnoz olmuş gibi ona bakıyordu. “Meltem...” diye fısıldadı. Oydu, hayal değildi. Bu sefer değildi. Gerçekti. Ya da kalp krizi geçiriyordu ve karşısına gelen Melek Meltem’in görünümüne girmişti.
Meltem girdiği transtan adamın onu görmesi ile çıkmıştı ve birden yerinden kalkıp çantasını aldı.
Çınar da ceketini almıştı eline, “Meltem dur!”
“Bırakın beni!” diye bağırarak abisini itip masadan kalktı.
Mert Ali kızın çıktığını gördüğü an elinde olmadan gitarını atarak sahneden atladı ve o da diğerlerinin peşinden dışarı koştu. Herkes merakla olanları izliyordu.
Mert Ali dışarı çıktığında Meltem’in yere çöktüğünü ve hıçkırarak ağladığını gördüğünde delirecekti, “Meltem!” diye bağırmıştı ki, Çınar Mert Ali’ye dönüp eliyle onu durdurdu.
Ve kız kardeşinin yanına çöktü. Bu krizlerine alışmışlardı.
“Meltem, benim!”
“Neden? Neden getirdin beni buraya? Bilerek getirdin? Sende yalancısın. Ben bu hayatta kimseye güvenemeyecek miyim ya?” diye tüm gücüyle bağırdı.
“Meltem özür dilerim. Hadi sakin ol.”
O sırada Mert Ali sinirle Burak’a bağırdı, “Biri bana burada neler olduğunu açıklayacak mı? Bu kızın bu hali ne?”
Burak birden adama döndü, “Bilmem, belki sen açıklamak istersin. Ne de kızı bu hale sokan sensin!” dedi aynı sinirle.
“Kız kriz geçiriyor Burak!”
“Biliyorum. İlk değil.”
“Ve siz bile bile onu buraya mı getirdiniz? Bravo size!” tam yaklaşacakken Burak onu tuttu.
“Sadece Çınar sakinleştirebiliyor, bekle sen.”
Mert Ali sinir ve gözyaşları ile duvara yumruk attı, “Lanet olsun!”
Eva kızın elinden çantasını zorla alıp, ilacını çıkardı. O sırada da Pars arabadan su getirmişti. Çınar Eva’dan ilacı alarak Meltem’e içirdi. Arkasından da su içirip Pars’a “Onu arabaya götür,” dedi ayağa kalkarak, sonra diğerlerine baktı, “Sizlerde.” Suyu Eva’ya verdi.
Pars Meltem’i taşıyarak arabaya götürürken Mert Ali sinirle izliyordu olanları. Ruhu parçalanarak. Ne hallere gelmişlerdi. Gözündeki yaşlarla arkasındaki duvara yaslandı.
Herkes gittiğinde ellerini cebine koyup, Mert Ali’nin karşısına geldi.
Mert Ali’nin de elleri titriyordu. Nefes bile alamıyordu. “Depresyon mu?” diye sordu gözünden yaşlar akarken.
Çınar başını aşağı yukarı salladı, “İleri derecede.”
“Tedavi.”
“İlaç kullanıyor.”
“Ama işe yaramıyor,” dedi ikisi aynı anda.
Mert Ali başını sağa sola salladı, “O ilaçlar sadece beyni uyuşturuyor. Ama acıları unutturmuyor.”
Çınar biraz daha yaklaştı ona, “Onun ilacı sensin Mert Ali. Şuan şokta, ben onunla konuşacağım.”
“Benimde o. Tek ilacım o...” O da iyi değildi. O da ilaç kullanıyor, o şekilde ayakta durabiliyordu. Ne gülüyordu, ne hayattan zevk alıyordu. Hatta uzun zamandır ağlamıyordu bile. Ta ki bugüne kadar. Ama şuan bu adamın dedikleri yüreğine yıllar sonra ilk kez baharı getirmişti. İlk kez umut etmişti.
“Şimdi gitmem gerekiyor. Pazartesi şirkete gelebilir misin? Konuşalım artık.”
“Çok geç. Bu gece olsa?”
Çınar varla yok arası gülümsedi, “İki sene bekledin Mert Ali, iki gün koymaz sana.”
“Keyfimizden bekledik sanki,” dedi homurdanır gibi, sonra adama döndü, “Telefon numaran aynı mı?” diye sordu.
“Evet.”
“Bugün en azından nasıl olduğunu öğrenebilsem?”
“Ara. Evde olacağım, Pazartesi görüşürüz.”
“Şirket kaçta açılıyor.”
Çınar arkasını dönüp yürürken “Dokuzda şirkette olurum Alahanlı,” dedi.
“Yedide seni evden alırım Soylu.”
Çınar arabaya bindiğinde Meltem’in çoktan uyuduğunu gördü.
Mert Ali ise o gece ve bir sonraki gece için müsaade isteyip, evine gitti. Şuan kafası sadece ondaydı. O hali, ağlayan gözleri aklından çıkmıyordu. Şimdi arabasının gazını sonuna kadar kökleyip, arabayı bir ağaca çarpmamak için zor tutuyordu kendini. Müzik çalarını açtı ve sürekli dinlediği ‘BEN ÖZLEDİM GALİNA SENİ’ şarkısını yine son ses açarak, bağıra bağıra gözünden akan yaşlarla söyleyerek eve vardı.
***
“Meltem iyi misin?” dedi Eva ona su içirirken.
“Şimdi daha iyiyim,” diyerek pencereden dışarı baktı. İlacın etkisi ile öğlene kadar uyumuştu ve sersem gibiydi.
Eva bir yanına, Çınar da diğer yanına oturdu, “Meltem abiciğim konuşalım mı?”
Meltem derin bir nefes aldı. “Ne deyim Çınar, ne demem gerek bilmiyorum? Onu görünce çok kötü oldum. Delirdiğimi sandım önce. Ama asıl olan... Ben... Ben galiba onu özlemişim.”
“Meltem kaçma o zaman, konuş. Bak o da hala senin için deli oluyor. Dün ki halini görmeliydin, hepimizi bir kaşık suda boğacaktı.”
“Konu basit bir kıskançlık değil, anlamıyor musunuz? Aramızdaki güven duvarını yerle bir etti o.”
“Anlat! Ne yaptı? Meltem Allah aşkına anlat artık,” dedi Çınar biraz öfkelenerek.
“Belki sonra...” diyerek kalktı ve her zamanki sığınağı olan yatağına girip, gözlerini kapadı.
Çınar da sinirle yerinden kalkıp, odadan çıktı ve dün gece yetmiş beş mesaj, otuz yedi arama yapan adamı bu sefer kendi aradı.
“Meltem iyi mi?” diye açtı telefonu Mert Ali.
“Dün yüz on iki kere sordun. Hepsinde de ‘uyuyor, iyi dedim. Şimdi de uyudu. Bir kaç gün sersem gibi olur. Kriz sonrası öyle oluyor.”
Mert Ali kafayı yiyecekti.
Çınar arabaya binip çalıştırdı, “Neredesin Alahanlı?” diye sordu.
“Evdeyim.”
“Konum at. Geliyorum.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.65k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |