
Yıllar sonra neyin cezası bu bana?
Neyin, kimin dönüşü bu yüreğim?
Ben senin bahar meltemin,
Sen benim Karadeniz’im...
Ben senin Kızıl Güneşi’nim,
Sen benim cinnet sebebim...
Bunca yıl sonra ne kadar geçerli olur bilmiyorum ama
Özür dilerim...
“Merhaba Çınar Soylu,” dedi Mert Ali kapıda duran genç adama.
Çınar sessizce bakıyordu ona, iki yıldır görmediği adam karşısındaydı. İki yıldır küçük kardeşinin krizlerinin sebebi karşısındaydı. Yumruklaması mı gerekiyordu sarılması mı bilmiyordu? Çünkü kardeşinin tek ilacı da bu adamdı.
“Merhaba Mert Ali Alahanlı?”
Mert Ali kapıyı sonuna kadar açıp, girmesi için yol verdi, o da içeri girip küçük olan evi inceledi. Duvarda gördüğü çerçevelerle gülümsedi, “Doğa fotoğrafçısı olduğunu sanıyordum.”
Mert Ali hafif bir gülümseme ile “O da doğal afetimdi zaten,” dedi duvardaki sevdiği kızın fotoğraflarına bakıp. “Bir geldi, yakıp yıktı ve yok edip gitti.”
“Nasılsın Mert Ali?” diye sordu ciddi bir ifade ile.
“Bok gibiyim. Sen?”
Çınar gülümsedi, “İyi sevindim, yalnız değilsin bu durumda. İyi sayılırım bende. Hafta sonu evleniyorum.”
Mert Ali mutfak tarafına geçti, “Biliyorum. Ne içersin?”
“Ben seninle konuşmaya geldim. Sağol bir şey almayım.”
“Kahve, sade?” dedi makinedeki kahveyi göstererek.
“Peki, tamam.” Kahveler gelene kadar Çınar etrafı inceledi. “Neden burada oturuyorsun? Bu dağ başında?”
“İnsanlardan uzakta olmayı, yalnızlığı seviyorum.”
Çınar gülümsedi, “Yalnızlık bizim aileye göre değil, unuttun mu? Hoş sendeki edebe bakınca, o da çok bizim aileye göre durmuyor ama, ayarlarınla oynarım ben sıkıntı yok.”
Mert Ali elindeki kahveyi ona uzattığında birlikte koltuklara oturdular. Bir süre sessizdiler.
“Ne oldu dün Çınar? Ben bir şey anlamadım. O benim orada olduğumu bilmiyor muydu? Beni görünce neden öyle oldu?”
Çınar elindeki kahveden içip derin bir nefes alıp verdi, “Açıkçası orada olduğunu annenden öğrendim.”
“Annemden mi? Benim annemden?”
“Evet.” Derin bir nefes alıp verdi, “Mert Ali ben bu haftasonu evleniyorum. Ama kız kardeşim bu haldeyken ben nasıl o gün mutlu olacağımı, onu nasıl görmezden geleceğimi bilmiyorum.”
Mert Ali saçlarını karıştırdı, “Ben ona kendimi anlatmaya çalıştım. Yemin ederim kötü bir niyetim yoktu. Yaptığım hiçbir şeyi ona kötülük olsun diye yapmadım. İçimde en ufak bir duygu bile yoktu ona karşı, sadece insanlık yaptım.”
“Artık neler olduğunu açık açık konuşalım mı Mert Ali?” sesi çok ciddi, bakışları ise kararlıydı. Buradan bu sorunun cevabını almadan gitmeyecekti. Çünkü kız kardeşini ayağa kaldıracak tek kişi bu adamın cevabıydı.
“Çınar ben zamanında hata yaptım, sustum. Ama aptallık etmişim. Çünkü suçsuzdum. Sana anlatacağım,” dedi ve başından geçenleri bir bir anlattı.
Çınar şaşırdı, hem de çok. Hem şaşkındı hem öfkeli. Kız kardeşine de öfkeliydi, nasıl dinlemezdi bu adamı? Mert Ali ona ihanet edecek bir adam değildi. Yalan söylese bile mutlaka birini koruyordur diye düşünmeliydi.
“Çınar,” diyerek adama baktı, “Geç mi kaldım sence?”
Çınar gülümsedi, “Bilmem. Sanmıyorum, hala bekar yani.” İkisi de güldüler. “Ama sana kızgınım Mert Ali, bizlere gelmeliydin, biz sana sorduğumuzda en azından bana anlatmalıydın. Meltem seni dinlemese bile beni dinlerdi.”
“Dedim ya, İzmir’e gittim peşinden. Ama saydığı şeyler bana çok ağır geldi. Üstelik suçum o kadar yokken. En azından dinlemesini istedim.”
“Sen doğru olanı yapmışsın ama sonrasında da hata yapmışsın dostum. Gelip bizimle konuşsaydın, biz onunla konuşurduk.”
“Of ne bileyim, gurur yaptım galiba.”
“Peki kıza ne oldu Mert Ali? Hasta dedin-”
“Geçen sene... Vefat etti. Yenildi maalesef. Birinci ameliyat zaten çok başarılı geçmemişti. Kitlenin hepsini temizleyemediler. Ama ikinci bir ameliyatı da bünyesi kaldıramazdı. Beklediler, bedeni toparlanana kadar. Geçen sene ikinci ameliyatı oldu ama başaramadı. Çıkamadı o ameliyattan.”
“Başınız sağolsun. Gerçekten üzüldüm, gencecik kız. Yaşadıkları, sonrası... Of, kötüymüş.”
“Öyle. Ama doktorlar zaten çok umut vermemişlerdi. Her şeye hazırlıklıydık. Yine de Allah ailesine sabır versin. Bir evladı toprağa vermek her şekilde zor. Kendini ona hazırlayamıyorsun. Allah kimsenin başına vermesin.”
“Amin,” dedi Çınar iç çekerek. “Peki kimse oldu mu hayatında?”
“Gözümün ucuna bile kimse değmedi Çınar. Hiçbir şekilde!”
Çınar gülümsedi, bu da kendisi gibiydi anlaşılan. “Neyse en azından buradan kurtarabiliriz durumu.”
Mert Ali ilk kez içten gülümsedi, “Sence affeder mi beni?”
Çınar bu sefer kahkaha attı, “Asıl ben olanları anlattığımda sen onu affeder misin? Çünkü ben Meltem’i biraz olsun tanıyorsam, bunları duyunca kendini suçlayacak.”
Mert Ali birden panikledi, “Yok yok, ben affederim. Sıkıntı yok. Hatta affedilecek bir şeyde yok.”
“Tamam lan, az ağırdan al.”
“Sen kız tarafı değil miydin ya?” diye şüphe ile baktı adama.
Çınar ayaklandı, “Düğünde şahidim olacaksın ona göre ve senden düğün hediyesi olarak bir şarkı istiyorum. Hadi cumartesi görüşürüz.”
Mert Ali “Oha!” diye bağırdı. “Ya neden öteliyorsun? Geleyim işte sen konuş sonra bende konuşayım, barışalım bitsin şu dert.”
“Ne kuru bir barışma senaryosu bu.” Cık cıkladı, “Senin gibi romantik bir adama hiç yakıştıramadım,” dedi yüzünü buruşturarak. “Görkemli olmalı Mert Ali, siz büyük bir aşkın kahramanlarınız. Bana bırak,” diyerek göz kırptı ve evden ayrıldı.
Mert Ali ise arkasından hoşnutsuz bir tavırla homurdandı, “Çok ikna ediciydi. Havalı oldun yani şimdi! Off! Cumartesiye de çok var, bekle ki gelsin. Of Çınar!”
***
Çınar kız kardeşini karşısına alıp gözlerinin içine baktı. Kış bahçesinin kapısında Eva, Bade, Burak ve annesi ile babası bekliyor, olayları öğrenmek için sabırsızlanıyorlardı.
“Bizi biraz yalnız bırakır mısınız?” diye sordu anlayış bekleyerek.
Beste ve diğerleri merak etseler de kapıyı kapatıp salona geçtiler.
Çınar derin bir nefes alıp verdi, “Beni sonuna kadar dinleyecek misin?”
“Konu ne abi?”
“Mert Ali.”
Meltem tam başını sağa sola sallayacakken Çınar onun omuzlarından tutup, “Hiçbir suçu yok Meltem!” diye kararlı bir şekilde konuştu. Olayın sonunu söylerse, etkili olurdu ve dinlerdi onu. “Kader... O kız vefat etmiş.”
“Ne?” diye anlamadan sordu. “Ne olmuş?”
Ve Çınar Mert Ali’nin ona anlattığı her şeyi biraz dramatize ederek bir bir anlattı. Meltem donuklaştı. Böyle bir şey hiç ama hiç beklemiyordu. Çınar’ın karşısından kalkıp camın önünde durdu.
Bir süre sessiz kalsa da sonra çok başka bir konu hakkında konuşmaya başladı. Bu onun kaçış yoluydu, son çırpınışlarıydı. “Bahçe bu mevsimde çok güzel. Sonbahar yaprakları bence doğanın en güzel süsü. Yaz mevsimini de seviyorum ama sonbaharın ayrı bir huzuru, büyüsü var.”
“Meltem iyi misin?”
“Aslında annemlere dedim-” diye konuşurken ağlamaya başladı. “Bu sene şu sonbahar yapraklarını toplatmayın, ben çok seviyorum, dedim!” bağırmaya başlamıştı, “Onların üzerinde yürürken çıkan sesi çok seviyorum.”
Çınar kalkıp kıza sarıldı “Tamam. Ben İstanbul’daki bütün yaprakları yığarım ayaklarının altına prensesim, yeterki artık iyi ol!”
“Ama annemler yine toplatır.”
“Meltem!” kızı kendinden uzaklaştırıp, gözlerine baktı. Onunda maviliklerinden yaşlar akıyordu, “Sen böyleyken ben o masada mutlulukla ‘evet’ diye haykıramam. Cem Ernez’in gözünün içine baka baka şarkılar söyleyemem. Mutlu olamam Meltem. Lütfen artık kendine de o adama da bunu yapma.”
“Beni affeder mi? Ya affetmezse...” diye ağlayıp, abisine sarıldı.
“Senin ve onun için çok güzel bir özür merasimi hazırladım. Merak etme, o düğünün sonunda sizin düğün tarihinizi konuşacağız.”
Meltem mutlulukla kahkaha attı ve bunu duyan Çınar kızın yüzünü görmek için onu uzaklaştırdı yeniden, “Meltem? Güldün. İçten güldün.”
“Onu çok özledim.”
“O zaman düğün için aldığın şu siyah elbiseyi yırtalım ve sana şöyle kıpkırmızı tam bir damadın kız kardeşi elbisesi alalım.”
“Görümce elbisesi de kulağa daha hoş geliyor.”
“O hangi renk.”
“Beyaz,” dedi gülerek.
O sırada kapı açıldı ve Eva kafasını soktu içeri, “Seni öldürürüm görümce.”
Meltem yüzünü buruşturdu, “Tam bir gelinsin Eva.” Abisine bakıp, “Kapı dinliyor gördün mü?” diye sordu.
“Gördüm gördüm. Bende şuan evlenme kararımı sorguluyordum.”
Eva içeri girdi, “Ah hayır kapı dinlemiyordum. Uzun zamandır duymak için deli olduğum bir ses duydum ona geldim.” Meltem’i sevgilisinin kollarından alıp, sarıldı. “Kahkahanı çok özledim sevgili dostum.”
“Bende sizlerle mutlu olmayı özledim.”
Diğerleri de içeri geçip ona sarıldılar tek tek.
“Vay canına, bu kıza doz doz ilaç verdik, iyileştiremedik. Bir doz Mert Ali maşallah yetti,” dedi Burak duvara yaslanarak.
Çınar da kendini beğenmiş bir şekilde ellerini cebine koyup, “Eee... Ben Cem Ernez’in nevrini döndürmüş adamım, kız kardeşimi mi kendine getiremeyeceğim,” diyerek göz kırptı Meltem’e.
“Her şeye babamı sokmasan olmuyor değil mi aşkım?”
“Yok, olmuyor. Çünkü o da her şeyime, her özel anıma burnunu sokuyor. Bak evlendiğimiz gece de evi basar bu!”
“Daha neler!”
***
“Bakın hanımefendi bu kıyafetlerin hepsi klasik smokin. Ben size diyorum ki sevgilimle iki sene önce anlaşamadık.”
“Evet efendim üçüncü kez anlatıyorsunuz. Ayrıldınız ve yeniden barışacaksınız.”
“Yanlış işte, bak anlamamışsın. Abisinin düğününde yeniden barışacağız. O yüzden mağazanızın en güzel, en farklı, en böyle gördüğünde ‘uuu’ deyip, boynuma atlayacağı takımını istiyorum. Bu kadar basit. Ben neden anlatamıyorum bunu size,” dedi sinirle. Hayır bu kaçıncı mağazaydı, bir türlü istediği takım elbiseyi bulamamıştı. Üretimde yok muydu öyle ‘Uuu’ dedirten bir takım elbise? Hayır kadınlara gelince renk renk, desen desen vardı. Hemde sadece ‘Uuu’ dedirtmiyor, adamın kalbine indiriyordu. Maşallah, bir onlara yoktu.
“Sanırım dediğinizi anladım. Bir saniye.”
*
“Bakın bu abiyeler çok sıradan. Ben o gece hem iki senedir küs olduğum sevgilimden böyle abimin hazırladığı görkemli bir merasimle özür dileyeceğim, hem damadın kız kardeşi olacağım, hem görümceyim, hem de gelin benim çocukluk arkadaşım. Bunların hepsini üzerinde taşıyan bir kıyafet istiyorum. Bu kadar basit!” dedi iki elini yana açıp, kadına yaklaşarak. “Umarım anlatabilmişimdir.”
“Çok güzel anlattınız, bir saniye bekleteceğim sizi, bir kıyafetimiz var ama, özel tasarım olduğu için biraz pahalı.”
“Ya parasını sormuyorum. Getirir misiniz lütfen? İki saattir bu klasikleri diziyorsun önüme.” Cık cıkladı.
Eva başını sağa sola salladı, “Ay senin bu canlı cadı halini özlemiştim.”
“İyi döndüm ama değil mi?” dedi kendinden emin bir şekilde.
“Süper döndün.”
Ve gelen kıyafetlerle ikisi birden farklı mağazalarda, birbirlerinden habersiz “İŞTE BU!” dediler.
***
DÜĞÜN GÜNÜ
“Çınar nerede kaldı?”"
“Heyecanlı mısın?” diye sordu Meltem.
“Hem de çok.”
Meltem bir haftadır bir tek onu düşünüyordu, heyecandan ölebilirdi ve bugün geleceğini bilse de içi içine sığmıyor, tedirgin oluyordu. Ya gelmezse, ya vazgeçerse diye düşünmeden edemiyordu. Hep kafasında bir sürü şey kurmuştu, ama şimdi o kızın başına gelenleri düşününce Mert Ali’ye hak veriyordu. Mert Ali Karadeniz’e gittiğinden beri Meltem Kader konusunda daha sert olmuştu. Sürekli karşılaşıp karşılaşmadıklarını soruyor, bir yerde rast gele karşılaşsalar bile kavga çıkarıyordu. Ne saçmaydı ama. Ne çok üzmüşlerdi birbirlerini.
“Onu mu düşünüyorsun?” diye sordu Eva Meltem’in camdan dışarıya dalgın dalgın baktığını görünce.
“Evet. Onu düşünmediğim tek bir an bile olmadı ki. Ama artık mutluyum. Ne pahasına olursa olsun kendimi affettireceğim ona.”
Eva gidip ellerini tuttu, “Aptal mısın kızım, o zaten seni affetmiş? Hatta senin onu affetmeni bekliyor.”
“Yok Eva, ben çok saçmaladım. O zamanlar kıskançlıktan o kadar gözüm dönmüştü ki onu dinlemeyi bile reddettim. Oysa baksana tek amacı kıza yardımcı olmakmış. Çok salağım çok. Onun bana hiçbir zaman ihanet etmeyeceğini biliyordum. Biliyordum ama engel olamıyordum işte kendime.” Sonra gülümsedi, “Duydun mu Çınar ne dedi? Hayatına kimse girmemiş. Benden sonra hiç kimse olmamış.”
“Çünkü hala sana aşık.”
“Evet. Benim gibi. Gözü kör bir aşık.”
Kapı çalınınca ikili birbirinden ayrıldı ve kapıda Çınar göründü, “Gelebilir miyim artık?” diye seslendi.
“Gelebilirsin abi, bende çıkıyordum,” dedi Meltem.
Sonra tam kapıdan çıkıp gidecekken bir an durarak abisine baktı, öyle bir baktı ki abisi gülümseyerek “Geldi,” dedi ve Meltem mutlulukla onları odada yalnız bırakıp, dışarı çıktı.
Aşağı davetlilerin olduğu salona girmek için merdivenlerin başında bekledi. Etrafı gözleri ile taradı ama onu göremedi.
Neredeydi acaba? Bu düşüncelerle uzun elbisesinin kenarlarını tuta tuta merdivenlerden inerken son basamakta karşı karşıya gelmişlerdi. O da tam ceketinin düğmesini ilikliyordu ki eli öylece donup kaldı.
Mert Ali nefeslerini düzenleyemiyordu. Allah aşkına bir insan bu kadar özlenebilir miydi? Ve sesi neredeydi?
Meltem o naif sesi ile “Merhaba, hoşgeldin,” dedi.
Mert Ali yutkundu, “Merhaba, Meltem.”
“I-ım... Şey buyurun geç ben-” Kız ne diyeceğini ne yapacağını kestiremedi ve kaçmak için arkasını döndüğü sırada Mert Ali onun bileğini tuttu.
“Meltem!” dedi. “Konuşmamız lazım.”
“Ta-tamam. Ben şeye bakayım, sonra şey yaptıktan sonra şey yaparız.”
Mert Ali güldü, “Ne yapacağımızı çok anlamadım.”
“Birazdan Mert Ali,” diyerek yanından kaçarak gitti. Bu şekilde olmamalıydı. Daha özel olacaktı kavuşmaları. Çok özel...
Meltem hızla içeri doğru giderken Mert Ali arkasını dönüp giden kızın sırt dekoltesini gördüğünde yumruklarını sıktı. Daha göğüs dekoltesini hazmedememişti. Bu sırt dekoltesi de nereden çıkmıştı? “Siktir!”
Kafasını sallayıp tam içeri girmişti ki Pars’la karşılaştı, “Mert Ali hoşgeldin.”
“Hoşbulduk.”
Onu baştan aşağı süzdü, “Çok şıksınız beyefendi. Çifte nikah varda benim mi haberim yok?”
“Evde dolapta duran takımımdı ya, çok da şey değil yani-” gözleri Meltem’i arıyordu.
“Belli belli. Çok giyip yıpratmışsın. Ne güzel yıpratmışsın,” dedi gülerek. Sonra omzuna vurdu, “Sen bizim masadasın. Bizimki de bizim-”
“Benimki!” diye sakin (!) bir ses tonuyla düzeltti onu, “Sizinki değil Pars.”
Pars dudaklarını dişledi. Vay, hala kıskanç olan bir sevgili, en sevdiği. “Ya evet Çınar zaten geleceğini söylediğinde bayağı stokladım.”
“Ne? Dayak yeme potansiyelini mi?”
“Yok ya Meltoş’a sarılma stoku. Malum sen varken sarılamıyoruz.”
“Pars, ayağını denk al, ben sahalara veda etmemiştim. Sadece bir süre oyun dışı bırakıldım, şimdi de döndüm. Geçen haftaki taşıma olayını da unutmadım. Onu bir ara senle konuşacağız.”
Pars kahkaha attı. Lan bu sevgililerin kendisi ile ne zoru vardı? Burak’ı ayrı, Çınar’ı ayrı, Mert Ali’si çok ayrı... çok yakışıklıydı Allah kahretsin.
“Arayı çok açmayalım o halde.”
Mert Ali sınanıyordu ya, her yerden ayrı sınanıyordu. Dekoltesi ayrı, Pars’ı ayrı sınıyordu onu! Ona söylenen masaya geldiğinde Meltem’le aynı masada olmasına sevinmişti. Çünkü bu grupla onu tek bırakacak değildi. Emindi ki bunu Çınar bilerek ayarlamıştı.
Meltem annesi ile konuşuyor, annesi onun çıkan küpesini takıyordu. “Tamam oldu,” dedi kızına gülümseyerek. Sonra masaya gelen adamı görünce gülümsedi, “Hoşgeldin Mert Ali.”
“Hoşbulduk Beste teyze.”
Meltem birden arkasına baktı ve o anki şaşkınlıkla “Sen bu masada mısın?” diye sordu.
“Evet, bir sakıncası mı var?” gülümsemişti.
“Yok. Bende Eva’ya bakayım.”
“Şeyi şey edip, şeysini şey ettin mi bari?”
“Ne?”
Mert Ali gülerek başını salladı, bu kız şapşal aşıkken çok tatlı oluyordu, “Yok bir şey hadi kaç kaç, yani git bak Eva’ya sen.”
“Vay, barıştınız mı?” diye sordu Duygu heyecanla.
Mert Ali kendinden emin bir şekilde giden (kaçan) kızın arkasından bakarak “Henüz değil,” dedi.
Nikah kıyılacağı an Mert Ali ile Meltem nikah masasına giden merdivenlerde karşı karşıya geldiler. Meltem adama bakınca, “Abinin şahidiyim,” dedi ve kıza öncelik vererek arkada durup, onun çıkmasını bekledi.
Meltem yine elbisenin eteklerini kaldırarak çıktı merdivenleri. Çok şükür ki düşmemişti, çünkü heyecandan ölecekti. Bu adam onun tüm hücrelerini aynı anda hoplatıyor, bütün bedeninde bombalar patlatıyor gibi tek bir bakışı ile sarsıyordu onu. Mübarek sekiz nokta dokuz şiddetinde deprem yaratacak fay hattı gibi geçiyordu kalbinden. Of! Of!
Birlikte masaya geçip oturacakları sırada Mert Ali önce kızın sandalyesini çekti ve kulağına “Darısı sana,” diye fısıldadı.
Meltem adama bakıp gülümsedi, “Bakacağız artık,” dedi.
Mert Ali yerine otururken dudağını ısırdı, “Yoktur inşallah bir aday? Allah korusun!” -Biri mi vardı lan kıza asılan?
“Yakışıklı ve başarılı genç iş adamları etrafımda çok bay Alahanlı. Malum bekarım da.”
“Bekarlığına başlatma Soylu!”
Nikah memuru masaya gelince Meltem susmak zorunda kaldı ve nikah akdi başladı.
Eva’nın elleri titriyordu heyecandan, Çınar da o eli sımsıkı tutmuştu. “Az kaldı.”
“Çok az...”
Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken Cem’in sesi duyuldu, “Kızım geç değil, hala babana dönebilirsin.”
Çınar başını kaldırdı ve adama baktı, “Cem babacığım istersen zorlatmasın mı artık ha, o artık bir Soylu olmak üzere de?”
“Hay senin soyuna sopuna-“
“Şişt!” dedi Rüzgar adama bakıp. “Ne oluyor? Rahat bırak abi gençleri artık. Evleniyorlar.”
“Senin kızın da masada, bak yanında da kim var? Adamın gözü göz değil valla. Bi edepsizleşmiş gibi.“
Rüzgar ona “Saçmalama Cem Ernez,” diyerek çıkıştı. “Bir Çınar’ın kızına olan bakışlarına bak, bir de Mert Ali’nin kızıma bakışına bak. Biri ‘bir an önce şu düğün bitse de eve gitsek’ bakışı, biri ‘seni hala çok seviyorum’ bakışı. Sen damatlarınla benim damadı karıştırdın her halde. Benimki romantik, seninki düpedüz erotik yüklü.”
“Saldın başıma sapık oğlunu, kaptın sen edepli damadı. Oh! Mis!”
“Valla öyle.”
“Birde öyle diyor ya, delirtecekler beni!” karısına baktı, “Hayır bu da evlenmeden sevişti. Bununki neden romantik benimki edepsiz Ecrin?”
“Hayatım ne bileyim. Şans işte, of!”
“Şansıma sıçayım o zaman!”
“Siz Eva Ernez, Çınar Soylu’yu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”
“Memur bey, onlar kardeş gibi büyüdüler. Bu sonradan kızımı kandırdı, gerçekten.” -Cem’in son çırpınışları sinemalarda...
Eva başını salladı ve “Beş yaşımdan beri tek dileğim, evet!” diye adama bakarak bağırınca herkes alkışladı. -Cem hariç.
“Neyse belki Çınar hayır der.”
Ecrin adamı sardı, “Ernez, rahat ol.”
“Demesi kolay.”
“Siz Çınar Soylu, Cem Ernez’in kızı Eva Ernez’i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” -Bunu Çınar özellikle istemişti.
Çınar kayınbabasının gözünün içine bakıp, sırıttı “Cem babam ‘Kızlarımız olacak’ dediği o ilk anda hissettiğim duygunun her ayrıntısı aklımda ve o duygunun tüm coşkusuyla, evet!” ve bu sefer daha güçlü bir alkış tufanı koptu.
“Adi! Ne dedi nikah memuru duydun mu Ecrin? Edepsiz!”
“Çok tatlıydı.”
“Aman zaten kocana ne zaman biri bir sap soksa, sana tatlı geliyor. Gece o sapı tutar, lolipopunu yersin artık.”
“Hii! Yemin ederim damatlarından edepsizsin Ernez!”
“Eee, bu kadar damatla nasıl başa çıkarım yoksa. İçime atıp edebimle öleyim mi Ecrin Ernez?”
“Yok Cem Ernez, edepsiz edepsiz yaşa!”
Nikah sona erdiğinde, “Gelini öpebilirsiniz,” lafı ile, Çınar ile Eva ayağa kalktılar. Çınar kızın beline sarılıp, onu kollarında geriye yatırıp, dudaklarına yapıştı ve diğer boşta kalan eliyle zafer işareti yaptı.
Burak, Pars, Kuzey ve Mert Ali ıslık çalarken, diğerleri “Ooo...” diye bağırıp, konfetileri patlatıyorlardı.
Cem Burak’a ters ters baktı. “Pis işbirlikçi.”
Burak da Cem’e eğilip, “Bu daha fragman babacığım. Asıl film çok yakında Çınar sinemalarında,” dedi pis pis sırıtıp.
“Yapımcılığını ve yönetmenliğini bizzat yaptığım filmi ben çok ama çok yakında ocağınızın tam ortasına çam yarması dikip, yayına sokacağım. Bekle sen!”
Burak kahkaha attı. “GİTTİ KIZLARIM, adlı romantik komedi mi? Kendin verdin, kendin ağlıyorsun Cem Ernez,” dedi eğlenerek.
“Yok. EVLİLİĞE VEDA PARTİSİ adlı kısa film. Kendiniz çaldınız kendiniz oynadınız.”
Burak yutkundu, inşallah bunun iki önceki veda partisi ile ilgisi yoktu. Hayır kendilerinin de bir suçu yoktu ki, o dansözler nereden gelmişti anlamamışlardı. Zaten Çınar’ın da müdahalesiyle ikinci şarkıda çıkarılmışlardı mekandan. Allah korusun.
Bade adamın karnına dirseği ile vurdu. “Sus artık, adam kalpten gidecek.”
“Bir şeycik olmaz ona. Eski toprak o.”
Çınar yanlarına geldiğinde Burak onu sevgi ile sardı. “Çok tebrikler bacanak. Bir ömür mutlu, mesut ve huzurlu yaşayın.”
“Sağol bacanak.”
“Bacaklarınız kırıla!” diye homurdandı Cem.
Eva gelince onu da sardı. “Eva Soylu, yakıştı ha.”
Cem Ecrin’e baktı. “Ağır tahrikten yırtarım yemin ederim. Hapis yatmam Ecrin, öldüreyim mi lütfen ya?” dedi öfkeyle.
Burak adama bakıp güldü. “Bundan sonra hep Eva Soylu diyeceğim. Ne tatlı.”
“Ağzın burnun sağlam kalırsa dersin.”
Çınar Cem’i öperken gülmemek için dudaklarını bastırdı. “Öpeyim babacığım.”
“Bana babacığım deme!”
“Ne deyim babacığım, eşimin babası mı? Yoksa bebeğimin dedesi mi? Hay aksi Allah mı söyletti ne?”
“Ya havle! Elimde kalacaksın!” karısına döndü, “Ecrin bak, bu adamdan da bebek gelirse, bende yaparım.”
Ecrin “Yok artık,” diye çemkirdi.
Çınar da gülerek, “Kıskanç yemin ederim özenti bu adam. Yapar ha ben sana söyleyim. Küçük küçük kayıncıklarımızla baldızlarımız olur,” dedi Burak’a, sonra kahkaha attılar.
“Alay ediyorlar Ecrin bak ya!” diye somurttu. Sonra gözlerini kıstı, “Bende size baldız yapacak göz var mı lan? Daha ana karnında bulur birini yapıştırırsınız ona, sonra al başına belayı, elinize göre sapık damat yetiştirirsiniz.”
Burak adamı sardı, “Ya bak ya, bayılıyorum bu adamın bizi böyle tanımasına. Ya bir kayınbaba canından çok sevdiği damatlarını bu kadar mı iyi tanır.”
“Ne seveceğim lan sizi canımdan çok. Canımın kenarları!”
“Sevmesen iki kızını da bizlere verir miydin? Aa! Çok ayıp. Aşkını inkar etme artık Cem Ernez.”
Sonra Çınar girdi devreye ve “İçine ata ata ne hale düştün, tuta tuta çatlayacaksın be adam,” diyerek şarkı söyledi.
Sonra Burak da ona katıldı, “Çekinme hadi hadi söyle de kurtul bundan, kura kura kurudun be adam!”
“Ecrin!”
Mert Ali Çınar’ı çekti, yoksa adam ölüverecekti sinirden, “Lan rahat bırakın adamı. Allah size akıl fikir versin,” diyordu ama o da kriz geçirmişti gülmekten.
Çınar Mert Ali’yi öperken kulağına “Darısı başınıza,” deyip, göz kırptı.
Mert Ali de başı ile teşekkür etti.
Ve düğün başlamadan Çınar ceketini çıkarıp, zıplayarak yüksek olan sahneye çıkıp, mikrofonu eline aldı. “Herkese iyi akşamlar ve düğün törenimize hoşgeldiniz. Şimdi burada, herkesin huzurunda dostum Mert Ali’den bir şarkı rica ediyorum.” Gülümsedi, “Mert Ali Alahanlı, ilk dans şarkımızı kız kardeşim Meltem’le sen söyler misin?”
Mert Ali birden başını eğip ileride duran Meltem’e baktı. O da ona bakıyordu. Gözüyle sahneyi işaret etti, Meltem de başı ile onayladı ve birlikte sahneye doğru yürüdüler.
Meltem sahneye çıktığında saçını toplayıp yanında getirdiği toka ile tutturdu ve “Sanırım gözlerine bakmam gerekecek,” dedi.
“Sakın başka yere bakayım deme.”
Ve şarkıya başladılar...
(Meltem)
“İki kalp severse adı aşk olur...
İki ayrı kalp aynı anda vurur...
Sen ben ayrı yazılır,
Gel biz olalım n'olur!
(M.A.)
O ilk bakışın bir adı varsa;
Hoş geldin de aşka, selam dur kalbim.
Dokunduğum yerde güller açarsa,
Gül bahçesine dönecek tenin...
Gel gel, dokun hisset!
Kalbim senin emret!
(M&M)
İki kalp severse adı aşk olur...
İki ayrı kalp aynı anda vurur...
Sen ben ayrı yazılır,
Gel biz olalım n'olur!
(Ravi İncigöz – İki Kalp)
Şarkı bittiğinde Mert Ali kıza döndü ve “Ayrı ayrı durduğumuz yetmez mi Kızıl Güneş? Yeniden ‘biz’ olalım mı? Yeniden Kızıl Güneş’im olur musun?” diye sordu. İkisinin de gözünden yaşlar akıyordu. Herkes durmuş, sahneye bakıyordu.
Meltem başını aşağı yukarı salladı, “Ama bu benim özrümdü, onu çaldın,” dedi ağlayarak.
“Bende onu diyorum, seni beni boşverelim artık.”
Başını salladı, “Boşverelim Alahanlı.”
Mert Ali onun yanaklarını avuçlarına hapsetti ve dudaklarını ele geçirdi. O an dünyası yeniden rengarenk olmuştu, o an o simsiyah gelecek aydınlanmıştı ve ikisinin de ruhu iyileşmişti.
Herkes ıslık çalıp alkışlarken, Cem Rüzgar’a eğilip, “Ben sana dedim bakışı bakış değil,” dedi sinsi sinsi gülerek, “Edepsizleşmiş bak, oh olsun sana. Hep oğlun veriyor bu akılları buna. Bak bak ıslık çalıyor bir de! İşbirlikçi bunlar.”
“Cem Ernez, sus ve yarını bekle!”
“Ecrin yarın ne var?” diye bağırdı. “Ne var yarın? Korkuyorum!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.65k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |