26. Bölüm

26. BÖLÜM - BİTSİN Mİ SENSİZLİK?

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Kaldırımlarda kaç yalnızlık izlerim var benim,

Varlığını dilediğim kaç yıldız kaydı gökyüzünden...

Dinmesini istediğim ne acıları var yüreğimin...

Bitsin sensizlik diye tutturduğum ne şarkılar dolandı dilimde...

 

 

Cem duyduğu şeyin şokunu yaşarken Ecrin elini başına koymuş adama laf sayıyordu, “Hayır yemişsin bu haltı evladım, söylediğin şekle bak. Hatandan utanmıyorsun da!”

“Valla Ecrin anneciğim, sizden çok da farklı bir halt yemedik. Tek fark aradaki o ince şey.”

Cem gözlerini yumdu ve “Bu sefer gerçekten bunları kimse alamaz elimden!” deyip üstlerine yürümeye başladı.

Ecrin korkuyla bağırdı, “Cem koltuk!”

“İstersen klozetin içinde yatır. Bu ne lan? Anamı ağlattılar!”

“Yok annenizle hiçbir bağlantımız yok, biz kızlarınla ilgileniyoruz,” derken Çınar koşuyordu. Onun tam ters istikametine de Burak koşmaya başlamıştı. Pars da bir ağaca yaslanmış kahkaha atarak telefonla onları çekiyordu.

Çınar koşarken bir yandan da “Cem baba bizi yakalayamaz!” diye bağırıyordu.

“Lan elime bir geçin, ebeniz alamayacak sizi elimden.”

Bir ağacın arkasına geçen Çınar Burak’a seslendi. “Ebe demişken, sizin doktorla görüşelim kayınço! Malum kontrol önemli.”

“Emrin olur kayınço! Her daim hastanem emrinde!”

Cem Burak’ı bırakıp, Çınar’ın peşinden koşarken evin önünde duran arabadan Bade, Eva ve Duygu inmişti.

“Ay neler oluyor burada?” diye cırladı Bade.

Burak Bade’nin arkasına geçti. “Babanla yakalamaç oynuyoruz. Ama o bir türlü yakalayamıyor.” Ona sinirle yürüyen Cem’i görünce, karısını sağa sola oynattı.

“Babacığım sıkıldık. Biraz da saklambaç mı oynasak? Performans sıfır, ısınmanız lazım. İleride lazım olacak. Malum iki torun-“

“Lan öldürürüm sizi!” diye bağırdı Cem. “Duydunuz mu, öldürürüm sizi!”

 *

Ecrin hepsine kahve yaparken Cem hala damatlarına tıslıyordu.

“Bu hamilelik meselesi ne Eva?” diye olaya girdi Cem.

“Şey babacığım vallahi bende bilmiyordum. Bana da dün Çınar söyledi?”

Cem gözlerini pörtletirken, annesi lafa girdi; “Kızım çok affedersin ama söylemekle olmuyor bu işler değil mi? Yani senin haberin yok muydu- tövbe ya Rabbim! Gerisini söylemeyim, anladın sen!”

Eva kıpkırmızı olurken Çınar homurdandı. “Yani tabi başka eylemler gerekiyor. Onlardan muhakkak haberi vardır-Ah!” Eva’nın attığı dirsekle sustu. “Ne bebeğim yalan mı? Haberim yok diyorsun-” bu sefer Cem sert bir şekilde öksürünce Çınar kahvesine döndü, “Ben kahvemi içeyim en iyisi.”

“Lan hala konuşuyor, yürek yemiş anasını satayım, susmuyor!” diye söylendi Pars Burak’a doğru dönerek.

Ecrin saçlarını geriye savurdu, “Evet Eva seni dinliyoruz, nedir bu bebek meselesi? Nereden çıktı?”

“Anne ama Bade’ye öyle zor sorular sorulmamıştı.”

Çınar parmak kaldırdı, “Ben açıklayabilirim.” Pars adamın kalkan parmağını birden indirdi.

“Lan bi sus bi sus, açıklamanı becerecek şimdi adam!”

“Yok benim Burak’ı dövmem ya da öldürmem falan gerekiyordu. Bu edepsiz zıpır benim yumuşaklığımdan yüz buldu.”

“Zıpır falan ayıp oluyor ama babacığım, ben senin torununun babasıyım-“

“Lan başlatma babasına torununa! Hala torun diyor, baba diyor!” Cem sinirden çıldırma noktasındaydı.

Eva elini başına koydu, artık başı zonklamıştı; “Çınar sus Allah aşkına! Canına mı susadın?”

“Evimize gidelim mi aşkım, lütfen?” diye mırıldandı. “Ben de bir korkmaya başladım. Sanki biraz sinirlendirdim.”

“Yok hayatım abartma! Ne sinirlendirmesi?” sonra annesine baktı. “Anne biz kalkalım. Sizi de gece gece rahatsız ettik.”

“Bu konu kapanmadı!” dedi Cem sinirle!

Çınar sırıttı, “Aklınızda soru işaretleri kalmasın Cem babacığım, söyleyin ben size-”

“Sonra görüşürüz babacığım. İyi geceler,” deyip, kocasını sürükledi.

 ***

Bade önce Duygu ve Pars’ı evlerine bırakıp, geri gelip Eva, Çınar ve kocasını aldı. Allah’tan evler yakındı.

Arabaya bindiklerinde Bade ona yılışan kocasının eline vurdu, “Ev basmak ne Allah aşkına? Eşkıya mısınız siz?”

“Yok mağduruz. Hakkımızı arıyorduk,” diye mırıldandı Burak.

“Hakkına tüküreyim Burak.”

“Ya bak öyle deme ama karıcığım. Hem Eva hamile ya, benim de canım ikinci çocuğu çekti. Yapalım mı bu akşam ikinci çocuk?”

Bade gözlerini kısarak baktı ona, “Allah aşkına sen bugün o eve geçebil, çocuktan ben geçtim. Ayakta duramıyor, bana çocuk yapacak!”

Burak sinsi sinsi sırıttı, “Ayakta yapmayız bizde, yatarak yaparız.”

“Burak!” diye inleyip, omzuna vurdu. “Eve aldığıma dua et! Ayrıca eve giriyorsun diye affetmiş değilim yani.”

“Bakın siz inanmıyorsunuz ama o melek sandığınız babanız varya, o tam bir şeytan! O soktu dansözleri mekana, sonra da bizi videoya aldı. Ben annenize Tamer abinin veda gecesindeki dansözleri babanızın ayarladığını ağzımdan kaçırınca (!) o da intikam aldı aklı sıra benden.”

“Ağzından kaçırmak mı?” diye alayla sordu Eva.

“Evet. Ağzımdan kaçtı ya yalan mı söyleyeceğim?” deyip omuz silkti. Sonra kadına yanaştı. “Yanında uyumak istiyorum bu gece, çok özledim Eva.”

“Bakarız. Yılışma çekil!”

 *

Eve girdiklerinde montlarını hızla çıkardılar. Çınar onu elinden tutup yukarı çıkarırken çok da ayakta duramıyordu.

“Dur deli adam, düşeceksin.”

“Bir şey olmaz, hadi! Çok özledim.”

Odaya girdiklerinde Çınar kendisi ile birlikte yatağa çekti kadını. Üst üste düştüklerinde Eva kahkaha attı. “Çınar!”

“Hı...” diye yanıtladı onu adam. Eli ile üstündeki kadının kalçalarını okşuyordu.

Eva iki ayağını açıp, adamın kucağına oturdu ve hızla üzerindeki kazağı çıkardı. “Özledim...”

Çınar da hızla soyundu. “Sen bir de bana sor, delirdim.” Sonra kadının belini sarmalayıp, onu alta aldı ve kendi üste geçip, boynundan öpmeye başladı karısını.

Eva gözlerini yummuştu, tam kendinden geçeceği an adamın hareketleri durdu. Eva “Çınar,” dedi ama yanıt gelmeyince bu sefer adamı dürtmeye başladı, “Çınar! Aşkım!” Adamdan yine ses gelmeyince, inledi. “Çınar ya!” ve adamı üstünden sinirle itince, kocası yere düştü ama sanki hiç düşen o değilmiş gibi rahat bir pozisyon alarak uykusuna devam etti.

Bunu gören Eva çıldırmıştı. Yastığı yatağa vura vura tısladı, “Bir daha ebenle sevişirsin Çınar! Geberteceğim seni!” deyip yatağın ortasına geçerek adama söve söve uyuyakaldı.

 ***

Mert Ali bir yandan elindeki telefondan iş yerindekilere talimatlar verirken, bir yandan da yanında elele yürüdüğü sevgilisinin ağzına tıktığı kestanelerden kurtulmaya çalışıyordu.

“Evet Erkan bey, amcamda benim vekaletim var, benim yerime imza atabilir zaten. Evet dediğim gibi -Aşkım dur iki dakika-“

“Aşkım mı?”

“Size demedim Erkan bey!” Mert Ali kıza gülerek gözlerini belertip baktı, “Meltem iki dakika ağzıma sokmasana şunu!” dedi. Telefondaki adam öksürünce, yüzünü buruşturup, “Kestane Erkan bey, kestane! Hadi iyi günler,” diyerek telefonu kapattı.

Meltem kahkaha attı, “Ay adam beni sapık sanacak! İğğ!”

“Evet. Sapık ve sapkın bir sevgilim var sanacak şimdi! Aman ne güzel!” başını sağa sola salladı. “Hayır şirkette benim de adım sapkın, karısına söz geçiremeyen itaatkar kocaya çıkacak.”

Meltem adamın koluna girdi, “Şikayetçi misin benim sözümden çıkamadığına?”

“Yani yatakta çok söz geçiremiyorum sana ve evet bu durumdan şikayetçiyim.” Onu kendine çekip beline sarıldı, “Ben artık her şeyinle benim ol istiyorum,” dedi kulağına fısıldayarak.

“Göremedik evlenme teklifini Mert Ali bey, o yüzden bir şey diyemiyorum.”

“Çok az kaldı sevgilim, çok az kaldı.” Bu kız onun ömrüne öyle bir mühür vurmuştu ki, o mührü kızın kendisi bile silemezdi.

 ***

Çınar öğlen saatlerinde ancak uyanabilmişti. Sırtı da başı da ağrıdan çatlıyordu. Kafasını kaşıyarak etrafına bakındı. “Aaa eve gelmişim,” dedi gülerek. Ama sonra yattığı yere baktı. Yerde ne arıyordu Allah aşkına? Uyurken mi düşmüştü? Yerinden doğrulurken sırtının ağrısından “Ah!” diye inledi. “Ne vicdansız kadınsın Eva, ya! Düşmüşüm insan uyandırır da kaldırır,” dedi kendi kendine konuşarak.

Sırtını tuta tuta kalkarken banyodan üzerinde havlu ile çıkan karısını gördü, “Günaydın Melek görünümlü Cem’in vicdansız kızı.”

“Günaydın kanatlanamayan kuşun sahibi.”

Çınar kaşlarını çattı, “O ne be? Dün uyurken mi düştüm ben? Hayır neden uyandırıp kaldırmadın ki?”

“Hayır, sevişirken düştün canım!” diye sinirle tısladı.

“Anlamadım, biz dün seviştik mi?” dedi bir yandan da dün geceyi hatırlamaya çalışıyordu. En son bir yerde oturmuş Burak ve Pars’la içiyorlardı. Kafasını kaşıdı, “Ben hatırlamıyorum ya, nasıl seviştik?”

“Yok sevişemedik!”

“Eva şunu doğru düzgün anlatır mısın zaten kafam kazan gibi?”

“Çok içtiğinden olabilir mi?” dibine kadar geldi ve kulağına, “Yapamadın Çınar Soylu,” dedi kışkırtıcı bir ses tonu ile ve kahkaha atarak uzaklaştı. Dün onu yarıda bırakmak neymiş görürdü o.

Çınar hayretle gözlerini açtı. “Yapamadın derken? Yapamadın ne demek Eva?” dedi dehşetle.

“Olmadı. Yani sen de olmadı. Hava şartları sıkıntılıydı galiba, uçuş gerçekleşemedi.”

Çınar elini kalbine koydu. “Kalpten giderim ha! Ne demek sende olmadı? Ben daha gencim.” Sağa sola gitmeye başladı ve karısına dönüp çıkıştı “Lan saçmalama, hayatta böyle bir şey yaşamadık biz!”

“Valla onu artık ortağınla görüşeceksin,” deyip, aşağıyı işaret etti.

“Hep babanın ahı bu! Yemin ediyorum onun nazarı değdi, o maviş maviş gözlerini dikti üzerime! Allah’ım başıma gelen rezalete bak!”

“Bu arada babam demişken, dün torun müjdesini verdin ona, çok sevindi (!) o kadar sevindi ki seni bir kaşık suda boğacaktı.” Elini sallayarak “Halay çekerek hamile olduğumu söylemek ne Allah aşkına?” diye sordu.

Çınar eli ile boğazını, ensesini sıvazladı, “Boğulacağım yemin ederim. Ya ben en son barda Burak ve Pars’laydım, hangi cehennemden çıkıp gelmiş o melek?”

“O bir yere gelmedi, siz onun cennetini bastınız! Bermuda şeytan üçgeni gibi sarmışsınız adamın çevresini. Edepsiz edepsiz bir de benim nasıl hamile kaldığımı anlatıyorsun.”

“İşte o beddua etmiş demek dün, bak tutmuş,” dedi önüne bakarak. “Hayır, ondan ne istedi?”

Eva sabır çekerek soyunma odasına geçerken, adam şaşkın ve korkmuş bir ifade ile hala aşağı bakıyordu.

 *

Çınar parmak uçlarında salonun kapısına kadar gelip, kapıdan başını uzattı. Karısı televizyon izliyordu. Hayır banyoda her şey normaldi. Dün gece neden olmamıştı acaba?

Kafasını kaşıyarak “Eva...” diye seslendi.

“Hı.”

İstediği cevap bu değildi, “Evacığım...”

“Hı...”

Bir de erkeklere odun derlerdi. Bu kız dişi odundu. Kapıda durup, omzunu kapı pervazına yaslayıp sakinlikle yine seslendi, “Karıcığım...”

“Ne var Çınar?” diye cırladı en sonunda.

“Ya kızım burada romantik romantik sesleniyorum ne bu cevaplar? Allah Allah!”

“Romantik mi?” diyerek adamı süzdü. Üzerinde sadece havlu vardı. “Bana daha çok erotik erotik sesleniyormuşsun gibi geldi.”

“Yani sonuçta sesleniyorum.”

“Bende sonuç olarak cevap veriyorum!”

Çınar ofladı, babası gibi katır inadı vardı bu kızda, “Ya yukarı gelsene biraz.”

“Gelemem Çınar, kaçırdığım dizimi izliyorum. Çok heyecanlı.”

“Ben sana yukarıda heyecan, aksiyon, romantizm, erotizm hepsini bizzat yaşatacağım. Hadi gel aşkım."

“Nasıl ay pardon neyle bebeğim?” diyerek kahkaha attı.

Çınar’ın yüzü asıldı. “Dün konsantre olamamışımdır içkiden Eva, babanın bedduası da olabilir. Ama şimdi banyoda sorun yoktu. Yüreğime inecekti yeminle.”

“Tamam sen banyoda hallettiysen sıkıntı yok. Şimdi müsaadenle dizimi izliyorum.”

Çınar sinirle içeri girdi ve televizyonun önünde durdu. “Burada mı istersin, yukarı mı gelirsin? Bende mekan farketmez yani!”

“Çınar saçmalamasana, çekil önümden.”

“Ya Eva kaç gün oldu? Hadi gel! Lan anlamıyorum, evlenmeden daha çok sevişiyorduk. Evlendik evleneli daha sevişemedik.”

“Edepsizleşme Soylu!”

“Ben mi edepsizim? Edepsiz görmemişsin! Son üç saniye ve üç!” dediği an kızın üstüne çıktı.

“Çınar ne yapıyorsun?”

“Karımla sevişiyorum. Yemin ederim iyi ki çocuğu yapmışız. Yoksa çocuksuz kalacaktık.”

“İn üstümden sapık!” derken gülüyordu.

Çınar kızın tişörtünü çıkarınca “Ooo... Hazırız bakıyorum,” dedi çıplak bedenini izlerken.

Eva kahkaha attı. “Seni seviyorum çocukluğumun en güzel yanı.”

“Seni seviyorum küçük yüreğimin büyük aşkı.”

Dudakları buluştuğu an ne dizi kalmıştı ne de başka bir şey...

 ***

“Geldim Mert Ali de burası neresi? Boş araziye benzi-“ karşıda helikopterin önündeki adamı görünce aniden frene bastı.

“Sanırım gördün,” dedi ve telefonu kapatarak onun gelmesini bekledi.

Meltem bir süre adamı süzdü. Açık renk bir keten pantolonla beyaz bir tişört giymişti, sade ama baştan çıkarıcıydı.

Adam ona gülümseyince, gaza bastı ve önünde durup, arabadan indi, “Mert Ali?” dedi gözlüğünü çıkarıp, etrafına bakınarak.

“Hoşgeldin Kızıl Güneş’im.”

“Bu ne?”

Mert Ali kaşlarını çatarak arkasına baktı. “Halk arkasında helikopter deniliyor,” dedi gülümseyip.

Meltem de gözlerinin içine bakarak gülümsedi. “Hımm... Çok ilginçmiş.”

“Evet, ilginç aletler bunlar. Uçuyorlar biliyor musun?” diye yalancı bir şaşkınlıkla açıklama yaptı. “Gel göstereyim.”

“Mert Ali bırak dalga geçmeyi de ne yapacağız bununla onu söyle?”

Adam kıza yaklaştı ve dudaklarına ufak bir öpücük bıraktı, “Mutluluktan ayaklarını yerden kesmeyi planlıyorum,” dedi ve kızı elinden tutup, helikoptere bindirdi. Kendi de diğer tarafa geçip, kulaklığı taktı.

“Bir saniye ya, sen mi kullanacaksın bunu? Hayatta binmem!”

Mert Ali kahkaha attı, “Emniyet kemerini tak ve manzaranın keyfini çıkar Meltem Soy-Müstakbel Alahanlı,” deyip göz kırptı.

Yavaş yavaş havalandıkları an, adam konuşmaya başladı. “Amcalarımın ikisi de yengelerime havada evlenme teklif etmişler. Ben de bu geleneği sürdürmek istedim. Ama cevabını indiğimizde vermeni istiyorum.” Kıza pembe bir gül uzattı. “Ömrümün en güzel esintisi, en güzel çiçeği...” güneş batmak üzereydi ve gökyüzü kızıla bürünmüştü. En güzel manzarayı en yerden izliyorlardı, “Benimle evlenir misin Kızıl Güneş’im?”

Meltem onun gözlerinin içine bakarak öyle bir gülümsemişti ki Mert Ali bir nevi cevabını almıştı ve başını sağa sola sallayıp, “Cevabı indiğimizde vermeni istemiştim meleğim,” dedi.

 *

Hava karardığında bir alana inmişlerdi. Meltem emniyet kemerini çözerken etrafa bakındı. Kesinlikle İstanbul’da değillerdi, “Neredeyiz?” diye sordu adama merakla.

“Bodrum’da,” dedi ve kulaklığı kulağından çıkarıp, emniyet kemerini de çözerek helikopterden indi.

Meltem şaşkındı. “Bodrum mu?” babası ikisini de kesmezse iyidir, hayır gece geri dönseler bari.

Mert Ali gelip kızın kapısını açtı, “İn bakalım günün Prensesi.” Onu belinden tutarak indirip, arkada olan açık renk ceketini üzerine alarak önünde diz çöktü. “Cevabını bekliyorum.”

“Deli misin sen tabi ki evet,” dedi gülerek.

Mert Ali cebinden güneş simgeli bir yüzük çıkardı. Güneş kızıl renkli taşlardandı. “Sen bana güneşin kızılı ile geldin, aşkın en koyu rengi ile. Hoşgeldin,” deyip, yüzüğü takacağı parmağı önce öptü sonra onu yavaş yavaş parmağına taktı. Ardından da kadını kollarına alıp dudaklarına sahip oldu. “Seni seviyorum sevgilim ve acele et, seni sabırsızlıkla bekliyor olacağım.”

Birkaç kişi geldi yanlarına. “Meltem hanım sizi şöyle alalım. Hazırlığınız yapılacak.”

“Ne hazırlığı?” Mert Ali’ye dönüp baktı, “Ne hazırlığı Mert Ali?”

Genç adam ellerini cebine koydu ve “Yemek. Sadece sade bir yemek hayatım,” dedi ifadesiz bir tonla.

“Gece döneceğiz ama değil mi İstanbul’a?” eyvahlar olsun yüzündeki ifade hiç de gideceklermiş gibi durmuyordu. Daha çok ‘tüm gemileri yaktım’ gibi bir ifade vardı.

“Bakarız prenses. Nereye gideceğimiz belli olmaz,” belinden tutup onu kendine çekti, “Ayrıca bana ‘evet’ dediğin gün için sana verilmiş bir sözüm vardı, unuttun mu?”

Meltem yutkundu ve başını sağa sola salladı. Unutmamıştı, hatırlıyordu. ‘O teklifi ettiğim gece her şeyinle benim olacaksın!’ demişti. “Ama babam?” diye sordu fısıltı ile.

“Hadi Meltem geç kalıyorsun güzelim. Sen sadece kendini bana bırak bu gece.”

Kadınlar Meltem’i alırken o hala arkasına bakıp, “Babamı ara babamı! Öldürmesin seni!” diye bağırıyordu adama.

Mert Ali kahkaha attı ve o da hazırlanmak için kendi odasına gitti.

Meltem kadınlarla yukarı çıkarken aklında binbir düşünce vardı. Çok mutluydu, yüzüğüne bakıp bakıp sırıtıyordu, ne kadar da güzeldi yüzüğü. Rüyada gibiydi. Güzel teklif etmişti ama.

Onu geçirdikleri odanın içindeki banyoda hızlıca duşunu alıp kabinden çıktı. Bir standın üstündeki iç çamaşırlarını görünce, “Uuu...” diye bir nida çıkardı. “Çok iddialı ama güzel.”

Hemen bedenini kurulayarak, onları üstüne geçirdi ve en alttaki beyaz sabahlığı giyinip banyodan çıkarak aynanın karşısındaki koltuğa oturdu. Bir kuaför saçını yaparken, diğeri makyajı ile uğraşıyordu, biri de manikürü ve pedikürüyle ilgileniyordu. Hayır bu kadarına ne gerek vardı?

Kadın saçını toplamaya başlamıştı ki Meltem hemen müdahale etti, “Çok abartılı olmasın. Hatta aslında düz fön iyiydi böyle.”

“Bize bırakın Meltem hanım.”

“Peki,” dedi sıkıntıyla. Meltem oldu olası abartıyı sevmezdi. Sade bir akşam yemeği içinde topuza ne gerek vardı. Eli ile yüzünü yelledi.

Bir saatin sonunda Meltem ofluyordu ki, kapı açıldı ve içeri kafasını uzatan kadın “Son yarım saat,” dedi.

Elinde koca bir elbise kılıfı ile gelen diğer kadın ise “Tamam, yirmi dakikaya hazır,” diyerek Meltem’in karşısına geçti. “Meltem hanım bunu giydirelim size.”

Diğer kadın kılıfın fermuarını açınca Meltem’in gözlerinin önüne çıkan şey kesinlikle bir elbise değildi.

“Ne-neler oluyor?”

Kadın cevap vermeden Meltem’i paravanın arkasına alarak sabahlığını çıkardı ve gelinliği giymesi için ona yardım etti. Meltem o dakikadan sonra şaşkınlığından konuşamıyordu. Gelinliği giyinip çıktığında başka bir kadın ona duvağını taktı.

“Bakın ben anlamıyorum, bu sade bir yemek olacaktı! Yanlış odaya mı geldik acaba? Ya da siz mi odaları karıştırdınız? Hey! Beni duyan var mı?” diye bağırdı. Sanki onu duymuyorlardı. Delirmiş olmalıydı herkes.

“Çok güzel oldunuz Meltem hanım, Mert Ali bey bayılacak,” dedi ona karşıdan bakan kadın.

Diğer biri de kapıyı açıp, “Hadi inelim,” diye talimat verdi.

Meltem’i aşağıdaki hole indirdiler. Bahçeye açılan kapının önünde iki kadında gözden kayboldu. Meltem bahçe kapısının önüne geldiğinde yanda duran iki görevli aynı anda kapıları açtılar ve biri ona orkidelerden oluşan gelin buketini uzatırken, diğeri beyaz tüllerle süslü bir mikrofon uzattı.

Meltem artık ne olduğunu çok şükür ki anlıyordu ve tüm bedeni tir tir titriyordu. Heyecandan şuan düşüp bayılabilirdi. Bu onun ve Mert Ali’nin düğünleriydi...

Bahçeye çıkıp etrafına bakındı. Çok karanlıktı ve hiçbir şey göremiyordu. Yavaş adımlarla yerdeki küçük spotları takıp etti ve o an kulağına gelen gitar ve o tanıdık sesle gözünden bir damla yaş aktı.

 

-M.A.

“Peşinden az koşmadım ki...

Hak edeni görür Allah...

Mutluluk yakın, yarından yakın...

...

 

Peşinden az koşmadım ki

Ele güne rezil oldum.

Az çeneler sarf etmedim ki

Hak edeni görür Allah

Mutluluk yakın, yarından yakın...

 

-Tüm ışıklar yandığında Meltem etrafına şaşkınca baktı. Herkes oradaydı. Elini ağzı ile kapatıp, gülmeye başladı.

 

-M.A.

Kandırdım nazlı yâri

Sonunda çılgın sözlerle!

Kandırdım sonunda

Güzel gözlümü oyunlarla!

 

-Mert Ali Meltem’e mikrofonu işaret etti ve “Söz sizde Meltem Alahanlı,” diye seslenince, Meltem de ona katıldı.

 

M.A. & M.

‘Sevgiye çeyrek var!’ diyerek ikisi bir bağırdılar.

 

-Mert Ali sahneden inip, kızın elini tuttu ve gözlerinin içine baka baka şarkıyı söylemeye devam etti,

 

-M.A.

Gün benim günüm beni tutmayın!

Yeni güne sevenim var.

İçim içimden taşar oldu,

Hatunumu buldum ben!

 

M.A. & M.

Mutluluk yakın, yarından yakın...

 

M.A. & M.

Kandırdım nazlı yâri

Sonunda çılgın sözlerle!

Kandırdım sonunda

Güzel gözlümü oyunlarla...

 

Kandırdım!”

(KENAN DOĞULU-KANDIRDIM)

 

Şarkı bittiğinde Meltem hala etrafına bakıyordu.

“Ufak ve sade bir yemek sanıyordum Alahanlı.”

“Düğünümüzü kimsenin kaçırmasını istemedim,” dedi kulağına eğilerek.

Meltem başını salladı, “Ha ilişkimiz bir yalanla bitti yine bir yalanla başlasın istedin.”

Mert Ali dudaklarını büzdü, “Yalan değil. Sadece seni azıcık kandırdım.”

Meltem kahkaha atıp, adama sarıldı. Uzaklaşınca Mert Ali elinden tuttu ve yan taraftaki nikah masasına götürdü onu. Çınar ile Eva nikah şahitleri olarak yerlerini aldıklarında Meltem abisine bakıp ‘sen görürsün’ der gibi başını salladı. Kesin o yardım etmişti ona.

Sorular sorulurken Meltem etrafa hala şaşkın şaşkın bakıyor, kimler var kimler yok diye kontrol ediyordu. Ama eksik yok gibiydi.

“Meltem’im sana soruyor,” dedi Mert Ali elini tutup sıkarken.

“E-evet tabi. Yani evet!”

Mert Ali sırıttı. Aynı soru ona yöneltilirken kızın elini daha sıkı tuttu, buz gibiydi. “Evet!” diye tüm ruhu ve kalbiyle bağırdı.

Herkes alkışlarken ikisi de birbirinin gözlerinin içine bakıyordu. Nikah memuru defteri onlara uzattı. Mert Ali imzalarken Eva Meltem’e ayağına basmasını işaret etti. Meltem de sırıtarak hemen bastı adamın ayağına.

“Ah!” diye bağıran Mert Ali ona şaşırarak baktı, sonra da kızın kulağına eğilip, “Gece kim üstte olacak göstereceğim ben sana karıcığım,” diye fısıldadı.

Meltem’in rengi değişmişti adeta. Hakikaten evlenmişlerdi ve adam dediğini yapmıştı. Her şeyi ile onun olacaktı. Oflayarak yüzünü yelledi.

“Ne oldu bebeğim?”

“Sus Mert sus! Herkesin içinde rengimi kırmızıya bürümene gerek yoktu.”

Mert Ali gülerek kızın elini avuçlarının arasına alıp, ayağa kalktıklarında onu kendine çekip öptü. Uzun ve ateşli bir öpücüğe havai fişeklerle, ıslık ve alkış sesleri eşlik etmişti. Birbirlerinden ayrılıp, elele iki basamak aşağıda olan piste indiler. Herkes onları tebrik etmek için bekliyordu.

İlk Kerem amcası ona sarıldı. Mert Ali amcasının omzuna elini koydu. “İdolüm olduğunu söylemiş miydin?” dedi gülerek.

Kerem kahkaha attı. “Söylemene gerek yok, açık açık gösterdin.”

Sonra Rüzgar geldi yanlarına, “Seni sevmiştim halbuki. Kızımı istemeden, sürpriz ayağına aldın ama, çekeceğin var-“

“Çınar’ın ağzından ailenizdeki kız isteme facialarını dinledikten sonra cesaret edemedim açıkçası Rüzgar amcacığım.”

Rüzgar gözlerini kısınca, Beste adamı öteye itti, “Aman sen neydin damadın ne olsun. En azından o kızına gelinlik alıp giydirmeyi akıl etti. Senin gibi pijama ile kıydırtmadı nikahı. Söyletme beni şimdi.”

Rüzgar kadına şaşkınca baka kalmıştı, “Daha dök ortaya özelimizi sevgilim.”

“Ne özeli be, kardeşin Rüya’da çarşaf çarşaf fotoğraflarımız var. Görmeyen mi kaldı?”

Meltem ile Mert Ali karşılarındaki ikiliyi gülümseyerek izliyorlardı ki, Burcu ile Ali Efe geldiler. Burcu’nun gözlerinden yaşlar akıyordu. “Oğlum benim, ne kadar güzel olmuşsunuz,” dedi ikisine sarılarak.

“Anneciğim teşekkür ederim. Sen olmasan bu organizasyonun altından kalkamazdım.”

Burcu ikiliden ayrılırken Meltem de “Teşekkür ederim Burcu teyze,” dedi.

Burcu kızın beline sarılıp kulağına “Burcu anne,” diye fısıldadı.

Meltem ona sıkıca sarıldı, “Teşekkür ederim anne.”

“Tam da dediğin gibi biz ‘gelin-kaynana’ değil, ‘anne-kız’ olacağız. Ailemize hoş geldin kızım.”

Bölüm : 23.11.2024 21:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...