4. Bölüm

4.BÖLÜM - ESKİLER VE YENİLER

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

4. BÖLÜM - ESKİLER VE YENİLER

Seni hangi kelimelerle anlatsam ki,

Unutamadığım geçmişim mi desem,

İçimi acıtan iyileştiremediğim yaram mı?

Söyle sevgili,

Deva mısın bana,

Zehir mi?

İçimi kemiriyor soruların...

Neden gitti?

Neden sevmedi?

Neden bitti?

 

Genç adam, havaalanından çıkar çıkmaz bir taksi çevirmişti. Neden ilk buraya geldiğini bilmiyordu. Tabi ki biliyordu. Ama susuyordu. Amerika macerası buraya kadardı. Üç yıl yetmişti ona. Yüksek lisansını yapmış ve yurduna dönmüştü.

Üniversitenin adresini verdi ve arkasına yaslandı. Buz kesmiş mavi gözlerini yumdu ve başını arkaya yasladı.

‘Geldim...” diye geçirdi içinden. ‘Geldim Eva...”

İzmir’in sokaklarını izlerken pencereyi açıp, havayı içine çekti. Onunla artık aynı şehrin havasını içine çekiyordu. Onu görmek için sabırsızlandığını kendine itiraf edemese de ellerinin titremesinden belliydi. Yüreğinde oluşan depremleri görmezden gelse de gözlerinin içindeki mutluluk fark ediliyordu.

“Geldik.” Sesi ile daldığı yerden çıktı.

“Teşekkürler,” deyip, ücreti ödedi ve indi. Elindeki valizle kızın fakültesinin önüne geldi ve telefonunu çıkardı. Aradığı kişi ikinci çalışta açmıştı.

“Efendim.”

“Meltem, neredesin bebeğim?”

“Şimdi dersten çıkacağım. Defterlerimi topluyorum.”

“Tamam, ben seni meşgul etmeyim. Birazdan ararım.”

“Tamam,” diyerek kapattı Meltem. Anlam veremese de takmadı. Kapıdan çıktığı an karşılaştığı kişi ile gülümsemesi istem dışıydı. Bu adam her daim böyle yüzünü güldürüyordu.

“Mert Ali?” diyen sesteki sevinç o kadar somuttu ki Mert Ali o an kızı sarıp, okulun orta yerinde döndürmemek için zor tutuyordu kendini.

“Dersimiz erken bitti. Tabii bundaki büyük çabamı saklayacak değilim.”

“Çaba derken?”

“Hocaya beni çok güzel bir kızın beklediğini ve ara vermeden dersi bitirmesini söyledim. Nasıl çaresiz duruyorsam, arkadaşlarımda bana katılınca, hoca kabul etti.”

Meltem kahkaha attı. “Eee çıkalım o zaman.”

“Çıkalım,” dedi Mert Ali de gülümseyerek.

Birlikte dersler hakkında sohbet ederek kapıdan çıktıkları an Meltem onlara bakan bir çift mavi gözle dondu. Başını yana eğdi, emin olmak istiyordu ve olduğu an merdivenlerden uçarak indi, resmen adamın üstüne atladı.

Mert Ali ise çatık kaşlarla izliyordu onu. Kızı ahtapot gibi saran ellere öfke ile baktı. Kimdi lan şimdi bu?

“Çınar! İnanmıyorum. Gelmişsin.”

Çınar özlemle baktı kız kardeşine. O Amerika’dayken bir kaç kere gelmişti yanına, ama bir gün görmese özlüyordu onu.

Yanlarına gelen kişiyi görünce Meltem yutkundu. “Şey, arkadaşım Mert Ali.”

Mert Ali dişlerini sıktı, bu arkadaş kelimesi canını sıkmaya başlamıştı. “Sıradan bir arkadaş değil,” dedi bu sefer karşısındakine meydan okuyarak. Kimse kim? Ona neydi? Ayağını denk alacaktı. Sevdiği kıza böyle sarılamazdı.

Meltem adamın söylediği ile öksürdü. Gözleri kocaman açılmıştı.

Çınar’ın kaşları ise hayretle havaya kalktı. “Çınar. Abisiyim. Cesur ama sıradan olmayan sayın arkadaş,” dedi gözü ile yanındaki kızı göstererek.

Bu sefer yutkunan Mert Ali olmuştu. Çınar’ın dudağı belli belirsiz sağa kaysa da ciddi duruşunu bozmadı.

“Memnun oldum.” Mert Ali de geri adım atmamıştı. Tamam bir akrabası olacağını düşünmüştü de, abisi nereden çıkmıştı onu anlamamıştı. Yurt dışında değil miydi arkadaş bu çocuk? Hiç de benzemiyorlardı.

Meltem ise abisinin ilk yumruğunu bekliyordu. Zamanında Tolga bol bol yemişti yumruklarını abisinin. Ama hiç de umduğu gibi olmamıştı.

“Ben de memnun oldum,” diyerek, elini uzatmıştı Çınar.

Meltem gözlerini kırpıştırıp, iki adamın birleşen ellerine baktı.

Mert Ali bu sefer soru dolu gözlerini kıza çevirdi. Anlaşılan bugün de konuşamayacaklardı.

“Sonra görüşürüz Mert Ali,” derken gözleri ‘ne yapayım’ der gibiydi. Meltem de çok üzülmüştü. Ama abisini görmesine de sevinmişti.

“Görüşürüz Meltem,” dedi küçük çocuk gibi somurtup ve yanaklarını öperken “Ararım seni,” diye fısıldadı.

Yanından ayrılırlarken kız kardeşini kollarının altına aldı Çınar, “Sıradan arkadaş değil ha?” dedi, kıza bakarak.

“Yumruklamadın.”

“Çünkü korkmadı. Diğeri çok ödlekti.”

Meltem kahkaha attı. “Abi ciddi olamazsın.”

“Çok ciddiyim. Tam bizlik damat, cesur ve aşık!”

“Damat değil, hemen şey yapma.”

İkisi de gülerek yürümeye devam ettiler.

Mert Ali ise arkalarından bakarken, kıskançlıktan kuduruyordu. Kardeşi de olsa, onu böyle ahtapot gibi sarması mı gerekiyor? Allah aşkına? Hayır, konuşamamıştı da... Ofladı ve arabasını almak için otopark tarafına doğru yürüdü.

 *

Çınar ile Meltem taksiye bindiklerinde, genç adam kafasındakini sormak istiyordu. Konuyu nasıl açacağını düşünürken kız kardeşi ona altın tepsi de sunmuştu o fırsatı.

“Eva seni görünce çok şaşıracak.”

Pencereye doğru çevirdi yüzünü ve “Hımm, bayılacak sevinçten,” diye mırıldanıp yeniden kardeşine döndü, “Birlikte kalıyordunuz değil mi?”

“Evet. Aynı evde kalıyoruz.”

Onaylar gibi başını salladı ve yeniden camdan dışarıyı izledi. O gün geldi aklına. Üç sene öncesi...

 ---

Çınar çaresizce telefonun öbür ucundaki kıza yalvarıyordu. “Eva, yapma!” canı yanıyordu, nefessiz kalıyordu sanki.

Eva sanki adam onu görecekmiş gibi başını sağa sola salladı. “Olmaz. Ben böyle bir ilişki yaşayamıyorum.”

Çınar çıldırmak üzereydi, “Eva, bunu konuşmuştuk. Anlaşmıştık aşkım, üç sene sadece.”

“Yapabilirim, sandım. Dayanırım sandım. Olmuyor Çınar. Kıskançlıktan, düşünmekten çıldıracağım. Üzgünüm, bitti...” deyip, kapatmış ve ondan sonraki bir kaç konuşmaları aynı monotonlukta ve aynı şekilde sonlanmıştı.

 *

Çınar daldığı geçmişten “Geldik abi.” Sesi ile çıktı. Siteden giren taksi apartmanın önünde durmuştu.

“Umarım bir misafir odanız vardır. Yoksa koltuklarda süründürmeyin beni. Malum ev arkadaşın anasına çekmişse...”

Meltem kahkaha attı, “Hayır, var misafir odamız merak etme. Arada Bade ve annemlerde gelecek sonuçta.”

“İyiymiş.”

Çınar derin bir nefes alıp, asansöre bindi.

“Eva... Yani o evde mi?”

“Hayır, okulda. Birazdan gelir. Ona da sürpriz olacak değil mi?” Kapının önüne geldiklerinde kapıyı açıp, abisinin içeri girmesini bekledi.

Çınar içeri girerken kendi kendine “Çok büyük bir sürpriz olacak,” dedi. Sonra da kardeşine dönüp, “Nerede oda?” diye sordu.

“Şurası.” Eliyle köşedeki odayı gösterdi.

“Tamam, ben üstümü değiştirip, biraz dinlensem sana ayıp olur mu?”

“Yok abiciğim rahatına bak,” dedi ve biraz durup yeniden ona sarıldı. “Dönmene çok sevindim abi.”

“Bende Meltem’im bende.”

Çınar valizini alıp kardeşinin gösterdiği odaya gitti. Meltem de oturma odasındaki koltuklara attı kendini ve telefonuna gelen mesajla hemen telefonunu eline aldı. Mesajın geldiği kişiyi görünce, gözleri kalp kalp olmuştu.

MA: “Yine konuşamadık =(“

M: “Şey, özür dilerim. Abimin geleceğini bilmiyordum.”

MA: “Sevimsiz. Ne yapıyorsun şimdi?”

M: “Eva’nın gelmesini bekliyoruz. Yemeğe gideriz ya da bir şeyler söyleriz her halde.”

MA: “Bana yemek yapamadığını söyleme! Lütfen! :(”

Meltem dudaklarını ısırdı. Annesi ne ki kendi ne olsun. Yıllardır evde babası ya da yardımcıları yemekleri yapardı. Nereden çıkmıştı şimdi bu konu ya?

M: “Saçmalama tabi ki biliyorum. Sadece bugün yorgunum biraz.”

MA: “Biran içim titredi. Ali Efe Alahanlı’nın çok meşhur bir sözü vardır: Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına...”

Meltem kahkaha attı.

M: “O Ahmet Kaya’nın şarkısı değil mi? Hem Ali Efe kim ve neden sana böyle bir nasihatte bulunuyor?”

MA: “Ali Efe benim baş belamın biricik aşkı. Yani babam olur kendisi. Nasihate gelince, annem bir yumurta bile kıramaz ve yıllarca çekti garibim.”

Meltem okudukları ile suratını buruşturdu. O su bile kaynatamazdı. Konuyu değiştir Meltem.

M: “Babanın adı da mı Ali?”

MA: “Evet, dayımın da adı Mert. Annemin hayatındaki en değerli erkek abisiymiş. Sonra da babam olmuş ve son olarak da ben. O yüzden hayatındaki en değerli iki erkeğin ismini taşımamı istemiş.”

M: “Ne hoş ya. Benim de babamın adı Rüzgar diye annem adımı Meltem koymuş.”

MA: “Vay, bir aşk çocuğu daha ha?”

M: “Evet. Hem de ne aşk. Babam anneme iki kere aşık olmuş biliyor musun?”

Mert Ali kaşlarını kaldırdı. Sanki görecekmiş gibi. Ama ilgisini çekmişti.

MA: “Nasıl yani?”

M: “Babam anneme aşık olmuş, sonra da hafızasını kaybetmiş, sonra yeniden aşık olmuş işte. Anlatırım bir gün.”

MA: “Peki, şöyle yapalım. Birgün sen bana güzel bir yemek yap, onun eşliğinde bu hikayeleri birbirimize anlatalım. Nasıl olur?”

Meltem tırnaklarını yiyordu. Kahvaltı olabilirdi aslında. Ya da Eva’dan yardım alırdı.

M: “Ya çok güzel olur.”

MA: “Akşam mekana gelsenize canım, abini de getir.”

M: “Olabilir aslında. Bakarız.”

MA: “Bakarız deme gel...”

M: “Tamam ;)”

MA: “Bekliyorum o zaman. Öpüldün Meltem’im...”

Meltem son kelime ile sırıtık maymunlara döndü ve odasına gidip, yatağa uzandı. Abisi uyumuştu anlaşılan. O da biraz uyusa fena olmazdı.

 *

Eva kapıyı açtı ve anahtarı vestiyere fırlattı. Mutfaktan gelen tıkırtılarla kaşlarını çattı. Meltem mutfağa mı girmişti? Daha neler... Başını eğerek baktığında tüm zaman durmuştu onun için. Sırtı dönük, sarıya çalan saçlara baktı. Kalbini tuttu ve nefeslerini düzenlemeye çalıştı. Lanet olsun nöbetin sırası değildi. Çantasını yere attı, ayakları onu taşıyamayınca o da çöküp oturdu.

Çıkan sesle arkasını dönüp, kapıya bakan Çınar’ın kaşları çatıldı. Kızın kıpkırmızı yüzü ve nefes almaya çalışması tuhafına gitmişti.

“Eva, iyi misin?” diyerek yanına koşup yere eğildi.

“Nö-nöbet. Çantamda.”

Çınar kızın çantasını açıp, spreyi buldu ve ağzına uzattı. Eva uzun zamandır nöbet geçirmiyordu. İki kere içine çekince rahatladı ve çöktüğü yerde kalıp adama şaşkın şaşkın, öfkeli bir şekilde bakıyordu.

“Nöbetlerinin bittiğini sanıyordum.”

Eva onu duymamış gibi baktı adama. “Nerden çıktın sen?”

Çınar’ın bakışları birden ifadesiz ve bir buz kütlesini andıran hale döndü. Dönmüştü ve ilk söyleyeceği şey bu muydu? Nerden çıktığı mı? Aman ne hoş bir karşılama... “Kız kardeşimi görmeye geldim,” deyip doğruldu.

Eva başını salladı ve o da çöktüğü yerden hızla kalktı, “Kaç gün kalacaksın?” sesi soğuk dağlardan esen rüzgarlar gibiydi.

“Bilmiyorum. Bir iki gün kalır, giderim.”

Eva aklına gelen şeyle birden adama baktı, “Bu evde mi kalacaksın?” sesindeki öfke milim milim okunuyordu. Çınar anlam veremedi öfkesine, sanki onu terk eden kendisiydi.

“Evet.”

“Evet?”

“Eva sorun ne?”

Başını eğip sabır diledi Eva, sonra oflayarak odasına gitti. Kapıyı kapatıp sakin olmak için kendi kendine sayıkladı, “Sakin ol kızım. Sadece bir iki gün, sonra çekip gidecek.”

Yatağa çantasını attı ve aylardır sakladığı yaşları bir bir ortaya çıkmaya başladı. Neden dönmüştü ki? Onunla bir şey yaşamasa da, yıllarca aşıktı o adama. Birbirlerine açıldıktan hemen sonra Çınar Amerika’ya gitmişti. Yapabilir sanıyordu, ama yapamamıştı. Döner diye düşünmüştü ama adam dönmemişti. Neden buraya gelmişti ki, biliyordu aynı evde kaldıklarını. Bile isteye gelmişti, sırf onu huzursuz etmek, böyle köşeye sıkıştığını, acizliğini görmek için. Bir süre sonra uykunun ellerine kendini bıraktı, bu daha güvenliydi. O gidene kadar belki uyumalıydı.

 *

Ama bu isteği akşam Meltem’in cırlaması ile sona ermişti.

“Ne var Meltem ya?”

“Hadi kalk, dışarı çıkıyoruz. Dışardan yemek söyledik. Bir şeyler ye ve hazırlan.”

“Ben bir yere gelmiyorum,” deyip, pikeyi kafasına kadar geçirdi.

Meltem pikeyi üzerinden çekip yere attı ve ayaklarından tutup onu aşağı çekti. Eva yere yığılırken resmen inlemişti.

“Meltem ya!”

“Kızım Mert Ali’nin mekanına gideceğiz. Ben adamla ilgilenirken senin de abimi oyalaman lazım.”

Eva sanki kız ona ‘Uzaylılarla bir gece geçirmen lazım’ demiş gibi bakıyordu.

“Pardon ama abinle neden ben ilgileniyorum, sen adamla yiyişecen diye.”

Meltem kaşlarını havaya kaldırdı ve “Hi, Eva çok ayıp!” diye inledi, “O ne biçim benzetme ya. Adam benimle konuşmaya çalışıyor. Bir türlü konuşamadık. Lütfen Eva.”

Eva oflayarak kalktı yataktan, “İyi tamam be! Kes cırlamayı!” dolabını açıp bir süre askıdaki elbiselerine baktı. Sonunda bayağı açık ve dikkat çekici olan beyaz elbiseyi eline alıp inceledi. Evet uygundu, hemde çok uygundu!

“Fazla iddialı değil mi o?” dedi Meltem kendi kıyafetinin basitliğine bakarak.

“Yo, bence gayet yerinde.”

Meltem birden “O zaman bende hazırlanayım,” deyip, çıktı. Oysa giyinmişti. Ama Eva’nın kıyafetinin yanında bakkala giden ev kızı gibi görünmüştü. Hani şu ‘İki dakikalık yol nasılsa kimse görmez’ diye bakkala, inek figürlü bir alt pijama, kırmızı çorap, mavi terlik, sarı tişört ve uzun kahverengi hırka ile kendini sarıp, giden kızlara benzetti.

Odasına girdiğinde o da siyah elbisesini giydi. Mini ve altı tül detaylı bir elbiseydi. Evet şimdi iyi olmuştu. Mert Ali beğenirdi inşallah.

Eva kapıya çıktığında ona bakan kayıtsız gözlerle karşılaştı. Eğilip mor ayakkabılarını giydi. Saçında da mor bir mandana, elinde de mor bir cüzdan vardı.

Oysa Çınar’ın içinde fırtınalar kopuyordu. Açık kıyafetten hoşlanmadığını bile bile bunu giyinmiş, aklı sıra ona zarf atmıştı. Ama Çınar sazan değildi. Sustu ve ilgisiz görünmeye çalıştı. Daha sonra sorardı hesabını.

“Meltem! Hadi!” diye seslendi.

Meltem odadan telaşla çıktı. “Yemek yemeyecek misin?”

“Yok ya, bu arada Ulaş aradı. Onlar da geliyorlar. Muhtemelen Reyhan da gelir.”

Meltem ‘tamam’ diye mırıldanıp, topuklularını giyiniyordu.

Çınar kaşlarını çattı, Ulaş kimdi lan? Ulaş eksikti başımıza!

Hep birlikte çıktılar. Hala arabalarını getirememişlerdi. O yüzden taksi çağırdılar.

“Senin araban daha gelmedi mi?” diye sordu Çınar Meltem’e.

“Yok ya. Sözde babam getirecek. Eva’nın ki de gelmedi. Bade’nin ki ilk haftadan gitti.”

“Yakındır diye orası. Neyse bakayım eğer işler yoğun değilse önümüzdeki haftalarda Pars’la plan yapar, iki arabayı getiririz.”

“Süper olur,” dedi Meltem abisine sarılarak.

Eva ise sadece ters ters baktı. Gelmek için bahane arıyordu bu da. Aman ne güzel, her elini salladığında gelirdi artık kardeşinin arabasını ayısını bahane edip, gıcık adam...

Taksiye bindiler. Yirmi dakika sonra mekana gelmişlerdi. Mert Ali onlara masa ayırtmıştı. En önde... Masada da vazolar vardı ve içlerinde renkli kır çiçekleri dizilmişti. Meltem bir tek kendilerinde olan çiçekleri gördüğünde gülümsedi.

Eva kızın kulağına yaklaştı “Seninki bayağı romantik prens çıktı,” diyerek, kıkırdadı.

“Ya Eva sus,” dedi Meltem. Utanıyordu öyle ‘seninki’ falan denince. Daha konuşamamışlardı üstelik.

Yanlarına yaklaşan adama odaklanan Meltem, Eva’nın ona dediği şeyleri duymamaya başladı.

“İyi akşamlar,” dedi Mert Ali gülümseyerek, hepsinin elini sıkmıştı tek tek -Meltem de biraz fazla kalmış olabilirdi.

“İyi akşamlar,” diye karşılık verdi üçü de.

“Gelmenize çok sevindim.” Mert Ali direkt Çınar’a bakıp konuşuyordu. Ama aklı çok farklı birindeydi.

“Bizde nazik davetine sevindik.” Şuan kız kardeşinin sevgili adayı ile öyle sakin konuştuğuna inanamıyordu.

Hep birlikte masaya yerleştiler. Çınar her ne kadar Eva’ya yakın oturmak istemese de, Meltem’in yanına kurulan adam yüzünden o da Eva’nın yanına oturdu.

Mert Ali, Çınar’ın sahne tarafına baktığını gördüğünde kıza yaklaştı, “Nasılsın?”

Meltem bir anda irkildi. “İ-iyim. Sen nasılsın?”

“İyi değilim,” dedi. Homurdanmış ve kaşlarını çatmıştı karşısındaki adama bakarken. “Bugün de konuşamadık.”

Meltem kıkırdadı. “Evet. Ama abim bana da sürpriz oldu.”

“Ya ne güzel bir sürpriz. Bana da oldu o sürpriz.” Sonra kızın elbisesine baktı. “Şu eteklerinin boyunu da konuşmalıyız. Bunu da ekliyorum konuya.”

Meltem üzerine baktı. “Neden?” dedi sırıtarak.

“Fazla... Çok fazla ve bu beni rahatsız ediyor,” derken yine hoşnutsuz olduğunu belli eden bir ifadeye bürünmüştü yüzü.

“Beni etmiyor.”

“Konuşacağız!” diye diretti ve saate baktı, “Benim sahneye çıkmam lazım.”

Meltem soğuk bir şekilde, “Tamam,” deyince, Mert Ali masanın altından elini tutup, sıktı ve göz kırpıp yanından uzaklaştı.

Sahneye çıktığı zaman, gitardan önce cep telefonunu çıkardı ve Meltem’e mesaj çekti.

MA: “BU GECE TÜM ŞARKILAR SANA KIZIL GÜNEŞ’(im)...”

Meltem okuduğu mesajla adama bakıp gülümsedi. Bu adam bunu çok iyi yapıyordu. Sırılsıklam aşık ediyordu kendine.

Mert Ali bu geceki şarkıları özellikle seçmişti. Hepsi aşk şarkılarıydı.

 

“Her mevsim bir çiçek açar,

Aşk mevsiminde doğru çiçek.

Ömrüme öyle bir ışık getirdin, güneş üzülecek.

Sana ait şarkılar şiirler var bende duymalısın,

Bitmesin ömrüm seninle sonsuza kadar cennet kıskansın.

Aşkı senle bulduğumu,

Lütuf Mucize olduğunu,

Şimdi anladım mutluluğu,

Seninle her gün sanki ilk gün...

Aşkı senle bulduğumu,

Lütuf Mucize olduğunu,

Şimdi anladım mutluluğu,

Seninle her gün sanki ilk gün...”

(YILDIZ TİLBE- MERT – LÜTUF MUCİZE)

 

Şarkının her sözünde kızın gözlerine bakıyordu. Aşktı bu kız, onun sonsuza kadar sürecek aşkıydı.

Diğer taraftan ara ara birbirlerine göz ucuyla bakan Çınar ve Eva için işler daha zordu. İkisi de kırgın, ikisi de birbirlerine savaş açmışlardı. Eva şu üç günün bir an önce geçmesini ve adamın gitmesini istiyordu. Çınar ise, özlediğini hissediyordu. Hem de çok... Onu bir kere bile öpmemesine rağmen, o dudakları deli gibi öpmek istiyordu.

Reyhan ara ara sorular soruyordu Meltem’e. Onu yakından tanımak istiyordu. Ortamdaki gerginliği dağıtan Reyhan’dı. Sürekli konuşuyor ve onları güldürüyordu.

Mert Ali sahnesi bitince, gitarını kenara bıraktı, yanlarına geldi ve yine Meltem’in yanına oturdu.

“Nasıl beğendiniz mi?” diye sordu. Asıl soru Meltem’eydi.

Çınar gülümsedi. “En az amcam kadar harikaydın. O da tüm şarkıları Mısra yengemin böyle gözüne baka baka söylerdi.”

Herkes Çınar’ın açık sözlülüğüne şaşırsa da Reyhan ile Eva kahkaha attılar. Meltem renkten renge girerken. Mert Ali adama bakıp sırıttı. Çınar da ona göz kırptı. Çok garipti ama bu adamı acayip sevmişti. Çok efendi birine benziyordu, iyi bir aile çocuğu olduğu belliydi. Üstelik ve en önemlisi kız kardeşine sırılsıklam aşık olduğu o kadar belliydi ki.

Gece Eva hariç, herkes için eğlenceli geçmişti. Çınar yol yorgunu olduğunu söylediğinde, erken kalktılar.

Meltem ile Mert Ali bundan hoşnut olmasa da, bir şey diyemediler. Abisi yorgun olmasına rağmen yine de onun için gelmişti.

 *

Eve geldiklerinde, sorulardan kaçmak için hemen odasına kaçmıştı Meltem. Çünkü emindi ki abisi soru yağmuruna tutacaktı onu.

Ama Çınar’ın bu gece başkasıyla ilgileniyordu. Eva “İyi geceler,” dileyip tam odasına gidecekken, kolundan tuttu onu.

“Biraz konuşabilir miyiz Eva?” sesi sert ve soğuktu.

Eva başı ile oturma odasını işaret etti. Birlikte oturma odasına geçtiler. Eva elleri ile oynuyordu, ne diyecekti ki? Deli gibi merak ediyordu ki Çınar boğazını temizleyerek söze girdi sonunda.

“Burada olmamdan rahatsız olduğunun farkındayım Eva. Ama bunun seninle hiçbir ilgisi yok, her şey geçmişte kaldı. Aramızda bir ilişki yoktu, daha doğrusu başlamadan bitti. İkimizde yolumuzu çizdik. Sen kararını verdin, bende sana saygı duydum. Üzüldüm, parçalandım ama toparlandım. Buraya geliş sebebim, kız kardeşim. İstanbul’a gittiğim zaman işe başlayacağım. Çok yoğun olacağım için, gelemeyebilirdim. Onun da dersleri vardı. O yüzden onu görmek istedim. İkimiz de her şeyi geride bırakırsak iyi olur. En azından bu iki gün sürekli gerilmemiş oluruz.”

Cevap bekler gibi kızın yüzüne baktı.

“Bende seninle aynı fikirdeyim. Haklısın, her şey geride kaldı. Unuttum, unuttuk. En iyisi eskisi gibi olamazsak da iki arkadaş olarak devam etmek.”

“Bencede. Sonuçta bu ne ilk ne de son, sürekli aynı ortamda olacağız. Ailelerimizi biliyorsun. Her an birlikteler.”

“Haklısın.”

“Hem anlamamaları lazım. Hoş olmaz.”

Eva başını salladı, susmasını istiyordu artık ve konuşmanın bitmesi için ayağa kalktı. “O zaman iyi geceler Çınar.”

Çınar gülümsedi. “Sana da iyi geceler Eva.”

İkisi de odalarına girdiklerinde darmadağınıktılar...

“Unutmuş...” diye mırıldandı Çınar...

“Unutmuş...” diye hıçkırdı Eva...

İkisi içinde uzun bir gece olmuştu.

Bölüm : 17.11.2024 21:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...