8. Bölüm

8.BÖLÜM - VE BURCU SAHNEDE

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

8. BÖLÜM - VE BURCU SAHNEDE

Bazen düşünceleri serbest bırakmalı,

Düşünmemeli o kadar da...

Hayat olduğu gibi akmalı,

Durdurmamalı ne olanı da ne zamanı da...

 

Reyhan çalan telefonuna bakamıyordu bile.

Mert Ali ise öfkeyle sağa sola gidip duruyordu, “Ne demek canlı yayın açtım ya, Reyhan? Annemi bilmiyor musun? Nasıl böyle bir şey yaparsın?”

Reyhan abisinin karşısında küçük bir kız çocuğu gibi duruyordu. “Abi unuttum bir an koydum işte. Sahneden çok güzeldiniz.”

“Ya annemde eminim bayılmıştır bize, tebrik etmek için arıyordur.”

“Of abi özür dilerim.” Sonra dudaklarını ısırdı, “Şey...”

“Ne?” diye sordu. Hayır daha ne olabilirdi acaba?

“Kader de gördü...”

Mert Ali elini saçlarından geçirip ofladı, “Sıkıntı annemin görmesi Reyhan. Üstelik neden ekli hala sende ki?”

“Ne bileyim abi, silmemiştim. O da silmemiş demek ki.”

“Benim tek sorunum annem şuan,” dedi sinirle. “Barda şarkı söylediğimi öğrendi ve eminim ki çok kızacak.” Ellerini saçlarının arasından geçirdi.

“Ne o korkuyor musun?” dedi Reyhan sırıtarak.

“Saçmalama ya, ne korkacağım? Sadece iki saat dırdır edecek.”

“Abi yalnız hala arıyor. Açmazsak ilk uçakla gelecek biliyorsun değil mi? Muhtemelen hala uçak bulamamış ki, arıyor.”

Mert Ali korkunun ecele faydası yok, der gibi açtı telefonu. “Efendim Burcu Alahanlı-“

“Sen barda şarkı mı söylüyorsun Mert Ali? Oğlum neyini esirgedik de barlarda şarkı söylüyorsun? Bir de o kızla-“ Burcu resmen gürlüyordu.

“Anne! Önce bir sakin olur musun?”

“Ne sakin olacağım Allah aşkına? Kızın birini karşına almışsın, barda şarkı söylüyorsunuz ve çok matah bir şeymiş gibi kardeşin bunu sosyal medyada yayınlıyor. O fotoğrafı daha hazmedemedim. Hele o altındaki yazıyı söylemiyorum bile. Bana bak Mert Ali oraya okumak için gittin sen! Bir kızın senin aklını çelmesini istemiyorum. Evlilik sözü vermek için küçük değil misin daha? Kader’de de aynısı olmadı mı? Yine o şeyleri yaşamanı istemiyorum lütfen! Daha yeni toparlandın, hiç mi akıllanmadın oğlum?”

Mert Ali derin bir nefes aldı. “Ben- Biz iyiyiz anne. Kimseye de evlilik sözü vermiş değilim. Meltem’le evet, bir ömür birlikte olmak istiyorum. Ama bunun sözünü ona sormadan veremem. Okulumuz bitmeden hiç veremem. O yüzden lütfen bana çocuk muamelesi yapma artık! Ayrıca şarkı söylemeyi sevdiğim için sahne alıyorum, bir şeyimi esirgediğiniz için değil. Mesleğimi sizin istediğiniz gibi seçtim, ama hayallerimi, hayatımı bırakın da istediğim gibi yaşayayım. Görüşürüz Alahanlı,” deyip, telefonu kapattı.

 

-KARADENİZ-

Burcu kapanan telefona hayretle baktı. “Gördün mü Ali Efe, oğlun suratıma kapattı telefonu?” diye gürledi.

Ali Efe, yerinden kalktı ve ellerini ceplerine koydu. “İşine gelince senin, işine gelince benim mi oğlum oluyor? O ikimizin oğlu Burcu, birlikte yaptık hatırlarsan ve lütfen bırak artık istediği hayatı yaşasın! Bizimle... Yoksa, yine istediği hayatı yaşayacak ama bizsiz. Bunu biliyorum, çünkü huyu sana çekmiş. Kafası attı mı, çekip gidecek bir Burcu kanı var onda. Senin gittiğin gibi. O yüzden... Lütfen artık rahat ol ve rahat bırak.”

Burcu gözyaşlarını sildi. “Yine üzülecek.”

“Belki... Belki daha beter olacak. Ama belki de mutlu olacak. Belki o da benim seni bulduğum gibi hayatının cadısını bulmuştur.”

Burcu omuz silkti. Ali Efe bu konuşmanın onu sadece bir kaç gün tutacağını biliyordu. Ama kadınının kıskançlığına bile aşık zavallı bir adamdı o. Ah Ali Efe ah!

 ***

Meltem apartmana girerken, alt katlarına taşınan birilerinin olduğunu gördü. Çok pahalı olduğu için, pek kimse yanaşmıyordu. Sonunda ev sahibi birini bulunmuştu demek. Aslında ev o kadar da lüks değildi. Okula yakın olduğu için fiyatlar biraz uçuktu.

Eve girdiğinde koltuğa attı kendini. Bugün çok saçma ve boş bir gündü. Yürüyüşe çıkmıştı ama Mert Ali de gelmemişti onunla. Şu ‘İşim var hayatım’ı da deli gibi merak ediyordu. Ne işi vardı acaba? Hayır Reyhan’layım değince de çok uzatmamıştı. Yine de merak ediyordu. Tam telefonu eline alıp arayacakken kapı çalmıştı. Bitkin bir şekilde gidip, açtı kapıyı.

Karşısında yorgun ve onun gibi bitmiş bir vaziyette duran Mert Ali vardı.

“Aşkım? Bu ne hal?” Meltem adamın yüzünü avuçlarının arasına aldı. “Çok yorgunsun.”

Mert Ali kızın yanağına bir öpücük kondurdu, “Sorma komşu kızı, öldüm. Bir yorgunluk kahvesi yap da, içelim ya. Sonra da gel şu sevgiline de azıcık yardım et. Çünkü Eva ve Reyhan pes ettiler.”

Meltem kaşlarını çattı, “Söylediklerinin tek kelimesini anlamadım.”

“Ya şimdi sürprizi bozmak gibi olmasın ama alt kata taşındık biz. Malum benim kardeşim birtek makarna yapıyor. Bir makarnayla ömür mü geçer? Geçmez. Ee sen de güzel yemek yapıyorsun madem, dedim ki kendi kendime, ‘Mert Ali oğlum, neden sen bu eziyeti çekiyorsun. Orada sevgilin her gün mis gibi yemekler yapıyor. Git yanına taşın. Oh... bal, mis’ dedim ve hemen bu evi tuttum. Nasıl iyi etmişim değil mi? Eva ile Reyhan’ı da sabahtan beri çalıştırıyorum. En son isyan ettiler tabi. Odamı da dizin, deyince. Git sevgilini çağır, iç çamaşırlarını da o dizsin, dediler.”

“Mert Ali nefes al.” Meltem hala şaşkındı. Ne dediğini bir türlü kavrayamıyordu. O kadar hızlı konuşuyordu ki...

“Kan bağı da yok ama-“

“Kimle?”

“Masal yengemle.”

“Mert Ali sen ne diyorsun Allah aşkına?” diye gülerek bağırdı Meltem.

Mert Ali sesini fısıltıya çevirdi. “Şey... Biz alt kata taşındık Reyhan’la. Kısaca anlatacak olursam konu bu.”

Meltem önce durakladı, ama sonra “Ay! Gerçekten mi?” diye sevinçle çığlık atarak adamın üstüne atladı.

Mert Ali de ona sarılmıştı sıkıca, “Gerçekten...” dedi. Kızı kendi ekseninde döndürüp, yere bıraktığında ikisi de gülümserken o an susmuşlardı. Ama Mert Ali onu serbest bırakmamıştı. Hala kollarındaydı kız ve eli belindeyken ikisinin de gülüşleri soldu o anda. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken ikisi aynı anda yutkundu. Mert Ali’nin bakışları kızın dudaklarına kaydığında yüreği titremişti heyecandan. O an aklından geçen tek şey ‘Böyle bir aşk olabilir miydi? Böyle büyük, böyle tutkulu, böylesine kendini bir kadına gönüllü tutsak edecek kadar sevebilir miydi bir yürek?’

“Seni öpsem...” diye fısıldadı gözlerini yumup, saçlarını koklarken. “Çok mu ileri gitmiş olurum?"

meltem dudaklarını adamın yanağına değdirdi, “Çok mu ileri gittim?” dedi kız. İkisinin de sesleri boğazlarında düğümlenmişti.

“Çok masumdun Kızıl Güneş. Ben öpersem, yanarız...”

“Yanmak istemesem yüreğinde işim ne?” deyip derin bir nefes alıp verdi. Yoksa boğulacaktı adamın tutkusunun ateşinde.

Meltem’in verdiği o derin nefes Mert Ali’nin boynuna değdiği an alev alev yandı adam. Kızın sırtındaki eli durmuş ve tişörtünü sıkmıştı.

“Yanalım o zaman.” Dudağını dudağına yaklaştırırken ikisinin de gözleri kapanmıştı. Sanki az sonra ateşle barutun yan yana gelmesi sonucu çıkacak bir patlamaya şahit olacaklarmış gibi titriyorlardı.

Ama arkalarından gelen cırlama ile, aynı anda birbirlerinden uzaklaştılar ve tüm o büyü bir anda tuzla buz oldu.

“Hey siz! Oynaşmayı kesin de bize kahve yapın. Adama bak ya! Biz aşağıda köle gibi çalışalım, kendi burada Fatih Sultan Mehmet! Oh! Gelsin öpücükler.”

Meltem kızarırken arkadaşına bağırdı. “Eva!”

Mert Ali ise sinirini yatıştırmaya çalışıyordu. Nereden çıkmışlardı şimdi bunlar? “Siz temizliği neden bırakıyorsunuz ya? Ya da neden tam şu dakikada?”

“Ay kusura bakma eniştecik, öpüşeceğinizi hiç düşünemedik. Hani biz aşağıda eşek gibi çalışıyoruz ya-”

Meltem bir daha inledi, “Eva! Çok ayıp!”

“Ne Eva ne? Bu sevgilin olacak romantik odun var ya sana sürpriz yapacak diye koca evi dizdirdi bize. Hani sen çok muhteşem yemek yapıyormuşsun ya -biz neden görmediysek o nimetleri- onun için buraya taşınmış. E hadi akşama yap bize bir hamsi tavada yiyelim. Malum Karadeniz erkeği, sever hamsiyi.”

“Romantik odun ne ya?” dedi Mert Ali yüzünü buruşturarak.

Eva da koltuğa ayaklarını uzatmış, ovuyordu. “İşte buna romantik, bize odun."

“Şey geç oldu ve ben çok açım. Bugün dışardan söyleyelim. Yarın yaparım ben bir şeyler bir şeyler," dedi Meltem elleri ile oynayarak.

Mert Ali de gülümsedi ona. “Tamam birtanem. Nasılsa yarın cumartesi. Tüm gün seninleyim.” Alnına öpücük kondurdu. “Diğeri alacağım olsun.”

Meltem utanarak gülümsedi, “Tamam, benim de borcum olsun.”

“Yalnız o hesap kapanmaz söyleyim.”

Kız kıkırdayınca Eva gözlerini devirdi. “Ay siz bildiğiniz muhabbet kuşu çıktınız ha, vıcık vıcık.”

“Sana ne ya?” diye çıkıştı Mert Ali.

Eva hala ayaklarını ovuyordu ki, Reyhan da geldi ve diğer koltuğa çöktü. “Ay abi! Öldüm ya! Daha da ömür boyu taşınmam bu evden. Burada yaşlanacağım ben,” dedi nefes nefese yüzünü yellerken.

Mert Ali’nin aklı bambaşka yerlerdeydi. Ofladı ve aklına gelenle Meltem’i kolundan tutup, mutfağa çekti.

“Yürü, bunlar daha fazla cırmalamadan sen kahve yap, bende sipariş vereyim aşkım.”

Eva arkasına bakarak sırıttı. “Ne o enişte, mutfaktaki eksiklere göre mi sipariş vereceksin? Yanaktan çok verme, dudaktandır o eksikler-”

“Eva!” diye bağırdı Meltem mutfaktan. Ne arsız olmuştu bu kızda. Ama Eva’nın dediği şeye Reyhan da kahkaha atmıştı.

O sırada aşağıdan iki arabanın korna sesi duyuldu. Meltem pencereden bakınca, abisini, Pars’ı ve Eva’nın erkek kardeşi Can’ı gördü.

“Eva bizimkiler gelmiş Eva!”

Mert Ali de baktı pencereden. “Hay bendeki şansın!” diye homurdandı.

“Bir şey mi dedin hayatım?”

“Yok bebeğim,” sevimsiz bir gülümseme ile. “Bunlar kim ki dedim acaba?”

Eva da pencereden bakınca homurdandı. “Bu da gelmeye yer arıyor he!”

“Kim?” diye sordu Reyhan, o da meraklı komşular gibi koşmuştu cama.

“Çınar. Yani Çınar, Pars ve kardeşim Can, üçü gelmişler.”

Reyhan ‘seni seni’ der gibi baktı. Eva ise ona “Ne?” diye cırlayıp ayaklandı.

Kapı çalınca Meltem koştu, kapıyı açar açmaz üzerlerine zıpladı. Kapıda ilk Pars olduğu için ona denk gelmesi Meltem’in şansızlığıydı -ya da Mert Ali’nin. Çünkü adamın üstüne atlaması ile geriye çekilmesi bir oldu.

“Ne oluyor ya?” diye cırladı Meltem.

“Asıl sana ne oluyor?” dedi Mert Ali kaşlarını çatıp. “Ne atlıyorsun adamın üstüne?”

Kapıda duran Çınar kahkaha attı, “İşte meşhur Mert Ali de bu?”

“Bunu mu tek dövemedin de, bizi sürükledin? Aşk olsun sana dostum,” diye yalancı bir ayıplama ile baktı Pars.

Buna kahkaha atan Çınar, Pars’ı içeri itti. O sırada Can elini uzattı adama.

“Ben Can Eva’nın kardeşiyim. Onunla ilgin olmadığına göre benden çekinmene gerek yok.”

Mert Ali aynı sıcaklıkta sıktı elini ve cevabı yapıştırdı. “Benim kimseden çekineceğim bir durum yok.” Bu sözleri Pars’a bakarak söyledi.

Pars ise çapkın sırıtışını gizleyemiyordu. “Ee cadı, artık seni saramayacağız yani doğru mu anladım?”

Mert Ali elini uzattı. “Mert Ali, sevgilisiyim ve sorduğun soruya gelince, hayır saramayacaksın. Benim sevgilimi benden başka kimse saramaz!”

Meltem gözlerini devirdi. “Of bakmayın şuna ya, Karadeniz tarafı tuttu yine. Hadi girin.”

“Neyseki ben öz abi kontenjanından yırtıyorum, değil mi enişteciğim?” dedi adama sarılarak.

“Benden başka, dedim Çınar. Sende benden başkasısın.”

Ama Çınar kardeşini çoktan kollarına almıştı. Hatta sarılırken biraz abartan Çınar’ı izleyen Mert Ali sinirli bir şekilde sırıtıyordu.

İçeri girdiklerinde Pars’ın Eva’yı sarmaladığını gören Çınar o an Mert Ali’ye hak vermeden edemedi. Bu bakış bir Mert Ali’nin dikkatini çekti ve kaşlarını havaya kaldırıp, sırıttı. Çünkü kendi de demin aynı bakışlarla izliyordu Meltem’e sarılan kolları. Kıskançlıktan adamları pert edecekmişçesine. Yani şuan Çınar’ın Pars’a attığı bakışlar gibi.

“Bir şey mi oldu Çınar?” diye fısıldadı adamın dibine kadar gelip.

“Kes sesini! Damat falan dinlemem, senden alırım hıncımı.”

“Bilmiyor mu?”

“Aptalı oynuyor diyelim. Anlatırım bir ara.”

Pars’tan sonra Eva’ya bu sefer Çınar sarıldı. “Sevgili arkadaşım nasılsın?”

“İyiyim arkadaşım, asıl sen nasılsın?”

“Bende iyiyim. Teşekkür ederim.”

“Allah iyilik versin.” Sonra sanki umursamıyormuş gibi ellerini kotunun cebine sokup, “Bahar onu aramadığın için çok üzüldü,” dedi yapmacık bir üzüntü ile. “Neden ekmişsin kızı?”

Çınar dişlerini sıktı, “Ondan daha özelini buldum diyelim,” deyip göz kırptı.

“Daha özel?” diye homurdandı. “İyi. Bul! Banane!”

Ve akşam hep birlikte yemek yediler. “Ee sizi bu eve zor sığdırırız biz ha,” dedi Meltem sırıtarak.

O an Mert Ali’nin içtiği su neredeyse boğazında kalacaktı. -Lan bu heriflerle aynı evde mi kalacaktı bu kız? Hayatta olmazdı.

“Şey şöyle yaparız, Reyhan sizde kalsın. Ben de abinleri bizde ağırlayım. Bir alt kat zaten.”

“Alta mı taşındın?” dedi Çınar gülerek.

“Evet.”

“Vay aşk nelere kadirsin,” dedi başını sallayıp.

O sırada Eva sırıtarak baktı adama. “Evet aşk işte. Kimini yakınına çekerken, kimini cehennemin öteki tarafına gönderiyor.”

Çınar sinirle eğildi kızın kulağına. “Cehennem değildi orası, Amerika’ydı. Cennettin ikinci adı.” Eva bu sözlerle yumruklarını sıkarken Çınar çok eğleniyordu.

“Bende mi taşınsam ya, sevdim İzmir’i?”

“Gerek yok, zaten maşallah her hafta buradasın,” diye homurdandı Eva.

“Çok da şikayetçi değilsin gibi.”

“Ne münasebet!” diye çemkirdi.

O sırada diğerleri Pars’ın işi yine piçliğe vurmasıyla meşguldü. Ama Pars sevmişti bu delikanlıyı.

“Ya yarın döneceğiz biz. Şu iki cadının arabalarını getirdik. Koltuklarda bile uyuruz sorun değil. Uçakla döneceğiz zaten. Yatmadığımız yer değil.” Sonra Meltem’e döndü. “Hatırlıyor musun senin babanla benim babam yazlık almadan önce, Cem abinin yazlığına hep birlikte giderdik, o eve de sığardık ha.”

“Ee söz konusu havuz ve denizdi. Yerlerde yatak açardık. En son o eziyete babam dayanamadı da babanı ikna edip, oradan yazlık aldılar.”

İşte Mert Ali’nin korktuğu başına gelmişti. O ‘unutulmaz çocukluk anıları’, ben bu kızı doğduğundan beri tanırım, havaları. Bu çok ama çok ağır tahrike giriyordu ama.

Meltem aklına gelen bir anı ile kahkaha attı. “Hatırlıyor musun siz o aralar sürekli bizim aramızda sevgili oluyordunuz. Sen ise sadece Bade’ye takmıştın. Bade’nin bikinisine falan karışıyordun.”

Çınar da kahkaha attı “Cem abi bunun sayesinde, sırf buna inat olsun diye Bade’nin bikini giymesine bir şey demiyordu.”

“Abi ailecek bana gıcıktınız. Ben ne yapayım? Sertaç da sana takmıştı. Ben büyüyünce Meltem’le evleneceğim, derdi.” Sonra Mert Ali’ye baktı, “Benle uğraşacağına Sertaç’la uğraş.”

“Lan hepiniz az sonra elimde kalacaksınız, Sertaç’a gelene kadar elim alışmış olur,” dedi homurdanır gibi. Sonra da sevgilisini kollarına aldı. Bu kıza aşıktı ve şuan anladı ki bu kızı ailesinden bile kıskanıyordu. Acınasıydı hali, annesine çekmişti anlaşılan.

Ama öte yandan bu insanları çok sevmişti. Hepsi kendi ailesi gibiydi. Sıcak kanlı ve sevgi doluydular. Ama yine de aynı evde kalamazlardı.

Yatma vakti geldiğinde, Mert Ali’nin evi toparlanmıştı. Reyhan’ın odasındaki ranzadan ayrı, boş odada da bir ranza, bir tane de tek kişilik yatak vardı.

O odayı onlara hazırlayan Mert Ali, hepsine ‘iyi geceler’ dileyip, odasına geçti. telefonu eline aldı. her şey artık daha zordu sanki, sevdiği kız bir üst kattaydı. Hem de tam üst. Bilerek onun odasının hemen altındaki odayı kendi almıştı.

 

Ma: “Uyudu mu benim sevgilim?”

M: “Hayır kıskanç sevgilim, kızlarla oturuyoruz.”

Ma: “Odana geçsene sen.”

M: “Kızlarlayım aşkım. Hemcinslerim :)”

Ma: “Olsun. Konuşuyoruz. Bir şey soracağım.”

M: “Tamam sor.”

Ma: “Hayır, odana gir. Öyle.”

M: “Of ya, çok kıskançsın Mert Ali yeminle zirvedesin. Bekle.”

Ma: “Hadi hadi, çenen değil ayakların çalışsın...”

Ma: “Bekliyorum.”

Ma: “Meltemim hadi...” vs.

5 dakika sonra...

M: “Ay patladın geldim.”

Ma: “Hoşgeldin prenses.”

M: “Sor bakalım.”

Ma: “Kızma ama...”

M: “Sor aşkım, bekliyorum. Ne diye kızayım?”

Ma: “Bugün seni öpecektim ya?”

Meltem kızardı. Şimdi neden açmıştı ki bu konuyu?

M: “Ee?”

Ma: “Eğer öpseydim... Yani kızlar gelmeseydi ve biz öpüşseydik. Kızar mıydın?”

M: “Mert Ali!!!!!! Hadi uyu.”

Ma: “Cevap ver lütfen aşkım ya.”

M: “Hayır. O zaman da verdim cevabımı, neden soruyorsun şimdi?”

Ma: “O anın büyüsüyle belki o an karşılık verirdin ama sonrasında belki pişman olurdun diye sordum.

M: “Yok olmazdım. Oldu mu? Hadi iyi geceler.”

Ma: “Bekle! Bekle! Son bir şey daha... fotoğraf atar mısın?”

M: “-FOTOĞRAF... (gülümseyerek yatakta oturmuş halini çekip attı)

Oldu mu?

Ma: “Çok özledim... Neyse şu abinler yarın gidiyor. Artık sürekli birlikteyiz. Hatta Reyhan üstte kalır, sen yanımda.”

M: “Ay uyudun mu?”

Ma: “Yok bebeğim.”

M: “Rüya görüyorsun da :D”

Ma: “Gül gül... çok komik. İyi geceler. Ne var yani bende kalırsan?”

M: “İyi geceler Mert Ali’m.”

Ma: “Uykum kaçtı.”

M: “-Uyuyan emoji...”

 

Mert Ali telefonu başucuna koydu ve tavanı izlemeye başladı. Hiçbir zaman anlık zevklerin adamı değildi. Bir şeylerin duygu yoğunluğuna ihtiyacı olduğunu düşünür ve ilişkilerini öyle yaşardı. Gençliğinde birkaç hatası olsa da artık dikkat ediyordu çoğu şeye.

Ve şimdi Meltem... Ona aşıktı. Kimseye bu derece bir şey hissetmemişti. Kimseyi bu derece sevmemişti. Ellerini tutarken bile duyguları tavan yapıyordu. Biraz daha fazla onu hissetmek istiyordu. Onu öpmek istiyordu. Ona sarılarak uyumak istiyordu. Belki daha erkendi, onun üstüne gidemezdi bu konuda ama yavaş yavaş adımlar atmakta bir sakınca yoktu ona göre.

Ellerini arkaya koyup, gülümseyerek uykuya daldı. Yarın yorucu birgün olacaktı.

  ***

YILLAR ÖNCE...

Adamın odasında oturmuş, gideceği saati bekliyordu. Son kalan eşyalarını valize dolduruyordu. Odası bomboştu, dolabında bir iki takım elbisesi dışında günlük hiçbir kıyafeti kalmamıştı. Çoğunu uçakta yanında alamayacağı için önceden yollamıştı bile.

En son bilgisayarını sırt çantasına yerleştirdi. Kulaklığını, telefonu için şarj cihazını, kitabını ve bir iki özel eşyasını da koyup fermuarı çekti.

“Odan bomboş kaldı,” dedi Eva adamın yüzüne bakamayıp, gözlerini etrafta gezdirerek.

“İki ay sonra bir haftalığına geleceğim Eva. Yapma lütfen.” Kızı kollarına aldı.

“Ama adı üstünde iki ay, altmış koca gün.”

“Bebeğim, artık teknoloji çok ilerledi. Hergün görüntülü konuşuruz. Her an beni arayabilirsin, ders dışında tüm zamanlarımda seninle konuşurum.”

Eva gözlerini dikti adama “O teknoloji kokunu getirebilir mi bana?” ellerini tuttu adamın. “Bu hissi verebilir mi?”

Çınar derin bir nefes aldı ve onu daha sıkı sardı. Sonra geri çekildi ve üstündeki tişörtü çıkarıp ona uzattı. “Bu iki ay belki idare eder.”

Eva aldı onu, gidip çantasını açtı. Parfümünü de alıp kendi çantasına attı.

“Ben ineyim. Lavaboya diye çıktım yukarı.”

Çınar onu son kez kollarına aldı. “Seni çok seviyorum Eva.”

“Ben de seni seviyorum Çınar.”

“Lütfen vazgeçme Eva, vazgeçersen ben mahvolurum.”

“Sende geri gel... Lütfen geri dön Çınar.”

Önden Eva, arkasından Çınar aşağı indi. Herkesle vedalaşan Çınar, Eva’ya sıra geldiğinde, yanaklarını öptü ve kulağına “Beni bekle...” diye fısıldadı.

Arabaya bindiğinde Eva gözlerindeki yaşı tutamıyordu.

“Hoşçakal...” diye fısıldadı.

 ***

O andan kopan Çınar, derin bir nefes alıp verdi. ‘Ben döndüm Eva, sen bu aşkın neresindesin ben seni anlayamıyorum artık. Kaybolduk, bu ayrılığın içinde ikimiz de kaybolduk. Bulamıyoruz yolumuzu. Bana bir çıkış yolu göster yalvarıyorum bana bir işaret ver artık.”

 *

Bir üst katta yatağında terler içinde uyanan Eva, yine aynı şeyi görmüştü. Çınar’ın gittiği günü...

Dolabına gitti. Uzun zamandır açmadığı sandığı açtı ve içinden Çınar’ın tişörtü ile parfümü çıkardı. Tişörtün üstüne sıktı ve tişörtü kollarına alarak yatağa tekrar uzandı.

Kokunun kendi üzerine sineceğini ve o adamın yarın sabahtan evlerine damlayacağını o an hiç ama hiç düşünmemişti.

Bölüm : 17.11.2024 21:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...