
Cem Ernez ve Çınar Soylu nasıl tanışmış bakalım mı :)
*-*
Çok özlüyorum seni,
Hani öyle böyle değil...
Bir adım öteme gitsen,
Kokun uzaklaşsa benden deliriyorum...
Seni çok şiddetli seviyorum kadın,
Hani anlatabileceğim bir şey de değil...
Gözlerime bak da sen anla!
Anla da sus artık, beni yorma!
-*-
Rüzgar karısını kollarına almış, gözlerinin içine bakıyordu. Bu geçen günler onun sevgisini katlıyor, ayrı geçirdikleri her anın acısını çıkarıyordu ona dokunduğu, gözlerine baktığı her an... Özlemi sürekli içinde; sevgisini sadece kalbinde değil; ruhunda, beyninde yaşıyordu, düşünceleri onunla kaplanmış, başka bir şeye müsaade etmiyordu ve böyle bir aşk daha var mıydı bilemiyordu. Onu hatırlamadığı anlarda bile hissetmesi mucizevi bir şeydi...
Kadının saçlarını geriye alıp, gözlerinin içine baktı, "Gerçekten seni aldatabileceğimi nasıl düşünürsün?" dedi gülümseyerek. O gülümsemesinde aklından geçirdiği, içinde hissettiği tüm duygular saklıydı.
"Ne bileyim, konuşmalarını duydum. Sonra da avukatla konuştum deyince..."
"Tamam tamam sus. Özrü kabahatinden beter. Aldattığımı düşündüğün yetmiyor, bir de kapı dinliyorsun. Çok ayıp Beste Soylu. Bunun cezasını gece konuşacağız seninle," deyince herkes ‘Ooo...” diye bağırıp, ıslık çaldı.
Beste utanarak başını kocasının göğsüne sakladı ve “Bence dinlemem için yaptın zaten,” diye çıkıştı.
Rüzgar onun başını kaldırıp, burnunu kızın burnuna sürttü, “Kesinlikle. Karımı nasıl da tanıyorum ama. Beni takip edeceğini adım gibi biliyordum. Şüphenin bir kadına yaptırmayacağı şey yoktur.”
O sırada Çınar gelip adamın ceketini çekiştirdi, “Baba umaz.”
“Umaz ne ya?” diye sordu Rüzgar karısına bakarak, “Umaz ne?”
Beste gülümsemeye çalıştı, “Şey canım, çocuk bu. İşte buluyor bir iki kelime.” Konuyu değiştirmek için eve baktı. "Burası kimin?"
"Senin..." dedi hızlıca.
Kadın anlamadığını belli ederek baktı ona, "Senin ne demek?"
"Daha tam bitmedi. İç mimarın bir kaç dokunuşu kaldı,” derken o da evde gözlerini gezdirdi, “Beğeneceğini düşündüm. Ayrıca küçük misafirimiz var, belki dahası gelir, orası bize küçük gelecekti. Ama o da kalacak tabi... Onun anısı ayrı.”
"Bir dakika bir dakika, demin sen iç mimar mı dedin?" öfkeli çıkmıştı sesi.
"Bir sorun mu var?"
"Sorun şu ki Rüzgar, sen gerçekten benim eve dokunuşlarımı beğenmiyor musun? İç mimar nedir yani?"
"Aşkım ne alakası var, sen mimarsın da üstüne mimar getirmişim gibi şey etmesen mi acaba? Sana doğum hediyesi olarak evi aldım. Sürpriz yapmak için. Sen ise bunda bile bir sorun arıyorsun. Gerçekten pes."
Beste’nin yine hormonları değişik ritim ve havalarda dans etmeye başlamıştı, “Hayır madem ev aldın, haftalardır neden çocuk odasıyla cebelleşmemi izliyorsun?” diye cırladı.
“Ee sabretmedin. Çok karışsam da bu sefer sürpriz gidecekti,” derken kendine acıyordu şuan. Hatta etrafındakilerde ona acıyordu.
"Millet Beste'nin hormonlar yine coştu. Biriniz Rüzgar'ı kurtarsın. Ben karışırsam bana sarar şimdi," diye fısıldadı Yağız.
"Bebeğiiiimmmmm" diye çığırdı Rüya. "Biz sana burada günlerce hazırlanıp, baby shower partisi yapalım, sen bizimle hiç ilgilenme. Olmuyor ama."
Rüzgar kardeşine minnetle baktı, "Ya ya sevgilim. Rüya ne kadar uğraştı bir bilsen. O mağaza senin bu mağaza benim dolaştılar Mısra'yla senin için."
Beste etrafındaki pembe balonlara, ‘Hoşgeldin Yaz Meltem’i’ yazan yazıya, süslü masaya, hediye kutularına ve masanın üstündeki ikramlıklara baktı, "Gerçekten mi?" diye en sevimli haliyle gülümsedi bu sefer.
Rüzgar inanamıyormuşçasına güldü. Bu hamilelik amma da acayip bir şeymiş. Bir an gülüyor, bir an sinirden köpürüyor, sonra birden duruluyor. Dengesiz dengesiz hareketler...
“Biz geldik!” diye bağıran topluluğa başlarını çevirdi hepsi, “Geç kalmadık değil mi?” dedi Cem gülümseyerek. “Bir şey kaçırmak istemem doğrusu.”
Rüzgar kaşlarını çattı, “Geldi yine,” dediğinde Beste ona ayıplar gibi bakıyordu.
“Yok yok kaçırmadınız.” Beste hepsini tek tek öperken Ecrin ile Yağmur’a sıkı sıkı sarılmıştı.
Cem tam Rüzgar’la selamlaşacaktı ki küçük mavi gözlerin ona sırıtarak baktığını gördü.
“Ne var velet? Hiç sevmem veletleri.”
“Tentin elet!” babasına döndü, “Baba bak, mavis döz. Benim tibi.”
“Göt mü dedi bu velet bana?”
“Döt yıp, tü tana.” Yeniden babasına döndü, “Epepsiz bu!”
Ecrin sırıttı, “Ah canım, bacak kadar çocuk anladı senin edepsiz olduğunu gördün mü Cem?”
“Bana bak sarı cadı, zaten sevmedim bu veledi, acısını dudaklarından çıkarmadan sus!”
Çınar işaret parmağını salladı, “Bem, tevmedim teni.”
“Bende bayıldım zaten sana, çıngırak!” dedi yüzünü buruşturarak. “Sevimsiz velet. Uzak dur benden.” Çınar ona dil uzatıp annesinin yanına gidince, Cem onun arkasından, “Asıl sensin edepsiz,” diye bağırdı. “Hiç sevmedim hiç!” diyerek masadaki limonatayı alıp bir dikişte içmişti ki birden “Bu da sarı! Her şey sarı!” dedi sinirle. “Sevmiyom sarı! Kola yok mu kola!”
O sırada Selim Yağız’ın yanına geldi, "Yağız, Eyşan nerede? Neden gelmedi?"
Yağız ensesini ovdu, "Evde," dedi kısaca.
"Neden gelmedi onu soruyor sevgilim Yağız?" dedi Rüya kucağında Oğuz’u tutarak.
Allah'ım ne meraklıydı bunlar da. Her şeye burunlarını sokmasalar olmuyordu, "Gelmedi işte. Aradım açmadı, eve gittim çağırdım, benimle bakkala bile gitmezmiş hanımefendi. Hatta ve hatta aynı ortamda nefes almaktan bile şu aralar haz almadığından eminim.”
Beste ellerini beline koydu, “Ne yaptın kıza? Doğruyu söyle! Gelirdi yoksa Eyşan. Yani bizimle bir sorunu yok çünkü.”
Yağız öfkelendi, "Bir şey yapmadım, tamam mı? Ona da söyledim, sana da söylüyorum ben bir şey yapmadım! Gerginim zaten üstüme gelmeyin Allah aşkına!" Tam her şeyi yoluna koymuş, yakınlaşmışlardı ki bu haberler hiç iyi olmamıştı. İşin kötüsü adı çıkmıştı dokuza, inmiyordu bir türlü.
"Gerginliğinin sebebi sabahki haberler mi Yağız?" diye araya girdi bu sefer Mısra. Biraz öfkeli çıkmıştı sesi. “Yani gördük sabah Poyraz’la, eminim bir açıklaman vardır diye düşünüyoruz. Belki de açıklama tatmin etmemiştir kızı ya da açıklayamamışsındır durumu. O yüzden gelmemiştir.”
Herkes ona bakınca Yağız sakalını sıvazladı, çok konuşuyordu bu kızlar çok. Erkenden kocalarını gömer, kendileri hayatlarını yaşarlardı. Hoş, Eyşan elinde olsa şimdiden öldürürdü onu.
Beste somurtarak "Ne vardı sabah ki haberlerde?" diye sordu Yağız’a bakarak. “Bir halt mı yedin yoksa?” Şuan gerçekten çok öfkeliydi ve eğer yemişse öyle bir halt Eyşan’a bir parçası kalmazdı bu kadar kadın arasında.
"Beyefendi dün gece esmer bir bombayla yakalanmış. Tüm magazin haberlerinde, üstelik asıl merak edilen de yeni eşi Eyşan’ın bu duruma ne tepki vereceğiymiş diyor haberler," dedi Mısra elini göğsünde bağlayarak, “-Ki biz gördük, kapıya koymuş bizimkini. Ya o kızın gururunu hiç mi düşünmedin Yağız? Nasıl yaparsın öyle bir şey?”
“İnanmıyorum, yaptın mı Yağız?” diye bağıran bu sefer Beste’ydi. “Valla elimde kalırsın!”
Herkes şok içinde Yağız'a baktı, Yağız ise sabır diler gibi iç çekti, “Ya of!”
Rüya elini ağzına koymuş, şok içinde bakıyordu ona, "Sana inanmıyorum Yağız. Eyşan'ı nasıl aldatırsın?"
Yağız öfkelendi. "Ne aldatması be? Bilmeden, dinlemeden hemen hükmü veriyorsunuz. İşte o da böyle yaptı,” dedi sinirle saçlarını geriye alıp. “Evet bugüne kadar çok da akıllı durduğum söylenemez, bir pislik gibi yaşadığım da doğru. O yüzden böyle düşünmenize kızmıyorum, ama dinlemeden yargılamazsınız sevinirim. Evlendikten sonra bir kere bile onu aldatmadım! Tek bir kere bile aklımdan dahi geçmedi. Dün geceki kızla hiçbir ilgim yok, magazinciler işte, istedikleri gibi yazıp çizmişler. Şikayet ettim zaten, ilgilenecekler. Böyle bir şeyi ona yaşatmadım, yaşatmam da.” Derin bir nefes alıp verdi, “Biz... Yani onunla henüz o anlamda karı-koca değiliz, o yüzden o da böyle düşünmüş olabilir, onu bu sebeple aldattığımı düşünebilir, ama yapmadım ve yapılan hatayı da düzelteceğim.”
Herkes susarken Poyraz konuşmuştu, "Bak Yağız, evlendiriliş şeklini onaylamıyorum. Asla da kabul edemeyeceğim bir şey, yani ben olsam evlenmezdim o şekilde. Ama öyle ya da böyle, bir şekilde oldu. Sadece unutmaman gereken, o kız da seninle aynı durumda. Bak sen burada arkadaşlarınlasın, hayatına aynı yerden devam ediyorsun. Onun ise yaşadığı şehirden tut, düzenine, arkadaş çevresine, ailesine, medeni durumuna kadar her şeyi değişti. Mutluluğu sana ve senin etrafındaki insanlara bağlı.”
“İyi de Poyraz, bana inanmayan kendi. Ben... Yani nasıl desem, ona yakın olmaya çalışıyorum, onunla ilgilenmeye çalışıyorum. Ama yalan bir haberle bana inanmayıp, kapıları suratıma çarpan o. Neden beni dinlemiyor, inanmıyor, böyle yapıyor anlamıyorum ki...”
Poyraz sırıtırken Ecrin başını sağa sola salladı, “Ah saf bu çocuk ya...” dedi gülerek. “Sırf seni sevdiği için bu kadar kıskanmış olamaz mı Yağız?"
“Moloz diyelim biz ona kısaca Ecrinciğim,” diye homurdandı Beste. “Kıza kendini anlat o zaman Yağız. Bir şekilde dinlet.”
Yağız o an söylenen hiçbir şeyi duymuyordu, o son söylenen söze takılmıştı. Sevgi mi demişlerdi, kıskanıyor muydu Eyşan onu? Seviyor muydu? “Yok canım,” dedi kendi kendine gülümseyerek. Şuanda nefret ettiğinden emindi neredeyse.. “Neyse, ben bir şekilde çözeceğim, dedim ve konuyu kapatıyorum. Hadi ben kaçtım.”
Yağız hızla evden ayrıldıktan sonra, konu da kapanmış oldu o an için ve hediyeler açılmaya başlayınca da kahkahalar tavan yaptı. En çok da Selim'in hediyesi herkesi şaşırttı. Kocaman ve oldukça güzel bir çerçevenin içinde bebeğin ultrason görüntüsü vardı. Ellerini ağzına götürmüş, gözleri kapalıydı.
Bu görüntü Cem’i gülümsetmişti, “Şuna bak ya, poz vermiş. Uyuyormuşum gibi çek, pozu bu.”
Ecrin ise ellerini resimde gezdirdi, “Melek gibi şuna bak.”
“Aynı ben desene,” dedi kıza bakarak.
“Ya ne demezsin, Allah bağışlasın seni Cem Ernez.”
Cem sırıttı, “Sana mı?”
“Allah korusun!” diye cırlayıp inanamıyormuş gibi başını sağa sola salladı, “Melekmiş... Kanatların eksik çünkü.”
Cem ona bakıp, göz kırpıp, öpücük atınca da sinirle uzaklaştı adamdan. Çekeceği vardı kesin.
***
Eyşan iki saattir onu ikna etmeye çalışan kıza laf yetiştiriyordu. Beste ise ikisini hem barıştırmak hem de yakınlaştırmak için yemek düzenlemişti. Artık bu işe el atması gerekiyordu.
"Beste gerçekten teşekkür ederim ama gelemem. Israr etmesen..."
"Ya saçmalama. Yağız da gelecek. Onu da aradık. Zaten ne zamandır sizi yemeğe davet etmek istiyorduk. Hadi kırma beni Eyşan."
Eyşan onunla karşılaşmak istemiyordu. O olayın üstünden dört gün geçmişti, ama Yağız hiç eve gelmemiş, üstelik bir iki ‘iyi misin?’ mesajı dışında aramamıştı da onu. İki gün önce de doğum günüydü, gelmesi, araması için bahanesi, affettirmek için de bir fırsatı vardı, ama yapmamıştı. Belli ki haberi bile yoktu.
“Beste-”
“Eyşan bak gelmezsen gerçekten çok kırılacağım. Ay hamile hamile geriyorsun beni ama...”
En son bıkkınlıkla oflayarak "Peki," dedi ve telefonu kapatır kapatmaz hemen kendini banyoya attı. Duşunu aldıktan sonra vücuduna kokulu losyonlarını sürüp, aynı koku olan parfümünü sıktı ve bornozu ile makyaj masasına oturdu. Gözlerini yumup açtı ve gülümsedi. Son derece sade ama yüzüne çok giden soft bir makyaj yaptı, ardından saçlarını kurutup, maşa ile kalın bukleler halinde serbest bıraktı onları.
Saate baktı, Yağız gelmek üzereydi. Siyah mini bir etekle, kırmızı dökümlü bir gömlek giydi üstüne. Spor yerine böyle bir kombin seçmişti kendine. Nedense bugün Yağız’a güzel görünmek istemişti. Belki kendini affettirmek için bir şeyler söyler ya da yapardı beyefendi.
Sonra kendi kendine inledi, “Of Eyşan yapma şunu yapma. Ümitlenme! O adam duygusuz kalasın teki işte.” Sinirle siyah topuklularını giyip, aynadan kendine baktı harika görünüyordu. Gerçekten güzel olmuştu. Çantasını hazırlarken saate baktı, Yağız ona saat yedide onu evden alacağını haber veren bir mesaj atmıştı ve saat yedi olduğunda beklenen mesaj gelmişti.
Y: “Eyşan, aşağıdayım ben. Hazır mısın?”
E: “İniyorum hemen.”
Y: “Bekliyorum.”
“Yok bir de bekleme git!” diye homurdanarak çıktı evden ve asansörle aşağı indi. Kapıdan çıkar çıkmaz arabayı gördü. Ama kocası ona bakmıyor, elinde telefon, bir şeylerle uğraşıyordu. “Aman başını kaldırıp bakma zaten!” Kapıyı açıp oturdu yerine.
Yağız'ın görüş alanına önce bir çift bacak girdi. Başını biraz kaldırdığında kadının göğüs dekolteli bluzu ile karşılaştı, sonra kırmızı rujla biçimlendirilmiş minik dudaklar ve ona ‘Ne bakıyon be salak?’ diyen bir çift öfkeli göz. Bu neydi şimdi? Neden böyle onu çileden çıkaracak şeyler giyinmişti. Düşme bu tuzağa Yağız düşme...
Bakışmanın ardından "İyi akşamlar...” diyebildi en sonunda.
"Sana da,” dedi Eyşan soğuk ve ilgisiz görünerek. İyiydi bu mesafe...
Adam ses tonunu, bu ilgisiz halini sevmemişti. En azından bir 'nasılsın?' diyebilirdi. Neticede kocasıydı. Sanki kendi çok demiş gibi... Oflamamak için zor tutuyordu kendini.
Gaza basıp giderken sanki açıklama yapmak zorundaymış gibi "Rüzgar çok ısrar etti, kıramadım,” dedi ona. Gerçekten de ne ısrar etmişti ama... Eyşan’ın geleceğini duyduğu an kabul etmişti. Kaç gündür göremiyordu onu, özlemişti. Öylece hiçbir şey olmamış gibi de eve gelmek istemiyordu, dahası nasıl karşılanacağını, ona nasıl davranacağını da kestiremiyordu. Ama şekil A’da göründüğü gibi, suçsuzluğunu kanıtlayan haberler çıkmasına rağmen çok da affedildiği söylenemezdi.
"Anladım. Önemli değil. Beste de bana çok ısrar etti zaten," dedi memnuniyetsiz bir ses tonuyla.
Neydi şimdi bu? Adam yeni Eyşan'dan hiç hoşlanmamıştı. Elbiselerini değiştirirken kişiliğini de mi değiştirmiş bu, diye düşündü.
“Haberleri izledin mi Eyşan?”
“İzledim,” diye kısaca cevap verdi.
Sabır diliyordu şuan Yağız, çünkü gerçekten ihtiyacı vardı sabra da sinirlenmemek için o yumuşak tavra da... “O zaman bu soğukluğunu neye borçluyum? Öğrenebilir miyim? Hayır haberleri izledikten sonra bir ararsın diye düşünmüştüm de...”
Eyşan birden adama döndü, ‘doğum günümde beni aramadın da ondan gerizekalı!’ diye çığlık atmamak için zor tutuyordu kendini. “Önceden neysek oyuz Yağız, bir değişiklik yok. Aynıyız yani...”
“Peki Eyşan öyle olsun, eve gidince konuşacağız ama...”
Eyşan bir şey demeden başını pencere tarafına çevirdi. Demek bugün eve gelecekti. İçindeki yüzsüz Eyşan sevinirken, kalbi kırık Eyşan öbürünü yumruklamak istiyordu.
Kısa yolculuğun ardından Bestelerin yeni evine gelmişlerdi. Eyşan adamı beklemeden indi arabadan. Yalı tipi eve hayranlıkla bakıyordu. Çok gösterişli ve çok güzel bir evdi. Tamam Mardin'deki evleri de çok büyüktü ama bunun modern havası ve deniz manzarası harikaydı.
"Evleri çok güzelmiş,” dedi beğeni ve hayranlıkla eve bakarken. Dilini tutamamıştı işte, of!
"Evet, Rüzgar zevklidir. Geçen gün Beste'ye sürpriz yaptı ve bu evi hediye etti, çağırdık seni ama gelmedin. Önceki evleri de büyüktü ama apartman dairesiydi," dedi kıza dik dik bakarken.
“Sinirliydim malum sebepten dolayı, ondan gelmedim.”
“Neyse,” derken ellerini havaya kaldırdı, “Konuyu yeniden açmayalım. Ayrıca evi çok beğendiysen, buralara yakın bir yerlerde bu tip bir ev daha var, yarın bakarız istersen.”
“Yok, ben evimizi seviyorum,” dediğinde Yağız kaşlarını havaya kaldırdı gülümseyerek.
“Evimizi...” diye vurgu yaptı mırıldanıp. “Sevdim bunu.” Eyşan yüzünü yelleyecekti neredeyse ve bir şey demeden gidip kapıyı çaldı.
Kısa bir bekleyişin ardından Beste açtı kapıyı, ikisini de güler yüzle karşıladı, "Hoşgeldiniz."
Eyşan kadının sıcak kanlılığı karşısında daha fazla somurtamadı ve o da içten bir şekilde gülümsedi, "Hoşbulduk Beste."
Yağız da gülümseyerek ona sarılıp, yanaklarını öptü, "Hoşbulduk tatlı anne, nasılsın?"
"İyiyim," dedi karnını ovarak. "Doğum yaklaştıkça şişiyorum. Kiloları alıyoruz işte. Her an patlayıp, kızımızı doğurabilirim."
"Yakışıyor boşver,” dedi Yağız burnunu sıkarken.
Eyşan adamın kadına olan yakınlığına imrendi. Yok hayır, resmen kıskandı. Ona asla böyle davranmayacaktı. Dahası onun asla karnı böyle şişmeyecek ve kocası onu bu şekilde teselli etmeyecekti. Ayrıca karnının böyle şişmesi için önce birlikte olmaları gerekiyordu. Onlar için imkansızdı yani...
İçeri girdiklerinde mutfaktan Rüzgar ellerini bir beze silerek çıktı. Yağız onun halini görünce sırıttı, "Oooo... Bize bugün neler yaptın Masterchef’im?"
"Kes sesini zaten sinirliyim valla senden çıkarırım sinirimi.” Sonra Eyşan’a döndü, “Nasılsın Eyşan?"
"İyiyim teşekkür ederim Rüzgar."
Yağız ise “Neden sinirlisin?” diye sordu manidar bir şekilde sırıtarak.
“Az daha geç kalabilirdin mesela,” dediğinde Beste ona “Rüzgar!” diye bağırırken Yağız kahkaha atıyordu.
“Çıktı karın ağrısı ortaya. Oğlum sen yavaşsan ben ne yapayım?”
Rüzgar ona alayla baktı, “Yavaş değil de tam kararında diyelim biz ona Yağız bey.”
“Kapatalım mı şu konuyu?” diye bağırdı Beste. “Aaa...”
Eyşan kıpkırmızı olmuş nereye bakacağını şaşırmıştı. Ne edepsizdi bu kocası da, ona neydi milletin özel hayatından.
Rüzgar Eyşan’a döndü, "Balık buğulama seversin umarım Eyşan?"
"Evet çok severim," dedi kız çekinerek. Hala bakışlarını kaçırıyordu.
"O zaman yemeğe geçelim. Balık soğuk yenmez çünkü."
“Tamam,” dediler ve hep birlikte yemek odasına geçip oturdular.
Yağız yemekte karşısında oturan kadını süzüyordu sürekli. Ne kadar da güzeldi bu akşam. Ortama hemen ayak uyduruyor, çekingen olsa da konuştukça o çekingenliğini hemen üzerinden atıyordu. Kısacası hayatına aslında hemen uyum sağlamıştı. Bir de aralarındaki şu buz dağını kırsalar, yakınlaşsalar yeniden -hatta daha da fazla yakınlaşsalar... Şuan onu deli gibi öpmek istiyordu.
"Eee Eyşan okulun ilk senesi bitti. Yaza neler yapacaksın?"
"Aslında planlarımda Almanca ya da Fransızca kurslarına gitmek vardı. Ama bu sene Mardin'e ailemin yanına gideceğim. Her tatillerde giderdim eskiden. Bu sene yarı yıl tatilinde gidemedim. Yazı orada geçirmeyi planlıyorum, artık orada kurslara falan bakacağım."
"Tatillerde giderdim derken?" diye ona bakarak konuştu Yağız.
Eyşan gözlerini ona çevirirken gülen yüzü asıldı ve ciddi bir sesle yanıtladı onu, "Ben ortaokul ve liseyi İzmir'de teyzemin yanında okudum da."
Adam şaşkınlıktan dona kaldı. Karısı hakkında hiç bir şey bilmiyordu gerçekten. Hep günlük şeyleri konuşuyorlardı onunla. Ama onu saatlerce dinlemek ve onunla ilgili her şeyi bilmek istiyordu.
"Ya öyle mi?" dedi Beste imalı bir şekilde. Bu geceki amacı da buydu. Eyşan'ı Yağız'a tanıtmak, dahası gözüne sokmak.
"Evet,” diye yanıtladı onu Eyşan gülümseyerek.
Adam öfkelendi. Neden ona bakarken gülmüyordu ki bu kadın. Ayrıca o yaz tatilindeki Mardin macerası da nereden çıkmıştı, bu konuyu konuşmuşlardı. Göndermeyecekti bir yere onu. Bir iki haftalığına birlikte gider gelirlerdi.
Erkekler yemeklerini yiyip salona geçtiklerinde Eyşan'la Beste de sofrayı topladılar. İşleri bittiğinde demlenen çaydan dört bardak doldurup, onlar da odaya geçtiler.
"Bıcırık nerede?" diye sordu Yağız.
"Uyuyor dayısı, erkenciyiz bu aralar,” demişti ki telefon çaldı (!).
Rüzgar hemen açtı telefonunu, "Ne? Ciddi misiniz? Aaa... Hay Allah! Tamam, tamam hemen geliyoruz."
"Rüzgar ne oldu?" diye sordu Beste yalancı bir endişe ile.
"Mısra aradı. Kızları Ezgi hastalanmış. Hastahaneye gidiyorlar! Bak sen görüyor musun? Bizi çağırıyorlar, ciddi bir şey her halde. Kuzey de yanlarında ya..."
"Aman Allah'ım. Hemen gitmemiz lazım, hemen...” -Oyunculuk sıfır Beste Soylu, yerlerde... “Eee Çınar?"
Rüzgar, Eyşan ile Yağız'a baktı. "Siz biz gelene kadar bekleyebilir misiniz Çınar’ı? Uyanacağını sanmıyorum zaten."
Eyşan endişelenmişti, "Olur sorun yok bekleriz,” derken Yağız’a baktı.
“Tamam tamam sıkıntı değil ya, tabiki bekleriz.” -Zerre inanmamıştı. “Ama arayın mutlaka,” dedi ve kuzeninin gözünün içine baktı, Beste de gözlerini kaçırdı adamdan. Anlamış mıydı? Güzel rol yapmıştı oysa...
Rüzgar ile Beste evden çıktıktan sonra Yağız televizyonu açtı ve ikisi de sessiz bir şekilde Yağız’ın açtığı bir programı izlediler. Daha doğrusu Eyşan programı, Yağız da Eyşan'ı izledi. Elinde kupa bardak, çayını içiyordu. Ama izlediğini düşündüğü programa konsantre olmadığı o kadar belliydi ki... Bu Yağız’ı güldürmüştü. Gururundan programı değiştir bile demiyordu. Aslanların çiftleşmesi o kadar mı ilgisini çekmişti acaba?
Gıcık, diye geçirdi içinden Yağız ve ona dönüp, "İstediğin bir kanal varsa açayım, çiftleşme çok ilgini çekmemiş gibi,” dedi gülerek.
"Edepsiz, istemez!” diye verilen kısa, net, soğuk cevap Yağız’ı sinirlendirmişti ve bütün bedeni ile ona döndü.
"Eyşan gerçekten öfkeleniyorum."
"Neden?" dedi Eyşan da adama dönerek.
"Yokmuşum gibi davranıyorsun. Yüzüme bakarken gülümsemiyorsun ve benimle gerekmedikçe konuşmuyorsun. Sorun hala çıkan haber olmadığına eminim."
"Sırayla cevaplıyorum. Zaten hiç olmadın Yağız. İki gün önce doğum günümdü, yoktun. Sınavlarımda yoksun. En zor zamanlarımda yoksun. En önemlisi tek başımayken yoksun ve ben yanımda olmanı istedim hepsinde de, ama yoksun işte... Sana gülümsemiyorum çünkü sen tüm gülüşlerimi soldurdun ve evet seninle gerekmedikçe konuşmuyorum, konuşmayacağım da..."
Yağız doğum gününde takılı kalmıştı. Karısının doğum gününü bilmiyordu, dahası Eyşan onun yanında olmasını istemişti, her anında olmasını istiyordu. İyi de zaten Yağız da bunu istiyordu.
Saçlarını geriye aldı ve yanağını okşadı, "Özür dilerim Eyşan, ben doğum günün olduğunu bilseydim inan gelirdim. Ben sadece..." dudağını ısırdı, “Beni hayatında istemediğini düşündüğümden gelmiyordum, böyle düşündüğünü bilseydim hele bir de doğum gününü bilseydim-”
"Gerek yok artık,” dedi sözünü keserek, “Okuldan arkadaşlarım unutmamışlar. Sürpriz yapıp kutladılar. Tek değildim yani."
Yağız daha da öfkelendi. Arkadaşları ona kendinden daha yakındı. Kendinden daha çok tanıyorlardı. “Allah Allah bak sen! Kimmiş bu arkadaşlar?”
“Sanane Yağız! Sanane!” diye bağırınca Yağız onu bir anda kucağına çekti. Ayaklarını ayırdı ve kucağına oturttu. Eyşan neye uğradığını şaşırmış, kocaman açılan gözlerini ona dikmişti. Yağız da kızın gözlerinin içine bakıyordu, şaşkınlığı, afallayışı o kadar sevimliydi ki... Durmayacaktı bu sefer... Öpecekti onu...
"Lütfen bana böyle bakma artık yeter!" dedi ve dudaklarına yapıştı. Verici değil, alıcıydı. Kızın ruhunu, kalbini her şeyini almak ister gibi öpüyordu. Sonra boynuna indi dudakları. Fısıltı şeklindeydi söyledikleri, "O yeşillerini gördüğümden beri aklımdan çıkmıyorlar, seni yıkadığım o günden beri..." sesli bir şekilde inledi ve gömleğinin ilk iki düğmesini açıp, orayı öpmeye başladı, sözlerine devam etti "İşte tam burayı öpmek istedim. Eyşan beni çıldırtıyorsun. İşte bu yüzden eve gelemiyorum. Gelmiyorum... Kendimi tutmakta o kadar zorlanıyorum ki artık..."
"Yağız delirdin mi? Evde değiliz şimdi gelirlerse rezil olacağız..." ne diyordu bu adam? Ne yani onu arzuluyor muydu? İnanamıyordu, aşk tüm bedenine yayılmıştı şuan... Bu yaşadıkları çok ama çok fazlaydı.
"Gelmezler, hadi Eyşan bırak itirazı, kendini tutmayı ve karşılık ver." Tekrar dudaklarını kızın dudakları ile birleştirdiğinde bu sefer istediği karşılığı almıştı. Sıyrılmış eteğini daha da yukarı çekip, gömleğinin bir kaç düğmesini daha açtı. Artık duracak gibi değildi. “Seni istiyorum...”
Eyşan, “Yağız...” diye inleyince Yağız için her şey, tüm duyguları rayından çıkmıştı. Elini iç çamaşırından içeri geçirip okşadığında, Eyşan çığlık attı, bu da Yağız’ı güldürdü.
“Dur Yağız...”
“Hayır...”
“Evde değiliz...” Eyşan şuan hem mutluluktan deliye dönüyordu hemde yakalanacaklar diye ödü kopuyordu.
“Umurumda mı sence?” diye soran adam kızın çenesini tutup, dudakları ile onu susturdu. O kadar kaybolmuşlardı ki birbirlerinde dış kapının açıldığının farkında bile değillerdi.
Beste salona girerken "Biz geldi... Aaaayyy!" diye bağırdı ve gördüğü manzara ile birden arkasını dönüp, yüzünü Rüzgar'ın göğsüne sakladı. Aynı anda eliyle de Rüzgar'ın gözlerini kapattı.
Yağız'ın onlara arkası Eyşan'ın da yüzü dönüktü. Yağız birden Eyşan'ı koltuğa yatırdı ve arkasına döndü. "Siz nereden çıktınız?"
Rüzgar gülerek "Ebenin seni çıkardığı yerden Yağız,” dedi. “Ne yapıyorsunuz oğlum siz?"
"Size ne be? İnsan bi kapı çalar. Müsait misiniz der?" karısına baktı, neyseki üstünü düzeltmişti.
"Ev bizim lan geri zekalı."
“Gecikmeseydiniz o zaman! Bizde evimize giderdik,” dedi ters bir tavırla.
Birden Eyşan çığlık attı, "Yeter Yağız! Zaten rezil oldum. Daha da açıklama yapıyor."
Yağız omuz silkti, "Ne rezil olacaksın kızım? Evliyiz biz. Onlar önce kendilerine baksınlar."
"Yağız kes sesini!" dedi Eyşan inler gibi.
"Bence de yeter. Yürü evimize gidiyoruz karıcığım!"
“Gördün mü kocacığım, nasıl da ateşlendirdim ortalığı?” diyen Beste ise kıkır kıkır gülüyordu.
“Harikasın hayatım, tebrik ederim. Aynı performansı yukarıda da bekliyorum senden.”
“Emredersiniz paşam,” derken hala gülüyordu.
Yağız işaret parmağını salladı, "Sen de gülme Beste. Kuzen falan dinlemeyeceğim dalacağım ha." Sonra da Eyşan'ı elinden tutup kapıya yöneldi. “Hadi canım!”
“Canım mı?” diye mırıldandı Eyşan. Ne diyordu bu adam ya? Ayrıca nereye gidiyorlardı? Hayır eve gitseler... Aman Allah’ım, diye inledi...
"Eve kadar dayanın bari. Arabada falan-"
"Besteee!" diye gürledi Yağız.
“Tamam sustum!” dedi ağzına fermuar çeker gibi yaparak.
“Böyle daha tatlısın güzelim, hadi iyi geceler.” Sonra kuzenine eğilip, “Her ne halt yediysen teşekkür ediyorum,” diyerek göz kırptı ona.
***
"Selam aşkım," dedi Rüya adamın yanaklarından öperek.
Selim saatine bakıp, kıza gösterdi, "Nerdesin Allah aşkına? Saat kaç oldu?"
"Canım ancak kaçabildim. Poyraz ile Mısra bizdeydi. Sonra Eyşan’la Yağız’a oyun mu ne oynamışlar, Rüzgar’la Beste’de de geldi. Hemen çıkamadım."
Kucağındaki Oğuz’u uzattı ona, "Al şunu ya, susmuyor. Bir sen de susuyor sıpa. Delirtecek beni."
"Ay birtanem beni mi istiyormuş?" dedi Rüya, bebeğe ellerini uzatarak.
Kadının sorusu ile kaşlarını çattı Selim ve "Hem de deli gibi seni istiyor," dedi ama kesinlikle kastettiği Oğuz değildi.
Rüya onun ses tonundan ne demek istediğini anlamıştı, kaşlarını havalandırdı alaydı, "Avcunu yalarsın sen koca bebek. Şuna bak, oğlundan yol yapıyor, ama yemezler!"
"Valla bana kalsa bitmişti o yol hatta trafiğe açılmıştı bile ama, çalışamıyoruz malum, alet edevat hep sende, sende...”
“Selim!” diye inledi Rüya, “Sana inanamıyorum ya.”
“Neye neden inanmıyorsun bebeğim? Ya hala dokunamıyorum sana, yeter ama. Bitir şu cezayı, yoksa ben biteceğim."
“Bitmeyecek cezan beyefendi. Ben ne zaman istersem o zaman!"
"Neden ya?"
'Nedenmiş bir evlenme teklifini bile adam akıllı yapamadığın için olabilir mi acaba?' tabi ki bunu içinden söyledi. Adama "Öyle," deyip geçiştirdi. "Çocuğa yemek yedirdin mi?"
"Hayır. Susturmaya çalışmaktan vaktim kalmadı."
"Sorumsuz." Sonra bebeğe döndü "Babiş seni aç mı bıraktı bebeşim? Yok yok annecim ağlama." Selim duyduğu kelimeyle Rüya ile gözgöze geldi. Rüya "Şey ağzımdan kaçtı," dedi mahcup bir şekilde.
Selim ona yaklaştı ve yaşadığı o duygu yoğunluğu ile kıza sarıldı. "Belki bir gün içten söylersin. Belki bir gün onu gerçekten kendi evladın gibi seversin Rüya."
"Kızmadın mı?" dedi ondan biraz ayrılarak.
"Neden kızayım Rüya? Sen onun annesisin. Hem içten söylediğini de biliyorum. Ağzından falan kaçmadı."
Rüya gülümsedi, “Evet içten söyledim,” dediğinde Selim yeniden ikisine sarıldı.
“Siz benim en değerlilerimsiniz.”
“Benim de...”
Bebeğin karnını doyurduklarında Oğuz bir anda uyuyakalmıştı. Mama ile beslendiği için uyku problemi yaşamıyorlardı. Arada anne sütü alsın diye Mısra emziriyordu ama Oğuz onu çok da sevmiyordu. Mamaya alıştığından ve daha çok karnı doyduğundan mamayı tercih ediyordu.
Selim oturduğu koltukta doğruldu "Uyudu mu?" diye sordu kısık sesle.
"Evet," diye fısıldadı o da.
Selim yerinden kalkıp, "Gel o zaman benimle. Bebek telsizini de al yanına,” dedi.
Rüya kaşlarını çattı, "Nereye Selim?"
"Tavan arasına. Gel işte Rüya, sorgulama."
Birlikte yukarı çıktılar. Kapıya baktı Rüya şaşırarak. "İyi de burada kapı yoktu. Bu ne?"
"Eee birtanem bizim artık minik bir 'özel an harekatçımız' var," deyince Rüya anlamıyormuş gibi baktı ona.
"O ne demek Selim?"
"Her özel anımızın içine edecek bir bücürümüz var diyorum Rüya," dedi bıkkınlıkla.
"İyi de bunun tavan arası ile ne alakası var?"
"Şimdi anlarsın. Biraz beklersen..."
Selim kadının gözlerine bakarak kapıyı açtı ve odaya girmesi için ona müsaade etti. Rüya yavaşça içeri girip bakınca, tavanda uçuşan kalpli beyaz balonları gördü ilk. Sonra soldaki duvara baktı, duvar boydan boya film rulosu gibi siyah beyaz ikisinin en özel anlarındaki fotoğraflarıyla kaplıydı. Yatakta, sokakta, koltukta, öpüşürken, uyurken, sarılırken... Onlarca fotoğraf vardı. Yatak, perdeler her şey bembeyazdı. Peri masalı gibiydi. Şuan bir masalın içinde gibi hissediyordu kendini. Onca kabustan sonra uyandığı bir düş yeriydi.
“Selim...” diye fısıldayınca, adam ona arkadan sarıldı ve önce boynuna bastırdı dudaklarını. Öptü... Delirene kadar, delirtene kadar öptü... Sonra da kokusunu içine çekti, özlemine yetmese de yettiği kadar...
"Rüya ben öyle çok süslü laflar bilmiyorum. Bilsem de kelimelere dizemiyorum. Zaten bunu sana milyon kere sordum her halde. Cevabını da biliyorum ama yine de soruyorum...” cebinden çıkardığı yüzüğü elini aşağı doğru indirip, kızın sağ parmağına takarken, “Rüya benimle evlenir misin?" diye sordu.
Rüya gözlerini mutlulukla kapayıp, adama döndü, gözündeki yaşlara aldırmadan gülümsedi, "Ben de sana milyon kere aynı cevabı verdim Selim. Evet... Seninle evlenirim."
Birbirlerine söyleyecek az sözleri ama yaşayacak çok uzun güzel günleri vardı ve yeni hayatlarına birbirlerinin önce dudaklarında sonra da tenlerinde başlamış oldular.
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.07k Okunma |
518 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |