
Şermin, Özge ve James alışverişi bitirmeye yakın James cebinden anahtarı çıkardı, “Şeri senle Öz arabaya geçin, ben geliyorum,” dedi.
“Tamam, gecikme. Annemlere yemeğe gideceğiz.”
“Anlaşıldı,” Şermin’le Özge uzaklaşınca hemen yandaki kuyumcuya girdi.
Tezgahta duran adam gülümseyerek, “Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?” dedi.
James kafasını kaşıdı, “Şey... Kız arkadaşımın mezuniyetine hediye alacaktım da nasıl bir şey alınır hiç bilmiyorum.”
Adam anlayışla gülümsedi ve tezgahın altından bir sürü kolyenin bulunduğu bir kutu çıkardı.
“Bence bu tarz kolyeler uygun. Mesela bu nazar boncuklu bu sene çok moda.”
James yüzünü buruşturdu, “Evet ablamda falan da var. O öyle herkesin taktığı şeyleri sevmez. Daha özgün şeyleri sever.” Sonra eline ucunda kuş tüyü şeklinde pırlantalarla süslenmiş kolyeyi aldı, üstelik tüyün ucu kıvrık olunca J harfine benziyordu. “İşte bu...” diye fısıldadı. “Bunu alıyorum.” Adama uzattığında adam onu güzel bir kadife kutuya koydu. James parasını ödeyip, hemen kuyumcudan ayrılıp arabaya doğru ıslık çalarak gitti. Bu iş bu kadardı. Tek sorun yarın Bursa’ya gideceğine ailesini ikna etmekti.
*
“Oy benim güzel ve yakışıklı iki torunum aynı anda gelmiş,” dedi Emsal hanım bahçedeki sedirinden ayağa kalkarak.
Şermin gözlerini kısarak, “Kızın da geldi,” diye homurdanınca Emsal hanım ona, “Hadi sende” bakışı attı ve torunlarına sarıldı.
James ona sarılırken “Kız Emoş ne haber?” dedi. “Her geçen gün gençleşiyorsun ha, yakında seni arabama atıp, kızlara hava atacağım.”
“Hadi sende zibidi,” derken kahkaha attı kadın. “Ee nereden böyle?”
“Alışveriş,” dedi Şermin bıkkın bir sesle. “James Ankara’ya gidecek. Nefes’in balosu için. Ona takım falan aldık işte.”
James sırıtarak eğildi ve kadına sır verir gibi fısıldadı, “Torununu Ankara’dan almaya gidiyorum, her anlamda,” deyip göz kırptı.
Emsal hanım onun omzuna vurdu, “Ee hadi hayırlısı.”
“Hayırlısı valla Emoş’um.”
Bir tek Emsal hanım biliyordu James’in duygularını ve sonuna kadar destekliyordu onu.
Şermin duyduğu şeyle bir anda onlara dönüp “Ne hayırlısı? Neyin hayrı?” diye sordu gözlerini kocaman açarak.
“Emoş’a kısmet varmış, ona diyorum, hayırlısı olsun Emoş’um diyorum.”
Emsal hanım öksürürken, Şermin’in “Çüş!” diye bir nida çıktı ağzından, “O kısmet sana olmasın Jojo?”
“Fark yapmaz, ha Emoş ha ben. Aramızda bir kısmetin lafı mı olur?” sonra Emsal hanımın omzuna koydu elini, “Değil mi kız Emoş?” derken kadının omzunu hafifçe sıktı. Yoksa Şermin başını yakardı, hayatta göndermezdi onu Ankara’ya.
“Ya ya aynen öyle. Kısmet bu sonuçta. Kime niyet olur kime kısmet.” Başını sağa sola sallarken, “Ah deli oğlan,” diye homurdandı. James ise sadece sırıtıyordu.
*
Aslı ile Emir sofrada birbirlerine öldürücü bakışlar atarken, Ela oğluna dirsek attı, “Önüne bak önüne.”
“O da bakıyor baksana, cadı gibi dikmiş gözlerini,” derken kıza gözlerini kısarak baktı.
“Emir önüne bak dedim, aa!”
“O baksın önce. Şuna bak, babasının dolarla dolu kasasını çaldık sanki. Bak bak bakışlara bak!”
“Emir!” dedi inanamayarak Ela. “Oğlum senin ne alıp veremediğin var bu kızla?”
“Ne işim olacak benim ya o eli falçatalıyla. Kız dediğin falçatayla mı gezer? Tarakla rujla gezer. Ama bu kız değil bu, bu bildiğin cadı.”
Ela başını sağa sola salladı, “Çok ayıp Emir. Bir de büyüğü olacaksın.”
“Evet. Büyüğüm ben, biri bunu ona da söyler mi? Onun gibi bebelerin olduğu balolar için eşek kadar oldum.”
“Ne var gitsen yani? Kız tek mi gitsin? Elin zibidisi var, serserisi var.”
Emir alayla güldü, “Merak etme, topumu deştiği falçatasıyla deşer o hepsini. Hem Allah aşkına kim, niye baksın ona?”
Ela alayla güldü, “Aa öyle deme. Bence genç kızlık çok yakıştı Aslı’ya. Üstelik telleri çıktıktan sonra ayrı bir güzel oldu. Valla su gibi kız. Baksana yüzünde bir gram makyaj olmamasına rağmen ay gibi parlıyor.”
Kadın konuştukça Emir kızı inceliyordu. Evet o da farkındaydı, güzeldi. Ama nedense bu güzelliği Emir’in ilgisini değil, öfkesini çekiyordu. Üstelik tel taktığı günlerde ona göre daha sevimliydi. Ne gerek vardı telleri çıkarıp, baştan çıkarıcı olmaya? Elindeki peçeteyle ağzını silip, sertçe bıraktı masaya.
“Ben gidiyorum. Size afiyet olsun!”
“Nereye?” diye sordu Ela şaşırarak.
“Rahat nefes alabileceğim bir yere,” kıza baka baka “Boğuldum!” dedi öfkeyle ve bahçeden sinirle çıkıp gitti.
***
Nefes yurtta yatağında uzanırken yine eski fotoğraflara dalmıştı ki telefonuna gelen mesajla gülümsedi.
J: “Ne haber Efso?”
N: “İyi Jojo, senden?”
J: “İyi. Hem de çok. Artık temelli dönüyorsun :)”
N: “Hıı...”
J: “O ‘hıı’ ne? Çok mutlu değilsin gibi.”
N: “Öbür gün konuşuruz, geldiğinde.”
J: “Ben yarın geleceğim. Öğleden sonra orada olurum. Şirketteki işlerimi halledip, yola çıkacağım. Tüm gün izin alabilseydim, bugünden gelirdim.”
N: “Niye yarın geliyorsun? Balo öbür gün.”
J: “Biliyorum. Yarın yemeğe çıkarız diye düşündüm, olur mu?”
...
J: “Orada mısın?”
N: “Tamam olur.”
J: “:) yarın görüşürüz o zaman.”
N: “Görüşürüz.”
J: - Fotoğraf (Emsal hanımın bahçesinde herkesin olduğu bir selfie yollamıştı.
N: “Teşekkür ederim.”
Nefes fotoğrafa bakarken gözyaşlarına engel olamamıştı. Parmaklarını James’in yüzünde gezdirdi. Onu görmüyordu, o Nefes’i görmedikçe Nefes boğuluyordu ve şimdi İstanbul’da olmak daha da canını yakacaktı. Ya sevgilisi olmuşsa, olmasa da birgün mutlaka olacaktı ve Nefes’in bunu izleyecek yüreği maalesef yoktu, o yüzden Ankara’daki iş teklifini kabul edeceğini ailesine en kısa zamanda söylemeliydi.
***
Bulut mangal başında olduğundan sona kalmıştı. Herkes doyunca, kendi oturdu masaya. Özgür ile Şermin ise müsaade isteyip, kalktılar.
Ela az kişi kalınca, bir an rahatladı. Aklındakini yapmanın tam zamanıydı. Hayat kısaydı sonuçta ve bazı denizler dalgalanmak için rüzgara ihtiyaç duyarlardı.
Ayşim Şermin’le Özgür’ün de gitmesini fırsat bilip, ‘hadi’ diye başını sallayınca, Ela tüm cesaretini toplayıp, “Bulut!” dedi bir anda.
Bulut elindeki kıymayı ekmeğe sararken, “Söyle bebeğim,” diyerek ‘m’yi uzattı. Şuan da kebap yiyordu ve mutluluğunu hiçbir şey bozamazdı. Tabi tek bir şey dışında.
“Nefes’in talibi varmış.”
Bulut tam lokmayı ağzına götürüyorken, donup kaldı. Soru ise sağındaki kocasından değil solundaki James’ten geldi.
“Talebi mi varmış? Ne talebi?”
Bulut bir anda rahatladı, “Oh be, talep miydi o? İyi iyi, bende bir an talip anladım. Yüreğime indi.”
“Yok yok, talep dedi. Yoksa ne talibi olacak. Değil mi Eloş?” derken sesi titremişti.
Ela ofladı, “Ay talibi var işte. Şu aşağıdaki konfeksiyoncu yok mu? Onun yeğeni varmış. Geçen sene doktor çıkmış. Nefes’i görmüşler beğenmişler. Ee iki güne de mezun olup geliyor-”
“Evet Ela geliyor!” diye sinirle çıkıştı Bulut. “Sadece geliyor, bir yere gitmiyor kızımız.”
James de hemen araya girdi, “Evet Bulut dayı, sonuna kadar katılıyorum sana. Gitse de fazla uzağa gitmesin bence, böyle aramızda kalsın.”
“Evet Ela gitmesin bir yere. Vermem ben kızımı.”
“Ver de çok uzağa gitmesin bence,” diye kendi kendine homurdandı James.
“Ama Bulut çocuk doktormuş-”
“Ne var!” deyip araya giren yine James’ti. “Doktor olmuş ama ya adam olamamışsa? Hem ne var yani doktorsa, bende mühendisim!” diye çıkışıp, sinirle kalktı masadan, sonra da kapıya doğru yürümeye başladı.
“Oğlum nereye?” diye bağırdı Emsal hanım ardından.
“Yolum uzun yolum. Ta Bursa’ya gideceğim yarın. İşim var.” Evden çıktığında ise hala homurdanıyordu, “Yok doktormuş da yok onun bunun yeğeniymiş de. O doktorsa bende mühendisim, o yeğense bende yeğenim. Allah Allah ya! En çok ben yeğenim, ilk bana düşer. Hem ne biliyorsunuz Nefes belki mühendis seviyordur, ne yani mühendislik meslek değil mi? Bir doktorluk mu meslek yani? Hain ya bu Eloş da, valla hain! Ben yarın kızının aklını çeleyim de gör bak sen o zaman. Nikah işlemleri için anca sağlık raporumuzu verir o doktor civanın!”
James gittikten sonra Bulut karısına dönüp, “Bak esaslı oğlan, nasıl korudu kuzenini. Onun kadar olamadın Ela,” dedi başını sağa sola sallayarak. “Hayır bekarken kasabın oğlundan çektik, kızım oğlu konfeksiyoncunun yeğeni çıktı başıma!”
“Bulut tamam, sıkıntı yok. Mesaj ulaşacağı yere ulaştı canım, hadi sen ye kebabını.”
“Ne mesajı?”
“Kısa mesaj canım, hadi yok bir şey.”
Ela Ayşim’e göz kırparken kimse ne olduğunu anlamamıştı, Emsal hanımdan başka. Gelinine bakıp, “Seni seni” der gibi başını salladı.
***
Aslı yine hırçınlıkla yürüyordu. Bu kız sinirli iken gerçekten ateş püskürten yanar dağlar gibi oluyordu. Ürkütücü ve yakıcı.
Birden önünü kesen siyah araba ile bir adım geriye sendeledi ve "Ne oluyor be?" diye bağırdı.
İçinden inen iki birbirinden yakışıklı-yok birbirinin aynısı olan adamlarla kaşlarını çattı.
"Selam güzellik," dedi yolcu koktuğundan inen ukala görünümlü tip. Arabanın kapanan kapısına yaslanıp, kızı süzdü.
"Güzellik demek az kalır. Mükemmel bence," diyerek gülümsedi bir diğeri.
Aslı elini beline koyup, gözlerini kıstı. "Bana bakın ikiz kuleler, defolup gidin belanızı benden bulmayın! Benim beş abim, üç erkek kardeşim, içeriden yeni çıkan belalı bir babam ve tüm mahalleyi bıçaklayan bir amcam var. Valla topunuzu deşerler."
Şoför koltuğundan inip gelen adam kahkaha attı. "Bak şimdi çok korktum. Duydun mu Taylan, bayağı belalı ailesi olan bir kıza çattık? Ne yapsak kaçırmaktan vaz mı geçsek?"
Taylan güneş gözlüğünü çıkardı ve kızı yeniden süzdü. "Bence her belaya değer bir kız. Ben sevdim. Hemen teslim olmayan kızlara oldum olası ayrı bir sempatim var."
"Benim de sapık erkeklere ayrı bir deli yanım var! Göstereyim mi?" Aslı korksa da çok belli edemiyordu. Hayır şehir ortasında kaldıracaklardı onu Allah korusun, kimsenin ruhu duymayacaktı. Cebinden telefonu çıkardı. "Bakın şimdi defolup gitmezseniz polisi ararım yemin ediyorum!"
Taylan yanındaki adama baktı. "Polisi arayacakmış Serhan duydun mu?" diye sordu alay barındıran sesi ile.
Serhan kaşlarını çattı. "Ne oldu senin o on beş abine, yirmi üç kardeşine."
"Belalı amca ile baba da vardı, onu unutma!" dedi Serhan'a göz kırpıp.
"İsimlerinizi de söylemeniz ayrı bir aptallık."
"Öyle mi Aslıcım? Senin belalı babanın adı neydi Uğur Karan mı?"
Aslı gerildi. "Babamı nereden tanıyorsunuz? Adımı da biliyorsunuz. Siz kimsiniz be?" diye gürledi.
"Onda bize ait çok değerli bir şey var," dedi Taylan ciddi sesi ile. "Onu almaya geldik!"
Aslı yutkundu. "Neymiş o değerli şey?"
"Sen!"
“Ben?” dedi gülmeye çalışarak. Sesini ne kadar alaylı bir tonda çıkarmak istese de ne yazık ki daha çok endişe barındırıyordu.
“Evet, sen.” Serhan kızın yanına kadar geldi, “Değerlimizle tanışmaya geldik. Tabi o da kabul ederse.”
Aslı’nın kaşları çatıldı, “Ne demek istediğinizi anlamıyorum! Açık olursanız-”
“Sen bizim kardeşimizsin.”
Aslı duyduğu kelime ile donup kaldı. “Kar-kardeş mi?”
“Evet.”
Başını sağa sola salladı, kabul etmiyordu. Başka bir adamın varlığını da ondan gelecek, onu anımsatacak kişileri de istemiyordu. Aslı’nın bir babası, iki de erkek kardeşi vardı, onun dünyasında başkasına da yer yoktu.
“Benim abim yok! Benim başka babam yok! Benim ailemden başka bir ailem yok! Duydunuz mu beni? Şimdi nereden geldiyseniz oraya defolup gidin!” diye bağırdı ve koşarak geldiği yöne doğru gitti. Şuan bir tek babasına ihtiyacı vardı. Onun sıcaklığına, onun sevgisine. Onun başka dünyası yoktu
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.63k Okunma |
590 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |