11. Bölüm

8. BÖLÜM - HAYALLER FORA

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

James yataktan kalkarken de, tıraş olup banyodan çıkarken de, elinden telefonu bırakmıyor, mesaj geldikçe sırıtıyordu. Bu da Şermin’in gözünden kaçmamış, hatta Özen’in de Özgür’ün de dikkatini çekmişti. Şermin sebebini düşündükçe aklına gelen tüm duaları okuyordu. Çünkü sonu hiç de iyi olmayacaktı.

 

Kahvaltı sofrasına otururken de elinde telefonu gören Özgür artık dayanamamıştı, “James, oğlum yüzünü özledik.” James’in onu duymadığını fark edince daha güçlü bir şekilde seslendi “James! Sana diyorum oğlum.”

James birden başını kaldırdı, “Ne dedin Özi duymadım?”

 

“Fark ettim onu. Hayırdır kiminle mesajlaşıyorsun böyle ağzın kulaklarında,” dedi gülümseyerek.

James kafasını kaşıdı, “Hiç ya. Arkadaş, komik bir şey yazmış da.”

Şermin çaylarını doldururken ona bakarak, “Söyle o arkadaşa o komik şeyleri yazarken babasına yakalanmasın. Babası çok komik bulamayabilir,” diye homurdandı.

 

“Tamam Şeri ya! Of!” dedi genç adam telefonu bırakıp, kahvaltısını ederken. Her şeyi de sevgili kardeşine bağlamasa olmuyordu. Hayır yani oda evlenmişti, Nefes’i leylekler getirmedi ya!

 

*** 

 

Nefes ise yatakta uzanmış, kulağında kulaklık Aslı ve Ayşegül ile konferans yoluyla konuşurken aynı anda da James’le yazışıyordu.

“Ay inanmıyorum Nefes demek sonunda sana açıldı?”

“Hem de ne açılma. Bak mesajı okuyorum size. Şiir yazmış.”

“Oku bakalım,” dedi Ayşegül heyecanla.

 

“Ruhumun sıradan bir nefese değil,

Sana ihtiyacım var, bilmezsin.

Ömrüm geçmez sensiz,

Ne Pazartesinin stresi kaldı,

Ne de Cumartesinin neşesi...

Günlerimin adı bile sensin.

Seninle geçen her günüm neşe dolu,

Sensiz olan her gün ise özlem...

Bilmezsin aşkınla yandığım senelerin acısını,

Anlar mısın bilmem anlatsam içimdeki savaşı?

Yine de ben sussam,

Sen omzuma yaslansan

Dinlesek o bizi anlatan şarkıları...

Sevgilim, günümün aydınlığı

İyi ki varlığınla süslendi her sabahım...

Günaydın...”

 

“Ayyy... Nefes çok romantik.”

“Yemin ediyorum dibim düştü,” dedi Aslı elindeki ekmeği ısırarak, “Benim kadar olmasa da güzel yazmış.”

“Ay ölüyorum ben bu adama ya! Çok aşığım çok! Böyle sımsıkı sarıp, aşkımdan öldüresim geliyor.”

“Oha Nefes oha!”

 

Nefes kıkırdadı, “Ee ne cevap yazacağım ben şimdi bu ayıcığıma? Baksana ne güzel şiir yazmış.”

Aslı hemen atıldı, “Ben sana yazdırayım mı?”

“Evet ya, süper olur. Böyle aşkından öldüğümü bilsin.”

 

“Tamam. Günaydın mesajı önemli çünkü.”

Ayşegül de araya girdi, “Kesinlikle katılıyorum Aslı’ya, Günaydın mesajı çok önemli. Tüm gününün nasıl geçeceğini o belirliyor.”

Nefes cevap yaz kısmına geçti, “Evet seni dinliyorum Aslı, söyle yazayım,” dedi.

Ve Aslı anında aklında toparladığı sözleri sıraladı,

 

“Sen ki benim değişik isimli aşkımsın,

O yüzden sıralara bile yazamadım adını.

Ama ey sevgili her yerde şifreli bir şekilde kazılısın,

Ben Çakıl sen de benim Bambam’ımsın.

Ve en güzel günaydınımsın.”

 

“Aslı bunun güzel olduğuna emin misin sevgili kardeşim? Bi adamın yazdığına bak bi de buna!”

Aslı kız göremese de yüzünü buruşturdu, “Tabi ki eminim. Yolla sen. Hem o Bambam’ın kendi olduğunu da anlar.”

Ayşegül sessiz kalırken, Nefes ‘Gönder’ tuşuna bastı ve yaklaşık iki dakika sonra adamdan cevap geldi.

 

J: “Hayatım sen bana ‘günaydın’ desen yeter. Aslı ve şiirlerinden uzak tut ilişkimizi.”

 

“Ağzına tüküreyim senin Aslı. Adam anladı.”

“Çünkü şiirlerim eşsiz.”

Nefes yerinden doğruldu, “Neyse ben kahvaltıya gideyim. Emir falan da kalkmıştır.”

Emir’in adını duyan Aslı yutkundu ve “İyi mi?” diye fısıldadı.

 

“Aslı gelmemek de kararlı mısın? Nereye kadar kaçacaksın ondan? Aynı ailedeniz sonuçta.”

“Öğlen gelin, bekliyorum. Hadi bay!” diyerek konudan kaçmak için kapattı telefonu. O da özlemişti, o da istiyordu onu görmeyi -göreceğini de biliyordu eninde sonunda- ama henüz hazır değildi işte böyle bir karşılaşmaya.

 

*** 

 

Emir elinde kestiği topu ile sabahın erken saatinde mahallenin futbol sahasının karşısındaki kaldırımda oturuyordu ki işe giden James onu görüp arabasını durdurarak indi ve yolun karşısına geçerek yanına oturdu.

“Emir? Ne oldu abicim? Neden buradasın?" diye sordu. Sonra elindeki kesilmiş topa baktı, “Aslı mı?” dedi gülümseyerek.

Emir karşıya baktı önce, sonra da ona çevirdi bakışlarını “Aslı’nın futbola başladığımı öğrendiğinde kestiği topum.” Elinde çevirip üzerindeki tarihe baktı.

 

James de bakmıştı aynı şeye, “Manidar.”

Emir başını aşağı yukarı salladı, “Benden kaçıyor. Bilerek benden kaçıyor James. Ne yapacağımı bende bilmiyorum. Onu görmeye hazır mıyım inan onu da kestiremiyorum.”

“Hangisini daha çok seviyorsun Emir?”

 

Emir gülerek baktı ona, “Bir elini kesmek zorunda olsan sağ elini mi keserdin sol elini mi?”

James hiç düşünmeden cevap verdi, “Sağ elimi. Çünkü her şeyi sol elimle yapıyorum. Peki senin kesilen elin hangisi? Sağ mı sol mu?”

“Sanırım benim ayaklarım kesildi.”

 

“O zaman hayatına devam edebilirsin, çünkü pasta yapmak için ellerine ihtiyacın var.” Sonra kulağına yaklaştı ve “Aslı yürümende sana yardımcı olur,” diye fısıldadı elini omzuna koyarak.

Emir de onun elinin üstüne elini koydu, “Sen gerçek bir dostsun James. Teşekkür ederim.”

“Rica ederim ne demek?” dedi ukala bir gülümseme ile ve o anda telefonuna mesaj geldi. Ama kim olduğunu bildiği için çıkarıp bakmadı.

 

Emir’in de aklına sabah kardeşinin Aslı ve Ayşegül’le yaptığı konuşma geldi. İstemeden kulak misafiri olmuştu. Yine o sözleri duyar gibi olduğunda sinirle saçlarını çekiştirip, sabır çekti diğer eliyle de aynı anda yüzünü sıvazladı.

“Başka bir şey daha mı var Emir? Birden yüzün değişti.”

"Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de nur topu gibi bir eniştem oldu!" diye sinirle söylendi.

 

James öksürmeye başladı, "Ne-ne eniştesi? Bunu da nereden çıkardın?"

"Nefes!" diye öfkeyle bağırdı, "Sevgilisi var."

James kravatını çekiştirdi, "Na-nasıl anladın?"

"Günaydın mesajı çekmiş puşt! Hemde şiirli."

 

"Küfürlü konuşmayalım bence abicim de sen nasıl fark ettin? Yani mesajı okusan numarasını görürdün Allah korusun," son cümleyi sessizce söylemişti.

Emir oturduğu yerden bir taş alıp, boşluğa attı, "Ayşegül ve Aslı’ya telefonda anlatırken duydum. Edepsizin şiirini okudu. Onu bir elime geçirirsem-"

 

James "Kapı mı dinledin? Çok ayıp!" diyerek sözünü kesti adamın.

Emir inanamayarak arkadaşına baktı, "Konumuz bu mu James? Nefes'in sevgilisi var diyorum. O ahlak düşmanını bulmamız lazım! Bana yardım et."

"Tanı-yor musun? Ya da şüphelendiğin biri var mı? Ayrıca biz yine de küfürlü konuşmayalım."

"Cık," yaptı. "Bildiğim tek şey güzel şiir yazıyor. O yüzden eminim tanıdığım biri değildir. Çünkü benim tanıdığım hiç kimse güzel şiir yazamaz."

 

James yüzünü buruşturarak, "Allah Allah ben çok da güzel şiir yazıyorum!" diye çıkıştı.

Emir adama dönüp, kaşlarını çattı, "Sen olmayacağına göre?"

“Sanki biz insan değiliz,” dedi kendi kendine.

“Ama o Aslı’ya da gösteririm ben, kardeşime bir de şiir yazdırdı. Tam destek var hanımefendiden.” Sonra adama baktı, “O yüzden sende bana yardım edeceksin!”

 

“Ne yapacağım çok pardon?”

Kafasını kaşıdı, “Şimdi ben gidip ağız arasam bana hayatta söylemezler. Ayşegül ve Aslı’nın ağzını ara, neredenmiş bu gereksiz adam kılıklı yaratık, kimmiş, adı sanı neymiş?”

“Ya belki seversin. Çok da ön yargılı olmasak mı? Ya da çok deşmesek mi? O hazır olduğunda gelip, çıkacaktır karşına.”

Emir kaşlarını çattı, “Lan sen kimden yanasın?”

 

“Can tatlı sonuçta,” diye homurdandı.

“Senin Ankara’da baloda dikkatini çeken biri oldu mu? Ya da bir mesaj falan gördün mü?”

“Yok hiç görmedim.”

 

Emir yine bir taş alıp fırlattı, “Ölüyormuş hanımefendi aşkından! Lafa bak lafa, bitiyormuş adamı görünce! Ona sıkı sıkı sarılası geliyormuş, öldüresiye. Ben sarılacağım onun boğazına o olacak!”

“Sahi mi lan, öyle mi dedi?” içindeki mutluluk kelimelerle anlatılamazdı ama Emir dönüp bir baksa gözlerinden anlardı -Ki Allah’tan dönmedi.

 

“He. Bir de ‘ayıcığım’ diyor eşek kadar adama.”

James yüzünü buruşturdu, “Ayıcık mı?” dedi inleyerek. “Ben mi ayıcığım?”

Emir kafasına vurdu, “Sana niye desin lan? O herife diyor. O cık fazla gerçi ama...”

James birden ayaklandı, “Neyse abicim, ben işe geç kalıyorum. Sonra görüşürüz.”

“İyi tamam. Bende babamın yanına uğrarım.”

“Olur çok selam söyle.”

Arabasına doğru giderken hızla telefonunu çıkarıp mesajı açtı.

 

N: “Aşkım, çıktın mı? Seni görmek istiyordum.”

 

James şansına söverek arama tuşuna bastı ve kız açar açmaz onun konuşmasına fırsat vermeden, “Nefesim?” dedi.

“Aşkım nerdesin?”

James arabanın kapısını açıp, içine girdi, “Mahalledeki sahanın oradaydım. Abinle konuştuk.”

“Ya bende sabah sabah nerede bu diyordum.”

 

Arabayı çalıştırıp yola çıktığında telefonu yerine koyup, arabanın hoparlörüne verdi sesi, “Nefesim daha dikkatli olmalısın.”

“Neden? Yani ne konuda?”

“Abin bugün Aslı ile Ayşegül’e anlattıklarını duymuş.”

“Hii! Yemin et!”

“Üstelik de benden yardım istiyor.”

 

Nefes birden bahçe dışına çıktı ve duvara oturarak “Ne için?” diye sordu.

“Beni bulmak için.”

Elini alnına koyarak, “Bittim ben!” dedi ağlayan bir ses tonu ile. “Senin olduğunu anlamamış neyse ki.”

“Evet. Kankilerinle aranda benden ‘ayıcık’ diye bahsettiğin için anlamamış,” dedi iğneler gibi.

Nefes dudağını ısırdı, “Şeyden o... Sempatik oluyor.”

 

“Yok yani, gayet de romantiğim. Mesela git pencerenin kenarına bak bakalım ne göreceksin.”

Nefes birden duvardan atladı ve koşarak bahçeye girip, arka tarafa yöneldi ve penceresinin önünde bir tane kırmızı gül gördü.

“James...”

“Ya... Çok da ayıcık değilmişim değil mi?”

 

Nefes gülü eline alıp, kokladı. “Çok güzel kokuyor.”

“Senin kadar değil.”

“Kızdın mı sana ayıcık dedim diye, bir daha demem söz.”

 

James sırıttı, “O ‘aşkından ölüyorum, bitiyorum’ sözleri olmasa belki kızabilirdim. Ama onlar affettirdi seni.”

Nefes’in yüzü kıpkırmızı oldu, “On-onları da duymuş?”

“Aynen.”

 

“Hayır dinlemesi ayrı bir terbiyesizlikken, bir de sana mı anlattı? Sen de dinledin öyle mi?” diye çemkirdi adama.

“Kulaklarımı mı kapatsaydım, ne yapsaydım yani?” dedi gülerek.

“Yok aşkım, çok iyi etmişsin. Dinle öyle, kocaman aç kulaklarını dinle! Sana iyi günler bay dedikoducu James!” deyip, suratına telefonu kapatınca James şaşkınlıkla baktı ekrana.

 

“Hayır arkadaş tatlı tatlı konuşurken, nasıl bu duruma geldik anlamadım. Özel gününde sanırım. Çünkü bi dengesiz,” dedi gülüp başını sağa sola sallayarak.

 

*** 

 

Emir babasının iş yerinin önüne geldiğinde yanda inşaatı bitmiş olan yere baktı. Üzerindeki tabela hala boştu. Vakit kaybetmeden lokantanın içine girdi. Uğur onu görünce, “Hoşgeldin Emir,” dedi gülümseyerek.

“Hoşbulduk Uğur amca. Babam içeride mi?”

“Evet. Gir hadi.”

 

“Sen de gelsene Uğur amca, konuşacaklarım az çok seni de ilgilendiriyor.”

“Tamam,” elindeki cihazı bir garsona verip, birlikte içerideki odaya girdiler. Bulut oğlunu görünce sevinçle ayağa kalktı, “Emir, oğlum hoşgeldin.”

 

Ona sarılan babasına kendisi de sarıldı ve ayrıldıklarında üçü koltuklara oturdular. Emir sıkıntı ile elleri ile oynuyordu. Bulut ile Uğur ise sabırsızlıkla onun ne diyeceğini bekliyorlardı.

“Pastaneyi Aslı ile açacağım,” deyip ikilinin yüzlerinde gezdirdi bakışlarını.

“İstediğin gerçekten bu mu?” diye sordu Bulut.

 

“Baba, bu saatten sonra istediğimin bir önemi yok. Yapabileceğim başka bir şey de yok zaten. Bunun üzerine okudum, eğitim aldım. Sanırım bu şekilde sınanacağım.”

Uğur onun elini tuttu, “Emir, hayat seni sınamıyor evlat. Yaşadığın, yaşadıkların çok ağır ama hayat mesleğinle seni sınamaz. Sadece en hayırlısı neyse o yolu sana sunar. Hayat seni sevdiklerinle sınar. Bak Aslı’ya, daha küçücükken sınanmaya başladı. Daha anne karnındayken terk edildi, çocuk yaşta gerçek babasının ben olmadığımı öğrendi, şimdi bir de iki abi çıktı ortaya. Ama o dimdik ayakta durmaya çalışıyor. Bize karşı güçlü olduğunu göstermeye çalışıyor. Oysa ben geceleri o kapının ardında, o yorganın içinde nasıl ağladığını biliyorum. Sınanmak budur evlat.”

 

Emir adamın söylediklerinden sonuncu cümleye takıldı. Geceleri ağlıyor muydu? İçinde bir yerler paramparça olurken, bir yerlerde toparlanıyordu.

O da diğer elini adamın elinin üstüne koydu, “Aynı kanı taşımıyorsunuz, ama Aslı sana benziyor. Cesur ve yürekli. Sen kesinlikle onun babasısın.” Sonra ayağa kalktı ve sırıtarak, “Ama ben onun abisi değilim, onun için artık çok geç!” deyip göz kırptı ve odadan çıktı.

 

Bulut eli ile yüzünü kapatırken, Uğur dehşetle arkadaşına döndü, “Şimdi bu iyi bir şey mi dedi kötü bir şey mi ben anlamadım. Ne dedi şimdi bu? Abisi değilim dedi, ne demek bu? Sen anladın mı?”

“Salak değilim çok şükür anladım da, anlatamam.”

“Neden?”

“Oğlumu ölümün pençesinden yeni kurtardım da ondan.”

 

Uğur gözlerini kıstı, “Burnuma hiç iyi kokular gelmiyor Bulut.”

Bulut gülümsedi, “İçeride et kavurma yapıyorlar, sen sevmezsin. Ondandır o koku,” dedi.

 

*** 

 

“Kızım!” diye dehşetle gelene baktı Oğuz. “Senin ne işin var burada? Neden geldin?”

Ayşegül dudaklarını büzdü, “Aşk olsun babacım, seni özledim. Okul çıkışı görmeye geldim,” dedi etrafına bakıp, saçını düzelterek.

 

“Saçını neden düzeltiyorsun acaba?” diye tıslarken cebinden de maske çıkardı, “Bir de pembe ruj sürmüş bana, tak şu maskeyi.”

“Bu ne baba ya?” diyerek çekiştirecekti ki babası inatla maskeyi taktı kızına.

“Mikrop dolu etraf. Griplisi var, gariplisi var, azılısı var, azmışı var... Çeşit çeşit bu virüsler.”

 

“Valla bir şey anlamadım.”

“Valla neden geldin şimdi damat yuva-yani mikrop yuvasına bende onu anlamadım. Hazır değilim yani.” Kızı bileğinden tutarak odasına doğru sürükledi, “Hadi odama girelim. Kimse görmeden.”

 

“Baba Allah aşkına karısından korkarak kaçamak yapan ihtiyarlara benziyorsun şuan!”

Oğuz birden kızına döndü, “Ben mi ihtiyarım? Alacağın olsun senin de! Tabi gördün genç adamı, biz ihtiyar olduk hemen!”

“Şey genç adam demişken-”

 

“Demişken yok!” diyerek kızın sözünü kesti, “Dememişken. Dememiştim ben öyle bir şey.”

“Baba neler oluyor Allah aşkına? Çocuk gibi davranıyorsun!” tekrar etrafına bakındı, “Ben Kayra'ya bakayım en iyisi. Sen de git kahve iç kendine gel,” dedi kolunu kurtarıp ters istikamete doğru giderken.

“Maskeni çıkarma maskeni! Sakın!” kız ona baka baka maskeyi çıkarıp yandaki çöp kutusuna atınca, “Asi!” diye homurdandı. “Kime çektin acaba?”

 

 

Ayşegül neredeyse tüm hastaneyi dolaşmış, ama bir türlü adamı görememişti. Kantine inip, bir kahve aldı kendine ve masalarda göz gezdirip, boş masa bakarken onu gördü. Üç kızın ve kendisiyle birlikte bir erkeğin daha olduğu köşedeki bir masada oturmuş sohbet ediyorlardı. Üzerlerindeki üniformadan hepsinin de asistan olduğu belliydi. Kızların güzelliği ise aşikardı. Elindeki kahveyi sıkı sıkı tutup, aklına ilk geleni yaparak önünden geçti.

 

Doruk arkadaşının söylediği şeye kahkaha atarken, diplerinden geçen kişiye istem dışı dönüp bakmıştı ki o kahkaha dudaklarında donup kaldı. “Bu o!” diyerek yerinden hızla kalkıp, kızın yanına doğru koştu.

Ayşegül bahçe tarafına çıkıp bir masaya oturacağı an Doruk yanında belirmişti. “Şey... Merhaba...”

 

Ayşegül kaşlarını çattı, “Merhaba? Tanışıyor muyuz?” -Peşinden gelmişti. İnanamıyordu. Şimdi düşüp bayılabilirdi.

“Henüz değil. Yani bu üçüncü karşılaşmamız ve artık bence tanışmalıyız.”

“Üç? Diğer ikisi nerede?”

Adam kafasını kaşıdı, “Oturabilir miyim?”

 

“Arkadaşlarınız bozulmasın!” diye söylenirken, sesi istem dışı sinirli çıkmıştı. Doruk başını eğerek güldüğünde Ayşegül kırdığı potu fark edip, kendine küfretti.

“Neyse ki birini hatırlamış olacaksınız ki, içeride beni gördüğünüzde tanımışsınız.”

“Şey, babamın yanında görmüştüm. Şimdi hatırladım.”

 

Doruk sandalyeyi çekip oturacakken yandan geçen kızın elindeki kahveye baktı, “Sanem içtin mi hiç bu kahveyi?”

“Hayır, daha içemedim neden?”

“İyi kendine yenisini alsana,” diyerek kızın elinden kahveyi alıp, masaya oturdu.

 

Kız “Doruk ya!” diye sinirle söylenip tekrar kafeye gitti.

Doruk giden arkadaşına sırıtarak baktı ve önüne döndüğünde kaşları havaya kalkmış, bir adet sinirli başka bir kızla yüz yüze geldi. “Alışık o ya!” dedi omuz silkerek.

“Fark ettim.”

 

“Tanışalım artık,” elini uzattı, “Doruk ben.”

“Ayşegül.”

“Memnun oldum. Gül kokun adından mı geliyor?”

“Yok sürdüğüm losyondan.”

 

Doruk bu sefer kahkaha attı, “Peki. Zorlan diyorsun?”

“Hayır. Yollan, diyesim var da-”

“Kıyamıyorsun.”

 

Ayşegül de bu sefer gülümsemişti, “Ya ne acayip adamsın!”

“Aslında dümdüz biriyim de...”

“Bu üçüncü karşılaşmamız demiştin. Biri babamın yanındayken olandı onu hatırladım kabul, diğeri nerede? Kuzenim burada hastanede yatmıştı. Çok gidip geldim, o zaman mıydı?”

 

“Çok mu gidip geldin?” başını başka tarafa çevirip, “Görmeyen gözlerimi siksinler!” diye homurdanıp, kıza döndü. “Yok. Otobüste karşılaştık. Benim biletim yoktu. Sen benim yerime biletini okutmuştun.”

Ayşegül o günü hatırlayınca bu sefer içten bir gülümseme ile tebessüm etti, “Aa sen o musun? O gün yüzünü göremediğim için tanıyamadım seni.”

 

“Aman ne hoş,” dedi hoşnutsuz bir tavırla. “Oysa ben senden gözlerimi alamamıştım.”

Ayşegül utanarak saçı ile oynadı, “Ama şimdi içim rahatladı biliyor musun?”

“Neden?”

 

“Ya ilk bakışta zengin züppelere benziyorsun da. Hiç haz etmem o tiplerden. Ama şimdi öyle olmadığın için çok sevindim.”

Doruk’un gülümsemesi hafifçe değişse de çok renk vermedi, “Ya ya, bende hiç haz etmem. Zaten zengin falan değilim. Öyle olsa otobüse biner miyim hiç?”

“Yani. Bir de biletsiz.”

“Aynen. Arkadaşımın da kahvesini çaldım fark ettiysen.”

Kız kıkırdadı, “Haklısın.”

 

“Çok zenginsizim çok!” dedi adam acı ile iç çekerken. Aslında çok da zengin sayılmazdı, alt tarafı babasının koca bir çiftliği, annesinin o çiftlikten toplananlarla kurduğu koca bir organik ürün fabrikası, ablasının da büyük bir losjistik firması ile ortaklığı vardı. Ortağı da kocasıydı. Şuan gerçekten sıçmıştı! Hayır bir kız neden zengin bir erkekten nefret eder ki? Çulsuz mu seviyordu acaba?

 

???

 

 

Bölüm : 12.12.2024 16:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...