3. Bölüm

Adavet | 2

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

 

 

🖇️Herkese selamlar, nasılsınız?

 

 

 

🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

 

 

🖇️ Lütfen satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın...

 

 

 

2.Bölüm

Fotoğrafta Boran ve ben vardık. Ben düşerken beni tuttuğu, bedenlerimizin birbirine çok yakın durduğu, uzaktan bakıldığında iki aşığın birbirine tutkuyla baktığı sanılırken aslında birbirine umursamazca bakan iki yabancının fotoğrafı vardı. Magazincilerin gittiğini düşünmekle büyük bir hata etmiştim. Pozisyonu öyle bir denk getirmişlerdi ki yanlış anlaşılmaya çok müsaitti. Attıkları başlıkta cabasıydı. “YENİ BİR AŞK MI DOĞUYOR?'

Şokla yazdıkları şeyleri okumaya devam ettim. “Geçtiğimiz gün Londra’dan dönen ve eski sevgilisiyle ilgili olan soruları yanıtsız bırakan İnci Aral’ın ünlü iş adamlarından Boran Demirhanlı ile samimi halleri objektifimize yansıdı. Londra’dan dönme sebebinin daha önce tek tabanca dolaşan Boran Demirhanlı olup olmadığı akıllarda soru işareti bırakıyor. Samimi bir şekilde görüntülenen ikiliyle akıllarda şu soru canlanıyor: Yeni bir aşk mı doğuyor?”

“Bu ne İnci? Ne demek burada yazanlar ne bu fotoğraf!?” Babam avazı çıktığı kadar bağırırken devam etti sözlerine. “Adımızı lekeleme dedikçe inadına yapıyorsun, daha dün sana söyledim. Bugün bir bakıyorum magazin sayfalarında baş köşedesin. Bir de ahkam kesiyordun.”

“Doğru mu?” Bahadır abi hayal kırıklığı ile bana bakarken kaşlarımı çattım. İkisinin de derdi birbirinden başkaydı. Bense olayın şokundaydım. “Doğru falan değil.” Dedim hiddetle. Babam ise alayla güldü. “Doğru değil. Bu pozisyonda olmanızın açıklaması nedir o halde?” Hesap sorarcasına bana bakarken burnumdan sert bir nefes verdim. “Sana açıklama falan yapmayacağım ben.” Diyerek kararlı ve sert bir şekilde baktım gözlerine.

Belki sakince, hesap sormadan gelse, suratıma bas bas bağırmasa anlatabilirdim ama şimdi ne söylesem boştu. Çünkü inanmayacaktı, inanmamıştı. Gördüklerine inanırdı bana inanmak yerine.

“Bu başına buyrukluğun bir gün başımıza bela açacağı belliydi.” Ne zaman geldiğini anlamadığım Serap hanımla birlikte sinir katsayımın daha da arttığını hissettim. Babam ise sertçe ona doğru döndü. “Sen karışma Serap.” Serap hanım alınarak susarken aynı kararlılıkla baktım babamın gözlerine.

“Başarılarımızın konuşulması gerekirken neler konuşuluyor, şuna bak!” Babam şikayetçi bir şekilde konuşurken alayla baktım gözlerine. “Şaşırmaman gerekiyordu neticede bu aile bu haberlere alışık.” Söylediği lafın altında kalmayarak lafımı söylediğimde babam dişlerini sıkarak baktı bana. Yarasına dokunmuştum ama bunu umursamadan ekledim. “Sana yaptıkları haber gerçekti ama benimki değil, hiç mi aklına gelmiyor iftira attıkları, hiç mi düşünmüyorsun İnci doğru değil dediyse doğru değildir diye.”

Kırgınlıkla gözlerine bakarken ufacık bir pişmanlık kırıntısı görmeyi bekledim ama tabii ki yoktu. “Düşünmüyorum, senin doğru söyleyip söylemediğini bilecek kadar tanımıyorum çünkü. Umurumda da değil.” Söylediği cümle kalbimde üzeri kapanmış yaranın kabuğunu söküp atarcasına bir etki yaratırken yutkunamadım. Neden bu kadar acımasızdı? Gözlerim karşısında dolmasın diye tırnaklarımı avuç içime getirirken abimin sesini duydum. “Baba, bu kadarı da fazla.”

Başka bir şey duymaya mecalim kalmamıştı. Gerekte yoktu zaten. Duyacağım şeyler belliydi. Bu yüzden hiç beklemeden odadan çıkmak üzere kapıya doğru ilerledim. Tam o sırada kapının önüne gelen dedemle birlikte adımlarım duraksadı. Çok yorgun duruyordu. Gözlerinin altı çökmüştü, rengi solmuştu. “Neler oluyor, sesiniz ta yukarı kadar geliyor. Sorun ne İnci?” Dedem sorgular bir biçimde bana bakarken elindeki bastondan yardım alıyordu. Babam ise benim yerime cevap verdi. “Gel de bak o çok sevdiğin torununun yediği haltları gör.”

Yere fırlattığı gazeteyi tekrardan eline alıp dedeme uzatırken dudaklarımı dişledim. Bu hayatta en korktuğum şeylerden biri dedemi hayal kırıklığına uğratmak olurdu. Babam umurumda bile değildi. Dedem gazeteyi eline alıp habere baktı, birkaç saniye okuduktan sonra bana doğru baktı aynı düz ifadeyle. “Doğru mu bu kızım?” Gözlerinde ne hayal kırıklığı ne başka bir şey vardı, sadece merakla bana bakıyordu. “Değil dede.” Dedim kendimden emin bir şekilde.

“Eğer doğruysa bile sorun değil, çekiniyorsan çekinmene gerek yok. Boran’ı severim.” Ilımlı bir şekilde gözlerime bakarken babamın sesini işittim. “Ne saçmalıyorsun baba Allah aşkına?” Bunalmış bir şekilde konuşurken dedem çıkıştı. “Sen söyleyeceklerini söyledin, ben torunumu dinliyorum Adnan.” Babamı susturup bana bakarken başımı iki yana salladım. “Hayır, daha dün tanıştım adamla. Buradaki fotoğrafında bir açıklaması var elbet ama beni insan gibi dinleyenler için.” Dedim üzerine bastıra bastıra.

Babam hiç üzerine alınmazken dedemin gözlerine baktım. “Dede, çok üzgünüm ama ben daha fazla kalmayacağım burada. Dediğim gibi seninle her an görüşebilirim ama burada değil.” Sesimi güçlü tutarak konuşurken dedem kabullenerek başını salladı. “Tamam kızım, nasıl istiyorsan."

Hüznünü gözlerinde görebiliyordum, onu üzmeyi hiç istemezdim ama yüzüme karşı böyle sözler söylenirken onları yutmak zordu. Neden zorluyordum ki bazı şeyleri? Neden istenmediğim yerde kalıp küçük düşüyordum? Dedem de bunu anlamıştı muhtemelen ve bu yüzden anlayışlı davranıyordu.

Hiç beklemeden odama doğru çıkarken dolan gözlerimi umursamadım. Buraya o kadar ait hissetmiyordum ki bavulumu yerleştirmemiştim bile. O yüzden gidişim kolay olacaktı. Odama çıktığımda direkt olarak çıkardığım birkaç parça eşyayı bavuluma geri tıkarak fermuarını çektim. Tam o sırada kapı çalınıp açılırken abim başını içeri uzattı. “Girebilir miyim?”

“Gir tabii ki.” Dediğimde odaya girerek kapıyı ardından kapattı. “Gitme demek istiyorum ama dinlemeyeceğini biliyorum.” Üzgün bir şekilde bana bakarken omuz silktim. “Canını sıkma abi, en başından beri burada kalmam hataydı zaten.” Derken odaya göz attım kalan eşyam var mı diye. En başında kalmak istememiştim ama bazen insan sevdiklerini kıramıyordu. Dedemi kırmak istememiştim bende.

“Ben şirketin avukatıyla konuşacağım doğru olmadığına dair gerekli bildiri yayınlanır, sadece merak ettiğim kapıda dedemle karşılaştığınızda tanışmadığınızı söylemiştiniz.” Çekingen bir şekilde konuşurken bakışlarımı odadan çekip abime çevirdim. “Tanışmadığımızı söyleyen oydu, telefonla konuşmak için çıktığımda tanışmıştık.” Dedim açıklama yapmak amacıyla. Gerçi tanıştık demek doğru olmayabilirdi, sadece birbirimize laf dokundurarak karşılıklı birbirimizin isimlerini bildiğimizi vurgulamıştık. Tam tanışma denilmezdi.

“Merdivenlerden inerken düşüyordum, sağ olsun insanlık namına tuttu beni. Ortalıkta kimse yoktu ama belli ki gizlice çekmişler bizi.” Diye açıklamama devam ettim. Avukatlar bildiri yayınlayacaksa fotoğrafın açıklamasını da yazmalılardı. “Yani ortada düşündüğünüz gibi bir şey yok.” Dedim imayla. Abim başını yere doğru eğerken bavulumu kaldırarak kulpundan tuttum.

“Şirketimizin anlaşmalı olduğu otellerden biri- “Abim cümlesine başladığında duyduğum kelimelerle hızla engelledim onu. “Hayır, o şirketle alakalı hiçbir yerde kalmak istemiyorum.” Dedikten sonra ekledim. “Her şey için teşekkür ederim abi.” Onun desteği benim için önemliydi. Şu kaldığım bir günde bile desteğini, elini üzerimde hissetmiştim.

Abim bana doğru yaklaşıp bedenimi kucaklarken konuştu. “Ne teşekkürü İnci, her zaman.” Bende ona sıkıca sarılırken mırıldandım. “Uzaklara gidiyormuşum gibi vedalaşmayalım. Yine görüşürüz ama mümkünse babamdan uzak bir yerde.”

“Nasıl istersen güzelim.” Abimin kollarından ayrılırken bavuluma doğru uzandım. Abim ise beni engelleyerek hızla kendisi aldı bavulumu. Birlikte merdivenlere ilerleyerek indiğimizde dedemin, yengemin ve Bahadır abinin bizi beklediğini gördüm.

Yengem direkt olarak yanıma gelip bana sarılırken bende ona sarıldım sıkıca. “Kendine de yeğenime de dikkat et.” Sıkı sıkı tembih ederken yengem beni onayladı. Yengemden sonra Bahadır abiye ilerleyerek elini sıktım. Sonra da dedeme doğru ilerledim. “Keşke böyle olmasaydı ama sana da bir şey diyemiyorum.” Dedi üzgünce. Sıkıca bana sarılırken bende ona sarıldım. Onluk bir şey yoktu zaten. Ama söylenenleri de engelleyemiyorduk işte.

Babam yüzünden hasta adamı yatağından kaldırmıştık, dahası gidişimle üzüyordum bir de. Ama yapılacak başka bir şey var mıydı bende bilmiyordum. Şuan için en doğrusu buydu benim için.

Ardından abimle birlikte evden çıktım. Bakışlarım arkadaşlarıyla oturan Güney’e kaydığında seslendim. “Güney!” Bakışları anında beni bulurken oturduğu yerden kalkarak hızlı adımlarla yanımıza doğru geldi. “Buyurun İnci Hanım.” Dediğinde cevap verdim. “Gidiyoruz.”

“Nereye?” şaşkın bir şekilde gözlerini kırpıştırarak bana bakarken cevap verdim. “Otele, hadi.” Abimin elinden bavulumu alıp bagaja yüklerken tekrar abime döndüm. “Görüşürüz.” Abim baş selamı verirken bende hiç beklemeden ön koltuktaki yerimi aldım. Güney şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırırken hiç beklemeden bahçeden çıktık.

“Gerçekten otelde mi kalacaksın?” Güney merakla bana bakarken başımı salladım. “Mecburum, burada istenmediğimi bugün bir kez daha anladım.” Dediğimde Güney iç çekti. Bakışları hala daha üzerimdeyken bende ona baktım. “Sor hadi.” Dedim aklındakini sorması için. Güney bu söylediğime şaşırırken duraksadı anlık olarak. “Senin şu huyunu unutmuşum.” Dediğinde istemsizce gülümsedim. Kendisini iyi tanımamdan bahsediyordu ya da insanları analiz etmekte iyi olduğumdan. Güney ise konuştu. “Şu çıkan haberler yalan bunu biliyorum da siz nasıl o hale geldiniz?”

Şu çıkan haberler yalan bunu biliyorum… Beni bu kadar iyi tanıyan birine ne kadar ihtiyacım olduğunu göstermişti şu cümleleri duyduğum anda hissettiklerim. Hiç sorgulamadan sen yapmadın diyebilecek birini hayatımda bulundurduğum için çok şanslı bir insandım gerçekten.

“Merdivenlerden düşüyordum o da beni tuttu. Olay bundan ibaret ama magazin sayfalarını biliyorsun her şeyden bir haber çıkartabilirler.” Dedim sıkıntılı bir şekilde. Öyle bir pozisyon yakalamışlardı ki hala daha şaşıyordum. “Bir basın açıklaması yayınlanır, her şey hallolur merak etme.” Güney beni teselli etmek için konuşurken başımı salladım. Bir şekilde hallolması gerekiyordu. Zaten göz önündeydim, her hareketim batıyordu. Daha fazla bu şekilde göz önünde olmak istemiyordum.

Yarım saat denebilecek bir yolculuğun ardından beş yıldızlı olduğunu her açıdan gösteren bir otelin önünde durduğumuzda aracımdan indim. “Bizimle alakalı değil bu otel değil mi?” Güney’e bakarken gerçekten mi dercesine baktı gözlerime. “Tabii ki değil İnci.” Rahatlayarak derin bir nefes verirken Güney bavulumu çıkardı bagajdan. Birlikte otelden içeri girdikten sonra resepsiyona ilerledik.

Güney benim için gerekli konuşmaları yaparak bir süit tuttuktan sonra resepsiyondaki görevliye hitaben konuştu. “Hiçbir basın mensubu İnci Hanım’ın burada olduğunu bilmeyecek, eğer bilinirse olacaklardan biz sorumlu değiliz.” Tehditvari bir şekilde konuşup görevliyi tembihledikten sonra odanın anahtarını alarak benimle asansöre doğru ilerledi.

Asansörde ikimizde sessizdik. Otelin en üst katındaydı odam. Asansör ineceğimiz katta durduğunda yine arkalı önlü bir şekilde ilerlemeye başladık. 1012 numaralı odanın önüne geldiğimizde Güney kapıyı açarak içeri geçmemi sağladı. Ardından da kendisi içeri girerek bavulumu odanın köşesine bıraktı.

Kahve makinesi bulunan alana doğru ilerlerken konuştum. “Bize birer kahve yapıyorum.” Makineyi hazırlarken Güney’in sesini işittim. “Gitmem gerekiyor, Sardun Bey seni bıraktıktan sonra yanına gitmemi istedi.” Verdiği cevapla birlikte hafifçe kaşlarım çatılırken merakla mırıldandım. “Neden ki?”

“Bilmiyorum.” Derken omuz silkti Güney. Ardından ekledi. “Şu haberlerle ilgili falan olabilir, gidince öğreneceğim. Ama akşama doğru yani işim bitince mutlaka uğrarım. Arkadaşımla sohbet etmeyi özledim.” Dediğinde tebessüm ettim. “Bende özledim.”

“O zaman bana müsaade.” Diyerek kapıya doğru ilerledi. Bende onun peşinden ilerlerken Güney ekleme yaptı sözlerine. “Bir şey olursa mutlaka ara beni, telefonum açık. Bir iki kişiyi görevlendireyim diyorum.” Dediğinde hızla itiraz ettim. “Güvenliğe gerek yok. Şunun şurasında kaç gün kalacağım, ayrıca otelde başıma ne gelebilir?”

Güney cevap vermeden baktı gözlerime doğru. Bu o kadar emin olma bakışıydı sanırsam. “Hadi görüşürüz.” Deyip asansöre doğru ilerlerken aynı şekilde karşılık verdim. Ardından da kapıyı kapatarak odanın içine baktım. Ne kadar çok mekân değiştirmiştim 1 günün içinde. Odanın camına doğru ilerleyerek dışarı baktım. Göçebe hayatı yaşıyordum resmen.

İnsanın bir yere ait hissedememesi çok kötü bir şeydi. Londra’dayken ülkemi, abimi, dedemi, arkadaşımı özlüyordum. Buraya geldiğimdeyse onlarla bir arada bile olamıyordum. İstenmeyen bir çocuk olmak neden bu kadar can yakıyordu ki? Her şey annemle babamın arasındaydı ama hikâyede yanan taraf ben olmuştum. Her zaman öyle olmaz mıydı zaten, en masumlar zarar görürdü. Türlü türlü insanlara yardımcı oluyordum, travmalarını atlatmalarını sağlıyordum. Bir tek kendime iyi gelemiyordum.

Kapının çalınmasıyla birlikte düşüncelerimden sıyrılırken şaşırmadan edemedim. Güney yeni gitmişti. Bir şeyini unutmuşta olamazdı. Meraklı bir şekilde kapıya ilerleyerek hafifçe araladığımda gördüğüm iki kişiyle kaşlarımı çattım. Birini daha önce görmemiştim. Diğerini de davette görmüştüm, Boran’ın arkadaşlarından biriydi. Yengemin anlattığı tarife göre Giray’dı gelen.

“Siz?” Şaşkınlığımı belli edercesine ikisine bakarken daha önce hiç görmediğim yüz bana hitaben konuştu. “Abim sizi görmek istiyor İnci Hanım.” Söylediği cümle ile tek kaşımı kaldırırken Giray araya girdi. “Öyle mi söylenir oğlum?” dedikten sonra bana doğru baktı. “Merhaba İnci, Giray ben. O da Fatih.” Derken ilk önce kendini sonra da yanındaki adamı işaret etti. “Boran gönderdi bizi, seninle görüşmek istiyor eğer sende istersen.”

Sadece Fatih’i gönderse muhtemelen onu tanımadığım için gelmeyeceğimi bilerek Giray’ı da yanında göndermişti onu davette gördüğümü hesaba katarak. “Neden kendi gelmedi? Çok görüşmek istiyorsa o gelsin.” Dedim kendimden taviz vermeden. İsminin Fatih olduğunu öğrendiğim kişi söylediğimle şaşırırken Giray küçük bir tebessüm etti. “Senin gelmenin daha uygun olduğunu belirtti.”

Bir otel odasında baş başa olmamız rahatsız etmişti belli ki onu. Güzelde bir düşünceydi ancak otelde bir yerde yine bir görüntü vermemiz hoş olmazdı. “Otelde birlikte görünmemiz tekrar sorun oluşturur. Telefon numarasını verirseniz eğer” diye sözüme başladığımda Fatih kesti sözümü. “Görüntü vermezsiniz merak etmeyin, müdürün odasında sizi bekliyor.”

Söylediği cümleyle kaşlarım havalandı. Her şeyi düşünmüşlerdi. Boran Bey işini şansa bırakmıyordu belli ki. Emrivakilerden hiç hoşlanmazdım. Yine de çıkan haberleri konuşmamız gerektiğinin de bilincindeydim. Belki ortak bir bildiri yayınlanırdı. Gerçi ben o işlerden anlamazdım, şirketin avukatlarının halletmesi daha doğru olurdu.

“Tamam o halde.” Diyerek odamdan telefonumu ve kartı alarak çıktım. Fatih ve Giray’ın arasında ilerlerken bir an için kendimi gergin hissetmekten alıkoyamadım. Bilmediğim birinin ayağına gidiyordum. Daha önce yapmadığım bir şeydi bu.

Koridorun sonuna doğru ilerledikten sonra misafirlerin kaldığı odaların kapılarından farklı bir kapının önüne geldiğimizde Fatih kapıyı tıklattı ve hiç beklemeden kapıyı açtı. Ardından da içeriye hitaben konuştu. “İnci Hanım’ı getirdik abi.” Boran onaylamış olacak ki kapı içeri girmem için daha da açıldı. Kapı açılır açılmaz karşımda Boran’ı gördüğümde hiç beklemeden içeri girdim.

Yine davette olduğu gibi takım elbise giymişti. Tek farkı bu sefer ceketi yoktu, yalnızca gömlekleydi ve gömleğinin kollarını dirseklerine doğru katlamıştı. “Beni emretmişsiniz Boran Bey.” Diye alaylı bir şekilde konuşurken odanın kapısı ardımızdan kapandı. Şimdi ikimiz baş başa kalmıştık. “Müdür beyi nasıl ikna ettin merak ediyorum?” diye sorma gafletinde bulunduğumda anlamsızca baktı gözlerime. “Merak edilecek bir şey yok. Otelin sahibine karşı gelmek gibi bir hata yapamaz.”

Algıladığım cümleyle ağzım aralanır gibi oldu. Koskoca İstanbul’da getire getire Boranların oteline getirmişti beni Güney. Hayret bir şeydi. Buranın sahibinin kim olduğunu bildiğine adım gibi emindim Güney’in. İçimden küfür mırıldanırken konuyu değiştirdim hızla. “Beni ayağına çağırdığın konuyu öğrenebilir miyim?” Böyle bir anda resmiyeti de bırakmıştık ama ikimizde bunu umursamıyorduk.

“Oturmaz mısın?” Tanışmamıza nazaran daha nazik bir ses tonuyla konuşurken kendisi odadaki deri koltuklardan birine oturdu. Eliyle karşısındaki koltuğu işaret ederken tereddütle baktım koltuğa. Boran anlamsızca bana bakarken fazla uzatmadan karşısına geçip oturdum. Ne söyleyeceğini beklerken Boran gözlerini gözlerime kenetlemiş bir şekilde konuştu. “Ailenle kavga mı ettiniz?”

“Seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum.” dedim anında. Boran bu söylediğimle kaşlarını çattı. “Fotoğraftaki başrollerden biri olarak beni ilgilendirdiğini düşünüyorum ama neyse.” Dediğinde kaşlarımı çattım bende onun gibi. “Bunu düşündüğüne göre ailenle kavga eden sensin.” Diye çıkarımda bulundum.

Cümlemle birlikte aramızda bir sessizlik oluştu ancak bakışlarımız birbirinden ayrılmadı. O benim gözlerimin içine bakarken bende onunkine bakıp anlamaya çalışıyordum. O kadar boş ve düz bakıyordu ki bakışlarındaki duygular anlaşılmıyordu ama söylediğim şey doğruydu bence.

Nihayet aramızdaki sessizliği bozan Boran oldu. Umursamaz bir şekilde bakışlarını benden çekerken konuştu. “Magazincilerin orada olduğunu biliyor muydun?”

Sorduğu sorunun manası içimde sinirden kıvılcımların oluşmasına neden olurken burnumdan sert bir nefes vererek alayla güldüm. “Pardon. Ne demek istiyorsun sen?” Boran hiçbir şekilde mimik değiştirmeden konuştu. “Sorum açık bence.” Aldığım cevap duyduğum sorunun imasını tekrardan yüzüme vurduğunda cevap verdim. “Anlaşıldı, sen beni hesap sormak için çağırmışsın.” Derken oturduğum yerden ayağa kalktım. Cevabımı almıştım ve kalmanın manası yoktu.

Bugün ne kadar çok suçlanıyordum böyle. En acımasızca olanı da buydu sanırım. Orada olduklarını bilerek düşme numarası yaptığımı ve haberlerin bu şekilde çıkmasında payım olduğunu ima ediyordu sorusu. Böyle düşünüyordu.

Dışarı çıkmak için kapının önüne geldiğimde dayanamayarak tekrar geri döndüm. İçimde kalmasın istiyordum cümlelerim. “Ya sen beni ne zannediyorsun? Hiç tanımadığın biri hakkında nasıl böyle bir karara varıyorsun? Daha doğrusu kendini ne zannediyorsun da böyle bir hesap soruyorsun?”

“Hiç tanımadığım için böyle bir karara varmam daha kolay oldu emin ol.” Yine umursamaz ve soğuk bir şekilde cevap verdiğinde sinirime hâkim olmak adına dişlerimi sıktım. Verdiği cevap algıladığım şeylerin doğru olduğunu gösteriyordu. Gözlerine hırsla bakarken aynı sertlikte cevap verdim. “Aynen orada olduklarını biliyordum, ben yaptırdım haberi de. Senin arkamdan geldiğini bildiğim için başım dönmüş numarası yaptım. Sonra da senin kucağına düştüm, o arada fotoğraflarımı da çektirdim. Manşeti güzel yazsınlar diye de para verdim. Çünkü koskoca Boran Demirhanlı karşımdaki, böyle bir haber yapılırsa hayatım kurtulurdu. Çok ihtiyacım var ya buna!”

Dalga geçer gibi konuşurken Boran dikkatle beni izleyip sözlerimi dinliyordu. Bir şey söylememesi daha da sinirime dokunurken ekledim. “İstediğin cevabı aldığını umuyorum. Selametle!”

Son sözlerimi söyleyip kapıyı araladığım sırada kapı aniden kapandı. Şaşkınlıkla geriye doğru dönerken Boran’ın elini kapıya yaslayarak tam olarak dibimde olduğunu gördüm. Sert bakışları gözlerimdeyken dişlerimin arasından konuştum. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Aynı sert bakışlarla gözlerine bakarken cevap verdi. “Öyle sözünü söyleyip çekip gidemezsin. Sen konuştun, sıra bende.”

“Seni dinlemek zorunda değilim. Hele ki imalarını.” Dedikten sonra ekledim. “Sen söyleyeceğini söyledin, suçlamanı yaptın. Şimdi çekil yolumdan. Bir daha da karşıma çıkma. Maazallah bu sefer evlenmek zorunda kalacağın haberler yaptırırım. Pardon amacım buydu ya zaten.” Gözlerinin içine baka baka dile getirdiğim alaylı cümlelerle birlikte kapının kulpunu tuttum. “Çekil şimdi.”

Kapıyı açmak istediğimde kapının üzerine uyguladı güçle kapıyı açamamam sinir katsayımın artmasına neden oldu. “Şu an zorbalık yaptığının farkındasın değil mi? Beni zorla tutuyorsun bu odada.” Ona doğru bakmadan sinirle konuştuğum anda kapıdaki eli çekildi. Hiç beklemeden kapıyı açtığımda kapının önündeki Fatih ve Giray’ı gördüm. Aynı Boran’a baktığım gibi sinirle baktım onlara da. “Sizde bir daha kapıma gelmeyin bu adam seni çağırıyor diye.” Taviz vermeden sert bir tonda söylediğim şeylerle ikisinin de gözlerinde şaşkınlık emareleri gördüm.

“Oğlum ne dedin kıza, gözlerinden ateş çıkıyor resmen” Giray’ın sözleri kulağıma dolarken hiç umursamadım.

Ben ortak bir bildiri yayınlarız, olayın üzerini kapatırız gibi bir teklif beklerken adam beni suçluyordu. Aynı tanıştığımızda olduğu gibi kendini o kadar üstün görüyordu ki hesap sormayı bile yapması gereken bir şey gibi görüyordu. Hesap sormalıydı evet ama benden değil, bu haberleri yapan kişiden sormalıydı. Beni hiç tanımadan nasıl böyle bir şey sorardı? Evet belki haklıydı, tanımadığı için yargılamak kolaydı ancak ailemle bile kavga ettiğimi tahmin ederken böyle bir şey yaptığımı düşünmesi saçmalıktı.

Kendini ne sanıyordu ki? Onun soyadı varsa benim de vardı. Onunla ismimin çıkması ne gibi işime yarayacaktı sanki? Dakikalar içinde tüm sinirimi germişti. Gerçekten gıcık, kendini beğenmiş adamın tekiydi.

Cebimdeki telefonu çıkartıp hırsla Güney’in numarasını tuşladım. Nasıl beni bu adamın oteline getirirdi? Telefon birkaç kere çalıp açıldığında Güney’in samimi sesini duydum. “Efendim İnci?” Hızla konuştum. “Nasıl beni Demirhanlıların oteline getirirsin?”

“Dedenin emriydi.” Algıladığım cümleyle birlikte duraksadım. Dedem bu adama nasıl bu kadar güveniyordu anlamıyordum. Dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan bencilin, önyargılının tekiydi. Ayrıca zorbaydı da. Bir an için düşünceli birisi sanmıştım ama değildi. Dedeme karşı da oynuyordu tahminimce.

“Başka otel-“diyeceğim sırada telefondan hışırtılar geldi. Aynı zamanda da dedemin sesini duydum. “Güzel kızım, başka otel olmaz. Bizim otellerimizden birinde kalmak istemiyorsun biliyorum. O yüzden orası en güvenli yer.” Dediğinde itiraz ettim. “Dede lütfen, ben burada kalmak istemiyorum.” Dediğimde dedem sıkıntılı bir nefes verdi. “İnci’m, bilmediğin şeyler var yavrum. Orada olman güvenli. Boran güvenliğini sağlayacaktır.”

“Neyi bilmiyorum?” dedim merakla. Dedem ise konuyu kapatmak adına konuştu. “Ben şimdi kapatıyorum, şirkete geldim. Senin için bir bildiri hazırlatacağım, yarım saat içinde yayınlanmış olur.” Başka bir şey söylememi beklemeden telefonu kapattığında ekrana bakakaldım. Söylediği cümle aklıma takılmıştı. Güvenliğim neden bu kadar önemliydi? Daha doğrusu neden tehlikedeydim? Neyi bilmiyordum? Hayır 7 yıl içinde ne değişmiş olabilirdi de ben tehlikedeydim.

Bugün gerçekten yaşadıklarım, duyduklarım beynimi patlatacaktı. Bir şeyler söylüyorlardı, gerisi gelmiyordu. Böyle olmazdı.

Odama ilerleyerek içeri girdiğimde derin bir nefes alıp verdim. Sakin olmam gerekiyordu. Bir saat sonra bir seansım vardı ve ona hazırlık yapmam gerekiyordu. Özel bir kliniğe sahip olduğum için seanslarım 2 saati buluyordu. Böylece herkesle bireysel olarak daha iyi bir şekilde ilgilenebiliyordum. Bugün için sadece 1 tane seansım vardı ancak sonraki günler günde 4’e kadar çıkıyordu. Yoğun bir şekilde çalışıyordum.

Normalde bu kadar çalışan bir insan değildim ancak aldatıldığımı öğrendikten sonra kendimi işlerime vermiştim düşünmemek için. Söylemiştim ya insanlara yardımcı oluyordum ama bir tek kendime çare bulamıyordum. Sevdiğim adamla vakit geçirmek için işlerimi çok yoğun tutmamıştım ama Lucas aynı fedakarlığı benim için yapmamıştı. Daha doğrusu ilk zamanlar her şey güzeldi ancak 7.ayın sonunda değişmişti işler. Benden uzaklaşmıştı. Fark edememiştim beni aldattığını.

İnsanın gözü bazen kör olabiliyordu. Daha doğrusu aşkın gözü kör olabiliyordu. Benim de öyle olmuştu işte. Zaten öğrenir öğrenmez de bitirmiştim. Birkaç kere kendini açıklamaya çalışmıştı ancak dinlememiştim. Açıklayacak bir şey yoktu.

Dakikalar sonra seans saatim geldiğinde online görüşme uygulamasına girerek toplantıyı başlattım. Benden birkaç saniye sonra danışanım girdiğinde görüşmemize başladık. Küçüklükten gelen travmalarıyla başa çıkmaya çalışıyordu hastamız. Babasıyla birçok sorun yaşamıştı ve şimdi sevdiği kadına bu yaşadıklarını yansıtmak istemiyordu. Onun için çabalıyordu. Bu çok güzeldi. Psikiyatri kontrolünde ilaçta içiyordu, ben biraz daha sohbet eşliğinde ilerleyerek bunları atlatmasına yardımcı oluyordum.

Aslında biraz birbirimize benziyorduk. Ben lisede onlardan uzaklaşıp kendi hayatımı kurmaya çalıştığım için bu kadar yıpranmamıştım. Ancak şu an bile bir günde yıpranmaya başlamıştım. Hem ailem tarafından hem de haberimin yapıldığı adam tarafından.

Elimdeki bitki çayımı içerek karşımdaki adamı dinlerken bir yandan da sözcüklerimle rahatlamasını sağlıyordum. “Yaşadığınız şeyler gerçekten çok zor. Baş etmek elbette kolay değil ama önemli olan sizin baş etmeye olan isteğiniz. Her insan sizin gibi ince düşünmüyor. Yaptığınız çok kıymetli, önemli olan insanın kendini bilmesi ve buna yönelik çözümler üretmek için kararlar alması. Siz en büyük ilerlemeyi bu kararı alarak verdiniz ve bu da demek oluyor ki iyileşmek istiyorsunuz.”

“İyileşmeyi her şeyden çok istiyorum ayrıca sizinle konuşmaya başladıktan beri kendimi daha iyi hissediyorum. Sevgilimde bendeki değişikliğin farkında.” İngilizce bir şekilde düşüncelerini dile getirirken dikkatle dinlemeye devam ettim. “Öfke problemlerimin azaldığını hissediyorum, söylediğiniz yöntemlerle sakinleşmeye çalışıyorum.”

“Bu çok iyi bir ilerleme, gün geçtikçe daha da iyi olacaksınız.” Dedim samimiyetle. Seans süresi doluncaya kadar sohbet etmeye devam ettikten sonra son cümlelerimi ve yapması gerekenleri anlattıktan sonra seansımı bitirdim.

Oturduğum yerden kalkarak tutulan belimi gevşettikten sonra telefonumu elime alarak saate baktım. Akşamüzeri olmuştu çoktan. Yemeklerimi erken yerdim, o yüzden acıkmıştım. Restoran kısmına inmek üzere odamdan çıkıp asansöre doğru ilerledim. Bir yandan da Güney’den gelen mesaja baktım.

Gönderen: Güney

Bildiri yayınlandı İnci. Boran Bey’de Demirhanlılar adına bir açıklama yapmış.”

İlk önce bizim şirketin yapmış olduğu açıklamaya göz gezdirdim. Benim söylediklerim doğrultusunda aramızda bir şeyler olmadığını, iddiaları reddettiklerini, Boran’ın ben düşerken beni kurtardığını yazmışlardı. Bizimkinden sonra Boranların yayınladığına girdim. Bizimkine benzerdi onlarınki de. Tek fark basın mensuplarını göndermelerine rağmen kıyıdan köşeden fotoğrafımızı çeken kişilerin kim olduğunun bulunması ve özel hayatın gizliliği ihmalinden gerekli yaptırımların uygulanacağı eklenmişti.

Asansör restoran bölümüne geldiğinde hiç beklemeden indim ve cam kenarında boş olan masalardan birine geçerek oturdum. Garsonlardan biri benim için menü getirdiğinde kısaca göz gezdirerek yemeğimi sipariş ettim. Kısa bir süre sonra da siparişimin gelmesiyle birlikte yemeğimi yemeye koyuldum. Tek başıma yemeye alışık olduğum için rahattım.

Cam kenarında oturduğum için boğaz çok rahat bir şekilde görünüyordu. Sevdiğim kişiler dışında bir tek boğazını özlemiştim İstanbul’un. Başka bir tarafını özlememiştim. Hatta bazı zamanlar boğucu gelirdi, trafiği sıkardı. Ama boğaza gidip oturduğunda denizin sesi, görüntüsü, kokusu insana iyi gelirdi. Rahatlatırdı.

Yemeğim bittikten sonra masamdan kalkarak tekrardan asansöre ilerledim. Telefonumu tekrardan çıkartarak Güney’e mesaj attım.

 

 

 

Gönderilen: Güney

 

 

 

Akşam boğaz kenarında bir şeyler içelim mi, otelden sıkıldım.”

Çok gecikmeden cevabın gelmesiyle birlikte keyifle güldüm.

Hay hay. 8 gibi kapınızdayım hanımefendi. Araban bende bu arada, deden İnci’yi bırakıp gel deyince almak zorunda kaldım. Dönüşte otelin otoparkına bırakırım.”

 

 

 

Sorun değil, şu an ihtiyacım yok. Sen işlerini hallet.

Uzun zaman olmuştu Güney ile oturup dertleşmeyeli. Söylemiştim ya, buradaki tek arkadaşımdı. Dert ortağımdı. Beni dinleyen, yargılamayan insanlardan biriydi. Londra’da da öyle çok arkadaşım yoktu. Daha doğrusu tanıdıklarım vardı, gezdiğim, vakit geçirdiğim kişilere sahiptim elbette. Ancak en yakınım, dostum diyebildiğim çok kişi yoktu. Kendi halimde hayatımı sürdürüyordum.

Odama ulaştığımda direkt olarak bavulumu açarak eşyalarımı gardıroba yerleştirmeye başladım. Ne kadar süre kalacağım belli değildi. Kendime düzen kursam iyi olurdu burada. Bavuldan eşya bulmak zor olabiliyordu. Kıyafetlerimi askıya astıktan sonra makyaj çantamı da aynalı dolabın üzerine bırakarak duşa girmek için hazırlandım.

Kısa süreli bir duş almak hem zihnimi hem de bedenimi rahatlatırdı. O yüzden hızlı davranarak banyoya ilerledim. Her zamanki rutinlerimi uygulayarak duşumu aldıktan sonra çıktım. Biraz önce hazırladığım kıyafetleri giymeden önce bakım kremlerimi sürdüm.

Hava ılıktı. Nisan ayının başındaydık ve doğal olarak hava ısınmıştı. O yüzden saçlarımı kurutmadan havluyla nemini aldıktan sonra kendi haline bıraktım. Ten rengi kilotlu çorabımı bacaklarıma geçirdikten sonra siyah puantiyeli eteğimi ve beyaz kısa kollu bluzumu üzerime geçirdim. Gideceğimiz yer muhtemelen kapalı olacaktı.

Perçemlerimi elimle düzelterek aynadan kendime doğru baktım. Hafif makyaj yapmak için makyaj çantamdan eşyalarımı çıkartarak ilk önce göz altlarımı kapattım ardından da maskara ve doğal bir renk veren dudak parlatıcısıyla makyajımı tamamladım. Hazırdım.

Tek eksik Güney’di. Saat ben hazırlanana kadar 19.15 olmuştu. Muhtemelen Güney 8’e kalmadan gelirdi.

Çantama telefonumu, cüzdanımı koyduktan sonra üzerime üşümemek için deri ceketimi aldım. Güney aradığında inecek gibi hazır olarak kanepeye oturdum. Elime telefonumu alıp sosyal medyada gezinmeye başladığımda çalan kapıyla birlikte oturduğum yerden kalktım. Erken geleceğini tahmin ettiğim için şaşırmamıştım.

Yüzümdeki gülümsemeyle kapıyı aralarken mırıldandım ancak sözlerim yarıda kesildi. “Buraya kadar çıkma- “Devamını getirememiştim çünkü gelen kişi Güney değildi. Gülümsemem solarken kaşlarım çatıldı. Boran’dı gelen ve tabii ki sağ kolu ya da koruması Fatih. “Odaları karıştırdın sanırım seninki koridorun diğer ucundaydı.” Derken sesimin yumuşak çıkmasını engelledim. Hala daha unutmamıştım imasını.

“Olmak istediğim yerdeyim.” Dedi sakin bir tınıyla. Kaşlarım alayla havalandı. O ise beni umursamadan sözlerine devam etti. “Yanlış bir zamanda mı geldim, çıkıyordun sanırım.” Tereddütlü bir şekilde konuşurken omuz silktim. “Yanlış veya doğru, ne istiyorsun?” dedim tahammülsüz bir biçimde. Onun tarafından tekrar suçlanmak isteistemiyordum.

"İçeri girebilir miyim?” diye sorduğunda başımı iki yana salladım. “Hayır.”

Hafif bir afallamayla yüzüme bakarken hemen arkasında dikilen Fatih’in şok olduğunu gördüm. Bugün epey şaşırtıyordum onu belli ki. Boran genzini temizleyerek yüzündeki afallamayı sürdürmedi ve hemen ifadesini sertleştirdi. “Bende meraklı değilim odana. Bir şey söyleyip gideceğim.” Hem sert hem ifadesizce yüzüme bakarken başımla kapının önünü işaret ettim. “Burada söyle.”

Sıkıntılı bir iç çekerek eliyle yüzünü sıvazladı. İçinden sabır çektiğini mimikleriyle anlatıyordu. Yine de umursamadım. Bir süre suratıma bakarken tavrımdan taviz vermedim. Hatta imalı bir şekilde konuştum. “Bu sefer Fatih’i göndermemişsin, Giray’ı da. Tüh kapıma kadar yormuşum sanırım seni. Aslında gelmene de gerek yoktu. Çünkü benim dinleyecek bir şeyim kalmadı. Sorunun cevabını da almıştın.”

Onun sessizliğinden istifade ederek kapımı kapatacağım sırada ayağını kapının önüne koyarak kapanmasını engelledi. Şaşkınlıkla kapattığım kapıyı açarken konuştum. “Ne yaptığını sanıyorsun?” Anlamaz gözlerle gözlerine bakarken bir adımda odaya girerek arkasından kapıyı kapattı. Tüm bunları yaparken de kahverengi gözlerini yeşillerimden ayırmıyordu. “Zorla girdiğinin farkındasın değil mi?” dedim yükselerek. Ne hakla giriyordu odama? Hayır şikâyet etsem otel onundu bir yaptırımı olmazdı.

“Bir şey söyleyip gideceğim dedim sana. İşleri yokuşa sürmesen mi?” Tahammülsüz bir şekilde dile getirdiği şeyle elimle kapıyı işaret ettim. “Kapıda söylemeni söylemiştim. Odama girmene gerek yoktu Boran.” Dediğimde belli belirsiz başını salladı. “Benim için gerek vardı, iki saniye susup beni dinleyebilirsin değil mi?”

Söylediği cümle ile göz devirdim. Söyleyeceği şeylerin önemli olmadığını düşündüğüm için istememiştim konuşmayı. Ters ters suratına bakarken dayanamayıp konuştum. “Adamının suratına kapıyı çarptın.” Söylediğime anında cevap verdi. “Alışık o, ayrıca konu o değil.”

“Neymiş konu?” dedim kollarımı göğsümde bağlayıp dikkatle yüzüne bakarken. Bunca tantana ne için çıkmıştı merak ediyordum.

“Fotoğraflarımızı çeken adamı buldum.” Dediğinde yüzümde hiçbir mimik oynamadı. Bulacağını biliyordum zaten. O ise tepkilerimi itinayla izliyordu. “Konuşturdum. Seninle alakası yokmuş.” Son sözlerini gözlerini benden çekmeden söylemişti. Dudaklarımın arasından alaylı bir hah çıktı sadece. Adamı bulup konuşturmasaydı hala aynı şeyi düşünecekti demek ki. “Yani?” dedim umursamazca.

“Yani sen değilmişsin.” Dedi hafif bir pişmanlıkla. “İyi gerçeği öğrenmişsin, bana ne bundan?” dedim aynı umursamazlıkla. Beni ilgilendirmiyordu. Elini yakalarına götürüp genzini temizledi. İlk defa gözlerini gözlerimden kaçırarak mırıldandı. “Özür dilerim, haksızlık ettim.”

Ne yalan söyleyeyim şaşırmıştım. Böyle bir adamdan özür dilemesini beklemiyordum. O kadar emindi ki benim haber verdiğimden şimdi pişman olmuştu belli ki. Gözlerini kaçırmıştı, belli ki hafiften utanmıştı da. Böyle adamlarda özür dileyebiliyordu demek ki. Ama bu yine de onun hakkındaki düşüncelerimi değiştirmemişti.

“Kimmiş haber veren?” dedim biraz önce söylediğini kale almadan. Birkaç saniye sessiz kaldı sorumun karşısında. Özrü hakkında bir şey söylemediğim için bozulmuştu sanırım ama yine de sorumun cevabını verdi. “Boş ver, ben hallettim.” Tek kaşımı kaldırarak baktım gözlerine doğru. “Nasıl hallettin?” Merakla cevabını beklerken Boran düz bir sesle cevap verdi. “Senin bilmediğin bir yolla hallettim İnci, sorgulama.”

Emir verircesine konuşurken gözlerimi devirdim. “İyi umurumda değil zaten ama sen dikkatli ol, belli ki arkandan kuyunu kazan var. Sonra maazallah yine adın çıkar.” Dediğimde Boran bilmiş bir şekilde baktı yüzüme. “Bu kadar emin olma, iki ailenin de kuyusunu kazmak istemiş olabilirler.”

Ne demek istediğini sorgularcasına yüzüne bakarken Boran devam etti sözlerine. “Bunu bir daha yapmayacaklar temin ederim ama bizim yan yana gelmememiz her açıdan daha iyi olur.” Dediğinde alaylı bir şekilde güldüm. “Dedi odamın içinde tam karşımda duran adam.” Dediğimde tip tip yüzüme baktı. Onun bakışlarına karşılık devam ettirdim sözlerime. “İyi olur, yeterince zor günler geçiriyorum. Bir de bu tarz şeylerle uğraşamam. Zaten yakın bir zamanda Londra’ya dönmeyi planlıyorum.”

“Anladım.” Dediğinde birkaç dakika sessizce birbirimize baktık. Bir şey söyler mi diye bekledikten sonra sabırsızca mırıldandım. “O halde?”

“Görüşmemek üzere.” Dedi Boran. Aynı onun gibi başımı salladım. “Görüşmemek üzere.” Kapıyı onun için açtığımda direkt olarak Fatih ile göz göze geldim. Boran odadan dışarı çıkarken başıyla Fatih’e işaret verdi. Ardından da hiç arkasına bakmadan ilerlemeye başladı, bende hiç beklemeden kapıyı kapattım.

Bu işi de bu şekilde halletmiştik. Başıma bela olmamasına sevinmiştim. Kim olduğunu da sorgulamayacaktım. Yapabileceğim bir şey yoktu çünkü. Boran’dan ismini alsam ki vermezdi ya da bir şekilde öğrensem ancak polise şikâyet ederdim. Onların da yapacağı bir şey yoktu. O yüzden bu şekilde kapanması doğru olandı. Boran’da muhtemelen para falan vermişti. Orasını bilemiyordum. Pek umursamıyordum da artık. Tek temennim başka bir olay yaşamamaktı.

Daha düşünmeye fırsat bulamadan telefonumun zil sesi odayı doldurduğunda hızla telefonumu açtım. Güney’di arayan. “Güney nerede kaldın?” diye sorduğumda endişeli ve panik olmuş sesini işittim. “İnci, deden.” Dediğinde elim ve ayağımın buz kestiğini hissettim. Duyacaklarımdan korkarcasına sessiz kalırken Güney devam etti. “Deden fenalaştı, hastaneye kaldırıldı. .... Hastanesine gidiyoruz.”

Daha telefonu kapatmadan odadan fırlarken içimdeki endişeyle kekeledim. “T-tamam geliyorum ben hemen.” Telefonu kapatıp asansörün düğmesine arka arkaya basarken yerimde duramıyordum. Kaybetme korkusu çoktan içimi kemirmeye başlamıştı. Bugün sabah halsizdi, bitkindi ama hiç fenalaşacağını düşünmemiştim.

Asansör geldiğinde hızla giriş katını tuşladım. Panik bir halde asansörün inmesini beklerken içimden Allah’a dua ettim dedemin iyi olması için. Bekliyorduk ama bu kadar çabuk olmamalıydı. Ben daha vakit geçiremeden gitmemeliydi. Gözlerim dolup taşarken ne halde olduğumu umursamadan giriş kata inen asansörden çıkarak hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Taksi bulmam gerekiyordu. Arabam burada değildi.

Otelin kapısına koşturarak ilerlerken tam arkamdan bana doğru seslenen tanıdık, meraklı sesi duydum. “İnci, ne oldu?” Daha dakikalar önce gördüğüm adamı tekrar gördüğümde zorla sorusuna karşılık verdim. “Boran, dedem.” dedim can havliyle. Gözleri büyürken onun da endişeli bir hale büründüğünü gördüm. Bu sözümden muhtemelen başka bir sonuç çıkarmıştı, o yüzden hızla ekledim. “… hastanesinde, ben, taksi.” Ne söyleyeceğimi bilemeyerek öylesine konuşurken sözümü keserek konuştu. “Ne taksisi gel.”

Teklifini reddetme lüksüm yoktu. Ne kadar hızlı olursam benim için o kadar iyiydi. O yüzden onunla birlikte hızlı bir şekilde otelden çıktığımızda kapıda bekleyen valeden hızla aracının anahtarını aldı. Otelden çıkış yapacağı için kapıda hazır bekliyordu muhtemelen ve bu benim çok işime gelmişti. Range Rover’a binerek hızla aracını çalıştırdığında stresle dudaklarımı dişlemeye başladım. Korkuyordum. Sessizlik içinde ilerlerken stresim daha da artıyordu.

Yanaklarıma doğru akan gözyaşlarımı engelleyemiyordum. Bir yabancının yanında ağlamak hiç hoş değildi, hele ki bu kişi Boran ise ama durduramıyordum kendimi. Bir gün onunla vedalaşacağımı biliyordum ama bu kadar hızlı olması da beklediğim bir şey değildi. Zaten ölüm zamansızdı ama insanoğlu alışamıyordu işte. Daha çok erkendi.

Elimle gözyaşlarımı silerek temizledim. Burnumu çekerek kendimi sakinleştirmeye çalışırken Boran’ın yerinde kıpırdandığını hissettim. Ardından da bana doğru uzatılan peçeteyi gördüm. Bakışlarımı saniyelik olarak Boran’a değdirdiğimde mırıldandım. “Teşekkür ederim.” Elinden peçeteyi alıp gözümü silerken kısık şekilde verdiği cevabı duydum. “Önemi yok.”

Trafiğe çok takılmadan hastanenin önüne geldiğimizde hastanenin otele yakın olmasına şükrettim. Araç hastanenin önünde durur durmaz araçtan indim ve hızlı adımlarla hastanenin danışma kısmına ilerledim. Dedemin ismini söyleyerek acil müdahale kısmında olduğunu öğrendikten sonra ilerlemeye başladım.

Boran arkamdan geliyor muydu bilmiyordum ama gelmemesi daha iyi olurdu her açıdan. Dakikalar önce bir daha görüşmemek üzere derken bir şekilde karşılaşmamız da çok ironikti gerçekten. Ayrıca bir teşekkürde borçlanmıştım ancak şu an önemli olan bu değildi. Tüm bu düşünceleri zihnimden atıp danışmanın söylediği yere ilerlediğimde kapının önünde babamı, abimi ve Bahadır abiyi gördüm.

“Ne işin var senin burada?” Babamın bana yönelttiği soruyla birlikte onu hiç umursamadan abime doğru ilerledim. “Abi, dedem nasıl?” Endişeli bir şekilde gözlerine bakarken abim başını iki yana salladı. “Bilmiyoruz İnci, birden yığıldı kaldı. Şimdi de acile aldılar.” Sıkıntılı bir şekilde konuşmasıyla birlikte iç geçirdim. Babamın bakışları üzerimdeyken onu umursamayarak elimi boynuma doğru götürdüm ve ovaladım.

Beklemek en zoruydu. İçeriden ne haber geleceğini bilememek, gelecek olan haberle neler yaşayacağını bilememek korkunçtu. Koridorda bir ileri bir geri yürürken babamın homurtusunu duydum. “Başımı döndürüyorsun.” Cümlesiyle göz devirip sakin olmak adına iç çektim. Ama babam sakin olmak istemiyordu belli ki. “Her ne kadar sana destek oluyormuş gibi görünse de çıkan haberlerden o da üzüldü. Adımızın böyle bir şeye karışmasına inanamıyorum. Başarılarımızın konuşulması gerekirken konuşulana bak.”

“Ben sebep oldum yani?” dedim dayanamayarak. Benim bir suçum yoktu. Bunu biliyordum ama babam her şeyde beni suçlamak için ant içmişti. “Her zaman yaptığın gibi beni suçlamak kolayına geliyor. Her şeyde olduğu gibi yine suçlu benim.” Babam sözlerimi umursamadığını belirten bir bakış atıp koridordaki sandalyeye oturduğunda ondan en uzak köşedeki duvara yaklaşarak sırtımı duvara yasladım. İçerideki dedem olmasaydı bir saniye bile şurada durmazdım.

Kollarımı göğsümde bağladıktan sonra başımı duvara yaslayıp babamın tam tersi yöne başımı çevirdiğimde gördüğüm yüzle kaşlarım çatıldı. Göz ucuyla abimle babama doğru baktığımda onların başka şeylerle ilgilendiğini anlayarak bakışlarımı tekrardan o tanıdık kahverengi gözlere çevirdim. Başımı neden gitmedin dercesine sallarken Boran ciddi bakışlarıyla dedemin yattığı odayı işaret etti. Şimdi bir sorun çıkmasın diye gelmiyordu ama merak ediyordu belli ki. Dedemle ikisinin arasındaki bağ bu kadar mı kıymetliydi?

Bakışlarım gözlerinde oyalanmaya devam ederken aniden kapıdan doktorun çıkmasıyla yaslandığım duvardan ayrılarak doktora doğru yaklaştım. “Babam iyi mi?” Babamın sorusuyla doktora telaş ve meraklı bir biçimde baktım.

“Değerlerinin kötü olduğunu biliyorsunuz, normalde istirahat etmesi gerekirken Sardun Bey işe gidip geliyordu. Bizi bu konuda dinlemiyordu. Şu an ki durumuna bakıldığında kanserin metastaz yaptığını söyleyebiliriz. Ne yazık ki ciğerleri bundan çok etkilenmiş. Nefes almakta zorlanıyor kendisi. Solunum makinesine bağladık. Yoğun bakıma alınması her açıdan daha iyi olacak gibi duruyor. Evde olmasındansa burada gözetimde olması şu an için en doğrusu.”

Doktorun her bir cümlesi kalbimi delip geçerken gözlerim dolmaya başladı. “İyi olacak mı?” Abim tereddütlü bir biçimde konuşurken aslında sorusunun cevabını buradaki herkes biliyordu. Ama bizdeki de bir umuttu. “Dua etmekten, ilaçlarla ağrılarını geçirmeye çalışmaktan başka elimizden gelen bir şey yok ne yazık ki.”

Bu cümle her şeyi açıklıyordu işte. Duadan kastı iyi olması için miydi yoksa daha fazla acı çekmemesi için bu dünyadan göçüp gitmesi miydi düşünmek ve cevabını bilmek insanı derinden yaralayan şeylerden biriydi.

“Görebilir miyiz peki?” Bahadır abi merakla doktora bakarken doktor bey onayladı. “Elbette, sırayla hepinizi alırız.”

Doktor geçmiş olsun dileklerini ileterek yanımızdan uzaklaşırken dedem de kısa süre sonra yoğun bakıma nasıl yapılmak üzere acil müdahale odasından çıkartıldı. Gerçekten çok bitkindi, rengi solmuştu. Sabah gördüğüm haline nazaran daha beterdi, geldiğim gün gördüğüm gibi değildi. Kötüydü. O güçlü halinden eser kalmamıştı. Zaten gördüğüme göre epey zayıflamıştı ama şimdiki hali bunu daha da göz önüne seriyordu.

Yoğun bakımda gerekli işlemlerin yapılmasının ardından ilk önce Egemen abim girmişti odaya. Ben, babam, Bahadır abi dışarıda bekliyorduk onu. Yaklaşık 15 dakika içeriden çıkmasını bekledikten sonra o çıktığında Bahadır abim girdi içeri. Muhtemelen sonra da babam girecekti. Onu da abim kadar bekledikten sonra çıktığında babam girmek için yöneldi. Ancak Bahadır abinin sözleri durdurdu onu. “İnci’yi istiyor.”

Babamın burnundan sert bir nefes verirken hızlı hamlelerle yoğun bakıma girmek için hazırlık odasına girdim. Bone, önlük, galoş, maske takarak içeri girdiğimde dedemin bitkince yatakta uzandığını gördüm. Burnuna ağzını da kaplayacak şekilde solunum maskesi takılmıştı. Kalp atışlarını göstermesi için belli kablolarla makineye bağlanmıştı ve bakıldığında manzara iç açıcı değildi. Kalp atışları yavaştı.

Yanına yaklaşırken gözlerinin kısıkça açık olduğunu gördüm. Beni gördüğünde gözlerini daha da aralamak için zorladı kendini. “Dede.” Diyerek elini tuttuğumda parmakları elimi güçsüzce kavradı. Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra elini burnunu ve ağzını kapatan maskeye götürerek ağzından indirdi. “Dede, çıkarma lütfen.” Diyerek tekrar takmak için elimi uzattığımda elimi tutarak beni durdurdu. “Onunla konuşmak zor.” Kısık sesiyle bana açıklama yaparken elimi geri çektim isteği üzerine.

“İncim” diye söz başladığında burnumun direği sızlamaya başladı. İsmimi dedem koymuştu benim, küçüklüğümden beridir de İncim diye severdi beni. Özellikle baş başa olduğumuz anlarda. “Güzel kızım. Bu hayatta sana iyi bir aile olamadık.” Zorlukla konuşurken başımı iki yana salladım. “Hayır, sen bana çok iyi bir aile oldun, sahip çıktın.”

“Sahip çıkmak yetmiyor İncim, sana mutluluğu bir türlü veremedim. Mutluluğu ailenden uzakta bulmayı seçtin.” Dedikten sonra öksürdüğünde dolan gözlerimden birkaç damla yaş aktı yanağıma doğru. “Sen bana babamın yapmadığını yaptın dede, gidişimin seninle hiç alakası yok. Ben her şeyi kendim seçtim. Sakın kendini suçlu hissetme lütfen.”

Dedem elimi sıkıca tutarken benim gibi dolu gözleriyle baktı gözlerime. “Sen kendi kendini yetiştirdin ve belki de bizim yetiştireceğimiz kadından daha güçlü oldun. Yüklerinle tek başına cebelleştin.” Dedi gurur duyarcasına. Ardından devam etti. “Ben bu hayattan göçüp gideceğim biliyorum ama arkamda senin gibi bir torun bırakıyorum bu içimi rahatlatıyor.”

“Öyle söyleme lütfen.” Diyerek burnumu çektim. İnsanın öleceğini kabullenmesi ne zor şeydi ne acıydı. “Öyle öyle.” Deyip kabullendiğini belirttikten sonra devam etti sözlerine. “İnci, omuzlarına yeni bir yük bırakacağım. Bunun için beni affet güzel kızım ama bu hayatta güvenebileceğim tek kişi sensin.”

Sözleri hafifçe kaşlarımı çatmama neden olurken ne olduğunu sorguladım kendi içimde. “Ona sahip çıkacağını biliyorum kızım, gözüm arkada değil o yüzden.” Dedem zorlukla sözlerine devam etmeye çalışırken tekrar öksürdü. Ama bu sefer ki sanki ciğerlerini parçalıyormuşçasına çıkıyordu. Maskesini takması için uğraşırken öksürüklerinin arasından konuşmaya çalıştı. “Kendine dikkat et, herkese güvenme.”

Kesik kesik söylediği şeyleri zor anlarken öksürükleri artmaya başladı. Maskesini taktığımızda rahatlarken elimi sıkıca tuttu ve gözlerime tamam mı dercesine baktı. “Elimden geleni yapacağım.” Diye onu rahatlatmaya çalışırken zihnim hala daha neyden bahsettiğindeydi. “İyi olacaksın dede.” Diyerek gözlerine bakarken aslında ikimizde buna inanmıyorduk. “Bu hayatta senin desteğin olmasa bir şeyler başaramazdım. Her şey senin sayende oldu, için rahat olsun. Burada bunları düşünme. Sen benim bu hayatta babam yerine koyduğum tek insansın.”

Sözlerimle yanağına doğru bir damla yaş akarken hızla elimi yüzüne götürerek yaşı temizledim. Aynı anda ağlıyorduk. “Ben şimdi gidiyorum ama kapının önündeyim tamam mı? Gitmeyeceğim buradan.” Dedem başını sallayarak beni onaylarken ellerimi ellerinden ayırdım. Son kez olacağını bilmeden gözlerine baktım uzun uzun ve ardından da odadan çıktım.

Odadan çıktığım anda tüm bakışlar beni bulduğunda kimsenin gözlerine bakmadım. Zira bakmakta istemiyordum. Üzerimdekileri çıkartıp çöpe attıktan sonra adımlarımı lavaboya doğru attım. Onların yanında ağlamak istemiyordum. Tuvaletten içeri girip el yıkama lavabosuna ellerimi yasladıktan sonra gözyaşlarımı serbest bıraktım. Vedalaşmak en kötüsüydü. Birinin öleceğini bile bile veda sözlerini dinlemenin tarifi yoktu.

Hele ki bu kişi çok sevdiğin biriyse. Öz babamdan daha çok babalık yapmıştı bana. Sahip çıkmıştı, soyadını vermişti, ismimi koymuştu, beni o yetiştirmişti. Aklım ermeye başladığı andan itibaren onun kanatlarının altındaydım ben ve şimdi o koruyucu kanatlar uçup gidiyordu.

Biraz sakinleştikten sonra elimi yüzümü temizleyerek tuvaletten çıktım. Kapıdan çıktığım anda Güney’i gördüğümde hiç beklemeden yanına yaklaşıp kollarımı boynuna sardım. Güney ellerini belime sararken bir nebze olsun daha iyi hissetmeye başlamıştım. Birine sarılmaya o kadar ihtiyacım vardı ki.

Bir süre sarılıp ayrılırken merakla mırıldandım. “Hastaneye gidiyoruz dedin, neredeydin?” İçeri girdiğim ilk an aklıma gelmemişti ancak şimdi aklıma geliyordu. Güney burukça baktı bana. “Dışarıdaydım. Babanlarla yüz göz olmak istemedim.” Anlayışla başımı sallarken bu sefer merakla bakan taraf Güney oldu. “Sen nasıl geldin, taksiyle mi?”

Bir an için ona doğruyu söyleyip söylememe konusunda tereddüde düştüm. Dışarıdaysa bizi görmüş olabilirdi ya da görmemişte olabilirdi. Yalan söylemek istemiyordum. O yüzden mırıldandım. “Boran getirdi.” Söylediğim cümleyle gözleri faltaşı gibi açılırken çıkıştı. “Kızım deli misiniz siz? Baban görürse daha beter olurdu her şey.”

“Ne yapayım Güney? Haberi verdiğinde ne yapacağımı bilemedim. Taksi bulmak için dışarı çıktığımda karşılaştık, söyleyince getirdi beni.” Diye kendimi savunmaya aldığımda Güney iç çekti. “Arabayı ben almasaydım böyle olmazdı, neyse. Kimse görmediyse sorun yok.”

Aynen öyle dercesine başımı sallarken yanımızdan koşturarak geçen doktorla ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Dedemin doktoruydu koşan. Dedemle ilgili olduğunu düşünüp onun peşinden telaşla bende koşarken aklıma kötü kötü düşünceler oluşmaya başladı. İçimden bir şey olmasın diye dua ederken doktor odadan içeri girdi. Abim ve babam telaşla yoğun bakım canımdan içeri bakarken bende baktım ve hiç görmek istemediğim o manzarayı gördüm.

Biraz önce dedemin yavaşlamış olan kalp atışlarını gösteren monitörde artık düz çizgi vardı. Hızla cama yaklaşırken doktorun kalp masajı yapmak için dedeme yöneldiğini gördüm. Ancak son görüşüm oydu. Çünkü hemşire odadaki camın perdesini çekerek görüş açımızı engellemişti. Perdeyle eş zamanlı olarak gözyaşlarım akarken elimi cama yasladım. Bu kadar çabuk gitmemeliydi.

Güney kolumdan tutarak beni sakinleştirmeye çalışsa da onun da elinin ayağının titrediğini hissediyordum. Böyle ne olacağını bilmeden beklemek o kadar zordu ki.

“Dedeme bir şey mi oldu?” Bahadır abinin panik sesiyle birlikte ona hiç bakmadım. Dedeme bir şey olması ihtimaline o kadar kapılmıştım ki burada olmadığını bile anlamamıştım. “Kalbi durdu, şimdi müdahale ediyorlar.” Abim titreyen sesiyle ona cevap verirken Bahadır abi mırıldandı. “Allah’ım yardım et.”

Dakikalar birbirini kovalarken dördümüzde hem meraklı hem gergin hem korkarak içeriden gelecek olan haberi bekliyorduk. Bu kadar uzun sürmesi normal miydi bilmiyordum ama kalbim sanki bir şeylerin yolunda olmadığını biliyormuşçasına ağrıyordu.

Birkaç dakika sonra odanın kapısının açılmasıyla birlikte hepimiz içeriden çıkan doktorun karşısına dikildik. Kimseden iyi mi, nasıl gibi bir soru çıkmıyordu çünkü doktorun bakışları zaten her şeyi anlatır nitelikteydi. Ama insan aksini duymak istiyordu yine de. Beklentiyle ona bakarken doktor hepimize teker teker bakarak içimizi yakacak olan cümlesini söyledi. “Başımız sağ olsun, Sardun beyi kaybettik.”

İşte şimdi her şey yeni başlıyordu…

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi?

‣‣‣ İlk sahneler hakkında ne düşünüyorsunuz, İnci’nin babasının, Sardun beyin tepkisi?

‣‣‣ Boran ve İnci sahnesi nasıldı? Hoşunuza gitti mi?

‣‣‣ Giray ve Fatih ile tanıştık, onları çok göreceğiz aklınızda bulunsun:)

‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sardun beyi kaybettik ne yazık ki. Sizce İnci’ye sana yük bıraktım derken kastettiği şey ne? Neler olacak bundan sonra?

‣‣‣ Bölümler için bir gün belirleyelim, hafta içi mi olsun yoksa hafta sonu mu? Saat kaç gibi? Bende ona göre yazmaya çalışayım. İstediğiniz günü yazıp belirtirseniz çok sevinirim.

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyor olacağım…

Bölüm : 27.02.2025 18:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...