🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen....
13.Bölüm
İnci Aral Demirhanlı’nın anlatımından,8
Gözlerimi usulca aralarken görüş açıma giren ilk şey kahverengi saçlardı. Nerede olduğumu sorgulamaya çalışırken dün gece gördüğüm kâbus sonrası Boran gitmesin diye elinden tuttuğum o an zihnime düştü. Elim benden bağımsız hareket etmişti ve Boran’ın eline doğru uzanmıştı. Mantığımla değil de kalbimle hareket etmiştim ve pişman değildim. O yanımda kaldığında ise gönül rahatlığı ile uykuya dalmıştım. Sanki Boran benim yerime kabuslarımla savaşacaktı. Mümkün değildi tabii ki ama öyle bir güven vermişti işte.4
Burnumun yakınında duran saçlarından erkeksi bir koku yayılırken gözlerimi kapattım istemsizce. Erkek parfümlerini her zaman sevmiştim. Ama Boran’ınki artık alıştığım ve bu kokuyu duyduğumda Boran burada diyebileceğim kadar zihnimde kendine bir yer bulmuştu. Gözlerimi usulca aralarken bu sefer bakışlarım hala daha birbirine kenetli duran ellerimize kaydı. Tüm gece birbirinden ayrılmamıştı.4
Boran muhtemelen uyurken başını yatağa yaslamıştı ancak bedeni hala yerdeydi. Onu zor bir duruma sokmuştum. Ben uyuduğumda gider diye düşünmüştüm ancak belli ki o da uyuyakalmıştı. İkimiz içinde zor bir gün olmuştu neticede.3
Dün kırmıştım onu, bunun bilincindeydim. Ancak o kırgınlığını bile yok sayıp yanımda durmuştu. Bazen haksızlık ediyordum, bunu kabul ediyordum. Ancak koşulsuz şartsız ona güvenmek de benim için zordu. Babam, öz babam bile hiç tanımadığım biri çıkarken daha 2 aydır tanıdığım adam hemen güvenemezdim. Evet hareketleri çok inceydi, bazen beni kendimden bile çok düşünüp yanımda oluyordu ama olmuyordu işte, içimde bir şeyler oturmuyordu. Herkese psikolog olan ben kendimi bu konuda iyileştiremiyordum.5
Uyandırıp yatağa yatmasını istemeyi düşündüm bir an için ancak uykusu dağılırsa belki uyuyamazdı. Kolumu kıpırdatıp avuç içinden avucumu çekmek istediğimde başını kımıldattı. Onu uyandırmanın mahcubiyetiyle dudaklarımı birbirine bastırırken başını hafifçe yataktan kaldırdı. Bakışları bana doğru döndüğünde uykulu halinin tatlılığı ister istemez küçük bir gülümseme oluşturdu yüzümde. Saçları dağılmıştı, gömleği kırışmış, yanağına yatağın izi çıkmıştı.
“Günaydın… Kusura bakma ben uyandırdım sanırım.” Derken Boran elini boynuna doğru götürüp ensesini ovalarken yüzünü buruşturdu hafifçe. Her tarafı tutulmuş olmalıydı. “Özür dilerim, benim yüzümden her tarafın tutuldu.” Yataktan doğrulurken bende kolumu ovaladım. Sürekli aynı pozisyonda tutmaktan benim dirseğimde tutulur gibi olmuştu. “Sorun yok, düzelir birazdan.” Boğuk bir sesle cevap verirken ekledi. “Tekrar kâbus görmedin değil mi? Ben sızmışım.7
“Hayır, görmedim. Hatta deliksiz uyudum.” Dediğimde Boran onayladı. Ardından oturduğu yerden ayağa kalkarken hafifçe yüzünü buruşturdu. O kuş tuğu yataklarda yatmaya alışıktı. Yerde yatmak kötü olmuştu onun için. “Sen duşa falan gir istersen, rahatlarsın. Bende bizim için kahvaltı hazırlayayım.” Derken bende yataktan kalktım.3
Merdivenlere doğru yönelerek indim ondan bir cevap beklemeden. İlk iş olarak elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa girdim. Dolapta ne var ne yok bilmiyordum ama her şeyi almışlardı bundan emindim. İlk önce ocağa çay suyu koydum. Bizim için küçük bir demlik yeterdi ancak dışarıdaki korumalar içinde demlesek iyi olurdu. Çünkü tüm gece uyumamışlardı ve eminim çay falanda içmemişlerdi, onları evdeyken sürekli çay içerken gördüğüm için sevdiklerini tahmin edebiliyordum. O yüzden dolapları kontrol edip büyük bir demlik bularak ona da su koyup ocağa koydum.3
Sonra buzdolabına ilerleyerek yumurtalıktan dört tane yumurta çıkardım. Boran ister haşlama ister omlet şeklinde olsun her türlü yumurta yiyordu kahvaltıda. Yumurtaları tabağa kırıp hazırladıktan sonra dolaptan domates ve salatalığı çıkartıp yıkadıktan sonra doğradım.1
Ardından çeşitli peynir çeşitlerini, kaşarları, zeytinleri çıkartarak kahvaltılık tabaklara koyduktan sonra gerekli işlemleri yaparak onları da hazırladım. Hazırladığım şeyleri tepsiye dizdim. Mutfakta masa yoktu, salondaki sehpada yerdik. Ben onları hazırlarken kaynayan sularla birlikte çayı demleyerek kahvaltıyı hazır ettim.
Tam o sırada çalınan kapıyla birlikte adımlarımı oraya doğru atarken Boran’ın sesini duydum. “Sen dur, ben açarım.” Ne zaman duştan çıkmıştı duymamıştım bile. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde üzerine beyaz bir tişört altına da gri bir eşofman giydiğini gördüm. Elinde havlu vardı, bir yandan saçını kuruluyor bir yandan da kapıya ilerliyordu.3
Onu onayladığım sırada kapıyı açtı. “İstediğin gibi fırından yeni çıkmış simitler abi.” Boran, Mert’in elinden poşeti aldıktan sonra konuştu. “Sağ ol aslanım.” Boran tam kapıyı kapatırken aklıma gelen şeyle kapıya doğru seslendim. “Mert, 5 dakikaya yanında biriyle gelsene.”3
“Tabii yenge.” Mert beni onaylarken Boran baş selamı verdi ve kapıyı kapattı. Elindeki poşetle bana doğru gelirken bense dolaptaki cam bardaklara uzanarak 10 kişilik bir çay servisi hazırladım. Küp şekeri de kaşıklarla birlikte tepsiye koyarken Boran anlamaz gözlerle bana baktı. “Onlar ne?”
“Çocuklara çay demledim, şimdi kahvaltı yaparken içerler belki.” Dediğimde Boran dudaklarını büzdü. “Çok şımartıyorsun, alışık değiller.” Küçük bir tebessümle ona doğru baktım. “En azından ben burada olduğum sürece buna alışabilirler.” Boran bir şey söylemeden hazırladığım tepsiye doğru baktı. Ardından nereye götüreceğimi anlamış gibi eline alarak salona ilerledi.3
Arkasından bakarken şaşırmadan edemedim. Açıkçası pek yardım edeceğini düşünmemiştim. Boran ise sanki her zaman yaptığı şeymiş gibi rahatlıkla tepsideki şeyleri sehpaya indiriyordu. Bakışlarımı ondan çekip omleti yapmaya koyuldum. O sırada çayların hazır olmasıyla birlikte Boran’a hitaben konuştum. “Mert içeri girip çaydanlığı alsın.” Dediğimde Boran’ın ani bir çıkışla reddettiğini işittim. “Ben veririm.”4
Bakışlarımı ona çevirirken hafifçe kaşlarım çatıldı. “Neden içimden bir ses ben olduğum için içeri girmelerini istemediğini söylüyor.” Çünkü biraz önce de kapıyı kendisi açmıştı. Ve doğal olarak böyle düşünmeye başlamıştım. “İçindeki ses doğruyu söylüyor.” Boran açık açık cevap verirken saçmalama dercesine gözlerine baktım. “Bakma bana öyle, bence seni pijamayla görmelerine hiç gerek yok.”8
Boran kestirip atarken bir şey söylemedim, pijama konusunda haklı sayılırdı. Önüme dönüp omleti pişirirken Boran çaydanlığı alarak kapıya ilerledi. “Fatih alın şunu, Mert’i çağır.” Diyerek çaydanlığı Fatih’e verdikten sonra hazırladığım bardak tepsisini de alıp Mert’e teslim etti. Bense o sırada tabaklarımıza omletleri yerleştirdim.
Boran kapıyı kapattığında mutfaktan çıkarak salona doğru ilerledim ve masaya tabaklarımızı yerleştirdim. Boran yere bizim için minder de koymuştu. Ben tabakları yerleştirirken o da çaylarımızı getirmişti. “Kusura bakmayın Boran bey, kuş sütü eksik kahvaltı masasından sonra burası biraz hoşunuza gitmeyebilir. Ancak elimizdeki imkanlar bu kadar.” Şakacı bir tavırla konuşup yerime otururken Boran’da karşıma geçip oturdu. “Kuş sütü eksik bir masada kahvaltı yapmak istesem seni alır dışarıda kahvaltıya götürürdüm. Bazen sadelik, uğraşılan tek bir şey bile insanı mutlu eder.”2
Gözlerime bakarak dile getirdiği cümlelerin ardından gözleriyle masadaki poşeti işaret etti. “Senin için.” Hevesle poşeti elime alıp içinden simitleri çıkartırken birini Boran’a uzattım. Sonra kendiminkini tabağa koyarken poşetin içindeki üçgen peynirleri de gördüm. Büyük bir gülümsemeyle Boran’a doğru baktığımda onun bakışlarının gülüşümde olduğunu gördüm. Bu bakış yutkunmama neden olurken Boran bakışlarını kaçırıp konuştu. “Seviyorsun diye.”3
“Seviyorum, teşekkür ederim.” Dediğimde gözlerime doğru baktı. Bu teşekkür konusunu daha önce dile getirmişti ancak ben vazgeçemiyordum.
“Dün gidersin diye düşünmüştüm, ev hazırdı.” Boran temkinli bir şekilde konuşup gözlerime bakarken çayından içti. Uyandığımda, kahvaltıyı hazırlarken dün öğrendiklerimi unutmuş gibi davranıp yok saymaya çalışmıştım daha doğrusu onu kırdığım aklımdaydı ama. Ben gerçekten ne tepki vereceğimi şaşırmıştım. “Türkiye’de kalmak istemiyorsan ona göre hazırlıklara başlarız.” Derken gözleri duyacağı cevaptan korkarcasına bana bakıyordu sanki. Bu bakışı ondan bu şekilde görmek garipti.3
Merakını gidermek adına cevap verdim kararlı bir ses tonuyla. “Hiçbir yere gitmiyorum Boran, buradayım.” Aldığı cevap onu rahatlatmış olacak ki derin bir nefes verdiğini gördüm. Çaktırmamaya çalışıyordu ancak yüz ifadesi gevşemişti. Ardından ekledim. “Dün fevri davrandım sözlerimde, kırdım seni biliyorum.” Deyip duraksadım.
Boran bakışlarını bakışlarım çekip tabağına çevirirken kırıldığını net bir şekilde gözler önüne seriyordu. “Adnan her ne kadar gözümde kötü bir baba da olsa bu kadarını düşünmedim ben Boran, hele ki senin baban evet beni sevmiyor olabilir ama siz dışarıdan örnek gösterilen bir aileyken ne işlere bulaşmış. Çok şaşkındım, üzgündüm, öfkeliydim. Hala daha öyleyim. Sana sormamalıydım öyle bir şeyi. Sen benim için çabalarken benden böyle şeyler duymayı hiç hak etmiyordun. Çok üzgünüm. Ama beni de anla lütfen, duyduklarım o kadar büyük şok yarattı ki ne tepki vereceğimi dahi bilemedim ben. Özür dilerim…”1
Samimiyetimi hissettirmek adına gözlerine doğru baktım. Cümlemin bitişiyle o da gözlerime doğru baktı. “Seni anladığım için buradayım zaten.” Dedi Boran bir çırpıda. Ardından ekledi. “Hiç kimse İnci, senden başka hiç kimse bana bu şekilde ithamlarda bulunamaz, çıkışamaz. Sonucunu bilir. Zaten senden ve ailemden başka kimse bu yüzümü göremez. Kızdım, evet. Ama sonra dedim ki İnci beni henüz tanımıyor ve tanımadığı adama bir anda güvenmesini beklemek salaklık olur.”3
“Öyle söyleme.” Dedim hızla. Boran başını salladı. “Öyle.”
Dudaklarımı birbirine bastırarak ona bakmaya devam ettim. Biliyordum zaten hiç kimsenin ona böyle bir şey diyemeyeceğini. Evlenmeden önceki halini hatırlıyordum da hiç çekilmezdi mesela. Ama aynı evin içine girdiğimizde onun savunma mekanizması olduğunu daha net anlamıştım.
“Ben sana güvenmeyi deniyorum.” Dedim gözlerini gözlerinden çekmeden. Ardından ekledim. “Burada rol yapmamıza gerek yok, birlikte kalmamıza gerek yok. Bana evi teklif ettiğinde giderdim ama ben sana güvenmek ve kalmak istiyorum.” Derken samimiydim. İstiyordum çünkü ve bunu daha önce de söylemiştim ben kalmak istemezsem kimse beni burada tutamazdı.4
Boran cümlelerim hoşuna gitmiş olacak ki gözlerindeki yumuşamayla baktı bana. Ona güvenmemi istiyordu, güvenmeye başlamıştım zaten. Zamanla belki daha fazlası olacaktı ya da böyle kalacaktı bilmiyordum ama başlangıcı yapmıştık. “Yani ne senden ne Türkiye’den gitmek gibi bir düşüncem yok şimdilik.”6
Cümlemle ondan bir şey bekledim ama suştu. Sanki içinde fırtına durmuş yerini usulca yağan bir yağmur gelmiş gibi bir dinginlik çöktü bakışlarına. Gözlerini benden kaçırmadan gözlerime baktı, dudaklarının kenarı kıvrıldı yavaşça. Daha büyük gülümsemesini ve gamzesini görmeyi istedim anlık olarak. Ancak bu düşüncenin üzerinde fazla durmadım çünkü Boran’ın rahatladığını hissetmek beni de rahatlatmıştı.4
Usulca başını sallarken mırıldandı. “Bunu duymak iyi geldi.” Dediğinde gülüşüm büyüdü. “Anlaştığımıza sevindim.” Dediğimde Boran karşılık verdi. “Bende…”1
Yemeğe dönerken kaçamak bir şekilde Boran’a bakmaya devam ettim. İçim rahatlamıştı en azından. Bana kırılmasını istemiyordum, kendimi açıklamıştım o da açıklamıştı ve sorun çözülmüştü. Kısa bir süre sessizlikten sonra Boran’ın sesini duydum.2
“Şirkette bildiklerini çaktırmaman lazım İnci. Bu iş sandığından daha tehlikeli. Dün öğrendin, her türlü pislikleri var. Müdahale etmeye sakın kalkma.” Keskin bir sesle beni uyarırken dudaklarımı yaladım. “Öyle hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğim, tamam. Ama bu adamlara dur diyemez miyiz? Çok kötü şeylerden bahsediyorsun, katil onlar.”1
Aslında sorunun cevabını biliyordum ama işte bir umuttu benimki de. Boran iç çekerek bana bakarken başımı tabağıma doğru eğdim. “Aldım ben cevabımı, anlaşıldı. Bilmiyormuş gibi davranacağım.” Dedikten sonra aklıma gelen şeyle birlikte konuştum. “Peki benim kaza yapmama neden olan onlardan biri olabilir mi?” dediğimde Boran başını iki yana salladı. “Pek sanmıyorum, genelde aynı tarafta olanlar birbirlerine bulaşmazlar. Düşmanı var desek seni değil, Egemen’i öldürmeye çalışırdı diye düşünüyorum.”
Cümlesiyle nutkum tutulur gibi oldu, çok kolay söylüyordu bunu. Bakışlarımdan afalladığımı anlamış olacak ki ekledi. “Bu konuyu burada kapatalım, sen öğrenmen gerekeni öğrendin. Gerisini kurcalamamalısın.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Sen peki? Sen kurcalamaya devam mı edeceksin?” dedim endişeli bir şekilde. Adamlar katil diyordu. Hiç beklemeden ekledim. “Ya sana bir şey yaparlarsa onları araştırdığını anlayıp, sende kurcalama.”4
Bir şey söylemeden gözlerime doğru baktı birkaç saniye. Ardından küçük bir tebessüm etti. “Endişelenme, bir şey olmaz bana.” Kendinden emin bir şekilde konuşurken beni rahatlatmış değildi. Endişelenirdim elbette. Adamlar katildi, kim olsa endişelenirdi.3
Ona doğru bakmaya devam ederken tabağındaki simitten küçük bir parça kopartıp üçgen peynirden de alarak bana doğru uzattığında afalladım. Şaşkınlıkla ona bakarken Boran içten bir sesle konuştu. “Konuşmaktan yiyemedin, hem sende bana yedirmiştin. Ödeşelim.” Mantıklı açıklamasıyla birlikte uzattığı simide doğru uzandım ve dudaklarımın arasına aldım. Elimle de alabilirdim ancak içimden gelen ilk şeyi yaparak bunu yapmayı tercih etmiştim.8
Dudaklarım eline değdiğine sesli yutkunuşu yaptığım hareketi sorgulamama neden olsa da Boran hiç çaktırmadan elini çekti. Gözlerini kaçırıp çayına uzanırken bende utanarak tabağıma döndüm. Aramızdaki bu çekim doğru değildi. Bu hareketler normal değildi. Neden sanki kırk yıldır onunlaymışım gibi böyle rahat hareket ediyordum? Bende kendimi anlayamıyordum ki, bir öyle bir böyle düşünüyordum. Bu normal değildi.1
Düşüncelerimle birlikte kahvaltıma devam ettim. Kısa süren kahvaltının ardından ben masayı toplarken Boran’da bana yardım etmeye koyulmuştu. O kahvaltılıkları buzdolabına yerleştirirken bende bulaşıkları gidermeye koyulmuştum ancak ara ara ona bakmaktan alıkoyamıyordum kendimi. Çünkü ondan beklenmeyecek hareketler yapıyordu.
“Hayırdır?” Bakışlarımız buluştuğunda tek gözünü kırpıp ne oldu manasında başını iki yana sallarken omuz silktim. “Bir şey yok, sadece tanıdığım adamdan çok farklısın şu an. Onu düşünüyordum. Yani hiç böyle yardım edecek bir tipte değilsin.” Deyip bardakları makineye yerleştirdim.
Boran kollarını göğsünde birleştirirken kalçasını hemen bulaşık makinesinin yanındaki tezgâha yasladı. “İnci Demirhanlı etkisi mi desek buna? Evde asla böyle bir şey yapmam, doğru. Çünkü bir ağırlığım var. Ama senin yanında Boran Demirhanlı değilim, sadece Boran’ım ve Boran, Boran Demirhanlı’nın yapmam dediği ne varsa yapar.”5
Gözlerini gözlerimden ayırmadan cümlelerini dile getirdiğinde bakışlarımı ondan çekip bulaşıkları yerleştirmeye devam ettim. “Bence birbirimize alışmamızın etkisi bu.” Kendi fikrimi dile getirirken Boran beni onayladı. “Belki de.” Dedikten sonra ekledi. “Bana alıştığını kabullenmen gerçekten sevindirici.”
“Hiçbir zaman inkâr etmedim.” Dedim hızla. Ben Boran’a alışmıştım ve bundan kaçmanın bir manası yoktu.5
Boran bir cevap vermezken yaslandığı yerden doğruldu. Bana doğru yaklaşırken ne yapmaya çalıştığını anlamayı çalışıp bir yandan da bulaşıkları yerleştirmeye devam ettim. Bedenini tam arkamda hissederken nefesimi tuttum. Tabağı elimde tutmaya devam edip hareket edemezken başımın yanından uzanan kolunu gördüm. Ben daha o hamlesini yeni kavrarken diğer elini başıma doğru uzatıp hafifçe geriye yani kendine doğru çekti. Böylece bedenim bedenine yaslanırken bu sefer nefesim boğazımda düğümlendi. Kalbimde ufak bir çırpıntı hissederken Boran dolabın kapağını açıp içinden bir bardak aldı. Sonra da sanki hiçbir temasta bulunmamış gibi rahatlıkla benden uzaklaştı ve tezgâhın diğer tarafında bulunan sürahiden bardağa su doldurup içmeye başladı.10
Üzerimdeki sersemliği atmaya çalışıp işime dönerken derin bir nefes verdim. Hızlı bir şekilde bulaşıkları yerleştirdikten sonra mutfaktan çıktım. Boran’da peşimden gelirken aklıma gelen fikirle birlikte ona doğru döndüm. “Biraz sahilde yürüyelim mi?”
“Olur.” Boran anında beni onaylarken mırıldandım. “O zaman ben üzerimi değiştireyim, iki dakika bekleteceğim seni.”
“Keyfine bak, ben dışarıdayım.” Diyerek kapıya yöneldiğinde onu onaylayarak üst kata çıktım. Dün benim için gelen çantadan siyah bir tayt ve rahat bir tişört giydikten sonra ayakkabılarımı bilerek giymeden aşağı indim. Zaten evden çıkıp azıcık taşlı yoldan yürüdükten sonra kumsal vardı.4
Saçlarıma elimle şekil verdikten sonra kapıyı açtığımda kapıda dikilen adamların bakışları aynı anda beni buldu. Boran yaslandığı yerden kapıyı açmamla birlikte doğrulurken bir adım atarak eşikten indim. Bakışları direkt çıplak ayaklarımı bulurken tek kaşını kaldırdı.
“Kumsal iki adımlık yerde.” Diyerek adımlarımı attığım anda vücudumun havalanması bir oldu. Gözlerim şaşkınlıktan aralanırken bağırdım. “Boran!” Kollarımı boynuna doğru sararken Boran gayet rahat bir tavırla mırıldandı. “İki adımlık yerde ayağına bir şeyler batabilir, bunu riske atamayız.”15
Adamlarının yanında yaptığı hareket utanmama neden olurken ona neden kızmadığım düştü aklımın bir kenarına. İlk günlerdeki İnci olsa çoktan tokadı yapıştırıp kucağından inerdi ama ben yapmıyordum. Artık kendimi aşmıştım resmen.
Boran gayet rahat bir şekilde taşlı yolda yürüdükten sonra kumsala ulaştığımızda yavaşça beni yere indirdi. Yönümü denize çevirip kokusunu içime çekerken gözlerimi kapattım. Hafiften esen rüzgâr açık olan saçlarımı tararken kollarımı iki yana açtım. Çok huzurlu hissediyordum. İlk başta Boran’a kızmıştım ama haklıydı, burayı sevmiştim. Bana daha şimdiden iyi gelmişti ve erkenden gidecek olmamıza üzülmeye başlamıştım.
Gözlerimi aralayıp ayaklarımın altındaki kumun yumuşaklığını hissederek yürümeye başladım. Sadece denizin dalgasının sesi duyuluyordu, onun dışında sessizlik hakimdi ama rahatsız edici değildi bu sessizlik, aksine rahatlatıcıydı.
Ben öndeydim, Boran bir adım arkamda sayılırdı. Sanki beni kendimle baş başa bırakmak istercesine sessizce yürüyordu arkamdan. Bu huyunu seviyordum, nerede durmasını bilen bir adamdı. Evden uzaklaşana kadar sessiz sessiz yürürken kendimi daha iyi hissediyordum. Sanki dün öğrendiğim şeyler yoktu zihnimde, boşalmıştı.
Evden uzaklaştığımızı anladığımda geriye döndüm. Yönümü o tarafa çevirirken aramızdaki sessizliği bozdum. “Yürümek iyi geldi. Konuşmadan, düşünmeden… sadece yürümek ve bu mavi sonsuzluğun keyfini çıkarmak. Gerçekten çok iyi geldi, haklıymışsın Boran.” Dedim beni getirmeden önce söylediği cümlelere hitaben.
Başını hafifçe eğerken mırıldandı. “Sana iyi geleceğini bildiğim her şey için elimden geleni yaparım.” Cümlesi öyle anlamlıydı ki benim için anlatamazdım. Gözlerine bakarken küçük bir tebessüm ettim. “Biliyorum…” O an başını kaldırıp bana baktı tekrardan. Belki de ilk defa ona karşı bu kadar açıktım. Benim için yapacaklarının sınırı olmadığını ailesini karşına aldığında anlamıştım, bunun nedenini bilmiyordum ama irdelediğimde alacağım cevabı hissediyordum.3
Daha fazla gözlerine bakmadan yürümeye devam ederken mırıldandım. “Her şey bu kadar huzurluyken… düşünmekten kaçıyorum ama içim karmakarışık biliyor musun? O karmaşıklık bazen huzurunda önüne geçiyor.” Belki de ilk defa biriyle konuşmak istiyordum. Çünkü konuştuğum kişinin beni dinleyeceğinden emindim.
“Bu yüzden yaşadığın huzuru da sorguluyorsun.” Dediğinde adımlarım duraksadı. Bazen içimi gördüğünü düşünüyordum. O da böyle düşündüğümü anlamış olacak ki sözlerine ekleme yaptı. “Sessizliğinde bile kelimelerin bağırıyor.” Kaşlarımı hafifçe çatarken güldüm. “Sessizlik bazen kelimelerden daha güvenilir geliyordur belki. Bazen insan açılmak istemez çünkü biri bakarsa, kırık yerlerini görür diye korkar.”
Sen benim kırık yerlerimi görüyorsun diyemedim ama o anlamıştı emindim. Çünkü şaşırtıcı bir şekilde tüm yaralarımı görüyordu kendisi.
“Gördüğüm şeyler beni korkutmuyor, seni sen yapan şeyleri görüyorum ben.” Sözlerinin ardından yutkunmadan edemedim. Sanki boğazımda düğümlenen kelimeleri yutmuştum bu yutkunuşla. “Sen böyle konuşunca… yani ben alışık değilim. Birinin beni böyle anlamasına alışık değilim.”4
Bana doğru bir adım daha atarak yaklaştı. Gözleri gözlerimdeyken bakışlarında dinginlik vardı. “Ben seni anlamaya çalışmıyorum, seni duyuyorum...” Cümlesi tam kalbimin ortasına yerleşirken duygularımda boğulduğumu hissettim. Ancak ne ondan uzaklaştım ne de gözlerimi kaçırdım. “Duyulmak… Tuhaf bir his.” Dedikten sonra başımı omzuma doğru eğdim. “Bazen anlatmadan anlaşılmak istiyor insan ama biri seni anladığında ise kaçmak istiyor bu kez. Garip bir döngü.”
İnsan derken kendimden bahsediyordum elbette ki. Boran’da bunu biliyordu. “Garip değil, belki korkutucu. Ama bu hisler seni zayıf yapmaz. Sadece insan yapar.” Sakin bir tonda, beni anladığını belirtirken dikkatle dinliyordum onu.1
“Ben zayıf olmak istemiyorum.” Dedim kararlı bir sesle. Konuyu kendi istediğim yere çekiyordum ve Boran’da buna dur demiyor, bana uyum sağlıyordu. Elimden geleni yapıyordum zayıf olmamak için ama bazen işe yaramıyordu. Güçlü görünmem gerekiyordu çünkü güçlü görünmek benim koruma mekanizmamdı. “Güçlü görünmek… belki insan kendini böyle koruyordur. Sen böyle yapmıyor musun?”
Gözlerine bakarken bir an duraksadı. Onun güçlü görüntüsünün ardında duran adamı artık tanımaya başlamıştım. O güçlü görüntüsü onun koruma mekanizmasıydı ve benim de. O yüzden sormuştum. Onu çözmem hoşuna gitmiş gibi yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “Güçlü olmanın tek yolu duvar örmek değildir, en azından sevdiklerine karşı.” İmalı cümlesi ile bir şey demeden yüzüne bakmaya devam ettim.1
Boran ekledi. “Bazen birine güvenmek, güvenebilmek de duvardan daha sağlam bir koruma sağlayabilir.” Bangır bangır bana güven diye bağıran cümlesiyle yutkundum. Güvenemezdim, daha doğrusu güven inşa etmeye başlamıştım belki ama devamını getirmek konusunda çekincelerim vardı. Ben en çok güvenmekten korkuyordum bu hayatta. Çünkü güvendiğim çok insandan kazık yemiştim. Boran belki onlardan biri olmayacaktı ama inanmak çok zordu buna.4
Bir adım geri çekilerek en güzel yaptığım şeyi yaparak kaçmak istedim. “Birine nasıl tekrar güvenilir… Öğrenmeye çalışıyorum.” Ona bakmadan tekrar yürümeye başlarken mırıldandım. Arkamdan geldiğini hissederken sesini duydum. “Sana bunu öğretmeye çalışmıyorum ben İnci, sadece yanında yürüyorum. Öğrenmene gerek olmasın diye.”
Bu adam gerçekten çok garipti. Neden benim bunca aydır kurduğum ezberimi bozmaya çalışıyordu? Neden bana bunu yapıyordu? Kendini bana bu kadar alıştırmamalıydı. Ona alışmamalıydım. Kendi içimde kurduğum o duvarları tekmeliyordu her bir sözüyle, davranışıyla. Korkarım ki o tekmeleri daha sert atmaya başlarsa o duvar yıkılacaktı ve ben o zaman ne yapacağımı bilmiyordum.
Eve doğru yaklaştığımızda Boran hala bir adım gerimdeydi. Dayanamayarak tekrar konuştum. Bugün çenem açılmıştı. “Denizi sever misin? Daha doğrusu yüzmeyi.” deyip kendimi düzeltirken Boran’a doğru baktım. Biraz önceki o derin konuşmanın etkisini üzerimden atmaya çalışıyordum. Boran’da buna uyum sağlayarak başını salladı. “Severim. Neden sordun?”
“Bana pek seviyormuşsun gibi gelmedi.” Dedim şakacı bir tavırla. Boran kaşlarını çatarken bakışlarımla kendisini işaret ettim. “Baksana uzak duruyorsun sudan.” Dediğimde eliyle kendisini işaret etti. “Ben mi? Asıl sen korkuyorsun bence sudan. Çıplak ayaksın ama kedi gibi sudan kaçarak yürüdün tüm yürüyüş boyunca.”
Beni kediye benzetmesiyle birlikte kaşlarım havalandı. “Kedi gibi?” dediğimde Boran başını salladı bilmiş bilmiş. Yüzüme sinsi bir tebessüm kondurarak suya eğildim ve elimi suya daldırarak Boran’a doğru su sıçrattım. Soğuk su tişörtüne temas ettiği anda irkilirken gözlerini kısarak bana doğru baktı. “Ciddi ciddi bunu yaptın yani.”7
“Evet…” Büyük bir özgüvenle kahkahama engel olamadan onayladım onu. Tepkisi komikti çünkü. Geriye doğru bir adım atarken Boran’ın birkaç hızlı adımda yanıma geldiğini görüp hızlanmaya çalıştım ancak çok geçti. Aniden belimden kavradığında bağırdım. “Boran! Sakın!”3
Ayaklarım yerden kesilirken kolayca kucakladı beni ve keyifli bir sesle cevap verdi. “Savaşı sen başlattın, sonuçlarına katlanacaksın.” Kollarında çırpınmaya çalıştım ancak nafileydi. Güçlü kollarından kurtulmak çok zordu. Denize girip adım adım ilerlerken ayaklarım suya temas ediyordu. Ciddi olmaya çalışarak konuştum. “Beni atarsan seni asla affetmem!” Aslında bunu söylerken bile gülüyordum.3
“Çok geç!” Boran’dan aldığım cevapla eş zamanlı olarak ikimizde serin suyla buluştuğumuzda çığlığım eşlik etti bu ana. Suyun soğukluğu tüm vücudumu sarıp geçerken gözlerimi kapattım. Belimdeki kollar suyun yüzeyine çıkmam için beni yönlendirirken denizden çıktım.
Ellerimle saçlarımı geriye atarken tuzlu sudan yanan gözlerimle karşımdaki adama baktım. Güzel bir gülümsemeyle bana bakarken gözlerinin içindeki pırıltıları gördüm. “İster affet ister affetme ama şu an o kadar tatlı görünüyorsun ki bunu görmek için aynısını tekrar yapardım.” Cümlesiyle birlikte sesli bir nefes verdim ancak dudaklarımdaki gülümsemeye de engel olamıyordum. “Seninle nasıl baş edeceğim ben acaba?”7
Yakınırcasına söylediğim cümle ile tek kaşını kaldırdı. “Hiçbir zaman kolay olacağını söylemeyeceğim ama senin için zor olanı başarmak daha kolay bence.” Belimdeki ellerini sıkılaştırırken bende kollarımı ensesine doğru doladım çekinmeden ve gözlerimi gözlerinde sabit tutmaya devam ettim. “Zor olanı hep sen seçiyorsun gibi geliyordu...” dedim bundan hoşlandığımı belirten bir tınıda.
Cümlemle birlikte tebessüm eder gibi yapsa da gözlerinden bir gölge geçtiğini gördüm. “Hayat bana kolay seçenekler sunmadı. Ama artık seçimlerimi bir başkasını düşünerek yapıyorum.”
“Başkası senin yaptığın seçimlerin ağırlığını taşır mı sence?” dedim biraz çekinerek. Başkasından kastının kim olduğunu anlamıştım zaten. İç çekti söylediğimle birlikte. “Ben onun yanındayım, bence taşımak ister. Çünkü öyle biri.” Dediğinde gözlerine bakmaya devam ettim. İlk defa bu kadar yakındık birbirimize, ilk defa o oyun olmadan belimi kavramıştı. Bende ilk defa onunla bu derece yakın temas ediyordum. Doğru değildi ama ilk kez doğru olup olmaması umurumda değildi. Çünkü ben onunla böyle konuşmayı sevmiştim.1
Birbirimize bakarken bu bakışmayı bölen Boran oldu. “Su soğuk, çıkalım hadi.” Derken elinin birini belimden çekti. Ardından evin önünde duran Fatih’e doğru bağırdı. “Fatih havlu getir!”6
Fatih birkaç dakika geçmeden havlu getirirken Boran bana doğru baktı. “Bir dakika bekle.” Ne olduğunu sorgularcasına ona bakarken kendisi denizden çıkıp Fatih’ten havluyu aldı ve kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Fatih onu onaylayıp hızlı adımlarla evin önüne giderken dikkatle onu izledim. Evin önüne ulaştığında anlamadığım tonda bir şeyler söylediğinde bize doğru dönük olan korumaların hepsi geriye doğru döndü.5
“Şimdi çıkabilirsin.” Bakışlarım Boran’a döndüğünde havluyu benim için açtığını gördüm. Denizden çıkıp ona doğru ilerlerken Boran mırıldandı. “Yanlış anlama sadece kıyafetlerin üzerine yapıştı doğal olarak ve rahatsız olacağını düşündüm.” Bir an için ince düşüncesiyle duraksadım. Üzerimde beyaz bir tişört vardı ve doğal olarak ıslandığım için üzerime yapışmıştı ve içim görünüyordu. “Teşekkür ederim.” Derken havluyu omuzlarımın üzerinden sardı. “Etme, olması gereken buydu.”2
Ardından kendi tişörtünün ense kısmından tutarak bir çırpıda üzerinden çıkardı. Yapılı vücudu yine gözlerimin önüne serilirken bu sefer bakışlarım belli olan karın kaslarında oyalandı. İstemsizce yutkunurken bakışlarımı gözlerine doğru çevirdim. “Spor yaptığını bilmiyordum.”5
“Vakit bulduğumda yapıyorum.” Dedi Boran. Ardından ekledi. “Bizim evin bodrumunda spor salonu var. Çoğunlukla sabahları erken kalkıp yapıyordum.” Dediğinde şaşırdım. Orada spor salonu olması bir yana erkenden kalkıp spor yaptığını görmemiştim bile. Boran’da bu şaşkınlığımı görüp cevap verdi. “Tabii senden önce bu böyleydi, seninle ezberlerim bozuldu.”
Seninle ezberlerim bozuldu… Ne kadar da benim düşüncelerime benzer bir cümle kurmuştu. Bugün birbirimize karşı çok açıktık.
"Sende bundan pek şikayetçi gibi durmuyorsun." Derken keyifliydim. Bir yandan havlunun uçlarını tutarken bir yandan da göz ucuyla Boran’a baktım. O da omuz silkti. "Değilim zaten." dedikten sonra eliyle evi işaret etti. "Hadi üşüyeceksin."1
Beklemeden eve doğru ilerledim. Kumsal bittiğinde aniden havalanmam ile irkildim. Boran üzerimdeki havluyu da sıkıca tutarken sitemle konuştum. "Şunu aniden yapmasana." Boran alayla gülerek yüzüme baktı. "Tamam bir dahakine haber veririm." Ardından gayet rahat bir şekilde evin basamaklarını çıktı ve kapıya doğru ilerledi. Kapının önünde beni bırakmasını beklerken Fatih’e kapıyı işaret etti. Fatih hızla kapıyı açarken beni indirmeden kapıdan içeri soktu.
"Buradan sonra kendim yürüyebilirim." desem de beni dinlemeyerek evin üst kata çıkan merdivenlerine yönelip birer birer çıktı. Üst katta yatağın bulunduğu kısmın hemen yanındaki kapının önünde dikkatli bir biçimde indirirken mırıldandı. "Bu da müessesemizin ikramı olsun."4
Söylediğine istemsizce gülerken Boran’da güldü. "Teşekkür ederiz efendim." dediğimde Boran elini ensesine attı ve bakışlarını benden çekerek mırıldandı. "O zaman ben aşağıdayım." Başımı sallayarak onu onayladığımda Boran odadan çıktı. Bende direkt olarak banyoya girdim.
Üzerimdekileri çıkartıp sepete attım. Boran’ınkilerle birlikte yıkardım. Sonra banyodaki dolabı açarak temiz bir havlu alarak duşa kabininin içine girdim. İşin kötü yani ne şampuanım ne duş jelim buradaydı. Mecburen Boran’ınkileri kullanacaktım. Duş başlığını ayarlayarak suyu açtığımda ılık su tüm bedenimden akıp gitmeye başladı. Gözlerimi kapatarak anın tadını çıkarmaya çalıştım. Su aktıkça bedenin gevşiyordu.4
Uzanarak Boran’ın şampuanından elime sıktım ve saçlarımı yıkamaya başladım. Bugün sabah tam burnumun ucunda olan saçlarının kokusu burnuma dolduğunda derin bir iç çektim. Aynı işlemi bir kere daha tekrarladıktan sonra lifle birlikte vücudumu yıkadım. Etraf aynı Boran gibi kokmaya başlamıştı. Duşumu almaya devam ederken biraz önce denizde yaşadığımız anlar gözümün önüne geldiğinde dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamadım. Biz yan yana geldiğimizde eğlenebiliyorduk, çok garipti ama durum buydu.
İşlerimi hallederek suyu kapattıktan sonra havluyla bedenimi sardım. Kıyafetlerimi almamıştım. Banyonun kapısını açarak dışarıya bir adım attığımda odadaki adamın varlığını gördüm. O da kapıyı açtığım için bana bakarken göz göze geldik. Onun burada olma ihtimali aklımın ucundan dahi geçmemişti.4
Kalbim anlık olarak hızlanırken bakışlarımı ondan çekmedim. Benim gibi duş almıştı ve gardırobun önünde sadece eşofmanıyla duruyordu. Muhtemelen kıyafetlerini unutmuştu benim gibi ve odaya da bunun için gelmişti. O da ben gibi şaşkındı, gözleri ıslak olan saçlarımda birkaç saniye oyalandıktan sonra sadece gözlerime odaklanarak yutkundu. “Kusura bakma, çıkacağını düşünemedim.”4
Bakışlarını vücudumun herhangi bir yerine değdirmeden benden çekti ve hızla gardıroba yönelip hâkî renkte bir tişört çıkardı. “Bende kıyafet almayı unutmuşum.” Sesim içime kaçmışçasına konuşurken bana doğru bakmadı tekrardan. Odadan çıkmak için yöneldiğinde adımları saniyelik olarak durdu. Yandan bana doğru baktı. “Benim gibi kokmuşsun...”1
“Ben… Kendi şampuanım olmadığı için.” Diye açıklama yaptığımda Boran onayladı. “Sevdim bunu, kokularımızın karışmasını...” Dediğinde kalbimin atışları daha da hızlandı. Başka bir şey söylemeden kaçarcasına odadan çıktı. Beni bu şekilde görmesi bir yana cümlesi vücudumun ateş gibi yanmasına neden olurken yutkunmadan edemedim arkasından. Elimi yüzüme bastırarak yanan yanaklarımın ateşini gidermeye çalıştım.6
Ardından hızlı bir şekilde bende kıyafetlerimi alıp tekrardan banyoya girdim ve üzerimi giyindim. Havluyla saçlarımın hafiften ıslaklığını aldıktan sonra merdivenlerden indim. Gözlerim Boran’ı ararken onu mutfaktan gelen sesini işittim. “Mutfaktayım.” Ona doğru döndüğümde tezgâha yaslanmış su içtiğini gördüm. “İster misin sende?” Bana doğru baktığında onayladım. Boran başka bir bardak alıp içine su doldurduktan sonra bana doğru yaklaşık suyu uzattı.
Sudan bir yudum içerek salona doğru ilerlerken Boran’da arkamdaydı. Yönümü deniz manzarasının göründüğü cama çevirip tam önüne giderken dikkatle baktım. Londra’dayken en özlediğim şeylerden birisi denizdi. “İstanbul’da olmanın en güzel avantajı deniz bence.” Dedikten sonra ekledim. “Uzun zamandır denize girmemiştim. Tabii pek girdim sayılmaz, zorla oldu.” Diye imalı bir şekilde Boran’a baktığında tek kaşını kaldırdı. “Kötü mü oldu, serinledik işte. Ayrıca ilk sen başlattın.”
Verdiği cevapla başımı iki yana sallarken bakışlarım camın hemen yanındaki çalışma masasının üzerinde bulunan çerçeveye takıldı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta bir kadın ve çocuk vardı. Uzanarak fotoğrafımı elime aldım. Önceden olsa çekinirdim ancak şimdi içimden geldiği gibi hareket ederken çekinmiyordum. Fotoğraftaki çocuk Boran’dı. Değişmişti ama yüz hatları benim diye bağırıyordu. Hemen yanında kolunu Boran’ın omzuna atıp onun hizasında duran, yüzünde çok güzel bir gülümsemeyle kameraya poz veren bir kadın vardı ve muhtemelen Boran’ın annesi Nergis hanımdı o da.
“Nergis Hanım, çok güzelmiş.” Kendimi engelleyemeyerek mırıldanırken Boran’ın derinden gelen sesini işittim. “Öyleydi.” Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde bana doğru değil de yere doğru baktığını gördüm. Boran’ın annesi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. İsmini bile yeni öğrenmiştim. Çerçeveyi yerine koyduktan sonra Boran’ın yanına doğru ilerleyip oturdum.
“Anneni çalışma masanın baş köşesine koyduğuna göre buraya çok sık geliyorsun.” Çıkarımımı dile getirdiğimde yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. “Annemle her baş başa kalmak istediğimde…” Herkes ondan korkuyordu, çekiniyordu, yüzlerce adama hükmediyordu ama annesi söz konusu olduğunda küçük bir erkek çocuğuna dönmüştü. Onu düşünmek bile gülümsemesine neden olmuştu. Anne, her yaşta insanın ihtiyaç duyduğu biriydi.
“Biliyor musun o fotoğraf bizim son fotoğrafımız.” Cümlesi içime otururken dudaklarımı birbirine bastırdım. Boran’a dikkatlice bakmaya devam ettiğimde burukça baktı bana doğru. “Liseye gidiyordum ben, kermes gibi bir şey vardı. Annemle katıldığım son etkinlik, onunla çekindiğim son fotoğraf… Sonra anılar kaldı işte bir de kesik kesik.” Derken iç çekti. Onu özlediği cümlelerinden de sesinden de çok belliydi, zaten kim özlemezdi ki? Kaldı ki annesini kaybettiğinde daha küçüktü.2
“Onu bana anlatmak ister misin? Bazen sevdiklerimizi anlatmak, onların yanımızda olduğunu hissettirir.” Psikolog kimliğimi işin içine katarak Boran’a doğru baktım. Belki de ilk defa onun hakkında bir şeyleri merak ediyordum ve ayrıca onu rahatlatmak istiyordum.
Cümlemle birlikte omuz silkti Boran. “Ne anlatayım ki… Anılar silik silik. Sadece bazı anlarda kokusunu anımsıyorum. Sesi de cümleleri de uçup gitti onunla.” Cümlesiyle içim sızlarken mırıldandım. “Beyin bize en çok ihtiyacımız olan şeyi sunar, belli ki sende annenin kokusuna çok düşkünsün. Zaten normal olan bu.”
“Onun acısını bile adam akıllı yaşayamadım ben. Güçlü olmak zorundaydım. Herkes bir şeyler bekledi benden. Cihan 14 yaşındaydı, Derin henüz 5 yaşındaydı. Onlar için güçlü durmam gerekiyordu. Sonra erkekler ağlamaz derdi dedem.” Alayla gülerek söylediği şeyle birlikte içimde bir şeyler kırıldı. Boran benim sandığımdan daha çok yük taşıyordu omuzunda.
Küçücük çocuğun annesinin acısını bile yaşayamaması çok acıydı. Dedesi gerçekten çok gaddardı. Peki o sırada babası ne yapıyordu? Boran neden o küçük yaşta sanki babaymış gibi kardeşleri için güçlü durmak zorundaydı? O da çocuktu, onun da annesi ölmüştü. Bana yaptıkları dışında Boran’ı bu kadar yalnız bıraktığı içinde Yavuz beyden nefret etmeye başlıyordum.1
“Çocukken birinin sarılıp ağla, geçecek demesine ihtiyacın vardı. Bunu o an alamadın belki…” dedikten sonra hiç çekinmeden eline doğru uzandım ve elimi elinin üzerine yasladım. Boran bu hamlemle bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerindeki acıyı görmemek imkansızdı ve tabii yaptığım hareketten kaynaklı afallamayı. “Ama şimdi buradasın, buradayız ve artık acını bastırmak zorunda değilsin. Ben buradayım. Anlatmak istediğinde dinlerim, eğer istemezsen sessizce yanında dururum.”
Bir psikolog olarak bunları söylüyordum belki ama işin içinde başka duygularda vardı. Boran benim her kötü anımda yanımdaydı. Düşecek gibi olduğumda beni ilk tutan o oluyordu. Önceden bir yastığa sarılıp ağlarken artık omuzunda ağladığım ve her seferinde kendim ayağa kalkmaya çabalarken beni ayağa kaldıran adamdı o. Hayat arkadaşıydık biz onun değimiyle. Ve bu böyle olduğu sürece bende ona aynı desteği verecektim.
“Biliyorum…” derken elinin üzerindeki elimi tuttu sıkıca. Puslu gözleriyle bana bakarken yutkundu. Bir şey söylemedi ama bakışları çok şey anlattı o an. Belki içinden çok cümle geçti de diline dökemedi. Ama ben anlamıştım, onun sessizliğine dokunmuştum bugün ve o bundan memnundu. Çünkü insan bazen konuşmak isterdi ama bunu kendi başlatamazdı. Boran böyle bir adamdı, ona sorulmadıkça içini açmazdı. Daha doğrusu herkese içini açmazdı ama bana açmıştı. Biz birbirimize içimizi açmıştık ve bu aramızdaki bağı daha da kuvvetlendiriyordu.
Elim elinde dururken aniden odanın içini dolduran zil sesi ile bakışlarım istemsizce sehpanın üzerinde duran telefona kaydı. Boran’ın telefonuydu çalan. Arayan kişinin ismini gördüğümde kaşlarım çatıldı aniden. Derya. Bilge bile beni sürekli aramıyordu ama ne hikmetse Derya Hanım hafta sonu bile arıyordu. Elimi Boran’ın elinden çekerken sırtımı kanepenin arkasına doğru yasladım.2
Boran bir anda ondan uzaklaşmama karşılık şaşırarak bana baktı. Birkaç saniye beni anlamaya çalışarak baktıktan sonra telefonuna uzandı. Oturduğu yerden ayağa kalkıp dışarı doğru ilerlerken arkasından onu izledim. Belli ki gizli bir şeyler konuşacaklardı. Neye bozulduğumu da anlamıyordum, belki de Boran ile onun hakkında ilk defa böyle konuşurken aramıza girmesine sinirlenmiştim.3
Boran’ın çıkmasıyla birlikte bende telefonumu alarak yengemin numarasını tuşladım. Dün ararım demiştim arayamamıştım. Telefon birkaç kere çaldıktan sonra açılırken yengemin sesini duydum. "Canım nasılsın?"
"İyi diyelim iyi olsun..." dedi sıkıntılı bir şekilde. Ardından ekledi. "Çok mahcubum İnci, sizinkiler bir sorun çıkardı mı?" Sesinden mahcubiyetini de, üzgün olduğunu da anlıyordum gayet net bir şekilde. "Evden ayrılmışsınız, aranızda sorun oldu değil mi? Boranla abin konuşmuş." Duyduğum cümleyle şaşırdığımda Boran’ın bana neden söylemediğini sorguladım kendi içimde.
Bunu yengeme çaktırmadan cevap verdim. "Sorun yok, merak etme. Asıl siz ne yaptınız?" babamı biraz tanıyorsam çok sıkıntı çıkarmıştı bundan emindim. "Oteldeyiz şimdi, evden ayrıldık biz İnci. Abinle baban siz gittikten sonra da kavga etti. Egemen'de rest çekti, apar topar çıktık evden."
Doğa yengemin cümleleri üzerimde kocaman bir şaşkınlık oluştururken ağzım açık kaldı. Abimin ilk defa babama rest çektiğini duyuyordum. Belli ki dünkü olay herkesin hayatını değiştirmişti. Serap hanım nasıl izin vermişti acaba buna? Çünkü o oğluna çok düşkündü.
"Keşke böyle olmasaydı." dedim hüzünle. Keşke her şey güzel olabilseydi. Böyle tatsızlıklar olmasaydı. "Bir yandan da iyi oldu, biliyorsun Serap Hanım her yaptığımıza karışıyordu. Bence böylesi daha iyi." Yengemin memnun sesini işittiğimde rahatladım. O memnunsa sorun yoktu.1
Tam konuşacağım sırada Göktuğ'un ağlama sesi kulaklarıma doldu. "Bizimki acıktı, sonra tekrar konuşuruz canım olur mu? Hem yeni evimize de bekleriz. Artık rahat rahat görüşürüz." dediğinde onayladım. "Görüşürüz yenge, bizde bekleriz." dediğimde yengem onayladı ve telefonu kapattı.
Telefonu sehpaya koyduktan sonra sırtımı kanepenin arkasına yaslayarak gözlerimi kapattım. Saat öğleden sonrayı çoktan geçmişti. Sahilde nereden baksan 2 saat geçirmiştik. Ne yalan söyleyeyim böyle hiçbir şey düşünmeden vakit geçirmek iyi gelmişti ama gerçeklerde ben buradayım dercesine kendini hatırlatıyordu. Adnan beyde, Yavuz beyde çok büyük işlere bulaşmışlardı. Bir insan neden böyle bir şey yapardı ki?
Kaldı ki aklımda daha bir sürü soru işareti vardı, bunlardan biri de abimin bilip bilmediğiydi. Biliyorsa da ne kadarını bildiğiydi ve tabii ki en önemli soru ne yapacağımızdı.
Evin kapısının açılmasıyla birlikte gözlerimi aralarken içeri giren Boran’ı gördüm. Bana doğru bakarken yüzündeki sıkıntılı ifadeyi gördüm. “Bir sorun mu var?” dediğimde başını iki yana salladı. “Küçük çaplı meseleler.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Derya Hanım hafta sonu bile arıyorsa sıkıntı büyük bence.” İstemsizce dudaklarımdan çıkan cümle ile Boran’ın kaşları çatılır gibi oldu. Ardından da dudaklarında küçük bir kıvrılma meydana geldi. “Ben alışkınımda senin için sıkıntı olmuş sanırım.”2
Ben alışkınım… Cümlesiyle kaşlarım havalanırken oturduğum yerden kalktım. “Sen alışkınsan benlik bir sorun yok.” Dedikten sonra mutfağa doğru ilerledim.
“Neden sorun olduğunu hissediyorum…” Boran muzip bir tavırla bana bakarken gözlerimi kıstım. Kalbimde hissettiğim kıpırtıları yüzüme yansıtmamak için mutfağa yönelerek tezgahtaki bardağa yöneldim ve mırıldandım. “Her hissin doğru değil demek ki.”1
Boran’ın arkamdan geldiğini işittiğimde ona doğru baktım göz ucuyla. Kalçasını tezgâha yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi. “Seni rahatsız eden nedir?” Açık açık sorduğu soru ile afalladım. Başımı iki yana salladım hızlıca. “Bir rahatsızlığım yok çok şükür.” Dediğimde Boran bana inanmadığını belli edercesine baktı suratıma.
Bense hızlıca başka bir konuya geçtim. “Akşama ne yiyelim?”
Boran bu kadar çabuk konuyu değiştirmeme şaşırıp afallarken gözlerini kırpıştırdı. Ardından gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken cevap verdi. “Sana sormadım ama mangal yaparız diye düşündüm. Tabii istersen başka şeyler de yapabiliriz.” Dediğinde hızla onayladım. “Olur, yapalım.” Severdim mangalı. Özellikle İstanbul’da binalarla iç içe yaşarken bunu yapmak zor olabiliyordu, illaki bu tarz yerlere gelmek gerekiyordu. Şimdi buraya gelmişken yapmak en iyisiydi.1
“Anlaştık.” Dedi Boran. Ardından ekledi. “Senin bir şey yapmana gerek yok, zaten hazır. Birkaç meze sipariş ettim.” Dediğinde dudaklarımı büzerek baktım ona doğru. “Mantar.” Dediğimde kaşlarını çattı ve anlamayarak bana baktı. Bense açıklamak adına tekrar konuştum. “Siparişlerin geldi mi? Gelmediyse mantarda sipariş eder misin? Mangalda olduğunda çok severim.”1
Nazik bir tonda isteğimi dile getirirken Boran cebinden direkt olarak telefonunu çıkarttı ve ekrandan bir numaraya tuşlayarak kulağına götürdü. Telefon açılmış olacak ki hızla karşısındakine hitaben konuştu. “Tuncay, marketten çıktın mı?” dedikten sonra karşı tarafı dinleyip tekrar konuştu. “Tamam, geri dön şimdi. Mantar alın.”2
“Ya çıktılarsa gerek yok.” Diye müdahale edecekken Boran sözümü kesti. “Bir kilo yeter mi?” dediğinde başımı salladım hızla. “Yeter yeter.” Boran beni onaylarcasına gözlerime bakarken telefondakine hitaben konuştu. “Tamam aslanım, getirirsiniz.” Telefonu kapattığında mahcupça baktım. “Keşke geri döndürmeseydin.”
Boran telefonu cebine koyarken bana doğru baktı. “Seviyormuşsun, bence bu dönmeleri için geçerli bir sebep.” Dediğinde gözlerine bakakaldım. Hayatımda böyle değerli hissettiğim anlar çok nadirdi gerçekten. Boran belki bunu çabasız yapıyordu ama yapıyordu işte. Gerçekten güzel düşünen bir adamdı.2
Birkaç saniye yüzüne bakıp kalırken hızla bakışlarımı kaçırdım. Dalmıştım resmen. “Çay içer miyiz?” dediğimde Boran sesli bir şekilde güldü. “İçelim bakalım.” Dünde aynısını yapmıştım, muhtemelen ne yapmaya çalıştığımı, kaçtığımı anlamıştı ama çaktırmıyordu.
Çay ısınana kadar mutfakta bekledikten sonra bardaklarımıza doldurduğumuz çaylarımızla dışarı çıkmaya karar vermiştik. Bu kadar güzel bir manzara varken burada oturmak olmazdı. Arka arkaya dışarı çıktığımızda kapının önünde bulunan sandalyeye oturduk yan yana. Fatihler o sırada evin bizim bulunduğumuz tarafından uzaklaşıp bizi baş başa bırakmışlardı.
“Aslında sana eksik anlattım.” Diye söze başlayan Boran ile çayımdan bir yudum içerek ona baktım. “Neyi?” Meraklı gözlerle onu süzerken Boran iç çekti. “Yarın şirkete gitmem gerekiyor.” Dediğinde şokla baktım ona doğru.
“Sen hiç dinlenmez misin?” diye sorgularken Boran sıkıntılı bir nefes verdi. “Normalde gitmeye hiç niyetim yoktu, özellikle de burada vakit geçirirken ama mecburum. Perşembe günü bir toplantım vardı, Londra’dan misafirlerim gelecekti. Gelemediler. Bugün gelmişler Türkiye’ye ve bir toplantı talep ediyorlar. Ben normalde hafta sonları da şirkete gidiyorum yani böyle durumlar normal benim için, Derya’da o yüzden toplantıyı okeylemiş. Bir ortaklık yapacağız, ön görüşme daha öncesinde yapılmıştı.”2
Yanlış anlamamdan korkarcasına tane tane açıklıyordu, bu benim için kıymetliydi ancak canımda sıkılmıştı. Ben burada 2 gün kalacağız diye üzülürken şimdi Boran yarından bahsediyordu. Gerçekten dinlenmek bize haramdı sanırım. Yine de ona zorluk çıkartmazdım, sonuçta nedeni belliydi.
“Madem hafta sonu da çalışıyorsun ben seni işinden etmeyeyim, git tabii ki.” Derken sesimi içten tutmaya özen gösterdim. Boran içine sinmediğini belirten bir ifade ile bana bakarken birkaç saniye duraksadı. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi konuştu. “Sende gelsene yarın, toplantı bir bilemedin iki saat sürer. Sonra evimizi seçeriz, eğer istersen sonrasında da birlikte bir yemek yeriz.”3
Beklenti dolu gözlerle bana bakarken tereddütle baktım gözlerine. Ben ne yapacaktım ki orada? Gerçi burada da sıkılma ihtimalim yüksekti. Tek başıma olmaya alışıktım normalde ama 2 aydır yanımda Boran olduğu için tek başıma olmak sıkıcı olabiliyordu. Şimdi onunlayken yarın böyle tek başına oturmak kulağa bak iyi gelmiyordu.
“Kuyruğunmuş gibi şirkete gelmem pek hoş olmaz sanki.” Dediğimde Boran kaşlarını çattı. “O ne demek? Kim karışıyormuş buna. Karımsın sen benim, kimse karışamaz.” Kararlı bir tonda dile getirdiği cümle ile birlikte omuz silktim. “Ne bileyim? Öyle düşündüm bir anda.”3
Cümlemle birlikte Boran başını omzuna doğru eğdi. “Kalacağın birkaç saat, kimsede bir şey diyemez.”
Beni ikna etmek için sarf ettiği çaba ile mırıldandım. “Yarın olduğunda düşünürüz bunu, daha önümüzde saatler var.” Dediğimde Boran itiraz kabul etmeyecek bir tonda karşılık verdi. “Düşünmeyelim, kabul edelim.”2
İstemsizce gülerken onayladım. “Tamam.” Boran onu onaylamamla birlikte rahatlamış bir şekilde sırtını sandalyenin arkasına yasladı ve çayından içti. Hala daha ona bakmaya devam ettim. Onunla bu şekilde oturup konuşmak gerçekten güzeldi ve umuyordum ki biz aramızdaki bu ilişkiyi hiçbir zaman bozmazdık….7
◔◔◔
Dün Boran ile konuştuğumuz gibi akşam yemeği olarak mangal yakmıştık. Daha doğrusu korumalar yakmıştı, biz biraz sefasını sürmüştük. Kumsala doğru bir masa kurulmuştu ve Boran ile birlikte orada yemiştik yemeğimizi. Tabii korumalarda arkamızda bir masada yemişlerdi. Her şeye rağmen çok güzel bir gece geçirmiştim.
Geç saatlere kadar birlikte oturmuş huzurlu bir gece geçirmiştik Boran ile. Sonra da eve girmiştik. Boran beni yukarı, kendi yatağına göndermişti uyumam için. Kendisi de salondaki kanepede yatacağını söylemişti. Üstelesem de kabul etmemişti ve en son kabul etmek durumunda kalmıştım.
Sabah yine el birliği ile kahvaltı hazırlamış ve sonra da sohbet eşliğinde hazırladıklarımızı yemiştik. Boran yine bana yardım etmişti toplarken. Şaşırtıyordu beni ama bu iyi bir şaşırtmaydı.
Sonra da dün bana teklif ettiği gibi şirkete gitmeye karar vermiştim onunla. İşi kısa sürecekti zaten, sonra dediği gibi evlere bakacaktık ve akşam yemeğini yiyip sonrasında buraya dönecektik. Şimdilik planımız bu şekildeydi.
Mutfakta işlerimiz bittiğinde ikimizde yukarı çıkmıştık hazırlanmak üzere. Boran gardırobundan beyaz bir gömlek ve siyah takım elbisesini çıkarttığında şaşırdım. Hazırlıklıydı. Belli ki sık sık geliyordu ve buradan doğru işe gidiyordu. Eşyalarını alıp odadan çıkarken bende bavuluma yöneldim. İçinde ne var ne yok diye bakarken siyah yırtmaçlı mini elbiseyi görerek çıkardım. En azından günü kurtarırdı. Siyah topuklu ayakkabılarımla şık bir görüntü oluştururdu, böylece gideceğimiz yemekte de şık olurdum.3
Üzerimi hızlıca giyindikten sonra saçlarımı tarayarak kendi haline bıraktım. Zaten düz olduğu için gayet düzgün duruyordu. Çok abartı olmayacak bir makyaj yaptıktan sonra topuklu ayakkabılarımı giyerek aşağı inmeye koyuldum. Eminim Boran çoktan hazırdı. Merdivenlerden inerken bakışlarım bakışlarımız buluştuğunda tahminimde yanılmadığımı anladım. Her zamanki gibi özenle hazırlanmıştı.
“Çıkabiliriz.” Dediğimde Boran onayladı. “Çıkalım.”
Kapıyı açıp ilk önce benim geçmemi sağlayıp kendisi de çıktıktan sonra kapattı. Bakışları direkt olarak kapıdaki adamlara kayarken konuştu. “Fatih ile Mert bizimle gelecek, siz burada kalın.” Adamlar onu onaylarken eliyle arabayı işaret etti bana doğru. Önden ilerlerken arkamdan geldiğini hissettim. Onun arkasından da Fatih geliyordu.
Araca ulaştığımızda Mert direkt olarak arka kapıyı açtı benim için. Normalde önde otururdum, neden arkayı açtı diye sorgularken Boran’ında diğer kapıdan arkaya oturduğunu gördüm. Anlaşılan o ki Mert ve Fatih bugün arabada da bize eşlik edeceklerdi. O yüzden fazla sorgulamadan arka koltuğa oturdum. Boran’ın anlattığı şeylerden sonra tehlikeyi daha yakında hisseder olmuştum.
Bizim oturmamızla birlikte Fatih şoför koltuğuna, Mert’te yanındaki yolcu koltuğuna geçtiğinde yolculuğumuz başladı. Camdan dışarı izlerken ara ara Boran’a gözüm takılıyordu camdaki yansımasından. Elindeki telefona bakıyordu dikkatli bir biçimde. Muhtemelen toplantı için hazırlık yapıyordu.
“Fatih, biz şirketteyken eve gidip kasadan evlerin anahtarını al. Şirketten sonra oraya gideceğiz.” Boran başını telefondan kaldırıp her zamanki emir verdiği tonda konuşurken Fatih onayladı. “Emredersin abi.”
Boran telefonunun ekranını kapatıp iç cebine koyduğunda aklıma gelen şeyle ona doğru baktım. “Pazartesi günü bizimle bir toplantı yapmak istemişsiniz, içeriği dedemle ayarlamıştınız ancak benim ne olduğuyla ilgili bir fikrim yok.” Açıkçası ortada ne bir belge vardı ne de bir evrak, o yüzden ne yaptıklarını anlayamamıştım. “Biliyorum, o yüzden toplantı organize ettim. Orada öğreneceksin. Zaten sen, ben, Necati bey, asistanın ve benim asistanım olur muhtemelen toplantıda.”
“Necati bey emekliye ayrıldı, onun yerine Murat gelir.” Dediğimde Boran hafifçe kaşlarını çattı. “Murat?” sorgularcasına bana bakarken cevap verdim. “Necati beyin oğlu.” Boran hala daha aynı şekilde suratıma bakarken mırıldandı. “Murat diye hitap ettiğine göre tanışıp kaynaştınız.” Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. “Çalışanlarıma ismiyle hitap etmemden doğal ne var ki? Sonuçta sende sekreterine ismiyle hitap ediyorsun. Ayrıca biz yaşıt sayılırız onunla, herkese bey-hanım dememe gerek yok diye düşünüyorum.”2
Boran iyi dercesine başını sallarken başını kendi tarafındaki camına çevirdi. Açıkçası beni böyle sorgulaması hoşuma gitmiyordu. Çünkü sorgulaması için bir sebep yoktu. O yüzden cümlemin bitişiyle dik dik baktım suratına. Ancak o bana bakmıyordu.1
Bense bu meseleyi uzatmayıp aklımdaki diğer soruyu yönelttim. "Aslında ben sana birkaç isim soracaktım." Derken telefonumu çıkardım ve Güney’in benim için araştırdığı isimleri bularak konuşmama devam ettim. “Ahmet Kardelen, Kürşat Baydan, Sezai Hatemoğlu. Bu isimler sana tanıdık geldi mi?"
"Sen nereden biliyorsun bu isimleri?" Ciddi bir şekilde bana döndüğünde cevap verdim. "Giderleri incelerken bulduğum isimsiz ibanlar o kişilere ait. Güney buldu. Üçüne de teker teker milyonlar ödenmiş şirketin kasasından."
Boran dikkatle beni dinledikten sonra eliyle sakallarını ovuşturdu. Böyle yaptığında düşünürdü genellikle. Sonrasında bana bakarak konuştu. "Ahmet Kardelen ve Kürşat Baydan kumar masasından muhtemelen. Babamdan biliyorum isimlerini. Ama diğer ismi bilmiyorum." dedikten sonra ön koltukta oturan Mert’e hitaben konuştu. "Mert, Ahmet Kardelen ve Kürşat Baydan’ın kumarla ilgisi olduğunu biliyoruz, gerçekten bu yüzden mi para aktarılmış öğren. Sonra da Sezai Hatemoğlu kimmiş, neymiş, hepsini araştır."
"Tabi abi." Mert onu onayladığında Boran bana doğru baktı tekrar. "İsimleri bulup babanın yüzüne söylesen seni dinlemeyecektir." haklıydı, dinlemezdi ama şirketin kasasından da kumar borcunu ödeyemezdi. Elimizde kanıt olursa dava açardım. "Murat ile konuşup bir yol izleriz, dava açılır muhtemelen." dediğimde yüzünden anlamsız bir ifade geçti. Bakışları hafiften sertleşirken onayladı. "Tamam, Murat ile konuşup karar verirsiniz."4
Neden böyle yapıyordu anlamıyordum gerçekten. Yandan profiline bakmaya devam ederken iç çektim. Azıcık yakınlaştık diyordum ama sonra bir hareketiyle sanki aramızdaki o kısacık mesafeyi açıp daha uzak bir mesafe koyuyordu. Bazen bilmediğim şeyler yüzünden sinirleniyordu, sonra yanlış yaptığını anlayıp yumuşuyordu. Gerçekten onu anlamakta zorlanıyordum.1
Dakikalar sonra araç Demirhanlı Holdingin önünde durduğunda Mert ve Fatih kapımızı açtılar aynı anda. Yan yana merdivenlerden çıkarken kendimi garip hissediyordum. Haftalar önce şu merdivenlerden Boran’ın zoru ile çıkıp onun odasına gitmiştim ve sonra da hayatımı değiştirecek olan o teklifi almıştım. O gün bu kapıdan İnci Aral olarak girmiştim ve şimdi Boran’ın karısı olarak giriyordum.
Şirketten içeri girip asansöre doğru ilerledik. Bulunduğumuz kattaki asansöre bindiğimizde dayanamayarak konuştum. “Bu tavrının sebebi nedir?” Belki de ilk defa onu sorgularken bakışlarını bana çevirdi. “Tavır yapmıyorum.” Düz bir şekilde söylediği şeyle hafifçe kaşlarımı çattım. “Yapıyorsun.” Dedim üzerine bastırarak. Ardından ekledim. “Murat’a birden neden taktın bu kadar anlamadım ben. Adam şirketin avukatı.”
“Herkese bey, hanım şeklinde hitap ederken bu adama birden Murat demen dikkatimi çekmiştir belki. Çünkü sen öyle herkesle kolay kolay samimiyet kurmazsın İnci.” Açıklaması kafamı karıştırırken göz ucuyla ona baktım. “Sana da direkt isminle hitap etmiştim.” O günleri hatırlatmak istercesine konuşurken gözlerime baktı. “Ben herkes miyim?” dediğinde başımı salladım. Bu hareketim kaşlarını çatmasına neden olurken araya girdim. “O zaman herkes gibiydin, şimdi değilsin.”
“Sağ ol, içim rahatladı.” Alaylı bir tonda karşılık verdikten sonra ekledi. “Boş ver Murat’ı.”1
“İyi boş veriyorum.” Dedim istediğini yaparak. Ardından ekledim. “O zaman abimle aranızı ne zaman düzelttiğinden bahsedebilirsin.” Dediğimde sen nereden biliyorsun dercesine bana baktı. Bense tek kaşımı kaldırdım. “Bana neden söylemedin? Yengem söylemese haberim dahi olmayacak, bir şeyleri saklaman gerçekten canımı sıkıyor.” Açık açık duygularımdan bahsederken Boran dudaklarını yalayarak cevap verdi. “Saklamak gibi bir amacım yoktu, fırsat olmadı. Dün gece konuştuk ve sen uyumuştun ben geldiğimde. Sonra da konunun yeri gelmedi.”
“Tamam ama mümkünse bir daha konunun yerinin gelmesini bekleme lütfen. Aramızda güzel bir bağ kurmuşken gizlediklerin yüzünden aramızın bozulmasını istemiyorum Boran. Her şeyi benimle açık açık konuş, anlat. Çünkü ben sonradan öğrendiğimde kırılırım ve kırıldığımda nasıl davrandığımı görmek istemezsin.” Söylediklerimin abimle konuşmasıyla alakası yoktu, sadece genel bir uyarıydı benimkisi.
Boran cümlemle gözlerimin içine bakıp yutkundu. “Senden bir şey gizlemiyorum, sadece zamanının gelmesini beliyorum çoğunlukla.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “Bekleme, senden değil de başkasından öğrenirsem zamanın bir önemi olmaz emin ol. Çünkü ben öğrendiğim her şeyi seninle paylaşıyorum, sana danışıyorum. Aynı şeyi senden de bekliyorum, yanlış anlama beni ve ailemi ilgilendiren şeylerden bahsediyorum. Diğerleri senin bileceğin şeyler.”
“Anlaşıldı İnci Hanım, uyarınız alınmıştır.” İçten bir tonda beni onaylarken küçük bir tebessüm ettim. “Sevindim, Boran bey.”
Asansör Boran’ın odasının olduğu kata ulaştığında arkalı önlü asansörden indik. Temkinli adımlarla ilerlerken Boran hemen yanımdaydı. Odaya ulaştığımızda Boran kapıyı açtı. Önden geçmem için bana yol verdiğinde odadaki kadını gördük. Derya toplantı masasını ayarlıyordu. Kapının açılması ile bakışları bizi bulurken beni gördüğüne şaşırdı. Bende onu gördüğüme şaşırmıştım. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve açık olan düğmeleri göğüs dekoltesi oluşturmuştu. Mini eteği ile de şık bir kombin yapmıştı ancak bir toplantı için fazla özenmişti hatta fazla abartmıştı diyebilirdim. En azından ben böyle düşünüyordum.4
“Hoş geldiniz Boran Bey.” Deyip bakışlarını Boran’dan bana çevirdi. “İnci Hanım?” Sorgular bir biçimde bana bakarken küçük bir tebessüm ettim. “Hoş bulduk Derya, nasılsın?” Kapıdan girerken Boran’da benim arkamdan girdi. Derya ona sorduğum soruyla saygı çerçevesinde cevap verdi. “İyiyim İnci hanım, sağ olun. Siz nasılsınız?”
“İyiyim bende, teşekkür ederim.” Dediğimde Boran onu pek fazla takmayarak ilgisini bana doğru verdi. “Güzelim, sen benim koltuğuma geç. Rahat rahat orada otur.” İçten ve nazik bir dille bana hitaben konuştuktan sonra otoriter bir şekilde Derya’ya döndü. “Derya, sende İnci’ye dekorasyon dergilerinden getir.” Derken göz ucuyla bana baktı. “Evimiz için seçimlerin daha kolay olur böylece.”
“Tabii, hemen getiriyorum.” Derya odadan çıkarken Boran ilgisini tekrar bana yöneltti. “Özel tasarım yaptırırız istersen, iç mimar arkadaşlarım var.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “O kadarına gerek yok bence, hem ortak yaşayacağız neden ben seçiyorum?” dediğimde Boran keyifle sırıttı. “Yuvayı dişi kuş yapar neticede.”2
Cümlesi ile istemsizce bende güldüm. Uzun zamandır böyle şakalar yapmıyordu.
“Hah gelmişsin şükür Boran, bizde nerede kaldı diyorduk.” Giray’ın keyifli bir şekilde içeri girişiyle birlikte bakışlarının beni bulması bir oldu. “Ooo yengemde buradaymış.” Bana doğru geldiğinde yanaklarımızı değdirerek selamlaştık. “Uzun zaman olmuştu yenge, ne iyi yapmışsın gelmekle. Özlemişim.”2
Giray’ın hemen ardından Korkut’ta içeri girdiğinde ekip tamamlanmıştı. “Hoş geldin İnci.” Korkut ile de tokalaşıp Giray gibi selamlaşırken cevap verdim. “Hoş buldum.”1
“Kocamı yalnız bırakmayayım mı dedin?” Giray imalı imalı bana bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Boran ise araya girdi. “Zevzek zevzek konuşma Giray.” Dediğinde Giray omuz silkti. “Bir şey demedim. Hem duyduğuma göre evi terk etmişsiniz.” Nereden bildiğini sorgularken Boran’da söylememiş olacak ki aklımdan geçeni diline döktü. “Sen nereden biliyorsun?”2
“Zümra sultan aradı dün, Boran’dan haberin var mı dedi.” Giray’ın cümlesinden sonra Korkut Boran’a doğru baktı. “Sen evi bıraktığına göre sorun büyük.” Korkut’ta Giray’da merakla Boran’a bakarken Boran kararlı bir tonda karşılık verdi. “Belki de ilk başta yapmam gerekiyordu bunu.”
“Aslında biraz benim yüzümden, sen bu ev konusunda emin misin Boran?” dedim kararsız bir tonda. Çünkü içim rahat etmiyordu. Boran bunca zaman evini, yuvasını bırakmamıştı. Şimdi benim yüzümden bırakıyordu. Evet bu gerçekten benim açımdan bakıldığında çok güzeldi ancak daha sonra pişman olmasını hiç istemiyordum.
Boran cümlemle birlikte yüzünü sıvazlarken sıkıntılı bir nefes verdi dudaklarının arasından. “İnci, yine mi aynı konu güzelim?” Hitabıyla birlikte afallarken yutkunamadım. Her an yanında birileri olduğu için, rol yaptığını düşünmüştüm ancak şu an durum bunun tam tersi olduğunu gösteriyordu. İçinden gelerek söylüyordu bunu…3
“Bak, evet evden ayrıldım. Daha önce ayrılmamıştım çünkü ayrılmamı gerektirecek bir şey olmamıştı çünkü ben eve sadece uyumak için gidiyordum. Ama şimdi her şey farklı ve ben bunu sana daha önce de söylemiştim, senin saygı görmediğin yerde benim bir işim olamaz.” Tane tane kendini açıklarken bıktığını sesinden anlıyordum. “Belki de artık kendi yuvamı kurmamın zamanı geldi, anladın mı? O yüzden benim yüzümden diye düşünüp kendini suçlama daha fazla.”
Belki de artık kendi yuvamı kurmamın zamanı geldi…2
Cümlesinin manası açıktı. Hem de çok açıktı. Çabası da bu yüzdendi. Her şeye özeniyordu, her şeyin benim istediğim gibi olmasını istiyordu. Benimle kuracağı yuvadan bahsediyordu. Benimle yuva kurmaktan bahsediyordu. Alışıyordu bana, en kötüsü bende alışmaya başlamıştım. Şimdi arkadaşlarının yanında yüzüme açık açık bunu söylüyordu canından bezmiş gibi.
“Misafirleriniz geldi Boran Bey.” Boran bakışlarını benden çekip Derya’ya çevirdiğinde yutkundum.
Misafirler içeri girerken kendimi toparladım. İlk önce Boran olmak üzere sırayla herkesle tokalaşırlarken en son sıra bana geldi. Boran İngilizce bir şekilde benim eşi olduğumdan ve Aral Holding’in yönetim kurulu oluşumdan bahsederken bende destek vermiştim. Sonra onlar toplantı masasına geçerken bende Boran’ın koltuğuna geçip oturmuştum ve Derya’nın getirdiği dergileri incelemeye başlamıştım.
Daha doğrusu ise dergiye bakarken kendi düşüncelerimden kaybolmuştum. Cümlesi içimde bir şeyleri çözmüştü ama huzurlu bir şey değildi, daha çok korkuydu açığa çıkan şey. Bu kadar hızlı olamazdı hiçbir şey. Olmamalıydı. Birbirimize bu kadar çabuk alışmamalıydık. Sonunu bile bile bir yola çıkmıştık biz ve şimdi onun sözleri… İçimde hissettiğim şeyler tanıdık değildi ve ben tanıdık olmadığım bu hislerden korkuyordum.
Duvarlarım vardı benim, kendimi korumak için kurduğum duvarlar… Boran onları zorluyordu ama yıkamazdı. Çünkü ben kendimi korumak zorundaydım. Ama biliyordum ki ben kendimi koruyamasam bile o korurdu. İçimdeki bu güvene tutunuyordum bazı zaman ama o güveninde yerle yeksan olma ihtimali çok yüksekti. Çünkü hep öyle olmuştu, öyle de olacaktı. Zihnim bundan farklı bir şey düşünmüyordu.
Dergiyi okurken yanıma Derya’nın gelip masaya sütlü kahve bırakmasıyla birlikte düşüncelerimden sıyrıldım. Ona teşekkür ederken bakışlarım Boran’a kaydı. O söylemişti muhtemelen çünkü ben söylememiştim. Ciddi bir şekilde toplantısını yapıyordu, iyi ki de bana bakmıyordu çünkü bana baktığı an bakışlarımı kaçıracaktım. Onu izlerken düşüncelerime odaklanmamaya çalıştım…
*****
Boran’ın söylediği gibi toplantı yaklaşık bir buçuk saat sürmüştü ve sonunda imzalar atılmıştı. Toplantı yaptığı şirket bir sonraki ay İstanbul'da bir davet organize edeceklerini söylemişler ve bizi de davet etmişlerdi. Onların gidişiyle birlikte bizde çıkmıştık.
Fatih ,Boran’ın söylediği gibi anahtarları alıp gelmişti ve evlere bakmaya başlamıştık. İlk gittiğimiz ev bir villaydı. Güzeldi ama mutfağı pek içime sinmemişti. Boran bunu anlayarak başka bir eve bakalım demişti. Evlerin hepsi şirketlerimize yakındı, iyi olan kısmı buydu. İkinci olarak triplex bir eve bakmıştık.2
Giriş ikinci kattandı yani alt kat boşa çıkıyor gibiydi. Boran diğer evde spor salonu var deyince bu evi gördüğüm ilk an orayı spor yapabileceği bir alana dönüştürmeyi teklif etmiştim. O da onu düşünmene sevinip benim için uygunsa olabileceğini söylemişti. En üstte üç tane yatak odası vardı, biri benim biri onun olacaktı. Kalanı da misafir odasıydı ve tabi bir de teras.
Giriş katında ise mutfak, salon ve boş bir oda daha vardı. Bir de balkonu. Bahçesi epey büyüktü. Kısmi olarak yeşillikler, çiçekler vardı ama asıl arka cephede büyük bir havuz vardı. Nereden bakarsan bak büyük bir evdi. Ben Londra’da küçük bir apartmanda yaşamaya alışıktım ancak Boran büyük bir evde yaşamıştı bunca yıl ve onun için burada rahat etmesi daha kolaydı.
Odalardan birini çalışma odası yapacaktık, kalanı da o şekilde kalırdı büyük ihtimalle. Ancak benim en çok hoşuma giden mutfağı olmuştu. Eve bir hizmetli almayı düşünmüyordum. Belki temizlik için birileri gelirdi ancak yemekleri ben hallederdim.
Ev için karar kıldığımızda Boran boğazda bir restoranda getirmişti beni. Denizi net bir şekilde görebileceğimiz bir masadaydık. Boran sık sık geliyor olacak ki çalışanlar onu tanıyordu. Birer kırmızı şarap söylemiştik. Önümüzdeki yemeği yerken kaçamak bakışlarımız birbirindeydi.
"Odalardan birini Derin için hazırlarız. Gelip kalır." dediğimde Boran belli belirsiz başını salladı. "O geldiğinde aynı odada kalmak zorunda kalırız çünkü kendisi biraz meraklıdır. O yüzden benim odama bir kanepe alalım." Dediğinde gülümser gibi oldum. Bence her kardeş biraz meraklı olurdu, sorun yoktu. “Olur, alırız.”
"Baktığın dergideki oturma gruplarından işaretlemişsin. Derya'ya söyledim onların siparişini verecek." Başımı sallayarak onu onayladığımda Boran şarabını alarak bana doğru uzattı. "Evimize." Dediğinde buruk ama küçük bir tebessüm ettim. Evimiz… Yuvamız…
Birkaç küçük yudum içerken Boran’ın bakışları hala üzerimdeydi. Kaçamak bakışlarla ona bakarken sesini duydum. "Aklında ne var?" Şaşkınca ona bakarken omuz silktim. "Bir şey yok." dediğimde Boran gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Seni çok iyi tanıyorum İnci, aklında şu andan başka bir şey var. Ne düşünüyorsun?"1
"Hiç. Sadece nasıl olacak onu düşünüyordum. Ne yapacağız falan diye." Kaçamak bir şekilde bir şeyler söylerken Boran sırtını sandalyesine yasladı. "Aynı evin içinde sadece ikimiz olacağız diye senden beklentilerim değişmedi İnci. Kafana bunu takıyorsan takma. İkimizde daha rahat edeceğiz emin ol, taklit yapmak zorunda kalmayacağız."
Sanki bunları içinden gelmeyerek söylüyordu. Bakışları umursamaz bakıyordu, cümleleri bu umursamazlığı doğrular cinstendi. Ama kalbinden gelmiyor gibiydi. Bunu bilecek kadar tanıyordum artık onu. Ama bunu umursamayacak kadar da korkuyordum. Korkularım bana kaçacak cesareti veriyordu ve ben hem kendimden hem de karşımdakini anlamaktan kaçıyordum, her şey bundan ibaretti. Düşüncelerimde, memnuniyetsizliğimde bundandı.
"O zaman sevmediğim bir sebze var mı?" Konuyu aniden değiştirdiğimde afalladı. Kaşlarını belli belirsiz çattı. "Ne?" dediğinde başımı omzuma doğru eğdim. "E akşam yemeklerini ben hazırlayacağım ya. Ona göre bir şeyler hazırlarım." dediğimde Boran cevap verdi. "Birini ayarlarız o yapar."
Başımı iki yana salladım hızla. "Ben evimde birilerinin olmasını sevmem. Ayrıca yemek yapmayı seviyorum." dediğimde gözlerime bakmaya devam etti bende açıklama yaptım. "Sizin ev ve bizim ev hariç. Oralarda misafirdim. O yüzden ben yapmak istiyorum. Ama eğer sen ben senin yaptıklarını yemem diyorsan o başka." Trip atarcasına söylediğim cümle ile Boran güldü.
"Henüz karar verecek kadar tatmadık İnci hanım." Şakavari bir biçimde bana bakarken dudaklarım istemsizce iki yana kırıldı. "Daha tadarsınız Boran Bey, hiç merak etmeyin." Gözlerimi gözlerinden ayırmazken Boran'da benim gibi gülümsedi.1
Birbirimize baktığımızda gülüşümüze engel olamıyorduk. Evet kafa karışıklığım vardı, bazı şeyler zihnimi kurcalıyordu. Kalbim ve mantığım farklı tellerdeydi. Ama bildiğim bir şey vardı o da Boran’a alıştığımdı. Ben onun varlığına çok alışmıştım ve aramızdaki bu oyun bittiğinde belli ki yokluğuna alışmak zor olacaktı…4
Bölüm Sonu
‣‣‣ Umarım bölümü severek okumuşsunuzdur…10
‣‣‣ Boran ve İnci sahneleri nasıldı? Hep Boran, İnci’ye destek oluyordu. Bu sefer biraz Boran’ın da hayatına giriş yaptık ve İnci ona destek olmaya çalıştı:)9
‣‣‣ Artık evimize geçiş yapıyoruz, sizce neler bekliyor bizi orada?5
‣‣‣ Diğer bölümlerden beklentileriniz neler, istediğiniz sahneler var mı? Ya da tahminleriniz?9
‣‣‣Arkadaşlar sormak istediğim bir şey var, bölüm saatinden memnun musunuz? Eğer memnun değilseniz hangi saatte sizin için uygun olur, daha mı erkene çekelim ya da daha geç bir saat mi olsun belirtirseniz sevinirim.8
‣‣‣ Bir de söylemeden geçemeyeceğim, İnci’yi hep mesleğinden vuruyorsunuz bunu yorumlarınızdan görüyorum. Psikolog olması kendini bu şekilde yönlendireceği anlamına gelmez ki bu psikoloji denen şey insanın kendisinin iyileştireceği bir şey değil. Kaldı ki yaptığı meslekle yaşadığı hayat çok farklı arkadaşlar. İnci psikolog olmasa eczacı olsa mesela böyle düşünecek misiniz merak ettim… Öteki taraftan Boran’ın duygularını bildiğiniz için İnci’ye bu kadar yükleniyorsunuz, Boran’ın duygularını hiç okumasak, İnci’ye aşık olduğunu bilmesek sözleri bu kadar rahatsız etmez gibi…8
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…9
Okur Yorumları | Yorum Ekle |