16. Bölüm

Adavet| 14

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...

 

🖇️Bölüm günümüz normalde yarındı ancak yarın birkaç işim olduğundan dolayı bugün atmaya karar verdim, bilgi vermiş olayım...

 

14.Bölüm

Birkaç gün sonra...10

Yemek yediğimiz günün üzerinden iki gün geçmişti, haftaya başlamıştık. Eşyalarımızın birazı gelmişti. En azından yatak odalarımız tamamdı. Ancak ben henüz kıyafetlerimi alamamıştım. Boran’a kızmıştım ayrı eve çıktık diye ancak iyi ki diyordum şimdi. Çünkü babamın onca lafından sonra yüzlerine bakamazdım insanların.3

Derin’i aramıştım. Evin tamamen boş olduğu bir gün gidip alacaktım kıyafetlerimi. Öteki türlü utancımdan ne yapacağımı bilemezdim. Şimdilik idare ediyordum kıyafetlerle.2

Onun dışında hayatımızda değişen bir şey olmamıştı. Evimizde ilk günümüzde birlikte kahvaltı yapmıştık Boran ile. Sonra o bulaşığı toplayacağını söyleyerek beni odama göndermişti hazırlanmam için. Ben hazır olduktan sonra da evden çıkmıştık. Arabam yapılmıştı, Boran özellikle kontrollerinin yapıldığını söylemişti. Biliyordum, bundan sonra her şeye özellikle dikkat ederdi.6

Mert, Boran’ın istediği şeyi hazırlamış elinde bir evrakla gelmişti. Aynı Boran’ın söylediği gibi isimlerden ikisi kumar masasındandı ve kumar borcunu ödemişti muhtemelen babam. Ancak bu böylece bitecek, hafife alınacak bir şey değildi. Bunun icabına bakılması gerekiyordu. Diğer isimde kumarla ilgili çıkmıştı, adam ilk defa bu işe bulaştığı için Boran tanımamıştı.2

Şimdi ise masamda oturmuş son evraklara bakıyordum. Boranlar muhtemelen az sonra burada olurdu, istedikleri toplantı günü ve saati gelip çatmıştı.8

“Her şey hazır mı Bilge?” meraklı bir şekilde karşımdaki asistanıma bakarken beni onayladı. “Hazır İnci Hanım, istediğiniz gibi tuzlu kuru pastalar, sular ve bardaklar masaya kondu.” Başımı sallayarak onayladım. Tatlı olmasını bilerek istememiştim çünkü Boran tuzlu seviyordu. Tatlı yediğini çok görmemiştim. Ailesinin evinde bile tatlı ikram edildiğinde yemiyordu genelde çay içiyordu.6

Bilge odadan çıkarken kapının tıklanmasıyla birlikte gerekli komutu verdim. “Girin.”

Kapı açıldığında Murat’ın geldiğini gördüm. Oturduğum yerden ayağa kalkarken konuştum. “Hoş geldin.” El sıkışırken cevap verdi. “Hoş buldum İnci Hanım. Beni çağırmışsınız.” Dediğinde onayladım. “Evet, aslında sana bir şey danışacaktım. Toplantıdan önce gelmen iyi oldu.” Dediğimde Murat ciddi bir yüz ifadesiyle bana doğru baktı.

Bense söze girdim. “Şirketin hesabından belli başlı isimlere para transferi olmuş. Ben gelmeden gerçekleşmiş bu işlem ve babamın imzası doğrultusunda olmuş tabii ki. Elimde çıkışlarla ilgili belgeler var. Babamın imzası da. Aynı zamanda para transferinin yapıldığı kişilerle de hiçbir ortaklığımız yok. Bununla ilgili ne yapabiliriz? Dava açabilir miyiz?”2

Meraklı bir şekilde Murat’a bakarken ciddi bir şekilde konuştu. “Babanıza dava mı açmak istiyorsunuz?” dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım. “Şirketin kasasını kendi menfaati için kullanan babamda olsa evet dava açmak istiyorum. Kendi hesabını istediği gibi kullanabilir ama şirketi menfaatleri için kullanamaz.” Dediğimde Murat elini çenesine doğru götürüp yanağını kaşıdı. Kendi kafasında bir şeyleri düşünüyordu muhtemelen.

“Elinizdeki delillere bakıp karar verelim isterseniz İnci Hanım. Ya da babanızla konuşmayı deneyin. Belki transfer ettiği parayı tekrardan kasaya koyar. Çünkü dava işleri uzun sürebilir. Kendi aranızda hallederseniz daha kolay olacaktır.” Sunduğu teklifle içten içe alayla güldüm. Belli ki Murat henüz babamı tanımıyordu. Babamı tanısa bile benimle arasındakileri bilmiyordu. Ben babama ne dersem o tersini yapardı bunu biliyordum. O yüzden söylemeye gerek dahi yoktu.2

“İşin adli yoldan yürümesi her zaman için daha doğru diye düşünüyorum.” Dediğimde Murat başını salladı. “O halde elinizdeki belgelere bakıp bir dava açabiliriz.” Söylediklerini onayladım, bende bunun olmasını istiyordum zaten.4

Murat’ı onayladıktan birkaç saniye sonra kapı çalındığında gerekli komutu verdim. Bilge kapıyı açarken konuştu. “Misafirleriniz geldi İnci Hanım.” Murat’ın yanından uzaklaşıp kapıya ilerledim hızlı adımlarla. O sırada en önden giren Boran’ı gördüm.

“Hoş geldiniz Boran bey.” Diyerek elimi uzattığımda Boran elimi tuttu. Aylar önce burada yine bu şekilde el sıkışmıştık. Tek farkı o zaman evli değildik. Sadece rakiptik. Ama şimdi çok şey değişmişti. Elimi sıkarken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. “Hoş bulduk İnci Hanım.” Küçük bir tebessüm ederken hemen arkasından gelen Derya’ya takıldı bakışlarım. Elimi ona doğru da uzatırken o da kısaca elimi sıktı.1

Boran o sırada benim yanımda dikilen adama bakmakla meşguldü. İlk defa gördüğü biriydi ve tanımaya çalışırcasına bakıyordu. “Avukatımız Murat Bey.” Diyerek Boran’a hitaben konuşurken Boran bana doğru baktı. İki gün önce aramızda ufak bir sürtüşme yaratmıştı Murat Bey konusu. Elini Murat’a doğru uzatırken mırıldandı. “Memnun oldum, babanızla tanışmıştık ancak sizinle tanışmak bugüne kısmetmiş.”

“Öyle.” Dedi Murat Boran’ın elini tutup sıkarken. Babasından bahsedilmesine hiç şaşırmamıştı. Demek ki babasının Boran’ı tanıdığını biliyordu. Kaldı ki kendisi de tanıyordu mutlaka. İkisi kısaca tokalaşırken elimle toplantı masasını işaret ettim. “Buyurun.”1

Boran masaya ilerlerken geçip oturmasını beklerken masanın başındaki koltuğu çekti. Bana doğru baktığında benim için çektiğini anlayarak centilmenliği karşısında gülümsedim ve çektiği yere geçip oturdum. “Teşekkür ederim.” İçten bir tonda söylediğim cümle ile gözlerini kırpıp açarak karşılık verdi. Bu onun lisanında önemi yok demekti. Kendisi de yanımdaki yere geçerken Derya’da onun yanındaki yerini aldı.4

O sırada Bilge’nin sesini duydum. “Ne ikram edelim size efendim? Boran bey?”

“Sade Türk kahvesi.”

“Sade Türk kahvesi.”

Derya ile aynı anda cevap verdiğimizde bakışlarımız buluştu. Düz bir ifadeyle suratına bakarken dilimi dişimde gezdirdim. Neden içim bir garip olmuştu? Boran’ın sevdiği şeyleri bilmesi normaldi, onun sekreteriydi. Ama içim anlamsız bir duyguyla dolmuştu. Neydi beni bu denli rahatsız eden?7

“Boran ve benim için sade bir Türk kahvesi, Derya Hanım siz?” diyerek bakışlarımı Derya’dan çekmezken cevap verdi. “Bende sade bir Türk kahvesi alayım.” Dediğinde Bilge, Murat’a doğru baktı. Murat ise ona karşılık verdi. “Bende sade alayım Bilge, sağ ol.”2

Bilge bizi onaylayıp odadan çıkarken Boran bizim bakışmamızı bölerek Derya'ya hitaben konuştu. "Dosyaları verelim." Derya onun isteği ile evrak çantasından 2 tane dosya çıkardı. Boran dosyanın birini alıp benim önüme doğru uzatırken diğerini de Murat'a doğru uzattı. Dosyanın kapağını açıp içine baktığımda belli başlı yetiştirme yurtlarının isimlerini gördüm. Anlamaya çalışırcasına bakarken başımı dosyadan kaldırıp Boran’a çevirdim.

Göz göze geldiğimizde bunu bekliyormuş gibi konuşmaya başladı. "Sardun Bey yardımlarıyla bilinen bir insandı, geçtiğimiz yıl köy okullarına yardım yapmıştı. Bu yıl ortak bir şekilde yetiştirme yurdunda kalan öğrencilere, çocuklara yardım etmek için bir plan yapmıştık. Kısmet olmadı."5

Dedemin iyi bir insan olduğunu en iyi ben bilirdim. Bana yaptığı iyiliklerden sonra böyle şeyleri yaptığını düşünmemek imkansızdı. Genellikle biz bilmezdik zaten yaptıklarını, ne yapıyorsa gizli yapardı. Sonradan öğrenirdik biz. Elimdeki dosyaya bakarken daha önce de bu yurtlara yardım yaptığı açıkça görünüyordu.

"Yurt müdürleriyle görüşüldü. Yurtta kalan çocukların bedenleri, ayak numaraları dahil her türlü bilgileri alındı. Kıyafet, ayakkabı, toka, çanta, okulları için gerekli olan defter, kitap, kalem. Küçükler için oyuncak gibi yardımlar yapmayı planladık."2

Yüzümde oluşan küçük tebessümle baktım Boran’a. Çok güzel bir şeydi bu yaptıkları. Boran benim aksime ciddi bir şekilde anlatıyordu. "Ayrıca ders başarısı yüksek olan öğrenciler için burs vermeyi düşünmüştük. Her yurttan yaklaşık 4 kişi olacak şekilde ayarlama yaptığımızda 100 kişiye burs verilecek okul dönemleri boyunca. Sardun Bey bunun böyle olmasını istemişti. Onun istekleri doğrultusunda isimler belirlendi."

Boran her zamanki gibi işini çok düzgün yapmıştı. Her şeyi ayarlamıştı, isimleri almıştı, kimin kim olduğunu araştırmıştı.

"O kadar güzel bir şey ki yaptığınız." diye cümlelerime başladıktan sonra iç geçirdim. "Keşke dedem de görebilseydi." dediğimde Boran küçük bir tebessüm etti. " Deden onun yerine senin buna öncülük ettiğini, onun isteklerini yerine getirdiğini hissediyor emin ol." Boran’a minnettarca baktım. O da beni rahatlatmak istercesine gözlerime bakarken tebessüm etmeye devam ettim.

Ardından dosyaya tekrar baktım. İncelerken yurtlardan birinin kütüphane ve çalışma odası olmadığını görmüştüm. Çocuklar için daha doğrusu okula giden öğrenciler için mutlaka gerekli olan şeylerdi. Özellikle kitap okumak çok önemliydi.

"Bağcılardaki yurtta kütüphane eksik, öğrenciler için büyük bir şey bu ayrıca çalışma odası ders çalışmaları açısından önemli. Diyorum ki oranın kütüphanesini ve çalışma odasını biz yaptıralım, dedemin adına." Meraklı bir şekilde Boran’a bakarken gözlerindeki pırıltıları görmemek imkansızdı. Başını belli belirsiz sallarken onayladı. "Çok güzel olur."

Bildiğim kadarıyla yeteri kadar bütçemiz vardı. Ne yapılıyorsa en iyisi yapılmalıydı. Kaldı ki bu önemli bir şeydi. Bende küçük bir tebessüm edip başımı salladım. "O halde çalışmalara başlayalım, listeleri oluşturalım."

Boranla konuşmaya devam ederken Bilge kahvelerimizi getirdi. Onların eşliğinde alınacak malzemelerin kalitesini, kaç kişiye yardım yapılacağını konuştuk. Finans departmanından Oya hanımı da çağırarak bütçeyi konuştuktan sonra her şey daha kesindi artık.1

Boran’ın dedem vefat etmesine rağmen onun isteğini yerine getirmesi o kadar güzeldi ki. Minnettarlığım git gide artıyordu. Umuruna getirmeyebilirdi ama o getirmişti. Bizzat her şeyle kendi ilgileniyordu. Kaldı ki Derya'ya emir verse o da her şeyi hazırlardı. Ama o teker teker uğraşıyordu, anlatıyordu. Bıkmıyordu, usanmıyordu. Her seferinde ona olan hayranlığım artıyordu.

"Boran Bey, ne yemeği sipariş edeyim size? Sevdiğiniz gibi karışık ızgara hazırlatabilirim." Derya'nın cümlesiyle birlikte bakışlarımı dosyadan çekerken Boran'da ona doğru baktı. Kolumda saate doğru bakış attığımda çoktan 2 saat geçtiğini gördüm. Zaten 5 gibi başlamıştı toplantı ve yedi olmuştu şimdi saat. Kendimizi çok kaptırmıştık.7

Boran bana doğru baktı. "Sen ne yemek istersin güzelim?" Bana hitaben konuşmasıyla Derya'nın bakışları üzerime doğru döndü. Bense Boran’a baktım. Derya ona sormuşken benim yemek istediğimi sorgulaması gerçekten çok hoştu. Bazen bu hareketleri içimi eritiyor gibi oluyordu.4

"Fark etmez bana hayatım, Derya'nın söylediği gibi olsun." dediğimde Boran başını salladı ve Derya'ya döndü. "Yanında gelecek olan bulgur pilavı salçasız olsun." dediğinde içimde kelebekler uçtu sanki. Salçalı bulgur pilavını hiç sevmezdim. Sadece 1 kere yemekte yemediğim için bunu aklında tutup şimdi direktif vermesi... Bazen onun için diyecek bir söz bulamıyordum.5

"Tabii Boran Bey." Derya onu onaylarken Boran karşısında oturan Murat'a ve Bilge’ye baktı. "Siz ne istersiniz? Derya ona göre sipariş versin." dediğinde Murat kolundaki saate bakarak karşılık verdi. "Aslında benlik bir şey kalmadıysa izninizi istesem İnci hanım." Bana doğru bakarken başımı salladım. "Tabii." Murat oturduğu yerden kalkarken Bilge’ye bakıp ekledim. "Eğer sende çıkmak istersen çıkabilirsin canım. Bizde bir süre daha çalışıp çıkarız muhtemelen."

"Sağ olun." Bilge’de oturduğu yerden kalkarken Derya'da ona emredilen şeyi yapmak üzere odadan çıktı diğerleriyle birlikte.

Odada yalnızca Boran ve ben kalmışken başımı omzuma doğru eğip mırıldandım. "Bazen ne düşünüyorum biliyor musun?" Ciddi bir tonda mırıldandığımda Boran hafifçe kaşlarını çattı ve ne düşünüyorsun dercesine başını iki yana salladı. Bense karşılık verdim. "Nasıl bir adam olduğunu..."

"Nasıl bir adammışım?" Meraklı bir tonda konuşup gözlerini gözlerimden çekmezken dirseğimi masaya yaslayıp yumruk yaptığım elime başımı yaslayıp küçük bir tebessüm ettim. "Çözemedim. Ama bildiğim tek şey senin yaptığını herkes yapmazdı. Dedem öldü sonuçta ve sen planladığınız bu şeyden vazgeçebilirdin. Ya da dedemin adını geçirmeden sadece kendi adınıza yapabilirdin neticede şirket için iyi bir prestij. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum bazen."1

Boran cümlelerimi dikkatle dinledikten sonra küçük ama içten bir tebessüm etti. "Mutlu olarak..." bakışlarını benden çekip elindeki kaleme çevirirken ekledi. "Mutlu olarak bana teşekkür edebilirsin, çünkü bunu en çok sen hak ediyorsun İnci."2

Boran'ın sözleriyle kalbimde ince bir sızı hissettim. Bir anlığına göz göze geldik. Gözlerinin derinliğinde saklı duran bir şey vardı. Belki kırgınlık, belki yorgunluk… ya da söyleyemediği başka bir duygu. "Mutlu olmak kolay değil," dedim fısıltıyla. "Ama senin yanındayken... belki o kadar da zor değildir." Ettiğim küçük itirafla beraber şaşırdı. Bende kendimden beklemiyordum asla bunu ama içimden kopup dudaklarımdan çıkıp gitmişti.1

Yine de kaşları çatıldı hafiften. Bu sefer içinde öfke değil, sanki kendiyle verdiği bir savaşın yansıması vardı. "Benim yanımda mutlu olduğuna emin misin... Çünkü ben mutlu olmadığını biliyorum İnci." Bu sefer ben kaşlarımı çattım. "Bir yola çıktık, sen bu yola çıkarken bana mutluluğu vadetmedin Boran ama ben mutluyum. En azından mutsuzsam da senin yüzünden değil." Diyerek hızla itiraz ettim.

Beni mutlu etmek için çabalıyordu ve bu çabası görmezden gelebileceğim bir şey değildi. Evet bazı anlarda mutlu değildim ama bu mutsuzluğumun nedeni de Boran değildi. Onunla geçirdiğim bazı anlar bana huzuru ve mutluluğu tattırıyordu.

Boran başını hafifçe eğip gözlerini yere sabitledi. Cevap vermedi ama dudakları belli belirsiz bir çizgiye büründü ne gülümsüyordu ne de tamamen ifadesizdi. İçinde bir şeylerin kıpırdadığını hissedebiliyordum ama onu zorlamak istemedim.

"Her şeyin yolunda olduğunu söylemiyorum," dedim sessizce ekleyerek. "Sadece... çaban beni mutlu ediyor bunu bil olur mu?" Çok uzun zamandır benim için çabalayan birini görmemiştim ve bunu yapan kişinin Boran olması benim içinde sürpriz olmuştu.

Boran başını hafifçe yana eğdi, gözleri bir an için yüzümde dolaştı. Sonra dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. "Çaba… Bazı şeyleri değiştiremiyorum, ama... bunu bildiğine sevindim," dedi, sesi yavaş ama bir o kadar da kararlıydı.

Bir süre sessiz kaldım. Birbirimize bakarken bende küçük bir tebessüm ettim. "Bazen sadece çaba yeter… Ve emin ol bu çaba benim kendimi bulmamda, rahatlamamda, düşüncelerimden kaçmamamda en önemli etkenlerden biri." dedim içten bir şekilde.

"Kaçmak istemediğin biri olabildiysem," dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı ve gözlerimin içine bakıyordu derin derin. "Bu benim için fazlasıyla yeterli." Diye ekledi. Bir şey söyleyemedim. Aslında daha yeni anlıyordum artık ondan kaçmadığımı.

Bir şeyler değişiyordu. Bende o da değişiyorduk. Ama asıl değişim benim içimdeydi sanki. Ne kadar katlanılmaz bir adam olduğunu düşünen ben şimdi öyle düşünmüyordum. Bu güzel bir gelişmeydi ama aynı zamanda benim için çok korkutucuydu. Çünkü ben istemesem de ona güvenmeye başlamıştım ve bu güven beni çok korkutuyordu...6

 

◔◔◔

Günler sonra…

Evraklara bakmaktan sıkılarak oturduğum yerden kalktım. Boran aşağı yani spor salonuna indiğini haber vermişti. Yaklaşık yarım saat kadar geçmişti. Hem aşağıyı merak ediyordum hem de sıkılmıştım. Bu yüzden merdivenlerden indim. Merdivenlerin sonuna ulaşmadan kulağıma boks torbasından gelen vuruş sesleri ve zincirinden çıkan gıcırdamalar gelmeye başladı. Boran’ı net görebileceğim bir açıda durarak elimi duvara yasladım. Hava karanlıktı, perdeler çekikti, loş bir ışık aydınlatıyordu odayı.2

Karşısında duran boks torbasına vurmaktan kasları gerilmiş, nefesi ritmikti. Askılı bir tişört giydiği için kasları net bir şekilde seçiliyordu. Hafif adımlarla pozisyonunu ayarlayıp sol yumruğuyla seri bir şekilde vurduktan sonra sağ kroşe yaparak torbanın sarılmasına neden oluyordu. Yaptığı her hamlede torba ağır ağır sallanıp ses çıkartırken Boran hiç durmadan hareketlerini devam ettiriyordu. Her bir yumruğundaki kararlılığı görebiliyordum. Sanki öfkesini bu şekilde dışa vuruyordu.5

Birkaç yumruk daha attıktan sonra boks torbasını tuttu ve sallanmasını engelledi. Aynı anda sesini işittim. “Orada beni izlemeye devam mı edeceksin?” Beni fark ettiğini hiç çaktırmamıştı. Merdivenin son basamağını inerken bakışlarını bana doğru çevirdi. O an şakağından akan teri gördüm. Gözlerim oradan gözlerine kayarken göğsünün ritmik bir şekilde inip kalktığını fark ettim. “Sadece ne yaptığını merak ettim.”

Elindeki boks bandajını çıkartırken göz ucuyla bana baktı. “Denemek ister misin?” Gözlerimi kırpıştırarak düşünceli bir ifadeyle suratına baktım. Daha önce hiç denememiştim. Elindekini çıkartıp odanın içinde, duvara yaslı duran masaya ilerleyip boks eldivenlerini eline aldı ve tekrardan bana doğru yaklaştı. Eldivenleri uzatırken gözlerime baktı. Kararsızdım ancak beklemeden eldivene uzanıp aldım. Elime geçirerek bantladıktan sonra ellerimi birbirine vurdum. “Ne yapıyorum şimdi?”2

Bu hamlemle birlikte Boran’ın yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. İki elini benim için kaldırırken ayaklarını omuz hizasında açıp hafif kırdı. Başıyla elini işaret etti. “Vur.” Hafifçe kaşlarımı çatarken istediği gibi elini yumrukladım. Ancak sert olmamıştı. Bunun farkındaydı o da.

“Yumruğu sadece kolunla atarsan gücün dağılır.” Derken bana doğru yaklaştı. Elini omzuma koyarak ekledi. “Güç omuzdan gelir.” Dedikten sonra elini bacağıma doğru götürdü. Sıcacık eli taytın üzerinden bacağıma temas ettiğinde içime yayılan sıcaklığa engel olamadım. Sol ayağımı öne doğru getirirken aynı zamanda konuşmasına devam etti. “Asıl destek ayaklardan. Duruşunu sabitle. Sol ayağın biraz önde, sağ ayağın geride olsun. Ağırlığını ortada topla.” Cümlesini bitirip benden uzaklaşırken yutkundum. Dokunuşları bir an için nefesimi keser gibi olmuştu.

Tam karşıma geçtiğinde ellerini göğüs hizasında kaldırdı başıyla işaret etti. “Hadi vur. Çekinmeden, acı çekmemden korkmadan.” Dediğinde sırıttım. “Bunu sen istedin.” Bir iddiam yoktu tabii ki ama istediğini yapmakta da kararlıydım.

Söylediği gibi omzumdan aldığım güçle sağ kroşe attım. Eline çarptığımda tok bir ses yankılandı. Bu sefer Boran’ın bakışlarında gururlu pırıltılar gördüm. Bu beni tatmin ederken Boran konuştu. “Devam et. Diğer elinle de vur. Sağ, sol, sağ, sol. Hadi!”

İşaretiyle birlikte istediği gibi sağ ve sol olmak üzere hızlı ama güçlü bir şekilde vurmaya çalıştım. Biraz beceriksizce de olsa sonradan daha kararlı bir biçimde hareket etmeye başladım. Her vuruşta içimde bastırılmış duygular gün yüzüne çıkıyordu ve bu daha da vurma isteğini doğuruyordu. Sanırım Boran’ın neden bunu yaptığını şimdi daha iyi anlamıştım.1

Hafiften yorulup vuruşlarım yavaşlarken nefes nefese kalmıştım. “Sen nereden öğrendin bunu?” derken ona bakmaya çalıştım. Boran beklemeden cevap verdi. “İngiltere’de öğrendim, hobi olarak yapıyordum.” Dediğinde cevabımı almıştım. Dolu dolu geçirmişti hayatını, bu gerçekten güzeldi.

Eline vurmaya devam ederken Boran gururla baktı ve aynı zamanda mırıldandı. “Güzel, en azından artık karşına biri çıksa ne yapman gerektiğini öğrendin.” Cümlesiyle birlikte nefes nefese konuştum. “Ne o, eğitime mi başladık?” Elimi dizlerime doğru yaslayıp nefeslenirken Boran güldü. “Sadece yumruk atmak yetmez kendini korumak için. Ama kendini böyle savunacağını bilmek seni daha güçlü yapar.” Dediğinde anlamaz gözlerle baktım gözlerine. Bazen anlamakta zorlanıyordum onu. Boran ise ona bakışımdan ne söylemek istediğimi anlayarak tekrar konuştu. “Yani evet, eğitime başladık sayılır. Yanında kimse yokken de kendini koruman gerekiyor.”

Bu ne demekti? Yalnız olacağımın mesajıydı sanki. Ben ancak yanımda o olmadığında veya Mert olmadığında kendimi korumak zorunda kalırdım. Öteki türlüsüne izin vermezdi. Cümlesi bundan farklı bir anlama çıkıyordu sanki. Bu düşünce içimde anlamsız bir huzursuzluk yaratırken düşüncelerimden kaçmak için onayladım. “Tamam o zaman.”2

Eldivenlerimi çıkartıp Boran’ın biraz önce bana getirdiği yere koyduktan sonra merakla baktım. “Ne yapıyoruz?” dediğimde Boran birkaç saniye düşünür gibi oldu. Ardından da ekledi. “Temel pozisyonlardan başlayalım. Bir erkek genelde kolundan tutar, senin üzerinde hakimiyet kurmaya çalışır.” Derken bileğimden tuttu. “İlk önce bileğini oynatabiliyor musun diye bak. Sonra da tutuş noktasına baskı yapıp kurtul.” Derken söylediği gibi elini hafifçe büküp baş parmağının bileğimi tutuş yerinden ters bir hareket yaptı. Kolum kolayca elinden kurtulurken başıyla işaret etti. “Sen dene şimdi.”

Bileğimi aynı şekilde tutarken onun yaptığı gibi yapmaya çalıştım. İlk anda beceremezken pes etmeden tekrar tekrar denedim. Boran özenle ve sabırla yapmamı beklerken birkaç hamle sonrasında doğru şekilde yaptım.

“Bu en kolay olanı sende biliyorsun, şimdi başka bir şey deneyelim.” Daha onayımı almadan arkama doğru geçip kollarını belime doladı. O an vücudum anında gerildi. Kalp atışlarım kendini hissettirirken sesini duydum. “Çoğu kişi bu şekilde kontrol etmeye çalışır, buradan kurtulmak için dizini kullanmalısın.” Başı başımın üzerindeyken, bedeni bedenime yaslıyken, kolları vücuduma dolanmışken dikkatimi veremiyordum. “Bacağını yere sabitle, ağırlığını bir yana ver ve sonra topuğunla kaval kemiğime vur.”4

Tüm vücudumu sıcaklık basarken Boran’ın sesini işittim tekrar. “İnci, anladın mı?” Yutkunarak mırıldandım. “Sert bir hamle olmaz mı?” Ona yapacağımı kastederken Boran ciddi bir tonda karşılık verdi. “Boran değil de bir saldırgan olarak düşün, hayatta kalman daha önemli. Hadi.” Kararlı bir şekilde bana direktif verirken ağırlığımı sol bacağıma verip topuğumla sağ bacağını hedef alıp vurdum.

Hamlemle hafifçe sendelese de gururlu sesini duydum. “Fena değil, birkaç kere tekrar ettiğinde daha başarılı olacaktır.”

Defalarca kez aynı hareketi tekrarlatıp bir şeyler kavramamı sağlarken epey sabırlıydı. Gerçekten kendimi korumamı öğretmeyi istiyordu belli ki. Ciddi bir ifade ile yaptığım her hamleyi izleyip değerlendiriyordu ve daha iyi nasıl yaparım öğretmeye çalışıyordu. Bende elimden geleni yapmaya çalışıyordum.

Dakikalar boyunca hareketleri çalışırken her seferinde yeni şeyler öğreniyordum ve bir yandan da Boran’ın bunları nereden bildiğini sorguluyordum. Sıradan bir iş adamı için fazlaydı bunlar. Hobi olarak yapıyordu belki de. Ama merak ettirmişti.

Düşüncelerimle boğuşup bir yandan da Boran’ın sözlerini dinlerken aniden omzumdan yakalayıp beni kendine doğru çekti. Bedenim bedenine yaslanırken bedenimi sıkıca kavradı. “Şimdi bu pozisyondan çıkmayı dene.” Nefesi boynuma çarparken tüylerim diken diken oldu. Bu kadar yakınlığa alışık değildim ben. “Ayağını sabitle, dirseğini kullanarak göğsüme baskı kur ve ani bir şekilde dönüp dengeyi boz. Hadi.”1

Emredercesine konuşurken etki alanından çıkıp istediğini yapmaya çalıştım ancak zihnim o kadar doluydu ki ne istediğini kavrayamamıştım. O da ne yapmam gerektiğini anlamadığımı anlayıp karnımdaki kolunu daha da sıkılaştırıp sırtımı daha da yasladı göğsüne. “Vücudunu yasla, dirseğinle hamleni yap.” Kulağıma doğru konuşsa da nefesi tenimi yalayıp geçiyordu ve nefesinin değdiği her yer alev alev yanıyordu sanki. Çok zor durumdaydım. Bana ne oluyordu böyle?2

“Tamam…” diye fısıldarken dirseğimi geriye yani göğsüne doğru bastırıp aniden ona doğru dönmeye çalıştım. Ancak hesap etmediğim bir şey oldu. Boran’ın bedeni de benimle aynı anda hareket ederken aramızdaki o denge kayboldu. Ayağım kayarken o da beni tutmaya çalıştı. Ancak bu sadece beraberce düşmemize neden olmuştu.

Sırtım sert zemine çarpmadan hemen önce Boran kolunu arkamdan geçirip düşüşümü yumuşatmaya çalışsa da sonuç değişmemişti, üst üste düşmüştük.

Tam o an zihnimdeki düşünceler de dahil olmak üzere her şey susmuştu…

Yüzü yüzüme sadece birkaç santim uzaktaydı. Nefesi benimki gibi hızlıydı, tek eli başımın altındaydı. Diğerini dirseğinden kırmış ve başımın yanına yaslamıştı benim elimde göğsüne dayanmıştı ve teni parmaklarımla temas ediyordu. Bacakları bacaklarımın arasındaydı ve vücutlarımız temas ediyordu. O an nutkumuz tutulmuş gibi ne ben hareket edebildim ne de o. Hareket etmek bir yana cümleler de lal olmuştu sanki dilimizde. Sadece kalbimin göğüs kafesimden çıkacak gibi olan atışlarını hissediyordum bir de Boran’ın gözlerinde kaybolduğumu.

Başımın altında duran elini yavaşça çekip başımın diğer tarafına yaslamadan önce düşüşün etkisiyle yüzüme doğru gelen saçımı usulca yanağımdan çekti. Sıcacık nefesi bu sefer yüzüme çarparken fısıltısını duydum. “İyi misin?” Nutkum tutulmuş gibi ona bakarken mırıldandım. “Sanırım…” Sesim, bu düşüşten nasibimi aldığımı belirtircesine çıkarken dudaklarımı yaladım.

O an bakışları gözlerimden dudaklarıma doğru kaydı. Sadece birkaç santim yaklaşsa dudakları dudaklarımla buluşurdu. Bunu düşünmek bile nefesimi düzensizleştirirken neden onu itmediğimi, kaçmadığımı düşünmek istedim ama düşüncelerim bile bana ihanet ediyordu kalbim gibi. Onu öpmek, beni öpeceğini düşünmek… Bunlar yanlış düşüncelerdi. Ancak bunları düşünmek düzensiz atan kalbimin daha da düzensizleşmesine neden oluyordu. Üzerimdeki etkisi tahminimden bile çoktu.2

Sanki bir hamle beklermişçesine altında kalakalırken gözlerini kaçırdı Boran. Geriye çekilerek üzerimden kalkarken genzini temizledi. “Denge önemliydi.” Onun sesi de biraz önceki gibi değildi, afallamıştı. Düştüğümüz durumdan sonra nefesi düzensizleşmişti. “Daha fazla çalışmalıyız belli ki.” Derken elini bana doğru uzattı. Yerde yatmaktan vazgeçerken elini tuttum ve ayağa kalktım.

“Ama bugünlük bu kadar yeter bence. Çok yoruldun. En azından bir süre için yeterli bu. Çok terledim ben, duşa giriyorum.” Derken göz ucuyla bana baktı ve ardından hızlı adımlarla merdivenlere doğru ilerledi. Arkasından bakarken elim istemsizce kalbime doğru uzandı. Hala daha hızlı hızlı atıyordu.3

Bu sadece bir eğitim değildi, bir şeylerin kontrolsüzce değiştiğinin kanıtıydı ve ben her ne kadar engellemeye çalışsam da bu gerçekleşiyordu. Kaçtığım duygularım ben buradayım dercesine gün yüzüne çıkmaya ve beni zorlamaya başlamıştı…3

*****

Birkaç saat sonra bende Boran gibi duş almış ve akşam yemeğini hazırlamak üzere mutfağa inmiştim. Boran’ın sesi çıkmıyordu. Bende kendi düşüncelerimle baş başa kalmıştım. İkimizde içimizde bir şeylerle cebelleşiyorduk. Ben kendi içimi biliyordum, Boran’ı da artık okuyabiliyordum. Aramızda bizim bilmediğimiz bir şeyler gerçekleşiyordu. Ondan kaçmaya çalıştıkça günün sonunda kendimi yine onun yanında buluyordum ve başıma kötü bir şey geldiğinde yine onun yanında sakinleyip iyi hissediyordum. Bu inkâr edilemez bir gerçekti.

Ama başka bir gerçek kalbimin değil de beynimin söyledikleriydi. Bu hayatta güvendiğim kim varsa beni sırtımdan bıçaklamıştı. Adnan bey, eski sevgilim…. Kimi zaman abim bile beni görmemişti. Birini koşulsuz şartsız güvenemezdim. Kalbimin her ne kadar farklı bir şey söylediğini bilsem de onu engellemek için elimden geleni yapıyordum. Kalbim ve beynim savaş halindeydi ve bende beynimi dinlemeye kararlıydım. Çünkü bu zamana kadar dinlediğim kalbim beni hep yanıltmıştı.

Sessizce çorbayı karıştırırken bir yandan da düşüncelerim arasında kaybolmuştum. Ta ki Boran’ın sesini duyana kadar. “Kolay gelsin.” Sessizliğin içinde aniden onun sesini işitince irkilerek arkamı doğru döndüm. “Aklımı aldın.”

Üzerimdeki şaşkınlığı fark edip gülümsedi. “Öyle bir dalmışsın ki seni kaçırıp götürsem anlamazdın bile.” Derken kollarını göğsünde kavuşturup omzunu kapıya doğru yasladı. Alaylı bir şekilde konuşmasına karşılık bende aynı alayla devam ettim. “Büyük bir sanat üzeri çalışıyorum, çorba yapmak büyük bir emek ve dikkat ister.”1

Cümlemle muzip bir şekilde kaşları havalandı. Yaslandığı yerden doğrulup bana doğru gelirken mırıldandı. “O sanat eserinden bir kaşık kapsam, sanat hırsızı mı olurum. Ne dersin?” Ciddi ama şakacı bir tavırla konuşurken yanımdaki yerini alıp çorbaya yaklaştı ve kokusunu içine çekti. Elimdeki kaşıkla dikkatle onu izlerken dudaklarımı büzdüm. “Belki. Ama seni şikâyet etmem.” Diye göz kırptım.1

Boran hala muzip bir şekilde bana bakarken başımla patatesleri işaret ettim. “Önce şu patatesleri doğrarsan çorbadan içmene izin verebilirim.” Tek kaşını kaldırırken mırıldandı. “Zor olmasa gerek.” Diyerek patateslere yönelirken hafif bir şaşkınlıkla baktım. “Çok kolay oldu bu, reddedersin sanmıştım. Sonuçta sen kim emir almak kim?”

“Tek senden emir alırım kıymetini bil.” Derken bana bakıp tek gözünü kırptı. Flörtöz bir biçimde söylediği cümle güldüm. Onun bu haline alışmıştım artık ve bende istemsizce devamını getiriyordum. “Sen bana, ben herkese diyorsun.” Derken çorbayı karıştırmaya devam ettim. Boran mırıltı halinde onayladı. “Öyle diyorum.”1

Göz ucuyla yaptığı şeye bakarken doğrusunu gösterme gereksinimi duyarak yanına yaklaştım. Çekmeceden başka bir bıçak alırken patatesleri elma dilimi şeklinde keserek konuştum. “Bak böyle keseceksin. Elma dilimi şeklinde.” Boran gözlerini kısmış dikkatle beni izlerken ona doğru baktım. “Tamam mı?” Başını sallarken onayladı. “Tamam.”

Patatesleri söylediğim şekilde doğradıktan sonra baharatlarını hazırlayarak fırına verdim. Sonra da marine ettiğim etleri tavaya koyarak kızartmaya başladım. O sırada Boran yıkadığım marulları doğramakla meşguldü. Sessiz ama huzurlu bir biçimde el birliğiyle yemeği hazırlarken birkaç gün önce yaşadığım, duyduğum kötü cümleler bile aklımdan silinmişti. Gerçekten iyi hissediyordum.

Salatayı hazırlayıp masaya götürdükten sonra bende tabakları masaya doğru götürdüm. Karşılıklı olarak tabakları yerleştirdikten sonra geriye döndüğüm an dibimdeki Boran ile yüz yüze gelmem kaçınılmaz olmuştu. Bedenlerimiz arasında az bir mesafe varken yüzlerimiz arasındaki mesafe de yadsınamayacak kadar azdı. Yutkunarak gözlerine bakarken Boran gözlerini gözlerimden ayırmadan fısıldadı. “Pardon.”2

Sonra da yanımdan geçip masaya ilerledi. Sadece birkaç saniye durduğum yerde kalakalırken sersemlemiştim. Bunu umursamamaya çalışarak çatal ve bıçağı almak üzere çekmeceye ilerledim. Sonra da gerekli şeyleri alarak masaya tekrar döndüm ve yerleştirdim. Her şey hazır olduğunda ilk önce çorbaları servis ederek oturdum.

“Bakalım sanat eserin nasıl olmuş? Sırf bunu tatmak için yardım ettim.” Diye şakacı bir tavırla konuşurken hafifçe kaşlarımı çattım ama şakacı bir şekilde konuştum. “Hayat müşterek, hayat arkadaşıyız diyen sizdiniz Boran bey. Birlikte yemek hazırlamakta bunun içine giriyor haberin olsun. Sonuçta bu evde ikimiz yaşıyoruz.” Boran cümlemle birlikte yamuk bir gülüşle bana baktı. “Kabullenmene sevindim, sırf bunu kabullen diye de yardım ederdim.”

İtirafıyla birlikte gülümsedim ve gözlerine baktım. “Ben kabulleneli çok oldu. Ama yardımına hayır demem elbette.” Dediğimde başını salladı belli belirsiz. “Ne zaman isterseniz İnci Hanım.” Başka bir şey söylemeden ona bakmaya devam ettim. Çorbadan içmesini dört gözle bekliyordum resmen. Yemek yapmayı seviyordum evet ama kendi çapımda bir şeyler yapıyordum. Şimdi benimle yiyecek biri olduğunda onun tepkisini merak ediyordum.

Çorbasından bir kaşık alıp içtikten sonra göz göze geldik. Bir tepki beklerken dudaklarını yaladı. “Çok güzel, haklıymışsın sanat eseri olmuş.” Cümlesiyle tatmin olurken bende kaşığı elime alıp çorbadan içmeye başladım. “Afiyet olsun.” Diye de eklerken sessizlik içerisinde çorbalarımızı bitirdik. Sonrasında da ana yemeğe geçtiğimizde yine bir sessizlik vardı aramızda. Ama bakışlarımız sürekli buluşuyordu.

“Yemek yapmak için kursa falan mı gittin?” Boran aramızdaki sessizliği bozarken başımı iki yana salladım. “Hayır. Londra’ya gitmeden önce mutfakta çok vakit geçirirdim. Çünkü yapacak başka bir şey yoktu.” Derken sesimin durgunlaşmasını engelleyemedim. Ardından ekledim. “Yemek yapmazdım ama izlerdim, sonra Londra’ya gidince işler değişti tabi. İş başa düştü. Kendim yapmam gerekti.” Diye kendimi açıklarken Boran dikkatlice beni dinliyordu.

Anladığını belirtircesine başını sallarken güldüm. “Muhtemelen Londra’da hizmetçilerle falan olduğumu düşünmüşsündür. Ama olmadı. Abimde dedemde çok teklif ettiler haklarını yemeyeyim. Ama ben kafa dinlemeye gitmiştim o yüzden kendi başıma olmak istedim. İnsan kendi başına olunca her şeyini kendi yapıyor.”

“Öyle düşünmedim.” Dedi biraz önce söylediğimi reddederek. Önümdeki bardaktan su içerken sözlerime devam ettim. “Ama çok sevdiğim bir tane restoran vardı. Sık sık oraya giderdik Lu-“ diyeceğim sırada hızla kendimi düzelttim. “Arkadaşlarımla.” Nereden aklıma gelmişti anlamamıştım birden. Ancak Boran kimi söylediğimi anlamıştı. Bakışları sertleşirken vücudu dikleşti. Genzini hafiften temizleyip masadaki su bardağını alıp su içti. Dudaklarımı birbirine bastırıp pişmanlık yaşarken ne diyeceğimi bilemedim.6

Beni en güvendiğim yerden kıran adamı hatırlamak, hatırlatmak istememiştim ama en çok onunla anım vardı o restoranda. O yüzden alışkanlık olarak çıkmıştı ağzımdan. Bu konu Boran’ı rahatsız ediyordu bunu ta ilk basın açıklamasında anlamıştım ama nedenini anlayamıyordum. O sadece geçmiş bir meseleydi.

Boran’a bakmaya devam ederken o bana doğru bakmadı. Keyfi kaçmıştı. Araya sessizlik sokmamak için hızlıca konuyu değiştirmeye çalıştım. “Peki sen? Türkiye’de sevdiğin bir yer var mı? Benimle paylaşırsan belki birlikte gideriz ve benim de en sevdiğim yer orası olur.” Hevesli bir biçimde konuşurken bana doğru baktı Boran. Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra cevap verdi. “Balık restoranlarını severim, boğazda. Daha doğrusu balığı severim.”

“Bende severim.” Dedikten sonra başımı omzuma doğru eğdim. “Bir gün rakı balık yapar mıyız?” dediğimde kaşları havalandı. “Sen rakı içiyor musun?” dediğinde sırıttım. “Ne sandınız Boran bey?” Suratına vay be dercesine bir ifade takarken onayladı. “Neden olmasın o halde? Bir gün gideriz.”

“Anlaştık.” Diye ellerimi birbirine vurdum. Boran verdiğim tepkiyle birlikte istemsizce gülerken bende güldüm.

Bu şekilde yemeğimizin sonunu getirdikten sonra bulaşıkları el birliği ile toplamıştık. Sonra da birlikte birer Türk kahvesi içerek günü tamamlamıştık. Zaten günlerimiz çoğunlukla böyle geçiyordu. Yine de o kahveyi içerken ettiğimiz sohbetleri hiçbir şeye değişmezdim. Çünkü artık bir yabancıyla değil de arkadaşımla, hatta arkadaştan daha öte birisiyle konuşuyormuş gibi hissedip zevk alıyordum. Boran’a bu ev için kızmış da olsam daha birkaç gün geçmesine rağmen evim olarak benimsemiş ve onun değimiyle yuvam gibi hissetmeye başlamıştım…

 

◔◔◔

Ertesi sabah Boran ile çıkmıştık evden. Bugün şirkete gitmeyecektim. Ofiste görüşeceğim birkaç danışanım vardı, onlarla ilgilenecektim. Mert benimle ofise gelirken Fatih Boran ile şirkete gitmişti. Ofise gelir gelmez ilk danışanım için hazırlık yapmıştım. Hava yağmurluydu, dışarının görünebilmesi için perdeleri aralamış ve ferah bir ortam yaratmıştım.

Seans saati geldiğinde danışanımı güler yüzle karşılamış ve içecek teklif ederek seansımıza başlamıştık. Bu danışanımla ilk seansımızdı, o yüzden hem gergin hem de yardım etmeye istekliydim. İnsanlara yardım etmek bana iyi geliyordu.

Karşımda oturan orta yaşlı adam gözlerini yere dikmiş, bir süredir sessizdi. Muhtemelen kendi içinde bir şeyleri düşünüyordu, hesaplaşıyordu. Sabırla bekledim. Çünkü bazen en ağır yükler sessizliğin ardından dökülürdü. Bu meslek bana bunu öğretmişti.

"Ne zaman isterseniz başlayabiliriz. Sessizlik de anlatır bazen." Dedim sakin bir tınıda. Cümlemle birlikte adam hafifçe başını kaldırdı. Gözlerinde yorucu bir savaşın izleri vardı sanki. "İnsanlar diyor ya... zaman her şeyi unutturur. Yalan." Derken gözlerini kaçırdı ve ekledi. "Zaman sadece acıyı sessizleştiriyor. İçinde büyümeye devam ediyor."

Cümlesinin doğruluğu karşısında başımı salladım. "Bazen acı, üstü örtülen bir tohum gibi büyür. Suskun kalır ama kökleri derine iner." Zaten en kötüsü de buydu ama insanoğlunun elinden bunu engellemek için hiçbir şey gelmiyordu.

Sedat bey gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. "Ben... yıllarca her şey yolunda gibi yaptım. İşimde başarılı oldum. Aile kurdum. İnsanlar bana 'güçlü' dediler. Ama... ben içimde hiç büyümedim. Sekiz yaşındaki o çocuk kaldı orada."

"O çocuğun sesi bugün hâlâ duyulmak istiyor." Derken sesimi yumuşak tutmaya ve yüzümdeki küçük tebessümü korumaya dikkat ettim. Ancak Sedat bey için bu kırılma noktası olmuştu. Dudakları titrerken birkaç kere ağzını açıp kapadı. Konuşmak istiyordu ancak kelimeler boğazında düğümleniyordu belli ki.

"Kimse bana, 'Üzgünüm sana bunları yaşattık' demedi. Hep ben susmak zorunda kaldım." Dikkatle Sedat beye doğru baktım. Onda kendimi görüyor gibi olmuştum anlık olarak. Duygularımı işin içine katmadan kararlı bir tonda karşılık verdim. "Ben söyleyebilirim. Sana yapılanlar yanlıştı. Susmaya zorlanmak da yanlıştı. Hak etmediğin bir acıyı yalnız taşıdın."

Duymak istediği cümle buydu, belli ki çok acı yaşamıştı. Kimsenin onun sesini duymadığını düşünüyordu. Sedat bey gözlerini benden kaçırırken yanağına doğru birkaç damlanın aktığını gördüm. Ben onu gördüğümde hızla eliyle yüzünü kapattı. Bazen insanlar ağlamayı zayıflık olarak görürdü ama aksine ağlamak içinde bir şeylerin patladığının göstergesiydi çoğu zaman.

"Bazen en çok ihtiyacımız olan şey, sadece birinin gerçeğimizi duymasıdır. İyileşmek, o sesi kendi içinde bulmakla başlar." İçten bir şekilde konuştum. Karşımdakinden bir cevap beklemiyordum. Onun iyi hissetmesini istiyordum.

Sedat bey bir cevap vermedi, sessizlik bir süre daha odada yankılandı. Bu sessizlikte acı da vardı, ilk defa bir rahatlama da. Belki Sedat bey ilk defa ağlıyordu, bilemezdik. Ama buraya rahatlamaya geliyordu ve bu rahatlamaya ağlamak da dahildi.

"Ben... yıllar sonra ilk defa gerçekten nefes alabiliyorum burada." İtirafıyla birlikte hafifçe sıcak bir gülümseme sundum ona doğru. "İşte bu, iyileşmenin ilk gerçek adımıdır. Acını inkâr etmeden, onunla birlikte yaşamayı öğrenmek..."

Sedat Bey başını hafifçe eğdi. Parmaklarını birbirine kenetlemiş, dizlerinin üzerinde sıkıca tutuyordu. Ellerinin titrediğini fark ettim. Bir şeyler söylemek istiyor gibiydi ama kelimeler dilinin ucunda düğümleniyordu.

"Zor..." dedi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltı kadar hafifti. "İnsan kendine bile itiraf etmekte zorlanıyor bazen. O sessizliği... o yalnızlığı... kabullenmek çok ağır."

Başımı salladım onu yargılamadan. "Ağır evet," dedim yumuşak bir sesle. "Ama ağırlığı paylaşınca, biraz daha taşınabilir oluyor." Bunun en yakın şahidi bendim o yüzden danışanlarıma söylemekten gocunmuyordum.

Bir anlık bir duraksama oldu. Sonra gözlerinde yeni bir şey belirdi; hafif, neredeyse görülmeyecek bir umut kıvılcımı. "Belki de..." dedi bana bakarak. Ardından ekledi. "İlk defa gerçekten biri beni duymaya çalışıyor."

Sözlerinin ardından odadaki hava hafifledi. Sanki görünmeyen bir yük biraz olsun azalmıştı. İçimde, ona doğru küçük bir adım daha atma isteği doğdu. "Ve ben buradayım," dedim. "Duymak için, birlikte yürümek için." Karşımdaki adam bana yardım etmem için gelmişti ve elimden geleni yapacaktım.

Sedat Bey'in yüzünde, fark edilmesi güç bir rahatlama belirirken, odanın sessizliği artık ağır değil, sıcak ve koruyucuydu. Birbirimize, kelimelerden çok daha fazlasını anlatan bir bakışla baktık. Bu bakışta, kaybolmuş yılların, susturulmuş acıların ve bir yerlerde hâlâ hayatta kalan umutların izleri vardı.

Seansın son dakikalarıydı. Defterimi kapatıp yavaşça kenara koydum. "Bazen," dedim, sesim yine yumuşaktı, "Hayatın bize yüklediği şeyler karşısında güçlü durmak, hiç yıkılmamak güçlü durmak sanıyoruz. Oysa bazen güç, yıkıldığımız yerde kalıp, birinin elini uzatmasına izin vermektir."

Bu benim içinde böyleydi. Bende artık bazı şeyleri kendi içimde yaşamaktan vazgeçmiştim. Çünkü ben kendimi yıpratarak bir şeylerle başa çıkmaya çalıştığımda beni kaldırmaya çalışan bir adam belirmişti yanımda. Bazen onun beni ayağa kaldırmasına izin vermem gerekiyordu.

Sedat Bey bir an duraksadı. Sonra, neredeyse fark ettirmeden başını salladı. Gözleri bu kez yaşlı değildi; ama içinde uzun zamandır saklı kalmış bir minnettarlık taşıyordu. Seansın süresi bitmek üzereydi ama ikimiz de bunun yalnızca bir başlangıç olduğunu biliyorduk. Onun sessizce verdiği savaşta, artık yalnız olmadığını hissetmeye başlaması, belki de en büyük adım olacaktı.

Kapıya doğru yöneldiğimizde, aramızda sessiz bir anlaşma doğmuş gibiydi. O artık yalnız değildi. Ve ben de, onun bu zorlu yolculuğunda yanında olacak bir yol arkadaşıydım. Kapının eşiğinde, geri dönüp hafifçe başını eğdi. "Teşekkür ederim," dedi sadece.

Ben de ona aynı içtenlikle gülümsedim. "Birlikte öğreniyoruz, adım adım."

Ve o anda anladım: iyileşmek sadece acıyı paylaşmak değil, aynı zamanda yeniden güvenmeyi, yeniden umut etmeyi öğrenmekti. O oda, bir terapi odasından fazlasıydı artık. Orası, yıkıntıların arasında filizlenen bir başlangıcın ilk durağıydı. O an sadece danışanım için değil, belki de benim de kendi içimde bir şeyleri kabul etmemi sağlamıştı.

Danışanım çıktıktan sonra derin bir nefes verdim. Masanın üzerindeki sudan birkaç yudum atarak camdan dışarı baktım. Tam o sırada telefonumun zil sesi odayı doldurmaya başladı. Camdan bakışlarımı çekerek telefona baktığımda Defne’nin aradığını gördüm ve hiç beklemeden telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Efendim?"

"İnci, nasılsın?" Defne samimi bir biçimde konuşurken küçük bir tebessüm ettim. "İyiyim canım, sen nasılsın?"

"İyiyim bende, Derin'e bir şey rica etmişsin. O da bana söyledi. Kendisi okulda biliyorsun, telefonunu kullanamıyor okulda olduğu için. Zümra hanım ve Gülsüm Hanım evden çıktılar, bende bir saate çıkıyorum. İstersen gelip eşyalarını al." dedikten sonra ekledi. "Gönül ister ki gelip alma siz buraya gelin ama haberinizi aldık, yeni evinize taşınmışsınız."

Defne’nin cana yakın sesiyle birlikte bende aynı tonda karşılık verdim. "Siz gelirsiniz, bir gün Cihanla gelin. Daha doğrusu ne zaman isterseniz." dediğimde Defne güldü. "Geliriz mutlaka, siz şimdi taşınma telaşındasınız. Tamamen taşındıktan sonra geliriz tabii ki."

"Çok seviniriz." dediğimde Defne tekrar konuştu. "Ben seni tutmayayım daha fazla, dediğim gibi bir saate ev boşalacak." Hızlıca onayladım. "Tamamdır, çok teşekkür ederim haber verdiğin için."4

"Ne demek canım benim, sonra görüşürüz." Bende görüşürüz dedikten sonra telefonu kapattım. Önümde 2 danışan daha vardı. 1 saat sonra tamamen işim bitmiş olacaktı. Rahatlıkla gidip eşyaları toplayabilirdim.

Yaklaşık 10 dakika sonra yeni bir seansa girerek diğer danışanıma da yardımcı olmaya çalıştım. Bu mesleğe başladığım ilk yılı hatırlıyordum da çok heyecanlıydım. Şimdi de heyecanlıydım elbet ama tek işim bu olmadığı için keyfini çıkartamıyordum.

Kırk dakikalık bir seansın ardından ufak bir ara verip diğer danışanıma geçtim. Onunla da yarım saat vakit geçirdikten sonra işim tamamen bitmişti. Not aldığım defterimi ofisteki odamın çekmecesine kilitleyerek ofisten çıktım.

Beni ofisin kapısında bekleyen Mert’e hitaben konuştum. "Boranların evine gidelim Mert." Mert beni onaylarken kapımı açtı. "Tabii yenge." Aracın arka koltuğuna bindikten sonra telefonu açarak Boran’ın numarasını tuşladım. Gitmişken onun kıyafetlerini de alırdım. Gerçi onunkilerin çoğu gelmişti.

Telefon çalıp çalıp kapanırken hafifçe kaşlarım çatıldı. Normalde hiç bekletmeden açardı. Ancak toplantıda da olabilirdi. O görünce mutlaka beni arardı.5

Kısa süren yolculuğun ardından bahçeden içeri girdik. Kapım evdeki başka bir koruma tarafından açılırken direkt araçtan indim. Evin kapısını üzerindeki anahtarla açıp içeri girdim. Sonra da asansöre binerek Boran’ın odasına ilerledim.

Odaya girdiğimde etrafıma baktım. Her şey aynıydı. Direkt olarak gardıroba ilerleyerek bavulumu çıkardım ve kıyafetlerimi toplamaya başladım. Takımlarımı siyah kıyafet poşetine koyarken dikkatimi Boran’ın takımları çekti. Onları da çıkartıp kendiminki gibi siyah kıyafet poşetine koydum.

Diğer kıyafetlerimi katlarken içerinin sıcaklamasıyla birlikte balkona doğru ilerledim. Kapısını açıp dışarı doğru çıktım. En çok buranın manzarasını özleyecektim. Gerçi yeni evimizin manzarası da güzeldi. Boğazı görüyordu. Ama bir tarafının da buradaki gibi ağaçlardan oluşmasını isterdim.1

Ellerimi balkonun demirine yaslamış dışarı bakarken evin arka bahçesinin kapısı açıldı. Merakla oraya bakarken Boran’ın arabasını gördüm. Neden ön kapıdan girmemişti ki? Normalde hep ön kapıyı kullanırdı çünkü şirket o taraftan daha yakındı. Telefonumu da açmamıştı.2

Arabanın kapısı korumalardan biri tarafından açılırken siyah güneş gözlüğüyle inen Boran’ı gördüm. Fatih yoktu. Sabah Fatih ile çıkmıştı. Sinirli duruyordu. Artık neredeyse hiç görmediğim ciddi ve sert bakışlarıyla kapıyı açan korumaya baktıktan sonra bir şeyler söyledi. Koruma eliyle bir yeri işaret ederken bakışlarım işaret ettiği yere kaydı. Evin hemen yakınında müştemilat tarzı bir yer vardı ve orayı işaret ediyordu. Boran başka bir şey söylemeden oraya ilerlerken meraklı yanımın ağır bastığını hissettim.1

Ne işi vardı orada? Telefonumu açmamıştı ve şimdi neler karıştırıyordu?

Meraklı bir şekilde odadan çıkarak aşağı indim. Evin arka kapısından Boranların biraz önce gittiği yere doğru ilerlemeye başladım. Etrafta koruma yoktu. Onlar ön kapıda kalmıştı. O yüzden elimi kolumu sallayarak ilerleyebiliyordum.

Sessiz bir şekilde müştemilata ilerlediğimde camlarının tahta ile kapatılmış olduğunu gördüm. Kaşlarım istemsizce çatılırken aklıma hiç olmayacak düşünceler gelmeye başlamıştı. Müştemilatın arkasını dolanırken penceredeki tahtalardan birinin arasından içeri baktım. Ne mutluydu ki cam yoktu, sadece tahta vardı. O yüzden sesleri de duyabiliyordum.1

Müştemilatın ortasında bir adam vardı. Sandalyeye oturtulmuş, elleri ve ayakları bağlıydı. Boran tam karşısında gömleğinin kollarını katlarken bakışlarını ondan hiç ayırmıyordu. Cam neyse ki Boran’ın durduğu hizanın sağında kalıyordu. Böylece beni görmüyordu, karşıda olsa net bir şekilde görürdü.2

Görünmemek için sırtımı duvara yasladım ne konuşacaklarını ve adama ne yapacaklarını merak ediyordum. Bana bu işlerle uğraşmadığını söylemişti ama şu anki manzara söylediğinin tam tersiydi ve ben duyacaklarımdan korkuyordum...5

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Boran içeri girdiğinde keskin bakışları sandalyede elleri arkadan bağlanmış olan adamın üzerindeydi. Üzerindeki siyah ceketi çıkarttığında hemen yanındaki Fatih ceketi eline aldı. Boran sert ve buz gibi bakışlarını adamdan ayırmazken siyah gömleğinin kolundaki düğmeleri açmaya başladı. Gömleğin kollarını teker teker kıvırırken karşısındaki adam yutkundu.

Bir saat önce Fatih’in aramasıyla öğrenmişti İnci’nin ölümü için frenleri boşaltan kişinin bulunup yakalandığını. Görüntüler defalarca izlenmiş ve en sonunda ufacık bir detayı kaçırdıklarını fark etmişlerdi. O detaydan yola çıkarak bir isme ulaşmışlardı.1

Fatih, Boran’ın emrini beklemeden adamı araştırmıştı. Daha önce birkaç suç kaydından cezaevinde yattığını ve sonrasında da çıktığını öğrenmişlerdi. Ancak en can alıcı kısmı birden fazla taciz suçlamasından suç kaydının bulunduğu ve hepsinden de tutuksuz yargılandığı idi. Ülkenin adaleti bu şekilde işliyordu ve bazen bu suçlulara devlet yerine başka kişilerin ceza vermesi kaçınılmaz oluyordu.1

Boran karşısındaki adama doğru güçlü birkaç adım attıktan sonra tam önünde durdu. Elini cebine sokup iki tane kablo çıkartırken başını omzuna doğru eğdi. Keskin ama sakin bir sesle konuştu. “Bu kabloları hatırladın mı Yusuf?” Gözlerini bir saniye bile karşısındaki adamdan ayırmazken Yusuf yutkundu. Boran ondan bir cevap gelmezken bir adım daha yaklaştı ve yüzlerini birbirine hizalamak adına eğildi. Aynı zamanda kabloyu adamın görebileceği hizada tutmaya devam etti. “Hatırlamıyorsan ben hatırlatayım. İnci’nin arabasının frenleri, hani ölmesi için kestiklerin.”1

Hala sakin bir sesle devam etse de bakışları ürkütücüydü. Zaten sakinliği de öyleydi. Fırtına öncesi sessizlikti…

“Ben sadece… ben emirleri uyguladım. Kimin için çalıştığımı bilmiyordum abi, yemin ederim. Frenlerini keseceğim kişiyi de tanımıyordum.” Karşısındaki adam dili tutulmuş gibi cevap vermeye çalışırken Boran belini doğrulttu. Ortamda sadece onun nefes alışverişleri duyulurken dişlerinin arasından fısıldadı. “Emir aldın.”1

Yusuf başını hızlı hızlı sallarken yerinde titredi. Frenlerini kestiği kişinin de kim olduğunu bilmiyordu. Boran’a bulaşacağını bilse asla böyle bir şey yapmazdı ama olmuştu bir kere. Ona bulaşmıştı.

“Karımı öldürmek için emir aldın.” Derken başını salladı Boran. Ellerini arkasında bağlarken karşısındaki adama bakmaya devam etti. Karşısında tir tir titriyordu ama frenleri keserken titrememişti. Bu aklına geldiğinde ve hele ki İnci’nin korku dolu sesi zihnine dolduğunda siniri kat be kat arttı.1

“Yemin ediyorum bilmi-“ Yusuf kendini savunmak için konuşurken Boran ona konuşma fırsatı vermeden yumruğunu suratına doğru geçirdi. Yusuf acıyla inlerken bu hareketi tekrarladı. Ne yaparsa yapsın öfkesi dinmeyecekti. Yumrukların etkisiyle sandalye geriye doğru düştüğünde Boran elini iki yana sallayarak eline bulaşan kanı uzaklaştırmaya çalıştı. “Kaldırın şunu.” Başıyla adamlara işaret verirken uzakta duran iki adam Yusuf’u kaldırıp eski haline getirdiler.

Yusuf korku dolu gözlerle ona bakarken Boran elini arkasında bağladı. “Kadına el uzatmak… Erkeklik değil, ölümü çağırmaktır. Bunu sana öğretmemişler belli.” Keskin bir tonda konuşurken Yusuf başını eğdi. Boran ona tekrar yaklaştıktan sonra elini Yusuf’un saçlarına götürüp asıldı, böylece başı yukarı kalkmış göz göze gelmişlerdi. Alev saçan gözlerle adama bakarken Yusuf yüzünü buruşturmakla meşguldü. “Frenler yetmemiş, hava yastığının çalışmasını da engelleyeyim ölümü garanti olsun demişsin!” Boran tükürürcesine konuşurken Yusuf başını iki yana salladı.3

“Emri kim verdi?” Yusuf’un saçlarına asılmaya devam ederken karşısındaki adamın yüzü buruşsa dahi dudaklarını aralamadı. Boran bu duruma daha da öfkelenirken dişlerini sıktı. “Anlat lan! Kim söyledi sana frenleri kes diye!?” Tahammülsüz ve tehlikeli bir sesle bağırırken karşısından ses alamayacağını anlayarak elini adamın saçlarından çekti ve bir adım geri gitti.

Elini cebine sokup kapalı bir çakı çıkardı. Çakıyı Yusuf’un göz hizasında tutarken açmak için düğmesine bastı. Gözlerini bir saniye bile karşısındaki adamdan ayırmazken ürkütücü bir şekilde konuştu. “Ne dersin sizin yöntemleri deneyelim mi Yusuf?” derken adama doğru yaklaştı. Çakının keskin ucunu ilk önce Yusuf’un bacaklarında gezdirirken bastırmadı. Sadece hissetsin istedi. “Sen daha iyi biliyorsundur, kesmek için bastırmak mı gerekiyor?” Yusuf tir tir titrerken Boran mutluluktan uzak daha çok psikopatlık barındıran bir gülümsemeyle bakmaya devam etti Yusuf’un yüzüne. “Şöyle deneyelim o halde.”1

Elindeki çakıyı bastırarak Yusuf’un baldırında gezdirirken bu sefer keskin ucu pantolonu çoktan delip geçmişti, Yusuf’un tenine değmiş ve hatta teninde kesikler oluşturmaya başlamıştı. Yusuf inlemeden çok ağlayarak bacaklarını kaçırmaya çalışsa da Boran daha da güldü. “Her vermediğin cevap kesik olarak dönecek öyleyse.” Derken bu sefer diğer bacağına geçti. “Bilmiyor musun, tamam.” Derken bu sefer aynı işlemi diğer bacağına doğru uygulamaya başladı.1

Yusuf’un bağırışları artarken Boran geri çekildi. Başını omzuna doğru eğerken adamın haliyle daha da keyiflendi. “Bilmiyor gibi beyler ne dersiniz?” Fatih aynı Boran gibi keyifle adama bakarken onayladı. “Bilmiyor abi, belli.” Dediğinde Boran başını salladı. “Bence de. E o zaman hatırlatalım.”

Tekrardan adama yaklaşırken bu sefer arkasına doğru geçti. Bu sefer dirseğine çakıyı yaslarken Yusuf’un kulağına eğildi ve fısıldadı. “Zaman akıyor Yusuf. Tik tak, tik tak, tik tak.” Derken çakıyı bastırıp adamın omzuna doğru ilerletti. Yusuf her bir kesikte daha da bağırıp ağlarken Boran vazgeçmeyip diğer koluna doğru geçti.

Oraya da uzun bir çizik attıktan sonra tekrardan Yusuf’un önüne doğru geçti. “Demek bu kadar sadıksın emir aldığın kişiye.” Dişlerinin arasından fısıldarken sesinden öfkesi akıyordu. “Onun için ölecek kadar sadıksın.” Dedikten sonra elindeki çakıyı Yusuf’un şah damarına doğru yasladı. Hafifçe eğilerek Yusuf’un korkuyla aralanmış gözlerinin içine baktı. “Burayı kestiğim an bir dakika içinde kan kaybından ölürsün. Belki de daha az bir süre.” Derken gözlerini kıstı Boran.

“Yapma… yapma söyleyeceğim.” Yusuf korkuyla fısıldarken Boran tek kaşını kaldırdı. Dudaklarının cık sesi çıkarken elindeki çakının ucunu damara bastırdı. “Boş konuşup vaktinden yiyorsun.” Tam olarak bastırmadan damarın üzerinde çakıyı gezdirirken Yusuf bağırdı. “Adnan! Adnan Aral verdi emri!”9

O an Boran’ın alay dolu yüz ifadesinin yerini büyük bir öfke kapladı. Tahmin ediyordu da bunu yapmaz diye kendini kandırıyordu. Bir baba kızını öldürmez diye kendini dizginliyordu ama şimdi düğüm çözülmüştü ve yapmaz denilenler yapılmıştı. Elindeki çakıyı adamın damarından çekerken dişlerini sıktı. Yusuf tir tir titremeye devam ederken Boran elindeki çakıyı Fatih’e doğru uzattı.2

Asıl mesele öğrenmek değildi, asıl mesele öğrendiği şeyi İnci’ye nasıl söyleyeceğiydi. Ama bilmediği bir şey vardı. O da İnci’nin şu kapının arkasında olup her şeyi duymuş olmasıydı…9

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?8

‣‣‣ Boran ve İnci sahneleri nasıldı, hoşunuza gitti mi? İnci yavaş yavaş bir şeyleri kabulleniyor gibi ne dersiniz? Sizce ilk açılan taraf kim olur?7

‣‣‣ Son kısımda yazarın anlatımından olan kısım nasıldı?5

‣‣‣ İnci’nin frenlerini kimin kestiğini öğrendik, tahminleriniz bu yöndeydi zaten. Tebrikler:)5

‣‣‣ Sizce İnci nasıl bir tepki verecek duyduklarına? Neler olacak sizce?6

‣‣‣ İnci’nin mesleğiyle ilgili olan terapi sahneleri hoşunuza gidiyor mu? Ara ara yer vermeyi düşünüyorum. Sonuçta onun mesleği bu. Ama düşüncelerinizi de merak ediyorum.4

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…7

Bölüm : 16.05.2025 19:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...