17. Bölüm

Adavet| 15

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...

 

Bölüm Şarkısı; Oya & Bora - Bana Bir Masal Anlat Baba (Özellikle ilk sahneyi yazarken kullandım ben, okurken sizde kullanırsınız belki.)

 

15. Bölüm

12 Temmuz 200010

Siyah Mercedes hastanenin önünde durduğunda Sardun Bey kapısının açılmasını beklemeden hızla aracından indi. Koşar adımlarla hastanenin içine girdiğinde danışmaya yaklaşarak hızla konuştu. “Doğumhane nerede?” Danışmadaki kadın eliyle koridorun sonunu işaret etti. “Şuradan sola dönün hemen karşınızda.”4

Sardun Bey kısaca teşekkür ederek işaret edilen yere doğru ilerledi. Yaklaşık yarım saat önce oğlu aramıştı. Elif’in kanaması var, acil doğuma alındı demişti. Elif, Adnan Aral’ın âşık olduğu kadındı. Yasak aşkıydı. Serap hanım dahil olmak üzere ailedeki herkes biliyordu bu durumu. Serap hanım, Adnan’ın onu aldattığını bile bile bu duruma göz yumuyordu. 8

Sardun bey köşeyi döndüğünde doğumhane kapısının hemen önünde sandalyeye oturmuş, eliyle yüzünü kapatmış olan oğlunu gördü. Yanına yaklaştığında oğlu elini yüzünden çekti ve babasına doğru baktı. “Baba, bir şey olmayacak değil mi?” Sardun bey her ne kadar oğluna çok kızsa da elini oğlunun omzuna yaslayarak ona teselli verdi. “Olmayacak, güçlü dur sen evladım.”8

İçi içi yiyordu Adnan Bey’in. İçerideki sevdiği kadını kaybetmekten korkuyordu. Elif hamile olduğunu söylediğinde dünyalar onun olmuştu sanki. Âşık olduğu kadından bir çocuğu olacaktı. Ancak daha cinsiyetini öğrenmeden gittikleri kontrolde dünyası başına yıkılmıştı. Doğumun riskli olduğunu öğrenmişlerdi. Elif’in kalbinin bu doğumu kaldıramama ihtimali olduğunu öğrenmişlerdi. O anda Adnan aldırmasını istemişti çocuğu ama Elif reddetmişti. Ucunda ölmek olsa dahi bu çocuğu istemişti. Hissediyordu çünkü, yaşayacağını ve bebeğiyle birlikte bir yaşam kuracağını biliyordu.4

Adnan ile araları bu konuda bozulsa da gittikleri doktor kontrollerinde durumun iyiye gittiğini öğrendiklerinde her şey biraz daha normale dönmüştü. Adnan Bey’de bu ihtimale sığınarak kendini kaptırmıştı. Bir kızı olacağını öğrendiğinde çok sevinmişti, bir oğlu vardı. Bir de kızı olsun istemişti ve olmuştu hem de âşık olduğu kadından. Daha doğmadan bile çok heveslenmişti kızıyla yaşayacağı günleri düşünerek.11

Bugüne kadar her şey normal giderken bugün her şey mahvolmuştu. Elif kanaması olduğunu söylemek için aramıştı Adnan’ı. Apar topar hastaneye gelmişlerdi ve Elif direkt olarak doğuma alınmıştı. Adnan ise oracıkta kalakalmıştı.

Elleri kolları bağlı bir şekilde beklerlerken doğumhanenin kapısı açıldı. Adnan bakışlarını kapıya çevirdiğinde buz gibi bir ifadeyle ona bakan doktorla göz göze geldi. Sevdiği kadını ve kızını görmek için can atıyordu. Ama bu bakış içindeki bu hevesi kırmaya yetmişti bile. “Nasıllar, doğdu mu bebek?”4

Doktorun tam karşısına dikilirken endişeli gözlerle baktı ona doğru. Sardun beyde oğlunun yanında dikilirken doktor üzgün bir sesle konuştu. “Bebeğiniz çok sağlıklı, ancak anneyi kurtaramadık ne yazık ki. Kalbi dayanamadı…”2

O an Adnan’ın yıkımının başladığı andı... Zihnine Elif ile olan anları düşerken içi acıyla kavruldu. 2

Sardun bey eliyle ağzını kapatırken ne diyeceğini bilemedi. Oğlunun kolundan tutarken doktorun sesini işitti. “Bebeği bir günlüğüne küvöze alacağız, plasenta erken ayrıldığı için oksijensiz kalmış ancak durumu iyi. Yarın çıkartabilirsiniz. Başınız sağ olsun.”

Doktor yanlarından ayrılırken Adnan son cümleleri duymamıştı bile. Tek odaklandığı şey kaybettiği sevdiği kadındı. Ondan başka umurunda olan bir şey yoktu. Babasının kolundan ayrılıp duvara doğru yaklaşırken kolunu duvara yasladı ve başını koluna gömdü. Gerçeklikle yüzleşmeye çalıştı. Zihninde Elif’in yeşil gözleri, sözleri, gülüşü canlanırken canından can gidiyormuş gibi hissetti.

O gün Elif’in kanamasının aslında Serap Hanım yüzünden olduğunu kimse bilmedi. O sır Elif ile toprağın altına gömüldü…18

*****

Cenazenin ardından Sardun Bey torununu almak için hastaneye gitmişti. Doktorun tavsiyelerini dikkatle dinledikten sonra torununu alarak evine götürmeye başladı. Adnan mateme girmişti, çocuğu dahi umurunda değildi. Serap hanım zaten umursamıyordu. Sardun bey ve eşi Necmiye hanımın aklındaydı sadece bu yeni doğmuş melek. 4

Eve ulaştığında kapıda ilk karşılayan Necmiye Hanım olmuştu onları. Oğlunun yediği haltı biliyordu, asla onaylamıyordu ama ortada kalan bir melek vardı. Ona sahip çıkmak boyunlarının borcuydu. Pusetle indirilen bebeğe baktı hızla. O kadar güzeldi ki, hayran oldu Necmiye Hanım. Korumanın elindeki puseti alarak evden içeri soktu. Sardun beyde arkasından gelirken salonda oturan Serap ayağa kalktı bebeği görüp.2

“Bu kadarı da fazla artık! Ne işin var bunun burada!?” Bağırarak hırsını çıkarmaya çalışırken Necmiye Hanım hızla karşılık verdi. “El kadar bebek Serap, nereye bırakalım?” Serap hanım umursamaz bir tınıyla karşılık verdi. “Yetiştirme yurtları bu yüzden var, kimsesizler için. İstemiyorum onu bu evde.”6

“Benim torunum kimsesiz değil, haddini bil.” Sardun bey sert sesiyle araya girdi. Ters ters gelinine baktı. Onu da anlıyordu. Oğlu aldatmıştı, gelininin suratına bakmaya utanıyordu ama torununu da öylece bırakamazdı. Oğlunun yediği haltın cezasını bu küçücük can çekemezdi. “Oğlunuz aldattı beni, şimdi bir de başkasından peydahladığı çocuğu bu eve mi getiriyorsunuz!?” 9

Serap hanım ağlayarak konuşurken Necmiye Hanım ılımlı olmaya çalıştı. “Serap, çocuğun ne suçu var? Annesi öldü, babası ortalıkta yok. Biliyorum çok zor kızım, çok acı bir şey ama şu masum bebeğin ne zararı var sana.”

“Çok zararı var, kocamın beni aldattığını her defasında yüzüme vuracak. Nasıl kabul edeyim?” Derken Sardun Bey cevap verdi. “Kocanın seni aldattığını öğrendiğinde yüzüne nasıl bakıyorduysan, nasıl biliyorduysan o şekilde devam edeceksin.” 10

Kocasının onu aldattığını öğrendiğinde boşanmayı bir an bile düşünmemişti Serap Hanım. Üzülmüştü, kahrolmuştu. Ancak Adnan’ı da bırakmamıştı. Kocasında suç bulmayıp Elif’in onu ayarttığını söylemişti hep. Bir gün Elif’ten sıkılıp bana geri döner diye düşünmüştü. Ancak öyle değildi mesele. Adnan bey, Serap hanımla hiçbir zaman isteyerek evlenmemişti. Görücü usulü olmuştu her şey. İçinde hiç sevgi olmamıştı ona dair. Sadece evliliğin gerektirdiği şeyleri yaşayıp bir çocuk dünyaya getirmişlerdi. Ancak Serap Hanım seviyordu Adnan beyi her şeye rağmen.

Adnan bey ise Elif’i seviyordu ve sevmeye devam edecekti.2

Serap hanım ağlayarak odasına çıkarken dış kapı açıldı tekrardan. Bu sefer gelen Adnan’dı. Bitik bir halde içeri girdiğinde bakışları direkt olarak pusette yatan bebeği buldu. Necmiye hanım küçük bir tebessümle oğluna bakarken mırıldandı. “Oğlum, hoş geldin. Hadi elini yıkayıp gel, babasının kokusunu alsın yavrucak.”2

“O şeyi kucağıma falan almayacağım.” Adnan beyin keskin cümlesi ortamda kocaman bir sessizlik yarattı. Sardun bey ise kaşlarını çattı. “O ne demek? Ne biçim konuşuyorsun sen? Kızın o senin, o şey ne demek?” gür bir sesle oğluna çıkışırken Adnan Bey başını iki yana salladı. “Kızım değil o benim, hiçbir şeyim değil. O Elif’in katili sadece.”12

“Oğlum ne diyorsun sen!” Necmiye hanım hayretle oğluna bakarken Adnan bakışlarını bebekten çekerek mırıldandı. “İstemiyorum onu bu evde, görmek istemiyorum. Götürün buradan! Gönderin! Kızım falan yok benim.” Adnan bey içinde biriktirdiği tüm öfkeyi boşaltırken Necmiye Hanım dolu gözleriyle hiçbir şeyden haberi olmayan bebeğe doğru baktı.

Sardun bey ise Necmiye Hanım gibi duygusal değildi. Hızla oğluna yaklaşıp onun yakalarını kavradı ve suratına bakmasını sağladı. “Yedin bir halt, şimdi çocuğu kabul etmiyorsun öyle mi! Ben seni böyle şerefsiz ol diye mi yetiştirdim ulan! Ne demek kabul etmiyorum!?” Adnan bey, babasının sözlerini tınlamadı bile o anda. Aklında sadece sevdiği kadının katili olduğunu düşündüğü kızı vardı. “Etmeyeceğim. Ben söyledim Elif’e, aldır dedim. Aldırmadı. Şimdi onu öldüren o şeye kızım falan demem.”6

Sardun bey dayanamayarak tokadını oğlunun suratına geçirirken Necmiye hanımın hayret dolu sesiyle eş zamanlı olarak tokat sesi yankılandı salonda. “Defol git lan! Elimden bir kaza çıkmadan defol git! Ama şunu bil Adnan sen ister kabul et ister etme o bir Aral ve hep öyle olacak.” Adnan bey umursamayarak evden çıkarken Sardun Bey derin bir nefes verdi.8

Bakışları hiçbir şeyden habersiz uyuyan torununa kaydığında hırsından ve sinirinden ağlamamak için kendini tuttu. Bu kız çocuğu hayata 1-0 geriden başlamıştı. Ne annesi vardı ne de babası. O an aklına koydu bu kız çocuğuna gözü gibi bakacağını. Hayatın acımasızlığını en dibine kadar yaşayacaktı bu kız çocuğu ama dedesi her zaman arkasında olacaktı.

Pusete yaklaşıp nazikçe bebeği kucağına aldı. O kadar güzel, o kadar masumdu ki kucağına almaya bile kıyamadı o an için. Ardından eşine doğru baktı. “Bu miniğe de bakmak bize nasipmiş Necmiye.” Dediğinde Necmiye Hanım başını salladı. “Gözümüz gibi bakarız.” 2

Necmiye hanım bu sözleri söylerken yaklaşık dört ay sonra vefat edeceğinden habersizdi fakat o güne kadar bu meleğe gözü gibi bakmaya ant içmişti. Onun ölümünden sonra oğlunun bu kız çocuğunu sanki lanetliymiş gibi göreceğinden habersiz oğlunun hatasını telafi etmeye çalışmıştı.6

Sardun bey kıbleye doğru döndükten sonra torununun önce sağ kulağına doğru eğildi ve ezan okudu. Sonra soluna geçerek kamet okuduktan sonra kulağına doğru ismini fısıldadı. “Senin adın, İnci…” 2

İnci kadar güzel, zarif, kıymetli, küçük, temiz ve sevimli olan bu bebeğe en layık olan ismi koydu Sardun Bey. 2

Kucağında bebekle eşine doğru döndüğü sırada merdivenlerin başında onları izleyen diğer torununu gördü. Küçük bir tebessümle baktı oğlan çocuğuna doğru. “Egemen gel buraya oğlum.” İçten bir biçimde torununu çağırırken Egemen merdivenlerde dikilmekten vazgeçerek dedesine doğru ilerledi. Bağırışlardan, annesinin ağlamasından korkmuştu. Dört yaşındaydı henüz ama bir şeylerin farkındaydı.2

Sardun bey koltuklardan birine kucağında İnci ile otururken Egemen yanlarına doğru geldi. Sardun bey yanındaki yeri işaret ettiğinde yanına oturdu. Bakışları bebekteyken Sardun bey mırıldandı. “Bak, bu minik kız senin kardeşin.” Derken Egemen şaşırdı. Şaşkın bir şekilde dedesine doğru bakarken Necmiye Hanım elini Egemen’in omzuna koyarak ekledi. “İnci, bizim İnci’miz.”

“İnci…” diye mırıldandı Egemen. Küçüktü ama kardeş ne demek biliyordu. Elini istemsizce bebeğe doğru uzattı. Ancak incitirim diye korkarak elini geri çekti ve elinin üzerine parmağıyla değmeyi tercih etti. O sırada İnci, abisinin parmağını kavrayacak şekilde elini açtı ve parmağını kavradı.

Necmiye hanımda, Sardun beyde bu görüntüye kıvanç içinde bakarken Sardun Bey mırıldandı. “Birbirinizin elini hiç bırakmayın yavrularım çünkü sizin birbirinizden başka kimseniz yok.”2

O an bu lafı ne Egemen anlamıştı ne de İnci. Ancak Egemen daha sonra bunun anlamını kavramıştı. Babasının ve annesinin davranışlarına rağmen kardeşini çok sevmişti. İnci’de büyüdükçe abisiyle daha çok bağ kurmuştu. Egemen onun için farklı bir yere sahipti. Bazen olmayan babası, bazen abisi, bazen arkadaşıydı.

12 Temmuz 2000’de bir kız çocuğu dünyaya gözlerini açmıştı ve aynı gün kimsesiz kalmıştı… hayatı boyunca babasının sevgisizliğiyle, düşmanlığıyla baş etmek zorunda kalmış, annesinin katili olarak bilinmeye devam etmiş ve hayatı boyunca bu yükün altında ezilmeye devam etmişti…4

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

“Adnan! Adnan Aral verdi emri!”

Duyduğu cümle ile eş zamanlı olarak kaza yaptığında etrafta yankılanan sesler, ağaca çarptığı anda hissettiği sarsıntı, başındaki acı, kaza anı zihninde ağır çekim gibi dönmeye başladı İnci’nin. Hissettiği keskin acı, kaşından süzülen kanın sıcaklığını hisseder gibi oldu tekrar. Ama o keskin acı şimdi ruhunda açılan o yaradan daha az acıtıyordu canını.2

Yaslandığı duvardan sırtını ayırırken ne birine görünmek aklına geldi ne de başka bir şey. Elini kasılan midesine götürürken ciğerlerine derin bir nefes çekmeye çalıştı ancak sanki ciğerleri dolmuyordu. İçinde dalga dalga yükselen bir şey vardı; öfke mi, hayal kırıklığı mı, tarifsiz olan kırgınlık mı, ayırt edemiyordu.2

Yürürken sanki hiçbir şey görmüyordu. Adımları onu bir yere götürüyordu ancak farkında değildi. Tüm düşünceleri, duyguları sanki o cümleleri duyduğu an uçup gitmişti. Evin kapısından içeri girdiğinde duvara tutundu ve odaya doğru ilerlemeye devam etti. İçi bomboştu sanki ve bu daha da korkunçtu. Çünkü hissizlik baş edilmesi en zor olan şeydi.

Odaya çıkıp direkt olarak biraz önce yarım bıraktığı işe odaklanmaya çalıştı. Kıyafetlerini çıkartıp bavuluna yerleştirirken gözleri buğulu buğuluydu. Gözyaşları akmamak için inat ediyordu, oysa İnci çok duygusal biriydi. Kıyafetleri katlayıp yerleştirmeye çalışırken elleri titremeye başladı. Boğazındaki düğüm git gide büyüyüp gözyaşları artık buğudan taşıp kirpik diplerine dolsa da akmıyordu. İçinde tek bir cümle dönüp duruyordu: “Adnan! Adnan Aral verdi emri!” 4

Gardıroptaki eşyaları bitirdikten sonra makyaj masasına ilerledi. O an aynada kendisiyle göz göze geldi. Gözlerinde hayal kırıklığından çok inkâr vardı, kalbi hala daha bir yerlerde yanlışlık olduğunu umuyordu. Belki bir yanlış anlaşılma var diye düşünüyordu.2

Kendine bakarken çocukken yaşadığı birçok şey zihnine düştü. Hiçbir zaman babasının nefretini anlamamıştı. O sevgisizliği, o iğreniyormuş gibi olan bakışları, bir kere bile ona sarılmaması… Gözlerini kapattığı an görüntüler daha da netleşti. Babası onu sevsin diye her şeyi yapmıştı. Olmamıştı, sevdirememişti kendini… Oysa insanın anne ve babası onu kayıtsız şartsız severdi.

Gözlerini aralarken aynada tekrar baktı kendine. İçindeki acı o an taştı. Beyni zonklarken kalbindeki acıyı dindirmek için fiziksel bir acının iyi geleceğini düşündü. Hiç tereddüt etmeden elini aynanın içinden geçirdi. Camın keskin kenarları etini yırtarken kırılan ve parçalanan camın sesi bir anlığına zihnindeki uğultuyu keser gibi oldu. Canı yanmıştı, evet. Hem de çok yanmıştı. Ama içindeki boşluk orada durmaya devam ediyordu.2

Elinin üzerinden bileğine doğru sızan kanı umursamadan bu sefer masanın üzerindeki eşyalara yöneldi. Bir çırpıda hepsini dağıtırken sessizliği bıraktı. “Nefer ediyorum senden! Nefret ediyorum!” Kesik kesik nefesler alırken bu sefer dolap kapağını tekmeyle kapattı. Sonra yatağın üzerindeki bavula yöneldi. Bavulu yere doğru atarken dünyası daralıyor, boğuluyor gibi hissediyordu.10

Yatağın örtüsüne uzanıp onu da dağıtırken içindeki his geçmiyordu. Yere doğru çökerken akmamaya direnen gözyaşları bu sefer akmaya başladı. Nefesi kesildi. Göğsü inip kalkerken tüm vücudu tir tir titriyordu. Kendi yarattığı enkazın içinde hıçkıra hıçkıra ağladı. İçinde bastırmaya çalıştığı acı, öfke, ihanete uğramışlık hissi hepsi birden üzerine çöktü.

“Hiçbir zaman sevmedin beni, hiçbir zaman kızın olarak kabul etmedin, şimdi de benden kurtulmak istedin, öldürmek istedin!” Yere doğru çökerken eliyle yüzünü kapattı. Yaşadığı şeylerin yükü üzerine çökmüştü.

İçindeki isyanı dışa vurarak ağlarken tam o sırada Boran evden içeri girdi. Daha merdivenleri çıkmadan üst kattan gelen cam kırılma sesi evin içinde yankılandığında irkildi. O sırada mutfakta olan çalışanlardan birinin sesini duydu. “İnci hanım!” Boran o an şoklanır gibi oldu. İnci’nin burada olma ihtimali yüreğine çöken acıyı katlarken adımları hızlandı.

Koşarak yukarı çıkarken kalbi göğsüne sığmadı. İnci’nin her şeyi duyma ihtimali acısını artırırken içini kemiren kötü his boğazına kadar tırmandı. Nefes nefese yukarı çıktığında direkt odaya yöneldi. Kapıyı hem korkarak hem de bir o kadar hızla açtığında gördüğü manzara yüreğine yumruk gibi indi ve nefesini kesti.

İnci, kırıkların ortasında yere çökmüş, elleri dizlerinde, saçları dağılmış, tüm makyajı yüzüne akmış, gözleri dolu dolu ve ağlamanın etkisiyle kıpkırmızıydı. Elleri titriyor ve göğsünün inip kalkışından düzensiz nefesi belliydi. Etraf darmadağındı. Boran bir an için nefes almayı unuttu. Gözleri İnci’ye kilitlendi.

“İnci...” Derken sesi boğuktu, ürkekti. Biraz da çekingen. İçinden geçen panik dışına taşmamak için boğazında düğüm düğüm birikti. O güçlü ve soğukkanlı adam gitmiş, yerinde sevdiği kadının paramparça oluşunu izleyen, eli kolu titreyen bir adam vardı.

İnci, Boran’ın sesini duyduğunda bakışlarını ona doğru çevirdi. “Çık!” diye haykırdı, “Çık dışarı!” kesik kesik nefesler alarak konuşurken Boran yutkundu karşısında. Ancak çıkmayacaktı da. İnci’ye adım adım yaklaşırken bakışları kızın kanayan eline takıldı. Nefesi boğazında düğümlenirken İnci’yi ürkütmemek için fısıldadı. “Elin…”

“Yaklaşma!” dedi İnci elinin kanamasını umursamadan. Acısını hissetmiyordu bile. Boran yine dinlemedi, bir adım daha yaklaşırken İnci’nin eline doğru uzandı. İnci’nin canı yanmıyordu ama Boran’ın yanıyordu. “Dokunma! İstemiyorum!” dedi bu kez İnci. Kızgındı, kendisine de karşısındaki adama da, duygularına da, hissettiklerine de. Boran onu umursamadan temkinli bir şekilde kızın bileğini tuttuğunda İnci hızla elini kurtardı canının acımasını umursamadan.

Oturduğu yerden kalkarken elini Boran’ın göğsüne yaslayarak itti. “İstemiyorum dedim! İstemiyorum! Çık! Yalnız bırak beni!” her bir kelimesinde Boran’ı itmeye çalışırken gücü kesiliyordu, her bir hamlesi biraz öncekinden daha güçsüzdü. Boran’ın bedenini hareket ettiremiyordu. Boran ise çaresizce İnci’nin çırpınışları karşısında öylece duruyordu. Hırsını, öfkesini, acısını çıkartması için süre tanıyordu. Ancak gözlerini de sevdiği kadının yüzünden ayıramıyordu.

Her vuruşu İnci’nin çığlığı gibiydi, her darbesi Boran’ın göğsüne bıçak gibi saplanıyordu. Bir yandan da aklı kızın kanayan elindeydi. Kanın gömleğine bulaşması falan umurunda değildi, umurunda olan tek şey İnci’nin canının acımasıydı. O böyle vurdukça canı daha da acıyordu bundan emindi.

İnci direncini iyice kaybederken yere çökmek yerine başını Boran’ın göğsüne doğru yasladı. İnadı, bağıra çağıra savurduğu tüm duygular yerini sessizliğe bırakırken parmakları Boran’ın gömleğine tutundu. Nefesi ağlamanın etkisiyle sıklaşırken omuzları sarsıldı. Hıçkırıkları boğazında düğümlenirken acısını kelimelerle anlatamayacağını anlamıştı ve belki de Boran’ın bedenine yaslanmak içindeki acının en büyük haykırışıydı.

Boran ona sığınan kadını anında kollarının arasına aldı. İnci’nin böyle çaresizce göğsüne sinmesi ağır gelirken elini İnci’nin saçlarına götürdü. Parmakları nazikçe ipek gibi saçların arasında dolaşırken bir koluyla da belini sardı. İnci ilk defa o an bütün yükünü, acısını ona sarılan bedenle paylaştığını hissetti. İstemsizce ona sığındı. Boran saçlarını okşarken gözlerini kapattı. İçindeki acı dinmiyordu, dinmeyecekti. Ama hafiflemiş gibi hissetti.

Boran başını İnci’nin saçlarına eğerek burnunu saç diplerine yaslarken duyduğu koku kalbinde bir yerlere dokundu. Onu koruyamadığını, acısını silemediği her saniye kendine öfkeliydi. Ama şimdi hiç değilse yanında olduğunu, yalnız olmadığını hissettirmek istiyordu. Dudakları hafifçe İnci’nin alnına değerken fısıldadı. “Buradayım…”6

İnci’nin yüreğine bu basit kelimeyle bıçak saplanır gibi oldu ama aynı zamanda yüreğindeki yaraya da yara bandı gibi dokundu. Kimseye muhtaç olmamak için çabalayan yüreği ilk kez biri tarafından bu dendi önemsenmenin ne demek olduğunu anlamaya başlamıştı. “Hiçbir şey söylemeden, böyle kalabilir miyiz?” Ağlamaktan çatallaşan sesiyle fısıldarken Boran başını salladı sadece İnci’nin istediği gibi. İnci’yi kendine daha çok çekerken bedenini de daha sıkı kucakladı.

O an kelimelerin anlamsızlaştığı sadece varlığın teselli olduğu bir andı…

 

◔◔◔

İnci Aral Demirhanlı’nın anlatımından,

Baba… Çoğu insan için kıymetli bir kelimeydi. Arkasında duran, destekleyen, koşulsuz şartsız seven, seni koruyan, iyiliğini isteyen bir figürdü. Masallarda, hikayelerde böyle öğretilmişti bize. Ama kimi insan için bunun anlamı yoktu. Bende onlardan biriydim. Öz babam tarafından hiç sevilmemiş, ötekileştirilmiş olan küçük İnci için kalp ağrısının tanımıydı baba sözcüğü.

Küçüklükten beridir kendimi sevdirmeye çalışmıştım, becerememiştim. Sonra kaçmıştım ondan. O sevgisizliği, istenmediğimi belli eden bakışlarından uzaklaşmak istemiştim ve belli bir süre başarmıştım da. Ama olmamıştı işte, yine dönmüştüm ve o anlara şahit olmaya devam etmiştim.

Bir insan bir insanı sevmeyebilirdi -Artık baba ve onun çocuğu olarak değerlendirmiyordum bizi- Ama öldürmeye çalışmak, öldürmek istemek, öldürtmek için emir vermek o kadar adice bir şeydi ki kelimelere dökemiyordum. İçimde kocaman bir boşluk vardı. O boşluk beni de içine çekmeye çalışıyordu, eğer kendimi bırakırsam da çekecekti. Haberi ilk öğrendiğim an bunu yaşamıştım, beni nasıl içine çekebileceğini görmüştüm. Düşüncelerim bile duygularıma itaat etmeye başlamıştı ve ben kendimle bile başa çıkamamıştım o an. Kendime zarar vermek sanki içimdeki acıyı söküp alacak sanmıştım.

Sonra bir şey olmuştu… Biri gelip elini uzatmış ve beni o boşluktan çıkarmıştı. Boran Demirhanlı… Son üç ayımda çoğu anımda yanımda olan adam… Ne gariptir ki beni o boşluktan çıkartan o olmuştu. Bu sefer ben sarılmıştım ona çünkü biliyordum istediğim desteği bana verirdi.

Sakinleşmiştim, ağlamıyordum ama iyi de değildim. Bundan sonra ne olacaktı, ben babamın beni öldürmek istediği düşüncesiyle nasıl yaşayacaktım, nasıl hazmedecektim mesela? Bilmiyordum. Belki de Londra’da tanıdığım psikolog arkadaşlarımdan birisiyle görüşmeliydim. Burada bir yere gitsem muhtemelen haber olurdu, riske atamazdım.

Yatakta yan dönmüş bir biçimde uzanırken komodindeki çerçeveye doğru baktım. Dedemle ikimizin fotoğrafıydı. Keşke diyordum içimden, keşke dedem yerine o adam ölseydi. Ama kötüye bir şey olmuyordu işte. Yaptığı ile kalıyordu.

Sakinleştiğimde Boran’dan ayrılmıştım. O da direkt ilgisini elime yöneltmişti. Kendi canımı yaktığım için hafif azarlar bir tonda tepki gösterip elimi sarmıştı hızla daha fazla kan akmaması için. Sonra da hastaneye götürmüştü. Dikiş atılmamıştı ancak merhem sürüp sarılmıştı. Biz hastanedeyken hazırladığım bavullar evden çıkartılmış, sonra da evimize getirilmişti. Muhtemelen oda da temizlenmişti. Bu yaşananlardan kimsenin haberi olmazdı.

Akşam olmuştu, kafam resmen yeni yeni kendine gelmeye başlamıştı. Boran’ın eziyet ederek konuşturduğu adam düşmüştü zihnime. Sonra Boran’ın nasıl bu kadar acımasız olduğu… Gözünü bile kırpmamıştı. Eziyet ettiği adama acıyacak değildim elbette, sonuçta nereden bakarsan bak tetikçi sayılırdı. Para karşılığında birinin ölümüne neden olmayı seçmişti. Ancak bana mafya değilim dedikten sonra yaptığı şey… Kabul etmek zor geliyordu işte. Bana karşı olan merhametinin yanında o adama gösterdiği psikopatlık nasıl kabul edilirdi?4

Kapının tıklanıp benden bir komut beklemeden açılması ile tepki vermedim. İçeri doğru giren adamın adım seslerini duyarken camdan dışarı bakmaya devam ettim. Ancak odaya girdiği anda buram buram kokan çorbanın kokusunu alabiliyordum.

Beni görebileceği bir mesafeye yaklaştığında sesini işittim. “Bir şeyler yemelisin.” Bakışlarım camdan ona doğru kaydığında üzerini değiştirdiğini gördüm. Elindeki tepsiyle birlikte bana yaklaşırken bir kez daha konuştu. “Hadi İnci, hiçbir şey yemedin.” İsteksizce uzandığım yerden kalkarken sırtımı yatak başlığına yasladım. Kalkmasam zorla kaldırırdı, onu tanıyordum artık.

Boran tepsiyi yatağa yerleştirdiğinde kâseye baktım. “Sanat eserinden tekrar yemek istersin diye düşündüm.” Dün konuştuğumuz şeyi ima ederek konuştuğunda normalde gülerdim ve dalga geçerdim fakat o an içimden hiçbir şey gelmedi ne gülmek ne konuşmak. Ancak nezaket gereği karşılık verdim. “Sağ ol.”

Bakışlarımı ona değdirmeden çorbaya bakarken odanın içindeki tekli berjere doğru yürüyüp oturdu. Böylece beni net bir şekilde görebiliyordu. Elime kaşığı alıp çorbayı karıştırırken kızarmış ekmekleri gördüm, severdim.

Uzun saniyeler aramızda sessizlik olurken çorbaya eziyet etmekten vazgeçerek Boran’a doğru baktım. Gözleri anında gözlerimle kenetlenirken yutkunmadan edemedim. Dirseğini dizine yaslamış ve yumruk yaptığı eline başını yaslamış beni seyrediyordu. Bu an sessizce ona bakmama neden olurken o da bakışlarını benden çekmedi.

Birkaç saniye sonra neden ona baktığımı hatırlayarak genzimi temizleyerek konuştum. “O adama ne oldu?” meraklı bir şekilde bakarken Boran başını elinden çekerek dik bir şekilde oturdu. “Hangi adam?” sorgularcasına bana bakarken cevap verdim. “Baba-“derken duraksadım ve hızla yüzümü buruşturdum. “Beni öldürmek isteyen kişinin ismini veren, frenlerimi boşaltan adama?”

“Yaşıyor.” Dedi gayet sakin bir sesle. Gözlerimi gözlerinden çekmezken mırıldandım. “Öldürmedin yani.”

“Hayır, gerek görmedim.” Dedi kısaca. Yüzünde en ufak bir pişmanlık ya da tereddüt yoktu. Aksine kararının arkasında olduğunu belirtircesine dimdik duruyordu. Gerek görmedim diyordu, sanki can almak onun elindeydi. “Ne söylediğinin farkındasın değil mi?” dedim ciddi bir tonda. Ardından ekledim. “Bana kızdın seni sorguladığım için ama şu an yaptıkların sana inanmamam gerektiğini yüzüme vuruyor. Bir insanın yaşamasına, acı çekmesine sen mi karar veriyorsun?” Öfkeyle yüzüne bakarken bu hali gerçekten hiç hoşuma gitmemişti.

Cümlelerimle dişlerini sıktı, çenesindeki kaslar gerildi. “Katil değilim ben İnci, sadece o an öyle olması gerekiyordu ve öyle oldu. Konuşması gerekiyordu, konuştu. En başından konuşsaydı başına hiçbir şey gelmezdi.”

“Vicdanın yok mu senin?” kelimeleri döküldü birden dudaklarımın arasından. Sözlerim bıçak kadar keskin çıkmıştı, farkındaydım. Söylediğim an dudaklarımı birbirine bastırırken Boran’ın gözlerindeki ciddilik bir anlığına çatladı, gözlerinden geçen fırtınayı görür gibi oldum. Ancak bunu çok fazla sürdürmeden kendini topladı hızla.

“Vicdanım var ama onu senin güvenliğin için takas ediyorum. Seni korumak için, sana bunu yapanı bulmak için kötü bir adam olmam gerekiyorsa olurum.” Benim kadar keskin bir şekilde konuşurken kaşları da çatılmıştı. Ardından ekledi. “Ayrıca birçok suç dosyası olan, tetikçi bir adama da vicdanımı gösterecek değilim. Kusura bakma, senin kadar iyimser bakamıyorum.”3

Sözleri yumruk gibi içime oturdu. Derin bir nefes alırken sakin bir tonda karşılık verdim. “Ben iyimser değilim Boran, sadece bir insanı öldürmek bizim elimizde değil.” Dediğimde alaylı bir şekilde güldü ve oturduğu yerden kalktı. Başını iki yana sallarken alaycı gülüşüne devam etti. “O adamın seni öldürmek istediğini biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum.” Dedim burukça. Bakışlarımı Boran’dan çekip başımı yere doğru eğdim. Keşke bilmeseydim diye geçirdim içimden. Bildiklerim çok can yakıyordu. “Bak, gördüklerinin ağırlığını biliyorum. Hayatında ilk defa böyle bir şey gördün, duydun. Sorgulamakta da haklısın. Ama bazen işler istendiği gibi olmuyor. Açıklamam sana ister mantıklı gelsin ister gelmesin. Yaptığım şeyin arkasındayım ben. Bir daha olsa bir daha yaparım.”

Gözlerimi yerden kaldırıp tekrar ona baktığımda kararlı bakışlarını gördüm. Boran ise devam etti. “Beni vicdansız bir adam olarak da görebilirsin ama ben yapılması gerekeni yaptım.” Derken biraz önceki cümlemi ima etti. Sadece gözlerine bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Ne denirdi ki? İnanmıyorum sana, istemiyorum desem ne değişirdi? Kaldı ki böyle düşünüyor muydum ondan da emin değildim. Ben ne hissettiğimi kestiremiyordum artık.

Tüm cümlelerini es geçerek mırıldandım. “Madem çok fazla suç dosyası var, o zaman savcılığa teslim edelim. Hem de o adam cezasını çeksin.” Açıkçası hapse girse de içim soğur muydu bilmiyordum ama suç duyurunda bulunacaktım elbette. Bu iş öyle bitemezdi, elini kolunu sallayarak gezemezdi. Hatta bu denediği şeyi tekrar denerdi muhtemelen çünkü beni o kadar sevmiyordu.

"Çekecek tabii ki," dedi Boran, sesi buz gibiydi ama içinde yanardağlar saklıydı. Ardından daha da yükseltti sesini. "En ağır cezayı çekecek. Senin akıttığın her gözyaşının hesabını verecek."

Yutkundum. İçimdeki düğüm boğazıma oturmuş gibiydi. Gözlerimi ondan kaçırırken yanağımdan süzülen sıcak yaşları elimin tersiyle sildim. Midemde bir ağırlık vardı, sanki biri yumruk atmış gibi. Böyle bir şeyi nasıl yapmıştı aklım almıyordu.

Boran'ın yanıma doğru adımladığını hissettim. Dönüp bakmazken yatağın kenarındaki boşluğa oturdu. Elini yüzüme doğru uzattı tedbirli bir şekilde. Yüzümü kendi yüzüne doğru çevirirken başını omzuna doğru eğdi. İncitmekten korkan bir tonda mırıldandı. “Sen böyle ağlayınca…ne yapacağımı bilemiyorum.” Derken yanağıma doğru akan gözyaşını başparmağı ile temizledi. Biraz öncekine nazaran daha yumuşaktı gözleri.

“Şuram o kadar acıyor ki.” Derken elimi kalbime yasladım. Bakışlarını elime doğru indirdiğinde ben devam ettim sözlerime. “Beni hiç sevmedi biliyorum ama öldürmek istemesi… Bir insan bunu nasıl ister? Hangi baba evladı ölsün ister. Bu nasıl bir vicdan Boran ben anlayamıyorum, insanları analiz eden ben bunu anlayamıyorum.” Dedim acı içinde.

Boran elini yüzümden çekerken başını iki yana salladı. “Kimileri baba olmayı hak etmez İnci. Kimileri de çok hak ettiği halde olamaz. İmtihan dünyası dedikleri bu işte. Kimisi babasıyla sınanır, kimi sevdiğiyle, kimi ailesiyle. Önemli olan güçlü bir şekilde ayağa kalkmak.” Sakin bir şekilde konuşurken dikkatle dinledim onu. Her bir kelimesi haklıydı.

“Ya kalkamazsa insan, o zaman güçsüz mü olur?” dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Boran başını iki yana sallarken derin bir nefes aldı. “Hayır, kalkamamak güçsüzlük değil. Bu sadece zamanla ilgili bir şey. Kimisi günlerce toparlanamaz, kimisi yıllarca, kimisi ertesi gün dimdik kalkar. Önemli olan bu. Sende güçlü bir kadınsın. Ne kadar sürerse sürsün İnci, ben hep seni kaldırmak için burada olacağım.”

Sözleri benim için çok değerliydi. Kalkmak için birine ihtiyaç duymamıştım şu zamana kadar ama şimdi ihtiyacım vardı. Belki Boran’ın beni kaldıracağına olan inancımdan, belki onun varlığına alışmamdan, belki de bir şeyleri tek başına sırtlamaktan yorulduğum içindi bilmiyorum ama ihtiyacım olduğunu kabullenmiştim artık. İnsan her şeyle tek başına baş etmek zorunda değildi, kimi zaman destek alması onu güçsüz yapmazdı. Benim içinde bu destek elimi tutan adam olmuştu…2

 

◔◔◔

Tüm gece düşünmüştüm… Uyuyamamıştım. Boran bir süre sonra yanımdan ayrılmıştı, artık beni tanıyordu ve yalnız kalmak istediğimi biliyordu. O yüzden anlayışla odadan çıkmıştı. Gece uzun sürmüştü benim için. Uyuyamamış düşünmüştüm. İlk işim savcılığa gidip ifade vermekti. Tabii Boran’ın yakaladığı adamı da teslim etmemiz gerekiyordu. İster basına rezil olalım, ister adımız kirlensin umurumda bile değildi. Tek istediğim o adamın cezasını çekmesiydi.

Öte yandan Boran’ı düşünüyordum. Gördüğüm görüntüler gözlerimi kapattığım an zihnime doluyordu. Birinin canını bu şekilde yakmak, can almak bunlar hep bana yabancıydı. Ancak o kadar suç kaydı olan ve salınan adamında cezasını bu şekilde çekmesi bir yandan Boran’a hak vermeme neden oluyordu. Sadece onun böyle bir tarafının olduğunu görmek kalbime ağır gelmişti. Umuyordum ki tekrarlanmazdı bu, yoksa o zaman olacakları bende kestiremezdim.

Gece tüm bunları düşünmekten uyuyamadığım için erkenden kalkıp toparlanmıştım. Güçlü duracaktım, yıkılmayacaktım. O adamın istediği olmayacaktı. Dün beni yıkan o haberi almamışçasına hazırlanmaya koyulmuştum. Duş alıp kendime geldikten sonra lacivert kumaş pantolon ve yelek giyerek kombinimi oluşturmuş, saçlarımı ve makyajımı özenle yaparak hazırlanmıştım. Boran ile karşılıklı olan odalarımızdan aynı anda çıkmıştık sonra. Benim ona aldığım lacivert takım elbiseyi giymişti ve habersiz bir şekilde çift gibi giyinir gibi olmuştuk.4

Sonra da birlikte aşağı inmiştik. İştahım olmadığı için sadece bir filtre kahve içmekle yetinmiştim. Boran uğraşmıştı bir şeyler yedirmek için ama yiyememiştim. Midem stresten bulanıyordu. En son evden birlikte çıktıktan sonra ilk işimiz emniyete gitmek olmuştu. Boran o Yusuf denen adamı teslim etmişti, bende babamın beni öldürmeye çalışmasına dair suç duyurunda bulunmuştum. Tabii neden geç haber verdiğim sorun olmuştu. Ama sağ olsun ilgileneceklerini söylemişlerdi.

Biraz olsun içim rahatlamıştı ancak o adam tutuklamadan içim rahat etmeyecekti.

“Şimdi ne olacak?” dedim tedirgince. Bakışlarım hemen yanımda oturan Boran’a kaydı. O da bana doğru döndü sorumla birlikte. “Eldeki deliller güçlü, adamın itirafı var en başta. Tutuklanması büyük ihtimal. Muhtemelen davası görülür yakında.” Ciddi bir şekilde cevap verdiğinde iç çektim. Umarım lehimize bir şeyler olurdu.

“Eve bırakalım seni, dinlen.” Boran konuştuğumuz meseleden uzaklaşıp başka bir şey söylerken başımı iki yana salladım. “Evde olunca duvarlar üzerime üzerime geliyor, çalışırsam düşünmem olanları.” Dediğimde anlayışla baktı bana doğru. “Nasıl istersen.”

Bakışlarımı Boran’dan çekerken telefonumun çalmaya başlamasıyla birlikte merakla ekrana baktım. Defneydi arayan. Meraklı bir şekilde telefonu açarken konuştum. “Efendim?” Karşıdan cevap çok gecikmedi. “İnci, nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?” derken biraz tereddütlüydüm. Dün olanları mı öğrenmişlerdi diye düşünürken Defne cevap verdi. “İyiyim bende, aslında seni akşam Cihan’ın restoranına davet etmek için aramıştım. Biliyorsun haftaya üniversite sınavı var. Derin ve Gamze için hem moral olur dedik hem de ailecek bir arada oluruz dedik. Yani Cihan ile öyle düşündük.”

“Bilemedim şimdi.” Derken Boran’a doğru baktım. O da meraklı bir şekilde bana bakıyordu. O sırada Defne’nin sesini duydum. “Hemen reddetme, Boran abi ile konuşun bir. Ama gelin mutlaka, bekliyorum. Yavuz baba gelmeyecekmiş, zaten bir fire verdik. Hem günler önce konuşmuştuk, gelecektiniz.” Israr ederken iç geçirdim. “Tamam, biz bir konuşalım.” Dediğimde Defne onayladı. “Tamam canım, o zaman bekliyoruz bak. Görüşürüz.”

“Görüşürüz.” Derken telefonu kulağımdan indirdim. O sırada Boran bana doğru bakmaya devam ediyordu. “Defne akşam bizi Cihan’ın restoranına çağırıyor. Ailenle birlikte yemek yiyeceklermiş. Derin ve Gamze’nin sınavı var ya haftaya, moral olsun diye.”

Boran bakışlarını benden çekerken mırıldandı. “Bizi niye çağırıyorlar, ailecek yesinler yemeklerini işte.” Cümlesinden kırgınlığını iliklerime kadar hissettiğimde yan profiline baktım. Boran babasına çok kırgındı. İkimizin de yüzü babadan yana gülmemişti. “Sende onların ailesisin.” Dedim beklemeden. Yavuz bey belki onu sevmiyor olabilirdi ama babaannesi çok kıymet veriyordu ona.

“Bilmiyorum İnci, artık bende bazı şeyleri sorguluyorum.” Dedi Boran bıkkınca. Ne denirdi ki buna cevap olarak. Ben cevap veremeden Boran tekrar konuştu. “Ama sen gitmek istiyorsan gideriz. Kafan dağılır hem de gerçi halamla babam sağ olsun belki izin vermezler. Defne ve Derin ile iyi anlaşıyorsun sonuçta.” Derken bana doğru baktı. “Baban gelmiyormuş.”

Boran alaylı bir şekilde güldü. “Zaten ne zaman geldi ki?” Sitemini öyle net anlamıştım ki içime oturmuştu. Babası gelmiyorsa bile babaannesi, kardeşleri orada olacaktı. Bu ona iyi gelebilirdi.

Ayrıca bende tek başına kalmayıp bir şeylerle ilgilenirken aklımdaki kötü düşünceler, kalbime çöken ağırlık uçup gidiyordu. O yüzden iyi olabilirdi. Bir de kendimi suçlu hissediyordum. Boran’ın ailesinden ayrılma sebebi bendim. Zümra hanıma karşı özellikle çok mahcuptum. Gidersek o adam adına özür dilemek istiyordum.

“Gidelim o zaman.” Dediğimde Boran başını salladı. “Gidelim, hem sende sınava gireceksin. Motivasyon olur.” Dediğinde alayla baktım yüzüne. “Kazanacağımı pek düşünmüyorum.” Boran omuz silkti. “Önemi yok, zaten hallediyorsun.”

Cümlesiyle gözlerine bakmaya devam ettim. Tam o sırada Boran’ın zil sesi duyuldu. Derya arıyordu muhtemelen. Alışmıştım artık, genelde bizim konuşmamızı, bakışmamızı onun telefonları bozardı. Boran ceketin iç cebinden telefonu çıkardığında ekrana gözüm kaydı istemsizce. Arayanın abim olduğunu gördüğümde şaşırmadan edemedim.

Boran’a doğru baktığımda o telefonu kulağına götürdü. “Efendim Egemen?” dedikten sonra tekrar konuştu. “Hayır şirkette değilim, İnci ile birlikteyim. Sizin şirkete yakınız. Onu bıraktıktan sonra geçeceğim.” Dedikten sonra derin bir nefes aldı. “Buldum ben kim olduğunu. Şirkette konuşuruz.”

Telefonu kapatarak bana doğru baktığında cevap beklercesine baktım gözlerine. Boran’da bunu anlayarak konuştu. “Sana bunu yapanı bulmak için ortak çalışıyorduk, onun için aramış. Şirkette bizi bekliyor.” Dediğinde dudaklarımı yaladım. “Sen söyle olur mu, benim dilim varmaz.” Dediğimde onayladı. “Tamam.”

Kısa süre sonra şirkete ulaştığımızda Mert ve Fatih kapımızı açtı. Hiç beklemeden araçtan indiğimizde kapıya doğru yürüdük birlikte. Asansöre yönelip odamın bulunduğu katın düğmesine basarken ikimizde sessizdik. Odanın bulunduğu kata geldiğimizde asansörden indik.3

Koridordan geçen insanların selamına karşılık baş selamı verirken o adamın asistanını görerek ciddi bir şekilde konuştum. “Adnan Aral burada mı?” Asistanı başını iki yana salladı hızla. “Hayır, İnci hanım. Burada değil henüz.” Anladığımı belirtircesine başımı sallarken Boran ile ilerlemeye devam ettim. Umarım ifadesi alınıyordur şu an.

Odama girmeden önce hemen kapının girişinde oturan Bilge’yi gördüm. Bizi görmesiyle ayağa kalkarken saygılı bir şekilde konuştu. “Hoş geldiniz İnci hanım, Boran bey.” Boran baş selamı verirken ben konuştum. “Egemen beye geldiğimi haber ver Bilge, odaya da ondan başka birini alma. Ufak bir toplantımız var.” Dediğimde Bilge beni onayladı. “Tabi İnci hanım.”

Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde Boran’da peşimden geldi. Birlikte içeri girdiğimizde mırıldandım. “Bir şeyler içer misin?” dediğimde Boran başını iki yana salladı. “Hayır ama sen bir şeyler yesen iyi olur.” Derken hem endişeli hem düşünceliydi sesi. “Merak etme, alışığım ben.” Temin edercesine konuşurken Boran hafifçe kaşlarını çattı. “Bu alışkanlığı değiştirsek iyi olur.”

Daha cevap veremeden kapının çalmasıyla birlikte açılması bir oldu. Abim içeri girip kapıyı arkasından kapatırken merakla ilk önce bana ardından Boran’a baktı. Ona doğru yaklaşırken elini uzattı. Birbirleriyle tokalaşırlarken hafif bir şaşkınlıkla baktım ikisine. En baştaki hallerini hatırlıyordum da çok değişmişlerdi. Gerçi kim değişmemişti ki?

Abim Boran’dan sonra bana doğru döndü. Elindeki bandaja gözü takılırken kaşlarını çattı ve yanıma doğru adımladı. “İnci, eline ne oldu güzelim?” Bileğimden tutarak elimi kaldırırken sorgular bir biçimde baktı. “Önemli bir şey değil, elim kesildi sadece.” Derken abim yüzünü buruşturdu. “Ah be İnci’m, niye dikkat etmiyorsun?” dedikten sonra iç geçirerek elimi dudaklarına götürdü ve öptü sargının üzerini.

“Hatırlıyor musun, küçükken düştüğünde öperdim seni böyle. Geçtiğini söylerdin.” Derken küçük bir tebessüm etti. Hatırlıyordum. Küçüklük anılarımdan hatırladıklarımın çoğu abimleydi zaten. Düştüğümde beni o kaldırırdı, ağladığımda o sakinleştirirdi. Kâbus gördüğümde onun yanına giderdim, benimle uyumasını isterdim. Uyurdu.

İnsanların anne babasıyla yaşadıklarını ben abimle yaşamıştım. Aramızda 4 yaş olmasına rağmen resmen bana sahip çıkmıştı. Dedemden sonra emeği en çok olan kişi oydu. Babamın veremediği sevgiyi o vermeye çalışmıştı. Küçüklük anılarımızı hatırlamak gözlerimi doldurmaya yeterken abimin tebessümü yüzünde dondu. “İnci… Neyin var abicim?”

“Egemen, gel şöyle.” Boran, abime doğru seslenirken ben yanağıma yuvarlanıp akan gözyaşını elimin tersiyle temizledim hızla. Abim hala daha bana bakarken kaşlarını çattı. “Biri neler olduğunu anlatacak mı?” derken benden gözlerini çekip Boran’a baktı.

Boran derin bir iç çektikten sonra ilk önce bana baktı iyi miyim diye. Başımla onay verirken bakışlarını benden çekerek abime doğru çevirdi. “İnci’ye bunu yapanı buldum Egemen.” Diye söze başladığında abim belli belirsiz başını salladı. “Biliyorum, kim olduğunu öğrenmek için geldim.” Dedi sabırsızca. Ardından ekledi. “Kimmiş?”

“Baban.” Kelimesi odanın içinde yankılanırken zaman durdu gibi hissettim. Dün duyduğumda kalbime çöken ağırlık yine çöktü. Ancak bir yandan da abime bakıyordum. Yüzü bir anda ifadesizleşirken dudaklarını araladı bir şey söylemek ister gibi. Ama tek kelime çıkartamadı. Nefesimi tutarak ona bakarken parmaklarımla oynamaya başladım. “Ne dedin? Ne?” Abim fısıltı sayılacak bir tonda konuşurken bakışlarında sanki inançsızlık, parçalanmışlık vardı.

“Arabanın frenlerini kesen adamı buldum, konuşturdum. Emri veren Adnan Aral.” Dedi Boran bir kez daha soğuk bir tonda. Ama söylerken zorlandığını anladım. Çünkü bakışlarını kaçırıyordu. Bunu duymak, öğrenmek ona da zor gelmişti biliyordum.

O an abimin tutunmak için bir yer aradığını gördüm. Dizleri titriyor gibi görünüyordu. Bakışları bana doğru döndüğünde yıkılmışlığı gördüm. “İnci…” derken söylemeye çalıştığı şeyi anladım. Doğru mu diyordu bakışları. Omuz silktim, yüzümde buruk bir gülüş olsa da gözlerimde acının yarattığı yaşlar vardı. Boğazım düğüm düğüm olduğu için sesimi çıkartamadım ama başımı salladım. O an abimin gözlerindeki her şey çöktü.

Kızgınlık, acı, hayal kırıklığı… Sanki hepsi tek bir bakışta toplandı. Gözlerinin dolduğunu gördüm. Elini saçına götürürken hırsla bağırdı. “Nasıl lan!?” Hala daha kabullenememişti, kabullenmeyecekti de. Onun babasıyla arasındaki bağ benimkinden farklıydı. Her zaman baba-oğul olmuştu onlar. Benim içimdeki yıkımdan daha büyük olacaktı onun ki.

Ellerini ensesinde birleştirip birkaç adım geriye doğru gitti. Sonra birden olduğu yere doğru çömeldi. Elleriyle yüzünü kapatırken omuzlarının titreştiğini gördüm. Odanın içinde sadece nefes alışverişlerimiz duyuluyordu. “Ben ona güvendim…” derken sesi o kadar kırık çıkmıştı ki içimden bir şeyler koptu gitti. “Baba dedim, baba dedik. Kendi öz kızına nasıl kıyar?”

Dayanamayarak yanına doğru gitmek isterken eğildiği yerden kalktı. Gözlerine doğru baktığımda gözlerinde duyduğu şeylerin yarattığı yaşları gördüm. “Beni öldürseydi bu kadar koymazdı lan. Canıma kıymaya kalkmış.” Çaresizce etrafa bakarken yutkundu. “İnsan evladına nasıl kıyar?” Daha yeni baba olmuştu, babalığı tatmıştı, kendi evladına olan sevgisi göğsünden taşıyordu. Anlayamaması normaldi. Ama benim babam beni hiç sevmemişti ki.

Bakışları beni bulurken hem dudaklarının hem gözbebeklerinin titrediğini gördüm. “Affet beni, İnci. Ben nasıl bir abiyim de bunu fark edemedim. Nasıl koruyamadım seni?” Cümlesi içime otururken gözyaşları yanaklarıma süzülmeye devam etti. Abim benim gibi bitik bir haldeyken yanıma yaklaştı. Beni kendine çektiğinde kollarımı sardım sımsıkı. Tıpkı çocukken kabuslardan uyandığımda yaptığı gibi o da beni sımsıkı sardı.

İkimizin de kanadı kırılmıştı. Ben alışkındım da abim bununla nasıl baş edecekti merak ediyordum. Zaten o adamdan hiç sevgi görmemiştim, sevgisizliğini bir gün bu şekilde taçlandıracağını tahmin etmesem de kalbim ihanetiyle yüzleşmişti. Ama abim için böyle olmayacaktı.

Birbirimizden ayrılırken bakışlarım duvar kenarındaki adama takıldı. Abi kardeş bizi birbirimize bırakmıştı ve kenarda öylece duruyordu. Abimin sesiyle birlikte bakışlarımı ondan çektim. “O adamın yaptığı yanına kalmayacak, bitti. Böyle bir babam yok benim. Olamazda. Nasıl bir öfkeymiş, nasıl bir nefretmiş de canının parçasına kıymaya kalkmış? Bitti İnci.” Derken bana doğru baktı ve elleriyle yüzümü avuçladı. “Bundan sonra benim kan bağım olan tek kişi sensin.”

Benden sonra Boran’a doğru döndü. “O adamın vermesi gereken bir hesap var. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım ben.” Kararlı bir şekilde Boran’a bakarken Boran başını salladı. “İnci emniyette ifadesini verdi, baban ifadeye çağırılacak sonrası da hukuk kurallarına kalmış.” Dediğinde abim gözlerini kapatıp dişlerinin arasından mırıldandı. “Baban deme şu adama. Babam falan değil o benim.”

“Adnan Aral onu şikâyet ettiğimiz için bize bilenecektir.” Boran kendi düşüncesini dile getirirken abim karşılık verdi. “İstediğini yapsın. Bundan sonra hiçbir şey umurumda değil benim. Bu işte beraberiz.” Derken ilk önce Boran’a ardından bana doğru baktı. Gözlerinde güven bana dercesine bir bakış vardı.

“O zaman bu işte ortağız.” Dedi Boran’da onu onaylarcasına. Abim ona doğru döndüğünde birbirlerine doğru baktılar. Kim derdi ki bir gün ortak olacaklarını, birlikte hareket edeceklerini...

Hayat siz planlar yaparken başınıza gelen şeydir denilen bu olsa gerekti…

 

◔◔◔

Sabah olanlardan sonra kendimi biraz olsun toparlamıştım. Boran ile abim bir süre konuşmuşlardı ancak bir karar alınmamıştı henüz. Önemli olan o adamın tutuklanmasıydı. Eğer tutuklanmazsa ne olacaktı sonra konuşacaktık. Sonra da Boran şirkete geçmişti. Bense hiçbir şey olmamış gibi işime geri dönmüştüm. Bulduğumuz isimlerle ilgili açmak istediğim davayı da askıya almıştım. Her şey bugünden sonra belli olacaktı.

Şimdiyse Boran ile Cihan’ın restoranına gelmiştik. Mert kapımı açarken derin bir nefes aldım. Gergindim, tedirgindim. Boran’ın ailesinin yüzüne nasıl bakacaktım bunu sorguluyordum içten içe. Benim bir suçum yoktu evet ama yine de olanlardan dolayı kendimi kötü hissetmeye devam ediyordum.

Boran bana elini uzattığında hiç tereddüt etmeden parmaklarımı parmaklarıyla kenetledim. Mekândan içeri girdiğimizde direkt olarak kapıda Cihan ve Defne karşıladı bizi. “Hoş geldiniz.” Cihan abisine sarılırken Boran karşılık verdi. “Hoş bulduk aslan parçası.” Onlar sarılırken bizde Defne ile sarıldık sıkıca. “Çok sevindim gelmenize.” Defne tatlı bir tebessümle bana bakarken bende tebessüm ettim.

Defne’den sonra Cihan ile sarıldım hiç beklemeden. “Gerçekten söylediğiniz kadar varmış, çok güzel bir mekân.” Dediğimde Cihan samimi bir biçimde baktı bana doğru. “Beğenmene çok sevindim yenge, kısmet bugüneymiş.”

“Abi!” Biz Cihan ile konuşurken koşar adımlarla yanımıza gelen Derin’i gördüm. Abisine sıkı sıkı sarılırken Boran’da ona sarıldı. “Naber fıstığım?” İkisi birbirine çok düşkündü, biliyordum. Uzun süre sonra ilk defa birbirlerinden ayrılmışlardı. “İyiyim abi, çok özledim seni.”

“Şuna bak ya, biz dış kapının mandalı mıyız Derin hanım?” Cihan şikayetçi bir tonda konuşurken Derin kıkırdadı. Boran ise ona takılırcasına konuştu. “Kıskanma kıskanma, beni her zaman daha çok sevdiğini biliyorsun.” Dediğinde Derin başını omzuna eğdi. “Ya abi, ikinizi de çok seviyorum.”

Üçü birbirine bakarken Derin bana doğru döndü. “Hoş geldin yengecim.” Diyerek bana da sarılırken bende ona sarıldım sıkıca. Ne yalan söyleyeyim onları bende özlemiştim. Monoton geçen hayatıma renk katıyorlardı çünkü. Üçü de çok tatlıydı ve iyi kalplilerdi.

Birlikte oturacağımız masaya ilerlerken masada oturan Zümra Hanım, Gülsüm hanım ve Gamze’yi gördüm. Yavuz bey yoktu. Boran direkt babaannesine gidip sarılırken Gamze’nin sesini işittim. “Hoş geldiniz.” O gün annesiyle bana kurdukları oyundan sonra hiç samimi gelmiyordu kendisi ama sıkıntı çıkarmamak adına samimi olmayan bir tonda karşılık verdim. “Hoş bulduk.”

Boran babaannesinden ayrılırken ben gittim bu sefer Zümra hanımın yanına. Direkt olarak elini öptüğümde aynı Boran’a sarıldığı gibi bana da sarıldı sıkıca. “Hoş geldin güzel kızım.” Küçük bir tebessümle karşılık verdim. “Hoş buldum.” Aynı anne gibi merhamet dolu gülümsemeyle bana bakarken içim içime sığmayarak konuştum. “Ben sizden özür dilemek istiyorum, arayamadım. Yüz yüze konuşsak daha güzel olur diye düşündüm.”

“Özür dileme yavrum, senin bir kabahatin yok ki. Ben unuttum bile.” Derken elimi tuttu, böylece samimiyetini daha iyi anlamıştım. Buruk bir tebessüm ettim ona karşılık.

O sırada Boran yanımıza doğru geldi. Zümra hanım benden ona doğru bakarken konuştu. “Baban gelmeyecek oğlum, sen şöyle geç.” Derken masanın başındaki yeri gösterdi. Anlaşılan Yavuz bey küslüğe devam etmek istiyordu. Benlik bir şey yoktu da Boran için kötü olmuştu bu.4

Boran babaannesini onaylarken hemen kendi sandalyesinin yanında, babaannesinin sandalyesinin karşısındaki sandalyeyi çekti. “Gel güzelim şöyle.” Diyerek bana bakarken benim için çektiği sandalyeye oturdum. Çok centilmendi. Küçük bir tebessüm ederken kendisi de yerine geçip oturdu. Bizim oturmamızla birlikte masa dolmuştu.

“Ne iyi düşündünüz çocuklar böyle, gerçekten çok uzun zaman olmuştu.” Zümra hanım minnettar bir biçimde Defne ile Cihan’a bakarken Cihan keyifle konuştu. “Bir şeylerden uzaklaşıp mutlu olalım dedik babaanne, hem kızlara da moral olur.” Derken kardeşine bakıp göz kırptı. Derin gülümserken bana doğru baktı. “Yenge sende giriyorsun değil mi?”

“Evet ama öyle sizin gibi iddiam yok, malum liseden mezun olalı yıllar oldu.” Dediğimde Derin elini salladı. “Biz şimdi mezun oluyoruz da ne oluyor, boş ver. Halledersin sen.” Benden emin bir şekilde konuşurken güldüm. Umarım öyle olurdu. Zaten çok büyük bir hedef değildi benimki, iki yıllık işletme benzeri bir bölümdü isteğim. O yüzden kazanamasam da sorun değildi. Kurslara falan katılırdım en kötü.

“Evinizi yerleştirdiniz mi bari?” Gülsüm hanım meraklı bir şekilde bize bakarken cevap verdim. “Evet, yerleştik. Boran sağ olsun her işi hızlı bir şekilde hallettirdi.” Diyerek elimi Boran’ın masanın üzerinde duran elinin üzerine yasladım. Bu hareketimle Boran bana doğru bakarken içten bir tebessüm etti. O gülümseyince bende gülümsedim ister istemez. “Buyurun gelin bir gün.” Derken özellikle Zümra hanıma doğru baktım.

Başını sallayarak onayladı beni. “Geliriz kızım, siz biraz daha yerleşin inşallah. Kızların sınavı da geçsin.” Dediğinde Derin araya girdi ve gözlerini kırpıştırarak baktı bana. “Yaz tatilinde size kalmaya gelebilir miyim?” Benden sonra abisine doğru baktığında sevecen bir tonda konuştum. “Tabii ki gelebilirsin, hatta odan hazır.”2

“Aslan yengem be.” Dedi Derin sevinçle. Tepkisine gülmeden edemedim. Çok tatlı bir kızdı.

Yemeklerimiz geldiğinde Cihan’ın sesini duydum. “Özel spesiyalim, bakalım beğenecek misin yenge.” Tabak ilk olarak benim önüme konduğunda ağzım sulanarak baktım tabağa. Görüntüsü gerçekten çok güzeldi. Normalde şık restoranlarda spesiyal ürünler azıcık gelirdi ancak bu tabaktaki doyurucu görünüyordu. “Harika görünüyor.” Diye mırıldanırken Cihan’a baktım. O da dikkatle bana bakıyordu. Muhtemelen tepkimi merak etmişti.

Onu daha fazla bekletmeden bıçağımla kestim ve küçük bir çatal aldım. Tam o sırada Gamze’nin sesini işittim. “İnci.” Dedikten sonra duraksayıp göz ucuyla Boran’a baktı ve tekrar konuştu. “İnci yenge, eline ne oldu?” Boran’ın uyarısı işe yaramıştı belli ki. Ama emindim ki o burada diye böyle hitap etmişti, baş başa olsak ne yapacağını bilecek kadar tanımıştım onu.4

“Evet kızım, önemli bir şey yok ya.” Zümra hanımda endişeli bir biçimde bana bakarken cevap verdim. “Önemli bir şey yok merak etmeyin, ufak bir kesik sadece.” Dedim tebessüm etmeye çalışarak. O adamın kalbimde açtığı yaranın dışa yansımış haliydi sadece.

Kestiğim parçayı yerken damağıma yayılan lezzetli tatla birlikte gözlerimi kapattım ve iç çektim. “Övdüğünüz kadar varmış, çok güzel.” Derken gözlerimi araladım. Cihan tatmin olmuş bir biçimde bana bakarken cevap verdi. “Afiyet olsun.”

Benim başlamamla birlikte herkes yemeğine başladığında ortamda güzel bir hava vardı. Beklediğim gibi olmamıştı hiçbir şey. Gülsüm hanımın bakışlarını ara ara üzerimizde hissediyordum ama öyle kötü bir laf söylemiyordu ne hikmetse. Zümra hanım uyarmış olmalıydı ya da Boran’dan korkuyordu. Bilmiyordum.

“Bunun içinde muskat mı var?” diyerek Cihan’a baktım. Masadaki herkes bize bakarken Cihan başını salladı. “Evet, az bir miktar var. Damak zevkin gerçekten iyi.” Hayranlıkla bakarken tebessüm ettim. “Kendi çapımda bir şeyler yapıyorum bende ama yakışmış gerçekten, aslında defne yaprağı da lezzet katabilir.” Fikrimi belirtirken Cihan karısına doğru baktı ve göz kırptı. “Defne içine girdiği her şeyi güzelleştirir.”2

Cümlesi ile tebessümüm büyüdü. Defne içten ve büyük bir gülümsemeyle Cihan’a döndüğünde mırıldandı. “Cihan ya.” Birbirlerine aşkla bakarlarken başımı omzuma doğru eğip hayranca baktım ikisine. Çok güzellerdi.

“Gelin hanım maşallah her konuda bilgili.” Gülsüm hanım imalı bir şekilde konuşurken bakışlarımı ikiliden çekip Gülsüm hanıma çevirdim. Zümra hanım benden önce davranıp konuştu. “Öyle gerçekten, gelinlerden yana yüzümüz güldü çok şükür. İkisi de birbirinden pırlanta.” Hem bana hem Defne’ye baktı gururla.

“Kursa falan gittin mi İnci?” Defne bana merakla bakarken başımı iki yana salladım. “Hayır, aslında öyle bir becerimde yok. Kendi kendime bir şeyler yapıyorum işte.” Dediğimde Gülsüm hanım tekrar araya girdi. “Keşke bizde görseydik becerini.”6

Her lafın içinde olması sinirime dokunurken iç çektim. O sırada Boran konuştu. “Ben görüyorum ya hala, yeterli bence.” Konuyu kapat dercesine halasına baktığında dayanamayarak konuştum. “Sizi bir gün yemekte ağırlarız Gülsüm hanım, o zaman görürsünüz.” Dedim kendime güvenircesine.

Gülsüm hanım susarken bende yemeğime döndüm. Yemeklerimiz bittiğinde sıranın tatlıya geldiğini masaya getirilen pastayla anladım. Birinin doğum günü olup olmadığını kendi içimden düşünürken Cihan’ın sesini duydum. “Aslında bugün toplanmak istememizin başka bir amacı vardı.” Meraklı bir şekilde onlara bakarken masadakilerinde meraklandığını gördüm. Demek ki özel bir gün değildi.

“Size güzel bir haberimiz var.” Derken elinde tuttuğu karton çantadan çıkardığı beyaz patiklerle ne olduğunu anlayarak gülümsedim. Gerçekten çok güzel bir haberdi. “Biz anne-baba oluyoruz.” Diyerek cümlesine devam ettiğinde kalbimde mutluluk kelebekleri uçuşur gibi oldu. “Ay abi.” Derin heyecanlı bir şekilde oturduğu yerden kalkarken direkt olarak abisiyle yengesine sarıldı aynı anda.8

Oturduğum yerden kalkarken Boran’ın tepkisini merak ederek ona doğru döndüm. Gözlerinde tanıdık bir parıltı vardı, biraz şaşkınlık biraz sevinç. Dudakları tebessümle kıvrıldı. Benim gibi oturduğu yerden kalkarken direkt kardeşine doğru ilerledi. “Çok güzel bir haber bu. Aslanım benim!” Sevinçle yoğurulmuş ses tonuyla kardeşine sarılırken bende Defne’ye ilerledim.

“Tebrik ederim canım benim.” Diyerek sıkı sıkı sarıldım. Defne dolu gözlerle bana sarılırken içindeki heyecanı görmemek imkansızdı. “Teşekkür ederim İnci.” Ona bakarken büyükçe gülümsedim.

“Ne zaman büyüdün de baba oluyorsun lan!” Boran, Cihan’a takılırcasına konuşurken eliyle sırtına doğru vurdu. Cihan heyecanını sesine yansıtarak karşılık verdi. “Büyüdük be abi, zaman çok hızlı.” Boran tekrar kardeşine sarılırken gülümseyerek izledim onları. Bu bebek bu aileye çok iyi gelecekti.

Zümra hanım ağlayarak hem torununa hem Defne’ye sarılırken izlemeye devam ettim. Derin ellerini birbirine çarparak konuştu. “Ay sınavdan önce çok iyi geldi bu haber.” Dedikten sonra ekledi. “Lütfen bu tarz kutlamalara devam edelim.”

Cümlesinin ne anlama geldiğini sorgularcasına ona bakarken Zümra hanım mırıldandı. “O ne demek kızım, ayıp.” Derin yanlış anlaşıldığını anlarken elini iki yana salladı. “Kötü bir şey kastetmedim, doğum günlerinden falan bahsetmek istedim.” Durumu toparlamaya çalışırken bana doğru baktı. “Mesela yenge senin doğum günün ne zaman, seninkini hiç kutlamadık biz. Büyük bir kutlama yapalım.”1

Cümlesiyle birlikte bakışlar bize doğru döndüğünde yutkundum. “Ben doğum günlerimi kutlamıyorum.” Derken sesimin buruklaşmasını engelleyemedim. Derin şaşkınlıkla bana bakarken konuştu. “Neden ama? Doğum günleri insanların en mutlu olduğu gündür.” Beni anlamaya çalışırken buruk bir tebessüm ettim. “Benim doğduğum gün vefat etmiş annem.” Dediğimde etrafa ölüm sessizliği çöktü.6

Derin ağlamaklı bir ifade ile bana bakarken mırıldandı. “Çok özür dilerim, gerçekten bilmiyordum. Çok özür dilerim yenge.” Yanıma doğru gelirken mahcupluğunu hem bakışından hem sesinden anladım. Başımı iki yana salladım anlayışla. “Sorun değil canım, nereden bileceksin.” Dedikten sonra daha da büyük gülümsemeye çalışarak ekledim. “Siz üniversiteyi kazandığınızda büyük bir kutlama yaparız, bebek doğduğunda yaparız. Sonra sizin doğum günleriniz var, kutlanacak çok şey var yani.”2

Konuyu dağıtmaya çalışarak içimdeki hüznü gidermeye çalıştım. Tam o sırada Boran’ın kolunu omzuma doğru sararken vücudum sıcaklığının esiri oldu. İçimdeki hüznü hisseder gibi desteğini esirgemezken bir yandan da kardeşine hitaben konuştu konuyu değiştirmek için. “Demek sen ondan öyle mutlu mutlu geziyordun günlerdir.” Cihan’a bakarak dile getirdiği sözlerle birlikte Cihan onayladı. “Ne yapayım ayaklarım yere değmedi abi.”

Cihan ona cevap verirken Boran bana doğru bakıyordu. Gözleri yüzümü tarayıp iyi misin dercesine bakarken küçük bir tebessüm etmeye çalıştım. Konuyu ben üzülüyorum diye değiştirmişti. Bunu anlamıştım. Annemin ölümü kalbimin bir tarafının hep eksik olmasına neden oluyordu evet ama alışmıştım.

Boran’ın çabasını anlayan Zümra hanımda konuyu başka tarafa geçerken herkes yerlerine oturmuştu tekrardan. Ardından pasta kesilmiş ve hepimize ikram edilmişti. Boran ara ara bana bakıp tepkimi yoklarken Derin biraz önce kırdığı potu düzeltmek adına şaka yapıp zihnimi boşaltmaya uğraşmıştı.2

Nereden bakarsan bak öğrendiğim onca şeyden sonra burada aldığım güzel haber yüzümü güldürmeyi başarmıştı ve zihnim biraz olsun dağılmıştı…

*****

Saatler sonra kutlamanın sonuna geldiğimizde Boran’a boğazda yürümeyi teklif etmiştim ve o da kabul etmişti seve seve.

Yan yana boğazın kenarında yürürken ciğerlerime derin bir nefes çektim. Denizin havası yine içimi ferahlatmaya yetmişti. Yanımdaki adam hiç konuşmazken bakışlarımı ona doğru çevirdim. Dümdüz önüne bakıyordu. Yandan profilini izlerken ne düşündüğü zihnimi kurcalamaya başladı. Soğuk rüzgarlar esmişti sanki yemekte. Boran ailem konusunda her daim benim yanımda olmaya çalışıyordu, bende onun yanında olmak istiyordum. Bu oyunu birlikte sürdürdüğümüz süre boyunca yanında olmaya hazırdım.

“Ne düşünüyorsun?” dediğimde Boran irkilir gibi oldu bir an. Sonra bana doğru baktı. Dudaklarını büzerken omuz silkti. “Bilmem… Bir şey düşünmüyorum.” Dediğinde başımı omzuma doğru eğdim. “Düşünüyorsun belli, anlatmak istersen dinlerim. Yoksa amca oluşunu mu düşünüyorsun?”

“Terapiye mi başladık psikolog hanım?” Boran takılırcasına konuşurken aslında bunun bir kaçış olduğunun farkındaydım. Normalde düşüncelerimden ben kaçardım ama Boran kaçıyordu şimdi. Aslında biz birbirimize çok benziyorduk. Belki de hayat bu yüzden yollarımızı kesiştirmişti. “Normalde böyle ayaküstü terapi yapmam ama sana özel yaparız istersen.” Dediğimde Boran tebessüm etti. “Bana özel öyle mi?” söylediğimi teyit ettirmek istercesine sorduğunda onayladım. “Evet sana özel.”

Ona bakmaya devam ederken ekledim. “İnsanın yeğeninin olması çok güzel bir duygu. Sende tadacaksın şimdi bunu. Umarım hayırlısıyla kucaklarına alırlar.” Dedim hevesle. Çocukları çok seviyordum ve bir hala olarak yeğen ne demek tatmıştım. Şimdi Boran’da tadacaktı bunu. Onlar için çok seviniyordum. Ayrıca Cihan ve Defne çok iyi bir anne baba olurlardı, bundan emindim. “İnşallah…” dedi Boran içten bir şekilde.

Bakışlarını benden çekerken elini pantolonunun cebine soktu. Bir şey söylemeyeceğini anlayıp önüme döndüm bende. Konuşmak istemiyordu belki de. Bazen sessizlik, sessizce durmak en iyi terapiydi. Yürümeye devam ederken bakışlarımı denize doğru çevirdim tekrardan. Ancak daha birkaç adım atamadan topuklu ayakkabının ucunun yerdeki girintinin içine girmesiyle sarsıldım.

Düşmemek için Boran’a tutunacağım sırada o benden önce davranıp eliyle belimi kavradı sıkıca. Ellerim gömleğinin yakalarına can havliyle tutunduğu sırada gözlerine doğru baktım. Burnuma o ilk tanıştığımız andaki kokusu gelirken gözlerinde o günkü sertliği aradım. Ama yoktu. Yumuşak, düşünceli, ilgiliydi bakışları.

Muzip bir tavırla mırıldandım. “Teşekkür ederim, hayatımı kurtardınız.” Cümlemle birlikte Boran ilk önce kaşlarını çattı. Ardından ilk tanıştığımız an aklına gelmiş olacak ki devam ettirdi oyunumu. “Dikkatli ol, bir daha bu kadar şanslı olamayabilirsin İnci.” Ama bakışları da sesi de duruşu da soğuk değildi o zamanki gibi. Çünkü aramızda çok şey değişmişti. “İsmimi nereden biliyorsun?”

“Demirhanlıların biricik gelinini kim tanımaz.” Beklediğim cevabı değil de kendi kafasındaki cevabı verdiğinde dudaklarım aralandı. Yüzünde o alaylı gülüş oluştuğunda elimi gömleğinin yakalarından çektim. O ise beni tutmaya devam ediyordu. “Sanki bu şekilde devam etmiyordu…” dediğimde Boran’ın yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “O zamandan bu zamana çok fark var İnci hanım, rollerimiz değişti.”4

“Aman hemen gerçeğe dön.” Diye sitem ederken Boran elini belimden çekerek yakalarını düzeltti. Ardından da keyifli bir tınıda karşılık verdi. “Gerçekçi bir adamım ben ne yapalım, bununla idare edeceksiniz.” Dediğinde yandan bir bakış attım. “Ederiz Boran Bey, emriniz olur.”

Boran elini koluma doğru koyarken mırıldandı. “Gel hadi şöyle oturalım, yorulmuşsun sen.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “Aslında yorulmadım ama dengem şaştı biraz.” Derken onunla birlikte işaret ettiği yere ilerledim. Boran ise bana karşılık verdi. “Normal, gece uyumadın.” Dediğinde kaşlarım çatıldı ve hızla yüzüne baktım. “Sen nereden biliyorsun?”

“Ben her şeyi bilirim.” Dedi egoist bir şekilde. Cevabıyla gözlerimi devirirken mırıldandım. “Benim uyumadığımı bildiğine göre sende uyumamışsın.” Cümlemle omuz silkti. “Belki de.”

Yan yana banka oturduğumuzda bakışlarım bankın bulunduğu parkta gezindi. Kimse yoktu. Gerçi saat akşam on olmuştu. Normaldi kimsenin olmaması. Kollarımı birbirine sararken bakışlarım parkın içindeki salıncağa takıldı. Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Neredeyse hiç parka gitmemiştim ben. Çocuklar parklarda büyürken benim için öyle olmamıştı.

“Biliyor musun, ben küçükken hiç salıncakta sallanmadım.” Dedim fısıltı şeklinde. Bunu neden söylemiştim bilmiyordum ama söylemiştim işte. Boran ile bir şeyler paylaşmayı seviyordum, beni dinliyordu, yargılamıyordu. Gözlerim buğulanırken zihnime silmeye çalıştığım o düşünceler tekrar toplandı.6

Acaba bu hep böyle mi olacaktı? Ben ne zaman mutlu olsam, eğlensem aklımda bu düşünce mi olacaktı? Nasıl sindirecektim, düşünmeyecektim? O adamın yaptığı şeyin ağırlığı hala daha kalbimdeydi. Düşünmemeye çalışıyordum, düşünmekten kaçıyordum, zihnimi başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyordum ama yine en sonunda o düşüncede buluyordum kendimi.

Zihnimin derinlerindeki sorularla boğuşurken elimin üzerindeki sıcaklığı hissettim. Ne olduğu anlamaya çalışırcasına Boran’a bakarken onun oturduğu yerden kalktığını gördüm. “Hadi.” Derken ne manasında başımı iki yana salladım. “Nereye?” Aynı anda ayağa kalkarken Boran’ın beni çekiştirmesine izin verdim.

Biraz önce baktığım salıncağa ilerlerken Boran konuştu. “Hadi bin.” Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. “Ne?” Boran ise başıyla salıncağı işaret etti. “Hadi İnci, bin.” Dediğinde hafif güler bir tonda konuştum. “Ciddi misin sen şu an?” Boran başını omzuna eğerken karşılık verdi. “Ne zaman ciddi olmadım? Hadi.”4

İşaret ettiği salıncağa otururken Boran arkama doğru geçti. Salıncağın zincirlerini tutup beni kendine doğru çekip sonra geri ittiğinde salıncak sallanmaya başladı. Ayaklarımı kaldırırken her seferinde sırtımdan beni ittirerek daha da hızlanmama yardımcı oldu. “Küçükken yapamamış olabilirsin ama bu şimdi yapmayacağın anlamına gelmez.”

Babamın bana yapmadığı her şeyi yapmaya ant içmişti sanki. Neyde eksiğim var desem anında karşıma çıkarıyordu. Boran nasıl bir adamdı böyle?

İçimdeki boşluk dolmaya başlamış gibiydi ama aynı zamanda daha da derinleşiyordu sanki. Boran’ın her hareketi, her sözü… Kalbimin unuttuğunu sandığım yerlerini yeniden uyandırıyordu. Sırtımda ellerinin bıraktığı sıcaklıkla gözlerimi kapattım. Sanki o an sadece o ve ben vardık. Ne geçmişin, ne bugünün yaraları ne geleceğin belirsizlikleri vardı… Sadece salıncağın çıkardığı hafif gıcırtı ve kalbimin sessiz çırpınışları. Bir de o…

Boğazımda düğümlenen kelimeleri yutmaya çalışırken içimdeki çocuk hem ağlıyor hem de gülüyordu sanki. Babamın eksikliğini Boran’ın varlığı ile doldurmak haksızlıktı biliyordum ama Boran yaralarımın sığınağı olmuştu sanki. Yanağıma doğru sızan gözyaşları, kalbimin şükredişiydi…

Kaç dakika sürmüştü bilmiyordum ama Boran hiç şikâyet etmeden beni sallamaya devam etmişti. Bense sanki özgürlüğüme kavuşmuştum. O kadar iyi gelmişti ki.

Ancak o özgürlük çok kısa sürmüştü. Çünkü Boran’ın çalan telefonu o özgürlüğü alıp götürmüştü. Beni sallamayı bırakıp telefonu açtığında şaşkınlıkla karışık ses tonunu duymuştum. “Nasıl gözaltı kararı bile çıkmaz? Elini kolunu sallayarak çıkmış mı yani?”2

Ve bu olacak kötü şeylerin bir habercisiydi belki de...14

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi?14

‣‣‣ İnci’nin tepkisi, düşünceleri… Ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili? Siz onun yerinde olsaydınız ne yapardınız?11

‣‣‣ Boran ve İnci sahneleri nasıldı?16

‣‣‣ Egemen ile ufak bir barış sağlandı gibi ne dersiniz?6

‣‣‣ Defne ve Cihan’dan da güzel haber geldi, sahneleri beğendiniz mi?8

‣‣‣ Adnan tutuklanmadı, sizce ne olacak? Teorilerinizi bekliyorum…12

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…16

Bölüm : 22.05.2025 19:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...